kuran cibrilin sözümü --- ben bu hesap günü ile karşılaşacağımımı ZANNEDİYORDUM biliyordum zan kelimesi
اِنَّهُ لَقَوْلُ رَسُولٍ كَر۪يمٍۙ
Tekvîr Suresi 19"Hiç süphesiz o (Kur'an), çok serefli bir elçinin sözüdür."(Hakka,40
اِنَّهُ لَقَوْلُ رَسُولٍ كَرٖيمٍۚ
allaha ait söz beşerin konuştuğu kelimeler olmadığından hakka 40 da cibrilin sözüdür manasına gelebilir..burda asıl mesele ne şair ne kahin olmayan peygamberimize ait olmadığı vurgusu var..allah yarattığı bizim gibi mahluk gibi kelimeler seslerlemi konuşuyor diye başka bir itiraza cevaptır..kuranın tamamı cibril vesilesiyle Allahtan geldiğini ifaDE EDİYOR إِنِّي ظَنَنتُ أَنِّي مُلَاقٍ حِسَابِيهْ Hâkka suresi 20.
inni zanentu enni mulakin hısabiyeh zanentu kelimesi..bizzat gözüyle görmeme, mütecessim olmaması ,hisleriyle yaşayarak bilmeme, numunelerine bakarak imanla bilme anlamına olabilir allahu alem
******
ayrıca bak
https://sorularlaislamiyet.com/hic-suphesiz-o-kuran-cok-serefli-bir-elcinin-sozudurhakka-6940-gore-kuranin-manasi-gibi-lafizlari-da
*****
http://www.suleyman-ates.com/index.php?option=com_content&view=article&id=1071:2014-06-01-19-38-49&catid=65:haziran-2014&Itemid=61
Hakka: 40: "O, değerli bir elçinin sözüdür" âyetinde: Değerli elçi hakkında iki ihtimal vardır:
Birine göre bu değerli elçi, Cibrîl Aleyhisselâm,
diğerine göre de Hz. Muhammed Aleyhisselâm'dır.
,
Fakat birinci mânâ daha kuvvetlidir. Bununla Kur'ân'ın, değerli bir elçi tarafından Hz. Muhammed'e vahyedildiği anlatılmaktadır. Necm Sûresinde Kur'ân'ın, "şedîdu'l-kuvâ: büyük güçlere sâhip" melek tarafından Hz. Muhammed'e öğretildiği bildirilmişti. Burada da Kur'ân'ı öğreten bu melek, resûl-i kerîm (şerefli, değerli bir elçi) olarak nitelendirilmiştir. Allah'tan gelen mânâlar, melek tarafından söz kalıplarına dökülerek insan düzeyine indirildiğinden "Kerîm Elçinin sözü" diye nitelendirilmiştir. Tekvîr Sûresinin 19-20’nci âyetlerinde: "O (Kur'ân), güçlü, Arş sâhibinin yanında değerli olan şerefli bir elçinin sözüdür" buyurulmak suretiyle Kur'ân'ın, Allah katında değerli, güçlü, kerîm bir elçinin sözü olduğu vurgulanmaktadır.
Kur'ân'ın bir melek sözü, daha doğrusu Allah'ın emriyle melek vahyi olduğu vurgulandıktan sonra müşriklerin zanlarına cevâb olarak da Hz. Muhammed’in, bir şâir ve kâhin olmadığı, cinlerden ilham almadığı belirtilmiştir. Bu âyetlerin benzeri, Şu'arâ Sûresinde de geçmektedir: "Muhakkak ki o (Kur'ân), âlemlerin Rabbinin indirmesidir. Uyarıcılardan olman için onu, Güvenilir Rûh, apaçık bir Arap dili ile senin kalbine indirmiştir" (Şu'ârâ Sûresi: 192-195).
Hakka: 44-47’nci âyetlerde eğer Hz. Muhammed (s.a.v.), Kur'ân sözlerini kendiliğinden uydurup Allah'ın sözü diye iddiâ etmiş olsa; Allah'ın, onun sağını yani elini veya gücünü, kuvvetini kendisinden alacağı, sonra onun can damarını keseceği; yani boynunu vuracağı, ondan öcünü alacağı; hiç kimsenin onu, Allah'ın elinden kurtaramayacağı bildirilmekte ve Kur'ân'ın, aslâ Hz. Muhammed'in uydurduğu bir söz olmayıp şirkten, kötü işlerden korunanlar için bir öğüt olarak Allah tarafından indirildiği vurgulanmaktadır.
Hakka: 49-52: Korunanlar, Kur'ân'a inanıp ondan öğüt alırlar; ama dünyaya meyledenler, onu yalanlarlar. Kur'ân, kâfirlere hasret (yürek acısı, pişmanlık, dert) olur. Onlar Kur'ân'ın gönüllere yer edip yayıldığını gördükçe kıskançlıktan kendi kendilerini yerler. Yâhut onlar âhirette Kur'ân'a inananların sevap ve mükâfâtını görünce hasret ve üzüntü içine düşerler, vaktiyle inanmadıkları için pişman olurlar. Kur'ân kesin gerçektir. Onda aslâ kuşku yoktur. Bu gerçek gönülleri fethedecek, ufuklara yayılacaktır. Ey Muhammed, sen ulu Rabbinin adını tesbîh et; sana bu nimeti veren, verdiği sözü gerçekleştirecek olan yüce Rabbinin eksikliklerden uzak olduğunu söyle ve O'na şükret!
Araplarda hayret edilecek, çok garip, çok olağanüstü veya çok cür'etli, çok yalan, yakışıksız bir söz veya durum karşısında duyulan hayreti belirtmek için "subhânallâh!" denilir. Bizim Türkçede böyle bir durumda "Allah! Allah!" denilir. İşte Kur'ân'ın, bir şâir veya kâhin sözü olmadığı vurgulandıktan sonra "Rabbinin adını tesbîh et!" denmesi, Hz. Muhammed hakkında ileri sürülen bu tür iddiaların, son derece şaşkınlık ve küstahlıklar olduğunu, böyle şeyler düşünmekten Allah'a sığınmak gerektiğini hatırlatmaktadır.
diyanet tefsirihttps://kuran.diyanet.gov.tr/tefsir/H%C3%A2kka-suresi/5361/38-43-ayet-tefsiri
Kur’an’ı tebliğ eden Hz. Peygamber’e müşriklerden bazıları şair, bazıları da kâhin diyorlardı. Bu sebeple yüce Allah burada yaptığı yeminle Kur’an-ı Kerîm’in bir şair veya kâhin sözü değil, değerli bir elçinin sözü olduğunu vurgulamıştır. Ayrıca söz sanatı bakımından da Kur’an’ın şiir olmadığını, kâhin sözüne benzemediğini bazan kendileri de itiraf ettikleri halde müşrikler ondan ne ibret almışlar ne de onun ilâhî kelâm olduğuna inanmışlardır (Resûlullah’ın içinde yaşadığı toplumda “şair” kelimesinin kullanıldığı özel anlam hakkında bk. Yâsîn 36/69). Müfessirlerin çoğunluğu Resûlullah hakkında söylenilen şair ve kâhin sözlerini dikkate alarak 40. âyetteki, “değerli elçi”den maksadın Hz. Peygamber olduğu kanaatine varmışlardır. Tekvîr sûresinin 19. âyeti de aynı lafızları taşır; fakat çoğunluğun yorumuna göre orada elçiden maksat Cebrâil’dir. Aslında bu iki yorum arasında bir çelişki yoktur. Zira Kur’an’ı Hz. Peygamber’e Cebrâil getirmiş, o da tebliğ etmiştir. Bu sebeple Tekvîr sûresindeki âyetin bağlamına Cebrâil, buradaki bağlama ise Hz. Peygamber uygun düşmektedir. Gerçekte Kur’an Allah’ın kelâmıdır; nitekim 43. âyette âlemlerin rabbi katından indirilmiş olduğu açıkça ifade buyurulmuştur. Buna göre Cebrâil ve Hz. Peygamber Allah’ın kelâmını kullarına ulaştırmada aracı oldukları için 40. âyette söz onlara nisbet edilmiştir (bk. Râzî, XXX, 117).