| KUTLU FORUM Bilgi ve Paylaşım Platformuna Hoş Geldiniz |
|
| PEYGAMBERİMİZİN YÜKSEK AHLAKINA ÖRNEKLER | |
| | Yazar | Mesaj |
---|
@bdulKadir Adminstratör
Mesaj Sayısı : 6736 Rep Gücü : 10015190 Rep Puanı : 97 Kayıt tarihi : 17/03/09 Yaş : 61 Nerden : İzmir
| Konu: PEYGAMBERİMİZİN YÜKSEK AHLAKINA ÖRNEKLER Perş. Ekim 14, 2010 11:42 pm | |
| PEYGAMBERİMİZİN YÜKSEK AHLAKI
Allah’ın en sevgili kulu, son ve en büyük peygamber Hz. Muhammed (s.a.s) bir saadet güneşi olarak doğdu. Kurumuş yapraklar su ile yeşerdiği gibi Peygamberimizin gelmesiyle insanlık yeniden hayat buldu. Onun kalplere yerleştirdiği iman ışığı sayesinde kalplerden yanlış inançlar silindi, cehaletin yerine ilim, zulmün yerine hak ve adalet, kin ve düşmanlığın yerine insan sevgisi, acımasızlığın yerine şefkat ve merhamet geldi. Gerçek anlamda İslam kardeşliği kurularak toplum barış ve huzura kavuştu. İnsanlara dünya ve ahirette mutlu olmanın aydınlık yolunu gösteren Peygamberimiz, öğrettiği ahlak ilkelerini önce kendisi uygulayarak en güzel örnek oldu. Yüce Allah Kur’an-ı Kerimde Peygamberimiz hakkında: “Ve sen elbette yüksek bir ahlaka sahipsin” buyurarak O’nun çok yüksek ahlak sahibi bir şahsiyet olduğunu bildirmiştir. O, ahlakını Kuran’dan almış, bütün iyilikleri kendisinde toplamıştır. Saygı değer eşi Hz. Aişe’ye Peygamberimizin ahlakının nasıl olduğu sorulduğunda, “O’nun ahlakı Kur’an idi” demiştir. O’nu yüce Allah yetiştirdi ve insanlığa örnek olsun diye özel olarak terbiye etti. Nitekim Peygamberimiz “Beni Rabbim terbiye etti ve terbiyemi güzel yaptı” buyurmuştur. O, davranışları ve üstün kişiliği ile insanlık için en güzel örnektir. Bununla ilgili olarak Allah Teala Kur’an-ı Kerimde: “Andolsun Allah’ın elçisinde sizin için uyulması gereken güzel örnek vardır” buyurmuş ve onun yaşayışını örnek almamızı istemiştir. Müslüman olarak bizim görevimiz, peygamberimizin ahlak ve fazilet dolu hayatını iyice öğrenmek, ve onun ahlaki davranışlarını örnek alarak yaşamaktır.
Peygamberimizin Doğruluğu Peygamberimiz, doğruluk ve dürüstlüğün en güzel örneği idi. O, çocukluğundan itibaren doğruluktan ayrılmamış, hiç yalan söylememiştir. Peygamberliğinden önceki gençlik döneminde doğruluğu ve güvenilir kişiliğinden dolayı kendisine, “Muhammedü’l-Emin” yani, “Güvenilir Muhammed” denilirdi. Düşmanları bile onun doğruluğunu kabul etmiş, kendisine yalancı diyememişlerdi. Peygamberimizin en büyük düşmanı Ebü Cehil: “Muhammed! Biz seni yalanlamıyoruz, san bizim kanaatimize göre doğrusun. Biz ancak senin getirdiğini yalanlıyoruz.” Demiş, bu söz Peygamberimizi üzmüştü. Bunun üzerine “Onların söylediklerinin seni üzdüğünü elbette biliyoruz. Aslında onlar seni yalanlamıyorlar, fakat o zalimler, açıktan açığı Allah’ın ayetlerini inkar ediyorlar.” Ayeti inmiştir. Kureyş’in ileri gelenlerinden Haris b. Amir de şöyle demiştir. “Ey Muhammed, vallahi sen bize hiç yalan söylemedin, fakat biz sana uyarsak yerimizden olacağız, bundan dolayı iman etmiyoruz.” Ebü Süfyan Müslüman olmadan önce ticaret amacıyla Şam’a gittiği zaman Bizans İmparatoru Onu kabul etmiş ve Peygamberimizle ilgili kendisine bazı sorular sormuştu. Bu sorulardan birisi de şöyle idi: - Peygamberlik iddiasında bulunan bu zatın, daha önce hiç yalan söylediğini duydunuz mu? Ebü Süfyan: - Asla, yalan söylediğini hiç duymadık, diye cevap vermiştir. Bunun üzerine İmparator: - Size peygamberlik iddiasında bulunan bu zatın evvelce hiç yalan söyleyip söylemediğini sordum. Onun hiç yalan söylemediğin ifade ettiniz. Şayet bu zat Allah hakkında yalan söylemiş olsa daha evvel insanlara yalan söylemesi gerekirdi, demiş ve Peygamberimizin doğruluğu sebebiyle gerçekten peygamber olduğunu ifade etmiştir. Peygamber olduğu zaman Mekke’de halkını İslam’a davet için toplamıştı. Safa tepesine çıkarak orada toplananları: “Ey Kureyş halkı! Size bu dağın arkasında bir düşman ordusunu geldiğini söylesem bana inanır mısınız”? dedi, orada bulunanlar: - “Hepimiz inanırız, çünkü sen ömründe yalan söylemedin” diye cevap verdiler. Bu topluluğun içinde Peygamberimizin en azılı düşmanları da vardı. Onlar da Peygamberimizin doğruluğunu itiraf etmişlerdi. Peygamberimiz, kendisi doğru sözlü olduğu gibi bizim de doğru olmamızı ve yalancılıktan sakınmamızı istemiş ve şöyle buyurmuştur. “Doğruluktan ayrılmayın. Zira doğruluk iyilikle beraberdir. Doğru ve iyi olanlar cennettedirler. Yalandan kaçının, çünkü yalan kötülükle beraberdir. Yalan söyleyen ve kötülük edenler de cehennemdedirler.” O, yalandan hiç hoşlanmaz, yalancıları sevmezdi. Peygamberimiz çocukları kandırmak için yalan söylenmesini de iyi karşılamamıştır. Abdullah b. Amr diyor ki: Peygamberimiz bir gün evimizde bulunduğu bir sırada annem bana: - “Gel sana bir şey vereceğim” diye çağırdı. Peygamberimiz anneme: - Çocuğa ne vermek istedin? Diye sorunca annem: - Hurma vereceğim, diye cevap verdi. Bunun üzerin Peygamberimiz: - “Eğen onu aldatıp bir şey vermeseydin, sana bir yalan günahı yazılırdı.” Buyurdu. Peygamberimiz bir şey hakkında söz verdimi, verdiği sözde mutlaka durur, gereğini yerine getirirdi. Hudeybiye barış antlaşmasının hükümlerinden birisi de, Mekkelilerden biri Müslümanlara sığınırsa, Müslüman bile olsa, geri verilecek; fakat Müslümanlardan Mekkelilere sığınan olursa geri verilmeyecekti. Müslümanlar için çok ağır olan bu antlaşmanın yazılması henüz bitmişti ki, Mekkeliler adına antlaşmayı imza edecek olan Süheyl’in Müslüman olan oğlu Ebü Cendel bir yolunu bulup kaçmış ve ayağındaki zinciri sürüyerek çıka gelmişti. Bu antlaşmaya göre Ebü Cendeli iade etmek gerekiyordu. Müslümanlar bundan büyük üzüntü duymuşlar ve Ebü Cendel’i iade etmen istememişlerdi. Peygamberimiz Ebü Candel’e dönerek: - Ey Ebü Cendel, sabret, bir verdiğimiz sözden dönmeyiz. Yakında Cenab-ı Hak sana kurtuluş yolunu açacaktır, diye teselli etti. Ve henüz imza edilmemiş olmasına rağmen sözlü olarak kararlaştırılmış bulunan antlaşmaya uyacağının işaretini vermişti. O, kurtuluşun doğrulukta olduğunu bildirmiş, doğruların kıyamet gününde Peygamberlerle beraber olacağını haber vermiştir. Peygamberimize insanların hayırlısı kindir diye soruldu. Peygamberimiz: - “Her temiz kalpli ve doğru sözlü olanlardır.” Buyurdu.
Peygamberimizin Merhameti Peygamberimizin kalbi şefkat, merhamet ve insan sevgisi ile idi, Yüce Allah Kur’an-ı Kerimde o’nun hakkında şöyle buyuruyor. “Ey Muhammed! Biz seni ancak alemlere rahmet olarak gönderdik.” O’nun şefkat ve merhameti, hayatının her döneminde açıkça görülür, merhametle dolu olan kalbi, hep iyilik için çarpardı. Kimseye bir kötülük dokunmasını, hiç kimsenin incinmesini istemezdi. Saygıdeğer eşi Hz. Hatice ile amcası Ebü Talip, Peygamberimize çok yardımcı olmuşlardı. Kısa aralıklarla her ikisi de vefat edince İslam düşmanları Peygamberimize eziyeti artırdılar. Bunun üzerine Peygamberimiz ilk Müslümanlardan olan Zeyd b. Harise ile birlikte Mekke’den ayrılarak Taif halkını İslam’a davet etmeye gitti. Taifliler İslamı kabul etmedikleri gibi Peygamberimizi taşa tuttular,Zeyd, atılan taşlardan Peygamberimizi korumak için vücudunu siper etti. Atılan taşlardan Peygamberimizin ayakları yaralandı, kan içinde kaldı, yürüyemeyecek duruma geldi ve yol kenarında bir üzüm bağına sığındı. Onun bu derece sıkıntıya düşmesi Yüce Allah Cebrail’i göndererek, dağlar meleğinin emrinde olduğu ve ne dilerse onu bu meleğe emredebileceğini bildirdi. Bunun üzerine dağlara emreden Melek Peygamberimize seslenerek selam verdi ve: - “Sen ne dilersen emrine hazırım, eğer şu iki dağın Mekkeliler üzerine çökerek birbirine kavuşmasını ve müşrikleri tamamıyla ezmesini istersen onu da emret” dedi. Peygamberimiz eğer isteseydi, kendisine acımasız bir şekilde saldıranlar ve onu kanlar içinde bırakanlar bir anda yok edilecekti. Fakat Peygamberimiz, çok üzüntülü olduğu durumda bile sevgi ve merhamet dolu kalbi onların cezalandırılmalarına razı olmamış ve Meleğe şöyle demişti: - Hayır! Ben onu istemem, ben isterim ki Allah, bu müşriklerin soyundan yalnız Allah’a ibadet eden ve Allah’a hiçbir şeyi ortak koşmayan insanlar meydana çıkarsın.” Peygamberimiz, insanlara ve diğer canlılara merhamet gösterenlere Yüce Allah’ın merhametle karşılık vereceğini bildirerek şöyle buyurmuştur. “Merhamet edenlere Allah da merhamet eder, siz yeryüzündekilere merhamet ediniz ki, göktekiler de size merhamet etsin.” Merhametsizler hakkında da şu uyarıda bulunmuştur: “Merhamet etmeyene, merhamet olunmaz.” O, sevgi ve yardıma muhtaç olan yetimlerle özellikle ilgilenir, Müslümanlara da yetimlere merhamet gösterilmesini tavsiye ederdi. Peygamberimize bir adam gelerek kabinin katılığından şikayet etti. Bunun üzerine Peygamberimiz ona: - Kalbinin yumuşamasını ve muhtaç olduğun şeye kavuşmanı arzu ediyorsan, yetime merhamet et, başını okşa ve yemeğini ona yedir. Böyle yaparsan kalbin yumuşar ve muhtaç olduğun şeye kavuşursun.” Diye cevap verdi. Peygamberimiz, sadece insanlara değil hayvanlara karşı da şefkat ve merhamet gösterirdi. O, susayan bir kediye kendi eliyle su içirmiş, hayvanların aç bırakılmamasını, onlara iyi davranılmasını emretmiştir. İbn Mes’ud (r.a) diyor ki: Peygamberimizle beraber bir yolculuk yapıyorduk. Peygamberimiz bir ihtiyacı için ayrılmıştı. Orada iki yavrusu olan bir serçe kuşu gördüm ve yavrularını aldım. Serçe peşimden gelerek yavruları için çırpınıp bağırmaya başladı. Bunu gören Peygamberimiz: - Bu kuşu yavru acısı ile sızlandıran kimdir? Yavrusunu ona verin. Dedi. Bir defa Peygamberimiz aç bir deve görmüştü. Devenin karnı ile sırtı bir olmuştu. Bundan üzülen Peygamberimiz: - “Hayvanlarınız hakkında Allah’tan korkunuz” buyurdu. Yine bir defa Peygamberimiz Medineli Müslümanlardan birinin bağında bir devenin açlıktan bağırdığını görmüş, buna üzülmüştü. Devenin yanına gelerek onu okşamış ve sahibinin kim olduğunu sormuş ve öğrenmişti. Sonra da: “Hayvanlara gösterdiğiniz muamelede Allah’tan korkmuyor musunuz?” Buyurarak devenin sahibini uyarmıştı.
Peygamberimizin Cömertliği Peygamberimiz insanların en cömerdi idi. Kendisinden bir şey isteyin hiç kimseyi boş çevirmez, eline ne geçerse ihtiyacı olanlara dağıtır, “Ben ancak dağıtıcıyım, veren Allah’tır.” Derdi. Bununla beraber dilenciliği sevmez, dilenenlere bundan kurtulmaları için çalışıp kazanmanın yollarını gösterirdi. Ashaptan Cabir (r.a) diyor ki: Peygamberimiz kendisinden istenilen bir şeye asla yok dememiştir. Bir gün peygamberimize bir parça kumaş hediye edilmiş, o da bunu kabul etmişti. Buna ihtiyacı da vardı. Yanında oturanlardan biri “Bu ne iyi kumuş” deyince, Peygamberimiz kumaşı ona bıraktı. O, yoksulları, ihtiyaç sahiplerini kendinden çok düşünür, açları doyurur, kendisi aç kalırdı. Peygamberimiz, maddi imkanlara sahip olduğu zamanlarda da sade bir hayat yaşamış, kendisi için bir şey bıkamamış, elindekileri muhtaçlara dağıttığı için aç yattığı zamanlar çok olmuştur. Eşi Hz. Aişe diyor ki: “Peygamberimiz, üç gün peş peşe karnın doyurmamıştır. İsteseydi doyururdu. Fakat yoksulları doyurup kendisi aç kalmayı tercih ederdi.” Zengin bir kimsenin yoksula yardım etmesi, karnı tok olanın açları doyurması elbette ki iyi bir davranıştır. Cömertlik duygusunun bir göstergesidir. Fakat Elinde ne varsa Hepsini yoksullara veren, kendi yiyeceğini aç olanlara verip kendisi aç kalan kimsenin cömertliği ise çok yüksek bir duygunun eseridir. Cömertliğin en güzelidir. İşte kalbi, insan sevgisi, şefkat ve yardam duygusu ile çarpan Sevgili Peygamberimizin cömertliği böyle idi ve bir ömür böyle devam etmiştir.
Peygamberimizin Dilencilikten Nefret Etmesi Peygamberimiz son derece cömert olduğu halde dilenciliği hiç sevmezdi, şöyle buyururdu: “Sizden birinizin bir ip alıp da bir demet odun bağlayarak getirip satması ve böylece Allah Teala’nın o kulunun şerefini şuna buna yüzsuyu dökmekten esirgemesi, elbette ki dilenmesinden hayırlıdır. Peygamberimizin uzun süre hizmetinde bulunan Enes İbn Malik (r.a) anlatıyor: “Ensardan biri Peygamberimize gelerek sadaka istiyor. Peygamberimize: - Evinizde bir şey var mı? Diye soruyor. Adam: - Evet, bir sergim var; yarısının üzerine yatıyor, yarısı ile de örtünüyorum. Bundan başka su içtiğim bir de kabım var, diyor. Peygamberimiz: - Haydi kalk bunları getir, buyuruyor. Adam kalkıyor, bunları getiriyor. Peygamberimiz bunları alıyor ve: - Bunları satın alacak yok mu? Buyuruyor. Bir adam: - Ben bir dirheme alabilirim, diyor. Peygamberimiz iki veya üç defa: - Daha fazla veren yok mu? Diyor. Birisi: - İki dirheme alabilirim, deyince, Peygamberimiz onları bu zata iki dirheme satıyor. Aldığı iki dirhemi eşyanın sahibine veriyor ve şöyle buyuruyor: - Bir dirhemle çocuklarına yiyecek al. Bir dirhemle de bir ip satın al, sonra odun keserek çarşıya getir ve sat, on beş gün gözüme görünme. Bu adam Peygamberimizin dediğini yapmış, on beş gün sonra gelerek on dirhem kazandığını, bunun bir kısmıyla elbise, bir kısmı ile de yiyecek aldığını söylemiş. Bunun üzerine Peygamberimiz: - Böyle (Alın teri dökerek) yaşamak mı daha iyi, yoksa kıyamet günü alnında dilencilik damgası ile Allah’ın huzuruna çıkmak mı iyi? Buyurdu. Ebü Said el-Hüdri (r.a) anlatıyor. “ Ensar’dan bazı kimseler peygamberimizden sadaka istemişlerdi. Peygamberiz de bunlara vermişti. Sonra bunlar yine istediler, Peygamberimiz de yine verdi. Üçüncü bir daha istediler, Peygamberimiz de verdi. Hatta yanında bir şey kalmadı. Sonra şöyle buyurdu: - Sadaka malından yanımda bulunanı verdim. Başkalarına vermek için sizden kesinlikle bir şey saklamadım. Kim ki, dilenmekten sakınırsa, Allah o kimseyi afif (temiz) kılar. Kim de insanlardan müstağni olmak isterse Allah o kimseye zenginlik ihsan eder. Kim ki, sabretmek isterse Allah ona da sabır verir. Sabırdan daha geniş bir nimet, kimseye verilmemiştir.” Peygamberimiz kendisi ve yakınları için sadaka kabul etmezdi. Bir kere torunu Hz. Hasan küçük iken sadaka olarak verilmiş olan hurmalardan bir tanesini ağzına koydu. Bunu gören Peygamberimiz: - Tükür, tükür, bizim sadaka yemediğimizi bilmiyor musun? Buyurmuş, Hz. Hasan da o hurmayı atmıştır.
Peygamberimizin Alçakgönüllülüğü Peygamberimiz hem vakarlı hem de çok alçak gönüllü idi. Asla büyüklük taslamaz, bir yere gittiği zaman kendisine ayağı kalkılmasını ve elini öpülmesini bile istemezdi. Bir defasında biri elini öpmek isteyince peygamberimiz elini geri çekmişti. Bir meclise gittiği zaman boş bulduğu yeri oturur, ayaklarını başkalarına karşı uzatmazdı. Peygamberimiz bazen ev işlerini bizzat kendisi görürdü; elbisesini kendisi yamar, odasını süpürür, çarşıya giderek lazım olan şeyleri satın alırdı. Hatta ayakkabıları söküldüğü ve yırtıldığı zaman onları kendisi tamir ederdi. O, şöyle buyurmuştur: “Kim Müslüman kardeşine alçak gönüllü davranırsa, Allah onu yükseltir. Kim kibirlenir, üstünlük taslarsa, Allah onu alçaltır.” Peygamberimiz; zengin, fakir ayırımı yapmaz, kendisini bir hizmetçi bile davet etse, giderdi. Yoksul ve fakirlerle birlikte oturup yemek yer, en fakir kimselerin evlerine giderek hal ve hatırlarını sorardı. O, hasta olanları ziyaret eder, bunun Müslüman için bir görev olduğunu söylerdi. Peygamberimiz bir hastayı ziyaret ettikçe, ona ümit verir, onun nabzını eline alır, alnına dokunur, şifa bulması için dua eder, “İnşallah kurtulacaksınız” derdi. Peygamberimiz hastaları ziyaret ederken ayırım yapmaz, kim olursa olsun ziyaret ederdi. Bir kere bir Yahudi çocuğu hastalanmıştı. Peygamberimiz onu ziyaret etmiş, çocuğun hal ve hatırını sorduktan sonra onu Müslüman olmaya davet etmişti. Çocuk babasının yüzüne bakmış, babası, “Oğlum, Peygamber ne diyorsa yap” demiş çocuk da Müslüman olmuştu. Peygamberimiz başkaları konuşurken sözlerini kesmez, onları dinlerdi. Hayatı son derece sade idi. Kendisine verilen yemeği severek yerdi. Sevmediği bir yemek olursa yemez, fakat yemeği asla kötülemezdi. Arkadaşları ile yaptığı bir yolculuk sırasında dinlenmek için bir yerde konakladılar. Ve yemek hazırlamak için aralarında iş bölümü yaptılar. Peygamberimiz de: “Öyle ise ben de yakacak için çalı-çırpı toplayayım” demişti. Ashap onun yolunda her fedakarlığı yapmaya, ona yardım etmeye hazırdı. Ancak o, çarşı ve pazardan alınacak şeyleri bizzat kendisi alıp evine götürür ve kimseye yük olmazdı. Kendisi bir hayvana bindiği zaman yanındakinin yaya yürümesini hoş görmezdi. Peygamberimiz ashaptan birini ziyarete gitmişti. Dönerken ev sahibi kendi hayvanını Peygamberimize vermiş, oğlunun da yaya olarak Peygambere arkadaşlık etmesini istemişti. Fakat Peygamberimiz çocuğun yaya olarak yürümesine razı almamış, onu da hayvana bindirerek yola çıkmıştı.
Peygamberimizin Övülmekten Hoşlanmaması Peygamberimiz, Allah’ın gönderdiği son Peygamber olduğu halde aşırı derecede övülmekten hiç haşlanmazdı. “Efendimiz, en faziletlimiz” gibi sözlerden rahatsız olur şöyle derdi: “Hıristiyanların Meryem oğlu İsa’yı övdükleri gibi beni övmeyin, şüphesiz ki ben Allah’ın kuluyum. Bana, “Allah’ın Kulu ve elçisi deyiniz.” Buyurmuştur. Muavvuz b. Afra’nın kızı Rubeyyi şöyle demiştir. Ben evlenirken Peygamberimiz bize geldi. Benim için yapılan seccadenin üzerine şu oturduğum gibi oturdu. Düğüne gelen cariyeler da onun etrafında toplanarak Bedir Savaşında şehit olan atalarımız için yazılmış olan ağıtları okumaya başlamışlardı. Derken içlerinden biri bir ara “İçimizde yarın ne olacağını bilen bir Peygamber vardır” mealinde bir mısra okudu. Bunun üzerine Peygamberimiz: - “Bunu bırak, böyle söyleme, bundan önce söylediğin gibi söyle.” Buyurarak aşırı derecedeki övgüleri hoş karşılamamıştı. Peygamberimiz bir kere abdest alıyordu. Arkadaşları onun kullandığı ve döktüğü suyu toplamak istemişlerdi. Peygamberimiz niçin böyle yaptıklarını sorduğu zaman, bunun sadece kendisine karşı duydukları bağlılıktan ötürü olduğunu söylemeleri üzerine;
Peygamberimiz: “İçinizde bir kimse, Allah ile Peygamberi sevmek zevkini duymak istiyorsa ağzını açtığı zaman sözün doğrusun söylesin, doğru kalpli olsun, kendisine güvenildiği zaman güvenini yerine getirsin, başkaları ile bir arada yaşadığı zaman komşuluk haklarına riayet etsin.” Buyurdu. Bir gün adamın biri Peygamberimizi ziyarete gelmiş, bir peygamber huzurunda olduğunu anlayarak titremeye başlamıştı. Peygamberimiz ona: - Sakin ol! Ben bir hükümdar değilim. Ben Kureyş Kabilesinden kuru ekmek yiyen bir kadının oğluyum.” Diyerek onu sakinleştirmişti. Peygamberimiz o kadar alçak gönüllü idi ki, herkesin ona saygı ifade eden kelimeler kullanmasına bile müsaade etmezdi.
Peygamberimizin Hoşgörüsü ve Bağışlayıcılığı Peygamberimiz, güler yüzlü, yumuşak huylu ve son derece nazik idi. Kaba ve kırıcı değildi. Ağzından kırıcı bir söz çıkmazdı. O, ömründe hiç kimseye kötü söz söylememiş, kırıcı bir davranışta bulunmamış ve kimseyi azarlamamıştır. On yıl Peygamberimizin hizmetinde bulunan Enes (r.a.) diyor ki: “Peygamberimiz bana hiçbir gün “öf” bile demedi. Yaptığım bir şey için bunu niye yaptın, yapmadığım bir iş için de niye yapmadın diye beni azarlamadı.” Gördüğü kuruları kimsenin yüzüne vurmazdı. Arzu edilmeyen yanlış bir davranış gördüğü zaman, “Bazıları şöyle yapıyor, şöyle söylüyor, halbuki bunlar doğru değildir” gibi umumi sözler nasihat eder ve böylece kimseyi utandırmadan kusur ve hataları düzeltirdi. Kendisine bir şey ikram edilse ad da olsa onu küçümsemez, ona değer verirdi. Yapılan iyiliğe karşılık verir, iyilik yapanları hayırla anardı. Peygamberimiz çok vefakar idi. Kendisine iyilik yapanları hiç unutmaz, onları daima hayırla anardı. Kadınlardan İslam’ı ilk kabul eden saygıdeğer eşi Hz. Hatice idi.Hatice, Peygamberimizi kulsal görevinde yalnız bırakmamış, O’nu daime desteklemiş, sıkıntılı zamanlarında teselli elmiş yüksek ruhlu bir kadın idi. Peygamberimiz ahlak ve fazilet örneği hanımını ötümünden sonra da unutmamıştır. Onu daima hayırla anar, ne zaman bir koyun kesse etinden Hz. Hatice’nin yakınlarına gönderirdi. Peygamberimiz, süt annesi ve süt kardeşlerine de saygı duyar, yakından ilgilenirdi. Süt annesi Halime, kendisini ziyarete geldiği zaman onu “anacığım, anacığım” diye karşılar, altına elbisesini yayarak oturtur, saygı gösterirdi. O, çok bağışlayıcı idi. Uhut savaşında düşmanlar, peygamberimize ok atmışlar, üzerine taş yağdırmışlar ve O’nun mübarek dişini kırıp yüzünü yaralamışlardı. Onların bu davranışlarına karşılık Peygamberimiz kötü söz söylememiş, onlara beddua etmemiştir. O, yüzündeki kanları silerken şöyle demiştir: “Allah’ım! Milletimi bağışla!. Onlar ne yaptıklarını bilmiyorlar.” Peygamberimiz kendisine karşı yapılan kötülükleri bağışlamış, elini fırsat geçtiği halde kimseden intikam almamıştır. Ancak başkalarının haksızlığa uğramasına ve zarar görmesine razı olmamış, hak ve adaletin yerini bulmasına özen göstermiştir. Şüphesiz şahsımıza karşı işlenen kusurları, yapılan haksızlıkları bağışlayabilmek yüksek bir duygudur. Mekkeli müşrikler, vaktiyle Peygamberimizi öldürmek istemişler. İslamın nurunu söndürmek için hem Peygamberimize, hem de Müslümanlığı kabul edenlere ellerinden gelen her kötülüğü yapmışlardı. Bunun sonucu olarak Müslümanlar doğup büyüdükleri Mekke’den Medine’ye göç etmek zorunda kalmışlardı. Peygamberimiz de Medine’ye göçmüştü. Aradan birkaç yıl geçtikten sonra Peygamberimiz on bin kişilik bir ordu ile Mekke’yi kan dökülmeden fethetti. Daha önce Peygamberimizi öldürmek isteyen ve Müslümanlara her türlü kötülüğü yapmış olanlar Peygamberimizin karşısında başlarını önlerine eğmiş, haklarında verilecek kararı bekliyorlardı. Peygamberimiz buruda da büyüklüğünü göstererek hepsini affetti. Böylece engin merhameti ve bağışlayıcılığı ile gönülleri de fethetti ve insanlığa çok güzel bir ahlak ve fazilet dersi verdi.
Peygamberimizin Adaleti Peygamberimiz son derece adil ve insaf sahibi idi. Onun adaletini düşmanları bile kabul etmiştir. En zor ve en çetin olaylarda kabileler onun hakemliğine baş vuruyor ve kararını saygı ile karşılıyorlardı. Bir defa Peygamberimiz savaşta elde edilen ganimetleri dağıtıyordu. O kadar kalabalık insan toplanmıştı ki, adamın biri adeta Peygamberimizin sırtına çıkmıştı. Peygamberimiz elindeki ince değnekle bu adama işaret etmiş, değnek yüzüne gelerek yüzünü çizmişti. Peygamberimiz hemen değneği adamın eline vererek: - Sana vurduğum gibi sen de bana vur, buyurmuş, fakat adam: - Ey Allah’ın Rasülü, hayır, ben size darılmadım. Demişti. Bir defa Mahzumi kabilesinden bir kadın hırsızlık etmişti. Mekke ileri gelenleri yüksek bir aileye mensup olan kadının ceza görmemesini istemiş, peygamberimizin çok sevdiği Usame b. Zeyd’i şefaatçi olmak üzere göndermişlerdi. Peygamberimiz Usame’yi dinledikten sonra: - Sizden öncekiler bu gibi tarafgirlikleri sebebiyle helak olmuştu. Onlar, fakirler üzerinde en ağır cezaları uygularlar, zengin ve itibarlı olanlara ise ceza vermezlerdi. Buyurarak kanunların uygulamasında ayırım yapılmasının, toplumun yok olmasına sebep olacağını bildirmiştir. Hz. Aişe (r.a.) anlatıyor: Peygamberimiz iki işte serbest bırakıldığı zaman, günah olmadıkça onların kolayını tercih ederdi. O şey günah olursa ondan insanların en uzak kalanı olurdu. Peygamberimiz nefsi için asal intikam almazdı. Ancak Allah’ın yasaklarına uyulmadığını adaleti yerine getirirdi.” Peygamberimiz insanlar arasında ayırım yapmaz, eşit davranırdı. Ona göre zengin, yoksul, büyük, küçük herkes eşit idi. Bedir Savaşında alınan esirler arasında Peygamberimizin henüz Müslüman olmayan amcası Abbas da vardı. Esirler fidye vererek esirlikten kurtuluyorlardı. Çünkü böyle kararlaştırılmıştı. Ensar’ın bazıları Peygamberimiz ile Abbas arasındaki yakınlığı öğrenince onun affını istemişlerdi. Peygamberimiz: - Hayır, böyle bir şey olamaz. Onun ödemek zorunda olduğu fidyenin bir dirhemi bile affolunmaz, buyurmuştur. Peygamberimiz hayatı boyunca hiç kimseye farklı davranmamış, kuralları ve kanunları herkese eşit uygulamıştır. Kendisine de arkadaşları arasında bir ayrıcalık tanınmasını hoş karşılamamıştır. Peygamberimiz, Peygamber olmadan önce, onunla alış-veriş edenler, onun dürüstlüğünü ve hakka bağlılığını takdir ediyorlardı. Hatta onun Peygamber olarak gönderildiği duyulduktan sonra kendisine düşman olanlar bile emanetlerini ona teslim ediyorlardı. Bir gün Saib adında bir Arap tüccarı Peygamberimize tanıtılmış ve kendisinin son derece dürüst birisi olduğu söylenmişti. Bunun üzerine Peygamberimiz: “Ben onu sizden iyi tanırım” demiş, Saib de, “Evet, ticarette arkadaşlık etmiştik, bütün hesapları gayet mükemmeldi” demişti. Bir gün Bedevilerden biri Peygamberimizden alacağını tahsil etmeye gelmişti. Bedeviler, çok kaba olduklarından bu adam Peygamberimize ağır sözler söylemişti. Ashap, adamın bu davranışına kızarak: - Yazıklar olsun, sen kiminle konuştuğunu biliyor musun? Demişler, adam hiç aldırmadan: - Ben hakkımı istemeye geldim, demiş. Bunun üzerine Peygamberimiz arkadaşlarına: - Siz onun tarafından olacaktınız, çünkü bu adam hakkını istiyor, buyurdu ve sonra Havle binti Kays’a haber göndererek ödünç hurma istedi. Havle’nin verdiği ödünç hurma ile Bedeviye borcunu ödedi ve üstelik ona yemek de yedirdi. Bedevi: -Sen benim hakkımı çok iyi bir şekilde ödedin. Allah da sana mükafatını tam olarak versin, diye dua etti. Bunun üzerine Peygamberimiz: “ İşte bunlar (yani hak sahiplerinden yana çıkıp hakkın yerini bulmasına yardımcı olanlar) insanların en hayırlılarıdır. İçinde, zayıf kimsenin incitilmeden hakkını alamadığı bir toplum yükselemez.” Buyurdu.
Peygamberimizin Cesareti Peygamberimizin özelliklerinden biri de yüksek bir cesarete sahip oluşudur. O, insanları İslam’a davet ettiği zaman tek başına idi. İlk yıllarda Müslümanlığı kabul edenlerin sayısı da azdı. Karşısında İslam’ı yok etmek isteyenlerin sayısı çok, maddi güçleri fazla idi. Peygamberimiz kutsal görevini yaparken büyük tehlikelerle karşılaştı. Düşmanlar O’nu öldürmek, İslam güneşini söndürmek için korkunç planlar yaptılar. Güçlü ordularla Müslümanlara saldırdılar. Fakat Peygamberimiz bunların hiçbirinden yılmadı, ümitsizliğe kapılmadı, görevini devam etti. Mekke, İslam ordusu tarafından fethedilmiş, Kabe putlardan temizlenmişti. Bundan endişeye kapılan düşmanlar, Müslümanlara saldırmak için Huneyn denilen yerde 20 bin kişilik bir ordu topladılar. Durumu öğrenen Peygamberimiz 12 bin kişilik bir ordu ile bunların üzerine yürüdü. İslam ordusu dar bir vadiden geçerken burada pusu kuran düşman aniden Müslümanlara saldırdı. Gecenin alaca karanlığında yapılan bu saldırı karşısında Müslümanlar dağılmaya başladı. Bu durum İslam’ın geleceği için çok tehlikeli idi. Düşmanın bu şiddetli saldırısı karşısında geri çekilmeyen, yanında az sayıda arkadaşı ile düşmana karşı koyun bir kahraman kalmıştı. İşte düşmana karşı koyan bu yürekli ve cesur kahraman Hz. Muhammed (s.a.s.) idi. Peygamberimiz, “Ben Peygamberim, bunda yalan yok..” diyor ve dağılan Müslümanları yanına çağırıyordu. Onun sesini duyan İslam ordusu yeniden toplandı ve amansız bir şekilde düşman üzerine saldırdı. Düşman neye uğradığını şaşırdı, dağılıp kaçmaya başladı ve bozguna uğradı. Savaş İslam ordusunun zaferi ile sonuçlandı. Böylece İslam’ın geleceği büyük bir tehlikeden kurtulmuş oldu. İşte, bu savaş, peygamberimizin üstün cesareti sayesinde kazanıldı. Onun hayatında böyle pek çok cesaret ve kahramanlık örnekleri vardır. O, gerektiğinde, sabır, kararlılık, cesaret ve kahramanlık da Müslümanlar için en güzel örnek olmuştur.
Peygamberimizin Allah’a Güvenmesi Peygamberimiz Allah’a son derece güvenir ve kendisini başarıya ulaştıracağına inanırdı. Hiçbir zaman bu inancını yitirmemiş, Allah’a daima güvenmiştir. Peygamberimiz Mekke-i Mükerreme’de yalnız ve kimsesiz kaldığı, en akla gelmeyecek felaketlere uğradığı; Uhut ve Huneyn Savaşları esnasında en ciddi tehlikelerle karşılaştığı zaman bile Allah’a olan güvenini yitirmemiştir. Peygamberimiz, Müslümanlığı açıktan açığa ilan etmeye başladığı zaman, Kureyş Kabilesinin yani Mekkelilerin ileri gelenleri amcası Ebü Talib’e başvurarak: “Ey Ebü Talip kardeşinin oğlu tanrılarımıza hakaret ediyor, atalarımızın sapıklık içinde yaşadıklarını söylüyor, bizi de ahmaklıkla suçluyor. Bunun için ya onu korumaktan, vazgeç, yada açıktan açığa onun tarafına geç ki biz de ona göre tavır alalım.” Demişlerdi. Ebü Talip, durumun çok tehlikeli bir sonuca gitmekte olduğunu gördü. Çünkü Mekkeliler onu bu davadan vazgeçirmeye kararlı idiler. Kendisi de onlara karşı koyacak güçte değildi. Bunun için Ebü Talip Peygamberimize: - Oğlum, bana bu kadar ağır bir yükü yükleme. Çünkü tahammül edemiyorum, dedi. Peygamberimiz kendisini koruyan amcasının bundan vazgeçmek niyetinde olduğunu ifade eden bu sözleri karşısında bile Allah’a olan güveni sarsılmamış: - Amca, Allah’a yemin ederim ki, bu adamlar bir elime güneşi, öteki elime de ayı koysalar, Peygamberliğimden zerre kadar ayrılmam. Ya Allah Teala, Peygamberliğimi ifa etmek için bana kuvvet verir, ya da bu uğurda kendimi feda ederim, demişti. Bu sözlerden Ebü Talip o kadar etkilenmiş ki: - Git oğlum, hiç kimse senin bir kılına dokunamaz, demekten kendini alamamıştı. Peygamberimiz Necid Savaşından dönüyordu, yorulmuşlardı. Arkadaşları ile birlikte bir ağacın gölgesinde istirahata çekilmişler, hepsi de uyumuştu. Peygamberimizin kılıcı ağaçta asılı idi. Bu sırada oradan geçmekte olan bir Bedevi bu durumdan yararlanarak, Peygamberimizin kılıcını almış, kılıfından çekmiş ve Peygamberimize hücum etmişti. Peygamberimiz uyanmış, Bedevinin üzerine yürüdüğünü görmüştü. Bedevi: - Seni elimden şimdi kim kurtaracak! Diye bağırdı. Peygamberimiz hiç telaşlanmadan: - Allah, kurtaracak, diye cevap verdi. Bu cevap karşısında sarsılan Bedevinin elindeki kılıç yere düşmüştü. Peygamberimiz Allah’a son derece güvenmekle birlikte kendisine düşen görevleri de eksiksiz yapardı. Bunun en güzel örneği Mekke-i Mükerreme’den Medine’yi Müvevvere’ye hicreti esnasındaki davranışıdır. Önce Allah’ın hicret emrini saklı tutmuş, Hz. Ebü Bekir’den başkasına söylememişti. Sonra Hz. Ali’yi yatağına koymuş, geceyi yatağında geçirmesini emretmişti. Daha sonra gideceği istikamete ters bir yerde olan Sevr mağarasına sığınmıştı. Bütün bunlar o gün için alınabilecek tedbirlerdi. Peygamberimiz bunların hiçbirisini ihmal etmemiş, her türlü tedbiri almış, sonra da Allah’a güvenmişti. Onun için Peygamberimiz, devesin salıverip Allah’a havale ettiğini söyleyen kimseye: “Deveni bağla, sonra Allah’a güven” buyurmuştu.
Peygamberimizin Misafirseverliği Peygamberimizin üstün vasıflarından biri de misafirseverliğidir. Uzaktan yakından kendisini görmeye gelenlerin sayısı çoktu. O, misafirlerini en iyi şekilde ağırlar, onlara bizzat kendisi hizmet ederdi. Peygamberimiz, Müslüman olmayan misafirlerine de aynı şekilde davranırdı. Fazla misafir gelince evindeki yiyecekleri onlara verip çocukları ile birlikte geceleri aç yattığı zamanlar da olurdu. O, misafirlerle ilgili olarak şöyle buyurmuştur: “Allah’a ve ahiret gününe inanan misafirine ikram etsin.”
Peygamberimizin Temizliğe Önem Vermesi Peygamberimizin yaşayışı sade ve temiz idi. Bedenini daima temiz tutar, elbiselerinin temizliğine çok dikkat ederdi. Dişlerinin temizliğine ayrı bir önem verir ve dişlerini temizlemek için, o devirde bir çeşit diş fırçası olan misvak kullanırdı. Ashabına da diş temizliğini tavsiye ederdi. Peygamberimiz kirli insanlardan, pislikten haşlanmazdı. Ashabına camiye temiz gelmelerini söylerdi. Bir defasında üstü başı pis olarak camiye gelenlere: “Yıkandıktan sonra gelseniz daha iyi olurdu.” Buyurmuştur.
Peygamberimizin İbadeti - Peygamberimiz, her işini tam bir düzen içinde yapardı. İbadet zamanları, dinlenmek için ayırdığı saatler belli idi. Vakitlerini boş geçirmez, her dakikasını faydalı bir işle değerlendirirdi. - Peygamberimiz, Allah’ın en sevgili kulu olduğu halde Allah’tan çok korkar, kıyamet gününde endişe ederdi. O, her an Allah’ı anar, ibadetten çok büyük haz duyardı. Geceleri kıldığı namazlarda uzun süre ayakta durmaktan ayakları bile şişerdi. Eşi Hz. Aişe onun bu durumunu görünce: - Ey Allah’ın Rasülü! Allah, senin geçmiş ve gelecek günahlarını bağışladığı halde kendine niçin bu kadar zahmet ediyorsun? Deyince, Peygamberimiz ona şu cevabı vermiştir: - “Allah’a şükreden bir kul olmayayım mı” Peygamberimiz ibadete düşkün olmakla beraber rehbaniyeti sevmezdi. Rehbaniyet demek, Dünyadan el etek çekerek yaşamak, yalnız ahiret için çalışmak demektir. Peygamberimiz bunu kesinlikle sevmezdi. Hatta bazı sahabiler Hıristiyanların etkisinde kalarak dünyadan el etek çekmeye gönül vermişlerse de Peygamberimiz onları bu yoldan menetmişti. Araplar, birkaç günü birbirine ekleyerek oruç tutar ve buna “savm-ı Visal” derlerdi. Ashabdan bazıları bu şekilde oruç tutmak istemişler, ancak Peygamberimiz onları bundan vazgeçirmişti. Abdullah b. Ömer (r.a.) çok zahid ve takva sahibi bir kimse idi. Gündüzünü oruç tutarak, gecesini ibadet ederek geçirirdi. Peygamberimiz onun bu halinden haberdar olunca kendisine: - Haber aldım ki sen devamlı oruç tutuyor iftar etmiyorsun, geceleri namaz kılıyor hiç uyumuyorsun. (Böyle yapma) Bazen oruç tut, bazen de iftar et. Hem gece kalk namaz kıl, hem de uyu, istirahat eyle. Çünkü gözlerinin senin üzerinde hakkı vardır. Bedeninin ve çoluk çocuğunun senin üzerinde hakkı vardır. Ayda üç gün oruç kafidir,” buyurdu. Abdullah İbn Ömer: - Fakat ben daha fazla oruç tutabilirim, dedi. Peygamberimiz: - O halde gün aşırı oruç tut. Orucun en güzel şekli budur, buyurdu. İbn Ömer daha fazla oruca izin verilmesini isteyince, Peygamberimiz: - “Hayır, daha fazlası iyi değildir.” Buyurmuştur. Bir yolculukta ashab’dan biri bir mağaraya rast gelmişti. Mağaranın ağzında su ve yeşillik vardı. Bu Sahabi Peygamberimiz yanına gelerek: - Ben bir mağara buldum. Etrafında su ve yeşillik var. Oraya çekilip münzevi bir hayat yaşamak istiyorum, demişti. Peygamberimiz böyle bir davranışın yanlış olduğunu bildirmek üzere şöyle buyurdu: - “Ben Museviliği veya Hıristiyanlığı telkin için gelmedim. Ben size İbrahim’in sade ve kolaylıkla yapılan dinini getirdim,” Bütün bunlar gösteriyor ki Peygamberimiz dünyadan el etek çekmekten hoşlanmamış, yaşayın insanın dünyanın nimet ve ziynetinden yararlanmasının dinin emri olduğunu vurgulamıştır.
Peygamberimizin Allah Korkusu Peygamberimiz, alemlere rahmet olarak gönderilen son Peygamber olduğu halde Allah Tealadan, herkesten daha çok korkar ve “Kıyamet günü acaba ne olacağım” derdi. Müslüman olanların on dördüncüsü ve Medine muhacirlerinden ilk vefat eden sahabi Osman İbn Maz’un (r.a.) öldüğü zaman Peygamberimiz ölüm haberini alır almaz evine gitmişti. Ensandan Ümmü Ala Bint-i Haris, Osman’ın cesedini göstererek: - Ey Ebü Saib, Allah’ın rahmeti üzerine olsun. Senin hakkında bildiğim ve bu cemaate bildirmek istediğin şudur ki, sen Allah’ın rahmet ve inayetine erişmiş birisin, dedi. Bu sözleri dinleyen Peygamberimiz kadına dönerek: - “Allah Teala’nın bu ölüye ikram ve inayette bulunduğunu nereden biliyorsun? Diye sordu. Kadın: - Ey Allah’ın Rasülü babam anam sana feda olsun, Allah bu imanla, itaatli kuluna ikram etmez de yani kime ikram eder? Dedi. Bunun üzerine Peygamberimiz: - Osman İbn Maz’un ölmüştür. Allah’a yemin ederim ki, ben de bu mübarek ölü için hayır ve mutluluk umarım. Ama Allah’a yemin ederim ki, ben, Allah tarafından gönderilmiş bir Peygamber olduğum halde Kıyamet gününde bana ne muamele edileceğini bilemem, buyurdu. Bir gün Hz. Ebü Bekir Peygamberimize: - Ey Allah’ın Rasülü, görüyorum ki saçlarınız ağarıyor, demiş, Peygamberimiz de: - “Evet, Hüd, Vakıa, Murselat ve Amme Süreleri beni ihtiyarlattı,” cevabını vermiştir. Bir gün Peygamberimiz bir cenazeye katılmış, cenazenin mezarı kazılmakta olduğundan beklemek mecburiyetinde kalmıştı. Bu, onu o kadar etkilemişti ki, ağlamış ve toprak onu göz yaşları ile ıslanmıştı. Sonra da orada bulunanlara şu sözleri söylemişti: - “Kardeşlerim, kendinizi bugün için hazırlayın.”
Peygamberimizin Allah Sevgisi Kur-an’ı Kerim müminlerin Allah’ı her şeyden daha çok sevdiklerini bildiriyor. Şüphesiz Peygamberimiz Allah’ı herkesten daha çok severdi. Bunun için dir ki O, geceleri ayakları şişinceye kadar namazda dururdu. Hz. Aişe validemiz diyorlar ki; Peygamberimiz sabah namazının iki rekat sünnetini kıldıktan sonra:“Bu iki rekatın verdiği zevk yanında dünyanın bütün zevkleri hiçtir.” Derdi. Bu, Peygamberimizin Allah’a olan derin sevgisi sebebiyle O’na ibadet etmekten ne kadar büyük haz duyduğunun bir ifadesidir. Hz. Ömer (b. el-Hattab) anlatıyor: Bir gün Peygamberimiz çocuğundan ayrılan bir kadın gördü. Kadın, çocuğuna olan hasreti sebebiyle rastladığı her çocuğu kucağına alıyor ve emziriyordu. Peygamberimiz orada bulunan arkadaşlarına dönerek: - Bu kadın çocuğunu hiç ateşe atar mı? Diye sormuş orada bulunanlara: - Asla, cevabını vermişler. Bunun üzerine Peygamberimiz: - O halde biliniz ki, Allah’ın kullarına merhameti, bu kadının çocuğuna olan merhametinden çok daha fazladır. Buyurdu.
Peygamberimizin Aile Hayatı Peygamberimiz örnek bir aile reisi idi. O, hanımlarına karşı çok nazik bir eş, çocuklarına karşı da şefkatli bir baba idi. Peygamberimiz ev işlerinde hanımlarına yardın eder, elbiselerini kendi eliyle yamar, ayakkabılarını tamir eder ve evi süpürürdü. Evin ihtiyaçlarını çarşı ve pazardan alarak eve kendisi getirirdi. O, ne kadın, ne de hizmetçi hiç kimseyi dövmemiş ve incitmemiştir. Peygamberimizin evi, dünyadaki aile yuvalarının en mutlusu idi. Bu yuvada kavga-gürültü yoktu. Huzur vardı. Peygamberimiz evde daima güler yüzle hareket eder, hanımlara karşı kırıcı söz söylemiz, kaba davranışta bulunmazdı. O, Müslümanların da aynı davranışta bulunmasını istemiş ve şöyle buyurmuştur: “Sizin en hayırlınız, kadınlarına karşı iyi davranandır.” Peygamber Efendimiz, erkeğin, eşini davranışlarını hoşgörü ile karşılamasını da istemiş ve şu tavsiyede bulunmuştur: “Bir kimse eşine nefret etmesin; çünkü hoşuna gitmeyen huyları varsa, buna karşılık hoşlanacağı huyları da vardır.”
Peygamberimizin Çocuk Sevgisi Peygamberimiz çocukları çok severdi. Onları kucağına alıp okşar, sevgi ve şefkatle öperdi. Peygamberimiz, torunları Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’i öpüyordu. Orada bulunan bir adam bunu görünce; - Benim on çocuğum var, onları hiç birini öpmüş değilim, dedi. Peygamberimiz ona: - Merhamet etmeyene, merhamet olunmaz” buyurdu. Peygamberimiz namaz kılarken sevgili torunları Hasan ve Hüseyin omuzlarına çıkardı. O, ibadet halinde bile çocukların bu davranışını hoş karşılar, oyunlarına engel olmazdı. Bir yerde otururken kızı Hz. Fatıma gelince, ayağa kalkar, onu alnından öper ve onu yerine oturturdu. O, sadece kendi çocuklarını ve torunlarını değil, kimin çocuğunu görürse onunla konuşur, hatırını sorar ve severdi, çocuklara, hoşlarına giden şeyler vererek sevindirirdi. O, Müslüman olmayan kimselerin çocuklarını da sevip okşardı. Peygamberimiz, çocuklarla çok ilgilenirdi. Bir defa çocuklar arasında koşu düzenledi, kendisi de yarışın sona ereceği noktada durdu. Koşarak yanına gelen çocukları öptü ve kendilerine hediyelerini verdi. Peygamberimiz, çocuklarla ilgili şu öğütlerde bulunmuştur; “Allah’tan korkun çocuklarınız arasında adaletli davranın.” “Şüphesiz ki Allah, çocuklarınız arasında öpücüklerinizde de eşit davranmanızı sever.” Özet olarak Peygamberimiz; içi ve dışı tertemiz, kalbi; şefkat ve merhamet duyguları ile dopdolu, başkalarını kendinden çok düşünen, ömrünü insanlığın kurtuluşu için harcayan büyük bir Peygamber, en üstün ahlaki faziletleri kendinde toplayan örnek bir şahsiyet idi. Ne mutlu, O’nun gösterdiği aydınlık yoldan gidenlere... Ne mutlu, O’nun yaşayışını ve ahlaki davranışlarını örnek alanlara... | |
| | | @bdulKadir Adminstratör
Mesaj Sayısı : 6736 Rep Gücü : 10015190 Rep Puanı : 97 Kayıt tarihi : 17/03/09 Yaş : 61 Nerden : İzmir
| Konu: Geri: PEYGAMBERİMİZİN YÜKSEK AHLAKINA ÖRNEKLER Perş. Ekim 14, 2010 11:44 pm | |
| PEYGAMBERİMİZ (SAV) 'İN HAYATINDAN GÜZEL ÖRNEKLER
Andolsun, sizin için, Allah’ı ve ahiret gününü umanlar ve Allah’ı çokça zikredenler için Allah’ın Resulü’nde güzel bir örnek vardır. (Ahzab Suresi, 21)
İslamiyetin iki temel kaynağı vardır: Kuran ve sünnet. Bunlar et ve tırnak gibi birbirinden ayrılmaz iki temel unsurdur. Birini birinden ayırırsak dinin gerçek anlamını kavrayamayız.
Müminin ahiretteki gerçek mutluluğu yakalaması için İslam’ın bu iki kaynağını çok iyi anlayıp, eksiksiz olarak uygulaması gerekir. Kuran’ın ahlakı ile ahlaklanmış olan Peygamberimiz (sav)’in uygulamaları bizim için adeta Kuran’ın canlı bir yorumudur.
Resulullah (sav) bir hadisinde, "Ümmetimin fesad zamanında, unutulmuş sünnetlerimden birini ihya edene yüz şehid sevabı verilir" (İbn-i Mace) buyuruyor. Peygamberimiz (sav)’in haber verdiği zaman yaklaşmış görünmektedir. Vaadedilen bu güzel karşılığa layık olabilmek için tüm Müslümanların Peygamberimiz (sav)’in sünnetine sarılması son derece önemlidir.
Hz. Muhammed (sav)’in üstün ahlakı ve uygulamaları, günlük hayatın düzenlenmesinde müminler için en güzel örnektir. Peygamber Efendimiz (sav)’in her davranışı Allah (cc)’ın koruması ve irşadı altındadır.
PEYGAMBERİMİZ (SAV)’İN GÜZEL AHLAKI
Allah (c.c.), Kuran-ı Kerim’de Peygamberimiz (sav)’e "Şüphesiz sen büyük bir ahlak üzerindesin" (Kalem Suresi, 4) buyurmuştur. Resul-ü Ekrem (sav) bir hadisinde, "Ben ancak ahlak faziletlerini tamamlamak için gönderildim" (Beyhaki) diyerek, yaşantısının, her müminin uygulaması gereken örneklerle dolu olduğunu bildirmiştir.
Kendisine peygamberlik gelmeden önce de güzel ahlakın en güzel örneklerini sergileyen Resulullah Efendimiz (sav), İslam dinini insanlığa anlatırken de seçkin kişiliği ve güzel ahlakı ile bütün insanlığa örnek olmuştur. Aradan geçen on dört yüzyılda insanlık O’nun ortaya koyduğu güzel ahlak ilkelerini yakalamaya çalışmıştır.
Peygamberimiz (sav)’in hanımı Hz. Ayşe, Resulullah'ın (sav) güzel ahlakını şöyle anlatıyor: "Çirkin söz söylemezdi. Haya, terbiye ve nezakete aykırı bir davranışta bulunmazdı. Çarşı ve pazarda yüksek sesle konuşup gürültü çıkarmazdı. Kötülüğe kötülükle karşılık vermezdi. Affeder bağışlardı." (Ebu Davud)
Hz. Ayşe’nin Peygamberimiz (sav)’in ahlakı ile ilgili bir soru üzerine verdiği cevap, O’nun yaşantısının, Kuran ahlakının hayata geçirilmiş şekli olduğunu göstermektedir :
"Ey müminlerin annesi Peygamberin ahlakı nasıldı?" Cevap verdi: "Resulullah’ın ahlakı... Mü’minun suresini okuyabiliyor musun? Bu sureyi onuncu ayetine kadar oku! İşte Allah’ın Resulü’nün ahlakı böyle idi" dedi. (Buhari)
Resulullah "En hayırlınız, ahlakça en güzel olanınızdır" diyerek bunun her mümin için ulaşılması gereken bir hedef olduğunu belirtmiştir. Dolayısıyla, mümin nefsindeki tüm kötülüklerden sakınıp bu ahlaka ulaşmak için çaba harcamalıdır.
Su, buzu erittiği gibi güzel ahlak da günahları eritir; sirke balı bozduğu gibi kötü ahlak da ameli bozar. (Taberani)
Benim Katımda en sevimliniz, ahlakça en güzel olanınız ve etrafındakilerle hoş geçineninizdir ki, onlar herkesi sever ve herkeste onları sever. Benim Katımda en sevimsiziniz dedikodu yapan, dostların arasını açan ve tertemiz kimselerde kusur arayanlardır. (Bezzar)
Allah Katında kötü ahlaktan daha büyük bir günah yoktur. Çünkü kötü ahlak sahibi, bir günahtan çıkmadan diğerine düşer. (Esbahani)
Kul, ibadeti az olduğu halde, güzel ahlakıyla ahiretin yüksek derecelerine ve şerefli mevkilerine ulaşabilir. Ahlakı kötü olanlar da cehennemin alt tabakasına varırlar. (Taberani)
Bir mümin güzel ahlakıyla gece ibadet eden, gündüz oruç tutan kimselerin seviyesine yetişir. (Ebu Davud)
Kıyamet günü mizana konan iyiliklerin en ağırı takva ve güzel ahlaktır. (Ebu Davud)
Resulullah Efendimiz ( s.a.v.), namaza başlamadan şu duayı ederdi: “Allah’ım bana güzel ahlak ihsan eyle, zira senden başka kimse güzel ahlak ihsan edemez. Allah’ım beni kötü huylardan koru ve uzaklaştır.” (Müslim)
AFFEDİCİ OLMANIN FAZİLETİ
Kuran-ı Kerim’de "... yine de affeder, hoş görür (kusurlarını yüzlerine vurmaz) ve bağışlarsanız, artık elbette Allah, bağışlayandır, esirgeyendir"(Teğabün Suresi, 14) buyruluyor. Özellikle müminlerin kendi aralarında hoşgörülü ve affedici olmaya çok dikkat etmeleri gerekir.
Resulullah Efendimiz (sav)affedici olmanın fazileti üzerinde özellikle durmuş, bunun müminler arasında kardeşlik duygularının gelişmesinde vesile olacağını söylemiştir. O’nun örnek alınacak davranışlarından biriside şahsi sebeplerden dolayı kimseye kin tutmaması ve düşmanı bile olsa devamlı olarak affetme yoluna gitmesidir.
Nitekim Peygamber Efendimiz (sav)şöyle buyurmuştur: "Alçak gönüllülük insana yükseklikten başka birşey arttırmaz. Alçak gönüllü olun ki Allah sizi yükseltsin. Af ve bağışlanma insanın ancak şerefini yükseltir. Affediniz ki Allah sizi izzetlendirsin."(Isfahani)
Müslümanlar birbirleri üzerindeki haklarından vazgeçmeleri gerekir. Kin tutmak ve intikam almak gibi düşüncelerin müminler arasında yeri yoktur. Affedici olmak ahirette müminin derecesini arttırır ve dünya hayatında tesanüd duygularının gelişmesine yardımcı olur. Allah’ın Resulü şöyle buyuruyor: "Allahu Teala kıyamet günü mahlukatı mahşer yerine topladığı zaman arşın altından üç defa ‘ey iman edenler, Allah sizi affetti, siz de birbirinize olan hakkınızı bağışlayın’ diye seslenilir."(Kitabü’t-Tebsire)
TİCARETİN TEŞVİK EDİLMESİ VE DOĞRULUĞUN FAZİLETİ
Büyük İslam alimleri Hz. Muhammed (sav)’in peygamberliğinin delillerinin başında herkesçe kabul edilen doğruluğunu örnek gösterirler. O’nun bu özelliği sadece müslümanlar tarafından değil, Mekkeli müşrikler tarafından kabul görmüş bir gerçektir.
İslamiyet'in doğuşu ile birlikte Peygamberimiz (sav)bütün insanlığı, yaşantılarının her anında dürüst olmaya çağırmıştı.
"Doğruluğa yapışın zira doğruluk iyiliğe götürür. Doğruluk ve iyilik sahipleri cennettedir. Yalandan kaçının, zira yalan söyleyenler ve kötülük edenler cehennemdedir." (Taberani)
"Doğruluğu iltizam edin. Çünkü doğruluk hayra götürür. Kişi doğru söyleyip doğruluğu araştıra araştıra Allah katında doğrucu yazılır. Yalandan sakının. Çünkü yalan sapıklığa götürür. Şüphesiz sapıklık da cehenneme götürür." (Müslim)
Peygamber Efendimiz "ticarete devam edin. Çünkü rızkın onda dokuzu ticarettendir."(Garibü’l Hadis) buyurmuşlardır.
Resulullah’ın (sav), ticaretle uğraşanların doğruluğa büyük önem vermeleri konusunda sayısız hadisleri vardır. Bir hadis-i şerifte dürüst tüccarın ahirette şehidlerle beraber olacağını müjdeleniyor. Doğruluğa önem vermeyenlerin ise dünyada ve ahirette akılalmaz zorluklarla karşılaşacakları buyruluyor.
Resulullah Efendimizin ticarete önemine ve ticaretin dürüst bir şekilde yapılmasına dair bir çok hadisi vardır.
"Ticaretle uğraşanlar kıyamet gününde günahkar olarak dirilecekler. Ancak Allah’tan korkanlar, iyilik yapanlar ve doğru olanlar müstesna." (Tirmizi)
"Doğru olan tacir kıyamet günü Arş-ı A’la’nın gölgesi altındadır." (Esbahani)
"Malın ayıbını ve fiyatını gizlediler ve yalan söyledilerse, belki karları olur fakat alışverişin bereketini mahvederler. Yalan yemin malı sattırır fakat kazancı mahveder." (Buhari)
"Malını satışa arzeden rızka erer, pahalanması için saklayıp bekletenler Allah’ın lanetine uğrar." (Müslim)
"Alışverişte yemin, malın harcanmasına, kazancın elden gitmesine sebeptir." (Müslim)
"Bir malı satmak istediğin zaman da versen de yüksek fiyat değil satmak istediğin fiyatı söyle." (Ebu Davud)
Müslümanlar ticaretle uğraşırken günlük ibadetlerini ve kulluk vazifelerini ihmal etmemeleri gerekir. Zira dünyadaki nimetleri elde etmeye çalışırken ahiretini tehlikeye atabilir. Peygamberimiz bu konu ile ilgili şöyle buyuruyor: "Bana mal topla ve tüccar ol diye vahyolunmadı. Fakat bana rabbini tesbih et, secde edenlerden ol ve ölüm gelinceye kadar Rabbine ibadet eyle diye vahyolundu."(İbn Merdiye)
"Bir malın kusurunu söylemeden satmak hiç kimseye helal olmaz. Malın bu kusurunu bilene de onu söylememek helal olmaz." (Beyhaki)
"Kazancın nereden geldiğine aldırış etmeyen kimseyi, Allahu Teala hangi kapıdan cehenneme atacağına aldırış etmez." (Deylemi)
İslam dininde maddiyat ile maneviyat arasında bir sınırlama yoktur. Çünkü müminin Allah’ın emirlerine riayet ederek yaptığı tüm işler ibadet hükmündedir. Kendimi dine adıyorum mantığı ile toplumdan soyutlanmak İslam dininin mantığı ile çelişmektedir.
Hz. Ebubekir (r.a.) döneminde müslüman tüccarlar, ticaret için Filipinler’e kadar gitmişler ve oralara Allah (c.c.)’ın mesajını götürmüşlerdir. Şu anda bu bölgede yaşayan müslümanlar o günlerde müslüman tüccarlardan etkilenerek İslam dinini seçen insanların torunlarıdır. Bu örnekten de kesin olarak anlaşıldığı gibi, insanlar Allah (c.c.)’a olan kulluk vazifelerini unutmadıkça hangi konumda olurlarsa olsunlar İslam dinine faydalı olabilirler.
"Kişinin yediği yemeğin en helali, el emeği ve meşru alışverişten elde ettiği kazançtır." (Ahmed)
Ticarette dikkat edilmesi gereken bir diğer unsur faizdir. Günümüzde, ticaretle içiçe olan faiz müesseselerinden tüm müslümanların korunması gerekiyor. Çünkü, Allah (c.c.) Kuran’da faizi umursamayanlar için acı bir azaptan bahsediyor:
"Faiz (riba) yiyenler, ancak şeytan çarpmış olanın kalkışı gibi, çarpılmış olmaktan başka (bir tarzda) kalkmazlar. Bu, onların: "Alım-satım da ancak faiz gibidir"demelerinden dolayıdır. Oysa Allah, alışverişi helal, faizi haram kılmıştır. Kime Rabbinden bir öğüt gelir de (faize) bir son verirse, artık geçmişi kendisine, işi de Allah’a aittir. Kim (faize) geri dönerse, artık onlar ateşin halkıdır, orada sürekli kalacaklardır." (Bakara Suresi, 275)
Resulullah Efendimiz (sav) de faiz konusunda müminleri şöyle uyarıyor: "Miraca götürüldüğüm gece yedinci gökte üstümde yıldırım ve şimşek sesi duydum. Orada göbekleri önlerine sarkmış ve bir oda kadar büyümüş insanlar gördüm. İçlerinde bulunan yılan ve akrepler dışlarından görünüyordu. Cebrail’e (a.s.) kimler olduklarını sorduğumda bunlar faiz yiyenlerdir dedi."(Beyhaki)
"Faiz yetmiş kapıdır. En hafifi de insanın kendi annesine tecavüz etmesi gibidir. En ağırı ise insanın bir mümin kardeşinin şeref ve haysiyetine saldırmasıdır." (Taberani)
CÖMERTLİĞİN FAZİLETİ
Müslümana yakışan en güzel davranış, zenginliğe sahip olmadığı zaman sabretmesi, bir servet sahibi olduğu zaman ise bunu Allah (c.c.) yolunda en güzel şekilde kullanmasıdır. Şeytanın hilelerine kanıp, istikbal endişesi ile cimrilik edenleri Allah şöyle uyarıyor:
" Allah’ın, bol ihsanından kendilerine verdiği şeylerde cimrilik edenler bunun kendileri için hayırlı olduğunu sanmasınlar. Hayır; bu, onlar için şerdir; kıyamet günü, cimrilik ettikleriyle tasmalandırılacaklardır. Göklerin ve yerin mirası Allah’ındır. Allah yaptıklarınızdan haberi olandır." (Al-i İmran Suresi, 180)
Cömertlik ve israf konusundaki ayırımı Resulullah Efendimiz (sav) çok güzel olarak açıklamıştır. Resulullah Efendimiz özellikle Ramazan ayında kendisinden birşey isteyenlere hayır demez mutlaka isteklerini gerçekleştirmeye çalışırdı. Bir hadiste Resulullah’ın ihtiyaç sahibine, kendi adına borçlanmasını tavsiye ettiği rivayet edilmektedir.
Hz. Ali (r.a.) peygamberimizin cömertliğini şöyle anlatıyor: "O insanların en çok eli açık olanı, sıkıntılara göğüs germe bakımından göğsü en geniş olanı, en doğru sözlüsü, üzerine aldığı işi en güzel şekilde yerine getirendi. O, en güzel ve yumuşak tabiatlı olup kabile ve akrabasına en çok ikramda bulunan bir kişi idi. O’nu ilk gören O’ndan heybet duyar, sohbetinden bulunanlar ise O’nu severlerdi. O’ndan birşey istendiğinde varsa verir bulma imkanı varsa bulmaya çalışırdı."(Buhari)
Resulullah’tan cömertlikle ilgili güzel sözler: "Allah cömerttir, cömertliği ve güzel ahlakı sever, kötü ahlakı sevmez."(Haraiti)
"Cömertlik cennet ağaçlarından bir ağaçtır. Dalları dünyaya sarkmıştır. Her kim onun dalına yapışırsa o dal onu çeker cennete götürür." (İbn Hıbban, "Zu’afa”)
"Allahu Teala bütün velileri cömert ve güzel ahlaklı kılmıştır." (Darekutni)
"İki haslet vardır ki Allahu Teala onları sever ve iki haslete de buğzeder. Sevdiği hasletler; cömertlik ve güzel ahlaktır. Sevmediği iki huy ise, cimrilik ve kötü huydur." (Deylemi)
"Bol yedirmek, herkese selam vermek ve güzel konuşmak mağfireti gerektiren sebeplerdendir. Allahu Teala’nın bir takım kulları vardır, onlara kamu yararına harcanmak üzere servet verilmiştir. Bunlardan cimrilik eden olursa onlardan alır ve başkasına verir." (Taberani)
"Cömert, Allah’a yakın, insanlara yakın, cennete yakın, ve cehennemden uzaktır. Cimri ise Allah’tan uzak, insanlardan uzak, cennetten uzak fakat cehenneme yakındır." (Tirmizi)
TEVAZUNUN FAZİLET, KİBİRLİ OLMANIN SAKINCALARI
Peygamber Efendimiz (sav) insanlığın en üstün seviyesinde olmasına rağmen, bulunduğu mevkiden dolayı en ufak bir gurura kapılmadığı gibi, yaşantısındaki tevazu örnekleri bütün sahabe örnek olmuştur.
Hac mevsimi geldiğinde herkes gibi deve üzerinde hacceder, merkep üzerinde seyahat eder, hastaları ziyaret eder, zengin fakir ayırmadan herkesin cenazesine katılır, kölelerin bile yemek davetlerine icabet ederdi. Sık sık ayakkabısını tamir ettiği, elbisesini yamadığı görülmüştür. Yolda oynayan çocuklar gördüğünde yanlarına uğrar ve selam verirdi.
Resulullah Efendimizin (sav)en yakın arkadaşı ilk halife Hz. Ebu Bekir (r.a.)’in şu ünlü sözleri, O’nun tevazu yönünden Peygamber Efendimizi örnek aldığını göstermektedir. "Ey insanlar! En iyiniz olmadığım halde başa getirildim. Fakat Kuran inmiştir ve Resulullah’ın sünneti ortadadır. Ben olsa olsa O’nun takipçisiyim. Yoksa yeni bir çığır açacak değilim. Eğer güzel yaparsam bana yardımcı olunuz. Eğer yoldan saparsam beni düzeltiniz. Sözlerime kendim ve sizler için istiğfar ederek son veriyorum."(Mevaziu’s-Sahabe, s. 17)
" Allah için bir derece tevazu eden kimseyi Allah bir derece yükseltir. Ta ki onu firdevs cennetinin en yüksek yerine ulaştırır. Allah’a karşı bir derece kibir gösteren kimseyi Allah alçaltır. Ta ki onu cehennemin en alçak derecesine indirir. Eğer sizden biriniz kapısı ve penceresi olmayan sert bir kayanın içerisinde gizli bir şey yaparsa, gizlediği şey ne olursa olsun Allah onu ortaya çıkarır." (İbn-i Mace)
Resulullah (sav) bir sohbet sırasında "kalbinde zerre kadar kibir olan kimse cennete girmeyecektir buyurdu."
Bir adam dedi ki; "ya Resulullah insan elbisesinin ve ayakkabısının güzel olmasını ister."Peygamberimiz şöyle cevap verdi. "Allah güzeldir ve güzelliği sever. Kibir ise hakkı inkar etmek ve insanları küçük görmektir."(Müslim, Tirmizi)
"Müslüman kardeşine karşı tevazu eden kimseyi Allah yüceltir. Ve ona karşı üstünlük gösteren kimseyi ise alçaltır." (Taberani)
Kim olursa olsun, kendisini çağıran kimseye "buyurun"diye cevap verirdi. Bir meclise girdiği zaman herkese karşı sevgi ve tevazudan onların sohbetlerine iştirak eder; ahiretten konuşurlarsa ahiretten, yemekten konuşurlarsa yemekten, dünya ile ilgili hususatı konuşuyorlarsa bu yönden onların sohbetlerine katılırdı. Sohbetlerine gülümsemeyle karşılık verir, sakıncalı olabilecek bir konuya girmedikleri taktirde müdahale etmezdi.
Resulullah (sav) karşısındaki mümin kim olursa olsun farklı muamele yapmaz, herkese aynı oranda saygı gösterirdi.
Resulullah musafaha ettiği şahıs elini bırakmadıkça bırakmazdı. Karşısındaki yüzünü çevirmeden o yüzünü çevirmezdi. (İbn-i Mace)
"Peygamber’in kulağına eğilip birşey söyleyen herhangi bir kimseden başını, o adam başını çekmeden çekmezdi. Elini tuttuğu bir adam kendi elini onun elinden çekmedikçe Peygamberimiz de çekmezdi. Bırakmadıkça o da bırakmazdı." (Ebu Davud)
"Kalbinde hardal tanesi kadar iman olan kimse cehenneme girmez; kalbinde hardal tanesi kadar kibir bulunan kimse ise cennete giremez." (Müslim, Tirmizi)
"Kibirli ve kendinden olmayan şeylerle övünen kimse cennete giremez." (Ebu Davud)
"Cehenneme girecek ilk üç kimse şunlardır: Zalim idareci, zekat vermeyen zengin, böbürlenen kibirli fakirdir." (Buhari)
"Allah güzeldir ve güzelliği sever. Kibir ise hakkı kabul etmemek, insanları hor görmektir." (Müslim)
"Kalbinde hardal tanesi kadar kibir bulunanı, Allah yüzükoyun cehenneme atar." (Ahmed-Beyhaki)
Peygamber Efendimiz vakarlı konuşurdu fakat yüzünden tebessüm hiç eksik olmazdı. Hiç kimsenin kalbini kırmamış ve kimsenin duygularını incitmemişti. Enes b. Malik peygamberimizin bu konuda ne kadar örnek bir insan olduğunu şöyle anlatıyor: "On yıl Resulullah’ın hizmetinde bulundum. Hiçbir zaman yaptığım ve yapmadığım şeyden dolayı beni azarlamadı."(Buhari)
"Böbürlenen mütekebbirler kıyamet günü zerreler gibi ayaklar altında haşrolunurlar. Her küçük onların üstünde ve daha büyüktür. Sonra boles adında cehennemin bir zindanına atılırlar. cehennem ateşi onları kaplar. cehennem halkının yanıp eriyen cesetlerinden sulanırlar." (Tirmizi)
"Allahu Teala affedenin, ancak izzet ve şerefini arttırdığı gibi, tevazu göstereni de yüceltir." (Müslim)
"Allah, bana, birbirinize karşı mütevazi olmanızı, hiç kimseye karşı iftihar etmemenizi, hiç kimsenin hiç kimseye karşı haddi aşmamasını vahyetti." (Müslim)
"Cenab-ı Hak, kendisi için tevazu gösteren kimseyi mutlaka yükseltir." (Müslim)
NAMAZIN FAZİLETİ
Kuran’da ve sünnette ibadetler ayrıntılarıyla anlatılmıştır. İslam’ın beş temel şartı kapsamdaki farz olan ibadetleri Peygamberimiz (sav) şöyle özetliyor: "İslam dini beş temel esas üzerine bina edilmiştir. Allah’tan başka İlah olmadığına, Muhammed’in O’nun kulu ve elçisi olduğuna şehadet etmek, namaz kılmak, oruç tutmak ve haccetmektir." (Buhârî, Îmân 1, 2, Tefsîru sûre(2) 30; Müslim, Îmân 19-22. Ayrıca bk. Tirmizî, Îmân 3; Nesâî, Îmân 13)
Bir ayette Rabbimiz namazla ilgili olarak şöyle buyurmaktadır:
Sana kitaptan vahyedileni oku ve namazı dosdoğru kıl. Gerçekten namaz, çirkin utanmazlıklardan ve kötülüklerden alıkoyar. Allah’ı zikretmek muhakkak en büyüktür. (Ankebut Suresi, 45)
Peygamberimiz (sav), ahirette muhasebesi yapılacak ilk amelin namaz olduğu ve kulun namazları tamamsa kurtulacağını aksi takdirde hüsrana uğrayacağını buyurmuştur. (Tirmizi)
Hz. Ömer’den rivayet edilen bir hadiste, "Resulullah’a Allah’ın en çok sevdiği salih amel nedir"diye soruluyor. Hz. Muhammed (sav): "Vaktinde kılınan namazdır. Kim namazını terkederse onun dini yoktur. Namaz İslam dininin direğidir diye buyuruyor." (Beyhaki)
Peygamberimiz (sav) müminlerin üzerine farz olan beş vakit namaz içerisinde en çok sabah ve ikindi namazları üzerinde durmuştur. Bu namazlarda titizlik gösterenleri cennetle müjdelemiştir. (Buhari)
Kendisi namaz konusunda en ufak bir gevşeklik göstermemiş, aksine ayakta duracak hali kalmayıncaya kadar namaz kılmaya devam etmiştir. Bir sahabe cennetle müjdelendiği halde niçin kendisini bu kadar yorduğunu sorduğunda Resulullah şöyle cevap veriyor: "Ziyadesiyle şükreden bir kul olmayayım mı?" (Ahmed)
Resulullah Efendimiz (sav)’in namaz ile ilgili bazı hadisleri şunlardır:
"Beş vakit namaz, kapısının önünde akıp giden ve insanın her gün içinde beş defa yıkandığı suyu gür nehir gibidir." (Müslim)
"Namaz, insan ile küfür arasında bir perdedir. Namazı terketmek bu perdeyi kaldırmaktır." (Müslim)
"Onlarla bizim aramızda alamet-i farika namazdır. Binaenaleyh, namazı terkeden kafirlere benzemiştir." (Tirmizi)
"Cemaatle kılınan namazın sevabı yalnız başına kılınan namazdan yirmi derece efdaldir." (Buhari)
"Müminler yatsı namazı ile sabah namazındaki sevabı bilselerdi emekleyerek de olsa bu namazları cemaatle kılmaya gelirdi." (Buhari-Müslim)
"Bir kimse evinde güzelce temizlenir ve Allah’ın farzlarından birini ifa etmek maksadıyla mescitlerden birine giderse, attığı adımlardan biri günahlarını siler diğeri de onun derecesini yükseltir." (Müslim)
"Namazda insanların en büyük sevap alanı, camiye en uzak olanıdır." (Buhari)
"Camiye devam edenin imanına şehadet ediniz." (Tirmizi)
Peygamber Efendimiz, namazda sakalı ile oynayan bir kişi gördü ve ‘eğer bunun kalbinde huşu olsaydı diğer azalarında da olur ve sakalı ile oynamazdı’ buyurmuştur. (Tirmizi)
"Kırk sene beklemek namaz kılanın önünden geçmekten daha hayırlıdır." (Bezzar)
"Bir zaman gelecek mescitlerde dünya işleri konuşacaklar, Allah Katında onların bir değeri yoktur. Sakın onlarla düşüp kalkmayın." (Beyhaki)
Resulullah her farz namazın arkasından şu duayı okurdu: "Yegane olan Allah’tan başka İlah yoktur. O’nun hiçbir ortağı yoktur. Mülk O’nundur. Hamd O’na mahsustur. O’nun herşeye gücü yeter. Allah’ım senin verdiğine hiç engel yoktur. Senin vermediğini verebilecek yoktur. Hiç kimseye sahip olduğu makam ve serveti, sana karşı koyup fayda vermez." (Buhari-Müslim-Nesei)
Her namazın arkasından otuz üç kere "Sübhanallah”, otuz üç kere "Elhamdülillah" ve otuz üç kere "Allahu Ekber" deyip yüze tamamlamak için şu duayı okumaya teşvik etmiştir: "Yegane Allah’tan başka İlah yoktur. O’nun ortağı yoktur. Hamd O’na mahsustur. O’nun herşeye gücü yeter." (Müslim)
Namazdan en önemli unsur huşu içinde kılınmasıdır. Resulullah Efendimiz namazdaki huşuyu yakalamamız için bize şöyle bir tavsiyede bulunmuştur: "Namaz kıldığın vakit, nefsine, hevasına ve ömrüne veda eden, mevlasına teveccüh eden gibi namaz kıl." (İbn-i Mace)
Hz. Ayşe, Resulullah Efendimiz (sav)’in namaz konusunda ne kadar titizlikle durduğunu şöyle anlatmaktadır: "Peygamber Efendimiz bizimle, biz de onunla konuşur güler ve sohbet ederdik. Fakat namaz vakti gelince, azamet-i İlahi’den olacak, sanki O bizi bilmez ve bizde O’nu bilmez ve birbirimizi tanımaz gibi olurduk.”
CUMA NAMAZININ VE CUMA GÜNÜNÜN FAZİLETİ
"Üzerine güneş doğan günlerin en hayırlısı cuma günüdür. O gün Allah Adem’i yaratmıştır. Adem o gün cennete konulmuş ve yine o gün cennetten çıkarılmıştır. Kıyamet cuma gününden başka bir gün kopmayacaktır." (Tirmizi)
"Allah bizden öncekileri cumadan şaşırttı. Yahudilerin özel günü cumartesi, Hıristiyanlarınki ise pazar oldu. Derken Allah bizi dünyaya getirdi ve bize cuma gününü gösterdi. Böylece cuma, cumartesi ve pazar günleri ibadet günü ilan edilmiş oldu. İşte bu şekilde onlar kıyamet günü bizim peşimizden geleceklerdir. Bizler en son gelen dünyalılarız. Kıyamet günü en başta gelen bizler olacağız. Herkesten önce lehine hüküm verilen bizler olacağız." (Müslim) Peygamberimiz (sav)’in cuma günü ile ilgili tavsiyeleri
-Hz. Peygamber (sav)’e çokça salavat getirmek:
Resulullah şöyle buyurmuştur. "Cuma günü ve cuma gecesi bana çokça salavat getirin." (Beyhaki)
Peygamberimiz (sav)’in ümmeti dünya ve ahirette hangi hayra sahip olmuşlarsa O’nun sayesinde sahip olmuşlardır. Allah O’nun yüzü suyu hürmetine hem dünya, hem ahiret saadetini onlara bahşetmiştir. O halde O’nun birazcık olsun hakkını ödeyebilmek için cuma günü ve gecesi O’na çokça salavat getirmeliyiz.
-CUMA NAMAZI VE MÜSLÜMANLARIN BİRARAYA TOPLANMASI:
Cuma namazı, özgür, sağlıklı ve ergenlik çağını aşmış bütün erkeklere farzdır. Resulullah (sav)’ın ve dört halifenin zamanında cuma namazı, Müslümanların biraraya geldiği toplantı niteliğindeydi. Fakat daha sonra bu özelliğini kaybetti. Ebu Davud ve Tirmizi’de geçen bir hadiste Resulullah Efendimiz, "Kim üç cuma namazını önemsemediğinden dolayı terkederse Allah onun kalbini mühürler" (Tirmizi) buyuruyor. Kıyamet günü cennet halkının Allah’a yakınlığı Cuma namazlarına erken gelişleri ve imama olan yakınlığı ile ölçülecektir.
CUMA GÜNÜ GUSLETMEK:
Peygamberimiz Cuma namazına gelecek olan müminlerin bir gece önceden gusletmek suretiyle yıkanarak namaza gelmelerini emretmiştir. İslam alimleri, temizlenme ihtiyacı olan kişinin namazdan önce gusletmesinin vacip olduğu konusunda görüş belirtmiştir.
GÜZEL KOKU SÜRMEK:
Resulullah (sav) Cuma günleri güzel kokular sürmeye her zamankinden daha fazla dikkat etmiştir. O gün koku sürmek haftanın diğer günleri koku sürmekten daha faziletlidir.
Resulullah Efendimiz (sav) şöyle buyurmuştur:
Bir kimse Cuma günü gusleder, varsa güzel koku sürünüyor, en güzel elbisesini giyer de vakarlı ve ağırbaşlı bir şekilde camiye gider, kimseye eziyet vermezse ve imamın minbere çıkmasından itibaren hiç konuşmazsa iki cuma arasındaki günahları için kefaret olur.
NAMAZA ERKEN GİTMEK:
Resullulah (sav)’ın sağlığında müminler, cuma namazına ellerinden geldiğince erken gelirler ve gelmeyenlerin sorunları araştırılırdı. Gelenlerin ise sıkıntısı olup olmadığı sorulur, sıkıntısı olanın sıkıntısına çare bulunurdu.
HUTBE DİNLEMENİN ADABI: Resulullah Efendimiz (sav), imam minbere çıkıncaya kadar namaz kılınması, Kuran okunması ve ibadetle meşgul olmasını tavsiye etmiştir. İmam hutbeye çıkınca ise işiten kimseye susmak farzdır. Yanında konuşanı uyarması durumunda cuma sevabını alamaz.
Resulullah (sav)’ın günümüze ulaşan bir hutbesi:
Ey insanlar! Ölmeden önce Allah’a tevbe ediniz. Meşgul olmadan önce hayırlı ameller işlemeye hız veriniz. Rabbiniz’le aranızdaki bağları O’nu çok zikretmek suretiyle, gizli ve aşikar sadaka vermek suretiyle güçlendiriniz. Hem böylece mükafat alır, övülür, rızıklandırılırsınız.
Bilesiniz ki Allahu Teala, şu makamımda şu ayımda, şu yılımda kıyamete kadar cuma namazınızı üzerinize farz kılmıştır. Bir kimse başında zalim olmayan bir devlet başkanı olduğu halde cumayı kılmaya imkan bulup da inkar ettiğinden yahut hafife aldığından dolayı ben hayattayken yahut ölümümden sonra terkeder kılmazsa, Allah iki yakasını biraraya getirmesin, işinde bereket vermesin. Dikkat ediniz! Tevbe edinceye kadar böyle bir kimsenin kıldığı namaz namaz değildir, aldığı abdest abdest değildir, tuttuğu oruç oruç değil, verdiği zekat zekat değil, yaptığı hac hac değildir! O’na bereket de yoktur. Şayet tevbe ederse Allah tevbelerini kabul eder. (İbn-i Mace) | |
| | | @bdulKadir Adminstratör
Mesaj Sayısı : 6736 Rep Gücü : 10015190 Rep Puanı : 97 Kayıt tarihi : 17/03/09 Yaş : 61 Nerden : İzmir
| Konu: Geri: PEYGAMBERİMİZİN YÜKSEK AHLAKINA ÖRNEKLER Perş. Ekim 14, 2010 11:44 pm | |
| ZEKAT,İNFAK VE SADAKANIN FAZİLETİ Hz. Peygamber (sav), sahibi bulunduğu maldan en fazla infak eden insandı. O’ndan herhangi birşey istenirse az veya çok mutlaka birşey verirdi. Verdiğinden dolayı duyduğu sevinç ve neşe, alan kişinin sevincinden daha fazlaydı. Hz. Muhammed (sav), zekatın dört sınıf maldan verileceğini belirtmiştir. Bunlar halk arasında en çok dolaşan ve insanların zorunlu ihtiyaçları olan mallardır: 1) Zirai mahsüller ve meyveler, 2) Hayvanlar (deve, sığır, davar), 3) Altın ve gümüş, 4) Her türlü ticaret malı. Ey iman edenler, hiçbir alışverişin, hiçbir dostluğun ve hiçbir şefaatin olmadığı gün gelmeden evvel, size rızık olarak verdiklerimizden infak edin... (Bakara Suresi, 254) Peygamberimiz (sav)’in hayatında yardımlaşmanın çok büyük yeri vardır. Peygamberimiz (sav), yapılan yardımların en güzelinin gizli yardımlar olduğunu bize bildirmektedir. Hz. Muhammed (sav) şöyle buyurmuştur: "Ben Allah’tan korkarım diyen adam, sol elinin verdiğini sağ eli duymayacak derecede gizli sadaka veren ve tenha yerde Allah’ı zikrederek gözleri boşalan kimsedir." (Müslim) Şeytan insanları infak etmekten alıkoymak için gelecek endişesi ile korkutur. Bunun sonucu olarak insanları cimriliğe sürükler. Peygamberimiz (sav) ise bunun mümin için büyük bir tehlike olduğunu bildirmiştir: "Cimrilik etme ki Allah da sana olan nimetlerinden esirgemesin. Malının fazlasını saklama ki Allah da fazla olan keremini senden menetmesin." (Müslim) "Her kim borçlu olan bir fakire mühlet verir yahut alacağını bağışlarsa, Allah o kimseyi arşın gölgesinden başka hiçbir gölgenin bulunmadığı kıyamet gününde arşın gölgesi ile gölgelendirir." (Müslim) "Zekat vermeyen altın ve gümüş sahiplerinin kıyamet günü bu malları ateşten bir zincir olur. O bunlarla ateşe atılır. Bu ateşten zincir onun yüzünü arkasını ve yanlarını dağlar. Bu ateşten zincir soğuduğunda tekrar ateş haline döner. Bizim dünya senemizle elli bin sene olan kıyamet gününde insanlar arasında hesap görülünceye kadar bu hal tekrar olunur." (Buhari) ORUCUN FAZİLETLERİ "Ey iman edenler, sizden öncekilere yazıldığı gibi oruç size de yazıldı (farz kılındı). Umulur ki sakınırsınız." (Bakara Suresi, 183) Oruç ibadeti İslamın beş temel şartından birisidir ve mükafatı çok fazladır. Peygamberimiz (sav) de bu ibadetin fazileti üzerinde çok fazla durmuş ve tüm detaylarıyla bu ibadetin inceliklerini ümmetine anlatmıştır. Resulullah Efendimiz (sav), iftarda acele eder ve yakınlarının da acele etmelerini teşvik ederdi. Sahura mutlaka kalkardı. Fakat iftarın aksine sahur yemeğini geç saatlere bırakırdı. İftarını hurma bulamazsa su ile açardı. Oruç ile ilgili hadislerinde Peygamber Efendimiz (sav) buyuruyor ki: "Adem oğlunun her ameli katlanır. Bir iyilik yedi yüz misline kadar katlanabilir. Yalnız oruç müstesna. Çünkü onun mükafatını Allah verecektir. Oruçlu iken iki ferah vardır. Birincisi iftar zamanının sevinci, diğeri Rabbine ulaştığı zamanki sevinçtir" (Müslim) Orucun diğer ibadetlerden en büyük farkı gösteriş için yapma ihtimalinin çok az oluşudur. Bu yüzden mümini riyaya sürükleme gibi bir tehlikesi yoktur. Ayrıca orucun kazası da yoktur. Mazereti olmayan yetişkin tüm Müslümanlara oruç farzdır. Resulullah (sav) şöyle buyuruyor: "Kim mazeretsiz olarak Ramazan’da bir gün oruç yerse, ebediyen oruç tutsa da onu kaza etmiş olmaz." (Tirmizi) "Ramazan ayı girdiğinde göklerin kapıları açılır, cehennemin kapıları kapatılır ve şeytan zincire vurulur. Orucu boşlama, çünkü onun dengi yoktur." (Müslim) "Cennette bir kapı vardır ki buna reyyan derler. Kıyamet gününde buradan oruçlular girecektir. Müteakiben bu kapı kapanacak başka kimse alınmayacaktır." (Müslim) Oruç bir kalkandır. Oruçlu kötü söz söylemesin. Oruçlu kendisi ile dalaşmak isteyene iki defa ben oruçluyum desin. Cenab-ı Hak’ka yemin ederim ki oruçlunun açlık kokusu, Allah indinde misk kokusundan daha temizdir. Allah buyurmuştur ki: "Oruçlu kimse benim rızam için yemesini, içmesini ve cinsi münasebetlerini bırakmıştır. Oruç doğrudan doğruya benim için yapılan (riya karışmayan) bir ibadettir. Onun mükafatını doğrudan doğruya ben veririm." (Buhari) Farz olan Ramazan orucunu kasten bozmak büyük günahlardandır. Nitekim Resul-i Ekrem şöyle buyuruyor: "Kim Ramazan ayında orucunu bozarsa; onun üzerine, zıhar yapan kimsenin üzerine lazım gelen şey (Kefaret) gerekir." (Fethu’l Kadir) Dolayısıyla Ramazan ayı içerisinde, oruçlu olması gerekirken kasten yiyip içen kimse arka arkaya olmak şartıyla altmış gün oruç tutmak zorundadır. Resulullah Efendimiz (sav) akşam namazını kılmadan önce iftar ederdi. Hurma veya su ile orucunu açardı. Orucunu açarken "Allah’ım! Senin rızan için oruç tuttum. Rızkınla orucumu açtım. Oruçlarımızı kabul et. Şüphesiz sen herşeyi işitir ve bilirsin"derdi. (Ebu Davud) Orucun sünnetleri: 1) Sahuru geciktirmemek ve uykuyu bölerek sahur yemeğini yemek. 2) İftarı akşam namazından önce ve hurma yada suyla açmak. 3) Ramazan ayı içerisinde iftardan önce sadaka vermek. 4) Ramazan ayının son on günü itikafta olmak. 5) Öğlenden sonra misvak kullanmamak. EMANETE RİAYET KONUSU Kuran’da emanete riayet konusu müminlerin en önemli özellikleri arasında gösterilmiştir. Bir ayette buyurulmaktadır: "Onlar, emanetlerine ve ahidlerine riayet edenlerdir"(Mü’minun Suresi, buyurulmaktadır. Müminler özellikle sözlerine sadık olmak ve emanete riayet konularına çok dikkat etmeleri ve bu konuda diğer insanlara örnek olmaları peygamberimizin sünnetlerindendir. Hz. Ali (r.a.), Peygamberimizin (sav)bir sahabe ile şöyle bir konuşmasına şahit olduğunu anlatıyor: "Ya Resulullah bu dinde en zor ve en kolay olan şeyleri bana söyler misin dedi. Peygamberimiz ona şöyle karşılık verdi.” "En kolayı, Allah’tan başka ilah olmadığına, Muhammed’in Allah’ın kulu ve elçisi olduğuna Şehadet etmen, en zoru ise emanettir. Çünkü emanet konusunda titiz olmayanın dini yoktur. Onun ne kıldığı namaz kabul olunur nede verdiği zekat buyurdu." (Bezzar) "Siz, gönül rızası ile bana altı şey yapacağınıza söz verin, ben de size cennete gireceğinize dair söz vereyim. Konuşurken yalan söylemeyin, vaadinizden caymayın, size bir şey emanet edilince ona hıyanet etmeyin..." (Beyhaki) "Abdesti olmayanın namazı olmadığı gibi emanete hıyanet edenin imanı yoktur." (Taberani) "Münafıkın alameti üçtür. Konuşunca yalan söyler, vaadinden cayar, kendisine bir şey emanet edildiğinde hıyanet eder." (Buhari, Müslim) "Ahidleştiğiniz zaman, Allah’ın ahdini yerine getirin, pekiştirdikten sonra yeminlerinizi bozmayın; çünkü Allah üzerinize kefil kılmışızdır. Şüphe yok Allah yapmakta olduklarınızı bilir." (Nahl Suresi, 91) ALLAH'I ANMANIN FAZİLETİ Bütün ibadetlerin özü ve aslı Allahu Teala’yı anmak ve O’nu hatırlamaktır. Allah (c.c.)’ın bize farz kıldığı ibadetlerin tümünün özünde Allah’ın daha iyi bir şekilde anılması vardır. Zira Peygamber Efendimiz (sav) şöyle buyurmuştur. "Asla gölge bulunmayan kıyamet gününde Allah yedi sınıf insanı kendi rahmeti altında gölgelendirir. Bunlardan birisi kimsenin bulunmadığı yerde Allah’ı zikredip Allah korkusundan gözleri yaşaran kimsedir."(Buhari-Müslim) Yine başka bir hadiste "Lailahe İllallah"kelimesini zikretmenin faziletini Allah’ın Resulü şöyle açıklıyor. "Kulun yaptığı her iyilik kıyamet günü teraziye konur. Yalnız "Lailahe İllallah"kelimesi konmaz. Eğer onu teraziye koysalar, yedi kat gökten, yerden ve onun içindekilerden ağır gelir."(Taberani) Peygamberimiz, şu veya bu şekilde daima zikirle meşguldü. Allah’la birlikte olmanın en iyi yolunun O’nu zikretmek olduğunu söylerdi. Kuran-ı Kerim’de şöyle buyuruluyor: "Onlar otururken, yanları üzerine yatarken, Allah’ı zikrederler. Ve göklerin ve yerin yaratılışı konusunda düşünürler..." (Al-i İmran Suresi, 191) "Rabbini sabah akşam, yüksek olmayan bir sesle, kendi kendine ürpertiyle yalvara yalvara için için zikret..." (A’raf Suresi, 205) Peygamberimiz Allah’ı zikretme konusunda Kuran’daki bu uyarıları kendi hayatında mükemmel bir şekilde uygulamıştı. Hadis rivayetlerinde Otururken, ayaktayken, yürürken, yerken, uykudan evvel, abdest alırken, elbiselerini giyerken, yolculuğa çıkarken, mescide girerken, kısacası bütün durumlarda Allah’ı anmayı ihmal etmezdi. Resulullah Efendimiz şöyle buyurdu: "Allahu Teala dedi ki: Kullarım beni zikredip, dudaklarını benim için kıpırdattığı müddetçe ben kulumla beraberim. Kulum tenha biryerde beni zikrederse, ben de onu kendi zatımla anarım. Cemaatte andığı vakit, ben de onun bulunduğu cemaatten daha iyi bir cemaatte onu anarım. Kulum bana bir karış yaklaşırsa ben ona bir arşın yaklaşırım. Kulum bana yürüyerek gelirse ben ona doğru koşarım, yani isteklerine süratle icabet ederim." (Buhari) "Amellerinizin en hayırlısını, Allah katında en makbulünü ve derecelerinizi en çok yükseltecek olanını, altın ve gümüş infak etmekten daha değerli, düşman karşısında ölmekten yada öldürülmekten daha hayırlısını size bildireyim mi? Daima Allah’ı zikretmektir." (Tirmizi) MÜMİNLER ARASINDAKİ BAĞLILIĞIN FAZİLETİ Onlar, mü’minleri bırakıp kafirleri dostlar (veliler) edinirler. ‘Kuvvet ve onuru (izzeti)’ onların yanında mı arıyorlar? Şüphesiz, ‘bütün kuvvet ve onur’ Allah’ındır. (Nisa Suresi, 139) Başka bir ayette ise müminlerin kurşundan kaynatılmış binalar gibi saf bağlamalarından bahsedilmektedir. Müminlerin diğer insanlardan en büyük farkları birbirlerine olan güvenleri, fedakarlıkları ve bağlılıklarıdır. Bu erdemleri müminlerin dışında yaşamaya çalışanlar hem dünyada hem de ahirette büyük bir hüsranla karşılaşacaklardır. Nitekim Resulullah Efendimiz bu konuyla ilgili olarak şöyle buyurmuştur: "Kim cemaat(imiz)den bir karış uzaklaşırsa kendini dine bağlayan İslam bağını boynundan çıkarıp atmış olur." (Ebu Davud) "Bir müslümanın, müslüman kardeşine üç günden fazla küsmesi helal değildir. Bu kişilerden hayırlı olanı birbirlerini gördüklerinde önce selam verenidir." (Buhari) Müminlerin bağlılıklarının göstergesi ayıplarının açığa vurmamasıyla anlaşılır. Onun ayıbını açığa vurur diğer insanların gözünde küçük düşüreceği yerde onun hatalarını söyleyerek düzelmesine yardımcı olması gerçek bir mümine yakışan bir davranış olur. Hz. Muhammed (sav)’in şu sözleri bizi doğrular niteliktedir: "Kim bir ayıp görür de örterse diri diri toprağa gömülmüş bir kızı ihya etmiş gibi olur." (Ebu Davud) "Bir kul dünyada bir kulun ayıbını örterse Allah’da kıyamette onun ayıbını örter." (Müslim) Müminler sevdiği insanı sadece Allah’ın rızasına göre sevmelidir. Bunun dışında heva ve hevesinde doğrultusunda gerçekleşen bir sevgi anlayışı Kuran’a ve Peygamberimizin sünnetine uygun olmaz. Hz. Muhammed buyuruyor ki: Kıyamet günü Allah şöyle seslenecektir; "Nerede benim rızam için sevenler? Onları benim gölgemden başka hiç bir gölgenin olmadığı bu günde arşın gölgesinde gölgelendireceğim."(Müslim) "Kim imanın zevki ve halaveti ile ferahlamak isterse, sevdiğini sırf Allah rızası için sevsin." (Hakim) "İmanı kamil olan, sevdiği kimseyi, ondan menfaat gördüğü için değil sırf Allah rızası için sever. Gerçek iman budur." (Taberani) "Bir adam, birini Allah için sever de ona; seni Allah için seviyorum derse ikisi de cennete girerler. Sevenin ise derecesi daha yüksektir." (Bezzar) "Resulullah bir sohbet sırasında şöyle buyurdu. "Ey insanlar dikkatle dinleyin, dediklerimi iyi anlayın. Allah’ın öyle kulları var ki, Peygamber değiller, şehid de değiller, fakat Allah’a yakınlık ve yüce mevkilerine peygamberler ve şehidler imrenirler."Cemaatten bir kişi Hz. Muhammed (sav)’e şöyle bir soru sorar. "Ya Resulullah! Peygamber ve şehid olmadıkları Allah’ın katındaki mevkilerine peygamberlerin ve şehidlerin gıpta ettikleri insanlar nasıl kimselerdir?"Peygamberimi bu soruya şöyle cevap verir. "Onlar kimsenin önemsemediği, gösteriş yapmayan kimselerdir. Ayrı ayrı yerlerden akraba olmadıkları halde bir araya gelen, birbirlerine karşı kalpleri tertemiz, din uğrunda birleşip kaynaşan kimselerdir. Kıyamet günü, Allah onlar için, hakkettiği nurdan minderler üzerinde otururlar. Allah onlara nurdan elbiseler halkeder, yüzlerini nurlandırır. O gün herkes korku ve heyecan içindeyken, Allah’ın o veli kullarına korkar ne üzülürler." (Ahmed) "Cennette yakut sütunların üzerinde halkedilmiş yeşil zümrütten odalar vardır. Yıldızlar gibi parlayan kapıları açıktır"dedi. "O odada kimler kalacak?"diye sorulunca, "Allah rızası için bir araya gelerek yardımlaşarak kaynaşan kimseler kalacak diye buyurdu."(Bezzar) "Siz mümin olmadıkça cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe tam mümin sayılmazsınız." (Müslim) "Kim Allah için yardım eder, Allah için yardımı keser, Allah için sever, Allah için evlenir ve evlenenlere yardım ederse, o zaman imanı kemale erer." (Tirmizi) "Hep müminlerle arkadaşlık yap, yemeğini takva sahibi müminlere yedir." (İbn-i Hıbban) Hz. Ali (r.a.); "üç şey gerçektir ve şüphe götürmez; Allah, İslam’dan nasibini alıp yararlı iş yapanı, İslamdan nasibini almayan gafiller gibi kılmaz. Allah, kendisine itaat ederek yaklaşan kulunu başkasına kul etmez. Kişi kimi severse, mutlaka ahirette onunla haşrolunur.” "Müminler birbirini sevmekte, birbirine acımakta ve birbirini korumakta bir vücud gibidir. Vücudun bir uzvu rahatsız olursa, sair azaları da bu yüzden humma ve uykusuzluğa tutulur." (Buhari) "Sizin dostunuz sadece, Allah, O’nun peygamberi ve Allah’a boyun eğerek namaz kılan, zekat veren müminlerdir. Kim Allah’ı Resulünü ve iman edenleri dost edinirse, şüphesiz ki Allah’ın taraftarları galip gelecektir." (Maide Suresi, 55-56) BAŞKASINA ZARAR VERMEMEK,ZARAR VERENE MANİ OLMAK Müminler, çevresine zarar vermediği gibi zarar verenlere müdahale eden kişilerdir. Bu yüzden de devamlı olarak çevremizdeki insanları hareketlerimizle ve sözlerimizle örnek insan olmamız gerekir. Allah, Kuran’da şöyle buyurmaktadır: "Sizden; hayra çağıran, iyiliği (marufu) emreden ve kötülükten (münkerden) sakındıran bir topluluk bulunsun. Kurtuluşa erenler işte bunlardır." (Al-i İmran Suresi, 104) Resulullah Efendimizin hayatında da bu konuda sayısız örnek vardır. "Bir müslümana zarar verene Allah da zarar verir, meşakkat verene Allah da meşakkat verir." (Tirmizi) "Şüphesiz ki Allah, dünyada insanlara azap edenlere azap edecektir." (Ebu Davud) "Bir kötülük yapıldığını gören kimse onu eliyle değiştirsin. Şayet buna gücü yetmiyorsa diliyle mani olsun. Buna da gücü yetmiyorsa kalbiyle buğzetsin. Bu ise imanın en zayıfıdır." (Buhari-Müslim) RİYA VE ŞİRKİN ZARARI Riya, ibadet ve hayır işlerinin açık ve aleni yapılması ve yapan kişinin Allah’ın rızasından çok insanların rızasını aramasıdır. İbadet ve hayırlar sırf Allah rızası için yapıldığında ibadet ve hayırdır. Böyle bir maksat dışında yapılanlar makbul değil, aksine büyük günah ve gizli şirktir. Kuran’da da riyakarlığın münafıklık alameti olduğu belirtiliyor: "Gerçek şu ki, münafıklar (sözde), Allah’ı aldatmaktadırlar. Oysa O, onları aldatandır. Namaza kalktıkları zaman, isteksizce kalkarlar. İnsanlara gösteriş yaparlar ve Allah’ı ancak çok az anarlar." (Nisa Suresi, 142) Resulullah Efendimiz (sav) şöyle buyuruyor: "Allah tüm insanları ve cinleri kıyamet günü topladığı zaman bir çağırıcı, ‘kim Allah rızası için işlediği bir ibadete Allah dışında başka birisinin rızasını ortak etti ise, sevabını da ondan talep etsin. Çünkü Allah’ın ortağ ihtiyacı yoktur’, diyecektir.” "Ümmetim hakkında en çok korktuğum şey, Allah’a ortak koşma suçu işlemeleridir. Bilmiş olunuz ki şüphesiz onlar güneşe, yıldıza, aya tapıyor diyecek değilim. Fakat birtakım ibadetlerini Allah’tan başkası için işleyecekler ve gizli şehvet arzulayacaklardır." (İbn-i Mace) "Kim ibadetlerinde riyakarlık ederse, Allah onun riyakarlığının cezasını verir. Kim ibadetlerini gösteriş için halka işittirirse, Allah onun niyetini halka işittirir." (İbn-i Mace) DÜNYA HAYATININ GEÇİCİLİĞİ Şeytanın en büyük hilesi yaşanılan dünyanın ve bu dünyadaki nimetlerin hiç sona ermeyecek gibi göstermesidir. Müminlerin şeytanın bu hilesi karşısında çok dikkatli olması gerekir. Nitekim Kuran’da şöyle buyuruluyor: "Dünya hayatı yalnızca bir oyun ve bir oyalanmadan başkası değildir. Korkup-sakınmakta olanlar için ahiret yurdu gerçekten daha hayırlıdır. Yine de akıl erdirmeyecek misiniz?" (En’am Suresi 32) Hz. Ali (r.a.) şöyle buyuruyor: "Ey Allah’ın kulları! Siz bu dünyadan göçenlerden farklı değilsiniz. Onlar sizden daha uzun ömürlü, daha kuvvetli, daha mamur beldelere ve daha ölmez eserlere sahip idiler. Birkaç nesil sonra sesleri sakinleşti ve tamamen duyulmaz oldu. Cesetleri çürüdü, yurtları bomboş kaldı ve eserleri yok oldu. Onlar muhteşem saraylarını, konforlarını ve atlastan dokunmuş yataklarını yastıklarını üzeri taşlarla örtülü, toprak yığılı viranelere yapılmış mezarlara değiştiler. Yerleri dar sakinleri gariptir. Onlar orada yalnızların, kendi başının derdine düşenlerin ve birbirleriyle samimi olmayanların arasındadırlar. "Sizin ölüler diyarına varmanız ve orada yaptıklarınıza karşılık rehin olarak kalmanız yakındır. Sizi de kabir kucaklayacak... Ahiret için çalışmadan ahireti uman, uzun emellerin peşinde koşup tevbeyi geciktiren, dünyayı sevmeyen kişilerin diliyle dünyadan bahseden fakat dünyayı sevenler gibi çalışan, kendisine verilince doymayan, verilmeyince sızlanan kimselerden olmayın.” Resulullah Efendimiz (r.a.), dünyadan yüz çevirmenin anlamını şöyle açıklıyor: "Dünyadan yüz çevirmek, ne helal şeyleri haram etmektir, ne de malı zayi etmektir. Dünyaya rağbet göstermemek, elinde olan nimete, Allah’ın elinde olan nimetlerden daha fazla güvenmemen ve başına bir musibet geldiğinde o musibete gösterdiğin rağbet, o musibetin gelmemiş olmasına gösterdiğin rağbetten fazla olmasıdır."(İbn-i Mace) "Elinizden geldikçe kendinizi dünya işlerine fazla kaptırmayın. İbadet için kendinize vakit ayırın. Zira kimin amacı sırf dünya olursa, Allah işlerini dağıtır. Fakirliği devamlı aklına getirir. Kiminde amacı ahiret ise, Allah işlerini toparlar, huzurunu artırır. Zenginliği kalbine yerleştirir. Hakkında hayırlı olan herşeyi hızla ona yaklaştırır." (İbni Mace, Taberani, Beyhaki) "Kim gönlünü tamamen Allah’a bağlarsa, Allah onun bütün ihtiyaçlarını sağlar. Onları beklemediği yerden rızık kapılarını açar. Kim de kendini tamamen dünyaya verirse, Allah onu dünyaya bırakır. Ona yardımı keser." (Beyhaki, İbni Hıbban) "Kim sabahleyin kalkınca hep dünya işini düşünür, ibadetlerini ihmal ederse, Allah’tan ona hiçbir yardım olmaz." (Taberani) "Adem oğlunun iki dere dolusu altını olsa üçüncüsünü isterdi. Adem oğlunun gözünü ancak bir avuç toprak doyurur. Tevbe edenin tevbesini Allah kabul eder." (Buhari-Müslim) "Ey insanlar rızkınızı güzel yollardan arayın. Kul için takdir edilenden fazlası yoktur. Kul dünyadan göçmeden önce kendisi için takdir edilen rızkı alacaktır." (Hakim) "Sizden biriniz kendisinden daha üstün servete malik olan kimseyi gördüğü zaman hemen kendisinden daha düşük olanı düşünsün." (Buhari-Müslim) | |
| | | @bdulKadir Adminstratör
Mesaj Sayısı : 6736 Rep Gücü : 10015190 Rep Puanı : 97 Kayıt tarihi : 17/03/09 Yaş : 61 Nerden : İzmir
| Konu: Geri: PEYGAMBERİMİZİN YÜKSEK AHLAKINA ÖRNEKLER Perş. Ekim 14, 2010 11:45 pm | |
| KISKANÇLIK (Hased)
Hased bir kimsede bulunan bir nimeti çekememek ve o nimetin o kimsenin elinden çıkmasını arzu etmektir. Bir nimetin sahibinin elinden çıkmasının arzu eden kişi bunu fiiliyata döksün yada dökmesin hased etmiş olur. Müminler arasında yapılan hased tesanüdü yok ettiği gibi büyük günahlar arasındadır.
Eğer bir kimse iradesi dışında hased ediyorsa bundan kurtulabilmek için Allah’a dua etmelidir. Müminlerin birbirlerine imrenmelerini gerektirecek tek konu takvaları olmalıdır. Müminler arasındaki kıskançlık ve gereksiz çekişmelerin sonucu Kuran’da şu şekilde açıklanıyor:
"Allah’a ve Resûlü’ne itaat edin ve çekişip birbirinize düşmeyin, çözülüp yılgınlaşırsınız, gücünüz gider. Sabredin. Şüphesiz Allah, sabredenlerle beraberdir." (Enfal Suresi, 46)
Resulullah Efendimiz buyuruyor: "Bir koyun sürüsüne giren iki aç kurdun sürüye verdiği zarar, içinde hased duyguları taşıyan müslümanın dinine verdiği zarardan çok değildir. Gerçekten ateş odunu yakıp yediği gibi hased de iyilikleri yok eder."(Tirmizi)
"Birbirinize hiddetlenmeyin, birbirinizi kıskanmayın, birbirinize arka çevirmeyin; ey Allah’ın kulları kardeş olun. Bir müslümana üç günden fazla din kardeşi ile küs durması helal olmaz." (Müslim)
Ancak iki kişiye hased edilebilir; Allahın kendisine verdiği malı O’nun yolunda sarfeden kişi ve Allah’ın verdiği ilim ile amel eden ve onu başkalarına öğreten kişi (İbn-i Mace) Burada hasedden maksat nimete sahip kişinin kötülüğünü istemek değil aynı nimetlerin kendisinde de oluşmasını arzu etmektir.
"Ateş odunu yaktığı gibi, hased de sevapları mahveder." (Ebu Davud)
"Çekememezlik yapmayın, birbirinizden ayrılmayın, husumetleşmeyin, arka çevirmeyin, ey Allah’ın kulları kardeş olun." (Ebu Davud)
ÖFKELENDİĞİNDE ÖFKEYİ YENME
Müminin tevekkülünün, Allah’a olan yakınlığının ve kadere olan imanının en büyük göstergesi, öfkelendiği zaman öfkesini yenmesidir. Hayrın ve şerrin Allah’tan geldiğini bilen bir kişi başına gelen her türlü olayda Allah’a tevekkül eder ve öfkeye kapılmaz. Bu yüzden şeytanın, mümini öfkelendirerek Allah’ı unutturmasına olanak tanımamalıyız. Allah Kuran’da mümin vasıflarını anlatırken müminlerin öfkeyi yenmesi üzerinde özellikle duruyor:
"Onlar, bollukta da, darlıkta da infak edenler, öfkelerini yenenler ve insanlar (daki hakların)dan bağışlama ile (vaz) geçenlerdir. Allah, iyilik yapanları sever." (Al-i İmran Suresi, 134)
Resulullah Efendimizin (sav) bu konuda bir çok hadisleri vardır: "Bir kulu yalnızca Allah’ın rızasını gözeterek öfkesini yenmesinden daha büyük bir ecir yoktur."(İbn-i Mace)
Bir sohbet sırasında Resulullah Efendimiz "sizce pehlivanlık nedir?"diye sordu. "Onlarda yenilmeyen kimsedir"dediler. Hz. Muhammed (sav), "hayır gerçek pehlivan öfkelendiğinde nefsine hakim olan insandır"buyurdu.
"Yapmaya gücü yettiği halde öfkesini yenen kimseyi, Allah kıyamet günü mahlukatın başına çağırır ve hurilerden dilediğini seçmesine izin verir." (Ebu Davud)
"Kim gücü yettiği halde hiddetini yener ve intikama kalkışmazsa, kıyamet günü mahlukatın huzurunda Allah-ü Teala onu çağırarak hurilerden dilediğini almakta serbest bıraktı." (Ebu Davud)
"Muhakkak ki cehennemde bir kapı var ki, bu kapıdan yalnız, kinin şiddetini, Allah’a isyan etmemek suretiyle yenenler girecektir." (İbn Ebi’d Dünya)
"Hiddetlenen kimse kendisini cehenneme sürüklemiş olur." (Bezzar)
"Gazap ve şiddet, kalpte yanan birer ateş parçası ve birer kıvılcımdır. Onun şah damarının şişmesini ve gözlerinin kızarmasını görmüyor musunuz? Sizden birinize bu hal geldiği vakit, ayakta dursun, oturuyorsa yatsın." (Tirmizi)
Resulullah Efendimiz nefsine yenilerek öfkelenenlere şöyle bir tavsiyede bulunmuştur: "Sizden biriniz öfkelendiği vakit su ile abdest alsın; zira hiddet şeytandandır. Şeytan ise ateşten yaratılmıştır."(Ebu Davud)
EVLİLİĞİN FAZİLETİ
İslam alimleri evlenmenin fazileti konusunda ittifak etmişlerdir. Hz. Ömer (r.a.) "insanı evlilikten ancak, acizlik ve facirlik meneder"buyurmuştur.
Allah Kuran’da şöyle buyurmuştur: Ve onlar: "Rabbimiz, bize eşlerimizden ve soyumuzdan, gözün aydınlığı olacak (çocuklar) armağan et ve bizi takva sahiplerine önder kıl"diyenlerdir. (Furkan Suresi, 74)
Abdullah İbn Abbas ise "kişinin ibadeti ancak evlenmek ile kemal bulur"demiştir.
Resul-i Ekrem: "Evlenen kimse dinin yarısını korumuş olur. Artık diğer yarısında da Allah’a karşı gelmekten sakınsın"buyurmuştur. (Beyhaki)
Peygamber Efendimizin evliliği teşvik eden hadisleri şöyledir: "Evlenmek benim sünnetimdir. Benim sünnetimi yerine getirmeyen benden değildir. Evlenin! Zira ben, diğer ümmetlere sizin çokluğunuzla iftihar edeceğim."(İbn-i Mace)
"Gençlerden ailesini geçindirecek kadar geliri olanlar derhal evlensin. Çünkü evlenmek gözü haramdan daha fazla sakındırır, nefsi daha fazla korur. Evlenmeye gücü yetmeyenler oruç tutsun. Zira oruç şehveti kırar." (Buhari-Müslim)
Resulullah Efendimiz müminlerin kendilerine eş seçerken nelere dikkat etmeleri gerektiğini bize şöyle açıklıyor: "Kadını güzelliği dolayısıyla alma, çünkü güzelliğinin kendisini helaka sürüklemesinden korkulur. Kadını malı yüzünden de alma; çünkü servetinin kendisini azdırmasından korkulur. Ancak dindar olan kadını al."(İbn-i Mace)
"Kadın dört vasfı için nikahlanır: Malı, asaleti, güzelliği ve dindarlığı için. Sen bunlardan dindar olanını seç. Böyle yapmazsan yoksulluğa düşersin." (Buhari, Ebu Davud)
"Dünya bir metadır. Dünya metaının en iyisi salih bir kadındır." (Müslim)
Müminler evlendiği kişinin her şeyden önce müslüman olduğunu unutmamaları gerekir. Bu yüzden müminlerin aile hayatında, bu önemli unsuru unutmamaları gerekir. Zira Resulullah Efendimiz, "müminlerin iman yönünden en kamili ahlakı en güzel ve ailesine karşı en lütufkar davrananıdır"(Tirmizi) buyurmuştur.
Bir başka hadiste şöyle buyuruluyor: "Bir mümin erkek bir mümin kadına buğzetmesin. Çünkü onun bir huyunu beğenmezse başka bir huyunu beğenir."(Müslim)
"Karısının kötü huyuna tahammül eden erkeğe, Allah hastalığa sabreden Eyüp Aleyhisselam’a verdiği mükafat gibi mükafat verir. Kocasının kötü huyuna tahammül eden kadına da firavunun nikahında bulunan Asiye’ye verdiği mükafatı verir." (İhya)
"İmanca en mükemmeliniz, ahlakça en güzelinizdir. En hayırlınız eşlerine en iyi davrananızdır." (Tirmizi)
"Kadınlara davranışlarınız konusunda Allah’tan korkunuz. Çünkü siz onları Allah’tan emanet olarak aldınız." (Ebu Davud)
EVLADIN AİLESİNE ,AİLENİN EVLADINA KARŞI SORUMLULUKLARI
Evlenen müminlerin en büyük sorumlulukları hayırlı evlat yetiştirmektir. Resulullah, ahirette ümmetinin çokluğu ile övüneceğini söylemektedir. Bunun yanında yetiştirilen evlatların hayır duaları, ahirette kendisini yetiştiren anne ve babasına büyük fayda sağlayacaktır.
Bir evlada verilebilecek en iyi hediye ona İslam ahlakını aşılayabilmektir.
Peygamberimiz şöyle buyuruyor: "Dört kişi vardır ki Allah onları cennete koymayacak ve onları cennetin nimetlerinden faydalandırmayacaktır. Devamlı içki kullanan, faiz yiyen, haksız yere yetim malı yiyen ve anne babasına karşı asi olandır."(Tirmizi)
"Allah size analarınıza iyi davranmanızı tavsiye etti. Allah size babalarınıza iyi davranmanızı tavsiye etti. Allah size en yakın akrabanıza sonra yakınlık derecelerinize göre akrabalarınıza iyi davranmanızı tavsiye etti." (İbn-i Mace)
Kıyamet günü küçük çocuğa "cennete gir"denir. Çocuk cennetin kapısında durur ve ancak anne ve babamla birlikte girerim der ve direnir. O zaman "anne ve babasını da birlikte cennete koyun denir."(İbn-i Mace)
"Üç tane kızı olup ihtiyaçtan kurtarıncaya kadar onlara iyi bakan yedirip giydiren kimse affedilmeyecek bir günah işlememişse cennete gider." (Tirmizi)
"Buluğ çağına gelinceye kadar kim iki kız evlat yetiştirirse, (parmaklarını birleştirerek) kıyamet günü o ve ben şöyle beraberiz." (Müslim Tirmizi)
Kıyamet günü bağışlanması en zor günahların başında mümin anne ve babaya isyan gelir.
"Allah günahlardan dilediğini kıyamet gününe tehir eder, ancak anne ve babaya yapılan isyanın cezasını ölmeden önce dünyada verecektir." (Hakim)
"Baba, cennet kapılarının en hayırlısına girmeye vesiledir. Artık ya baba hakkını ihmal etmekle o kapıyı yitir veya onun hakkına riayetle o kapıyı elde etmeye çalış." (İbn-i Mace)
AKRABALIK BAĞLARINI MUHAFAZA ETMEK
Peygamber Efendimiz, yardımlaşmada, dini tebliğ etmede ilk önce kendi akrabalarımızdan başlamamız gerektiğini tavsiye ediyor. Aynı inançları paylaştığımız akrabalarımızla bağları koparmak sünnet-i senniyyeye uygun bir davranış olmaz. Fakat din konusunda müminlerle mücadele eden akrabalar, Resulullah’ın tarif ettiği akrabalar sınıfına girmez.
Resulullah'ın (sav) bu konuda bazı hadisleri şunlardır:
"Akrabalık bağlarını kesen cennet giremez."(Buhari-Müslim)
"Ey İnsanlar! Birbirinize selam verin. Akraba ziyaretini ihmal etmeyin. Geceleyin, insanlar uyurken namaz kılın ki selametle cennete giresiniz." (Tirmizi)
"Gerçekten insanların amelleri cuma gecesi Allah’a arzolunur. Fakat Akrabalık bağlarını kesenin ameli kabul olmaz." (Ahmed)
Rızkının bollaşmasını ve ömrünün uzamasını isteyen kişi akraba ziyaretinde bulunsun. (Buhari-Müslim)
YETİM HAKKI,FAKİR VE YAŞLILARLA İLGİLENMEK
"Allah Kuran’da yetim hakkı üzerinde özellikle durmuştur: Gerçekten, yetimlerin mallarını zulmederek yiyenler, karınlarına ancak ateş doldurmuş olurlar. Onlar, çılgın bir ateşe gireceklerdir." (Nisa Suresi, 10)
Resulullah Efendimiz de yetimlerin hakkının korunması titizlikle durmuş ve yetim hakkı yiyenlerin dünya ahirette acı bir azapla karşılaşacaklarını söylemiştir:
"Müslümanlar arasında bir yetimi alıp yedirip içiren kimse affedilmeyecek bir günah işlememişse elbette Allah onu cennete sokacaktır."(Tirmizi)
"Müslüman toplumunun evlerinin en hayırlısı, kendisine iyilik edilen bir yetimin bulunduğu evdir. En şerlisi ise, yetimin kötülüğe uğradığı evdir." (İbn-i Mace)
"Allah’ım, ben şu iki zayıfın hakkının zayi edilmesinden insanları sakındırır ve menederim: Kadınlar ve yetimler." (İbn-i Mace)
Toplumumuzda yetimlerin olduğu kadar, yoksul ve yaşlılarında alaka ve yardıma ihtiyacı vardır. Tüm müslümanların çevresinde bu durumda olanlarla ilgilenmesi Resulullah’ın sünnetinin gereğidir:
"Kimsesizler için çalışan kişi, Allah yolunda cihad eden veya gündüzlere oruç tutup gecelere ibadetle geçiren kimse gibidir."(Müslim)
"Bir genç bir ihtiyara yaşlılığından dolayı hürmet ederse, Cenab-ı Hak, o gence yaşlandığı vakit ikram edecek kimseleri mutlaka bahşeder." (Tirmizi)
"Yaşlılara saygı göstermek Allahu Teala’ya ta’zimdendir." (Ebu Davud)
KOMŞU HAKKI
Kuran-ı Kerim’de müslümanların güzellikle davranması gereken kişiler arasında komşularda gösteriliyor.
Allah’a ibadet edin ve O’na hiç bir şeyi ortak koşmayın. Anne-babaya, yakın akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yanınızdaki arkadaşa, yolda kalmışa ve sağ ellerinizin malik olduklarına güzellikle davranın. Çünkü, Allah, her büyüklük taslayıp böbürleneni sevmez. (Nisa Suresi, 36)
Allah’ın Resulü (sav)komşularına yapabileceği her yardımı yapar ve onların iyi bir yaşam sürmeleri için tüm gayreti gösterirdi. Onlara fevkalade yakın davranır ve sık sık hatırlarını sorardı. Çevresindeki maddi ve manevi muhtaç olan kimselere herkesten önce O yardıma koşardı.
Peygamberimizin şu sözü komşu hakkının önemini açıklamaya yetiyor: "Hz. Cebrail bana komşu hakkı konusunda o kadar aralıksız tavsiyelerde bulundu ki komşunun komşuya varis kılınacağını zannettim."(Buhari, Müslim)
Resulullah Efendimiz (sav), ashabını komşularına iyi davranmayı, onları koruyup gözetmeyi, imkanları ölçüsünde yardımda bulunmayı tavsiye etmiştir. Belki Resulullah Efendimizden başka hiçkimse komşu hakkı konusu üzerinde bu kadar fazla durmamıştır. Bu O’nun hadislerinde de açıkça anlaşılıyor. Komşulara karşı müminlerin vazifeleri, anne, baba ve eşlere karşı olan vazifelerle bir tutulmuştur.
"Allah’a ve ahiret gününe inanan kimse komşusuna ikramda bulunsun." (İbn-i Mace)
Hz. Ayşe şöyle buyuruyor: "Bir gün ‘ey Allah’ın Resulü iki komşum var, hangisine öncelikle hediyede bulunayım?’ dedim."Resulullah, ‘sana kapı itibarıyla yakın olana ver’ cevabını verdi.”
HASTA ZİYARETİNDE BULUNMAK
Müslümanların birbirlerine en fazla ihtiyacı olduğu zamanlar hastalık anlarıdır. Hasta ziyaretleri, kardeşlik duygularını pekiştirdiği gibi, hastaya moral desteği olması açısından çok önemlidir.
"Hasta ziyaretinde bulunan kimse ziyaretten dönünceye kadar cennet meyvaları arasındadır." (Müslim-Tirmizi)
Peygamberimiz (sav)daima hastaları ziyaret eder ve sözleri ile onlara moral verirdi. Çevresindekilere hasta ziyaretinin müminler üzerine vacip olduğunu söylüyordu. Hicretin ilk yıllarında, sahabenin ölmek üzere olan hastaları Resulullah’a bildirmesi, Peygamberimizin de onlar için bağışlanma dilemesi bir gelenek haline gelmişti. Peygamberimiz, ölü evine gider ve ölen müminin affedilmesi için dua eder ve cenaze namazını kıldırırdı.
Resulullah Efendimiz bir hastayı ziyaret ettiğinde, "insanların Rabbi! Sıkıntıyı gider. Şifa yalnız senin elindedir. Senden başka hastalığı giderecek yoktur"derdi. Hastanın yanına geldiğinde şöyle derdi: "Zararı yok, geçer. İnşaallah günahlarının temizleyicisi ve kefaretidir."(Buhari)
Ne zaman hasta ziyaret etse onu teselli eder, elini alnına ve bileğine koyarak onun niyazda bulunur, "inşallah iyileşeceksin"derdi. Ancak hastaların kendi hastalıkları konusunda kötü konuşmaları ve şikayetçi bir üslup takınmalarından hoşlanmazdı. Cemaat huzuruna veya dostlarının karşısına çıkacak olan kimsenin süslenmesini Allah sever.
"Kim sevap ümidiyle müslüman kardeşini hasta iken ziyaret ederse ateşten yetmiş yıl yürüme mesafesi uzaklaştırılır." (Ebu Davud)
MECLİS ADABI VE MİSAFİRPERVERLİK HUSUSU
Peygamberimiz bir topluluk içerisine girdiğinde izzet ve incelik eseri olan tavırlarla otururdu. Bütün ashab O’nun bu örnek tavırlarını büyük dikkatle izlerdi. Bir şey söylediği vakit ilgiyle ve nezaketle O’nu dinlerlerdi.
Sahabe, Resulullah Efendimiz bir ortamda olsun yada olmasın bir kişinin sözü bitmeden sözünü kesmezdi. Bazı fakir bedeviler, dertlerini anlatmak için gelir ve meclis adabını bozarlardı. Peygamberimiz (sav)bunların sözlerini kesmeden sonuna kadar dinler ve sözlerinin sonunda anlayacakları tarzda nazik bir şekilde kendilerini uyarırdı.
Daima meclisteki konuşmalara katılır, insanlar ne konuşuyorlarsa o konudan konuşmayı sürdürürdü. Esprilerine katılır, cahiliye tarzı espri yapanları uyarırdı.
Sohbet ortamlarında konuşulan konular genelde din, ahlak ve insanların günlük hayatında yardımcı olacak genel bilgilerden oluşurdu..
Resulullah'ın Selamlaşma Konusundaki Tutumları
Kuran’da selamlaşmanın önemi şöyle vurgulanıyor.
"Bir selamla selamlandığınızda, siz ondan daha güzeliyle selam verin ya da aynıyla karşılık verin. Şüphesiz, Allah her şeyin hesabını tam olarak yapandır." (Nisa Suresi, 86)
Ayetten de anlaşılacağı gibi selam verildiğinde aynısıyla hatta daha güzeli ile karşılık vermek müminler üzerinde bir sorumluluktur. Peygamberimiz bu konuda şöyle buyuruyor: "İslamda en efdal ve en hayırlı olan şey, yemek yedirmek ve tanıdığına, tanımadığına selam vermektir."(Buhari)
Diğer bir hadiste: "Üç şeyi kim şahsında bir araya getirirse, imanı da toplamış olur: Nefsine karşı olsa da insafı elden bırakmamak, herkese selam vermek, fakir olduğu halde sadaka vermektir."(Buhari)
Herkese selam vermek bir tevazu göstergesidir. Çünkü selam veren kişi selam verdiği kişiye kibir yapmadığını göstermektedir. Selamı alan kişi ise Kuran’da belirtildiği gibi daha güzeliyle karşılık verirse aynı şekilde tevazu örneği göstermiş olur.
Peygamberimiz bir evin kapısına geldiğinde kapıya doğru tam olarak yüzünü dönmez, kapının sağ ya da sol yanına çekilir ve iki kez "esselamu aleyküm"derdi. (Ebu Davud) Böylelikle içeridekilerin kendilerine ve eve çeki düzen vermelerine yardımcı olurdu. Selam verdikten sonra evin içerisine davet edilmeden girmezdi.
Kendisine ulaştırması için gönderilen selamları "aleyküm selam"karşılığını vererek alır ve orada bulunmayan kişilere yakınları vasıtasıyla selam gönderirdi. (Müslim)
Hz. Muhammed’in (sav)diğer bir sünneti, selamın sonuna "ve berekatuhu"eklemesiydi. Ayrıca selamı üç kere tekrarlardı. Böylelikle selamı herkesin duymasını ve karşılık vermesini sağlardı.
Biri ile karşılaştığında mutlaka selamı kendisi verir ve selam aldığında ise yüksek sesle ve karşısındakinin duyacağı bir ses tonu ile alırdı.
Resulullah buyuruyor: "Aranızda selamı yayınız. Yemek yediriniz. Akrabayı ziyaret ediniz. İnsanlar uyurken namaz kılınız, selametle cennete girersiniz."(Tirmizi)
"Sizden biriniz mescide girdiğinde ve ayrıldığında selam versin. Bu selamların biri diğerinden farklı değildir." (Tirmizi)
"Hayvan üzerinde olan yürüyene, yürüyen oturana, az çoğa, küçük büyüğe selam versin." (Buhari)
PEYGAMBERİMİZ (sav)'e SALAVAT GETİRMEK
"Şüphesiz, Allah ve melekleri Peygambere salat ederler. Ey iman edenler, siz de ona salat edin ve tam bir teslimiyetle ona selam verin." (Ahzab Suresi, 56)
Peygamberimiz (sav)’in adı anıldığında O’na salat ve selam göndermenin mecburiyeti konusunda alimlerimiz arasında görüş ayrılığı vardır. Fakat bunun fazileti ve ahirette Peygamberimiz (sav)’in şefaatine vesile olacağı konusunda Ehl-i Sünnet alimleri görüş birliği içerisindedir.
Resulullah (sav)’a salat ve selam göndermek çok hayırlı ve mübarek bir iştir. Bunu çok yapanın Allah (cc), ahirette mevkisini yükseltir. Peygamberimiz (sav)’in hadislerine göre, Resulullah (sav)’ın adı anıldığında O’na salat ve selam göndermeyenler, ahirette büyük bir hayırdan mahrum kalmışlardır.
"Kıyamet günü bana en yakın olanlar ve şefaatime hak kazananlar, benim üzerime en fazla salavat getirenlerinizdir." (Tirmizi)
"Her kim benim üzerime salavat getirirse, Allah bu yüzden ona on misli mağfiret eder." (Ebu Davud)
"Günlerin en faziletlisi cuma günleridir. O gün benim üzerime çok salavat getiren. Zira sizin salavat ve selamlarınız melekler vasıtasıyla bana ulaştırılır." (Ebu Davud)
"Yanımda ben anıldığım halde üzerine getirmeyen adamın yüzü yere sürtülsün hakarete uğrasın." (Tirmizi)
"Adım anıldığında salavat getirin ve dua edin. Zira nerede olursanız olun, salat ve selamlarınız bana ulaşır." (Ebu Davud)
Resulullah (sav)’a salat ve selam göndermenin tavsiye edildiği zamanlar:
1) Ezan okunurken:
Peygamberimiz (sav) şöyle buyurmuştur: "Ezanı duyduğunuzda müezzinin söylediklerini tekrar edin ve sonra bana salat gönderin. Bir salat ve selam için Allah size on kat sevap verir." (Ahmed)
2) Camiye girerken ve çıkarken:
Resulullah Efendimiz (sav) camiye girerken ve çıkarken salat ve selam okurdu. Hz. Ali (r.a.) "camiye girdiğinizde Resulullah’a salat niyaz edin" (Ahmed) buyuruyor.
3) Cenaze namazında:
Peygamberimizin sünnetine göre cenaze namazının sonunda Peygamberimiz (sav)’e salat okunur.
4) Bayram namazında:
Bayram namazında rükudan sonra salat ve selam getirmek sünnettir.
5) Duanın sonunda:
Hz. Ömer (r.a.): "Salat okunana kadar okunan dua yerle gök arasındadır.”
6) Cuma namazında:
Peygamberimiz (sav) şöyle buyuruyor: "Cuma günleri çok salat okuyun. Çünkü o gün melekler yanınızdadır. Kim bana salat ve selam gönderirse daha sözü bitmeden bana ulaşır." (Nesei)
| |
| | | @bdulKadir Adminstratör
Mesaj Sayısı : 6736 Rep Gücü : 10015190 Rep Puanı : 97 Kayıt tarihi : 17/03/09 Yaş : 61 Nerden : İzmir
| Konu: Geri: PEYGAMBERİMİZİN YÜKSEK AHLAKINA ÖRNEKLER Perş. Ekim 14, 2010 11:46 pm | |
| YEMEK ADABI Peygamber Efendimiz’in yemek adabı üzerine günümüze ulaşan hadislerin bu kadar fazla olması, O’nun konuya büyük hassasiye gösterdiğinin kanıtıdır. İklim koşullarının olumsuzluğu ve imkanların kısıtlı olması O’nun bu konu üzerinde hassasiyetle durmasını engellememiştir. Resulullah’tan örneklerle sofra adabı: 1) Elini ve ağzını yıkamak: Yemekten evvel ve yemek bitiminde sağlık açısından çok önemlidir. Peygamber Efendimizin (sav)bu konudaki hadislerinde hepimizi teşvik etmiştir: "Yemekten evvel elleri yıkamak yoksulluğu, sonra yıkamak ise günahları giderir."(Taberani) "Kim yemekten sonra elini yıkamadan geceler ve kendisine bundan sonra bir musibet isabet ederse kendinden başka kimseyi suçlamasın." (Ebu Davud) "Yemeğin bereketi yemekten önceki ve sonraki yıkamalardadır." (Ebu Davud) 2) Yemeğe başlamadan önce bismillahirrahmanirrahim, yemek bitiminde ise elhamdülillah denmesi sünnettendir. "Sizden kim birşey yerse Bismillahirrahmanirrahim desin. Eğer söylemeyi unutmuşsa yemeğin sonunda başında ve sonunda Bismillahirrahmanirrahim desin." (Ebu Davud, Tirmizi) Peygamber ashabından altı kişiyle yemek yiyordu. Bu sırada bedevinin biri besmele çekmeksizin masaya oturarak yemeğe başladı. Resulullah; "eğer besmele çekseydi yemek hepimize yeterdi"buyurdu. (Tirmizi) 3) Yemeğin hurma, tuz ya da suyla açılması Peygamberimiz (sav)tarafından tavsiye edilmiştir. Ayrıca Hz. Ali (r.a.) "yemeğe tuz ile başlayanı Allah dertlerinden kurtarır"buyurmuştur. Resulullah Efendimiz sofraya getirilen yemeği hiçbir zaman kötülemezdi. Eğer sevmediği bir yemek getirilirse, hiçbir şey söylemeden sadece yememekle yetinirdi. 4) Sağ elle yemek ve tabağın kenarından yemek Peygamber Efendimizin sünnetlerindendir. Yanında yemek yiyen çocuğu Peygamberimiz şöyle uyarmıştır: "Ey çocuk benimle birlikte besmele çek, sağ elinle ye ve önünden ye."(Müslim) "Bereket yemeğin ortasına iner. Öyleyse kenardan yiyin, yemeğin ortasından yemeyin." (Tirmizi, Ebu Davud) 5) Sofraya birarada oturmaya dikkat etmeliyiz. Yemeğin birarada yenmesi bereketi artırır. Bir arada yiyiniz, sizin için bereketli ve mübarek olur. (Ebu Davud) 6) Yemeğin çok sıcak olmaması gerekir: "Sıcak yemekte bereket olmaz. Allahu Teala bize ateş yedirmez. Sizde o yüzden yemeğinizi soğuduktan sonra yiyin."(Beyhaki) 7) Resulullah Efendimizin hadislerinde su içerken dikkat edilecek hususlar: Bardağı sağ eline aldıktan sonra, üç yudumda ve bardağın içine nefesini vermeden içilmelidir. Zira Hz. Muhammed: "Suyu yudum yudum ve ağır ağır için, birden içmeyin. Zira bundan ciğer hastalığı hasıl olur buyurmuştur."(Deylemi) "Resulullah suyu üç solukta içerdi. Böylesi daha kandırıcı, elemden salim kalıcı ve daha kolay akıcıdır buyurdu." (Müslim) "Sizden biriniz su içerken bardağa solumasın, soluyacaksa bardağı ağzından uzaklaştırsın." (İbn-i Mace) Bir toplulukta su dağıtılırken, bardak sağ taraftan ve sağ elde dolaştırılmalıdır. Resul-i Ekrem süt ve şerbet gibi şeyler içtiğinde yanında bulunanlara da birer yudum içirirdi. Bardak daima sağdan dolaşırdı. "Resulullah’a su ile karıştırılmış süt getirdiler. Sağında bir bedevi solunda ise Ebu Bekir vardı. Sütü içti ve bedeviye verdi. Sonra evvela sağa sonra onunu sağına buyurdular." (Müslim) Peygamber Efendimiz kalabalıkta yemek yemeyi severdi. Sofra kurulduğu zaman "Allah’ım, bu yemeği, kendisi ile cennet nimetlerine ulaşacak şükrü ödenmiş nimetlerden kıl"derdi. Yemeği çok sıcak yemez ve kendiliğinden soğuması bekler sonra yerdi. Hz. Muhammed (sav), müminlerin birbirlerini davet etmelerini tavsiye etmiştir. İslam alimleri geçerli bir mazereti olmayan kişinin mümin kardeşinden aldığı davete icabet etmesinin vacip olduğunu belirtmişlerdir. "Kim davet edildiği halde davete icabet etmezse Allah’a ve Resulüne başkaldırmış olur. Kim de davetsiz olarak bir masaya oturursa hırsız olarak girer ve yağmacı olarak çıkar." (Buhari, Müslim, Tirmizi) "İki kişi birden davet ederse kapı itibariyle hangisi yakınsa ona icabet edin. Çünkü kapısı daha yakın olan komşulukta da daha yakındır. Bunlardan biri önce davet etmişse önce davranana icabet et." (Ebu Davud) "Davet olunmadığı halde sofraya giden kimse, gitmekte fasık olduğu gibi, yediği de haramdır." (Beyhaki) Müslümanlar üç yemekten mesul değildir. Sahur yemeği, iftar yemeği ve dostları ile birlikte yedikleri yemeklerdir. Peygamberimiz "cennette içi dışından dışı içinden görünen köşkler vardır. Bunlar tatlı ve yumuşak konuşan, yemek yediren ve insanlar uykuda iken namaz kılan insanlar içindir."(Tirmizi) "Din kardeşinin arzu ettiği yemeği kendisine yediren kimsenin günahları bağışlanır. Din kardeşini sevindiren, Allah’ı sevindirmiş olur." (Taberani) Bir davette nafile orucunu bozmayan kişiye peygamberimiz şöyle buyuruyor: "Kardeşin senin için bu kadar külfete girdiği halde sen hala oruçluyum diye ısrar ediyorsun."(Beyhaki) Davete icabet edip gelen kişiye hürmet göstermeli ve onun hoşlanmayacağı davranışlardan kaçınmalıyız. Peygamberimizin Sevdiği Yemekler Resulullah (sav) hiçbir yemek ayırmazdı. O anda yemek istemediği şeyi kötülemez, sadece yememekle yetinirdi. Ancak Peygamber Efendimizin en sevdiği sebze yemeği kabaktı. Ayrıca etli yemekler için övgü ile sözetmiştir. Bir terzi yaptığı yemeğe Resulullah’ı davet etti. Yemeğe Resulullah ile ben de gittim. Yemek sahibi Resulullah’a arpa ekmeği ile içinde pastırma ve kabak olan bir çorba ikram etti. Ben Resulullah’ı tabağın kenarından kabakları ayırırken gördüm. Artık o günden sonra kabak sevmekteyim. "Ya Aişe, tencereye fazla kabak koyun. Zira kabak kalbi takviye eder." (Fevaid) "Et, dünya ve ahiretin en üstün yemeğidir. O, kulağın işitmesini artırır. Eğer, Rabbimden hergün et yemeği nasip etmesini isteseydim nasip ederdi." Hz. Muhammed, sarımsaklı yemekleri yemez, yenmesini de tavsiye etmezdi. Bu hususu Enes b. Malik şöyle anlatıyor: "Resulullah’a yiyecek gönderildiği vakit onu yer, artanını bana gönderirdi. Bir gün yemediği halde yemeğini bana göndermedi. Çünkü içerisinde sarımsak vardı. Kendilerine ‘bu haram mıdır’ diye sordum. ‘Hayır lakin ben kokusundan dolayı hoşlanmıyorum’ buyurdu. Ben de, öyleyse senin hoşlanmadığından ben de hoşlanmıyorum dedim." SAĞLIK VE TEMİZLİĞİN ÖNEMİ Resulullah Efendimiz (sav)ümmetin sağlığına ve temizliğine büyük önem vermiştir. Sağlıklı bir kişinin, kendisine dikkat etmeden sağlığı bozulan kişiden üstün olduğunu söylemiştir. Bir hadiste "bileği kuvvetli olan zayıf olandan daha hayırlıdır"(Müslim) buyuruluyor. Kuran’da Hz. Yahya (a.s.)’yı anlatılırken şöyle buyuruluyor: "Katımızdan ona bir sevgi duyarlılığı ve temizlik(de verdik). O, çok takva sahibi biriydi." (Meryem Suresi, 13) Yemek yemeden evvel ve yedikten sonra ellerin yıkanmasını tavsiye etmesi, abdest konusundaki titizliği, vücud temizliği konusundaki hadisler peygamberimizin sağlık ve temizliğe verdiği önemi en iyi şekilde açıklamaktadır. Kuran’da ibadet edilen yerlerin ve ibadet edenin temizliği üzerinde özellikle durulmuştur. İbadetler kirli bir vücut ve kirli elbiselerle yapılamayacağına göre müminler temizlik konusunda titizlikle durmaları gerekir. Bir hadiste "temizlik imanın yarısıdır”(Müslim) buyurulmuştur. Bu yüzden diğer imani ve itikadi konular kadar temizlik konusunda oldukça önemli bir konudur. Namaz abdesti için Peygamberimizin bazı tavsiyeleri vardır. Eğer bunlara dikkat edersek günlük temizliğimizin büyük bir kısmını yerine getirmiş oluruz. "Muhakkak ümmetimin kıyamet gününde abdest nurlarından yüzleri, el ve ayakları parlak olarak çağırılırlar. Yüzünün parlaklığını arttırmak isteyen kimse elinden geldiği kadar abdest alsın." (Buhari-Müslim) Hz. Muhammed’in abdest konusunda bazı tavsiyeleri vardır. Abdestin sünnetleri başlığı altında toplanan bu tavsiyeleri sekiz tanedir: 1) Misvak kullanmak: Ebu Hureyre’den nakille sevgili Peygamberimiz şöyle buyurmuştur: "Eğer ümmetimin üzerine zahmet vermeyecek olsaydım, her namazda misvak kullanmalarını emrederdim."(Müslim) Misvak kullanmanın bazı faydaları: Dişleri parlatır, diş etlerini kuvvetlendirir, ağız sağlığını sağlar, ağız kokusunu giderir, dişleri sağlamlaştırır, diş taşlarını giderir, mideyi takviye edip, mide hastalıklarını önler. Hazmın kolaylaşmasını sağlar, Peygamberimizin sünneti yerine getirilir, Allah’ın rızasını kazanmaya vesiledir. 2) Ellerin yıkanması: "Biriniz uykusundan uyanınca üç kez elini yıkamadan abdest almasın." (Buhari) 3) Burun temizliği: "Kim abdest alırsa istinsarda bulunsun (burnunu temizlesin)." (Buhari) 4) Sakal ve parmak aralarını yıkamak: Müstevrid-ibnu şeddat "Resulullah’ı gördüm. Abdest aldığı zaman sakalını ve parmak aralarını hilalliyordu." (Tirmizi, Ebu Davud) 5) Kulakları meshetmek: Rebi Bintu Mu’arız: "Resulullah abdest aldı bu esnada elini kulaklarının hücresine soktu." (Ebu Davud) 6) Abdesti tam almak: Ebu Hureyre: "Peygamber abdest aldı, yüzünü yıkadı, ellerini yıkadı, neredeyse omzuna kadar yıkıyordu. Sonra ayaklarını yıkadı bacaklarına kadar yükseldi."(Buhari) 7) Suyu israf etmemek: Sa’d abdest alırken Hz. Peygamber geldi. "Bu israfın ne diye müdahale etti."Sa’d "abdestte israf olur mu"diye sordu. Resulullah "evet bir nehir kenarında olsanız da"diye cevap verdi. Mendil kullanmak: Muaz: "Resulullah’ı gördüm. Abdest alınca mendiliyle yüzünü siliyordu." (Tirmizi) Hastalıklarda tavsiyede bulunurken ilk önce tabiplere öncelik verirdi. Konu hakkında bilgisi olsa bile ilk önce bir doktora götürülmesinin daha yararlı olacağını söylerdi. Resulullah zamanında bir insanın yarası açılmıştı. Adam, Enramoğullarından iki kişi çağırdı. Resulullah: "Hanginiz en iyi doktor?"diye sordu. Adamlardan biri dedi ki: "Tıpta deva var mı ey Allah’ın elçisi?"Resulullah onlara şu cevabı verdi: "Derdi indiren devasını da indirmiştir."(Muvatta) Ebu Derda Resulullah Efendimizden şöyle işittiğini rivayet etmiştir: "Allah, hastalık ve şifayı yeryüzüne beraber gönderdi ve her hastalık için bir şifa görevlendirdi. Şu halde tıbbi yoldan tedavi ol; fakat haram şeylerden sakın." Peygamberimiz (sav)her hastalığın çaresi olduğunu ve insanların tedavi yollarını aramaları gerektiğini tavsiye etmiştir. "Allah hastalığı da ilacı da indirmiştir ve her hastalığa bir ilaç varetmiştir. Öyleyse tedavi olun ancak haram olan şeylerle tedavi olmayın." (Ebu davud) "Allah ne hastalık indirmişse onun devasını da indirmiştir. Tek bir hastalığın ilacı yoktur o da ihtiyarlıktır." (İbn-i Mace, Müslim) "Ey insanlar tedavi olun. Allah nerede bir hastalık yaratmışsa tedavi de yaratmıştır. Öyleyse tedavi yöntemlerini araştırın." (Buhari) Peygamberimiz, "iki nimet vardır ki insanların çoğu onlarla aldanma içindedir. Bunlar sıhhat ve boş vakittir"(Buhari) buyurmuştur. Sağlıklı olmanın büyük nimet olduğunu hiç bir zaman aklımızdan çıkarmamalıyız. Resulullah’ın (sav)dediği gibi boş vakit değerlendirilmediğinde ileride nasıl pişmanlık duyuluyorsa, sağlıklı olmanın ne kadar büyük nimet olduğu da ancak sağlığın kaybedilmesi durumunda anlaşılmaktadır. Ebu Hureyre’den nakledilen bir hadisi şerifte Resulullah Efendimiz şöyle buyuruyor: "Eğer bir kimse bir ay süreyle her sabah bal yerse onda hiçbir ağır hastalık bulunmaz.” "Vücudu afiyette, ruhundan emin, bir günlük azığı olduğu halde sabahlayan, sanki dünya ona verilmiş gibidir." (Tirmizi) "Allah’tan kesin bilgi ve afiyet isteyin. Bir kula kesin bilgi ve afiyetten daha iyisi verilmemiştir." (İbn-i Mace) Peygamber Efendimiz bazı yiyeceklerin yenmesinde fayda görmüştür. Bunların başında Kuran’da da bahsi geçen baldır. Peygamberimizin yenmesini tavsiye ettiği şeyler şunlardır: "Her kim sabah kahvaltısında yedi hurma yerse ona ne zehir isabet eder ne de sihir."(Müslim) "Mantar, Allah’ın Beni İsrail’e indirdiği madendir. Onun suyu da göze şifadır." (Müslim) Peygamber, aile efradına katık sordu. Onlar da sirkeden başka katığımız yok dediler. Sirkeyi istedi ve onunla yemeğe başladı. Hem de, sirke ne güzel katıktır, sirke ne güzel katıktır diyordu. "Bir adam Resulullah’a gelerek kardeşimin midesi bozuldu dedi. O da kardeşine bal içir buyurdu." (Müslim) KIYAFET HUSUSU Peygamberimiz müminler arasında giyim konusunda gösteriş ve ihtişamdan pek hoşlanmazdı. Çoğu kez hafif ve ince şeyler giyerdi. En sevdiği giysi gömlekti. Sarığı genelde kısa büyüklükte olur, başa eziyet verecek şekilde uzun olmazdı. En çok sevdiği renk beyazdı. Parlak elbise giyme alışkanlığı yoktu. Müminlerin kendi aralarında kıyafet konusunda övünmelerini menetmiş ve giysileri dolayısıyla böbürlenen insanları şöyle uyarmıştı: "Elbisesini büyüklenerek sürüyen kimseye Allah kıyamet günü bakmayacaktır."(Müslim) Peygamberimiz müminlerin bulunmadığı ortamlarda kıyafetine oldukça dikkat eder ve özellikle ihtişamlı kıyafetler giymeyi tercih ederdi. Diğer kabile reislerinden ve krallardan gelen pahalı ve ihtişamlı giysileri reddetmez ve bu giysileri kullanırdı. Daima temiz ve yeni giysiler giyilmesini tavsiye etmiştir. Abdullah b. Abbas Haruriye taifesinin yanına elçi olarak gittiğinde yemen kumaşlarının en güzellerinden giymişti. Onlar, "bu elbise nedir?"diye sordular. Abdullah b. Abbas: "Bu elbisenin neyini kınıyorsunuz. Ben Resulullah’ı elbiselerin en güzelini giymiş olarak gördüm"dedi. Hz. Peygamber bir elbise giydiğinde şöyle dua ederdi: "Ya Rabbi! Hamd sanadır. Bana bunu sen giydirdin. Bunun hayrını ve bunun kullanıldığı iyi işin hayrını senden isterim. Bunun şerrinden ve kullanıldığı kötü işin şerrinden sana sığınırım.” Resulullah Efendimiz (sav)müslüman erkeklere ipek ve altından yapılmış her şeyi yasaklamıştır. "Her kim dünyada ipek elbise giyerse ahirette giyemez."(Tirmizi) "İpek giymek, altın kullanmak ümmetimin erkeğine haram, kadınlarına helaldir." (Tirmizi) Mescidlere ve bir topluluğun arasına gelindiğinde en güzel ve en temiz şekilde gelmek peygamberimizin sünnetlerindendir. Resulullah "cemaat huzuruna veya dostlarının karşısına çıkacak olan kimsenin süslenmesini Allah sever"buyurmuştur. "Resulullah sağ eline gümüş yüzük takmıştı. Yüzükte Habeşistan taşı vardı. Yüzüğün taşını avuç tarafına çevirmişti." (Müslim) Hz. Ayşe şöyle rivayet ediyor: "Ben Resulullah’ı hoşlandığı en güzel koku ile kokulardım. Hatta sürdüğüm koku onun sakalından parlayıp damlayıncaya kadar devam ederdim."(Buhari) ALLAH'A TEVEKKÜL ETMENİN ÖNEMİ İşlerine Allah’ın yazması dışında tesadüflerin de karıştığını düşünenlerin Ehl-i Sünnet itikatında yerleri yoktur. Mümin ise herşeyin Allah’tan geldiğini ve hiçbir şeyin tesadüf olmadığını bildiği için başına gelen her şeye tevekkül eder. Çünkü, Allah’tan korkan birisinin başına gelen herşeyde bir hayır vardır. Büyük İslam alimleri tevekkülün yerinin kalp olduğunu söylemişlerdir. Kul, rızkın kesin olarak Allah’tan geldiğine inandıktan sonra dünya hayatı için bedenen mücadele etmesi kalben beslediği tevekkül inancı ile çelişmez. Her şeyi yaratan, dilediğine dilediğini veren, dilediği şeyi dilediği kimseden alan Allah (c.c.)’tır. O’nun dışında bir irade yoktur. Resulullah Efendimiz (sav)şöyle buyuruyor: "Ümmetimden bir kısmını bana gösterdiler. Dağları sahraları doldurmuşlardı. Böyle çok olduklarına şaştım ve sevindim. ‘Bunlardan ancak yetmişbin tanesi hesapsız cennete girer’ dediler. ‘Bunlar hangileridir?’ diye sordum. ‘İşlerine sihir, büyü ve fal karıştırmayıp, Allah’tan başkasına tevekkül ve itimad etmeyenlerdir’ buyuruldu." "Kim Allah’a tevekkül ederse kalbindeki dağınıklığı önlemeye Allah yeter." (İbn-i Mace) "Allah’a tam tevekkül etseydiniz, kuşların rızkını verdiği gibi size de gönderirdi. Kuşlar sabahleyin mideleri boş ve aç gider, akşam mideleri doymuş olarak dönerler?" "Yaşlandığınız zaman rızkınızdan ümitsiz olmayın. Çünkü şüphesiz insanı kırmızı ve üzerinde hiçbir elbise olmadan annesi doğurur, sonra onu Allah rızıklandırır." (İbn-i Mace) "Eğer siz layıkıyla tevekkül etmiş olsaydınız, Allah sizi kuşları rızıklandırdığı gibi rızıklandırırdı. Onlar sabahleyin yuvalarından aç çıkarlar, akşam döndüklerinde karınları toktur." (Tirmizi) Fakirlikten korkmak ve uğursuzluğa inanmak şeytanın oyunlarındandır. Hayatımızda zor duruma düştüğümüz anlarda hiç beklenmedik yerlerden gelen yardımlarla sıkıntılardan kurtulduğumuza şahit olmuşuzdur. Fakat burada asıl yardım edenin aracılar olmadığını, tek yardımcımızın Cenab-ı Allah olduğunu bilmemiz gerekir. Peygamber Efendimiz (sav), Allah (c.c.)’a duyduğu güven ve O’na olan sonsuz tevekkülü sayesinde büyük cesaret örnekleri göstermiştir. Sağlığında bütün savaşlara en ön saflarda katılmış ve asla zayıflık ve korkaklık göstermemiştir. Mekkelilerin baskılarının dayanılmaz boyutlara geldiği sırada amcası Ebu Talip şöyle demiştir: "‘Bütün bu anlattıkların hakkında konuşmasan olmaz mı? Kendi kendine inan, fakat başkalarıyla uğraşma. Konuşursan, ileri gelen insanları kızdırır, kendini ve hepimizi tehlikeye atarsın, o kadar.’ Resulullah ise şöyle cevap vermiştir: ‘Güneşi sağ elime, ayı ise sol elime koysalar, yine yolumdan dönmem.’” Peygamberimizin hayatında bu konu ile ilgili sayısız örnek vardır: "Canımın elinde olanın hakkı için, müminler arasında, onlarla uzlaşmadığımda benim arkamda kalmakla yetinmeyen insanlar yok mu? Allah yolunda sefere çıkıldığında geri durmam. Canımın elinde olanın hakkı için, öldürülüp hayata tekrar geri gelmeyi, sonra tekrar öldürülmeyi arzularım."(Müslim) "Allah yolunda bir gün sınırda durmak bu dünya ve içerisindekilerden daha hayırlıdır." (Buhari) Huneyn savaşında, düşmanın ok yağmuru sırasındaki kargaşa ortamında İslam dinine yeni girenlerin savaş alanından kaçtıkları rivayetlerde belirtilmektedir. Resulullah Efendimiz (sav) bu yeni müminleri tekrar cepheye gelmelerini emrettiği yine bu rivayetler arasındadır. Çağrıya uyan müminler tekrar saldırıya geçerek savaşın galibi olmuşlardır. Olaya şahit olan Bera b. Azib şöyle anlatmaktadır: "Evet kaçtığımız doğru. Ancak Resulullah’ın sebat ederek yerini terketmediğine şahitlik ederim. Allah için savaşın en kızgın anında O’nun yanına sığındık. Aramızdaki en cesur kimseler onunla birlikte direnenlerdir. | |
| | | @bdulKadir Adminstratör
Mesaj Sayısı : 6736 Rep Gücü : 10015190 Rep Puanı : 97 Kayıt tarihi : 17/03/09 Yaş : 61 Nerden : İzmir
| Konu: Geri: PEYGAMBERİMİZİN YÜKSEK AHLAKINA ÖRNEKLER Perş. Ekim 14, 2010 11:47 pm | |
| MUSİBETLERE KARŞI SABRETMENİN ÖNEMİ
Peygamber Efendimiz (sav)'in hayatı bütün insanlık için bir sabır örneğidir. Sadece peygamberlik gelmesinden sonra yaşadığı yirmidört yıl değil, ondan önce yaşadığı kırk yıl büyük zorluklarla geçmiştir. Küçük yaşta anne ve babasını kaybetmesi ve zor şartlar altında yetişmesi, O’nun toplumda saygın ve güvenlik bir insan olmasını engellememiştir.
Kuran’da sabretmenin önemini vurgulayan sayısız ayet bulunmaktadır.
"Ey iman edenler, sabredin ve sabırda yarışın, (sınırlarda) nöbetleşin. Allah’tan korkun. Umulur ki kurtulursunuz." (Al-i İmran, 200)
Resulullah Efendimiz, kendisine peygamberlik geldikten sonra, müşriklerin ve münafıkların yaptığı saldırılara sabırla göğüs germiş ve hiçbir zaman aceleci davranmamıştır. Yine Kuran’da Allah (c.c.) O’na sabrı şu şekilde tavsiye etmiştir.
"Artık sen sabret, Resullerden azim sahiplerinin sabrettikleri gibi, onlar içinde acele etme..." (Ahkaf Suresi, 35)
Nitekim Resulullah Efendimiz bu konuda şöyle buyurmuştur: "Bir kimse sabretmek isterse Allah ona sabır verir. Hiç bir kimseye sabırdan daha hayırlı ve daha geniş bir şey verilmemiştir."(Müslim)
"Müminin işi takdire şayandır. Zira işinin hepsi onun için hayırlıdır. Bu meziyet yalnız müminlere mahsustur. Zira o sevinirse şükreder. Bu ise onun için hayırlıdır. Başına bir bela gelirse sabreder. Bu da onun için hayırlıdır." (Müslim)
Herhangi bir kul bir musibete uğrar da "inna lillahi ve inna ileyhi raciun"(biz Allah’ın mülkündeyiz ve O’na döneceğiz), ey Allah’ım, "Uğradığım musibetin ecrini ver ve bunun üzerine daha hayırlısını ihsan buyur"derse muhakkak Allahu Teala onu musibetten dolayı sevaplandırır ve onun yerine daha hayırlısını verir."(Müslim)
Hz. Muhammed kabrin başında ağlayan bir kadın gördü, ve ona "Allah’tan kork ve sabret"dedi. Kadın "geç git, zira benim başıma gelen musibet senin başına gelmemiştir"dedi. Peygamberi tanıyamamıştı. Onun peygamber olduğunu söylediklerinde hemen kapısına gitti ve "ben seni tanıyamadım"diyerek itiraz etti. Peygamber "asıl sabır, musibetin ilk anında olandır"buyurdu. (Buhari)
"Herhangi bir müslüman başına yorgunluk, hastalık, düşünce, keder, acı ve kaygıdan, diken batmasına kadar ne gelirse, Allah bunları o müslümanın hatalarına kefaret kılar." (Buhari)
Enes b. Malik, "sabır ilk başa geldiği andadır"demiştir. Mümin, Allah’a olan güvenini tam oturtursa Enes’in buyurduğu gibi başına gelen olaylara gösterdiği ilk andan itibaren hayır gözüyle bakabilir.
DİNDE AŞIRILIK
Tarih boyunca kendisine kitap gönderilen her kavim dinleri konusunda aşırılığa gitmekten geri kalmamıştır. Allah, İslam dinine inananların örnek olması için, onları orta bir ümmet kılmıştır. Müslümanlarında buna uyup her türlü aşırılıktan korunması gerekir. Nitekim Kuran’da şöyle buyuruluyor:
"De ki: Ey kitap ehl-i, haksız yere dininiz konusunda aşırı gitmeyin ve daha önce sapmış ve birçoğunu saptırmış ve dümdüz yoldan kaymış bir topluluğun heva (istek ve tutku)larına uymayın." (Maide Suresi, 77)
Peygamberimizin hayatının son yıllarında ve Dört Halife döneminde Hariciler adı verilen ibadetlerine düşkün oldukları halde dinde aşırıya giden ve peygamberimizin sünnetinden ayrılan bir akım ortaya çıkmıştır. Resulullah Efendimiz (sav)bunlarla mücadele edilmesini emretmiştir. Günümüzde hala İslam adına ortaya çıkan bazı basiretsiz insanlar yaptıkları ve söyledikleriyle büyük zarar vermektedirler.
Resulullah Efendimiz, Allah’ın bu uyarılarını müslümanlara anlatmış ve takva adı altında İslam'da olmayan hareketleri İslam'ın bir parçasıymış gibi göstermeye çalışanlara göz yummamıştır. Peygamberimizin hayatı dinde aşırılığa karşı uyarılarla doludur. İşte bunlardan birkaç tanesi:
"Her şeyin bir şevki vardır. Her şevkin bittiği bir zaman vardır. Yapacağı işe bu şevki duyan kişi işini yaparken mutedil hareket eder. Ve bu itidali devam ettirirse muvaffak olacağını ümid edin. Şayet aşırılığa düşerek dikkat çekmiş ve parmakla gösterilecek hale gelmişse ona itibar edip salihlerden sanmayın." (Tirmizi)
Hz. Ayşe anlatıyor. "Yanımda Esed kabilesinden bir kadın vardı. Peygamber içeri girdi. ‘Bu kimdir’ diye sordu. ‘Falancadır, geceleri hiç uyumaz ibadetle geçirir’ dedim. Resulullah, ‘sus yeter, size takat getirebileceğiniz amel yaraşır. Siz ibadet yapmaktan usanmadıkça Allah sevap vermekten usanmaz. Allah’ın hoşlandığı dini amel kişinin devamlı olarak yaptığı ameldir.’"(Buhari)
"İnsanların sual sormakta o kadar ileri gideceğinden korkulur ki, hatta mahlukatı Allah yarattı, Allah’ı kim yarattı diyecek olurlar. Böyle sualler sordukları zaman, İhlas suresini okuyun, sonra üç kez soluna tükürerek şeytanın şerrinden Allah’a sığının." (Buhari- Müslim)
KURAN'IN VE KURAN OKUMANIN FAZİLETİ
Kuran-ı Kerim okumak, Allah (cc)’ın müminleri yükümlü kıldığı önemli bir ibadettir. Resulullah Efendimiz (sav) Kuran okumaya başlamadan önce "Kovulmuş şeytandan Allah’a sığınıyorum" ya da "Allah’ım şeytan’ın kışkırtmasından, üflemesinden ve fısıldamasından sana sığınırım" derdi. (Ebu Davud)
Resulullah Efendimiz (sav), Kuran’ı okumanın ve onu okumayı öğretmenin fazileti üzerinde önemle durmuştur. Kuran’ı okumayı, onu uygulamanın başlangıcı olarak görmüştür. Peygamber Efendimiz (sav) bu konuda şöyle buyurmuştur: "Kuran okuyunuz, zira Kuran. okuyanlarına kıyamet günü şefaatçi olur." (Müslim)
Kuran ve onunla amel eden kimseler mahşer yerine getirilirler. Bakara ve Al-i İmran sureleri, kendilerini okuyup amel eden kimseler hakkında birbiriyle "Ben şahadet edeceğim" diye yarışarak o kimselerin önlerine gelirler. (Müslim)
"Sizin en hayırlınız Kuran’ı öğreten ve onu öğrenendir." (Buhari-Müslim)
"İki kimse gıpta edilmeye şayandır: Birisi Kuran öğrenmiş ve onunla gece gündüz meşgul ve muktezasiyle amil olandır. Diğeri de Allah’ın kendisine mal ihsan ettiği kimselerdir ki gece gündüz o malı Allah yolunda sarfeder." (Buhari-Müslim)
"Kuran’ı oku da yüksel. Okuduğun nisbette cennet basamaklarından yukarı çık. Dünyada teenni ile okuduğun gibi cennette de öyle oku. Çünkü senin cennette yerleşeceğin yer, okuduğun ayetin son noktasıdır. Ne kadar okursan o kadar yükselirsin." (Ebu Davud-Tirmizi)
"Herhangi bir cemaat bir evde toplanıpta Kuran-ı Kerim’i okur, aralarında mukabele ederlerse, kalpleri sükunet bulur, rahat ederler. Allah’ın rahmeti onları kaplar. Melekler onları kuşatır. Cenab-ı Hak da onları kendi nezdindekiler arasında zikreder." (Müslim)
"Allah katında Kuran’dan daha üstün şefaatçi yoktur. Ne peygamber, ne melek ne başkaları." (Taberani)
"Kuran’ı duygulanarak okumayan bizden değildir." (Buhari)
Resulullah Efendimiz (sav)’in hadislerine göre Kuran-ı Kerim okumanın adabı:
1) Önce abdest almalı, yüzünü kıbleye dönmeli ve namazda oturur gibi mütevazi şekilde oturmalıdır. 2) Peygamberimiz (sav), "Kuran-ı Kerim’i üç günden önce okuyup bitiren ahkamını anlayamaz" buyurmuştur. Bu yüzden Kuran okunurken manası düşünülerek okunmalıdır. 3) Her ayetin hakkını vererek okumalıdır. Peygamberimiz (sav), içinde azap geçen ayetlerde Allah (cc)’a sığınır, rahmet ayetlerinde Allah (cc)’tan rahmet isterdi. 4) Gösteriş manası çıkarılabilecek şekilde veya namaz kılanların namazlarını karıştıracak şekilde okunmamalıdır. Peygamberimiz (sav) "Sessiz Kuran-ı Kerim okumanın sesli okumaya üstünlüğü, gizli verilen sadakanın açıktan verilen sadakaya üstünlüğü gibidir" buyurmuştur. (Buhari) 5) Güzel sesli okumaya gayret etmelidir. Resulullah Efendimiz (sav) "Kuran-ı Kerim’i güzel ses ile süsleyiniz" buyurmuştur. Okuyanın sesi ne kadar güzel olursa dinleyene etkisi o kadar fazla olur. 6) Kuran’ı okuyanın kalbinde büyüklüğünü hissetmesi gerekir. Okuyan, bunu hiç unutmayıp kalbini buna hazır bulundurmalı ve gafil olmamalıdır.
İLİM ÖĞRENMEK VE ÖĞRETMEK
Peygamber Efendimiz (sav), "Alimler peygamberlerin varisleridir" buyurmuşlardır. Resulullah (sav) bir başka hadislerinde de, "İlim Çin’de bile olsa öğreniniz" (Taberani) ve "İlim öğrenmek her Müslümana farzdır" (İbn-i Mace) buyurmuştur. Bu yüzden her Müslüman, başta İslam’ın temel kaideleri olmak üzere, dini temsil edecek seviyede ilim öğrenmesi farzdır.
Resulullah Efendimiz (sav) şöyle buyurmuştur: "Peygamberler ne bir altın ve ne de bir gümüş bırakmamışlar, ancak ilmi miras bırakmışlardır. işte o mirasa konan, sonsuz bir haz ve nasip almış demektir. (Ebu Davud)
"İman çıplaktır. Elbisesi takva, süsü utanmak, meyvesi ise ilimdir." (Hakim)
"Beni Allahu Teala’ya biraz daha yakınlaştıracak yeni bir ilim edinmediğim günün doğmasında benim için bir hayır yoktur." (Taberani)
"Cenab-ı Hakkın rızası aranan bir ilmi sırf dünya metaına nail olmak için öğrenen kimse kıyamet gününde cennetin kokusunu bile duyamaz." (Ebu Davud)
Peygamberimiz (sav), "İlim öğreneni Allah ummadığı yerden rızıklandırır" buyurmuştur. Şeytan gelecek endişesi ile insanları korkutarak dünyaya daldırmak suretiyle ilim yolundan alıkoymaya çalışabilir. Oysa Allah (cc) yolunda İlim öğrenmeye çalışanın hem dünyası hem ahireti Cenab-ı Hak’kın koruması altındadır.
"Her kim ilim tahsil için yola çıkarsa, bu yüzden Allah ona cennete girecek yolu kolaylaştırır." (Müslim)
"İslamiyet’i yaşatmak için okurken ölen kimse ile, Peygamberler arasında bir derecelik fark vardır." (Darimi)
"Kıyamet günü üç sınıf insan şefaat eder: Bunlar peygamber, sonra alimler, sonra şehidlerdir." (İbn-i Mace)
"Allahu Teala her kimin hayrını murad ederse, onu dinde alim ve fakih kılar." (Buhari-Müslim)
Peygamberimiz (sav), ilim öğrenenleri, dünya için öğrenenler ve ahiret için öğrenenler olarak ikiye ayırmıştır. İlimi, dünya için öğrenenlerin gayeleri servet, mevki ve şöhrettir. İlmi ile amel etmeyenler ise münafıktır. Çünkü bunlar kendileri öğrendiği ve dilleri ile kabullendikleri halde kalbine bunu yerleştirememiş ve kendilerince Allah (cc)’ı aldatmaya çalışmışlardır. Resulullah Efendimiz (sav), bunların ahirette en ağır şekilde cezalandırılacağını bildirmektedir. Peygamber Efendimiz (sav), "Kıyamet günü en ağır cezayı görecek olan, Allah’ın ilminden faydalandırmadığı alimlerdir" buyurmuştur.
"İlmi çoğaldığı halde ahlakı düzelmeyen, Allah’a uzaklıktan başka birşey elde edemez." (Deylemi)
İlim sahibinin üzerine büyük bir sorumluluk yüklenmiştir. Takva sahibi mümin kendisine bağışlanan bu lütfu diğer müminlerle paylaşması gerekir.
"İlminden sorulduğu halde bildiğini saklayan kimsenin ağzına kıyamet günü ateşten bir gem takılır." (Ebu Davud)
"Adem oğlu ölünce amel defteri dürülür. Ancak üç şeyden dolayı defterine sevap yazılır. Bunlardan birisi istifade edilen bilgidir." (Müslim)
DUANIN FAZİLETİ
Hz. Peygamber (sav) Allah (cc)’ı zikretme konusu yaratılmışların en üstünü idi. Günün her anında ve hangi işle meşgul olursa olsun Allah (cc)’ı anmaktan ve dua etmekten geri durmazdı. Kuran’da "De ki: "Sizin duanız olmasaydı Rabbim size değer verir miydi?..." (Furkan Suresi, 77) buyuruluyor. Resulullah Efendimiz (sav) bunu layıkıyla kavramış olduğundan hangi durumda olursa olsun dua etmekten ve Allah (cc)’ı anmaktan geri durmazdı.
Resulullah (sav)’ın dua konusuna verdiği ehemmiyeti aşağıdaki sözlerinden daha iyi anlayabiliriz:
"Allah Katında duadan makbul ve kıymetli hiç birşey yoktur." (Tirmizi)
"Kul duasında üç şeyin birini almaktan şaşmaz: Ya dua sayesinde günahı bağışlanır veyahut peşin bir mükafat alır veya ahirette karşılığını alır." (Deylemi)
"Allah’ın fazlından isteyin. Allah Kendinden istenmesini sever. İbadetlerin makbulu, ferahlığı beklemektir." (Tirmizi)
"Kulun Allah’a en çok yakın olduğu secde halidir. Secdede Allah’a çok dua edin." (Müslim)
"Muhakkak ki sizin Rabbiniz haya ve kerem sahibidir. Kulları ellerini kaldırıp kendisinden birşey istedikleri zaman, onları boş çevirmez." (Tirmizi-Ebu Davud)
"Dua ettiğiniz zaman, kabul olunacağına inanarak dua edin. Bilmiş olun ki, gafletle yapılan duaları Allah kabul etmez." (Tirmizi)
"Allahu Teala dualarınızı kabul eder. Ta ki dua ettim hala kabul olmadı deyip acele etmedikçe. Allah’tan çok isteyin. Çünkü siz kerem sahibinden istiyorsunuz." (Buhari-Müslim)
Resulullah (sav)’ın gün içinde sık tekrarladığı bir dua şöyledir:
"Yüzümü, göğsü inanç dolu bir Müslüman olarak yeri ve göğü Yaratana çevirdim. Ben O’na ortak koşanlardan değilim. Kıldığım namaz, yaptığım ibadetler, hayatım ve ölümüm ortağı bulunmayan alemlerin Rabbi olan Allah’a aittir.
Allah’ım hükümran Sensin. Sen’den başka İlah yoktur. Sen Rabbimsin. Ben Senin kulunum. Rabbim, günahlarımı ancak Sen bağışlarsın. Beni en güzel huylara ulaştır. Zaten en güzellerine ancak Sen ulaştırırsın. Kötü huyları benden uzaklaştır. Onları Sen’den başkası benden uzaklaştıramaz. Ben Seninleyim. Sana döneceğim. Sen yüceler yücesisin. Affına sığınıyor, Sana yöneliyorum.
Göklerin ve yerin Yaratıcısı, gizli olanı, aşikar olanı bilen Allah’ım! Ayrılığa düştükleri konularda kullarının arasında Sen hükmedersin. İzninle, hakta ayrılığa düştükleri konularda beni hakka ulaştır. Şüphesiz Sen dilediğini doğru yola eriştirirsin." (Tirmizi-Müslim)
Peygamberimiz (sav)’in uyandığında ettiği dua ise şöyledir:
"Bizi ölümünden sonra dirilten Allah’a hamdolsun. O’nun huzurunda toplanacağız. Tek Allah’tan başka İlah yoktur. O’nun ortağı yoktur. Mülk O’nundur. Hamd O’nadır. O herşeye kadirdir. Allah’a hamdolsun. Allah’ı bütün eksikliklerden tenzih ederim. Allah’tan başka İlah yoktur. Allah en yücedir." (Buhari-Tirmizi)
Peygamberimiz (sav)’in evinden çıktığında yaptığı dua:
"Allah’ın adıyla. Allah’a tevekkül ettim. Allah’ım sapıklığa düşmekten ve düşürülmekten, ayağımın kaymasından ve kaydırılmasından, zulmetmekten ve zulme uğramaktan, cehalete düşmekten ve cahil görünmekten Sana sığınırım." (Tirmizi)
Peygamberimiz (sav)’in mescide girdiğinde yaptığı dua:
"Allah’ım günahlarımı bağışla ve bana rahmetinin kapılarını aç." (İbn-i Mace)
Peygamberimiz (sav)’in evine girerken yaptığı dua:
"Beni koruyan ve sığındıran Allah’a hamdolsun. Beni yediren ve içiren Allah’a hamdolsun. Bana iyilikte bulunan ve iyiliği artıran Allah’a hamdolsun. Yarab! Senden beni cehennemden korumanı dilerim." (Ebu Davud)
Peygamberimiz (sav)’in bir başka duası:
"Allah’ım! Görünen görünmeyen, maddi-manevi bütün pisliklerden, kovulmuş şeytandan Sana sığınırım." (Taberani)
Peygamberimiz (sav)’in ezan okunduğunda yaptığı dua:
"Bu eksiksiz, icabet olunan davetin ve kendisinden ötürü dualara icabet olunan hak davetin ve takva kelimesinin Rabbi olan Allah’ım. Beni bu inanç üzere öldür, ona bağlı yaşat, kıyamet günü amel yönünden bu inanca sahip salih kimselerden eyle." (Beyhaki)
Peygamberimiz (sav)’in yemek duası:
"Allah’ım! Yedirdin, içirdin, muhtaç etmedin, memnun ettin. Hidayet ettin ve dirilttin. Verdiğin nimetler mukabilinde Sana hamdolsun." (Ahmed)
Hz. Muhammed’in (sav) hadislerinde duanın adabı şöyle açıklanmıştır:
1) Şerefli vakitleri aramak:
Sene içerisinde arefe günleri, Ramazan ayı, perşembe geceleri, seher vakitleri, Peygamberimiz (sav)’in çokça dua ettiği zamanlardır.
2) Allah Katında önemli olan anlarda dua etmek:
Peygamber Efendimiz (sav), "Gök kapıları, İslam topluluğu ile küfür topluluğunun karşılaştığı, yağmurun yağdığı ve farz namazlarının kılındığı esnada açılır. Bu vakitleri ganimet bilerek dua edin" buyurmuştur.
Başka bir hadiste ise, "Oruçlunun duası reddolunmaz" (Tirmizi) buyrulmuştur. Böyle anlarda dua edilmesine özen göstermek hem duanın kabulü, hem de Sünnet-i Seniyye’nin yerine getirilmesi açısından önemlidir.
3) Dua sırasında kıbleye dönmek, elleri kaldırmak, avuçları birleştirip avuç içini yüze doğru ve gözleri semaya çevirmek sünnettendir. Resul-i Ekrem Efendimiz (sav) dua ettiği zaman koltuk altı görünecek kadar elini kaldırır ve dua sırasında parmakları ile işaret etmezdi. (Müslim)
4) Duayı gizlice, hafif sesle yapmak:
"Ey insanlar! Sizin dua ettiğiniz Allah sizinle atlarınızın boynu arasındadır." (Müslim)
5) Duada yapmacık sözlerden sakınmak:
Dua eden kişi tevazu ve huşu içinde istemeli, yapmacık sözlerden kaçınmalıdır. Peygamberimiz (sav) bir hadisinde, "İleride duada haddini aşan cemaatler türeyecektir" buyurmuştur. Dua eden kişi aczini ifade etmeli, külfetli ve manasız isteklerden kaçınmalıdır.
6) Allah’tan (cc) korkarak, kabulünü umarak ve ısrarla dua etmek:
"Dua ettiğiniz zaman, kabul olunacağına inanarak dua edin. Bilmiş olun ki gafletle yapılan duaları Allah kabul etmez." (Tirmizi)
"Allah dualarınızı kabul eder. Ta ki dua ettim deyip hala kabul olmadı deyip acele etmedikçe. Allah’tan çok isteyin. Çünkü siz kerem sahibinden istiyorsunuz." (Müslim)
TEVBE:
"Ancak kim işlediği zulümden sonra tevbe eder ve (davranışlarını) düzeltirse, şüphesiz Allah onun tevbesini kabul eder. Muhakkak Allah, bağışlayandır, esirgeyendir." (Maide Suresi, 39)
Tevbe, eski günahlardan ve hatalardan kurtumak için büyük bir fırsattır. Müminler bu fırsatı günün her anında değerlendirmelidir. Hz. Ali "Elinde tevbe ve istiğfar gibi kurtuluş çareleri bulunan kimselerin helak olmalarına şaşarım" buyurmuştur. Şeytanın oyunlarına yenik düşen ve hatalarını düzeltemeyen insanların tevbe ve duadan başka hiçbir kurtuluş yolu yoktur. Ancak bu sayede dünya ve ahirette saadete kavuşulabilir.
Hz. Muhammed (sav) şöyle buyurmuştur:
"Tevbe ve istiğfara devam eden kimseye Allahu Teala her sıkıntısından bir kurtuluş ve her darlıktan bir genişlik verir ve ummadığı yerden kendisini rızıklandırır." (Ebu Davud)
"Kalbimin ufuklarını bazen hafif bulutlar kaplar gibi olur ve bu sebepten günde yüz kere Allah’tan mağfiret dilerim." (Müslim)
Resul-i Ekrem (sav) devamlı olarak, "Allah’ım Seni noksan sıfatlardan tenzih eder ve Sana hamdederim. Allah’ım! Beni mağfiret eyle, Sen tevbeleri kabul eden merhamet sahibisin derdi." (Hakim)
"Allah’ım! Seni noksan sıfatlardan tenzih ederim, nefsime zulm ettim, kötü işlerde bulundum, Senden başka günahlarımı bağışlayacak hiçbir kuvvet yoktur. Sen beni affet diyen kimseyi, akın halinde bulunan karıncalar kadar günahı olsa da Allah affeder." (Beyhaki)
"Allah’ım! Beni ihlasla iyilik ettiğinde cennet ile müjdelenen, kötülük ettiği zaman da akabinde tevbe eden kullarından eyle." (İbn-i Mace)
Peygamberimizin tavsiye ettiği tevbe istiğfar: "Allah’ım! Sen benim Rabbim, ben Senin kulunum. Beni Sen yarattın. Ben Sana gücümün yettiği kadar verdiğim söz üzerindeyim. Yaptığım kötülüklerden Sana sığınırım. Verdiğin nimetlere karşı kusur ettim, nefsime zulmettim. Günahlarımı huzurunda itiraf eder, geçmiş ve gelecek günahlarımdan dolayı senden mağfiret dilerim. Beni mağfiret eyle, her ne şekilde olursa olsun bütün günahları Senden başka kimse bağışlayamaz." (Buhari)
DİLİN BÜYÜK TEHLİKESİ, SÜKUT,FUZULİ KONUŞMAK:
"Müminler, onlar, ‘tümüyle boş’ şeylerden yüz çevirenlerdir." (Mü’minun Suresi, 3)
Peygamberimiz konuşmalarında ümmeti için sözlerin en iyisini ve güzelini seçerdi. Konuşma tarzını beğenmediği kişileri derhal uyarırdı. müminlerin söz ile birbirlerini kırmalarına izin vermezdi.
Resulullah boş ve yararsız sözler söyleyecek olan kişinin sükut etmesinin daha yararlı olacağını söylemiştir. Bir başka hadiste ise "sükut eden kurtulmuştur"(Tirmizi) buyurmuştur. Bu konuda Hz. Muhammed’in birçok hadisi bulunmaktadır.
"Midesinin, edep yerinin ve dilinin şerrinden korunan kimse, bütün kötülüklerden korunmuş olur." (Deylemi)
"Müjde o kimseyedir ki sözünün fazlasını tutmuş ve malının fazlasını infak etmiştir." (Bezzar)
"Hayır olmayan şeyden dilini çek, ancak bu sayade şeytana galebe çalarsın." (Taberani)
"Allahu Teala herkesin dilinin yanındadır. Yani söylenen her sözü bilir. O halde konuştuğu sözde Allah’tan korksun." (Hatib)
Allah’ı görüyor gibi O’na ibadet et ve kendilerini ölülerden say. İstersen bütün bunları içine alan daha mühimini haber vereyim? Dilini tut.
Bir söz söylerken düşünerek söylemek mümine yakışan güzel bir davranış olur. Düşünmeden söylenen bir söz bazen istenmeyen yerlere gidebilir ve değer verdiğimiz insanları incitebilir. Bu söz eğer İslami bir konu içeriyorsa daha da hassas olmamız gerekir. Resulullah buyuruyor ki: "Müminin lisanı kalbinin ötesindedir. Bir şey söyleyeceği zaman önce onu düşünür ve sonra konuşur. Münafık bunun aksine kalbi dilinin ötesindedir. Bir şey söyleyeceği zaman, düşünmeden onu söyler."(Haraiti)
Konuşurken laf fazla uzatılmamalıdır. Anlatacak konu kısa ve öz bir şekilde anlatılmalıdır. Bu sayede hem konuşulan kişinin fazla vakti alınmamış olur, hem de Resulullah’ın sünnetine riayet edilmiş olunur.
"Dikkat edin, derin sözlere dalıp gereksiz yere lafı uzatanlar helaka uğramışlardır." (Müslim)
"Bir zaman gelecek ki, insanlar insanlar sözlerini, ineklerin otu gevelemeleri gibi geveleyip duracaklar." (Ahmed)
Sözlerimizde çirkin, avami, argo ve müstehcen kelimelerden kaçınmalıyız. Bu tip konuşmalar bir süre sonra kalbin katılaşmasına ve konuşmaların fiillere de yansımasına sebebiyet verebilir. Nitekim Resulullah buyuruyor ki: "Aman fahiş, açık ve çirkin sözlerden kaçını; zira Allah çirkin sözleri ve fahiş konuşmaları sevmez."(Hakim)
"Mümin taa’n etmez, kimseye dokunmaz, lanet etmez, fahiş söz söylemez ve kimseyi yermez." (Tirmizi)
Müminler birbirlerine karşı yaptıkları suçlamalarda dikkatli olmaları gerekir. Eğer yaptığımız suçlama doğru değilse ahirette beklenmedik şekilde kul hakkı olarak karşımıza çıkabilir.
"Bir kimse bir kimseyi küfür ve fısk ile itham eder de itham edilen kimse böyle olmazsa bu itham, itham edene döner." (Buhari)
"Ey insanlar, ashabım, kardeşlerim ve yakınlarım hususunda beni düşününüz ve onların aleyhine konuşmayınız. Ey insanlar, biri öldüğü zaman onu kötülükleriyle değil iyilikleri ile anınız." (Müsned)
"Kim din kardeşinin tevbe ettiği bir günahından dolayı ayıplarsa, o günah ile müptela olmadan ölmez." (Tirmizi)
"En büyük hıyanet, arkadaşına verdiği bir sözde o sana inandığı halde yalan söylemektir." (Buhari)
"Yazıklar olsun o kimseye ki, milleti güldürmek için yalan söyler. Vay ona, vay ona." (Ebu Davud-Tirmizi)
Dinimizde, çok istisnai durumlar haricinde yalan kesinlikle yasaklanmıştır. Resulullah Efendimiz, yalanın küçük ve büyük yalan olarak ayırımının yapılamayacağını ve yalanın her türlüsünü kınadığını söylemiştir. Peygamberimizin bu konudaki duası şöyledir:
"Allah’ım kalbimi nifaktan, edep yerimi zinadan ve dilimi yalandan temizle." (Hatib)
"İnsan bir yalan söylediği zaman onun pis kokusundan melekler bir mil mesafe uzaklaşır." (Tirmizi)
Kuran’da gıybet (dedikodu) etmek, ölü kardeşinin etini yemekle aynı görülmüştür. Peygamberimizin hadislerinde de gıybetin müminler arasında tesanütü kıracağı ve kul hakkının oluşmasına sebebiyet vereceği söylenmiştir. Ayrıca müminlere tecessüsle bakmak, onların kusurlarını araştırmak, gıybet kadar büyük bir günahtır. Nitekim Hz. Muhammed miraçta karşılaştığı bir olayı şöyle naklediyor: "Miraca çıktığım gece, tırnakları ile yüzlerini tırmalayan birtakım kimseler gördüm. Cebrail’e ‘bunlar kimdir’ diye sordum. Cebrail de ‘bunlar insanları gıybet edip gizli hallerini araştıranlardır’ dedi. (Ebu Davud)
"Ey dili ile iman edip kalpleri ile inanmayanlar, müslümanları gıybet etmeyin, onların gizli hallerini araştırmayın. Kim mümin kardeşinin gizli hallerini araştırırsa Allah’ta onun gizli hallerini ortaya çıkarır." (Ebu Davud)
‘Gıybetin ne olduğunu biliyor musunuz? Kardeşlerinizi hoşlanmayacağı şey ile anmanızdır’ buyurdu. Bunun üzerine ‘söyledikleriniz o adamda varsa buna ne buyurursunuz’ diyenlere Resul-i Ekrem ‘söylediğiniz kusurlar onda varsa işte o zaman gıybet olur, yoksa iftira etmiş olursunuz.’ (Müslim)
"Bir kimse kardeşinin ırz ve şerefine gıybet edene müdahale ederse, Allah o kimseyi kıyamet günü cehennemden uzaklaştırır." (Tirmizi) | |
| | | @bdulKadir Adminstratör
Mesaj Sayısı : 6736 Rep Gücü : 10015190 Rep Puanı : 97 Kayıt tarihi : 17/03/09 Yaş : 61 Nerden : İzmir
| Konu: Geri: PEYGAMBERİMİZİN YÜKSEK AHLAKINA ÖRNEKLER Perş. Ekim 14, 2010 11:47 pm | |
| VEDA HUTBESİ
Veda Hutbesi Hz. Peygamber (sav)'in 114 bini bulan hacıya hitaben irad ettiği hutbe'dir.
Bu hutbeyi dinleyenlerin sayısının çok olması, gelen bu haberlerin doğruluk derecesini belirtmesi açısından önemlidir. Bu gibi haberlere mütevatir haber denir. Yanlış olması aklen mümkün değildir. Bu hutbede vazedilen her konu kutlu Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav) tarafından söylenmiştir, bunda hiçbir şüphe yoktur. İçerik bakımından da, dünya ve ahiret hayatına dair yapılması gerekenleri bildirdiğinden dinin bir özetini oluşturmaktadır.
Hz. Peygamber (sav) bu son hutbesinde, bundan sonra bir daha haccedemeyeceğini bildirip vefatının yaklaştığını ima ettiği, sonraki gelen günler de O'nun (sav) bu sözlerini doğruladığı için bu hacca “Veda Haccı”, bu hac esnasında irad ettiği hutbeye de “Veda Hutbesi” adı verilmiştir.
Veda Hutbesi her ne kadar tek bir hutbe imiş gibi kabul edilmekteyse de, gerçekte bu hutbe, Arafat'ta, Mina'da ve bir gün sonra yine Mina'da olmak üzere arefe günü ile bayramın 1. ve 2. günlerinde parça parça irad edilmiştir. Değişik yer ve zamanda irad buyurulduğu için de hutbe, birçok kişi tarafından birbirinden farklı şekillerde rivayet edilmiş; kişinin ya da gurubun duyduğunu başkaları işitmediğinden, hutbenin tamamının bir araya toplanmasında bu farklı rivayetlerden yararlanılmış ve daha sonraki yıllarda bu üç aynı yer ve zamanda buyurulan hutbe tek bir hutbe olarak bir araya getirilmiştir. Hz. Peygamber (sav)'ın bu son haccından bir yıl önce nazil olan Tevbe suresinde, "Ey iman edenler! Müşrikler ancak bir pisliktir. Onun için bu yıllarından sonra Mescid-i Haram'a yaklaşmasınlar. Yoksulluktan korkarsanız, (biliniz ki) Allah dilerse sizi kendi lütfundan zengin edecektir. Şüphesiz Allah iyi bilendir, hikmet sahibidir." (Tevbe Suresi, 28), müşriklerin pis olduğu ve bu yıldan sonra Mescid-i Haram'a yaklaşmamaları emredildiği için, Veda Haccı'nda Mekke'de sadece Müslümanlar vardı. Hutbeyi de yalnızca Müslümanlar dinlemişti. (Böylelikle müşriklerin bu hutbeye yalan katmaları da önlenmiş oldu.). Zaten Mekke'nin fethinden sonra müşriklerin sayısı parmakla sayılacak kadar azalmıştı. Hz. Peygamber (sav), Mekke'den kendisiyle birlikte yola çıkan 100 bin civarındaki ashabıyla Mekke'ye haccetmek için geldiklerinde bir yıl önceki ikaz sebebiyle Mekke'de müşrik kalmamıştı, çoğunluk Müslüman olurken Mekke'yi terkedenler de vardı. Hz. Peygamber (sav), haccın bütün erkanını bizzat kendisi yaparak Müslümanlara öğretmiş, İslam'ın Hac konusundaki emirleri de böylece tamamlanmıştı. İslam'ın tamamlandığını bildiren bazı ayetler de bu Veda Haccı'nda nazil oldu.
Cahiliye döneminde dışarıdan gelen hacılar Arafat'ta vakfeye dururken, Kureyş eşrafı diğer insanlardan üstün olduklarını belli edercesine Arafat yerine Müzdelife'de vakfeye dururlardı. Hz. Peygamber (sav), cahiliye döneminin bu sınıf üstünlüğüne dayalı adetini ortadan kaldırdı ve bütün hacılar gibi Arafat'ta vakfeye durdu. Hz. Peygamber (sav)'e orada bu dinin tamamlandığı şu ayet-i kerimeyle müjdelendi :
Bugün inkara sapanlar, sizin dininizden (dininizi yıkmaktan) umut kesmişlerdir. Bugün size dininizi kemale erdirdim, üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve size din olarak İslam'ı seçip-beğendim… (Maide Suresi, 3)
Dinin kemale erdirilmesine bütün Müslümanlar sevinirken yalnızca Hz. Ebu Bekir ile Hz. Ömer, bunun Hz. Peygamber (sav)'in vefatının yaklaştığına delalet ettiğini anlamışlardı ve gözlerinden yaşlar akmıştı. Gerçekten de bundan sonra Hz. Peygamber (sav), 82 gün yaşamış ve vefat etmiştir.
Devesi Kusva'nın sırtında olduğu halde Hz. Peygamber (sav), Arafat'ta şu hutbeyi irad etti:
“Ey insanlar! Sözümü iyi dinleyiniz. Bilmiyorum, belki bu seneden sonra sizinle burada ebedi olarak bir daha buluşamayacağım. Ey insanlar; bu günleriniz nasıl mukaddes bir gün ise, bu aylarınız nasıl mukaddes bir ay ise, bu şehriniz nasıl mukaddes bir şehir ise; canlarınız, mallarınız, ırzlarınız da öyle mukaddestir, her türlü saldırıdan emindir.
Ashabım! Yarın Rabbinize kavuşacaksınız ve bugünkü her hal ve hareketinizden sorulacaksınız. Sakın benden sonra eski dalaletlere dönüp birbirinizin boynunu vurmayınız. Bu vasiyetimi burada bulunanlar bulunmayanlara bildirsin. Olabilir ki bildirilen kimse, burada bulunup da işitenlerden daha iyi anlayarak muhafaza etmiş olur.
Ey ashabım! Kimin yanında bir emanet varsa onu sahibine vesin. Faizin her çeşidi kaldırılmıştır, ayağımın altındadır. Lakin borcunuzun aslını vermek gerekir. Ne zulmediniz ve ne de zulme uğrayınız. Allah'ın emriyle faizcilik artık yasaktır. Cahiliyetten kalma bu çirkin adet'in her türlüsü ayağımın altındadır. İlk kaldırdığım faiz de Abdulmuttalip oğlu (amcam) Abbas'ın faizidir.
Ashabım! Cahiliye döneminde güdülen kan davaları da tamamen ortadan kaldırılmıştır. İlk kaldırdığım kan davası da Abdulmuttalib'in torunu (yeğenim) Rebia'nın kan davasıdır.
Ey insanlar! Bugün şeytan şu topraklarınızda yeniden nüfuz ve saltanat gücünü kaybetmiştir. Fakat bu kaldırdığım şeyler haricinde küçük gördüğünüz işlerde de ona uyarsanız bu da onu memnun edecektir. Dininizi korumak için bunlardan sakınınız.
Ey insanlar! Kadınların haklarına riayet etmenizi ve bu hususta Allah'tan korkmanızı tavsiye ederim. Siz kadınları Allah'ın emaneti olarak aldınız. Ve onların namuslarını ve ismetlerini Allah adına söz vererek helal edindiniz. Sizin kadınlar üzerindeki hakkınız; aile şerefinizi korumaları ve evlerinizi sizin hoşlanmadığınız hiç kimseye açmamaları, çiğnetmemeleridir. Eğer onlar razı olmadığınız herhangi bir kimseyi evinize alırlarsa onları hafif bir şekilde dövebilir, azarlayabilirsiniz. Kadınların da sizin üzerinizdeki hakları; örfe göre her türlü giyim ve yiyeceklerini temin etmenizdir.
Ey müminler! Size bir emanet bırakıyorum ki siz ona sımsıkı sarıldıkça yolunuzu hiçbir zaman şaşırmazsınız. O emanet Allah'ın kitabı Kur'andır.
Ey müminler! Sözümü iyi dinleyiniz ve muhafaza ediniz. Müslüman Müslümanın kardeşidir ve bütün Müslümanlar kardeştir. Din kardeşinize ait olan herhangi bir hakka tecavüz, başkasına helal değildir. Ancak gönül hoşluğuyla verilen başka. Ashabım! Nefsinize de zulmetmeyiniz. Nefsinizin de üzerinizde hakkı vardır.
Ey insanlar! Cenab-ı Hak her hak sahibine hakkını vermiştir. Varis için vasiyete gerek yoktur. Çocuk kimin döşeğinde doğmuşsa ona aittir. Zinakar için mahrumiyet cezası vardır. Babasından başkasına nesep iddia eden soysuz yahut efendisinden başkasına uymaya kalkan nankör, Allah'ın gazabına, meleklerin lanetine ve bütün Müslümanların düşmanlığına uğrasın. Cenab-ı Hak bu insanların ne tevbelerini ne de şehadetlerini kabul eder.”
Resulullah (sav) sözlerinin burasında dinleyenlere sordu:
“Ey insanlar! Yarın beni sizden soracaklar. Ne dersiniz?” Ashab-ı Kiram cevap verdi: “Allah'ın risaletini tebliğ ettin; görevini yerine getirdin, bize vasiyet ve nasihatte bulundun diye şehadet ederiz.” Resulullah (sav)şehadet parmağını göğe kaldırarak üç kez: “Ya Rab şahid ol! Ya Rab şahid ol! Ya Rab şahid ol!” buyurarak Arafat'taki hutbesini bitirdi.
Resulullah (sav), güneş batıncaya kadar vakfede durdu. Tam buradan inmeye karar vereceği bir anda yukarıda zikredilen Maide Suresi’nin 3. ayeti nazil oldu. Daha sonra devesine binen Resulullah (sav) yavaş adımlarla Arafat'tan inerek Müzdelife'ye geldi. Burada bir ezan ve iki kamet ile akşam ve yatsı namazlarını birleştirerek kıldı. Ve istirahate çekildi. Sabah olunca cemaatle birlikte sabah namazını kıldı ve ortalık iyice ağardıktan sonra Müzdelife'den Cemretü'l Akabe mevkiine geldi. Şeytan taşlamadan sonra Mina'ya geçen Resulullah (sav) burada da Veda Hutbesi’nin diğer bölümünü irad etti. Allah'a hamdü senadan sonra devamla :
“Ey insanlar! Sizi Allah'ın kitabına bağlayan Peygamberiniz (sav)’in sözlerini iyi dinleyiniz, ona itaat ediniz. Hac ibadetinizin bütün hareketlerini benden gördüğünüz gibi ifa ediniz. Öyle sanıyorum ki, ben bu seneden sonra bir daha haccedemem.”
Resulullah (sav), bundan sonra halka sorulu cevaplı sürdürdüğü hutbesini :
“Ey insanlar! Ayların yerini değiştirerek geri bırakmak inkarda aşırı gitmektir. Kafirler böyle yapmakla doğru yoldan saptılar. Allah'ın haram kıldığı ayların sayısını uygun yapmak için, bir yıl haram ayını helal, diğer yıl onu haram sayarlar. Böylece Allah'ın haram kıldığını helal kabul ederler. Zaman Allah'ın gökleri ve yeri yarattığı gibi aynı duruma döndü. Allah'ın Katında aylar on ikidir. Bunların dördü mukaddes (haram) aylardır ki üçü arka arkaya gelen Zilkade, Zilhicce ve Muharrem, dördüncüsü de Cemaziyelahir ile Şaban'ın arasındaki Recep'tir. Ey mü'minler! Bu ay hangi aydır?
-Allah ve Resulü daha iyi bilir. -Zilhicce ayı değil midir? -Evet, Zilhicce'dir. -Bu içinde bulunduğumuz belde hangi beldedir? -Allah ve Resulü daha iyi bilir. -Mekke şehri değilmidir? -Evet Mekke'dir. -Bugün hangi gündür? -Allah ve Resulü daha iyi bilir. -Yevmünahr'dır. (kurban kesme günü) değilmidir? -Evet Yevmünahr'dır.”
Bu diyalogdan sonra Resulullah (sav) sahabelere dönerek: “Şu halde iyi biliniz ki; bu şehrinizde, bu beldenizde, bu gününüzün mukaddes (haram) olduğu gibi birbirinize kanlarınızı dökmek, mallarınızı haksız yere almak, namuslarınızı kirletmek de haramdır, her türlü saldırıdan masumdur. Muhakkak ki siz Rabbinize kavuşacaksınız, o zaman bütün bu işlerden sorulacaksınız.
Ey insanlar! Aklınızı başınıza alında benden sonra birbirinizin boynunu vuracak şekilde dalalete, vahşete düşerek cahiliye devrine dönmeyin.
Ey insanlar! Bu nasihatlerime kulak verip bunları burada hazır bulunanlarınız bulunmayanlara tebliğ etsin. Olabilir ki, kendisine tebliğ edilen kimse burada bulunup işiten bir kısım kimseden daha iyi anlayıp bellemiş olur. Ardından Resulullah (sav) iki kez:
-“Tebliğ ettim mi?” buyurdu. -Sahabiler: -“Evet ettin", deyince Resulullah (sav); -“Şahit ol Ya Rab!” dedi ve tekrar hatırlattı: Burada bulunanlar bulunmayanlara tebliğ etsin.”
Resulullah (sav), Mina'daki bu hutbesinden sonra kurban kesim yerine gelerek önceden hazırlanan develeri kurban etti. Bir kısmını da Hz. Ali (k.v) kestikten sonra her deveden birer parça et alınarak pişirilip yenildi. Daha sonra traş olan Resulullah (sav), ihramdan çıktı ve Kabe'yi tavaf etti. Öğle namazını da orada kıldıktan sonra Zemzem suyunun yanına gitti ve kendisine sunulan bir bardak suyu içtikten sonra tekrar Mina'ya döndü. Resulullah (sav) Mina'da geçirdiği teşrik günlerinde şeytan taşlama görevini yerine getirmiş, bu arada çevresinde bulunan insanlara hutbeler irad buyurmuştu.
"Allah'ın yardımı ve fetih geldiği ve insanların dalga dalga Allah'ın dinine girdiklerini gördüğün zaman Rabbini överek tesbih et. O'ndan mağfiret dile, çünkü O tevbeleri çok kabul edendir." (Nasr Suresi, 1-3) mealindeki Nasr Suresi’nin nazil olduğunu duyan Müslümanlara, hem yeni nazil olan bu sureyi okumuş hem de kendilerine nasihat ettiği hutbelerinden birini irad buyurmuştur. Bu hutbesinde de yine Müslümanların mal, can, namus emniyetinden bahseden Resulullah (sav) insan haklarının temelini oluşturan bu üç hakkı tekrar tekrar ümmetine hatırlatmıştı. Değişik yer ve zamanlarda irad edilen bu hutbeler, tek bir şekilde bütünleştirilmiştir.
Hutbedeki önemli ve anlaşılması zor cümlelerden biri:
"Vah size! Benden sonra dönüp birbirinizin boyunlarını vuran kafirler olmayın." dedi.
Bu rivayet, Resulullah (sav)'ın Veda Haccı sırasında yaptığı konuşmalardan birini aksettirmektedir. Ahir zamanda çıkıp dini tahrib edecek ve insanlığa büyük zarar verecek olan şahıslardan biri hakkında, Resulullah (sav), Veda Haccı gibi büyük bir kalabalığın bir araya geldiği ortamda bilgi vermektedir.
Hadisin sonunda ifade edilen, "Benden sonra dönüp birbirinizin boyunlarını vuran kafirler olmayın" cümlesinden, Nevevi'nin kaydına göre, yedi farklı hüküm çıkartılmıştır.
Müslümanın kanını haksız yere helal addeden Müslüman, kafir olur.
Bundan maksad nimet ve İslam'ın hakkına karşı nankörlüktür. Kadr-u kiymet bilmemektir.
Bu hal (mü'minin mü'mini öldürmesi) küfre yakın bir ameldir ve küfre götürür.
Bu kafirlerinkine benzer bir fiildir. Çünkü normalde mü'mini kafirden başkası öldüremez.
Bundan murad küfrün hakikatidir, yani manası şöyledir: Sakın küfre dönmeyin, Müslüman olmaya devam edin!
Bu manayı Hattabi ve başkaları hikaye etmişlerdir: Buradaki 'kafirler'den maksat, silah kuşananlardır. Araplar, "tekefferer reculü bi silahihi" derler. Yani silahını kuşandı. "Kuşandı" kelimesini tekeffür etti diyerek, küfr kökünden bir kelime kullanarak ifade ederler. El-Ezheri, Tehzibü'l-Lüga adlı kitabında silah kuşanan, silah taşıyan manasına kafir kelimesini kullanmıştır.
Hattabi de şu manayı anlamıştır: "Birbirinizi tekfir etmeyin (kafirlikle suçlamayın), sonra birbirinizi öldürmeyi helal addedersiniz."
Nevevi bu açıklamalardan sonra sözünü şöyle noktalar: "Bunlardan en muvafık olanı dördüncü maddede söylenendir. Kadı Iyaz (rahimehumullah) da bunu tercih etmiştir."
Veda Hutbesi birçok yönden ehemmiyet taşır:
Herşeyden önce Hz. Peygamber (sav)'in hayatının sonlarında irad edilmiştir. Malum olduğu üzere Veda Haccı Hicret'in 10. yılında cereyan etmiştir. Hz. Peygamber (sav) ömrünün son aylarını yaşamaktadır ve birkaç ay sonra vefat edecektir. "Bugün sizin dininizi kemale erdirdim, üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve size din olarak Müslümanlığı beğenip seçtim ve ondan razı oldum" (Maide Suresi, 3) mealindeki ayet de bu hac sırasında nazil olmuştur.
Hutbe muhteva olarak çok ehemmiyetlidir. Çünkü ciddi meselelere temas etmekte, o güne kadar ele alınmamış olan birçok cahili tatbikata son verilmektedir. Kan davasının, faizin kesinlikle kaldırılması, karı-koca arasındaki hukukun açığa kavuşturulması, hac kaidelerinin tesbiti gibi konuların hepsine bu hutbede yer verilir. Günümüz müelliflerinden bazıları Veda Hutbesi'ni İslam'ın "insan hakları" veya "kadın hakları" beyannamesi olarak değerlendirir. Gerçekten de insanların "mal, can, ırz" dokunulmazlığının te'yidi (kayıt altına almak, garanti etmek) tarihte ilk defa cereyan eden bir hadisedir. 20. asırda Birleşmiş Milletler’ce benimsenen insan hakları beyannamesi şüphesiz çok daha fazla teferruata yer veriyor. Ancak, onlar hep kağıt üzerinde kalmıştır. Burada ise alemlere rahmet olarak gönderilen Hz. Peygamber (sav)'in tebliği olarak vicdanlara, ruhlara, akıl ve fikirlere nakşolma söz konusudur.
İnsanlık, Müslümanların en güçlü ve gösterişli olduğu devirlerde bile, dili, dini, rengi ne olursa olsun İslam topraklarında kanından, malından, ırzından emin olmuş hürriyet içinde yaşamıştır.
İnsan hakları anlayışı tarih boyunca yavaş yavaş gelişmiş olmakla birlikte en mütekamil şekliyle İslam'la gerçekleşmiştir. Hz. Peygamber (sav)'ın Veda Hutbesi ilk insan hakları beyannamesi olarak önemlidir. İslami devletler tarafından gittikçe olgunlaştırılıp geliştirilen insan haklarının batı için, gelişmesi ancak 18. ve 19. yüzyıllarda (13 asır sonra) olmuştur.
Hutbenin Toplum Hayatına Getirdiği Prensipler:
Veda Hutbesi’nde Resulullah (sav)'ın başlıca şu noktalara temas ettiği görülür:
Her işte daima Allah (cc)'a hamd-ü sena etmek gerekir.
Nefis, insanı her zaman şerre yöneltmek ister. Bu sebepler nefislerin şerrinden Allah (cc)'a sığınmak gerekir.
Can, mal ve ırz kutsaldır. Yaşama hakkı tabii bir haktır. Irz, şeref, haysiyet, hürriyet ve mülkiyet saldırıdan korunmuş haklardır.
Cahiliye gelenekleri kaldırılmıştır. İnsanlar alışageldikleri şeyleri körü körüne yapmaktan vazgeçmelidir.
Faiz haramdır.
Kan davası gütmek haramdır.
Emanetler yerlerine verilmelidir. Emanete hıyanet edilmemelidir.
Küçük büyük, önemli-önemsiz her işte şeytana uymaktan sakınmalıdır.
Kadınların ve erkeklerin karşılıklı hak, vazife ve sorumlulukları vardır.
Hem kadın hem de erkekler zinadan şiddetle kaçacaklardır.
Köle ve hizmetçilere iyi davranılacaktır.
Bütün Müslümanlar kardeştir. Her türlü sınıf farkları ve ayrıcalıklar kaldırılmıştır. Üstünlük fazilet iledir.
Zulümden sakınmak gerekir, halkın malı haksız yere yenemez, birine ait bir şey sahibinin izni olmadıkça başkası için helal olmaz.
Müslümanlar birbirleriyle savaşmaktan sakınacaklardır.
Allah'ın kitabına ve Resulullah (sav)'ın sünnetine uyanlar asla sapıklığa düşmezler.
İslam sadeliğinden ayrılmamak, aşırılıklara sapmamak gerekir.
Hak Teala'ya ibadet olunacak; beş vakit namaz kılınacak, oruç ayında oruç tutulacak, Resulullah (sav)'ın tavsiyelerine uyulacaktır. Bunları hakkıyla yerine getirenlerin mükafatı Allah’ın izniyle cennettir.
HARUN YAHYA www.harunyahya.org | |
| | | | PEYGAMBERİMİZİN YÜKSEK AHLAKINA ÖRNEKLER | |
|
Similar topics | |
|
| Bu forumun müsaadesi var: | Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
| |
| |
| |
|