http://islamicevaplar.com/ateist-deistlere-cevaplar.html
Ateist, deist, agnostiklere cevaplar
Ateizm
1 ay önce
Yorum Yaz
Ateist, deist, misyoner ve oryantalistlere cevaplar, ilgili ‘kategori başlıkları altında’ tek tek verilmiştir.
Ateist ve deistlere cevap, Ateist ve deistlere güvenmemenin 100 nedeni
Çalışmaya küçük çaplı bir ateizm, deizm eleştirisi demek bile mümkün. Çalışma bizden, Hidayet yüce Allah’tan. ( s. 11) Ateistler, dinin esaslarının tersini yapmayı özgürlük gibi sunuyorlar. Oysa ki, yaptıkları yeni bir inanç oluşturmaktan öteye gitmiyor, her olaya negatif ve ön yargılı yaklaşıyorlar, doğruyu aramak yerine sürekli yanlış bulma peşinde koşuyorlar, bir takıntı içinde görünüyorlar. ( s. 14) Ateistlerin Müslümanlara sordukları sorularla, Hıristiyan misyonerlerinin soruları arasındaki çarpıcı benzerlik, bu kimselerin nereden beslendikleri konusunda ciddi kuşkulara neden oluyor. ( s. 15) Dogma haline getirdikleri birtakım bilimsel sonuçların her şeyi açıklayabileceğine inanıyorlar. ( s. 16) Müminler güneş ve ay tutulmasında İki rekat namaz kılarlar, bu namaz, tutulmanın giderilmesi için değil sadece Allah’ın rızasını kazanmak için kılınır. ( s. 17) Din ile bilimi birbirlerini tamamlar. ( s. 18)
Büyük patlamanın öncesine dair hiçbir açıklama yapamıyorlar. Bilim adına her şeyi sebep sonuç ilişkisi içerisinde açıklamaya çalışırken,diğer taraftan evrenin yoktan sebepsiz yere var olduğuna inanmamızı istiyorlar, fizik kurallarının nasıl oluştuğunu ve nasıl işlerlik kazandığını açıklayamıyorlar. ( s. 20)
Big Bang teorisinin ve entropi yasasının evrenin ezeli olduğu düşüncesini çürüttüğünü göremiyorlar. ( s. 21) Hz Adem ve Havva’nın yaratılışını açıklanamaz buluyorlar. Canlı varlıkların cansız varlıklardan nasıl oluştuğunu açıklayamıyorlar, henüz DNA molekülünün nasıl oluştuğunu da bilmiyorlar.( s. 22) Evrim teorisini dogmalaştırıyorlar. ( s. 23) Her tercümenin Kur’an’ın yorumu olduğunu bilmiyorlar, Tercüme eserler, akademik çalışmalarda ikinci el kaynak olarak görülür. ( s. 24) Bilim var olan bir gerçeği açıklar, din ise var olan şeylerin yaratıcısını haber verir. ( s. 25) Bilim rutin gerçekleşen yani süreklilik arz eden olaylarla ilgilenir. ( s. 29) Evrendeki hakikatleri kavraması için Yüce Allah insanlara akıl ve düşünme melekesi vermiştir. Onlar geçmiş olanın demode olduğunu iddia ediyorlar fakat eski putperestlerin adetlerini ve alışkanlıklarını sahipleniyorlar. ( s. 30)
“Kur’an kutuplarda namazdan bahsetmiyor” diyorlar, farklı kıtalardaki ve bölgelerdeki namazlardan da bahsetmez Kur’an, bahsetmesi de gerekmez. Yüce Allah insanı akıl vermiş kutuplarda yemek öğünlerini ve uyku saatlerini ayarlayan insan, namaz vakitlerini de en yakın bölgeye göre ayarlayabilirler. ( s. 31) Kur’an’ın evrendeki her şeyi ayet saydığını, insanları evreni araştırmaya çağırdığını görmezden geliyorlar. ( s. 33)
Dünyada kurallara uymayanlar nasıl karşılık buluyorsa öte dünyada da, ilahi kurallara uymayanlar bunun karşılığını göreceklerdir. Toplumun kutsallarını, değerlerini aşağılamayı marifet sayıyorlar, halka tepeden bakıyorlar. ( s. 34)
“1400 yıl öncesinin kanunları” diye akılları sıra İslam’ı küçümsüyorlar. Ama kendileri Sodom ve Gomora fuhuşunu, ‘cinsel ‘özgürlük’ adı altında savunuyorlar. ( s. 35) Ahlakı sadece taciz ve tecavüze indirgiyorlar. Halbuki, zina ve homoseksüellik en uç ahlaksızlık olması dolayısıyla İslam’da yasaklanmıştır. Onlar, ahlaksızlığa götüren diğer fiilleri sakıncalı görmedikleri için taciz ve tecavüzün arttığını göremiyorlar. Nisa, 23. ayetinde yasaklanan evlilikler çerçevesinde sadece halalar ve teyzelerden bahsedildiğini, Ahzap, 50’de ise, evlenilmesi helal olan hala kızı ve teyze kızından bahsedildiği ve arada bir çelişki olmadığını göremiyorlar. (s. 36) Bu tür evliliklerin çağdaş hukukta da meşru olduğunu bilmiyorlar. Kur’an’ın kadına tarlaya benzetmesini anlayamıyorlar, benzetmede, kadının doğurganlık ve annelik yönüne dikkat çekilmektedir, kadın insanlığın devamının, toprak ise hayatın sürmesini sağlar. ‘Toprak ana’ deyiminin birçok kültürde olduğunu bilmiyorlar. (s. 37)
Tarafsız ve önyargısız inceleyenler, İslam’ın getirdiği hukuk düzeninin kendi içinde adil ve hakkaniyetli olduğunu görürler. Bir hukuk sistemi kendi bütünlüğü içinde değerlendirildiğinde ancak doğru ve hakkaniyetli bir yaklaşım sergilenmiş olunur. (s. 38) Kur’an’da hükümlerin sistem bütünlüğü içinde tutarlı ve adaleti sağlayıcı olduğunu kavrayamadıklarından, sistem içinde tek tek parçaları alıp, oradan eşitsizlik ve adaletsizlik çıkartmaya çalışıyorlar. (s. 44)
Örtüyü özgürlük karşıtı bir giyim tarzı olarak lanse ediyorlar. Halbuki belki de asıl örtünmek özgürlüktür Nitekim pencerelere perde takılması, evde özgürce hareket etmek içindir. Modernite tek tipçi dayatmayla kültürü yozlaştırdı. (s. 39)
Kur’an’da hitap genel itibarıyla Eril (maskulin) kalıpla kullanılır. Onların mantığıyla, inkarcı zalim kadınların cehenneme girmeyeceği bile söylenebilir. (s. 40)
“Ahzab, 56. ayette, Allah Muhammed’e salat ediyor.” diyorlar. Salat kelimesinin her yerde namaz olduğunu zannediyorlar. Kur’an’da salat kavramının Allah’a nispetle kullanıldığında ‘rahmet ve bağışlama’; meleklerin nispetle kullanıldığında ‘dua’; Hz Peygamberin nispetle kullanıldığında da ‘dua ve bağışlama talebi’; müminlerin nispetle kullanıldığında da ‘dua ve namaz kılmak’ anlamında olduğunu bilmiyorlar. Alak suresinde, Ebu Cehil kafirliğinden vazgeçmezse cehennemde nasıl bir cezaya çarptırılacağının anlatıldığını kavrayamıyorlar. (s. 42) Kur’an bütün peygamberlerin peygamberlikte eşit olduğunu ama kendilerine verilen bazı özellikler bakımından aralarında farklılıkların bulunduğunu bildirir. (s. 43)
Peygamberin görevi Kur’an’da yer almayan ayrıntıları bildirmek ve uygulamaktır. Yani yüce Allah kitabı bir öğretmenle birlikte gönderir. Lat, Menat ve Uzza putlarının gerçek tanrı olmadığını ifade eden ayetleri, Necm 19-20, ‘Kur’an putları övüyor’ şeklinde çarpıtmaya uğraşıyorlar. (s. 44)
“Kur’an savaşa teşvik ediyor.” diyorlar. Hz Peygamberin “Savaş istemeyin ama, şayet kaçınılmaz olduysa sakın savaştan kaçmayın.” sözünü bilmiyorlar. İslam’da barış asıldır. Savaş geçici bir çözümdür. Bu bir insanın hastalığında tedavi olması veya ameliyat olması gibidir. (s. 45) Dünya vatandaşlığı adı altında, emperyalizmin, kapitalizmin iktidarına teslimiyeti özendiriyorlar. İslami savaşçı bir din gibi göstermeye çalışanlar, terör eylemlerini özgürlük savaşı gibi lanse ediyorlar. (s. 46)
Evrende iyi veya kötü ne varsa her şeyi Allah’ın yarattığını; ama insanın bakımından kötü olan işlerin insanın iradesiyle kazanıldığını bilmiyorlar. Allah insanı yaratmış ve ona özgür bir alan tanımıştır, ona yol göstermiş, belli ilkeler koymuştur. (s. 47) ‘Allah’ın hidayeti’ kulun istemesine bağlıdır. ‘Biz gidilecek yolu gösterdik, artık dileyen inanır dileyen inkar eder.” (İnsan, 3)
Hayatın sadece bu dünyayla sınırlı olmasını arzu ediyorlar. (s. 48) Ahiret, mağdur ve mazlumların uğradıkları haksızlıkların gidereceği yerdir. Ahireti inkarcıların, dünyadaki kötülükleri teşvik edici olduğunu göremiyorlar. (s. 49) Cinsel özgürlük ve feminizm adı altında toplumun bozulduğunun ve fuhşun, cinsel sapıklıklar bulaşıcı hastalıkların artmasına neden olduğunu göremiyorlar. (s. 50)
“Erkek olsun kadın olsun, kim bir mümin olarak güzel, faydalı ve dürüstçe işler yaparsa kesinlikle ona çok hoş bir hayat yaşatacağız.” (Nahl suresi, 97) Firavun’un eşine cennette köşk verilecektir. Hz Nuh’un, Hz Lut’un eşleri gibi olanların cehenneme atılacakları belirtilmektedir. Kur’an’da kişinin değeri, cinsiyetine göre değil, inancına ve yaptığı güzel işlere göredir.(s. 51)
Çağdaş dünyadaki kadınları ve hatta çocukları bir ticaret ve eğlence malzemesi olarak kullanan kölelik düzeni konusunda çözüm getirici bir fikir üretemiyorlar. Çağdaş dünyada hala renge ve etnik kökene göre ayrımcılık ve yabancı düşmanlığı son hızıyla devam etmektedir. (s. 52)
Modern ruhçuların kuvvet bulması biraz da ateistlerin, insanların manevi ve ruhi taraflarını hırpalamaları yüzündendir. (s. 53) İnsandaki ebediyet duygusunu görmezden geliyorlar. (s. 54)
Hep kötülükten şikayet ediyorlar ama kötülüğün nasıl ortadan kaldırılacağına dair uygulanabilir bir çözüm sunamıyorlar.(s. 55)
Din ile dindar arasındaki farkı kavrayamıyorlar, kötülük yapanlara yönelik sesleri cılız ama dindarların en küçük hatalarında vaveyla’ya başlıyorlar. Dine girmekle bütün hata ve kusurlardan sıyrılmış olunsa, dinlerin haram ve yasaklarının olmaması gerekir. Haramlar ve yasaklar işte bu hataları ve günahları önlemeye ve düzeltmeye yöneliktir, kişiler akıllarıyla ve iradeleriyle dinin emir ve yasaklarına uydukları takdirde, dürüst ve iyi kişiler olabilirler. Din yol gösterir, yolda gitmek kişilerin kendi ellerindedir. (s. 56)
Stalin ve Mussolin, Hitler gibi din düşmanı kişiler yüzünden 70 milyondan fazla insanın katledilmesini ve doğanın tahrip edilmesini hiç konuşmuyorlar. Ateistler, komünist ülkelerin neredeyse tamamının neden baskıcı birer diktatörlüğe dönüştüğünü izah edemiyorlar. (s. 57) İlk 4 halife, seçimle iş başına gelmişlerdir. Bir ateist tecrübe olan Sovyetler Birliği’nin geride büyük bir insanlık sefaleti bırakarak çöküp gitmiştir. Bir köpek öldüğünde dünyayı ayağa kaldırıyorlar, öte yandan ‘bir köpeğe su vererek yaşatan kişinin cennete gireceğini’ müjdeleyen İslam peygamberine dil uzatmaktan da çekinmiyorlar. (s. 58)
Dünyanın en kanlı savaşı olan II. Dünya Savaşı’nın aktörleri ya ateist ya da dindar olmayan kişilerdi. Demek ki dinler devre dışı bırakıldığında insanlık daha iyiye gitmiyor, kurdukları bütün ideolojiler başarısız oldukça hırçınlaşıyorlar. (s. 59)
Doğadaki dengenin bozulmasının en büyük sebebinin, tanrıyı hayatından çıkaran insanın haz tutkusunun ve doyumsuzluğunun olduğunu göremiyorlar. Göremedikleri için Tanrı’ya inanmıyorlar ama dinlerin bir gün sonu gelecek türü asla göremeyecekleri ütopyaya inanıyorlar. (s. 60)
Tabiata hükmedeceklerini zannediyorlar. Basit virüslerle baş etmekten aciz kaldıklarını gerçeğini görmeye bir türlü yanaşmıyorlar. (s. 61) Dinlerin son bulacağı kehanetinin hiç gerçekleşemeyeceğinden korkuyorlar, hak ile görev ve özgürlük ile sorumluluk dengesini bir türlü tutturamıyorlar, her aykırılığı özgünlük ve özgürlük sanıyorlar. Bütün hakların kendilerine, sorumluluklarınsa başkalarına ait olduğunu zannediyorlar. (s. 62) Çıplaklığı ilericilik, giyinmeyi gericilik sayıyorlar, kendi kıyafetlerine saygı beklerken başkalarının kıyafetlerine saygısızlık ediyorlar. Dindeki ibadetleri anlamsız görüyorlar ama çağdaşlık adı altında bir sürü ritüel ( ruhçuluk vb.) uyduruyorlar. (s. 63) Evrendeki kanunları işleyişlerini keşfetmek ile o kanunları ve işleyişleri yaratıp ortaya koymanın farkını bir türlü kavrayamıyorlar. Saplantılı dogmatikliğe doğru evirildiklerini bir türlü fark edemiyorlar. (s. 64)
Prof. Dr. Cağfer Karadaş, Ateist ve Deistlere Cevap
.
.
Sorun kalmasın
Kitabımız teknik bir kitap değil, gençler uzun uzun izahları, teknik dili sevmedikleri için cevapları tutabildiğimiz kadar kısa tutmaya ve sade bir dille ele almaya çalıştık. (s. 13) Evrenin oluşum aşaması yanında mevcut düzen yüzyıllardır nasıl sağlanıyor? (s. 15) Bir kitap yazarları, tasarımcıları, matbaacıları olmaksızın kendiliğinden var olabiliyor mu? Yaratıcının var olduğu inancı insanın fıtratına yerleştirilmiş bir duygudur. (s. 16) Çünkü burada insanların anlaşarak bir şeye inanmaya dair aldıkları bir karar yok. Uzay boşluğunda bulunup, devasa bir kütleye ve enerji çekirdeğine dönüşen şey nereden geldi? Bilim, yokluktan varlık elde edemeyeceğini kabul etmektedir. (s. 17) Hayatta tüm patlamalar yıkımlara, kaoslara sebep olurken bu nasıl bir patlamaymış ki, muhteşem evrenin oluşumuna sebep olmuş, bin yıllardır hassas dengeleri kurgulayabilmiş? Patlama denen şey, belli bir zekaya sahip midir ki. (s. 18)
Kelami deliller
Hudûs delili: Evren sürekli değişiklik gösteriyor, her değişiklik gösteren şey de sonradan var edilmiştir. O halde, alemde sonradan var edilmiştir. Alemin sürekli değişikliğe maruz kalır, çocukluk, gençlik ve yaşlılık gibi. (s. 21) İmkan delili: Yaşadığımız alemin var olması zorunlu olan bir şey değildir. Bu alemin varlığını yokluğuna tercih edecek bir zat gereklidir. Gaye ve nizam delili: Bunca muhteşem dengelerle ve düzenlerle donatılmış evrenin bir gayesi yok mudur? Niçin bu hayattayız, evrendeki maddelerin doğası entropiye meyilli iken, bu nizamı takip eden bir varlık olmalıdır ki evren mükemmel işlesin, O da Allah’tır. (s. 24) İlk muharrik delili: Bir nesne durağan ise bir etki olmadığı sürece harekete geçmez. (s. 25) Hareketi ilk olarak kim vermiştir. Antropolojik deliller: insanların çeşitli yönlerini inceleyen bilim dalıdır. Atomik ve çeşitli hücrelerin sayısı sayılamayacağı kadar çok ve hareketleri kavramayacak kadar fazladır. (s. 26) Kozmolojik deliller: Evren bilimini ifade eder. Galaksiler müthiş bir ahenk içinde, hassas dengede devam ediyor. (s. 29) Zoolojik deliller: Hayvanları inceleyen bilim dalıdır. (s. 30) Sitemizde, ‘Allah’ın varlığının ispatı’ adlı yazıda bu konuda bol örnekler bulunmaktadır. Bal arıları, yarasalar, kangurular, yaratmadaki kudret ve nizam’ı gösterirler. İnsanın hayatını zor anlarında ortaya çıkıveren sığınma içgüdüsü de, bir ispattır. (s. 32)
Dinsiz toplum yoktur, dinin düsturları insanın vicdanı hislerini de olgunlaştıran düsturlardır. (s. 38) İntihar vakalarının en fazla olduğu ülkeler, bilim ve teknik açısından en gelişmiş ülkeler olabilmektedir. (s. 41) Ateizm taraftarlarına, bireyler arasında koca bir ‘hiç’i vaat etmektedir. İslam Müslümanlara bu hayatta bulunmasının amacını öğretir. Bilimsel noktada hayli mesafe kat eden ülkeler, fakir ülkeleri sömürmek ve fiilen işgal etmek teşebbüsünden geri durmuşlar mıdır? (s. 42) ABD ve Avrupa ülkelerinde mevcut düzen sömürü sistemi ile ayakta durmaktadır. Akıl dediğimiz şey de Göreceli bir kavramdır. Herkesin aklı, kendine göre doğruyu göstermektedir. (s. 44)
Akıl sağlam bir zemine oturtulduktan sonra insanı selamete çıkarabilir. Dinsizlik bedenin ihtiyaçlarının normal çizgide neler olduğunu bilmediği için sağlığına da zarar verir hem de ruhu inkar ettiği için insanı yaşarken ölü hale getirir. (s. 45) Seküler kesimin ruh açlığına örnek olarak yoga yönelimi misal verebiliriz. (s. 46) A. Comte, insanlığın tarihini üç devire ayırır: Fetişizm, çok tanrıcılık ve tek tanrıcılık. Kendisi de bir din kurgular ve formüle ettiği din, ilahsız, seküler hümanist bilim dini, kısaca, ‘insanlık dini’ de başarısız olmuştur. (s. 52) Dinin insanlar tarafından icat edilmiş bir şey olduğu iddiası tamamen bir varsayımdır. Öncesinde hocası Tylor’un monoteizm görüşünü benimseyen Andrew Lang, sonrasında ilkel halklarda atalar kültürüne de doğa kültürüne de rastlamadığını söylemiştir. (s. 53) Dinin kaynağının korku, tabiatta karşılaştıkları bazı olayları anlamlandırabilmek için dini icat ettikleri iddiasına cevaplar: Bu tezin belgelendirilmesi kesinlikle mümkün değildir, ümit ve korku dinin kaynağı değil, fıtratta var olan din duygusunun gelişme sebebidir, din olmasaydı insanoğlu ibadet etme yolunu aramazdı, toplumu ayakta tutan dinin ta kendisidir. (s. 54) Dinin kaynağı korku olsa idi, ilerleyen zamanla olayların mahiyeti anlaşıldıkça insanların dinsiz kalmaları gerekirdi. (s. 55) “Kendilerine kitap verilenler aralarındaki kıskançlıktan ötürü anlaşmazlığa düştüler.” (Bakara Suresi, 213)
Din afyon mudur? Marks’ın düşüncesinde din bir sebep değil sonuçtur. (s. 64) Kastımız Mars’ın bu sözünü dinin tüm kötülüklerin kaynağı olduğu şeklinde anlayan yeni ateist kesimin anlayış sığlığını ortaya koymaktır. (s. 65) İslam, mazlumun hep ezildiği bir ortamda, zalimin elinden gücü teslim almayı hedeflemiş ve bunu başarmıştır. Müslümanların o günün burjuvazisine boyun eğmemişlerdir. (s. 67)
İslam, insanların malını haksız yolla ele geçirmeyi yasaklar. (Bakara suresi, 188); ‘Adaletli olun’ der. (Maide Suresi
; Tabiata karşı bizleri duyarlı olmaya çağırır. (Ahmet bin Hanbel, Müsned, XX/251, no:12902); ‘Hayvanlara güzel davranmayı şiddetle emreder.’ (Buhari, Kitab-ül Musakat, No: 22 36, Müslim kitabı Selam No 22 42)
Adına ‘gönüllü kölelik’ dediğimiz bu sistemde, her biri birer afyon olan futbol, alışveriş, eğlence ve kadının modernlik, özgürlük, meşhurluk, cinsel objeye indirgendiği bu ortamda gidişata dur diyebilecek tek unsur olan dine ‘afyon yakıştırması’ yapılması ancak, ‘akıl tutulması’ ile ifade edilebilir. (s. 69) Din komünizm ve Kapitalizm ile mücadeleyi esas edinmiş kendine özgü ekonomik sistemi olan bir müessesedir. (s. 70) Günümüz dünyasında bir afyondan bahsedilecekse o da bu sömürü düzenini süsleyen insanları modern köleler haline getiren medya kuruluşlarıdır. (s. 71)
Savaşların sebebi faşizm, sömürü, petrol gibi nedenlerdir. Dinin demode olduğunu savunan ülkelerin birbirlerine savaş açtıklarını görmüyor muyuz? (s. 74) İslam astronomiye, paleontolojiye, jeomorfolojiye, zoolojiye, arkeolojiye teşvik eden bir dindir. (s. 78) Müslümanlar tarihte nice icatlara imza atmışlardır: Kaf Suresi 6. ayet; Ankebut Suresi 20. ayet; Ğaşiye Suresi 20. ayet; Nahl suresi 66. ayet; Rum Suresi 9. ayet.
Hiç bir inanç sistemi, mensuplarının zaafları üzerinden sorgulanamaz. Bilim adına yalan söylenen bilim adamlarının sahtekarlığını bilime mal edebilir miyiz? (s. 80) Mekke müşriklerinin ileri gelenleri İslam’a karşı takındıkları olumsuz tavrın benzerini bugün hayli fazlasıyla görmekteyiz. Zira o günde İslam menfaatleri için ciddi anlamda bir tehdit idi bugün de. (s. 84) İslamofobinin önündeki en büyük engel dün de bugün de ‘güzel temsil’ olmuştur ve olacaktır. (s. 85) Avrupa, Osmanlı’nın Avrupa’da Hıristiyanlara yapmadığı zulüm ve asimilasyonları Müslümanlara reva görmeyi vazife saymaktadır. (s. 86) Batı, Hıristiyanlığı benimsediğimden dolayı İslam’a sonsuz bir kin beslemektedir. (s. 88) Korkular önyargılarla doğrudan ilişkilidir. (s. 89) İslamofobi, Müslümanların siyasi alanda düşmüş oldukları zayıflıktan kaynaklanmaktadır. Dağılmışlık kendimizi ifade edememe, başkalarının karalamalarının önünü açmıştır. (s. 90) Islamofobi, Batı’nın İslam’ı kendi istediği şekilde insanlığa tanımlama çabasıdır. (s. 91)
Allah’ı kim yarattı? Güneş ışığını kimden, nereden almaktadır? Peki su ıslaklığını neyden/kimden almaktadır? (s. 94) Yazılım ile onu üreten kişiler arasında neredeyse hiçbir benzerlik yoktur. (s. 95) İhlas Suresi, 1-4: “O Allah doğurmamış ve doğurulmamıştır, O’nun hiçbir dengi yoktur.”
Allah varsa neden onu göremiyoruz? İnsan gözü, ışınların sadece % 2.5 kadarını görebildiği belirtilmektedir. Allah’ın görülmemesi, var oluş amacımıza da uygundur. İmtihan edilmek için gönderilmişiz, görülen bir şeye imtihanda olmaz. (s. 99)
Allah kaldıramayacağı bir taş yaratabilir mi? Kaldıramayacağı bir taş olan zatın Allah olması mümkün olabilir mi ? (s. 101)
Bizle alakalı işler iki kısma ayrılıyor. Kendi elimizle olmayarak gerçekleşen işler. Tırnaklarımızın büyümesi gibi. İkincisi ise, bizzat kendi tercihimizde yaptığımız işler. (s. 104) Bize bir irade vermiş olduğuna göre Allah’ın bizi bu irade üzerinden imtihan etmesinde şaşılacak ne var? İmtihana tabi tutmak için gerekli olan şey bu irade değil midir? (s. 105)
Allah bana sormadan beni niçin yarattı, bu zülüm değil midir? Her türlü güzelliğinden istifade ettiğiniz, asla ölmek istemediğiniz bu hayatta sıra bazı sorumluluklara gelince mi ‘Ben dünyaya kendi tercihimde gönderilmedim’ diyorsunuz? Neydik? Bir hiç…Varlığımız bir nimettir, asıl bu hayata ne için gönderildiğimizi, burada bulunma gayemizin ne olduğunu araştırmalıyız. (s. 110) Ben isteğimle gelmedim… Bir şeyin sorulabilmesi için önce var edilmesi gerekir. Ben var olmak istemiyor olsaydım bile ‘var’ olmam gerekirdi. Var olmadan tercih etmem söz konusu olamaz ki? Soru tutarsızdır. (s. 111) Şunu sormalı insan kendine, ben bu varlığı hak edecek ne yaptım ki, Allah bana bu nimeti verdi? İnsanoğlu ‘Ben’ diyebilmesini borçlu olduğu varlığını sorgulamaktadır. Varlığını sorgulamak yerine varlığını anlamlandıracak şeylerin peşinde koşmalı insan. (s. 112) İnsan neden hayatını zayi ettirecek taraflara yönelir, niçin sadece bu hayatta cehenneme atılmak için göndermişiz ve iradelerimiz elimizden alınmış gibi bir tablo çizmeye gayret eder? İnsan hayatını ebedi mutluluğa çevirmeye çalışmalıdır. Zulüm, başkasına ait olan bir şey de tasarruf yapmaktır. (s. 113) Cenabı Hak, insanın varlığını yokluğuna tercih ederek onu yaratmıştır. Allah için başkasına ait bir şey olmayacağı için, insanı var etmesi asla zulüm olmayacaktır. Ateist var olmadığına inandığı bir yaratıcının onu var etmeden önce kendisine sormasını beklemesi mantıksızdır. (s. 114)
Allah neden günah işlememize engel olmuyor? Cenab-ı Hak iyiyi de kötüyü de yaratmıştır ve bizleri her ikisini de tercih edebilme iradesi vermiştir. İmtihan edilen insanın kaybetmiş olmasının sebebi kötünün varlığı değil, kötüyü ‘tercih etmiş’ olmasıdır. (s. 118)
Allah’ın ibadet etmemize ihtiyacı var mı? Bir hoca talebesinden iyi ders çalışmasını isterken, kendisi ihtiyaç duyduğu için değil talebesi muhtaç olduğu için bunu ondan ister. (s. 121) İbadet etmemiz, menfaati yine bize dönen bir iyiliktir. Bugün insanların dünyevi imkanlara sahip olsalar bile, ruhi bunalım yaşadıkları bizzat gördüğümüz bir durum değil midir? Esasen bunun sebebi bedenin ve ruhun kullanım kılavuzuna göre kullanılmamasından kaynaklanmaktadır. (s. 123) “Allah size herhangi bir güçlük çıkarmak istemez. Sizi tertemiz kılmak, size nimetini tamamlamak ister. Umulur ki şükredersiniz.” (Maide Suresi, 6. ayet) Bir şeyi üreten kişi, onun nasıl kullanılması gerektiğini en iyi bilen kişidir. (s. 124)
Yaratıcı kötülüklere neden müsaade ediyor? Bu problem yeni bir problem değildir. (s. 126) “…Tanrı hem güçlü hem iyi ise neden kötülük var?” der. (David Hume, Din Üstüne,(Trc. Mete Tuncay) İmge Yayınları, Ankara, s.209) Naturalist ve modernistler, kötü olan bir olaya sadece atomların yer değiştirmesi açısından bakabilirler. (s. 127) Hani siz fizikten öte bir gerçek tanımıyordunuz? Size göre bir depremin, fay hatlarının kırılmasından başka ne gibi bir izahı olabilir? Kötülük göreceli bir şeydir. Zira size göre kötü olan bir şey başkasına göre pekala iyi, hatta bir fırsat bile olabilir. Hasta olan bir kişi için bu durum kötü, doktor için bir iş fırsatıdır. Hastalık ahirette inanan bir kişi için günahların affedilmesi için bir fırsattır. (s. 128) Bir şeyin kusurlu olması amacına uygun kullanılmasıyla anlaşılabilecek bir şeydir. (s. 129) Ateistler, bugün kusurlu olarak niteledikleri şeylerin ne kadar var oluş amaçlarına vakıf olduklarını test ettiler mi? Ateistlerin kusur olarak gördüğü şey, tam da onun var edilmiş amacı olabilir. Aynanın arkasının karanlık olması misali. Karanlık, aynanın varlık amacıdır. Siyahlık kusur değil, lüzumludur. (s. 131) Bakara, 155: “Andolsun ki sizi biraz korku ve açlık, mallardan, canlardan ve ürünlerden biraz azaltma, fakirlik ile deneriz. Ey peygamber sabredenleri müjdele.” Bu dünyada imtihan olunmak için varız, imtihanlardaki yanlış şıklar doğruyu bulabilmemiz için bir fırsattır. (s. 132) Bir şey eğer amacına hizmet etmiyorsa, kusurlu ve kötü sayılabilir. Nimetlere ulaşabilmek için belli bedellerin ödenmesi gerekiyor. (s. 133) ‘Eşya zıttı ile bilinir’ diye bir kural vardır, kusur olmasa kusursuzluğum bilemeyiz, hastalık olmasa sıhhatin, ölüm olmasa hayatın kıymeti bilemeyiz. Tekdüze devam eden halin insan tarafından kıymeti bilinmez. Hastalık insana, bedenlerinin kendilerine ait olmadığını, Allah’a muhtaç olduklarını öğretir. Ölüm ise, lezzetin fani olduğunu öğretir. Hiçbir şey boş, anlamsız değildir. (s. 134) Sıkıntı olmasa, cennetin rahatlığını cehennemin çetinliğini anlayabilmemiz mümkün olmaz. (s. 135) Allah, imtihan gereği verdiği nimete göre de insana külfet yüklemiştir. (s. 138) Dünyada her kulun farklı imkanları vardır. Dünyada sadece keyif yapmaya gelmişiz gibi bir havaya bürünmek, kendimizi kandırmak olur. Dünya bu maksatla yaratılmış olsaydı hastalık, fakirlik bu dünyada olmazdı. (s. 139) Allah vermediği mal üzerinden fakiri zekatla mükellef kılsaydı, adaletsizlikten bahsetmek mümkün olabilirdi. (s. 140)
Ahiretin sonsuz olmasını aklım almıyor. İnsanın hiç alışkın olmadığı ‘sonsuzluk’ kavramını yüzde yüz anlayabilmesi mümkün olmayabilir. (s. 141) İnsan bu alemdeki her şeyi anlamış mıdır? Bilimin yaptığı şey, merhalelerin nasıl oluştuğunu izah etmektir. Peki bu düzenekleri kim ayarlamış ve böyle işlemesini sağlamıştır? (s. 143) Anne karnındaki bir bebeği düşünelim. Onunla konuşup şöyle diyebilsek, ‘Burası senin asıl hayatın değil, öyle bir aleme gideceksin ki o alemin ömrü burası gibi kısa değil, gideceğin alemde görkemli bir gök kubbe, çeşitli yiyecekler içecekler var. Bebeğin yaşadığı alemin şartlarına göre, bu dünya hayatının anlayabilmesi mümkün olur mu? Elbette ki olmaz ve bu doğal bir şeydir. Şu an içerisinde bulunduğumuz hayata nispetle, Ahiret hayatı ile ilgili anlatılan şeyler de bizim için böyledir. (s. 144)
Kafirlere sonsuz cehennem cezası adalet mi? Ceza’nın büyüklüğü, nimetin büyüklüğüne göredir. Bakara suresi, 29. ayet: ” O, yerde ne varsa hepsini sizin için yarattı.”; Nahl suresi, 12. ayet: “Güneşi ve ayı sizin hizmetinize verdi.” (s. 148) Güneş nimetine karşılık gelebilecek bir para henüz hayal hazinemizde bile yoktur. (s. 150) Bugün toplu katliam yapılması belki birkaç saniye olacak kadar kısa süreli bir eylemdir. Bugün bir insanı öldürmenin cezası birçok hukuk sisteminde ömür boyu hapistir. Müebbedin manası, ‘ebedi kılınmış’ demektir. Yani varsayalım ki bu cinayet işleyen kişinin ebedi yaşam durumu olsa, bir daha hapisten çıkması mümkün değildir. Birkaç saniyelik bir fiile ebedi ceza vermek neden? Nedeni açık: Suçun büyüklüğünden… Allah ebedi yaşayacak olsalar bile kafirlerin iradelerini imandan yana kullanmayacaklarını bildiği için onlara ebedi cezayı müstahak görmüştür. (s. 151)
Diriliş olacaksa neden ölüyoruz? Haramlara, kötülüklere karşı elimizde mühim bir siperdir ölüm. Burada yaptıklarımızın karşılığını göreceğimiz, uhrevi hayatta geçiş için önemli bir merhaledir. Yaptıklarımızın hesabını vereceğimiz ölüm dışında başka bir sebep olsaydı, bu durumda da insanın aynı soruyu o sebebe dair de sormayacak mıydı? (s. 154) Mesela, 60 yaşına geldiğinde kesin öleceğini bilen 10 yaşındaki bir çocuk bile rahat olamaz 50 yıllık bir ömrünün olması bile onu teskin edemez, en güzel düzen Allah’ın kurduğu düzendir, ölüm bitiş değildir. Bir siper, bir vaizdir. Hakiki diri olmak, bu hayatı imanla yaşamaktır. Bu yüzden Kur’an-ı Kerim (Enam Suresi, 122. ayet) kafirleri diri olarak saymaz. (s. 155)
Allah Kur’an’da niçin ‘Biz’ diyor? Türkçede ‘siz’ ifadesi bir saygı manası içeriyorsa, Allah’ın ‘Biz’ ifadesinde de azametine vurgu vardır. Bu iki ifade arasında çelişki bulunduğunu iddia etmek, edebi zevkten mahrum kalmaktır. (s. 158) Cenabı Hak, melek gibi vazifelileri de dahil ederek ‘Biz’ buyurmaktadır. Bunun dışında, zatından bahsettiği ayetlerde ise ‘ben’ buyurmaktadır. (s. 159)
Allah niçin mahlukatı 6 günde yaratmıştır? ‘Gün’ diye tercüme ettiğimiz kelimenin aslı ‘yevm’ Arapça’da ‘güneşin doğuşundan batışına kadar olan zaman dilimi’ manasına geldiği gibi, ‘ne kadar zaman olursa olsun herhangi bir vakit dilimi’ anlamında da kullanılmaktadır.(Rağib el- Isfehani, el-Mufredat fi Garibil Kuran, Darul Kalem, Dımeşk, Beyrut, 1412, Baskı: I, s. 894) Allah’ü Teala insan neslinin çoğalmasını da doğal olarak bir sebebe bağlamıştır. Adem ve İsa Aleyhisselam dışında. (s. 166)
Hz. Adem’in çocukları konusu Adem, bir batındaki kızla diğer batındaki erkeği evlendirirdi. Kabil kız kardeşiyle evlenmek istedi. (s. 174) Allah insanlığın çoğalmasını -onları yoktan var ettiği gibi- topraktan yaratmakla da devam ettirebilirdi. Sadece akıl zaviyesinden olaya bakacak olursak, nikah yoluyla meydana gelen ilişki ile zina yolu ile yapılan cinsel ilişkinin farkını ne ile ortaya koyabiliriz? (s. 177)
Allah önceki kitapların tahrif edilmesine niçin müsaade etti? Önceki kitaplar sadece belli kavimlere özel olarak indirilmiştir. Evrensel tarafları yoktu. Çünkü bir peygamberden sonra başka bir peygamber gönderilerek insanlar ardı sıra uyarılıyorlardı. Kur’an ise tüm insanlara gönderilmiştir. (s. 183) Dünya dışında hayatın imkanından bahseden ayetler (Şura suresi, 29. ayet İsra suresi, 44. ayet) mevcuttur. (s. 186)
İslam’a göre dünya düz müdür? “O Rab ki, yeri sizin için bir döşek yaptım.” (Bakara suresi, 22. ayet) Bizzat bu ayetin kendisi Fahruddin Razi (Razi, Mefatihul Gayb III, IV/164) ve Beyzavi (Beyzayi, Envarul Tenzil, I/55) gibi müfessirler tarafından dünyanın yuvarlak olduğuna delil getirilmiştir. “Ve ardından yeryüzünü düzenleyip yaymıştır.” (Naziat, 30) ayeti kelimesindeki ‘dehâhâ’ kelimesi Fahruddin Razı tarafından şöyle izah edilmiştir: Bu kelime köken olarak dünyanın yuvarlak olduğunu göstermektedir. (Razi, Mefatihul Gayb, XXXI/46) Zümer, 5.ayette, “Gökleri ve yeri hak ile (yerli yerinde) yaratmıştır. Geceyi gündüzün üzerine sarar; gündüzü de gecenin üzerine sarar.” ayetinde geçen ‘yükevviru’ kelimesi ile türkçede kullanılan küre kelimesi aynı kökten gelmektedir. Bu kelime Arap dilinde, “yuvarlak bir şeyin etrafına bir şey sarmak” anlamına gelmektedir. (s. 196)
Dünyanın ömrü 7000 sene midir? Kaynaklarda yer alan her rivayet, sıhhat durumu incelemeksizin İslam’a mal edilemez. İbni Kesir, Hz Peygamberin kıyametin vaktini belirttiği hiçbir rivayetin sabit olmadığını, sadece alametlerinden bahsettiğini söylemektedir. ( İbni Kesir, en-Nihayet,1/26) Sehavi’de, ahiretin vaktinin beyan edildiği her rivayetin ya aslının olmadığı ya da sabit olmadığını (kesin olmadığını) beyan etmektedir. (Sehavi, el Makasidül Hasene, I/693) Şevkânî, “Nebi’nin vefatından sonra kıyamet gününe kadar bin sene geçmeyeceği” hadisi hakkında İmam Nevevî’nin, “Bâtıldır, aslı yoktur.” dediğini zikreder. (Şevkânî, Fevâidu’l-Mecmû‘a, s. 509) Reşid Rıza da “Bu ummetin ömrü de 1500 senedir” haberlerinin İsrailiyat olduğunu söyler. (Rızâ, Muslih ve Mukallid, s. 58) Cibril Hadisi’nde de Hz. Peygamber, kıyametten bahisle: “bu meselede kendisine sorulan, sorandan daha fazla bir bilgiye sahib değildir” (Buhârî, İman 1; Muslim, İman 1) buyurur. Hadisçiler, dünyanın ömrünün 7000 sene olup Hz. Peygamber döneminin son bin seneyi içine aldığı şeklindeki rivayetleri asılsız kabul etmişlerdir ( Ali el-Kārî, el-Esrârü’l-merfûʿa fi’l-aḫbâri’l-mevżûʿa, s. 452-454) Bu hadis doğru olsa idi, kıyametin saati de bilinmiş olacaktı. Ama bu Kur’an’a aykırıdır! Kur’an-ı Kerim, birçok ayeti size Kıyamet saatinin Allah’tan başka kimse tarafından bilinmeyeceğini beyan etmektedir. Araf 187: “Sana kıyameti, ne zaman gelip çatacağını soruyorlar. De ki: Onun ilmi ancak Rabbimin katındadır.”
Evren tesadüfen mi oluştu? Proton’un kütlesinin elektronik kütlesine oranı 1836/1 oranında olmamış olsaydı, bu evrende canlılığı mümkün kılan uzun moleküllerin oluşması mümkün olmazdı. Karbon oksijen hayatın devamı için en önemli atomlardır. Karbonun oksijen atomunun rezonansına oranı yüksek olsaydı oksijen olamayacaktı, düşük olsaydı karbon yetersiz olacaktı. Böyle hassas bir ayar tesadüfen oluşacak öyle mi? (s. 200) Jüpiter’in dünya’ya olan uzaklığı, atmosferdeki ozon düzeyi, yer kabuğunun kalınlığı, toprak kükürtünün miktarı, galaksiler arasındaki uzaklık vesaire hepsine baktığınızda, en hassas şekilde tam kıvamında olan bir denge göreceksiniz. (s. 201) “Allah’ın yaratışında hiçbir uygunsuzluk göremezsiniz.” (Mülk suresi, 3-4) Madde entropiye meyillidir. Yani sonu kaosa, düzensizliğe gider. Her şey bir yöneticinin kendisini düzene sokmasına muhtaç bu alemde. Bu dengeler tesadüfen devam etmiyor Bilakis bu dengeleri devam ettiren yasalar var, yasalar bir düzenin devam etmesinde ancak sebep olabilir, düzeni oluşturamazlar. Bir tasarımcıya ihtiyaç vardır, cümlelerin oluşabilmesi için belli kurallar var. Birisi sorsa cümleleri kim yazdı, dil kuralları diyebilir misiniz? (s. 202)
Evrende Kaos mu var düzen mi? Ateistler evrenin belli bir düzeninin olmadığını, olayların karmakarışık olduğunu, böyle bir evrenin yaratılmış olamayacağını ispatlamak istemektedirler. Yırtıcı hayvanların avlanmasının, güçlünün zayıfı ezmesinin var olmasını, yıldızların patlamasını örnek göstermektedirler. (s. 205) Biz farkında olmasak bile, hemen her şeyi evrendeki düzen sayesinde yapabiliyoruz. (s. 206) Kaos düzenin tersidir, kaosta bir adım ötesini tahmin edebilmeniz mümkün değildir. Yıkım, yeni yapımlar için bir ilk adımdır. Yıkım düzenin bir parçasıdır. Her şeyi defalarca denememiz neticesinde aynı sonucu alıyorsak, burada bir kaosta nasıl bahsedebiliriz. (s. 207) Matematiksel formüllerin var olduğu, bilim yapabildiğimiz bu evrende nasıl kaostan söz edebiliriz? Şunu unutmayalım kaosta kanun olmaz, kaosta olaylar formüle edilemez. (s. 208) Astronomların güneşin yıllar sonra ayın hangi günde tutulacağını hesaplayabilmeleri, evrendeki düzen sayesinde mümkün olmaktadır. Biyoloji baştan sona bir düzendir. Üç milyar baz içeren DNA’nın kendini kopyalayabilmesi ve düzenli şekilde protein üretmesi, kaosla yan yana getirilebilir mi? (s. 209) Dünyanın dönme yörüngesinden endişe duyuyor muyuz? Bilim, maddenin belli bir düzen içinde hareket ettiği ön kabulüne dayanmaktadır. Bir yandan bilime sürekli atıfta bulunup diğer yandan evrende düzenin olmadığını iddia etmek komiktir, teknolojiye hakarettir. (s. 210) Psikoloji, matematik, tıpta… tüm ilimlerde bir düzen mevcuttur. En büyük çelişkilerden biri de evrimi savunanların evrende düzenin olmadığını savunanlarla aynı kişiler olmalarıdır. (s. 211) Kaos teorisi bilimsel bir verinin ölçülmesinin önünde engel olan farklı faktörlerin bulunması ve bizim bunları tespit etmeye gücümüzün olmamasıdır. Bir misal, depremi oluşturan fay hatlarındaki harekettir. Bu hareketi sağlayan farklı faktörler olduğu için bugünkü bilim bunları birleştirip çözümleyebilecek bir mekanizma oluşturamamıştır. Burada ölçümü engelleyen farklı faktörleri bizim ölçebilme imkanına sahip olmamamızdan kaynaklanan bir kaos vardır. Deprem, evrende mevcut olan düzen sayesinde olmaktadır. Ortada bize nispetle bir kaos vardır sayfa 212. (s. 212)
Hz Muhammed’in peygamberliğine niçin inanmalıyım? On beş asır öncesine gidelim, putlara tapılıyor, içki su gibi içiliyor, kadınlar satılıyor, zina son derece yaygın, güçlü zayıfı eziyor ve insanlar ölçüsüz, azgınca bir hayat yaşıyorlar. Böyle bir toplum içinde bir kişi çıkıyor ve insanları tek olan Allah’a ibadet etmeye çağırarak, yukarıda saydığımız tüm kötü alışkanlıkları bırakmaya davet ediyor. Bunu yaparken nasıl karşılık göreceğini de gayet iyi biliyor.(s. 215) Öldürülme tehlikesi ile karşı karşıya geleceğinin de farkında. Fakat o, Rabb’inden aldığı emir ile tüm bunlara bakmaksızın vazifesini yapıyor. İşin dikkat çeken yanı, bu zatın davet etmiş olduğu şeyler insan nefsinin arzuladığı şeyler de değil. Aksine nefsin zorlanacağı şeylere davet ediyor çevresini. Oruç var, zina yasak…İnsanların hem nefislerinin hoşuna gitmeyen hem de canlarını kaybetmesiyle sonuçlanabilecek olan bu olumlu tepkiye onları iten şey neydi? (s. 216) Öyle bir cazibe gücüydü ki, mali imkanları ile, askeri gücüyle elde edilemezdi. Bu bambaşka bir şeydi, o kadar başka bir şeydi ki, savaşlarda onun ashabı ona bir zarar gelmesin diye başlarını ona yönelen okların önüne atıyorlardı. Bu o kadar başka bir cazibeydi ki, asırlardır ve bugün milyarlarca Müslüman, hep aynı aşkla bağlanmıştı ona. Müslümanlar sırf o yapmış diye, binlerce sünneti bir askeri disiplin edasıyla yerine getiriyorlar. (s. 217) On beş asırdır tüm Müslümanlar ağızlarını içkiyi sürmüyorlar. İçki bulunan sofraya oturmuyorlar bile. Milyarlarca insan üzerinde oluşturulmuş olan bu etkinin Nübüvvet gücünden başka bir izahı olabilir mi? Bugün sigara kutularının üzerinde bile sigara içmek sizi öldürür yazıyorken pek de etkili olmuyor. (s. 218) Dünyada hiç kimse onun kadar sevilmediği ve sevilmeyecek. Hiç kimse onun kadar takip ve taklit edilmedi, edilmiyor. Bir insan eğer bu durumu kendi gayreti, kabiliyeti, imkanı ile elde edebiliyorsa neden bunlara sahip ve talip olan birçok insan için böyle bir şey söz konusu olmadı. (s. 219)
Niçin tüm peygamberler Ortadoğu’dan gönderilmiş? 124.000 peygamber gönderildiğini biliyoruz. (Hakim, el Müstedrek, No: 2/288, No: 3039) “Her millet için mutlaka bir uyarıcı peygamber bulunmuştur.” (Fatır suresi, 24. ayet) “Senden önce de peygamberler gönderdik, durumlarını sana bildirmediğimiz kimseler de var.”( Mümin, 78) Araplar yazın Şam’a ve kışın da Yemen tarafına yolculuk yapmaktaydılar, Yahudi ve Hıristiyanlardan bu peygamberlerin haberlerini dinlemekteydiler. Kur’an onlarla ilgili doğru haberleri iletmiştir. (s. 223)
Eşitlikte her zaman adalet yoktur. Bilakis adalette eşitlik vardır. İslam kadın ve erkeği fıtratlarına, yaratılış biçimlerine uygun vazifeler yüklemiştir. (s. 225) Peygamberlik vazifesi belli tehlikeleri de peşi sıra getiren bir vazifedir. Peygamberler taşlanmakla, sürgüne gönderilmekle, öldürülmekle tehdit edilmişlerdir. Tarihte birçok peygamber dövülmüş bazen de öldürülerek şehit edilmiştir. Kadınların duygusal tarafı daha ağırdır. Bugün bizler taş ocaklarında, ağır işlerde çalıştırılmakta olan erkeklere nispet yaparak ‘kadınlar niçin bu işlerde çalıştırılmıyor, bu erkeklere haksızlıktır’ diyebilir miyiz. (s. 226) Ağır bir yük olan ve zahiri açıdan tehditler barındıran peygamberliğin kadınlara verilmesini nasıl talep edebiliriz? (s. 227)
İslam’da çok eşlilik “Kimin iki hanımı olursa aralarında adaleti sağlamazsa kıyamet gününde bir tarafı felçli olarak huzura getirilecektir.”( Tirmizi, Kitab-ı Nikah, No: 1141; Hakim, El Müstedrek, No: 27 59) Bir yerde kadınla evlenme söz konusu ise, orada o kadının hakkı vardır. Mihri verilecek. Allah’ın bir emaneti olarak bilinecek, nafakası temin edilecektir. Ömürlerinde onlarca, yüzlerce kadınla gayrimeşru beraber olabilmeyi normal sayıp savunanlar, aile hayatının bir modeli olan çok eşli nikahlılığı eleştirmektedirler. Onlar birlikte oldukları kadını bir şehvet objesi gibi kullanmakta ve bunun karşılığında kadın için hiçbir hak söz konusu olmamaktadır. Bu normal, her şeyi ile sorumluluklarını üstlendiği birden fazla nikahlı eşinin olması anormal öyle mi? (s. 231) Öteden beri Müslüman toplumunda tek eşlilik hep yaygın olan nikah türü olarak gelmiştir. (s. 232) Savaşta nedeniyle erkek nüfusu kimi zaman azalmakta ve kadınlar fazla olabilmektedirler. (s. 233)
Hz Peygamber niçin çok kadınla evlilik yapmıştır? Toplum nezdindeki itibarını hepimiz biliyoruz, bu konumdaki biri şayet zevkini düşünecek olsa en genç kızlarla bile evlenme imkanına zaten sahiptir. Allah resulünü yaptığı evliliklere baktığımızda, Hz Aişe Radıyallahu dışında evlendiği hanımların tamamının dul olduklarını görüyoruz.( Muhammed Ali es-Sabuni, Şubuhât, s. 10) Tek evde olarak geçirip 50 yaşına geldikten sonra bir insan zevk için çok evlilik yapar mı? (s. 239) Hz Cüveyriye, Efendimiz onu serbest bırakınca o Efendimiz ile evlendi. Bunu duyan herkes “bunlar artık Resulullah’ın hısımlarıdır” diyerek esir alınmış herkesi serbest bıraktılar. (Taberi, es-Simtu’s-Semîn, s.198) Hz. Sevde yaşlı birisidir. Zevk için evlenen biri, ilk hanımından sonra yaptığı evlilikte bu denli yaşlı birini tercih eder mi. (s. 240)
Hazreti Aişe ile evliliği On sekiz yaş yaş altı evliliğe kıyameti koparanlar, bunu pedofili suçlu sayanlar hangi hak ve hadle ninelerimizi ve dedelerimizi böyle çirkefçe karalayabilmektedirler. Toplumda sağlıklı aile yapısını tehdit eden tüm unsurları oluşturup desteklemelerine rağmen, 18 yaş altı evliliğin psikolojik sonuçlarından bahsetmektedirler. Bugün 18 yaş üstü evlenip de 2-3 ayda boşuna binlerce çifte de mi yaş problemine takılmaktadır. (s. 246) Nikahlanmak ayrı bir şey, evlenmek ayrı bir şeydir. (s. 247) Hz Ayşe, Hz peygamberden önce Cübeyr b.Mut’im ile nişanlıydı. ( İbni Hacer, el İsabe, VIII/232 ) Sıcak bölgelerinde insanların fiziksel açıdan daha çabuk geliştikleri de unutulmamalıdır. (s. 248) En büyük hikmetlerinden biri, Hz Aişe’nin Allah resulü ile geçirdiği birebir hayatı çok daha iyi nakletmiş olmasıdır. (s. 250) Amerika’daki Rutgers Üniversitesi Sosyoloji profesörlerinden David Popenoe; Bizim çocuklarımızın bugünkü kuşağı şiddet, intihar, uyuşturucu madde kullanımı, evlilik dışı doğumlar, psikolojik baskılar depresyon ve anksiyete alarm düzeyine ulaşmıştır.” (s. 251) demektedir.
Zeynep bintü Cahş ile evlilik meselesi Zeyd, Allah’ın resulünün evlatlığı idi. Sonraları gelen bir ayet, evlatlık uygulamasını kaldırarak herkesin nesep bakımından babası kimse ona nispet edilmesini emretti. Böylece Zeyd’in peygambere nispet edilmesine son verildi. (s. 254) Zeyd, Zeynep’ten boşanmak istediğinde Hz Muhammed, “eşini yanında tut Allah’tan kork” demiştir. Cenabı Hak Hazreti Peygambere kendisinin onunla evleneceğini vahiy yoluyla haber vermiştir. (s. 255) “Allah’ım açığa vuracağı şeyi insanlardan çekinerek içinde gizliyordun” (Ahzap suresi, 37) Bazı İslam düşmanları Hz Peygamberin içinde gizlediği şeyin Zeynep’e aşık olması olduğunu iddia etmektedirler. Bunu aktaran Abdurrahman bin Zeyd bin Eslem yalancılıkla nitelenen bir kişidir. ( Ebu Şehbe, el- israiliyat, IV/323) Ayet bize şunu bildirir: Allah’ın açığa vuracağı şeyi, Allah açığa vurmuştur. Allah’ın bu aşkı açığa vuran bir beyanı var mı? Yok. Zeynep, efendimizin halasının kızıdır. Azatlı köle ile hür ve Kureyşli olan bir hanımın evliliğini ile efendimiz sınıf ayırımını ortadan kaldırmıştır. Evlenme niyeti olsaydı onu niçin ısrarla Zeyd ile evlendirmeye çalışsın ki? Evlenme niyeti olsaydı, ‘eşini yanında tut’ der miydi? (s. 258) Hz Aişe, “Eğer peygamber kendisine vahyedilen şeylerden birisini gizleseydi, bu ayeti gizlerdi” demiştir.(İbni Kesir, II, 3/ 150)
Batı, kadını getirdiği konuma hiç bakmaksızın, İslam’ın kadını aşağıladığı ezberini bugün dahi dillendirmektedir. (s. 261) “Kadını modernleştirmek rahat ettirecek” diye vaat etmiştiniz, feminist zihniyetin kadına verdiği zararı ve kapitalist sistemin kadını nasıl objeleştirdiğine bakalım. (s. 262) Modern dünya toplumlara bütün kötülükleri algı yöntemi ile kabul ettirmektedir . İslam, kadını, küçükken diri diri gömülen, alınıp satılan, köle muamelesi gören, zorla varis olunan, sapkınlıklarda aracı olarak kullanılan ( İbni el Hatim, Tefsiru’l Kur’an’ül Azim, III/902; İbni Kesir, Tefsir, II/239 ) bir ortamdan çekip almış ve ona yaratılış amacına uygun bir misyon yüklemiştir. (s. 263) Kadın serkeşlerin sataşmalarına maruz kalmaması için cilbap giymeliydi. Medyanın özgürlükten anladığı şey kendi havuzuna para akıtma projesine hizmet edecek her şeydi. İslam’ın getirdiği kadına ulaşılmazlık hükümlerini kaldırmak istediler. (s. 264) Anneliği kölelik olarak niteleyenler, kendi çocuklarını ihmal ederek, kreşte başkalarının çocuklarına ders vermesini yere göğe sığdıramadılar. Kocasına hizmet esirlik, patronunun bin türlü nazına katlanmak hürriyet idi. (s. 265) Kadınlara özgürlük dendikçe aileler tarumar oldu. Mahkemeler boşanma davalarına yetişemez oldu. Zina yaygınlık kazandı. Medya organları toplum fertlerine yatak sahnelerini izletip buna teşvik ettiler. (s. 268) İslamî hükümlerin tamamı insanın dünya ve ahiretini düzenlemeye yöneliktir. Günümüz modern kadını, giysisinden yaşam tarzına, bütünüyle İslam dışı mihrakların yönlendirmesi altındadır. Fakat o, bu yönlendirmeyi medyanın süslü göstermesiyle çağa ayak uydurmak olarak benimsemiştir. (s. 269) Kapitalist anlayışın hedeflerinin temelinde para kazanmak vardır. Bu zihniyet, bütün kainatı paraya ulaşabilme aracı olarak görür. Basın kadını tüketime teşvik etmek ve erkekleri de onlara meylettirmek amaçlarını güder. (s. 272) Kapitalist zihniyet, kadını sürekli olarak kendini beğendirme hissiyatına yönlendirmektedir. Moda aracılığı ile gönüllü ve zorunlu bir köle haline getirilen kadını, kendine rol model olarak gösterilen güzellik seviyesini yakalayabilmek için ihtiyacı olmayan şeyleri tüketmeye de adeta zorlanmaktadır. Kapitalist anlayışın dişilikle ilgili söylemi, moda, kozmetik, giyim ve beden endüstrisinin üzerine yoğunlaştı görülmektedir. (s. 273) İlgili ilgisiz her şeyin reklamında kadın figürünü görmek mümkündür, buna erkek ürünleri de dahildir. Cinsellik üzerine kurulmuş reklamların sonucu taciz vakaları artmaktadır. Reklamlarda aşırı kadın sömürüsüne dönüşen cinsellik katkılı gösteriler, kadını bir cinsel objeye indirgemektedir. (s. 274) Günümüz dünyasında kadın teşhir aracı olarak görülmektedir, bunu gizleyebilmek adına içinde ‘özgürlüğüne’ sıkça vurgu yapılmaktadır. Kadını İslam’ın istediği çizgiye getirdiğimizde, ortada ne kadın ticareti, ne reklam sektörü, ne bar-kafe kazancı, ne de medya kanallarının reyting çıkarcılığı kalmaktadır.(s. 275)
Kadın erkek eşit midir? Fiziksel yapısından ses tonuna, Duygu dünyasından düşünce alemine, sahip olduğu fiziksel gücünden suret ve şekline kadar birçok noktada erkeklerden farklı olan kadının, sosyal hayatta kendisine yüklenen misyon açısından erkeklerle eşit olması hangi mantığa sığar? Allah’ın her birine ayrı meziyet ve sorumluluk vermiştir. Allah onlar için fıtratlarına uygun olan şeylerle onları mesul tutmuştur. (s. 276) Kadın ve erkeğin birbirlerinin tamamlayıcılarıdır. Eşitlikte adalet yoktur fakat, adalet de eşitlik vardır. (s. 277)
Kur’an kadınlar için tarla diyerek onlara hakaret mi ediyor? Ayette kadınların tarla olması değil, kocalara hitaben ‘kadınlarınızın tarla olması’ mevzusu bahsedilmektedir. Bu iki durum arasında fark vardır. Ayet, Yahudilerin kadınlar hakkındaki (sapıkça cinsel ilişki ile alakalı) yanlış bir inancını düzeltmek maksadıyla inmiştir. Kocaların hanımlarının ön yoldan olmak şartı ile yapılan cinsi münasebetin her türlü serbest olduğunu ortaya koymuştur. Kur’an bu noktada bir teşbih benzetme yapmıştır. Kur’an, hangi nedenle amaçla teşbihi kullanmıştır, Kur’an hangi maksatla kocaların eşleri olan hanımları tarlaya benzetmektedir? (s. 280) Cinsi münasebet gibi mahrem bir hükmü açık ifadelerle değil de, teşbih içeren üstü kapalı anlatımlarla açıklamaktadır. Burada kadının tarlaya değil “kadının çocuğu dünyaya getirmeye vesile olma durumu tarlaya benzetilmektedir.” Başka bir teşbihte de Kur’an, karı kocanın birbirlerine elbise olduğunu (Bakara, 187) ifade etmektedir. (s. 281) Kur’an-ı Kerim eşlerin cinsel anlamdaki birlikteliklerini ‘dokunmak’ olarak ifade etmesi de bu üslubun bir diğer misalidir. (s. 282)
Kur’an hak kitap mıdır? Müşrikler, Kur’an’ın bir şair sözü olduğunu, Hz Peygamber uydurduğunu, onu bir beşerden öğrendiği iddia etmişlerdir. (s. 284) Sahabe, Kur’an ın cem edilme sürecinde sadece hafızalarına ve kendi Mushaflarına İtimat etmemiş, bilakis toplu bir çalışma ile bunu gerçekleştirmişlerdir. (s. 286) Ayetler Peygamber Efendimiz tarafından namazlarda okunuyordu. Kuran’ın gelecekten haber vermesi Bizans’ın galip geleceğini, Bedir’de müşriklerinin yenileceğini, Mekke’nin fethedileceğini haber vermesi, Allah’ın katından geldiğini göstermektedir. (s. 288) Yasin suresi, 38. ayet: “Güneş kendi içini belirlenen yerde akar döner. İşte bu aziz ve Alim ona Allah’ın takdiridir.” Güneşin sabit durmadığı, bilakis hareket halinde olduğu açıkça söylenmektedir. (s. 290) Hicr suresi, 22. ayet: “Biz Rüzgarı aşılayıcı olarak gönderdik.” Rüzgarlar bitki tozlarını taşımaktadır, bulutların oluşması rüzgarların aşılamasına bağlıdır. (s. 292) Kur’an-ı Kerim 49 yerde akıldan bahsetmekte ve bunların sadece biri müstesna tamamında muzari sıgasıyla kullanılmaktadır; aklı işlevleştirmeye çağırmaktadır. (s. 296)
Salt akıl hakikati bulmada yetersizdir ve asla tek merci olamaz. (s. 297) Akıl ile kalp beraber hareket ettiğinde hakikate ulaşmak mümkün olacaktır. Kur’an’ın kastettiği şey akıl nakil dengesinin gerektiği şekilde kurulmasıdır. (s. 298) Kur’an ‘lüb’ akıldan bahseder, tertemiz akıl. Akıl, hak ile batılın arasını ayırma aracıdır. (s. 299) Mesela Bir ordu ile birlikte kafirlerle Cihad ediyorsunuz, namaz diye de bir ibadet var, beşerin aklına soracak olsak namaz sorumluluğunun düşeceğini, zaten ibadet yapıldığını, İslam’da canı tehlikeye atmanın yasak olduğunu söyleyecektir. Ancak vahye baktığımızda, ordu ikiye bölünecek ve namaz hem de cemaatle ifa edilecektir. Deizm adı altında çalışmalar, faaliyetleri yürütenler bizi herkesin kendi aklına göre hareket ettiği bir din anlayışına davet ediyorlar. Bugün kim tuttuğu yolun ve yaptığı işlerin yanlış olduğu kanaatini taşıyor ki? (s. 301) Hatta insanlar yaptıkları çirkin işleri kendi akıllarınca makul bir zemine de oturtmuş olabilmektedirler. Makuliyetin ölçüsünü kim belirleyecek? Aklın sahih ve salim bir akıl olabilmesi vahyin çizdiği çerçeve içinde kalması ve ona gösterdiği istikamet çizgisini aşmamasına bağlıdır. Vahiy destekli olmayan akıl Şeytan, nefis ve hevanın kontrolüne girip bütün ölçüleri birbirine karıştıracaktır. (s. 302)
Kur’an’da bilim var mı? Kur’an bir bilim kitabı değildir. Kur’an-ı Kerim insanlara, dünya ve ahiretini kurtaracak hakikatleri, yaşama gayelerini öğretmek için nazil olmuş bir kitaptır.(s. 303) Batı bugün teknoloji noktasında ilerlemesini, aeizm propagandasına çevirmiştir. Bilimsel tefsir, vahyi bilimin kriterlerine uyarlama çabası olarak karşımıza çıkmaktadır. Bilim sürekli kendini yalanlayıp yenileyen bir alandır. (s. 306)
Güneş balçıkta mı batmaktadır? İslam alimleri, ayette geçen ifadenin gerçek anlamda kullanılmadığını zaten ifade etmişlerdir. Ayette, ‘Güneşin yanında bir kavim buldu’ denilmektedir. Güneşin yanında bir topluluk olmadığı zaten bilinen bir husustur. Bu durum tıpkı, denizde yolculuk eden kişinin güneşi, sanki denize batıyormuş gibi görmesine benzer. ( Fahrettin Razi, Mefatih’ül-Gayb, XXI/495) Alimler Kur’an’da yer alan bazı ifadelerin mecazi mana taşıdığını, gerçek anlamanın kastedilmediğini beyan etmişlerdir. Ayette de, “Güneş Kara balçıkta batıyordu denmemiş, bilakis “Zülkarneyn güneşi kara balçık’ta batarken gördü” denmiştir. ( Ebu Said Abdullah Kadı el- Beyzavi, Envaru’t-Tenzil, III/291)
Kur’an’daki tekrarların sebebi nedir? Kur’an-ı Kerim’de bazı kıssaların cümle veya kelimelerin tekrar edildiği hepimizin bildiği bir husustur. İnsanın bilmediği şeye düşman olduğu inkar edilemez bir gerçektir. (s. 311) Tekrar, edebi açıdan pekiştirme amacıyla getirilen bir sanattır. (s. 312)
Müşrikleri bulduğunuz yerde öldürün ayeti ne anlama gelmektedir? Ayetin niçin indiğini, kimlerden bahsettiğini anlam çerçevesinin ne olduğunu bilmeyen bir kişinin bu ayetten müşrik avına çıkılması gerektiğini anlamaması için hiçbir sebep yoktur. Ayet Resulullah ile anlaşma yapıp da bu anlaşmaya uymayan Müşrikler hakkında inmiştir. (İbnül Cevzi, Zâdü’l-Mesir, II/230) Ayette kastedilen Müşrikler, sözlerini bozan ve anlaşmaya rivayet etmemiş olan müşriklerdir. ( Ebu Suud, İrşadü’l-Akli’s-Selim, IV/43 ) İslam tarihi boyunca hiçbir halifenin böyle bir uygulamasının olmaması bir yana şayet ayet böyle anlaşılsaydı tarihte İslam ile yönetilmiş devletlerde sokaklarda müşrik aranmış olması lazım gelirdi. (s. 317)
Gayrimüslim ülkelerde doğanların suçu ne, haksızlık değil mi? Soran kişi, insanı Allah katında mesul tutan şeyin “kafir beldesinin doğmak” olduğunu düşünmektedirler.(s. 319) “Ümmette uyanıncaya kadar uyuyan, akıllanıncaya kadar deli ve buluğa erinceye kadar çocuk mesul tutulmamaktadır.” (Hakim, el Müstedrek, No: 8170) “Biz, bir peygamber göndermedikçe kimseye azap edecek değiliz” (İsra Suresi, 15. ayet) İnsan hidayetini de sapkınlığını da kendisi tercih etmiş oluyor. (s. 322) Allah her iki kulunu da hakkı kabul edebilecek fıtratta yaratmış, her iki kuluna akıl vermiş ve her iki kuluna da peygamber göndermiştir. Her iki coğrafyada doğmuş olan kul da bu hususlarda eşittirler. (s. 323) “Allah her şahsi, ancak gücünün yettiği ölçüde mükellef kılar.” (Bakara suresi, 286.ayet)
Ya Ateistler doğruysa? Ne kaybetmiş olacağız? İnancı sayesinde sağlığını elinden alacak azgın istekleri ile mücadele ediyor, mazluma el uzatıp zalimin karşısında yer alıyor. Kader itikadı sayesinde manevi dünyası daha sağlam oluyor. Daha sağlam bir psikoloji ile bu hayatın zorlukları ile mücadele edebiliyor. Yani bu esaslara inanmayan bir insana nispetle çok daha iç huzuru olan bir şekilde hayat sürüyor. Ateist teori açısından bakınca, yok olup gideceğimiz bir hayat niçin alabildiğince pervasızca yaşamayacaksınız ki? (s. 328)
Dirileceğine inanarak hayatını nezih şekilde yaşamayan hiçbir Müslüman öldükten sonra diriltilmemiş olsa ne kaybedecek? Ancak, ya Müslümanların dillendirdikleri gerçek doğruysa? Dehşet bir azap? Hem de ebedi… Yni sonu yok. Tek başınasınız ve yapa yal mısınız. (s. 329).