| KUTLU FORUM Bilgi ve Paylaşım Platformuna Hoş Geldiniz |
|
| Müdaraa Ne Demektir?TAKİYYE?-Müdahane,Takiyye,Talattuf vs ile ilgisi+ mudaraa | |
| | Yazar | Mesaj |
---|
@bdulKadir Adminstratör
Mesaj Sayısı : 6736 Rep Gücü : 10015190 Rep Puanı : 97 Kayıt tarihi : 17/03/09 Yaş : 61 Nerden : İzmir
| Konu: Müdaraa Ne Demektir?TAKİYYE?-Müdahane,Takiyye,Talattuf vs ile ilgisi+ mudaraa Çarş. Ocak 13, 2010 4:39 am | |
| Müdaraa Ne Demektir? Müdaraatünnes sadakatün Müdara, dini zarardan kurtarmak için dünya menfaatinden vermek, insanlarla iyi geçinmektir. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki: (Allahü teâlâ, farzları emrettiği gibi, müdara etmemi de emretti.) [Hakim]
(Müdara etmek sadakadır.) [Deylemi]
(Müdara edenler, şehid olarak ölür.) [Deylemi]
(Şerefinizi mallarınızla [para ile], dininizi de dilinizle [müdara ederek] koruyun!) [İ. Asakir]
(İyi geçinmek aklın başıdır.) [Beyheki]
Müdara ederken tatlı dilli ve güler yüzlü olmak gerekir. Talebeye ders verirken müdara gerekir. Hanımına müdara etmeyenin rahatı, huzuru kalmaz. İmam-ı Gazali hazretleri buyurdu ki, insanlar üç kısımdır: 1- Gıda gibi olanlar, her zaman gerekir. 2- İlaç gibi olanlar, bazen gerekir. 3- Hastalık gibi olanlar. Bunlar gerekmez ise de, gelip musallat olur. Bunlardan kurtulmak için, müdara etmek gerekir.
Çifte standart ve müdara Sual: Çifte standart ve müdara aynı manaya mı gelir? CEVAP Çifte standart, riya, nifak, takıyye, müdara gibi kelimelerin ifade ettiği manalar, birbirine benziyorsa da, farklı muamele yapan herkese aynı kelime kullanılmaz.
Hazret-i Âişe validemiz bildirir: Bir gün içeri girmek için birisi geldi. Resul-i ekrem, (Müsaade edin, içeri girsin! O kabilesinin en kötüsüdür) buyurdu. O kimse, odaya girince, gülerek karşılayıp iltifat etti. O kimse gidince merak edip sordum: - Ya Resulallah, kötü biri dediğiniz kimseye iltifat etmenizin sebebi nedir? Buyurdu ki: - İnsanların kötüsü, zararından korunmak için kendisine ikram edilendir.) [Buhari]
Resulullah efendimizin bu farklı hareketine çifte standart değil, müdara denir. Müdara sünnettir. Müdarayı iyi bilmek gerekir. Müdara yapan herkese münafık demek doğru olmaz.
Müdara nedir? Müdara, dini zarardan kurtarmak için dünya menfaatinden vermek, güler yüz göstermek, İslamiyet’in dışına çıkmadan, gönül almaktır. Müdahene, gönül alırken, İslamiyet’in dışına çıkmak, günaha girmektir. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki: (Allahü teâlâ, farzları yapmamı emrettiği gibi, müdara etmemi de emretti.) [Deylemi]
Dine, kendine veya başkasına zarar gelme korkusundan dolayı iyiliği emredip haramı men etmek mümkün olmazsa, böyle durumlarda fitneye mani olmak için susmaya müdara etmek denir. Herkese karşı hep tatlı dilli ve güler yüzlü olmalıdır! Fakat, kötülere ve sapıklara müdahene etmemeli, onun sapık yolundan razı olduğunu zan ettirmemelidir! [Hindiyye]
Cihadda çifte standart uygulamak, hile yapmak, yalan söylemek caiz ve gerekir. Bu meseleleri iyi öğrenip müslümanlara suizan etmekten, onlara kâfir, münafık gibi çirkin kelime söylemekten sakınmalıdır! Çünkü hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Mümine kâfir diyenin, kendisi kâfir olur.) [Buhari]
Müslümanım diyen, kelime-i şehadet söyleyen kimseye kâfir denmez. Bir savaşta, kelime-i şehadet getiren birisini öldüren kimseye, Resulullah efendimiz, (Kelime-i şehadet söyleyen kimseyi niçin öldürdün?) buyurdu. O kimse de, (Dili ile söylüyordu ama, kalbi ile inkâr ediyordu) dedi. (Kalbini yarıp da baktın mı?) diyerek onu azarladı. Onun için mümine kâfir demekten, ona lanet etmekten sakınmalıdır!
Lanet, sahibine döner. Hadis-i şerifte, (Lanet edilince, lanet edilen buna müstahak değilse, kendine döner) buyuruldu. (Beyheki) ........................ Kendisine veya başkalarına zarar gelme korkusundan dolayı iyiliği emretmek ve haramı men etmek mümkün olmazsa, böyle durumlarda fitneye mani olmak için susmaya, müdara etmek denir. Müdara, dini veya dünyayı zarardan kurtarmak için, dünya menfaatinden vermektir. Kalben nefret edip, haramı men etmek istediği halde, müdara yapmak caizdir. Hatta sadaka sevabı hasıl olur. Ancak akıllı kimse, iyi geçinir. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki: (İyi geçinmek aklın başıdır.) [Beyheki]
(İyi geçinmek aklın yarısıdır.) [Deylemi]
(Allahü teâlâ farzları emrettiği gibi, müdara etmemi de emretti.) [Deylemi]
Müdara ederken tatlı dilli ve güler yüzlü olmak gerekir. Herkesle müdara ederek sohbet etmelidir! Yani, hep tatlı dilli ve güler yüzlü olmalıdır. İyi ve kötü, herkes ile karşılaşınca, böyle olmalıdır. Fakat, kötülere ve sapıklara müdahene etmemeli, onun sapık yolundan razı olduğunu zan ettirmemelidir. (Hindiyye) aLINTI http://www.dinimizislam.com/detay.asp?Aid=1267 *** Müdaraa konusunda A.Hamdi Akseki nin islam dini kitabının son kısımlarında ahlakla ilgili bölüme de bakılabilir
Karıştırılan Diğer Tabirler Takiyye ayeti Nahl süresi 106 – Kalbi imanla dolu olarak mutmain iken, dini inkâr etmeye mecbur bırakılıp da yalnız dilleriyle inkâr sözünü söyleyenler hariç, kim imanından sonra Allah’ı inkâr ederek gönlünü inkâra açar, göğsüne küfrü yerleştirirse, onlara Allah tarafından bir gazap, hem de müthiş bir azap vardır. açıklama Kureyş, Yasir ile ailesini dinden dönmeye zorladılar. Kabul etmeyince Yasir ile Sümeyye’yi develerle parçalattılar. Babası ile annesinin bu durumunu gören Ammar (r.a.) dili ile onların istedikleri sözü söyledi. Peygamberimiz (a.s.) onun ruhsatı (izni) kullandığını bildirdi. Âyet bu ruhsatı beyan buyurmak üzere indirilmiştir.
......................
"talattuf" Kehf sÜRESİ 19-20 – İşte, onları nasıl uyuttuysak öylece de uyandırdık.
Derken aralarında konuşmaya başladılar.
Birisi: “Ne kadar uykuda kaldınız?” diye sorunca bazıları:
“Bir gün, belki bir günden de az!” diye cevap verdiler.
Diğerleri de: “Uykuda ne kadar kaldığınızı tam tamına ancakRabbiniz bilir” dediler.
“Siz onu bırakın da, açlığımızı gidermeye bakalım.
Şu akçeyi verip içinizden birini şehre gönderin de
baksın hangi yiyecek daha hoş ve helâl ise ondan size azık tedarik etsin.”
“Bir de gayet nazik ve tedbirli davransın, varlığınızı ve bulunduğunuz yeri sakın hiç kimseye hissettirmesin.”
“Çünkü onlar sizi ellerine geçirirlerse ya taşa tutar, ya da kendi dinlerine döndürürler, bu takdirde de ebediyyen felah bulamazsınız.”
Ayette geçen "velyetelattaf" ifadesinden çıkan bir tabirdir
Bir başka metod yada yakın tabir de "sirran tenevverat"Hz Ali efendimize nisbet edilir
************************************************************************************ Telattufât) (Lutf. den) Lütuf ve nezaketle davranma. Nâzikâne muamelede bulunma.
************************************************ Gülen'e göre İslam'da irtica ve takiyye var mı? Ahmed ŞAHİN İslam'da irtica ve takiyye yoktur
Hocaefendi, Herkül adlı internet sitesinde, basında da yayınlanan haftalık sohbetinde, sorulan (irtica ve takiyye ) sorularına verdiği bilgilendirme cevabında geçmişe ve geleceğe dair önemli değerlendirmelerde bulundu. Meşrutiyet'ten 28 Şubat'a uzanan süreçte belli figüranlar kullanarak suni irtica görüntüleri oluşturulduğunu ve dinin karalandığını ifade eden Hocaefendi, nefsinin esiri olmuş ve zaaflarına yenilmiş insanların "devleti kurtarmaya" çalışmalarının manidar olduğuna dikkat çektikten sonra, Türkiye'deki terör örgütleriyle ilgili tespitler yaptı.
PKK terör örgütünü Türkiye'nin başına musallat edenlerin kısa süre sonra Hizbülvahşet'i kurduğunu da söyleyerek, "El Kaide'nin Türkiye'de ne işi var?" diye sorduktan sonra "Bir bakarsınız Tahşiye diye bir örgüt daha kurarlar ve çuvaldızı dahi olmayan insanları bu örgüt vasıtasıyla terörist ilan ederler." diyerek, yeni oyunlara dikkat çektikten sonra, Müslümanların aklıselim ile hareket etmesi gerektiği uyarısında bulunarak geçmişteki oyunları şöyle hatırlattı:
- 28 Şubat postmodern darbesi (!) evvelinde bir kısım şaşkınlar zuhur etti. Giyim-kuşamdan zikir ve ibadet tavırlarına kadar pek çok hal ve hareketleriyle tam bir aykırılık sergileyen bu kimseler figüre edildi. Onlara bir kısım roller verildi; kimisi tarikat şeyhi kisvesine bürünüp medyada boy gösterdi, kimisi teokratik düzeni hâkim kılma sevdalısı bir gerici numarası yaptı, kimisi mürtecîlerin ağına düşürülüp kandırılmış bir kurban rolü oynadı... Bütün figüranlar rollerini öyle gerçekçi ortaya koydular ki, hemen herkes oynananın bir oyun olduğunu unutup sahiden ülkenin elden gittiği zehabına kapıldı... (15.27)
- Dün olduğu gibi bundan sonra da, -dışarıdan da beslenen- bazı şer şebekeleri en samimi mü'minleri ve hakiki Müslümanları terörist gibi göstererek yeni bir irtica yaygarası koparabilirler... Öteden beri belli bir kesim, irtica sözünü sıradan bir kelime olarak istimal etmekten daha ziyade, onu siyasî ve ideolojik bir suçlama ve sindirme aracı olarak kullanmaktadır. Bu talihsiz kimseler, bazen kolay anlaşılması için "gericilik" ifadesini dillerine dolamakta, çoğu zaman da, meseleyi daha korkunç göstermek maksadıyla manası daha az bilinen "irtica" tabirini tercih etmekte ve kötü şekilde algıladıkları, kötü bir mana karşılığı olarak kullandıkları, toplum nazarında da bir heyula haline getirdikleri bu laflarla her fırsatta Müslümanları karalamaya çalışmaktadırlar.
Tarihî gerçekler açısından meseleye bakılırsa, aslında (İslam'da olmayan) gericilik ve irtica kelimeleri Allah, peygamber ve din kabul etmeyenlerin durumunu daha doğru ifade etmektedir. (06.16)
Bazıları, takiyyeyi de Müslümanlığa mal etmek isteseler de, İslam'da takiyye (inancını saklama) yoktur! İslam'da böyle bir takiyye yoktur; ama günümüzde takiyye'nin (kendi zihniyetini saklamanın) katmerlisi yapılmaktadır. Camideki Müslüman'a "müslim" yerine "mürtecî" diyen, Cenâb-ı Hakk'ın insanlar için yegâne din olarak seçtiği İslam'ı ya da onun bazı emirlerini "fundamentalizm" ve "gericilik" şeklinde karalamak isteyen kimseler, bu çağın en sinsi (maksadını gizleyen) takiyyecileridirler. Bizim terminolojimizde, "İslam", "Müslüman", "mü'min" tabirleri vardır; ama, dine hasım kimseler tarafından kasıtlı olarak dilimize sokuşturulan ve cahillerin kullandığı "İslâmcı" ve "dinci" gibi ifadeler yoktur." Sosyal barışı bozmak isteyenler böylesine aşağılayıcı ifadeleri tercih etmekten çekinmemekteler.
En son @bdulKadir tarafından Perş. Eyl. 12, 2013 11:06 am tarihinde değiştirildi, toplamda 2 kere değiştirildi | |
| | | @bdulKadir Adminstratör
Mesaj Sayısı : 6736 Rep Gücü : 10015190 Rep Puanı : 97 Kayıt tarihi : 17/03/09 Yaş : 61 Nerden : İzmir
| Konu: Geri: Müdaraa Ne Demektir?TAKİYYE?-Müdahane,Takiyye,Talattuf vs ile ilgisi+ mudaraa Çarş. Ocak 13, 2010 4:43 am | |
| Takıyye
Bir köşe yazarı, okumak, kimlik, ehliyet vb. almak için devletin baş açık fotoğraf istemekteki ısrarı yüzünden kızlarımızın sahte fotğraf yaptırmak veya peruk takmak gibi hîlelere başvurmasını sözkonusu ettikten sonra şöyle diyor: "Genç kız açısından baktığımızda, kendi inancı bakımından acaba hangisi daha kötü: Başını açmak mı, bile bile yalan söylemek mi? (Türbanda direnmek de bir seçenek elbette ve bunu yapanlar da var ama şimdi konumuz onlar değil.) Bir de başını açmak yerine peruk takanlar var. Okuluna perukla gidenler yani. Onlar açısından da ikilem aynı değil mi: Baş açmak mı inancıma daha aykırı, yalan söylemek mi? İnancınız saçınızın gözükmesine engelse, sadece kendi saçınızın değil başka saçların da görülmesine engel olmalı, öyle değil mi? Neresinden baksanız tuhaf bir durum yani. Tam kırk katır mı, kırk satır mı..." Bunları kaydettikten sonra devletin inadından vazgeçmesini tavsiye edeceğine, kızlara bu yolu gösteren ilgilileri kınamayı da ihmâl etmeyen yazara göre burada din ve ahlâk yönünden iki sakatlık/kusur bulunduğu anlaşılıyor: 1. Yalancılık, sahtekârlık. 2. Başkalarının saçlarını açmalarına ses çıkarmama günahı. 1. Sahte fotoğraf oluşturanların veya peruk, bere, şapka takarak derslere girenlerin "yalan söylemiş olmaları" konusu: Yazara göre yalan söylemek haram olduğundan üniversiteli kızlar ya başlarını açmalı veya açmamakta direnmelidirler. Açmamakta direnmek hâlihazırda öğrenim hakkını kaybetmekten başka bir sonuç vermiyor. Bu sonucu, haklarını da dinlerini de korumak bakımından uygun (meşrû) bulmayanlar hîleye başvuruyorlar, yahut da mecbûr tutuldukları yerde başlarını açıyorlar. Bu durumda hîle câiz oluyor mu? Bu sorunun cevabı önemlidir; çünkü hîle câiz ise haram işlenmiyor demektir. Eğer bir kız, başını açmadığı hâlde böyle bir görüntü veriyorsa, bunu isteyerek değil, mecbûr olduğu için yapıyorsa, inacına ve yorumuna göre bunu câiz olduğu için yapıyor demektir, câiz olanı yapan bir mümini kınamak uygun değildir. Bu bir çeşit takıyyedir, "dince korunması gereken varlık ve değerleri korumanın başka çâresi ve yolu kalmadığında müminin, inandığını değil, karşı tarafın (baskı yapanın) istediğini söylemesine ve yapması"na "takıyye" denir. Aslında kendilerini mecbûriyet (zarûret, ikrâh) durumunda kabûl edip okulda başlarını açarak okuyanlar da takıyye yapıyorlar; çünkü bunlar, kalben bunu benimsemiyorlar, okuldan çıkar çıkmaz asıl inanç ve düşüncelerinin şekline bürünüyorlar. Bu mümin kızların "zarûret ve mecbûriyet" konusundaki anlayış ve uygulamaları tartışılabilir, ancak takıyye yapana "Sen dince yasak olan bir şeyi yapıyorsun" denemez; çünkü şartları oluştuğunda takıyye câiz görülmüştür. Aslında takıyye yolunu kullananlar yalnızca müminler de değildir, her düşünce ve ideoloji mensubu, mecbûr kaldığında bu yola başvurmuştur, vurmaktadır. Hemen her partiden siyasîlerimizin de takıyyeden yeterince yararlandıklarını görüyor ve biliyoruz. 2. Bir müslümana göre "başkalarının saçlarını açmalarına ses çıkarmama" nın günah olmasının iki şartı vardır: a) Başını açan şahıs bunu günah olduğuna inandığı hâlde yapmış olacak. b) Bunu gören müslümanın engelleme gücü bulunacak. Üniversitede okuyan ve başı örtmenin dince gerekli bulunduğuna inanan bir müslüman, farklı inananların başlarını örtmekle, örtmelerini sağlamakla yükümlü değildir. Eğer böyle bir yükümlülüğü bulunsaydı bile bunu yapmaya gücünün de yetmesi gerekirdi. Bir müslüman, çevresinde bir günahın işlendiğini gördüğünde bunu eliyle ve diliyle engelleyemiyorsa, buna gücü yetmiyorsa, engellemeye kalkıştığında daha kötü sonuçlar meydana gelecekse, içinden (düşünce, inanaç ve kanâat olarak) muhâlefet eder, yapılana gönülden râzı olmaz, aksine nefret eder ve bununla yetindiğinde günah işlemiş olmaz. Ben Radikal köşe yazarının yerinde olsaydım, İslâm'a göre günah, çirkin olan ve olmayan şeyler üzerinde hüküm yürütmek yerine, bütün hak dinlerde ve evrensel hukukta yasak olan, çirkin ve günah olan "din ve düşünce özgürlüğüne karşı baskı uygulama"nın kötülüğü üzerinde durur, bunu yapanları uyarır, hattâ kınardım. Türkiye'de yıllardan beri -daha ortada siyasal İslâm ve İslâm'a yamanan terör yok iken de- uygulanan başörtüsü yasağı, on binlerce kızımızı ve kadınımızı eğitim hakkı ile devlet görevi yapma hakkından mahrûm bırakmıştır. Bu nasıl bir insan hakkı ve hukuk anlayışıdır ki, bazı ârızalı yorumlara ve kararlara dayanılarak insanların, din özgürlüğü ve öğrenim hakkı kısıtlanmaktadır. Hukukun alfabesine göre yönetmeliklerin kanunlara, kanunların anayasaya, anayasanın da insan hak ve özgürlüklerine, evrensel hukuk ilkelerine uygun olması gerekmez mi? İster içerde ister dışarıda olsun bir mahkeme, mevcût kanuna veya dâvânın açılış biçimi ile dar çerçevesine dayanarak aksine hüküm verdi diye ilkelere aykırı hüküm meşrûiyet dayanağı olabilir mi? Buna dayanılarak yanlış gidiş savunulabilir mi? "Ne yapalım kanun var, karar var" diyenler hakka ve hukuka aykırı kanun ve kararları değiştirmek gibi bir insanî ve ahlâkî sorumluluk taşımıyorlar mı? Parlamentoyu dolduran, mazlumların yanında yer aldıklarını her fırsatta ilân eden milletvekilleri, kanun çıkararak, gerekirse anayasanın -haksız olarak atıf konusu yapılan- maddesine fıkra ekleyerek bu haksızlığın önüne geçemiyorlarsa neden sine-i millete dönmüyorlar?
************************************************** ZARURET VE TAKIYYE Bir önceki yazıda başörtüsü zulmünü konu edinmiş, öğrencilerin ve devlet memurlarının inançları gereği giyindikleri elbise ve kullandıkları örtüleriyle öğrencilik ve memuriyetlerini devam ettirme haklarının bulunduğunu, bu hakkı engelleyenlere karşı usulünce mücadele edilmesi gerektiğini, kanun ve yönetmelikler yapılırken buna imkân verilmezse; yani inanca göre örtünme ve giyinme kanun ile engellenirse orada hukuk devleti, demokrasi ve insan haklarından söz edilemeyeceğini ifade etmiş, peruk takarak başı örtmenin de farz olan örtünmeyi sağlayamayacağını eklemiştik. Yazının sonuna koyduğumuz bir notun bir cümlesine takılan bazı kimseler, "Hoca memur ve öğrenci olan kadın ve kızların başı örtülse de olur, örtülmese de olur" diyor veya demek istiyor şeklinde dedikodu yapmışlar. Önce bu hükme veya zanna temel teşkil eden cümleyi alalım: "Durumlarını çaresiz gören, zaruret içinde değerlendiren (özel durumları diğerlerinden farklı olan) bazı kızlarımız ve kadınlarımız, peruk takarak kendilerini aldatmak yerine -zarurete binaen- başlarını açarlar, zaruretin bittiği yerde de kapatırlar. Zaruretler, sebepleri ortadan kaldırılmak üzere mücadele gerektiren hallerdir, mücadele devam eder ve sonunda normale dönülür". Bu cümleden "baş örtülse de olur, örtülmese de olur" mânasını çıkarabilmek için insanın başka bir zihin kategorisine mensup olması gerekir. Cümle -zihni bizler gibi çalışan insanlara göre- gayet açıktır: Başörtüsü, daha doğrusu tesettür farzdır, kızlarımız başlarını açmadan okuyabilmek için mücadele etmelidirler. Geri kalanlar da onları desteklemekle yükümlüdürler. Bu mücadele sonunda hak alınır ve hiçbir kimse, istemediği halde başını açmaya mecbur kalmaz. Ancak mücadele devam ederken bazı kızlarımız ve kadınlarımız vazifelerini yapmak veya tahsillerini, stajlarını devam ettirip diplomalarını almak mecburiyetinde olabilirler. Yani başka çareleri olmayabilir, sıkıntı içine düşmüş veya düşecek olabilirler. Buna fıkıh dilinde "zaruret hali" denir. Bir bayan memure düşünelim, görev yapıyor ve geçiniyor, hatta kendisine muhtaç olan aile fertlerini de geçindiriyor, kendisine "ya başını aç yahut da görevi bırak" diye dayatıyorlar, görevi bıraksa muhtaç hale düşecek, bırakmasa başını açacak. İşte bu hale "zaruret sayılan ihtiyaç hali" denir. Böyle bir bayan, başını açmadan, bunalıma düşmeden, iffetini koruyarak çalışıp geçimini sağlayacak bir iş buluncaya kadar ve yalnızca okul ve sınıf içinde başını açabilir. Bu hükmün dayanağı zarurettir. Bir bayanın avret, hatta ayıp yerinde bir hastalık olsa, bu hastalık ölümcül olmasa bile -yalnızca rahatsız edici, acı verici... olsa dahi- doktora gider, açar, gösterir, muayene ettirir. Bu hükmün dayanağı "zaruret sayılan ihtiyaç"tır. Sayısız erkek, özel hayatı veya İslâm topluluğu için gerekli gördüğü görevi yapabilmek maksadıyla takıyye yapmaktadır; yani çalıştığı yerlerin İslâm'a aykırı ilke, kanun ve yönetmelikleri ile merasimlerine uyum göstermekte, itiraz etmemekte, bunları benimser görünmektedirler. İnkarcılar Müslümanları kandırmak için onlardan görünürlerse buna "münafıklık" denir. Müslümanlar ötekileri kandırmak için onlardan görünürlerse buna da "takıyye" denir. Takıyye zaruret sayılmış ve şartları bulunduğunda caiz görülmüştür. Erkekler gerektiğinde takıyye yaparlar ve bunu caiz görürler de kadınların -gerekli ve zaruri olduğunda- bunu yapmalarını caiz görmezlerse haksızlık olmaz mı? Bizim dediğimiz şudur: Durumu; yani aile şartları veya özel şartları kendini, başını açarak okumaya veya çalışmaya zorlayan kadınlarımız ve kızlarımız olabilir. Bunlar zorlayıcı şartlar sebebiyle -durumlarını zaruret içinde değerlendirerek- başlarını açarlarsa onlara günahkâr ve hain gözüyle bakmayalım, anlayış gösterelim, hem onları bu durumdan kurtarmak, hem de dayanabilen ve direnebilenleri haklarına kavuşturmak üzere hep beraber mücadele edelim...
Not: Bayan öğretmenlerin görevden çekilmeleri halinde çocuklarımızın maruz kalacakları zarar ve manevî kayıplar hesaba katılmalı, bu alanda "ictimâî zaruret" ilkesi de göz önünde bulundurulmalıdır (İctimâî zaruret kavramı ve getirdiği hükümler için Bak. İslâm'ın Işığında Günün Meseleleri).
Hayreddin KAHRAMAN | |
| | | @bdulKadir Adminstratör
Mesaj Sayısı : 6736 Rep Gücü : 10015190 Rep Puanı : 97 Kayıt tarihi : 17/03/09 Yaş : 61 Nerden : İzmir
| Konu: Mudara nedir, hangi konularda uygulanabilir? Perş. Eyl. 12, 2013 11:05 am | |
| Mudara nedir, hangi konularda uygulanabilir? Mudara, bir kimsenin şerrinden korktuğu birine karşı, aşırıya kaçmadan iltifat etmesi, insanlarla iyi geçinmeye çalışma anlamında ahlâk terimidir. Sözlükte "kandırmak, aldatmak" anlamındaki dery kökünden türeyen mudara kelimesi "hoşgörülü olma, insanla geçinme" mânasına gelir. Terim olan taşkın hareketleriyle huzursuzluğa yol açandan endişe edilen veya aşırı alıngan kişilere karşı nazik davranarak kötülüğünü önlemeyi yahut gönlünü almayı çabalayan davranışları ifade eder. (1) İbn Battal el-Kurtubî, asıl hedefinin ülfet olduğunu ve farklı karakterdeki insanlara karakterlerine uygun biçimde davranmayı gerektirdiğini belirtir. (2) İbn Hacer el-Askalânî de müdârâyı "bilgisiz kişiyi eğitmek, günahkârı kötü fiilinden vazgeçirmek gibi faaliyetlerde bulunurken muhataba karşı yumuşak davranmak" şeklinde tanımlamıştır. (3) Kaynaklarda, müdârânın bir zararın önlenmesi veya bir hayrın gerçekleşmesi gibi Allah rızâsına uygun amaçlara dayandığına dikkat çekilerek böyle bir gaye taşımayan, çıkar sağlama ve mevki kazanma gibi sebeplerle insanlara karşı hoş görünmeye "müdâhene" denildiği ve bunun haram olduğu belirtilmektedir.(4) Müdârâ kelimesi Kur'ân-ı Kerîm'de geçmemekte, bazı hadis mecmualarında Hz. Peygamber (asv)'in konuyla ilgili tavsiyeleri yer almaktadır. Buhârî, "İnsanlara Müdârâ" başlıklı babda içinde müdârâ kelimesi geçmemekle birlikte konuya dair olan hadislere yer vermiş, ayrıca ashaptan Ebü'd-Derdâ'nın muhtemelen müşriklerin ve münafıkların ileri gelenlerini kastederek söylediği, "Biz bazı kimselere karşı içimiz öfke dolu olduğu halde güler yüzlü olmaya çalışırdık" anlamındaki sözünü nakletmiştir. Burada geçen bir hadise göre Resûlullah kendisini ziyaret etmek isteyen bir kimsenin gıyabında, "O adam kabilesi içinde çok kötü biridir ama bırakın gelsin" demiş, adam huzuruna geldiğinde onu sıcak karşılamış, daha sonra bu tutumunun sebebini soran Hz. Âişe'ye, onu kendi huzurunda yüz bulamamış insan durumuna düşürüp kıyamet gününde Allah'ın huzurunda daha da kötü bir hale gelmesini istemediği için böyle davrandığını söylemiştir. Bu hadis müdârânın meşru ve mendup olduğuna dair en önemli delil sayılmıştır. Yine hadis mecmualarında "Resûlullah'in, kadınların psikolojik özellikleri dikkate alınarak onlara karşı nazik davranılması yönündeki öğütleri yer almaktadır."(5) Bazı kaynaklarda Hz. Peygamber (asv)'in, "Farz namazla emrolunduğum gibi insanlara müdârâ etmekle de emrolundum" dediği (6)aklın başta gelen gereğinin Allah'a imandan sonra insanlara müdârâ etmek olduğunu söylediği (7) insanlara müdârâ etmenin sadaka yerine geçeceğini belirttiği ( yönünde yer alan rivayetlerin sıhhati şüpheli kabul edilmişse de (9) bu tür sözler, Kur'an'ın ve sahih hadislerin genel öğretisine uygun olması yanında tarih boyunca İslâm toplumlarının hâkim karakteri haline gelmiş olan hoşgörünün ilkelerini içermesi bakımından da önem taşımaktadır. İbn Ebü'd-Dünyâ'nın bu tür rivayetleri topladığı Müdârâtü'n-nâs adlı eserinde çeşitli başlıklar altında 186 hadis ve haber yer almaktadır. Tasavvuf literatüründe ahlâk terbiyesi bakımından büyük değer verilen müdârâ konusu genellikle uhuvvet, sohbet, sabır, ülfet gibi kavramlar çerçevesinde ele alınarak insanlara karşı güler yüzlü, tatlı dilli ve hoşgörülü olmanın, onlardan gelebilecek sıkıntılara katlanmanın önemi üzerinde durulmuştur. Hz. Peygamber (asv)'in müdârâsından bazı örnekler nakleden Şehâbeddin es-Sühreverdî'nin kaydettiğine göre aile, çocuklar, komşular, dostlar ve bütün insanlara karşı müdârâ göstermek sûfıyyenin anlayışındandır. Kişinin gerçek karakteri sıkıntılara katlanma derecesiyle ortaya çıkar. İnsanın aklının güçlü, ilminin ve hilminin zengin olduğunu müdârâdan daha iyi gösterecek bir erdem yoktur. Çünkü bu erdem sayesinde nefsin bencilliği kırılır, nefret duygusu yatıştırılır. (10) Öte yandan sûfîlere göre bir kimsenin kendisiyle iyi geçinebilmeleri için insanları zahmete sokması tasavvufî ahlâkla bağdaşmaz.(11) İbn Kuteybe'nİn Uyûnü'l-ahbâr ve İbn Abdülber en-Nemerinin Behcetü'l-mecâlis'ı gibi edebî-ahlâkî mahiyetteki eserlerde insanlara müdârâ etmenin toplumsal ilişkiler açısından getireceği faydalara dair hadislerden ve sahabe sözlerinden başlayarak hakimane sözler ve şiirler derlenmiştir. Şiî literatüründe de Hz. Ali (ra)'e müdârâ konusunda hikmetli sözler isnat edilmiştir.(12) Dipnotlar:1- bk Arab, "dry" md.; Tâcü'l-'arûs, "dry "İbn Hacer, XXII, 330; Ahmed Rifat, 321 2- Şerhu Sahîhi'l-Buhâri, VII, 294-295 3- Fethu'l-bâri, XXII, 330 4- bk, Müdâhene 5- Dârimî, "Nikâh", 35; Buhârî, "Nikâh", 79; Tirmizî, "Talâk", 12 6- Şîrûye b. Şehredâr ed-Deylemî, I, 76 7- Beyhaki, VI, 343 8- Beyhaki, VI, 344 9- Aclûnî, I, 228, 507-508; II, 280; İbn Ebü'd-Dünyâ, s. 23-25 Naşirin dipnotları 10 Avari-fü'l-ma'ârif, V, 136-137, 139 11- Hücvîrî, II, 583; Şehâbeddin es-Sühreverdî, V, 214 12- Hâdîel-Müderrisî, s. 446-448 (Diyanet İslam Ansiklopedisi) | |
| | | | Müdaraa Ne Demektir?TAKİYYE?-Müdahane,Takiyye,Talattuf vs ile ilgisi+ mudaraa | |
|
Similar topics | |
|
| Bu forumun müsaadesi var: | Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
| |
| |
| |
|