huzeyfe Süper Moderatör
Mesaj Sayısı : 7719 Rep Gücü : 18108 Rep Puanı : 23 Kayıt tarihi : 27/03/09
| Konu: Yakarıştaki Güç...Dua'nın Önemi Perş. Şub. 04, 2010 12:48 pm | |
| Yakarıştaki Güç
İnleyen bir gönlün feryadının, sızlayan bir kalbin ahının sesi dua. Dolan bir bardağın boşalışının, coşan bir çağlayanın çağlayışının ifadesi, dua.
Dua; kalpten arşa uzanan meçhul bir hat. Uçlu bucaklı, buutlu bir mekândan, namütenahiye seyahat. Ama bu vadide vasıta ne at,ne uçak, ne de ışıktan hızlı Burak.. Fakat hayretle ve zevkle seyredilecek bir seyahat... Dilin söyleyemeyeceği, hissiyatın ifade edemeyeceği, hiç bir edibin dile getiremeyeceği bir an... Aranıp bulunamayan, bulunsa da durdurulamayan bir zaman... Hatta zamansız bir an... Ansız bir zaman...
Dua bir mıknatıs. Fakat manyetik alanı sınırsız bir mıknatıs. Bütün zaman ve mekânın, hatta masivanın fevkinde herşeyin üzerinde, mutlak hüküm, nafiz emir... Hadsiz kudretiyle kendini hissettiren Allah tarafına çekilme... Çekildikçe erime. Eridikçe kendine gelme ve kendine erme...
Duanın en mühim tarafı; insana yaptığı şu ilan ve ilamdır: —Zavallı! Sen acizsin, zaifsin “En büyük benim” diyemezsin. Kendi kendini idare edemezsin. Hatta bir mikropla bile boy ölçüşemezsin... Evet, o göz ile göremediğin mahiyetini bilemediğin; hem de istemediğin halde; seni, senin gibi nicelerini ve daha nicelerini yere seren ve serecek plan ejder. Öyle ise bilmen gerekir ki, herşeyi bilen ve gören, işiten ve duyan, herşeyden haberdar olup herşeyin imdadına koşan ve hiçbir ses ve soluğu, hatta arının vızıltısını dahi cevapsız bırakmayan bir Zat var. O herşeyi bildiği gibi senin halini de bilmekte ve herşeyi gördüğü gibi senin halini de görmekte ve seyretmektedir. Öyle ise, sen ne diye ona buna el açacak ve dilencilikte bulunacaksın. Derdini O’na şerhet, halini O’na arz et, sana yeter, hatta artar bile..
Demek isteriz ki, duanın altında hakiki tevhide erme, gayri nazardan elime, hakka gönül verme, hakiki dostu bulma ve bir boşalma vardır.
Duayı sadece insanlar yapmaz... Dağlar, taşlar, ırmaklar gunagün yapraklar, havada kuşlar, semada bulutlar da dile gelip dilenirler. Atom parçaları, güneşin pırıl pırıl şuaları fezanın dev nebülözleri onlar da nutka gelip seslenirler... Hat dilleriyle... İhtiyaç dilleriyle...
Ya insan… O bütün yeryüzünün halifesi, varlıkların temsilcisi mahlûkatın vekil-i fahrisi. Kâinatın dile gelmiş yüksek ve gür sesi... O’nun duası rengârenk ve bol çeşnili. Hal diliyle dua, kal diliyle dua, fili diliyle dua, istidad diliyle dua... İnsan bazen olur, bir Çağlayan gibi coşar, yalvarış yakarışıyla. Bazen olur lal kesilir sessiz infialiyle... Bükük boynu, kırık gönlü, mecalsiz lisanîyle... Yaratan ve hakiki sevenin ifadesinde «Ben gönlü kırık, boynu bükük kullarımla beraberim.» beyanına ayna olmuş gibi...
Fiili dua... O, Rahmetin kapısına çalmadır. Fili ile iş ile. Kendini tam işe veriş ile... Evet ekmeden biçilmez. Tok mideye yemek zevk vermez. O yüce ve yüksek kudret, alın terini zayi etmez. Durmayıp didinenin, çalışıp terleyenin alın terini... Koşup koşturan, rahmetin kapısını tak tak tak... diye çalanın alın terini...
Çaldık kapıyı buyurun dendi. Ne yapacak ve ne isteyeceğiz? Evet, istenecek o kadar çok şey var ki saymakla bitmez Çok defa söz ve kelam onu ifade etmez. Hal böyle olunca talepleri derecelerine göre ayırmak ve sıralamak gerek!.. Başta iman.. Amel, takva, ihlâs, samimiyet… Evet ebed için yaratılan ve her an vicdanından «Ebed! Ebed!» sesleri yükselen insanın isteyeceği ebetten ve ebedi Zat’tan başka olmamalı. Gözlere başka hayal sokulmamak. Kalb gayrıda boğulmamalı...
Bir de isteksiz, suhre gibi kalkan eller var. Zavallı eller! İhtiyacını bilemeyen müstağni dilenci elleri... Edepten mahrum, dikenli ged dilleri.. Eli o yönde yönü başka yerde; elleri havada, gönlü hevada zavallı kulcağızlar..
İnsan dua etmeli. Hem de pek çok. Fakat gönlünü vererek. Yalvarıp, yakararak... Kendinden geçerek... İyiliği ve iyileri güzelliği ve güzelleri istemeli, iyilik yolunda giderek güzelliğe teveccüh ederek...
Söz uzadı, daha da uzar, hatta bitmez de... Çünkü dedik ya bunu ne dil, ne kalem, ne de başka birşey ifade etmez, edemez. Öyle ise biz sözü, sözün özünü eden ve özü sözüne akseden Söz Sultanına (5. A.V.) söz öğreten Zat’a (C.C.) bırakalım. hitamı misk olsun: «Yarab! Bizi,Nebiler, Sıddıklar, şehitler ve salihler kafilesine lütfettiğin, tek ve en doğru diye ifade ettiğin yola... Hiç mi hiç zikzağı olmayan, sürçme, kayma bulunmayan, encamında sana varan yola hidayet eyle, azıp sapanların, gazabına uğramışların yoluna değil...» Âmin.
Nazım TÜRKOĞLU | |
|