Enʻâm, 93 “…O zalimler, ölümün (boğucu) dalgaları içinde, melekler de pençelerini uzatmış, onlara: «Haydi canlarınızı çıkarın! Allah’a karşı gerçek olmayanı söylemenizden ve O’nun âyetlerine karşı kibirlilik taslamış olmanızdan ötürü bugün alçaklık azabı ile cezalandırılacaksınız!» derken onların hâlini bir görsen!”
Mü’min, 45-46:
Firavun (m.ö. 12. asır) hanedanının sabah akşam ateşe arz edildiklerini bildiren âyet-i kerime, kabir azabının en kuvvetli delillerinden biri olarak görülmüştür: “Nihayet Allah, onların kurduğu tuzağın fenâlıklarından o (mü’mini) korudu, Firavun hanedanını ise o kötü azap kuşatıverdi: Ateş… Sabah akşam ona arz edilirler. Kıyametin koptuğu gün de: «Firavun hanedanını en şiddetli azaba atın!» (denir).”
Câsiye, 21-22:
Kötülük işleyenlerle sâlih amel işleyenlerin hayatlarında ve ölümlerinde eşit olmayacağını haber veren âyette de kabir azabına işaret edildiğini söyleyen müfessirler olmuştur. Cenâb-ı Hak şöyle buyurur: “Yoksa kötülük işleyenler hayatlarında ve ölümlerinde kendilerini, inanıp sâlih ameller işleyen kimseler ile bir mi tutacağımızı sandılar? Ne kötü hüküm veriyorlar! Allah, gökleri ve yeri hak ile yaratmıştır. Böylece herkes kazancına göre karşılık görür. Onlara haksızlık edilmez.”
Tûr, 47:
Âhiret azabından evvel başka bir azabın daha olduğunu bildiren âyetlerden biri de şudur: “O zâlimlere, ondan (âhiret azabından) evvel başka bir azap daha vardır, lâkin pek çoğu bilmez.”
Nûh, 25:
Pek çok müfessir, Nûh (a.s)’ın kavminin Tûfân ile boğulduktan sonra hemen ateşe atıldıklarını ifade eden âyetin kabir azabına işaret ettiğini söylemiştir: “Bunlar, birçok günahları sebebiyle suda boğuldular ve (büyük) bir ateşe sokuldular. O zaman Allah’a karşı yardımcılar da bulamadılar.”
Herhangi birinize ölüm gelip de, "Ey Rabbim! Beni yakın bir zamana kadar geciktirsen de sadaka verip iyilerden olsam!" demeden önce, size rızık olarak verdiğimiz şeylerden Allah yolunda harcayın. (Münafikun, 10)
Hadisler.
Hz. Peygamber (s.a.s) bir mezarlıktan geçerken, iki mezardaki ölünün bazı küçük şeylerden dolayı azap çekmekte olduklarını gördü. Bu iki mezardaki ölülerden biri hayatında koğuculuk yapıyor, diğeri ise idrardan sakınmıyordu. Bunun üzerine Resulullah (s.a.s) yaş bir dal almış, ortadan ikiye bölmüş ve her bir parçayı iki kabre de birer birer dikmiştir. Bunu gören ashap, niye böyle yaptığını sorduklarında: "Bu iki dal kurumadığı sürece, o ikisinin çekmekte olduğu azabın hafifletilmesi umulur." (Buhârî Cenâiz, 82; Müslim, İmân, 34; Ebû Dâvud, Tahâret, 26) buyurmuşlardır.
"Ölü mezara konulunca, birine Münker, diğerine Nekir adı verilen siyah mavi iki melek gelir; ölüye derler ki: "Şu Muhammed (s.a.s) denilen zat hakkında ne dersin?" O da şöyle cevap verir. "O, Allah'ın kulu ve Resuludur. Ben şahitlik ederim ki Allah'tan başka ilâh yoktur, Muhammed de O'nun kulu ve elçisidir." Bunun üzerine melekler; "Biz senin böyle diyeceğini zaten bilmekte idik", derler. Sonra onun mezarını yetmiş arşın genişletirler. Daha sonra bu ölünün mezarı ışıklandırılır ve aydınlatılır. Daha sonra melekler ölüye: "Yat ve uyu " derler. O da; "Aileme gidin de durumu haber verin" der. Melekler ona; "Zifafa giren ve sadece en çok sevdiği kişi tarafından uyandırılan şahıs gibi, mahşer gününe kadar sen uyumana devam et." derler."
"Eğer ölü münâfık olursa, melekler şöyle der: "Şu Muhammed (s.a.s) denilen zat hakkında ne dersin?" Münâfık da şöyle cevap verir: "Halkın Muhammed hakkında bir şeyler söylediklerini işitmiş, ben de onlar gibi konuşmuştum. Başka bir şey bilmiyorum." Melekler ona; "Böyle diyeceğini zaten biliyorduk" derler. Daha sonra yere "Bu adamı alabildiğine sıkıştır" diye seslenilir. Yer de sıkıştırmaya başlar. Öyle ki o kimse kemiklerini birbirine geçmiş gibi hisseder. Mahşer gününe kadar bu sıkıntı devam eder." (Tirmizi Cenâiz 70).
Peygamberimiz (asm), “Kabir ya cennet bahçelerinden bir bahçe, ya da cehennem çukurlarından bir çukurdur.”(Tirmizî, Kıyâmet, 26