@bdulKadir Adminstratör
Mesaj Sayısı : 6736 Rep Gücü : 10015190 Rep Puanı : 97 Kayıt tarihi : 17/03/09 Yaş : 61 Nerden : İzmir
| Konu: Sanat, halkı yok saydığı ıçın Tophane olayları oldu Paz Ekim 03, 2010 2:05 am | |
| Sanat, halkı yok saydığı ıçın Tophane olayları oldu
AHMET UĞURLU Rol aldığı filmlerde unutulmaz oyunculuklar ortaya çıkaran Ahmet Uğurlu, sıradan insanları kahramanlaştırmanın derdinde olduğunu söylüyor.
Çocuksu utangaçlığını hâlâ üzerinden atamadığını belirten Uğurlu ile kişisel hayatından memleket meselesine kadar ne varsa konuştuk. Onunbir filmi kabul etmesinin üç şartı var: Özgün ve samimi olması, bu toprakların kokusunu taşıması...
Çok iyi bir oyunculuk sergilemenize rağmen rol aldığınız film sayısı çok az. Neden?
Sinemaya çok geç başladım çünkü tiyatro ağırlıklıydı yaşamım. Ve sinemadan gelen teklifler pek ilgilendirmedi beni. Teklifler çoğalınca insan bazı ilkeler ediniyor. Ama zaman zaman anayolda ilerlerken tali yollara sapılıyor. Önemli olan, tekrar anayola çıkışı bulabilmek.
Anayol tiyatro mudur?
Aslında ne tiyatroyu, ne sinemayı, ne televizyonu birbirinden ayırmadım, birini birine üstün görmedim, sadece seçicilikte bulundum. Hepsine aynı ciddiyetle yaklaştım. Benim için yaptığım işlerde özgün, samimi ve bu toprakların kokusu olması önemliydi. İçini doldurmaya çalıştım ama başarılı oldum mu, olmadım mı bunu zaman gösterecek. Sanatta başarısızlığı filan kabul etmiyorum. Gladyatör değiliz ki? Bizim yaptığımız bireysel bir sanat değil, kolektif bir iş. Şans faktörü de çok önemli. Senaryo tam düşündüğünüz gibi olur da yönetmen sizin düşünceniz dışında yorumlayabilir. Benim bir de herkesin her gün karşılaştığı fakat farkına varamadığı sıradan insanları kahraman yapmak gibi bir derdim oldu. Yavuz Selim'i oynamak bir şey değil. Sanat metafizik içerir, görüneni değil görünenin arkasındakini açığa vurur.
Kendinizi şanslı addediyor musunuz?
Belki de şanssızım, daha çok şans elde edebilirdim. Şansı yakalamak insanların elinde ama bizim meslekte şans çok önemli. Belli bir yeteneğe sahip işler destek görmediği zaman kör bir bıçak gibidir. Bu desteği görseydim, farklı şansları da yakalayabilirdim.
İlk filminiz Mine 1982'de idi. Tabutta Rövaşata'yı 14 yıl sonra çektiniz. O uzuuun süre kırgınlık sonucu mu?
Gençtim o zamanlar. Bana gelen teklifleri tiyatrocu olduğum için kibarca reddediyordum. Mine filminde okuduğum senaryo ile ortaya çıkan şey çok farklı idi. Bu hakim olamadığım bir durum. Benim için sinema muammalarla dolu. Müdahale edemeyeceğim şeylere pek bulaşmama gibi bir durumum oldu. Günümüzde oyuncu modern bir köledir. Yazılan metne, yönetmene, görüntü yönetmenine, kurguya bağımlısınız... Ancak kölelikten kurtulabilmesi için yönetmenin ve yazarın yorumuna bir başka yorum katabilmesi gerekir. Ama bu kez de özgürleşen köle durumuna düşüyor.
Hiç kendi filminizi yapmayı düşünmediniz mi?
Film çekmeyi düşündüm ama kendim çekeyim diye de düşünmedim. Çünkü onların da mutfağından yetişmeniz lazım. Koltuğumda on karpuz taşıma yeteneğim yok.
Yeni işlere adım atarken korkuyor musunuz?
Bu korkudan ziyade iyi bir eser, kalıcı bir şey bırakma isteği. Bunun da biraz elimde olmasını istiyorum. Bencilce belki ama doğal bir duygu. Bir şeye evet diyemiyorum. Belli konularda konuşup anlaşmam lazım.
Sinema, tiyatro, tv vazgeçilmez bir şey mi sizin için?
Allah'ım tiyatro, sinema olmasaydı ben yaşayamazdım gibi bir derdim olmadı. Çünkü öyle görmüş olsaydım dünyanın etrafımda döndüğünü filan farz ederdim. Böyle farz edenler de var, bu hastalıklı bir şey. 75 milyon içinde 3 bin kişi oyuncu, gerisi ne oluyor yani? Oyunculuğu ne kutsal olarak görürüm, ne de 'Aman ya, olursa olur, olmazsa olmaz' kabilinden görürüm.
Haluk Bilginer'in "Babam öldü ama hâlâ sahneye çıkarım .avşaklığına inanmam" açıklamasına ne diyorsunuz?
Bu tür magazinsel malzemenin içinde maydanoz durumuna düşmek istemem. Haluk Bilginer de ona cevap verenler de gayet ölçüsüz davrandılar. Meselenin özü şu: Artık bilim tartışılırken metafizik düşünce ile yola çıkmış tiyatro, sinema dünyasının bilimden daha öte iki kere iki dört eder gibi bir tavırla yaklaşılması çok yanlış bir şey. Bilginer'in '.avşaktır' demesi de çok yanlış, 'O aktör mü, tiyatrocu mu?' diye yok farz edenler de çok yanlış. İki tarafta ölçüyü kaçırdı bu noktada.
Sizde bu denge ve iyimser bakış hep var. Polyannacılık mı bu? Hiç kırgınlık olmuyor mu?
Olmaz mı? Ben kimseyi kırmıyorum dersem yanlış olur, kırdığım insanlar da oluyor, kırdığım zaman da özür dilemesini biliyorum. Gerekirse tartışıyorum. Kendimi insan üstü bir varlık olarak görmüyorum. Olaylara bakarken önce bir tartıyorum, anlık kararlar yanlışa sürükleyebilir insanı.
Tophane olaylarına ne diyorsunuz?
Kentsel dönüşüm güzel bir şey, bu o topluluğu rafine ederek daha çoğulcu bir proje olarak görüyorum. Bunun için de sergiler, tiyatrolar açabilirsiniz. Burada yanlışlık, ötekileştirmeden dolayı biriken hınçtır. Orada bir sergi açıyorsanız oradaki halkı oraya ettirebiliyor musunuz? Yine aynı insanlar gidiyorsa ne anlamı vardır? TÜBİTAK, Bayrampaşa'da 11 mahallede çocukları toplayarak deneyler filan yapıyorlar. Bunu bilim dünyası başardı, sanat dünyası bunu beceremedi. Tophane'de sergi açarken herhangi bir esnafa gidip de 'Bu akşam sergimiz var buyurun' dediniz mi? Onları adam yerine koydunuz mu? Bu yok saymadır, iki gün sonra onlar da onu yok sayıyor. Kimsenin hiç bir kimseyi dışlayıp ötekileştirmeye hakkı yok.
Yeni anayasa tartışmalarına nasıl bakıyorsunuz peki?
Ben bir yönetilen olarak daha fazla özgürlük ve adalete inanmak zorundayım. Bunlar benim de istediğim şeyler. Referandumdan sonra bir harita yapıldı, yeşil-kırmızı diye. Öyleyse CIA'nın, ABD'nin yaptığı haritaya niye kızıyorsunuz? Haritayı kendimiz yapıyoruz, bölüyoruz filan. Mevcut Anayasa'dan memnun olmadığımızı herkes söylüyor. Daha katılımcı, kimsenin kimseyi öteleştirmediği daha düzenli bir anayasa istiyoruz. Kötü işte bu anayasa. Küçücük bir kıza tecavüz ediliyor, verilen cezalar çok hafif, bu bizim anayasamızın zayıflığını gösterir. s.zengin@zaman.com.tr
Usta oyuncu Ahmet Uğurlu, Tophane olaylarının ortaya çıkma nedenini sergi açanların o bölge halkını yok saymalarına bağlıyor.
Utangaç bir çocuktum hâlâ da öyleyim
'Yurt dışında olsaydım daha iyi bir yerde olurdum.' hissi var mı içinizde?
İnsan dünyaya gelirken bir şey seçemiyor. Bu toprakların adamıyım, elbette evrensel boyutları yakalamak isterim, zaman zaman da yakalandı ama bunların bir takdir görmesi lazım. 21 ülkede kazandığım film ödüllerim var. Destek görülmüş olsaydı daha büyük boyutlara taşınabilirdi belki. Kırıldığım, kızdığım zamanlar da olmuştur ama ne yapalım işte mücadelemizi sürdürüyoruz.
Yakın planda tiyatro oyunu olacak mı?
Eşim Necef'in hazırladığı bir oyun var, onu hayata geçirmeye çalışacağım. Ben öyle her şeyi peş peşe yapan birisi değilim.
İçe kapanık birisisiniz ki çocuklukta da böyleydi sanırım. Tiyatroya nasıl karar verdiniz?
İçe dönük bir çocuktum ve oyuncu olmak gibi bir fikrim filan yoktu. Oyuncu olmak benim için ulaşılmaz bir şeydi. Yeteneğim olduğunu da bilmiyordum. Lise fen mezunuyum üstelik. Sınıfta sıraların, masaların altına saklanırdım. Masa altında uyurmuşum. Hâlâ da öyleyim. Kendimi sahnede, kamera karşısında var etmeye çalışıyorum. Tesadüfen tiyatrocu oldum. Bir arkadaşım Devlet Tiyatroları'nın açtığı bir kursa katılmak için beni de götürdü. Kapıda bekliyordum, işler uzayınca içeri girdim. Çok kalabalıktı içerisi. O sırada seçme yapılıyordu. "Gökyüzünden üveyikler uçar' diye bir cümleydi. Benim de ağzımdan gayri ihtiyari çıktı. 'Sen de buraya' dediler, birden hoşuma gitti. Dilekçemi verdim ve kurslara katılmaya başladım. Üç ay içinde ikinci derecede rollere çıkmaya başladım. Sonra Ankara Konservatuar'ını okudum. Profesyonel oyunu ilk kez ben orada gördüm, o güne kadar görmemiştim. Beni oraya götüren arkadaşımla yıllar sonra karşılaştık, muhasebeci olmuş. Çocukluğumda radyo tiyatrosu dinlerdim, inanılmaz şeylerdi.
58 yaşına geldiniz. Hayatınız gözünüzün önünden film şeridi gibi mi tiyatro oyunu gibi mi geçiyor bilemem ama 'Ben iyi ki oyuncu olmuşum' diyor musunuz?
58 oldum mu, nereden çıkardınız? Zaman zaman insani pişmanlıklarım oldu ama mesleğimi seviyorum.
Tabutta Rövaşata filminde tavus kuşları rol arkadaşınızdı, Memleket Meselesi'nde de Akız isminde bir keçi var. Hayvanlarla çalışmak nasıl bir duygu?
İdrak edebilme sadece insanlarda var ama terbiye edilmemiş oldukları için zor tabii. Bir yere kadar bunları yapanlarla değil, hiçbir şey yapmayanlarla oynadım üstelik. Mantık insanda aranması gerekirken hayvan bize şaşkınlıkla bakıyor belki de, öbür sahnede de kafasını çevirmesini istiyorlar. Burada bir tuhaflık yok mu? Mesela bu filmde otobüs sahnesi vardı.Otobüs Gazipaşa garajına girecek ve benim de hemen durur durmaz inmem lazım. Sadece bu iniş çekilecek. Otobüsün kapısı otomatik açıldığı için zaman kaybı olacak, yönetmen 'kapı açık olarak gel' diyor. Şoför de 'Giden arabanın kapısı açık olmaz. Araba gitmez' diyor. Bunu 15 kez çektik, en son yönetmeni şoförü dövmeye giderken ben yakaladım. Şoför 'Ulan şu araba kadar aklınız yok' dedi. Olaylar öyle bir gelişiyor ki, idrak zorlaşabiliyor.
Ahmet Uğurlu'nun rol aldığı Memleket Meselesi filmi 31 Aralık'ta gösterime girecek.
Adil Hoca rolünü, onur ve haysiyet mücadelesini yeniden hatırlatmak için kabul ettim
Gelelim 'Memleket Meselesi'ne. Filmde canlandırdığınız Adil Hoca gibi bir öğretmen olabilir miydiniz?
Adil Hoca gibi olabileceğimden şüpheliyim. Bir onur meselesini bu kadar büyüterek mücadele verecek yapıda olabilir miyim bilmiyorum. Bu filmi kabul etme nedenim, bu kaybolan onur ve haysiyet gibi duyguları yeniden açığa çıkarmak. Bir toplumu zaman zaman aç, işsiz, susuz bırakabilirsiniz. Ama bir topluluğun onuru ve şerefiyle oynadığınız zaman kin ve nefrete dönüşür. Bu öfke de nesilden nesle geçer.
Memleketin temel meselesi ne peki?
Memleketin temel meselesi demokrasi değil, temel meselemiz haysiyet, onur meselesidir. Rousseau bile demokrasiyle ilgili hür ideal bir tanımlama yapmamıştır. Dünya üzerindeki en ileri demokraside bile insanları idare etmede en iyi idare şekli demokrasi diyemiyoruz. Bir liberal demokrasi vardır, bir de otokrasi dediğimiz iki sistem vardır. Hangisi olursa olsun yöneten ve yönetilenler olduğu sürece muhakkak burada bir yanlışlık vardır. Bu da insanın tabiatıyla ilgilidir. İnsanın özgürlüğünü daha çok düşünen bir yönetme biçimi olsun istiyoruz. Köle bile olsa birisi onun da onuru vardır, onun haysiyetiyle oynamamak lazım.
Bir tokadı memleket meselesi haline getiren Adil Hoca'nın yerinde siz olsaydınız ne sizi tatmin ederdi?
Belki bunu Başbakan'a çıkartacak kadar büyütmeyebilirdi. Bunu büyütmesinin nedeni daha önce yaptığı öğretmenlik sırasında gördüğü yanlışlıkları açığa vurduğunu bir bir önüne getirmeleri. 'Gel, bunu kendi aramızda halledelim.' meselesi. Bu tatlıya bağlama durumu siyasette de vardır. Kendi aramızda halledilmez, bunun yolu yordamı var. Bunu dışarıya taşıyınca da adamı suçlayıcı yanlış argümanlarla adamın önüne gelme durumu var. Özür dilese zaten böyle bir film olmazdı. 'Kol kırılır yen içinde kalır.' deriz. Artık dünya öyle değil, burada olan bir şey dünyanın her yerinden duyulabilir. Artık evrensel değerler var. AİHM onun için var. Kol kırılırsa yen de kırılır.
"Benim Meselem" diye arabesk bir şarkı da var. Sizin kişisel meseleniz ne peki?
Kavgam hep kendimle. Hiç kimseyle kavga etmemişimdir. Kişisel ve sanatsal olarak kendimi düzeltmenin yollarını aramışımdır hep. Kendi eksikliğimi başkalarında görme huyumdan vazgeçmeye çalışmışımdır. Ortada bir adaletsizlik varsa bunu ben nasıl yenerim diye bakmışımdır. İnsanın kendiyle yüzleşmesinden daha zor bir şey yoktur, orada oyunculuk sökmez, rol yapamazsınız.
Yediğimiz tokatlar karşısında Adil Hoca gibi hesap soramadığımız için mi bu sorunları yaşıyoruz?
Biz yaş itibarıyla baskıcı dönemlerden geçtik. Özal döneminden sonra bir rahatlama dönemine girildi ama bu göreceydi. Bizim kuşağın bastırılmış korkuları çocuklarımıza geçti. Bir korkular dünyası yarattık kendimize. Solculardan, sağcılardan, dinden, başörtüsünden, Ermeni'den, Kürt'ten, Yahudi'den, Türk'ten korktuk. Bu da insanları birbirinden ötekileştirdi.
ZAMAN
H.SALİH ZENGİN 03 Ekim 2010, Pazar
| |
|