İslam ve Demokrasi (1)
HİLMİ YAVUZ
İslam`la Demokrasi bağdaşır mı, sorusu, bir hayli zamandır soruluyor. Kimilerine göre, Hıristiyanlık `Sezar`ın hakkı Sezar`a, Allah`ın hakkı Allah`a` formülasyonu ile, Din ve Dünya işlerini birbirinden ayırmış, ama İslam bunu gerçekleştirememiştir. Hz. Muhammed`in hem Peygamber, hem de devlet başkanı oluşu dolayısıyla, İslam`da Din ve Siyasetin birbirinden ayrılmasının sözkonusu olmayacağı, ötedenberi tekrarlanan önyargılardan biridir. Doğrudur: Hz. Muhammed, hem Allah`ın resulü hem de İslam devletinin başkanıdır. Bunun böyle olması, onun `Nübüvvet` yani Peygamber konumunun, `Velayet`, yani devlet başkanı konumundan ayrılmaz olmasına rağmen, birbirinden farklı olmadıkları anlamına gelmez. Dolayısıyla, Hz. Muhammed`in `Nübüvvet` konumunu, onun Din işleri ile, `Velayet` konumunu da Dünya ya da siyaset işleriyle ilişkilendirmek mümkündür. Bu konuyu enine boyuna `İslam Dini Açısında Din-Devlet İlişkileri` adlı çalışmasında ele alan Dr. Fahri Demir, Hz. Peygamber`in Hadis`lerini, onların `Nübüvvet` konumunda mı, yoksa `Velayet` konumunda mı dilegetirildiklerine bakarak ele almak gerektiğini öne sürüyor. Dr. Demir`e göre, Hz. Peygamber`in `Nübüvvet` konumuna ilişkin sözleri, birer nass`tır ve onların herhangi bir biçimde değiştirilmeleri asla sözkonusu değildir. `Nübüvvet`, Hz. Peygamber`in İtikad ve İbadet`e ilişkin görüşlerinin Din`e ait olduğunu ve onların birer nass olarak kabul edilmelerini gerektirirken; `Velayet`, Hz. Peygamber`in Muamelat`a ilişkin görüşlerinin Dünya işlerine ait olduğunu ve onların birer nass olarak kabul edilemeyebilmelerini mümkün kılmaktadır. Dr. Demir, şöyle diyor: `[...] Hz. Peygamber (s)`den itibaren uygulamaya baktığımızda görüyoruz ki, konu İtikad ve İbadet olunca, nasslar üzerinde herhangi bir farklı görüş müzakere ve tartışma konusu olmazken, konu muamelat olunca, gerek Hz. Peygamber`in görüş ve uygulamaları gerek nasslar üzerinde her vesile ile farklı görüş, müzakere ve tartışma olagelmiş; bu konularda Hz. Peygamber (s)`in bile kendi görüş ve tercihini değiştirdiği görülmüş ve nassa rağmen gibi görünen düzenleme ve uygulamaya gidilegelmiştir.` Dr. Demir, bu konuda `hurma tozlaşması`nı, Tebük seferi sırasındaki `tahmin` olayını, Bedir savaşı öncesinde savaş düzenine ilişkin olarak, ashabdan Habbab b. El-Münzir`in `Ya Resulallah! Bu yerleşme `vahy` gereği bir yerleşme mi yoksa savaş sanatı gereği bir yerleşme mi?` sorusu üzerine Hz. Peygamber`in `Vahiy gereği değil` cevabını verince, savaşta yerleşim düzeninin değiştirilmesi.. vb. gibi olayları örnek gösteriyor. Okurlarım hatırlayacaklardır: Bundan iki yıl kadar önce, `İslam Terakkiye Mani midir?` meselesini tartışırken `müellefe-i kulub` konusunda Hz. Ömer`in, `maslahat` (kamu yararı`) gereği bir hadisi uygulamadan kaldırdığını belirtmiş, `illet` (`sebep`) ve `maslahat` bakımından muamelat konularında bu tür değişikliklere gidilmesinin mümkün olduğunu ifade etmiştim. Bu değişiklik elbette nesih değildir; -zira Hz. Peygamber`in vefatlarından sonra neshin mümkün olamayacağına dair bir icmaın olduğu bilinmektedir. Mecelle`nin 14. maddesinde dilegetirilen `Mevrid-i nassda içtihada mesağ yoktur` [`Açık yasa hükmü varsa, içtihad yoluna gidilemez`] ibaresindeki `nass`ı, muamelata ilişkin hükümler olarak anlamak gerekir. Aksi halde yine Mecelle`nin 39. maddesinde öngörülen `Ezmanın tagayyürü ile ahkamın tagayyürü inkar olunamaz` [`Zamanın değişmesiyle hükümlerin değişmesi inkar olunamaz`] kuralının hiçbir anlamı kalmaz. Dolayısıyla, nassların dünyevi olanlarının maslahata uygun bir biçimde değiştirilmesi, nassın getirdiği hükmün nesih müessesesi ile bütünüyle ortadan kaldırılması değil, Dr. Mehmet Erdoğan`ın `İslam Hukukunda Ahkamın Değişmesi` adlı çalışmasında belirttiği üzre, ahkamın değişmesi durumunda, `neshte olduğu gibi asıl hükmün kaldırılması [iptali.Y.] sözkonusu değildir. Kaldırılan şey, artık münasebeti kalmadığı için, önceki hükmün uygulanmamasıdır.` Bu konuya devam edeceğim.