İMAMI EŞ'ARİ
Eş'ariyye mezhebinin kurucusu
Ebü'l Hasen Alî b. İsmâîl b. Ebî Bişrİshâk b. Salim el -Eş'arî el- Basrî.Yemen'deki Eş'ar kabilesine mensup olan sahâbî Ebû Mûsâ el-Eş'arînin so yundan geldiği için Eş'arî nisbesiyle tanınmıştır. Onun Ebû Musa'nın soyundan gelmediğine ilişkin bazı iddialar varsa da bunlar ilmîlikten uzaktır. Ehl-i sün net akidesinin gelişip yayılmasına olan önemli katkılarından dolayı ""Nâsırüddin" lakabıyla da anılır. Yaygın olmamakla birlikte bazı kaynaklarda dedesine nisbetle kendisinden İbn Ebû Bişr diye de söz edilir (Ibnün-Nedîm. s. 231: Kâdî Ab-dülcebbâr, s 235) Doğum tarihi hakkında farklı görüşler varsa da genellikle 260 (873-74) yılında Basra'da doğduğu kabul edilir.
Küçük yaşta babasını kaybeden Eş'arî onun vasiyeti üzerine Sünnî bir âlim olan Yahya b. Zekeriyyâ es-Sâcî'nin öğrencisi oldu. Annesinin Mu'tezile âlimlerinden Ebû Ali el-Cübbâî ile evlenmesinden sonra da onun himayesinde yetişti ve kendisinden kelâm tahsil etti. Bir taraftan da Abdurrahman b. Halef Ebû Halîfe el-Cumahî, Sehl b. Nûh. Muhammed b. Yaküb gibi Sünnî âlimlerden hadis ve fıkıh dersleri aldı. Basra'da oturduğu yıllarda zaman zaman Bağdat'a giderek Ebû İshak el-Mervez'nin Mansur Camii'ndeki cuma derslerine katıldı. Hocası Cübbâî'nin etkisiyle gençliğinde Mu'tezilî görüş leri benimsemesine, hatta bunları savu nan eserler yazmasına rağmen 300 (912-13) yılı civarında bir cuma günü Basra Camii'nde Mutezile'den ayrılıp Ehl-i sünnet'e intisap ettiğini ve Ahmed b. Hanbel ile diğer hadis âlimlerince temsil edilen Selef itikadını benimsediğini açıkladı. Hayatındaki bu değişikliğin daha ileri bir tarihte gerçekleştiğini söyleyenler varsa da bu zayıf bir ihtimal olarak gö rünmektedir. Zira Demirkapı (Bâbül ebvâb) halkına hitaben yazdığı risalenin {Risale ilâ ehlis-seğr) 297 (909-10) tarihini taşıması {Usûlü Ehli's-sünne ve'l-cemâ'a, naşirin mukaddimesi, s.12) ve bu risalede Ehl-i sünnet akîdesini savunması bunun açık delilidir. Kaynaklar Eşarî'nin itikadî ve fikrî hayatındaki bu değişikliği farklı sebeplere bağlar. Eş'ariy ye kaynaklarının ittifakla kaydettiğine göre bunun en önemli sebebi, bir ramazan ayında birkaç defa rüyasında gördüğü Hz. Peygamberin, sünnetindeki esaslara bağlı kalıp onları savunması hususunda Eşari'yi ikaz etmesidir. Herhangi bir ilmî mesnede dayanmayan bu rivayetin, hizipler arası mücadelelerde sık sık üretilen hayal mahsulü olaylardan olduğu bilinmektedir (krş. Abdurrahman Bedevi. I. 493-497). Eş'ari'nin, Allah'ı zorunluluk altına sokan (vücûb alellah.) Mutezile görüşünün yan lışlığını fark ederek hocası Cübbâî ile, bu görüşle ilgili üç kardeş (ihve-i selâse) meselesi etrafında yaptığı münakaşalarda tatmin edici cevaplar alamamasının Mu'tezile'den ayrılmasında etkili olduğu kabul edilir (İbn Asâkir. s. 39-41) Bazı aşı rı Hanbelîler'in telakkisine göre ise Eşarî'nin dedesinden intikal eden bir mirasın Basra kadısı tarafından Sünnî olmadığı gerekçesiyle kendisine verilmeyişi veya şöhrete kavuşma hevesi onun Mutezile'den ayrılmasına sebep olmuştur (Ahvâzî, s. 155) Ancak Hanbelîler'in aşı rı tutuculuğu ve Eş'ari'ye tekfire kadar varan suçlamalar yöneltmeleri bu iddianın da ithamdan öte bir değer taşımadığını gösterir. Eş'arTnin mezhep değiştirmesini özel bir olaya bağlamak yerine onun gerçeği arama çabalarının, özellikle başta Ebû Hanîfe ve takipçilerinin konuyla ilgili düşünceleri olmak üzere daha önce yapılmış olan Mutezileyi tenkit mahiyetindeki çalışmaları incelemesi ve bu suretle kaydettiği fikrî gelişme nin bir sonucu saymak daha makul görünmektedir.
Eş'arî muhtemelen 300'lü yıllarda Bağdat'a giderek hayatının geri kalan kısmını orada geçirdi. Bağdat'ta Hanbelîler'in ileri gelenlerinden Hasan b. Ali el-Berbehâri'yi ziyaret ederek ona Mutezile âlimleriyle, ayrıca hıristiyan, yahudi ve Mecûsîlere karşı verdiği fikrî mücadeleleri bulunduğunu uzun uzun anlattıysa da beklediği ilgiyi göremedi. Daha sonra Ahmed b. Hanbel in akidesini savunan el-İbâne'yi yazıp Berbehârî'ye sundu; ancak bu defa da beklediği ilgiyi bulamadı (İbn Ebû Ya'Iâ. II. 18) Basra'da yürüttüğü öğretim ve telif faaliyetlerine Bağdat'ta Sünnî inanç doğrultusunda devam ederek pek çok öğrenci ye tiştirdi. İmâmiyye'nin ileri gelenlerinden biri iken Eş'arî ile yaptığı münazarada yenik düşen Ebü'l-Hasan el-Bâhilî'den başka ibn Mücâhid et-Tâî, Basra ve Bağ dat'ta hizmetinden ayrılmayan Bündâr b. Hüseyin eş-Şirâzi, Abdullah b. Ali et-Taberi, Muhammed b. Ali el-Kaffâl, İbn Hafîf eş-Şîrâzî. Ebü'l-Hasan Ali b. Meh di" et-Taberî onun meşhur öğrencilerindendir. Kadı Abdülcebbâr'ın iddiasına göre Eş'arî. Mutezileden Ebü'l-Kasım b. Sehlûye ile yaptığı münazarada yenik düşmesinin verdiği üzüntüyle hastalan mış ve bir süre sonra vefat etmiştir. Bu olaydan sonra Ebül-Kâsım "Kâtilül-Eş'arî" lakabıyla anılmıştır (Şerhu'l-Uşûli'l-hamse, s 1741 Kaynaklarda Eş'ari'nin ölümüyle ilgili olarak 320 (932) ile 380 (990-91) yılları arasında değişen farklı tarihler verilmekteyse de genellikle 324 (935-36) yılında Bağdat'ta vefat ettiği ve şehrin güney bölgesinde bulunan bir mescidin yakınındaki türbeye defnedildiği kabul edilmektedir. Daha sonra bazı aşın Hanbelîler tarafından tahrip edilme ihtimaline karşı türbe yıkılarak kabrinin yeri gizlenmiştir.
Basra'da dedesinden intikal eden bir arazinin 17 dirhem tutarındaki geliriyle geçinen Eşari'nin oldukça zâhidâne bir hayat yaşadığı anlaşılmaktadır. Samimi dindarlığının yanında kıvrak bir zekâya sahipti. Diyalektiği çok iyi kullandığı için yaptığı münazaralarda genellikle üstün gelirdi. Mutezilî âlimlerin fıkıhta umumiyetle Hanefî mezhebini benimsemelerine bakılarak onun da aynı temayülü koruduğunu söylemek mümkünse de (Kureşi, II, 544-545) Mâliki ve daha yaygın kanaate göre Şâfii olduğu da nakledilir. Hadis rivayetinden başka tefsir, fıkıh, usûl-i fıkıh, cedel gibi ilimlerle ilgilenmiş ve bu alanlarda da eserler vermiştir. Asıl şöhretini ise kelâm ve itikadî mezhepler sahasında yaptığı çalışmalarla kazanmıştır. Hayatının ilk döneminde Mutezilf kelâm anlayışı doğrultusunda eserler telif etmiştir. Fakat akla aşırı derecede güvenen, onu dinin esasları için temel ölçü kabul eden bu mezhe bin bazı tutarsızlıkları bulunduğunu ve naslarla çatıştığını fark ederek Ebû Hanîfe, Ahmed b. Hanbel, Buhârî, İbni Kuteybe, Ebû Saîd ed-Dârimi gibi âlimlerce ortaya konan Ehl-i sünnet akaidi sa fında yer alması kelâm tarihinde önemli bir dönüm noktası teşkil eder. Eş'arî, Mutezile'nin aşın akılcılığına karşı çıkışının etkisiyle olacaktır ki önce Ahmed b. Hanbel'in takipçisi olmuş ve teslimiyetçi bir tavır benimsemiştir. Fakat kısa bir zaman sonra itikadi esasları aklın ilkeleriyle destekleyerek nasları ön plana çıkaran üçüncü bir merhaleye ulaşmıştır ki bu Mâtürîdî paralelinde Sünni kelâm metodunun başlangıç dönemini oluşturur. Bu dönemde, Mutezile görüşlerini savunmak için daha önce ileri sürdü ğü görüşleri bizzat kendisi eleştirmiştir. Müslümanların itikadî konulardaki ihtilâflarını Makalâtü'l-İslâmiyyîn adlı eserinde bir araya topladıktan sonra bid'atçı görüşleri ve başta Aristoculuk olmak üzere felsefî fikirleri, ayrıca Hı ristiyanlık, Yahudilik ve Mecusîliği çeşitli kitaplarında tenkide tâbi tutmuştur. Bazı müsteşrikler Eş'arîyi, çeşitli yabancı kültürler karşısında Arap milliyetçiliğini canlandıran ve fikir hürriyetine engel olan bir hareketin öncüsü olarak gösterirlerse de (Nicholson, s. 376-380) bu iddiaya katılmak mümkün değildir. Çünkü Eş'arî eserlerinde ne Arap milliyetçiliğini savunmuş ne de fikir hürriyetine karşı çıkmıştır. Görüşlerinin. Hindistan' dan Endülüs'e kadar muhtelif milliyetlere mensup müslümanların yaşadığı geniş bir coğrafyada yayılmış olması bu iddianın isabetsizliğini gösterir.
Kelâmi Görüşleri.
Ebü'l-Hasan el-Eş'arî'den günümüze intikal eden eserler kelâm kültürü ve terminolojisi bakımından çağdaşı Ebû Mansûr el-Mâtürîdî'nin eserlerine nisbetle zayıftır. Buna rağmen kendisi Sünnî kelâm ekolünün önemli kurucularından biri olarak kabul edilmiştir. Bunda, hayatını sürdürdüğü Basra ve Bağdat gibi ilmî çevrelerin tesirinden başka muhafazakâr çoğunluğun en güçlü rakibini oluşturan Mutezile mezhebinden dönüşünün de büyük payı olmalıdır. Eş'ari'nin, kendisinden sonraki birçok âlim tarafından geliştirilen kelâmî görüşlerini onun eserlerinden ziyade İbn Fûrek'in önemli bir kısmını bu eserlerden derlediği bilgilerden ve bunlara eklediği şahsî yorumlarından hareket ederek şu şekilde özetlemek mümkündür:
1. Bilgi:
Zaruri ve iktisabî olmak üzere ikiye ayrılır. Doğruluğundan şüphe edilmeyen bilgilere zaruri bilgiler denir. Akıl dış dünyadaki nesnelerden yaptığı soyutlamalarla yani kavramlarla birleşip özdeşleşince bilgi meydana gelir. Bu anlamda akıl bilgi demektir. Bilgi sadece nazar ve tefekkürle değil tartışma (cedel) yoluyla da elde edilebilir (İbni Fûrek. S.11,15, 247, 294).
Âlemdeki bütün cisimler bölünemeyecek kadar küçük olan cüzlerin (atom) birleşmesinden meydana gelmiştir. Bu parçalar sonlu olduğu için bunların bir leşip ayrılmasından oluşan âlem de sonludur. Atomlarda, kendiliğinden çeşitli terkipler yaparak değişik cisimler meydana getirme gücü yoktur; onların bir leşmesi ve farklı cisimler teşkil etmesi sadece ilâhî irade ve kudretin tesiriyle olmaktadır. Zira bütün atomlar mahi yet itibariyle birbirinin benzeridir [a.g.e., s 76. 202. 208).
2. İlahiyat:
Allah'ın varlığına ancak akıl yürütme yöntemiyle ulaşılabilir. Onun varlığına ilişkin bilgiler, insanda doğuştan mevcut olan zaruri bilgiler türünden değildir. Aksi halde varlığı hakkında şüpheler ileri sürülmez ve sonuç itibariyle herkes zorunlu olarak Ona iman ederdi. Allah'ın mevcudiyetini idrak etmek için insanın hangi unsurdan yaratıldığını, bir damla sudan nasıl mükemmel bir varlık haline geldiğini düşünmesi yeterlidir. Zira onun dünyaya gelişi de çeşitli safhaları aşıp dünyadan ayrılışı da kendi irade ve gücü dâhilinde olmamaktadır. Su halde insanı yaratan, yaşatan ve dünya hayatına son veren irade ve kudret sahibi bir varlığın bulunması gerekir ki o da Allah'tır (Eş'arî, el Lüma s. 82; İbn Fûrek. s. 248; Eşarînin isbât-ı vâcib delilleri için ayrıca bk. Gimaret, La doctri-ne d'al-Ash'ari, s. 235-245).
Allah'ın ezelî sıfatlan vardır. Âlim, kadir, hay, mürîd, mütekellim, semi, basîr oluşu, Onda ilim. kudret, hayat, irade, kelâm, semi ve basar sıfatlarının bulunduğu anlamına gelir. Başka bir ifadeyle Allah ilimle âlim, kudretle kadirdir. Ha yat ilim. irade ve kudret sıfatlan fiilleri yoluyla; semi, basar, kelâm, beka sıfat lan da zâtının eksiklikten tenzih edilmesini gerektiren aklî zaruretle bilinir. Vech., yed, ayn, istiva, nüzul gibi sıfatlar sadece naslarda O'na atfedilen kavramlar olup akıl onların Allah'ın zâtına lâyık olcak mânalan bulunduğuna hükmeder. Yaratma, rızık verme gibi fiilî sıfatlan ezelî değildir. Zira bu takdirde âlemin ezelî olması gerekirdi, bu ise imkânsızdır (İbn Fûrek. s. 41. 44. 137, 326) Zâtında mevcut kelâm-ı nefsî kadîm, bu kelâmı ifade eden lafızlarsa hadistir (a.e, 179; Şehristânî, Nihâyetü'l ikdâm, s. 320) Allah'ın ilminde bir değişiklik olmaz, varlıkları yaratmadan önceki bilgisi ne ise yarattıktan sonra da odur (Şehristânî. a.e., s. 218-219) İrade sıfatı küllî olup âlem deki bütün varlık ve olayları kuşatır, aynı şekilde kulların fiilleri de ilâhî iradeye göre cereyan eder.
Kul fiilini Allah'ın dileyip yarattığı ha dis kudretle yapar ve böyle bir kudret le de olsa fiili yaptığı için sorumlu olur.
Eğer kul fiilini ilâhî irade ve kudretten bağımsız olarak yapabilseydi ona diledi ği niteliği verebilmesi gerekirdi. Hâlbuki kulun güzel ve iyi olmasını istediği bir şey çirkin ve kötü olabilmektedir (Eş'arî, el-Lüma s. 118; İbn Fûrek. s. 92) Bütün ilâhî fiiller hikmet ve adalet ürünü olmakla birlikte irade sıfatına göre ger çekleşir. Dolayısıyla bu fiillerde menfaat elde etme veya bir zararı bertaraf etme anlamında herhangi bir hikmet aramak gereksizdir. Esasen hiçbir şey Onun hak kında vâcib değildir (Eş'arî, el-Lüma', s. 148-153; İbn Fûrek, s. 140).
Allah'a nisbet edilen isimler sadece nasla belirlenir (Sübkî. III, 358) Allah'ın görülmesi aklî bir imkânsızlığa götümediği için mümkündür. Dünyada Allah sadece Hz. Peygamber tarafından görül müştür; âhirette ise bütün müminlerce görülecektir: rüyada görülmesi ise im kânsızdır (İbn Fûrek. s. 85-89).
3. Nübüvvet ve Ahiret: Allah bir sebep ve hikmete bağlı olmaksızın sadece rahmetinin eseri olarak kullarından dilediğini peygamberlikle görevlendirir. Bunlardan resul olanlar ilâhî emirleri insanlara tebliğ etmekle yükümlü tutulduğu halde nebiler böyle bir mükellefiyet taşımaz. Bu sebeple kadınlardan da nebî seçilmiştir. Bir peygamberin nübüvveti mucize göstermesi, önceki peygamberin kendisini haber vermesi veya hitap ettiği insanlarda, örnek davranışları ve öğretilerinin hidayete ulaştırıcı olması açısından nübüvvetinin doğruluğuna dair zaruri bir bilginin meydana gelmesiyle bilinir. Hz. Peygamber'in nübüvvetine ilişkin en büyük delil, ümmî olduğu halde Kur'ân-ı Kerîm gibi yüce bir kitabı getirmiş olmasıdır. Erişilmez nazım güzelliği, fevkalâde zengin muhtevası, gayba ait haberler içermesi, çelişki ve tutarsızlıklardan uzak bulunması onun ilâhî kaynaklı bir kitap olduğunu gösterir. Peygamberler nübüvvetten önce büyük günahlardan, nübüvvetten sonra da bütün günahlardan korunmuşlardır (a.g.e., s. 63, 158. 174, 176, 178).
Âhiret hallerini bilmenin tek yolu na kil olmakla birlikte akıl da bunların imkân dâhilinde bulunduğunu kabul eder. Kabirlerdeki cesetlere, dünyadaki amellerine göre acı veya huzur ve mutluluk hissedecek şekilde bir tür hayatın verilmesi, ölmüş bir canlının ikinci defa yaratılması (bas badel-mevt) aklen imkânsız değildir.
4. İman-Günah:
İman Hz. Muhammed'in hak peygamber olduğunu tasdik etmekten ibarettir. İnancı dil ile açıklamak ve ilâhî buyruktan yerine getirmek (ikrar ve amel) imana dâhil değildir. İlâhî buyruklara aykırı olan her davranış büyük günahtır. Günahın büyüklüğü ve küçüklüğü izafîdir. Kötülüklerin günahı iyiliklerden elde edilen sevabı yok etmez. Tövbe Allah'a karşı işlenen bütün günahları siler. Kullara verilen sevap ve mükâfat işledikleri amellerin karşılığı değil sadece ilâhî bir lutuftur (a.g.e., s. 150-154. 157-158. 166-167).
5. İmamet:
Müslümanların işlerini Hz. Peygamberin tayin ettiği ilkelere göre yürüten bir halifenin ehlü'l-hal ve'l-akd tarafından seçilmesi zaruridir. Şiî iddialarının aksine halîfenin nasla tayin edildiğini gösteren hiçbir delil yoktur. Eğer Resul-i Ekrem yerine geçecek olan halifeyi nasla tayin etseydi ve bu kişi de Hz. Ali olsaydı ashap bu emri yerine getirir. Ali de bunu bir emir telakki ederek ilk üç halifeye biat etmezdi. İmamın gaybı bilmesi ve masum olması mümkün değildir. Ali ile muhalifleri arasında mey dana gelen olaylarda Ali haklı, muhalifleri hatalı idi (Eş'arî. el-Lüma', s. 160-161, İbn Fûrek, s. 180-184)
Eş'arî üzerinde araştırma yapan çağdaş yazarların bir kısmı onun sadece Ahmed b. Hanbel'e uyan ve tamamen Selefî çizgiyi takip eden bir akaid âlimi olduğunu ileri sürerken (el-İbâne, naşirin girişi, s. 92-102) bir kısmı da onu İbn Küllâb el-Basrî, Haris b. Esed el-Muhâsibî ile Kalânisi den etkilenen ve onların görüşlerini açıklayan bir kelâmcı olarak görür (Ahmed Mahmûd Subhî, s. 59) Öyle anlaşılıyor ki Eş'arî itikadî esaslan belirlerken Ahmed b. Hanbel'den faydalanmış, nakli akılla desteklerken İbn Küllâb, Muhâsibî ve Kalânisî gibi kelâmcılar doğrultusunda bir çizgi takip etmiş, ancak kendine has bir kelâm sistemi de kurmuştur. Onun sistemi Ehl-i sünnet ilm-i kelâmının bir mektebi haline gelmiş, kendisinden sonra önemli değişikliklerle İbn Fûrek. Bâkıllânî, Ebû İshak el-İsferâyînî, Abdülkâhir el-Bağdâdî, Cüveynî. Gazâlî, Ebû Bekir İbnü'l-Arabî, Fahreddin er-Râzî, Seyfeddin el-Âmidî, Adudüddin el-İcî, Seyyid Şerif el-Cürcânî, Teftâzânî gibi belli başlı kelâmcılar tarafından geliştiri lerek günümüze kadar devam ettirilmiş ve neticede kelâmî metot açısından Eş'arî' yi büyük ölçüde aşan bir noktaya ulaşmıştır. Şafiî ve Mâliki âlimlerinin ekseriyetiyle bazı Hanbelî ve Hanefî âlimleri de Eş'ari nin görüşlerini benimsemişlerdir.
Eşarî'nin sistemi çeşitli âlimlerce ten kit edilmiştir. Bunlar arasında Hasan b. Ali el-Ahvâzî, İbrahim b. Muhammed b. Ayyaş, Kâdî Abdülcebbâr, İbn Hazm, İbn Teymiyye ve bazı Mâtürîdî âlimleri yer alır. Ahvâzi'nin, Mesâlîbü İbn Ebî Bişr el-Eş'ari'de mülhidlikle suçladığı Eş'arî'ye yönelttiği tenkitler indî ve tutarsız ithamlardan öteye geçmez. Ebü'l-Kasım İbn Asâkir Tebyînü kezibi'l - müfteri fi-mâ nüsibe ile'l-İmâm Ebi'l-Hasan el-Eş'ari adlı eserinde bu ithamlara cevap vermiştir. Kâdî Abdülcebbâr'ın tenkitleri ise daha çok Ehl-i sünnetle Mutezile arasında ihtilaflı olan konularla ilgilidir. İbrahim b. Muhammed b. Ayyaş. Eş'arî nin usule dair eserine Nakzu İbn Ebî Bişr fî îzâhi'l-burhan adlı bir reddiye yazmıştır (İbnü'n-Nedîm, s. 221; Kâdî Ab dülcebbâr, s. 325). İbn Hazm'ın Eş'arî'yi tenkidi, görüşlerini eksik nakletmesinden ve buna bağlı olarak onu yanlış anlamasından kaynaklanmaktadır. Ona göre Eş'arî sadece Allah'a iman eden herkesi mümin saymıştır (el Fasl, III. 227, 246). Hâlbuki Eş'arî, eğer naslar peygambere iman etmeyi farz kılmasaydı sade ce Allah'a iman edeni mümin saymanın aklen mümkün olacağını söylemiştir. İbn Hazm'ın, Eş'arî'nin Allah'a ezelî sıfatlar nisbet etmesiyle ilgili tenkidi de isabetli görünmemektedir. Zira aynı görüşü kendisi de benimsemiştir (a.e., V. 76). İbn Teymiyye umumi mânada kelâmî metodu eleştirirken Eş'arî'yi de buna dâhil etmiştir. Mâtürîdî âlimleri Eş'arî'yi fiilî sıfatları hâdis kabul etmesi ve Havva, Âsiye, Meryem gibi bazı kadınların nebî olduğunu söylemesi gibi hususlarda tenkit etmişlerdir (Sâbûnî. s. 38,46).
Buna karşılık bazı âlimler de Eşarî'yi müdafaa eden eserler yazmışlardır. İbn Asâkir'in Tebyînü kezibi'l-müfteri fî-mâ nüsibe ile'l-İmâm Ebi'l-Hasan el-Eş'ari (Kahire 1399/1979). Ahmed b. Muhammed el-Kurtubi'nin Zecrü'l- müfte ri alâ Ebi'l-Hasan el-Eş'ari (Sübkî. 111, 423-437). İbn Derbâs'ın Risale fiz-zeb'an Ebi'l-Hasan el-Eş'ari (Medine 1403). Muhammed b. Dâvûd el-Bâzeli'nin Menakıbü Ebi'l-Hasan el-Eş'ari (Dârül-kütubi'z-Zâhiriyye. nr. 5056) ve Ali b. Muhammed et-Tûnisî'nİn el-Husâmü's-semheri (îzâhu'lmeknûn. I, 402) adlı eserleri bunlardan bazılarıdır.
Eş'arînin görüşlerini günümüze ulaş mayan bazı eserlerinden inceleyerek tesbit eden ve kendi yorumlarını da katan İbn Fûrek'in Mücerredü makalâti'ş-Şeyh Ebi'l-Hasan el-Eş'ari (Beyrut 1986) adlı eseri onun hakkında yapılan en önemli çalışma niteliğindedir. Bunun yanında Hammâd b. Muhammed el-Ensârî'nin el-Eş'ari (Riyad 1382), Hammûde Gurâbe'nin el-Eş'ari Ebü'l-Hasan (Kahi re 1945). W. Spitta'nın Zur Geschichte Abu'l-Hasan al-As'aris (Leipzig 1876). Helmut Ritter'in Die Dogmatischen Lehren der Anhanger des islam von Abu'l-Hasan Ali b. Ismâ'il al-Ashari (Wies-baden 1963). Michel Allard'ın Le proble me des attributs divins dans la doctrine dal-Asari (Beyrut 1965). Hâdî b. Ahmed'in Ebü'l-Hasan el-Eş'ari bey ne1-Mu'tezile ve's - Selef (Mekke 1399/ 1979). Daniel Gimaret'nin La doctrine d'al-Ash'ari (Paris 1990). Fevkıyye Hü seyin Mahmûd'un Kütüb mensûbe li'l-İmâm el-Eş'ari(Kahire, ts. IMatbaatü Dâ-ri'l-ensâri), Vehbî Süleyman Gâveci'nin Nazra ilmiyye fî nisbeti Kitâbi'1-İbâne cemî'ih ile'l-İmâm Ebi'l-Hasan el-Eşari (Beyrut 1989). İsmail Efendizâdenin Risale fi'htilâfâti'l-Mâtürîdî ve'l-Eş'ari (İstanbul 1287) adlı eserleri Eşarî'nin kelâmî görüşlerini inceleyen monografilerden bazılarıdır.
Eserleri:
Ebü'l-Hasan el-Eşarî'nin kelâm, cedel, tefsir, usûl-i fıkıh ilimlerine, ayrıca Mutezile ile Şîa'nın reddine, Mecûsîler'in, yahudilerin, hıristiyanlann, tabiatçıların ve çeşitli felsefî görüşlerin ten kidine dair olmak üzere irili ufaklı yüzü aşkın eser yazdığı rivayet edilir. Bunların sayısını 300e çıkaranlar da vardır. İbn Asâkir, Eş'ariy'e ait eserlerin listesini onun el-Umed adlı eseriyle İbn Fûrek'in Mücerred'inden nakleder (Tebyînü kezibi'lmüfteri, s. 128-136). Ancak bunlardan sadece beşi günümüze ulaşabilmiştir.
1-Makâlâtü'l-İslâmiyyîn:
Müslümanlar arasında itikadla ilgili olarak ortaya çıkan farklı görüş ve mezheplere dair önemli ilk kaynaklardandır (Wies-baden 1382/1963. Kahire 1389/1970).
2-el-İbâne' 'an usûli'd-diyâne. Ehl-i sün nete intisap ettiği yıllarda kaleme aldığı bir risaledir (Haydarâbâd 1322; Kahire 1987)
3-el-Lüma fi'r-red 'alâ ehli'z-zeyg ve'l-bida: Allah'ın sıfatlarını, kader ve iman konularını Ehl-i sünnet'e göre açıklayan eseridir (Beyrut 1408/1988).
4. el-Has ale'l-bahs:. Kelâm ilmini ve bu ilmin kullandığı aklî istidlal metotlarını tenkit edenlere cevap olarak yazdığı risaledir. Eser, Risale fî İstihsâni'l - havi fî 'ilmil-kelâm adıyla meşhur olmuş ve bu isimle neşredilmişse de (Richard J. McCarthy, The Theology of al-Ash'ari içinde, Beyrut 1953) son araştırmalara göre bu eserin el-Has 'ale'l-bahs adını taşıdığı anlaşılmıştır (R. M. Frank, MIDEO, XVIII. 83-133).
5-Risale ilâ ehlis-Şegr: Selefin üzerinde icmâ ettiği itikadî ilkeleri ihtiva eden. Demirkapı halkına hitaben yazıp gönderdiği bir risaledir. Allah'ın varlığına ait delilin yer aldığı bir mukaddime ile iki babdan oluşur. Birinci babda Hz. Peygamber'in gönderildiği sırada insanların dinî durumları, ikinci babda Selefin hakkında icmâ ettiği esaslar elli bir maddede anlatılır. Bunlar sıfatlar, âlemin hudûsu, Hz. Peygamber'in nübüvveti, iman-günah meselesi, âhiret halleri gibi konulan ihtiva eder. Muhammed Seyyid el-Celyend tarafından Usûlü Ehli's-sünne ve'l-cemâ'a adıyla yayımlanan eseri (Kahire 1987) Kıvâmüddin Burslan Türkçe'ye tercüme ederek Darülfünun İlahiyat Fakültesi Mecmuasında neşretmiştir (sy. 7. s. 154-176; sy. 8, s. 50-79, İstanbul 1928). Risalenin Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi'nde bir nüshası vardır (Revan Köş kü, nr. 510) Kaynaklarda Eş'arî'ye nisbet edilen Tefsîrü'l-Kur'ân'ın günümüze ulaşıp ulaşmadığı bilinmemekle birlikte İbn Fûrek'in Tefsîrü'l-Kur'ân adlı kitabında bu eser kısmen nakledilmiştir. İbn Fûrek'in eserinin eksik bir nüshası (III. cilt) Millet Kütüphanesi'nde bulunmak tadır (Feyzullah Efendi, nr, 50). Eş'arî' ye nisbet edilerek yayımlanan Şeceretü'l- yakin (Madrid 1987) ve Mukaddimetü Seyyidî Ebi'l-Hasan el-Eş'ari adlı eserlerin ona ait olmadığı anlaşılmıştır. Zira bu kitapların ihtiva ettiği konu lan Eş'arî'nin düşünceleriyle bağdaştırmak mümkün değildir.
Eş'arî'nin günümüze ulaşmayan bazı eserleri de şunlardır.: en-Nevâdir fî dekâ'ikil-kelâm, es-Sıfât, el-Muhtasar fi't-tevhîd ve'l-kader, îzâhu'l-burhan, el-İhticâc, el-Ahbâr, Delâilü'n-nübüvve, Fil-İmame, Ale'n-Nâsih, Fî Enne'l-kıyâse, yehusşu zâhire'l-Kur'ân, Ale'n-Nasârâ, el-Mesâil alâ ehli't -teşriiye, el-Fusûl fi'r-red ale'l-mülhidîn vel-haricîn ani'l-mille, Cümelü'l-makalât fi ekâvîli'l-mülhidîn, Alâ Ehli'l-mantık, er-Red 'ale'l-felâsife, Nakzu Nakzi Tevîli'l-edille ale'l-Belhî, el-Kami li-Kitabi'1-Hâlidî fi'l-irâ de, Nakzü't-Tâc alâ İbni'r-Ravendi, Fi'n-Nakz ala İbni'r-Ravendi fî İbtâli't-tevatür, Nakzü'l-latîf ale'l-İskâfî, Nakzu Kelâmi Abbâd b. Süley man, en-Nakz ala Alî b. îsâ, Alâ Ebi'l-Hüzeyl fî Malûmâtillâh ve makdûrâtih, Fi'r-Red fi'l-harekât alâ Ebi'l-Hüzeyl, Fî Hikâyâti mezhebi1-Mücessime (İbn Asâkir. s. 129-139). D. Gimaret, Eş'arî'nin çeşitli kaynaklarda zikredilen eserlerinin adını bir makale halinde yayımlamıştır (Bibliographie d'Asari: un reexamen\ JA, CCLXXIII. s. 223-292).
(T.D.V. İslam Ans.444-447