| KUTLU FORUM Bilgi ve Paylaşım Platformuna Hoş Geldiniz |
|
| En büyük Dört Kadın-Annelerimiz | |
| | Yazar | Mesaj |
---|
Semanur Özel Üye
Mesaj Sayısı : 920 Rep Gücü : 2246 Rep Puanı : 18 Kayıt tarihi : 23/06/09 Yaş : 60 Nerden : İzmir'den
| Konu: En büyük Dört Kadın-Annelerimiz Cuma Ara. 03, 2010 10:28 pm | |
| Her bina dört kubbenin üzerine kurulur
Bir gün Peygamber Efendimiz (s.a.v) elindeki hurma dalıyla toprağın üzerine dört çizgi çekiyor. Bu işaretleri anlamayan sahabeye “Bu cennet kadınlarının sultanlarının rumuzudur. Bunlar Asiye, Meryem, Hatice ve Fatıma`dır.” diyor.
Sibel Eraslan genç yaşında bu olayı okuduktan sonra Peygamber efendimizin “cennet kadınları” diye bahsettiği annelerimizle ilgili bir şeyler yapmak istemiş. “Ben bu annelerimizin binasını kurmalıyım” diye düşünmüş.
Çünkü her büyük bina dört kubbenin üzerine kurulur ona göre. Biz de toplum hayatımızı bu dört anneye dayandırırsak ancak selamete erebiliriz, diye düşünüyor Eraslan. Bilirsiniz “Cennet anaların ayaklarının altındadır” der hadis-i şerif.
Cennet anaların ayaklarının altındaysa eğer, bu dört cennet kadınını takip eden toplumlara kim bilir nasıl cennetler nasip olur. Kim bilir?
**********************
2 cennetlik 2 cehennemlik kadından bahseder kuranda bir sayfada
TAHRİM SURESİ
Rahman Rahim olan Allah'ın adıyla
10- Allah, inkar edenlere, Nuh'un eşini ve Lut'un eşini örnek verdi. İkisi de, kullarımızdan salih olan iki kulumuzun nikahları altındaydı; ancak onlara ihanet ettiler. Bundan dolayı, (kocaları) kendilerine Allah'tan gelen hiçbir şeyle yarar sağlamadılar. İkisine de: "Ateşe diğer girenlerle birlikte girin" denildi.
11- Allah, iman edenlere de Firavun'un karısını örnek verdi. Hani demişti ki: "Rabbim bana Kendi Katında, cennette bir ev yap; beni Firavun'dan ve onun yaptıklarından kurtar ve beni o zalimler topluluğundan da kurtar."
12- İmran'ın kızı Meryem'i de. Ki o kendi ırzını korumuştu. Böylece Biz ona ruhumuzdan üfledik. O da Rabbinin kelimelerini ve kitaplarını tasdik etti. O, (Rabbine) gönülden bağlı olanlardandı.
********************
ALLAH'IN KURAN'DA DİKKAT ÇEKTİĞİ KADINLAR
Allah’u Teala Kur’an-ı Kerim de, iman edenlerin öğüt ve ibret almaları gereken bu kıssalarda, iman edip Kendisi'ne gönülden teslim olan saliha kadınlardan bahsetmiş, onların örnek alınacak güzel ahlak özelliklerine dikkat çekmiştir. Bunun yanı sıra ayetlerde, imana davet edildikleri halde, müşrik ahlakı göstermekte direnerek Allah'ın rahmetinden uzaklaşan kadınlar hakkında da bilgi verilmiştir. Allah'ın Kur2an'da yer verdiği saliha kadınların iman edenler için örnek oluşturan güzel ahlaklarına dikkat çekecek, bunun yanında peygamberlerin himayesi altında oldukları halde imanın üstünlüğünü kavrayamayarak inkara sapan kadınların, ibret alınması gereken yönlerini ortaya koyacağız.
Firavun'un Eşi Hz. Asiye "Selam olsun sana, cesaretinde, korkusuzca firavunların gözlerinin içine baka baka hakkı haykıran. Musa'nın yandaşı olduğunu söyleyebilme cesaretini gösterip, Selam olsun sana, ... Selam olsun sana, Hak yolda kalabilmek için ezilmişlerin hakkını savunan Selam olsun sana, Dilsiz şeytan olmamanın, imanın gereği olduğunu öğreten, korkusuzluğunla. Küfre rızanın küfür olduğu gibi zulme rızanın da zulüm olduğunu haykıran Selam olsun sana, Ey yüreği güçlü, yüreği geniş Asiye! Hicretlerinle bağımsızlaştırdın kendini. Azad ettin yüreğini, beynini, bedenini. Bir tarafında Rabbin ve Rabbe olan imanın, öbür tarafında Firavun ve sahip olduğu ihtişamlı görkemli sarayı, şan, şöhret ve makamı... Firavunu Rabbe imanınla kahrettin. Mısır'ın hâkimine meydan okudun Allah, Kuran'da iman edenler için iki örnek kadından bahsetmiştir. Bunlardan biri Hz. Meryem diğeri ise Firavun'un hanımıdır. Allah, iman edenlere de Firavun'un karısını örnek verirken.” Hani demişti ki: "Rabbim bana Kendi Katında, cennette bir ev yap; beni Firavun'dan ve onun yaptıklarından kurtar ve beni o zalimler topluluğundan da kurtar." (Tahrim Suresi, 11) Allah'ın "... Firavun, gerçekten yeryüzünde büyüklenen bir zorba ve gerçekten ölçüyü taşıranlardandı." (Yunus Suresi, 83) ayetiyle bildirdiği gibi, Firavun Mısır'da acımasız yöntemleri, zalim karakteri ve halkına uyguladığı şiddet ile tanınan biriydi. Kavminin kadınlarını sağ bırakarak tüm erkek çocuklarını öldürüyor ve halkına dayanılmaz işkenceler uyguluyordu. Tüm Mısır ona aitti; dolayısıyla çok büyük bir zenginlik ve ihtişam içerisinde yaşıyordu. Kimse Firavun'a itiraz edemiyor, ona baş kaldıramıyordu. Kendisinin Mısır'ın ve tüm İsrailoğulları'nın ilahı olduğunu iddia ederek sapkınca büyükleniyordu. Allah, Firavun'a bir uyarıcı, İsrailoğulları'na ise bir kurtarıcı olarak Hz. Musa'yı gönderdi. Hz. Musa, Mısır halkını Allah'ın hak dinine davet ediyor, onları putlara tapmaktan vazgeçip, yalnızca Allah'a kulluk etmeye çağırıyordu. Firavun tüm kavmini olduğu gibi "... Andolsun, benim dışımda bir ilah edinecek olursan, seni mutlaka hapse atacağım." (Şuara Suresi, 29) sözleriyle Hz. Musa'yı da tehdit etmişti. Onun bu tehditleri ve uyguladığı işkenceler nedeniyle, Allah'ın "Sonunda Musa'ya kendi kavminin bir zürriyetinden (gençlerinden) başka -Firavun ve önde gelen çevresinin kendilerini belalara çarptırmaları korkusuyla- iman eden olmadı..." (Yunus Suresi, 83) ayetiyle bildirdiği gibi, bir kısım gençler dışında Hz. Musa'ya iman eden olmadı. Hz. Musa'nın tebliği karşısında imana gelen Firavun'un emrindeki sihirbazlar ise, bu seçimlerinden dolayı Firavun'un zalim ve şiddet dolu tavırlarıyla karşı karşıya kaldılar: Görüldüğü gibi Firavun'un zalimliği ve kendi hükümranlığını reddederek Allah'a iman eden kimselere olan tavrı çok açık bir şekilde ortadaydı. Ancak hanımı, tüm bunları yakından bilen bir kimse olmasına rağmen, Firavun'un onun imanını öğrendiğinde gösterebileceği tepkiden ve kendisine uygulayabileceği zulümden hiçbir şekilde çekinmemiş, Allah'ın rızasını, sevgisini ve yakınlığını kazanmayı bundan çok daha önemli görmüştür. Bu samimiyeti, Allah'a olan teslimiyeti, zor şartlar altında imanını gizlemek için göstermiş olduğu sabrı ve tevekkülü, Allah sevgisinden kaynaklanan cesareti tüm inananlar için güzel bir örnektir. Firavun'-un hanımı Hz. Asiye; elindeki bu imkânların hiçbirini önemsemedi, imanını, Allah'ın rızasını kazanabilmeyi, O'nun istediği ahlakı yaşayabilmeyi tüm bu dünya nimetlerinden çok daha üstün tutmuştur. Nitekim Allah'a olan duasında da bu samimiyeti çok açık bir şekilde görülmektedir. Dünya hayatında sahip olduğu tüm bu imkânlara rağmen, Allah'tan kendisini Firavun'dan ve onun zalim sisteminden kurtarmasını dilemiş ve kendisine cennette bir ev vermesini istemiştir: ”... Hani demişti ki: "Rabbim bana Kendi Katında, cennette bir ev yap; beni Firavun'dan ve onun yaptıklarından kurtar ve beni o zalimler topluluğundan da kurtar." (Tahrim Suresi, 11) Kuran-ı Kerimde Asiye validenin durumu şöyle anlatılıyor: “Allah (c.c) iman edenlere de Firavunun zevcesini bir musal olarak getirdi. O vakit o “Ya Rabbi bana katında cennette bir ev yap! Beni firavundan ve onun kötü amellerinden kurtar! Beni o zalimler gûrubundan selamete çıkar! Demişti.” (Tahrim, 11) Ta o zamandan bu zaman kadar anne-babasına karşı, kocasına karşı, dinini kahramanca savunan kadın mücahitler olagelmiştir. Onların en üstünü Asiye validedir. Çünkü insanın ailesine karşı durması düşmana karşı durmaktan çok zordur. Firavun'un hanımı Hz. Asiye; Bu üstün ahlakıyla dünya hayatına bağlı olmadığını, asıl olarak Allah'ın rızasını ve cennetini istediğini ortaya koymaktadır. Allah onun bu samimi imanını, tüm müminlere örnek vermiş, onu hem dünya hayatında hem de ahirette üstün kılmıştır. Ey şehit! Ey kadınların en şereflilerinden olan kutlu kadın! 'Dünya ahiretin tarlasıdır' ilkesini şiar olarak aldın kendine. Ve ektin sayısız meyve veren tohumları. Tarlan bereket saçtı dünyanın her bir yanına. Meyve verdi ektiğin tohumlar. Yeşerdikçe çoğalan meyveler elde ettin. Özgürlüğü ektin köleliğe inat. Aşkı, sevdayı ektin, şeytana nefse inat, başkaldırıyı ektin sinmişliğe inat, zalimlere boyun eğmeye inat cesareti ektin korkulara.... Ey Rabbin kendisine 'selam olsun' dediği ve kendi nurunu gösterdiği kutlu peygamberini yetiştirmek, eğitmek şerefine nail olan seçkin insan! "Sonra gelenler arasında onlara iyi bir ün bıraktık. Musa'ya ve Harun'a bizden selâm olsun. Rabbim her ortamda Hz. Âsiye gibi birçok kahraman mücahide hanımlar gibi dinimizi yaşamayı , davamızı savunmayı , bizlere nasip eylesin. O iman gücünü versin. Amin. Şüphesiz ki her şey fani ve Rabbe dönücüdür. Baki olan, Allah(c.c.) ve O'nun için yapılanlardır İnnalillahi we inna ileyhi raciun.
Hz. Meryem'in Üstün Ahlakı
Hz. Meryem hayatı boyunca gösterdiği üstün ahlak ile tüm Müslüman kadınlar için önemli bir örnek olmuştur. Allah Hz. Meryem'e dünyada önemli bir sorumluluk yüklemiş ve bu şerefli görev için onu Kuran'ın ifadesiyle 'güzel bir bitki gibi' yetiştirmiştir. Allah, onu İmran ailesi gibi seçkin kılmış, güçlü ve samimi iman sahibi kimselerin soyundan kılarak, onun bu üstün ahlaklı insanlar tarafından yetiştirilmesini sağlamıştır. Bunun yanı sıra Allah, Hz. Zekeriya'nın eğitimiyle, Hz. Meryem'i üstün ve seçkin bir peygamberin ahlakıyla ahlaklandırmıştır. Hz. Meryem hayatının her anında Allah'a karşı göstermiş olduğu güzel ahlakıyla, Allah'a olan içten bağlılığını ve sadakatini en güzel şekilde ortaya koymuştur. Allah'ın kendisini denediği tüm zorlu olaylardaki kararlılığı, tevekkülü, kayıtsız şartsız teslimiyetiyle de, Allah'a ne kadar gönülden ve samimiyetle bağlı olduğunu en güzel şekilde ifade etmiştir. Hz. Meryem'in yaşadığı tüm zorlu anlarda tek başına olması, onun için başlı başına önemli bir deneme konusu olmuştur. Zira insanlar zorluk anlarında daima kendilerine yardım edecek, destek olacak yol gösterecek birilerine ihtiyaç duyar ve olmadığında da kimileri yalnızlıklarından dolayı bir zayıflık ve üzüntü hissine kapılırlar. Hz. Meryem'de ise asla böyle bir durum söz konusu olmamıştır. O, her şeyi yalnızca Allah'tan beklemiş, yalnızca Allah'a güvenmiştir. Desteği, yardımı ancak Allah'tan istemiş ve O'nun göstereceği yola uymanın, O'nun sözüne itaat etmenin kendisine yeteceğini bilmiştir. En zor anında bile ümitsizliğe, karamsarlığa kapılmamış, Allah'ın tüm yaşadıklarını mutlaka hayra dönüştüreceğini, zorlukların her birini en güzel şekilde gidereceğini bilerek Allah'a gönülden teslim olmuştur. Nitekim Allah, yaşadığı her zorlukla beraber, onun için bir kolaylık kılmış, onu daima yardımı ve rahmetiyle desteklemiş ve karşılaştığı zorlukları çok büyük hayırlara ve güzelliklere dönüştürmüştür. Bunun yanı sıra karşı karşıya kaldığı olayları nasıl çözebileceği konusunda hiçbir tecrübesinin olmaması da Hz. Meryem için önemli bir imtihan sebebi olmuştur. Hamile kalmış ve tek başına bir çocuk dünyaya getirmek durumunda kalmıştır. Bu konuda hiçbir tecrübesi yoktur. Ancak hayatının her safhasında olduğu gibi, bu olayda da hiçbir şekilde bir yılgınlığa kapılmamıştır. Çok güçlü, iradeli ve kararlı bir kişilik sergilemiş ve Allah'ın yardımıyla tüm bunların en güzel şekilde üstesinden gelebileceğini bilmenin huzurunu ve güvenini yaşamıştır. Nitekim bu konuda da Allah onu olabilecek en mükemmel nimetlerle desteklemiş, işini kolaylaştırmış ve gösterdiği güçlü karakterden dolayı onu başarılı kılmıştır. Hz. Meryem'in ahlakındaki üstünlüğün bir başka göstergesi ise onun üstlendiği zor sorumluluğu yerine getirirken yaşadığı sıkıntılar karşısında güzel bir sabır gösterebilmiş olmasıdır. Hz. Meryem çok önemli ve şerefli bir görev üstlenmiştir. Ancak bu üstün ve şerefli durumun, kavmi tarafından gereği gibi anlaşılamaması, inkâr içerisinde olan halkının kendisine haksız bir bakış açısıyla yaklaşıp iftiralarda bulunması, Hz. Meryem için önemli bir sabır ve deneme konusu olmuştur. Bu aşamada da Allah'a olan güveninde sabır ve kararlılık göstermiştir. Güçlü, iradeli ve dirayetli kişiliğinden hiçbir şekilde taviz vermemiştir. Her olayın Allah'ın kontrolünde olduğunu ve Allah'ın kendisini tüm bu iftiralardan en güzel şekilde temize çıkaracağını bilerek, bu olaylara ve insanların cahilce tavırlarına karşı güzel bir sabır ile sabretmiştir. Hz. Meryem'in bu olaylar sırasında dikkat çeken bir başka özelliği ise, insanların rızasından tamamen sıyrılmış olmasıdır. Allah'a katıksız bir iman ile teslim olmuştur. Bu nedenle de insanların yorumlarından, kınamalarından hiçbir şekilde etkilenmemiştir. Samimi imanı ve ihlâsından dolayı onun için asıl önemli olan Allah'ın rızasına uygun hareket edebilmiş olmaktır. Görüldüğü gibi Hz. Meryem her işinde daima katıksız olarak Allah'a yönelmiş, imanındaki ve Allah'a olan teslimiyetindeki bu samimiyet sonucunda da, her zaman için Allah'ın rahmetiyle karşılık görmüştür. Unutulmamalıdır ki, güzel ahlakı başkalarına da anlatmanın iki yolu vardır. İnsan kimi zaman güzel ahlakı sözleriyle, kimi zaman da tüm bunları insanlar için güzel bir örnek oluşturarak davranışlarıyla anlatır. Bu iki yol arasında, en makbul ve aslında en etkili olanı, insanın tavırlarıyla yaptığı tebliğdir. Çünkü bu en samimi olandır. Taklit edilmesi mümkün değildir. Ancak imanın kalpte samimi olarak yaşanmasıyla, insanın inandıklarını en samimi şekilde hayata geçirip tavırlarına yansıtmasıyla gerçekleşebilir. Hz. Meryem'in çevresindeki insanlar arasında bilinen bir başka özelliği ise, 'ırzını korumuş olması' yani iffetine olan düşkünlüğüdür. Allah, Hz. Meryem'in bu üstün ahlakını Kuran'da şöyle haber vermektedir: “İmran'ın kızı Meryem'i de (Allah örnek verdi). Ki o kendi iffetini korumuştu. Böylece Biz ona Ruhumuz'dan üfledik. O da Rabbinin kelimelerini ve kitaplarını tasdik etti. O (Rabbine) gönülden bağlı olanlardandı.” (Tahrim Suresi, 12) “İffetini koruyan (Meryem); Biz ona Kendi Ruhumuz'dan üfledik, onu ve çocuğunu insanlığa bir ayet kıldık.” (Enbiya Suresi, 91) Hz. Meryem, güçlü bir iman ve üstün bir ahlak seviyesine ulaşmıştır. Bu olgunluğa eriştikten sonra ise Allah mucizelerini göstererek, Hz. Meryem'in üzerindeki rahmetini, korumasını ve merhametini yakinen görmesini sağlamıştır. Hz. Meryem'in ibadet ederken mihrapta sürekli olarak yiyecek bulması, Allah'ın ona olan desteğinin ve rahmetinin açık bir göstergesidir. Allah daha sonra Hz. Meryem'i Cebrail ile görüştürerek, ona olan bu rahmetini Cebrail'in sözleriyle de bildirmiştir. Hz. Meryem bu üstün ahlak ve, imanıyla, tavırlarıyla ve ahlakıyla tüm insanlık için önemli bir örnek ve tebliğ vesilesi olmuştur. Onun insanlara olan bu samimi tebliği, Allah'ın dilemesiyle en güzel şekilde karşılık görmekte, iman edenlerin imanda derinleşip, Hz. Meryem'in örnek ahlakını yaşamaları ve Hz. Meryem karakterini kazanmaları için önemli bir vesile olmaktadır
Hz. Hatice "Selam olsun sana, ey müminlerin anası. Selam olsun sana, ey Resullerin efendisinin zevcesi. Selam olsun sana, ey dünya kadınlarının efendisi olan Fâtıma-tü Zehrâ'nın anası. Selam olsun sana, ey ilk iman eden kadın. Selam olsun sana, ey malını, servetini Seyyid-ül Enbiya’nın yardımında sarfeden, ona elinden gelen hiçbir yardımı esirgemeyen ve düşmanlar karşısında onu müdâfaa eden. Ey Cebrâil'in kendisine selam verdiği ve yüce Allah'tan kendisine selam getirdiği kimse. Ne mutlu sana Allah'ın verdiği fazl-u ihsandan dolayı. Allah'ın selamı, rahmet ve bereketi senin üzerine olsun." Hz. Hatice; Büyük İslâm kadını, müminlerin anası, Allah Resulü'nün (s.a.v) değerli zevcesi Hz. Hatice (r.a) hicretten 68 yıl önce, asil bir ailede dünyaya geldi. Babası Huveylid, Kureyş'in büyüklerinden ve servet sahibi birisiydi. Annesi Fâtıma ise Mekke'nin tanınmış ve iffetli kadınlarından sayılırdı. Cahiliyet zamanında yaşamalarına rağmen böyle değerli ailede yetişen Hz. Hatice, öylesine şeref, haysiyet, iffet ve temizlik dolu bir hayat yaşıyordu ki toplum içerisinde "Tâhira" (temiz) diye meşhur olmuştu. Hâlbuki nefsanî heveslerini ve şeytanî arzularını gerçekleştirmesi için her türlü maddî imkâna sahip idi. O, hatta Müslüman olmadan önce dahi, insanın değer ve üstünlüğünü paraya-pula, dünya malına, ırka, makama değil, onda bulunan güzel sıfatlara, insanî ve ahlakî değerlere bağlıyordu. O gün Mekke'nin en zengin, en ileri gelen şahsiyetlerinin (Ebu Süfyan, Ebu Cehil, Akabe b. Ebi Muayt gibi) evlenme tekliflerini reddetmiş ve gözü sürekli fazilet, insanlık, dürüstlük, sadakat vb. sıfatlara süslenmiş birisini aramış ve Allah Resulü'nü tanıyıncaya kadar başka birisiyle evlenmeye gönlü rıza göstermemişti. Fakat Resulü Ekrem'le tanıştıktan sonra, Hazret'in fakirlik ve öksüzlüğüne bakmamış, bizzat kendisi evlilik teklifinde bulunmuştu. Hz. Hatice'nin bir başka özelliği ise; akıllı, basiret ve dirayet sahibi oluşudur. Öyle ki babasını cahiliyet zamanında meydana gelen "Ficar" harbinde kaybetmesinin ardından, babasından kalan serveti büyük bir dirayet ve basiretle ticarete atmış ve gün geçtikçe servetini artırmış ve Mekke'nin en önde gelen zenginleri arasına girmişti. Tarih Hz. Hatice'nin serveti hakkında şöyle diyor: "Onun sadece ticaret yaptığı mallarını 80 bin deve taşıyordu. Dört yüz hizmetçi onun ticaret ve sair işlerini yürütmekle görevliydi." Bu servete sahip olan Hz. Hatice fakirlere, düşkünlere yardım etmeği de ihmal etmemiş ve bu âdetini Rasulullah’(sav)la evlendikten sonra da devam ettirmişti." Evet, küçük bir malını kaybetmekle dünyaları yıkılan veya başkalarına en ufak bir şey verirken canları çıkan, çoğu insanların tam aksine Hz. Hatice bütün servetini Hz. Resulullah'(sav)ın ayağına dökmüş ve onun yüce hedefi için sadece kendi servetini değil, canını dahi adamıştı ve o yüce hedef uğruna bütün çilelere severek katlanmıştı. Hz. Hatice uzun yıllar beklemiş ve bütün Kureyş kabilelerinin büyüklerini reddederek Resûlullah gibi manevi değerlerle donatılmış birisini aramış ve karşılaşınca da bizzat kendisi evlenme teklifinde bulunmuştur. Öte yandan Allah Resulü de Hz. Hatice kendisinden bir hayli yaşlı olmasına rağmen, onda gördüğü fazilet, iffet ve insanî değerlerden dolayı onun evlilik teklifine seve-seve olumlu cevap vermiş ve evlenmişti. Evlendikten sonra Hz. Hatice'ye gösterdiği sevgi muhabbet ve saygı (ki bu Hz. Hatice'nin ölümünden sonra bile bütün sıcaklığıyla devam etmiş ve hatta bu durum bazı diğer hanımlarının kıskançlık duygularını kabartmış ve Rasulullah’a itirazda bulunmuşlardı) en açık şekilde Allah Resulü'nün Hz. Hatice'nin serveti değil, fazilet ve insanî değerlerinden dolayı onunla evlendiğini gösteriyor. Evlendikten sonra dahi Hz. Hatice, gönüllü olarak servetini İslâm yoluna harcamış ve hiçbir zaman Resûlullah bu konuda bir teklifte bulunmamıştı. Nitekim bu servetin hepsi İslâmî hedefler uğruna harcanmış ve kendilerine hiçbir şeyi biriktirmemişlerdi. Bazı batılı yazarlar, İslam'a ve Rasulullah’a olan düşmanlıklarından dolayı, Allah Resulü'nün Hz. Hatice'nin servetinden dolayı onunla evlendiği ortaya sürmüşlerdir. Halbuki Rasulullah’ın hayatını az da olsa araştıranlar biliyorlar ki Resulullah'ın asla değer vermediği şeylerden birisi de dünya malı idi. Kaldı ki evlenme teklifinde bulunan, bizzat Hz. Hatice'nin kendisi idi, Onun için Hz. Hatice'yle Resul-i Ekrem'in (s.a.v) evlenme olayına dönelim. Yukarda da izah ettiğimiz gibi bu iki büyük şahsiyeti birbirine yakınlaştıran ve hayatlarını birleştirmelerine vesile olan şey, asla maddî değil, tamamıyla manevî ve İlahî Sâiklerden ibaretti. Şimdi bu iddiamızı kanıtlayan delillerden sadece bir kaçını sizlere aktarmakla yetineceğiz: 1- Hz. Hatice'nin kölesi olan ve Hz. Muhammed'le (s.a.v) ticaret seferine çıkan Meysere isimli zat, yolculuk esnasında Kureyş Emini'nde gördüğü kerametleri ve Şam rahibinden onun hakkında duyduğu sözleri Hatice'ye anlatırken Hz. Muhammed'e karşı içinde aşırı bir sevgi duyarak şöyle diyordu: "Yeter artık Meysere! Muhammed'e karşı sevgimi iki kat artırdın; git seni azâd ettim; karın da senin olsun; ayrıca iki yüz dirhem, iki at ve bir kıymetli elbiseyi sana bağışladım." Ondan sonra Meysere'den duyduklarını Arap bilgini Varaka b. Nevfel'e anlatıyor; Nevfel de: "Bu kerametlerin sahibi Arabî Peygamber'dir" diyordu.
2- Bir gün Hz. Hatice evinde oturmuş, cariye ve köleleri etrafını sarmıştı. Bir Yahudi âlimi de o mecliste bulunuyordu. Bu sırada Kureyş genci (Hz. Muhammed (s.a.v) ) Hatice'nin evinin yanından geçiyordu. Yahudi âliminin gözü Peygamber'e ilişti. Peygamber'den birkaç dakikalığına meclise katılmasını istedi. Resul-i Ekrem (s.a.v) Yahudi âliminin ricası üzerine meclise katıldı. Hz. Hatice Yahudi âlimine dönerek şöyle dedi: "Eğer onun amcaları senin bu soruşturma ve teftişlerinden haberdar olurlarsa, kuşkulanır ve kötü bir tepki gösterirler; çünkü onlar yeğenleri hususunda Yahudilerden korkuyorlar." Yahudi âlimi bu sözleri duyunca "Sen ne diyorsun? Muhammed'e kim zarar verebilir? Oysa Allah onu, nübüvvetin hatmi ve halkın hidayeti için seçmiştir" dedi. Hatice, "Onun böyle bir makama erişeceğinin delili nedir?" diye sorunca, o şu cevabı verdi: "Ben ahir zaman peygamberinin alametlerini Tevrat'ta okumuşum. Onun alametlerinden bazıları şöyledir: Onun babası ve annesi ölür; ceddi ve amcası onu himayeleri altına alırlar. O Kureyş'ten bir kadınla evlenir." Sonra Hatice'ye dönerek şöyle dedi: "Ne mutlu onun eşi olma iftiharını elde eden kadına!" 3- Arap bilginlerinden olan Hatice'nin amcazadesi Varaka'nın Ahdeyn (Tevrat ve İncil) kitapları hakkında çok bilgisi vardı. Varaka defalarca şöyle demişti: "Kureyş'ten bir kişi, Allah tarafından insanları hidayet etmek için görevlendirilecek ve Kureyş'in zengin kadınlarından biriyle evlenecektir." Hatice de Kureyş'in zengin kadınlarından olduğu için Varaka ara sıra ona, "Bir gün gelir ki yeryüzünün en üstün, en şerefli erkeğiyle evlenirsin" diyordu. 4- Bir gece Hz. Hatice rüyasında güneşin Mekke üzerinde döndüğünü ve yavaş yavaş aşağı inerek onun evine girdiğini gördü. Rüyasını Varaka'ya anlattı. Varaka onun rüyasını şöyle tabir etti: "Şöhreti âlemi tutacak büyük birisiyle evleneceksin." İşte bütün bunlar ve Allah Resulü'nün harikulade şahsiyeti ve manevî faziletleri, Hz. Hatice'nin yıllardır düşlediği ve o yaşa kadar beklediği yegâne insanı ona tanıtmıştı. Hz. Hatice, bilahare Hz Muhammed (s.a.v) ile evlenmeye karar vererek, bir vasıtayla bu arzusunu ona bildirdi. Resul-i Ekrem de, onda olan değerleri, onun fazilet, iffet ve dirayetini bildiği için bu isteğine olumlu cevap verdi. Evlenmenin nasıl gerçekleştiği hakkında tarihçiler şöyle yazıyorlar: Hz. Hatice'nin bizzat kendisi bu evliliğe meyilli olduğunu açıklayarak şöyle demişti: "Amcaoğlu! Ben senin kendi kavmin arasında olan izzet ve azametin, doğruluğun emanettarlığın ve güzel huyun için seninle evlenmek istiyorum." Kureyş'in Emini de ona şöyle cevap vermişti: Amcalarıma haber verip onlara danışmam gerekir." Bu bazı tarihçilerin yazdığıdır.
Fakat tarihçilerin çoğu Hz. Hatice'nin mesajını Aliyye kızı Nefise'nin şu şekilde Peygamber'e ulaştırdığını yazıyorlar: —Ya Muhammed! Niçin hayatını temiz bir eşle aydınlatmıyorsun? Eğer seni güzelliğe servete, şerâfet ve izzete davet edersem kabul eder misin? Peygamber: —Kimi kastediyorsun?" deyince, "Hatice'yi" diye cevap verdi. —Peygamber şöyle buyurdu: "Hatice bu işe razı olur mu? Onunla aramızda çok fark vardır! Nefise, "Ben onu razı ederim; yeter ki sen bir vakit tayin et de Hatice'nin vekili Amr b. Esed ile senin akrabaların bir araya toplansınlar ve nikâh merasimini yerine getirsinler" dedi. Resul-i Ekrem bu hususta değerli amcası Ebu Talib'e danıştıktan sonra, Kureyş büyüklerinin de katıldığı görkemli bir toplantı düzenlendi. Önce Ebu Talip Allah'a Hamd ü senâyla başlayan bir hutbe okuyarak yeğenini tanıttı. Ardından Hatice'nin akrabalarından olan Varaka b. Nevfel de bir hutbe okuyarak Hz. Muhammed'in ve kavminin üstünlük ve fazlını itiraf edip bu evliliğe razı olduklarını ilan etti. Nikah akdi okundu ve mihriye olarak dört yüz dinar veya bazı rivayetlere göre yirmi deve tayin edildi ve böylece izzet, fazilet ve saâdet dolu bir hayatın temeli atılmış oldu. Bu mübârek evlilik takriben 15 yıl sürdü ve Hz. Hatice 65 yaşında iken gözlerini dünyaya kapadı ve şeref, izzet ve iftihâr dolu bir hayatı geride bıraktı. Hz. Resul-i Ekrem (s.a.v), Hz. Hatice hayatta olduğu müddetçe başka biriyle evlenmemiş ve ona olan sonsuz saygı ve muhabbetini böylece ortaya koymuştu. Hz. Hatice, Resul-i Ekrem (s.a.v) peygamberliğe seçilir seçilmez ona iman etmiş ve böylece ilk Müslüman kadın olma iftiharını da diğer iftiharlarına eklemişti. O yüce kadın, Allah Resulü'ne (s.a.v) iman ettikten sonra daima Resulullah'ın yanında olmuş ve bu büyük görevinde var gücüyle ona yardımcı olmaya çalışmıştı. Bu doğrultuda bütün kınamalara, bütün çilelere, işkencelere katlanmış ve uzun müddet Mekke'de ilk Müslüman olan erkek Hz. Ali ile birlikte tek başlarına Resulullah'ın yanında yer alarak, onunla birlikte müşriklerin gözü önünde Mescid-ül Haram'da namaza durmuş ve bütün bir küfür ve şirk cephesine karşı durmuşlardı.
Hz. Hatice'nin bir başka özelliği, Allah Resulü'nün mübarek neslinin ondan devam etmesidir. Zira Hz. Mâriye hariç (ki onun oğlu İbrahim küçük yaşta vefat etmiştir) diğer hanımlarının hiçbirisinin çocuğu olmamıştır. Evet Hz. Hatice, Fâtıma gibi bir evladı dünyaya getirme saadetine nâil olmuş ve Resulullah'ın mübarek nesli kendisinden devam etmiştir… Burada Hz. Hatice'nin makam ve faziletinin daha iyi anlaşılması için Resulullah'ın bazı hadislerini nakletmeği uygun buluyoruz: Bir hadisinde şöyle buyurmuştur: "Hatice cennetin faziletli kadınlarındandır." Hz. Ali den şöyle nakledilmiştir: "Resulullah (s.a.v) bir gün hanımlarının yanında Hatice'den söz ederek ağladı. Bunu kıskanan Hz. Âişe: "Beni Esed'in şu kırmızı, ihtiyar kadınının neyine ağlıyorsun? Allah sana daha genç birisini nasip etmemiş mi?" diye itirazda bulundu. Allah Resulü buna çok rahatsız oldu ve şöyle buyurdu: "Hayır Allah'a andolsun ki, Hatice'den daha iyisini bana nasip etmemiştir. O, korku ve buhran dolu bir zamanda bana iman etti ve İslâm yolunda her türlü fedakârlıktan ve bana yardımdan geri durmadı." Bir başka hadis-i şerifte şöyle buyurmuştur: "Allah'a andolsun ki, Allah bana Hatice'den daha iyisini nasip etmemiştir; herkes beni inkâr ettiği sırada, o bana iman etti. Her kes beni yalanladığı zaman, o beni tasdik etti. İnsanlar beni mallarından mahrum bıraktıkları sırada, o, kendi servetiyle benim yardımıma koştu. Allah, ondan bana evlat nasip etti." Evet Allah Resulü Hz. Hatice'yi vefatından sonra da hiçbir zaman unutmaz ve hatta Hatice'nin dostları ve arkadaşlarına dahi fevkalade saygı gösterir ve sürekli onlara hediyeler gönderir ve iyilikte bulunurdu. Hz. Hatice'ye fazilet ve üstünlük olarak bu yeter ki Allah-u Teâla Cebrail (a.s) vasıtasıyla ona selam gönderiyordu. Evet Allah Resulü'nün gözünde böyle yüce bir makam ve değer sahibi olan ve onun en büyük yardımcılarından sayılan birisinin, ayrılığı ve vefatı da pek tabiidir ki onun derinden yaralanmasına ve üzülmesine neden olsun. Nitekim de öyle olmuş ve Resulullah (s.a.v) Hz. Hatice ile birlikte, diğer büyük dostu olan amcası Ebu Talib'i de aynı yılda kaybedince o yıl "Hüzün Yılı" diye adlandırılmıştır. Artık iki büyük dost(arkadaş), âhiret yurduna göçmüş, ama her biri yerine bir diğer dost(arkadaş) bırakıp gitmişlerdi. Ebu Talip oğlu Hz. Ali'yi ve Hatice kızı Hz. Fatıma'yı. Artık bu görev onların omuzlarına ağırlık etmekteydi. Allah Resulü hastalanıp ölüm döşeğine düşen Hz. Hatice'nin başucuna gelip onu şöyle müjdelemişti: "Ey Hatice, sevin ki Allah seni İmran kızı Meryem ve Firavun'un zevcesi Asiye'yle eşit kılmıştır." Evet, Hz. Hatice, hayatının bütün yönleriyle, iffeti, hayâsı, takvâ ve temizliği, ibâdet ve itâati, fedakarlık ve dünyaya meyilsizliği, kocasına olan itâat ve teslimiyeti ve Allah yolunda ona yardımıyla ve bilahare yetiştirdiği evlatlarıyla bizler için büyük örnektir.
Bu çalışmanın hazırlanmasında müracaat ettiğimiz kaynaklar şunlardır: Kur'an-ı Kerim meali,tefsiri Buhari & Müslim'in Sahih'leri, Hayatu's-Sahabe (M. Zekerıyya Kandehlevı), Tahriru'l-Mer'e (Abdu'l-Halım Ebu Şakka) Ali KAYA Semerkand Dergisi 1999
Hazırlayan; Mülkiye ASLAN | |
| | | Semanur Özel Üye
Mesaj Sayısı : 920 Rep Gücü : 2246 Rep Puanı : 18 Kayıt tarihi : 23/06/09 Yaş : 60 Nerden : İzmir'den
| Konu: Geri: En büyük Dört Kadın-Annelerimiz Cuma Ara. 03, 2010 10:32 pm | |
| HZ FATIMA (A.S.) Hz. Fatıma'nın hayatı
Hz. Fatıma'nın (a.s) doğum tarihi hakkında İslam âlimleri ihtilaf etmişlerdir. Ehl-i Sünnet âlimleri çoğunlukla Hazret'in Hz. Fatımat’uz Zehra’nın Hayatına Kısa Bir Bakış Hz. Fatıma'nın Doğumu Hz. Fatıma'nın (a.s) doğum tarihi hakkında İslam âlimleri ihtilaf etmişlerdir. Ehl-i Sünnet âlimleri çoğunlukla Hazret'in Hz. Resulullah'ın bi'setinden beş yıl önce doğduğunu rivayet ederken, Ehl-i Beyt İmamları'ndan gelen hadislerde daha çok Hz. Fatıma'nın (a.s) bi’setin beşinci yılının cemaziyülâhır ayının yirmisinde cuma günü doğduğu belirtilmiştir. Ebu Basir'in naklettiği bir hadiste Hz. İmam Cafer Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: "Fatıma (a.s) Hz. Resulullah (s.a.a) kırk beş yaşında iken cemaziyülâhır ayının yirmisinde dünyaya geldi. Ömrünün ilk sekiz senesini babasıyla birlikte Mekke'de geçirdi. On sene de Medine'de babasıyla beraber kaldı. Babasının vefatından sonra ise, sadece yetmiş beş gün hayatta kaldı ve hicretin on birinci yılında cemaziyülâhırın üçünde dünyadan göçtü." [1] Hayr-ı Kesir Olması Allah Teala, Hz. Peygamberini (s.a.a): “Sana bol hayır vereceğiz” buyurarak müjdelemişti. Dolayısıyla Hz. Peygamber (s.a.a), Allah’ın va'dinin kesin olduğunu ve bütün hayırların kaynağı olacak pak ve bereketli neslin kendisinden vücuda geleceğine emindi. Ancak kalp gözleri körleşen düşmanlar Resulullah'ın erkek evladının vefat ettiğini görünce, “Artık Muhammed’in soyunu devam ettirecek erkek evladı kalmamıştır; kendisinden sonra yolu da sönüp gider” şeklindeki söylentiler yaparak Hazret'i incitiyorlardı. Bunun üzerine Cenab-ı Hak onlara cevap olarak Kevser Suresini indirerek şöyle buyurdu: “Şüphesiz biz sana bol hayır (bereketli nesil) vermişiz. Öyleyse Rabbin için namaz kıl ve kurban kes. Doğrusu asıl ebter (soyu kesik) olan sana kin duyandır.”[2] Evet, Allah’ın bu vaadi, Hz. Fatıma’nın dünyaya gelmesiyle gerçekleşmiş, dünya ufukları onun veladet nuruyla aydınlanmış ve kadının ne kadar yüce bir makama ulaşabileceğini bütün âleme göstermek isteyen Allah Teala, Peygamberinin temiz soyunun, Hz. Fatıma’dan vücuda gelmesini takdir eylemişti.[3] Küçük Yaşta Babasının Yardımına Koşması Hz. Fatıma çocukluk günlerinden itibaren Allah Resulünün hamisi olmaya çalışmış, o küçücük elleriyle düşmanların saldırıları karşısında babasına siper olmuş, babasının bütün hüzün ve kederlerinde onun en fedakâr ortağı olmuştur. Tarih o Hazret'in bu fedakârlıklarını iftiharla kaydetmiştir. Bir gün müşriklerden biri, Resulullah'ı (s.a.a) sokakta görünce, Hazret'i incitmek için başına bir miktar çer-çöp ve pislik döktü. Âlemlere rahmet olan Resulullah (s.a.a) ona karşılık vermedi ve bir şey söylemeden bu hâliyle eve döndü. Hz. Fatıma (a.s) babasının bu vaziyetini görünce koşup derhal su getirdi, ağlar gözle babasının başını ve yüzünü yıkamaya başladı. Kızının bu üzgün vaziyetini gören Hz. Resulullah (s.a.a), ona teskinlik vermek amacıyla şöyle buyurdu: “Kızım ağlama! Mutmain ol ki, Allah (c.c) babanı düşmanların şerrinden koruyacak ve onlara galip kılacaktır.” [4] Yine bir gün Hz. Fatıma (a.s), Mescid-i Haram’da oturan bir grup kâfirin, babasının katli için komplo hazırladıklarını fark edince, ağlar bir gözle eve dönüp kâfirlerin aldığı kararı ve uygulamak istedikleri komployu babasına haber vermiş ve böylece babasını muhtemel tehlikeye karşı korumuştur. [5] Bir gün de Peygamber-i Ekrem'in Mescid-i Haram’da namaz kıldığı sırada müşriklerden bir grup, Hazret'le dalga geçip alay etmeğe başladılar. Bu esnada onlardan biri o çevrede yeni kesilmiş bir devenin rahmini alıp kan ve pisliği ile birlikte, secde hâlinde olan o Hazret'in sırtına attı. Orada hazır bulunan ve bu manzaraya şahit olan Fatıma (a.s) bu duruma çok üzüldü; ağlayarak Resulullah’ın yanına koştu ve devenin rahmini Hazret'in sırtından alıp uzak bir yere atarak Hazret'i onların bu saygısızlığına karşı korumaya başladı. Bu arada bu büyük saygısızlığa maruz kalan Hz. Resulullah'ın (s.a.a) namazını bitirdikten sonra o insanlara beddua ettiği rivayet edilmiştir. [6] Fatıma (a.s) böylece küçük yaşlarından itibaren bu çeşit hadiseleri görüp babasının yardımına koşuyor, bir annenin yavrusunu savunduğu gibi Hazret'i savunuyor ve babası için adeta annelik yapıyordu. İşte bundan dolayı Resulullah (s.a.a) ona, “Ümmü Ebîha” (Babasının annesi) lakabını vermişti.[7] Ev İşlerine Bakması İslam’ın en büyük şahsiyetinin yegâne kızı Hz. Fatıma (a.s) ev işlerini yapmaktan çekinmiyordu. Aksine ev işlerinde o kadar zahmet çekiyordu ki, Hz. Ali (a.s) onun bu kadar zahmet çekmesine üzülüyor, kendisine acıyor ve hizmetlerini takdir ediyordu. Hz. Ali'nın kendisiyle Hz. Fatıma'nın yaşamını anlatan aşağıdaki sözleri, Hz. Fatıma'nın bu açıdan katlandığı zorlukları açıkça gözler önüne sermektedir: Hz. Ali (a.s) ashaptan birine şöyle buyurmuştur:“Kendim ile Fatıma’nın durumunu sana anlatmamı ister misin? Fatıma o kadar evime su taşıdı ki, kırba bedeninde iz bıraktı; o kadar el değirmeniyle buğday öğüttü ki, elleri nasır bağladı; o kadar evde temizlik yaptı, evi süpürdü ki, elbiseleri bozardı, o kadar kazanın altında ateş yaktı ki, elbiseleri kararmaya başladı. Bu yüzden Fatıma’ya; 'Peygamber’in huzuruna gidip durumunu beyan edecek olursan ev işlerinde sana yardımda bulunacak bir hizmetçi verir' dedim. Bunun üzerine Fatıma Resulullah’ın huzuruna gitti; Hazret'in bir grup sahabeyle sohbet ettiğini görünce ihtiyacını izhar etmekten utanıp bir şey söylemeden geri döndü. Resulullah (s.a.a) Fatıma’nın bir hacetten dolayı geldiğini anlamıştı. İşte bundan dolayı o günün sabahı evimize teşrif buyurdular, selam verdiler, biz de cevap verdik. Eve girip yanımızda oturarak şöyle buyurdular: 'Fatıma'cığım, dün gece ne maksatla bizim eve geldin?' Fatıma hacetini arz etmekten utandı. Bu sırada ben şöyle dedim: 'Ya Resulallah! Fatıma o kadar su taşımış ki, kırbanın başı göğsünde iz bırakmış, o kadar el değirmeni çevirmiş ki, elleri nasır bağlamış... Ben bu durumu görünce ona; 'Eğer babanın yanına gidip bir hizmetçi istemiş olursan, seni bu durumdan kurtarır' dedim. Bunun üzerine, Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdular: 'Fatıma'cığım, hizmetçiden daha hayırlı olan bir şeyi sana öğreteyim mi? Her gün otuz üç defa 'subhanallah', otuz üç defa 'el-hamdu lillah' ve otuz dört defa da 'Allahu ekber'[8] zikrini söyle; bu zikir yüz defadan fazla değildir; fakat bunun amel defterinde bin sevabı vardır. Fatıma'cığım, eğer bunu her gün sabahleyin söylersen, Allah dünya ve ahiret işlerinde sana kifayet eder' Bu arada Fatıma (a.s), babasının cevabında üç defa: “Allah ve Resulünden razı oldum”diyerek rizayetini izhar etti.[9] Evet, Hz. Fatıma (a.s), Peygamber (s.a.a) gibi yüce bir şahsiyetin kızı ve Arap kahramanlarının burnunu yere süren Hz. Ali gibi bir kahramanın eşi olmasına rağmen, evde bir hizmetçi gibi çalışmaktan arlanmıyordu. O da pekala lüks bir hayat sürdürebilirdi. Ama Ehl-i Beyt ailesinden bunu beklemek yanlıştır. Çünkü onlar Allah’ın rızasını hiçbir şeyle değişmezlerdi, onlar çalışmayı ibadet bilirlerdi. Kocasına Hizmeti Hz. Fatıma (a.s) kadının cihadının, kocasına iyi eş olması olduğunu ve evin erkeğin dinlenme ve huzur yeri olduğunu çok iyi biliyordu. Dolayısıyla Hz. Ali (a.s), işten veya -bir savaş söz konusu olduğu zaman- savaş meydanından yorgun argın olarak eve döndüğünde, Hz. Fatıma güler yüzle onu karşılar, işi ve savaşla ilgili haberleri ondan öğrenir ve şayet kocası savaşta yara almışsa, yaralarını pansuman eder, kocasını teşvik ve tahsin eder, cesaret ve fedakarlığını överdi. Bu vesileyle de kocasının kalbini hoşnut eder, yorgun olan bedenini rahatlatırdı. [10] Bu hususta Hz. Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Yoğun bir koşuşturmanın ardından eve gelip Fatıma’ya baktığımda bütün gam ve üzüntülerim yok olup gidiyordu.” [11] Sonra Hz. Fatıma (a.s) kesinlikle Hz. Ali'nin (a.s) müsaadesi olmaksızın evden dışarı çıkmaz ve hiçbir zaman onu öfkelendirmezdi. Çünkü o babasının;“Allah Teala kocasını öfkelendiren kadının oruç ve namazını, kocasını kendisinden razı etmedikçe kabul etmez”[12] buyurduğunu biliyordu. İslamî ölçülere riayet hususunda ise o herkesten daha duyarlı idi. Hz. Fatıma (a.s) hayatı boyunca asla yalan söylemedi, kimseyi incitmedi, hiçbir zaman kocası Hz. Ali’nin emrinden çıkmadı ve o Hazret'i üzmedi. Hz. Ali (a.s) bu hususta şöyle buyurmuştur: “Andolsun Allah’a ki ben, kesinlikle Fatıma’yı öfkelendirecek bir iş yapmadım, Fatıma de hiçbir zaman beni öfkelendirmedi.”[13] Çocuk Eğitmesi Hz. Fatıma'nın (a.s) çok önemli ve ağır vazifelerinden biri de çocuğa bakma ve onları eğitme meselesi idi. Hz. Fatıma (a.s) beş çocuk sahibi olmuştur, onların isimleri şöyledir: Hasan, Hüseyin, Zeynep, Ümmü Gülsüm ve Muhsin. Beşinci evladı olan Muhsin, henüz dünyaya gelmeden anne karnında öldürülmüştür. Hz. Fatıma'nın (a.s) kendisi vahiy evinde eğitilmişti. Dolayısıyla bizzat Hz. Resulullah (s.a.a)'ın terbiyesi altında İslamî terbiye ve eğitimin en yüksek derecesini almıştı. Bu yüzden de annenin çocuğuna süt vermesinden, çocuğunu okşamasından ve öpmesinden tut, çocuğa karşı sergilenen bütün hareket ve davranışların, konuşma tarzının ve çocuğa söylenen sözlerin onun hassas ruhunu nasıl etkilediğinin tam anlamıyla bilinci içindeydi. Dolayısıyla Hz. Fatıma (a.s) çocuklarıyla olan oyununu bile eğitim ve ders haline getirmiş ve bu oyunlarda onlara şecaat, fedakârlık, hakkı savunma ve Allah'a kulluk dersleri veriyordu. İşte bu duyarlılık sayesinde Hz. Fatıma, İmam Hasan gibi, hassas durumlarda İslam’ın menfaatlerini korumak ve esaslı bir inkılaba zemin hazırlamak için canını dişine takıp susabilecek, İmam Hüseyin gibi, Kerbela'da sergilediği kahramanlığıyla can, evlat ve malından geçerek İslam’ı diriltebilecek, Zeynep ve Ümmü Gülsüm gibi ateşli hutbe ve konuşmalar yaparak Beni Ümeyye’nin zulüm ve sitem rejimini rüsva ve rezil edecek evlatlar terbiye etti. Faziletleri Hz. Fatıma'nın faziletinden şu kadarı yeter ki, Hz. Resulullah (s.a.a) onu, ilklerin ve sonların, gelmiş geçmiş ve gelecek olan bütün dünya kadınlarının seyyidesi (efendisi) olarak tanıtmış, Ehl-i Beyt'inden yalnızca onun ayağına kalkarak elini öpüp kendi yerinde oturtmuş, ona "babasının annesi" lakabını vermiş, onun mayasının cennet meyvesinden oluştuğunu, insan kılığında cennet huriyesi olduğunu vurgulamış, ondan cennet kokusunu aldığını belirterek, onu koklamış, onun kendi parçası ve kalbi olduğunu vurgulayarak, onu incitenin kendisini incittiğini beyan etmiş, hatta daha ötesi Fatıma'nın rızasını Allah'ın rızasının ölçeği olarak tanıtmıştır. Bu hususta Hz. Resul-i Ekrem'den çok sayıda hadis nakledilmiştir. Biz burada sadece bazılarına işaret etmekle yetineceğiz. Hz. Peygamber (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Dünya kadınlarının en üstünü dört kişidir: “İmran’ın kızı Meryem, Muhammed’in kızı Fatıma, Huveyled’in kızı Hatice ve Firavun’un hanımı Asiye.”[14] Yine Peygamber (s.a.a) buyurmuştur ki: “Fatıma (a.s), ilklerden ve sonrakilerden bütün cennet kadınlarının en üstünüdür.”[15] Hz. Resulullah (s.a.a), Hz. Fatıma’ya şöyle buyurmuştur: “Allah Teala senin gazabınla gazap eder, senin hoşnutluğunla da hoşnut olur.”[16] Yusuf bin Zebyan dedi ki; Hz. İmam Sadık (a.s) şöyle buyurdu: “Fatıma (a.s), Allah katında dokuz isimle çağrılır: 'Fatıma, Siddika, Mübareke, Tahire, Zekiyye, Raziye, Merziyye, Muhaddese, Zehra.' Sonra 'Fatıma'nın ne anlama geldiğini biliyor musun?' buyurdu. Ben; 'Efendim bana açıkla' dedim. Bunun üzerine, İmam (a.s) şöyle buyurdu: 'Fatıma denilmesinin sebebi, şer ve kötülüklerden masum ve mahfuz olduğu içindir.' Sonra da şunu ekledi: 'Eğer Ali (a.s) olmasaydı, Adem'den kıyamete kadar yeryüzünde Fatıma için layık bir eş bulunmazdı.'[17] Hz. Peygamber (s.a.a) buyurmuştur ki: “Fatıma bedenimin bir parçasıdır, ona eziyet bana eziyettir, onun hoşnutluğu benim hoşnutluğumdur ve Fatıma insanların bana en aziz olanıdır.” [18] İbn-i Abbas şöyle diyor: "Bir gün Hz. Resulullah (s.a.a) oturuyordu. Ali, Fatıma, Hasan ve Hüseyin (aleyhim’us-selam) da Peygamber’ in yanındaydılar. Bu arada Hazret şöyle buyurdu: 'Allah’ım, biliyorsun ki, bunlar benim Ehl-i Beyt’im ve (nezdimde) insanların en değerlisidirler. Allah'ım, onları seveni sev, onlara düşman olanlara düşman ol, onlara yardım edene yardım et, onları bütün kötülüklerden münezzeh kıl, bütün günahlardan koru ve Ruh’ul- Kudus vasıtasıyla onları teyit et.' Daha sonra şöyle buyurdu: 'Ya Ali! Sen benden sonra ümmetin İmamı ve benim vasimsin. Sen müminleri cennete doğru hidayet edeceksin. Sanki kızım Fatıma’nın kıyamet günü nurdan olan bir bineğe bindiğini, sağ tarafında yetmiş bin melek, sol tarafında yetmiş bin melek, arkasında yetmiş bin melek ve önünde yetmiş bin melek olduğu halde hareket ettiğini ve ümmetimin mümin kadınlarını cennete götürdüğünü görür gibiyim. Beş vakit namazlarını kılan, Ramazan ayında oruç tutan, Allah’ın evini ziyaret eden, malının zekatını veren, kocasına itaat eden ve Ali’yi seven her kadın, Fatıma’nın şefaati vasıtasıyla cennete girecektir ve Fatıma dünya kadınlarının en üstünüdür.' Bu arada Hz. Resulullah'a: 'Fatıma sadece kendi asrının kadınlarının mı büyüğüdür?' diye soruldu. Bunun üzerine; Hazret şöyle buyurdular: 'Kendi asrının kadınlarının büyüğü olan Meryem binti İmran'dır. Kızım Fatıma, geçmiş ve gelecekteki bütün kadınların en üstünüdür..."[19] Hz. Resulullah (s.a.a) Selman’a şöyle buyurdular: “Ey Selman! Kim kızım Fatıma’yı severse cennette benimle birlikte olur; kim de ona düşman olursa ateşe atılır. Ey Selman! Fatıma’ya sevgi beslemenin yüz yerde insana faydası dokunur; o yerlerin en kolayı şunlardır: Ölüm zamanı, kabre koyulurken, terazi kurulduğunda, mahşer günü, sırat köprüsünde ve sorgu sual zamanı. Ey Selman! Kızım Fatıma kimden razı olursa ben ondan razıyım; ben de kimden razı olursam Allah ondan razı olur; Fatıma kime gazap ederse ben ona gazap ederim; ben de kime gazap edersem Allah ona gazap eder. Ey Selman! O’na ve kocası Emir’ul Muminine, onun torunları ve Takipçilerina zulüm edenlerin vay haline.” [20] Hz. Resulullah (s.a.a) uzun bir hadiste şöyle buyurmuştur: “Ey Fatıma! Beni peygamberliğe seçen Allah’a andolsun ki, ben cennete girmedikçe diğer kimselerin cennete girmesi haramdır; sen benden sonra cennete girecek ilk şahıssın... Ey Fatıma! Beni hak olarak meb’us kılana andolsun ki, sen kadınların hanım efendisi olarak cennete gireceksin... Beni hak olarak peygamber gönderene andolsun ki, Hasan ve Hüseyin de senin sağ ve solunda oldukları halde cennete girecekler; sen cennetin en yüksek yerinden halka bakacaksın, Hamt bayrağı da Ali bin Ebu Talib’in elinde olacaktır... Beni Peygamber seçene andolsun ki, senin düşmanlarına düşman olacağım; senin hakkını gasp edenler, seninle dostluk bağını kesip bana yalan atanlar pişman olacaklar, benim karşımda yer üzerinde süründürülecekler...” [21] Hz. Resulullah (s.a.a) vefatına yakın bir zamanda Hz. Fatıma’nın elini Hz. Ali’nin eline koyarak şöyle buyurdular: “Ey Ebe’l-Hasan! Bu, Allah’ın emaneti ve O’nun resulü olan Muhammed’in senin yanındaki vediasıdır. Öyleyse beni, O’nun hakkında gözet ve biliyorum ki, sen bunu yapacaksın. Ey Ali! Allah’a andolsun ki, O (Fatıma), geçmiş ve gelecekteki cennet kadınlarının en üstünüdür. Allah’a andolsun ki, O, büyük Meryem’dir. Bil ki, Allah’tan O’nun ve senin için dua ettim, Allah da duamı kabul buyurdu... Ey Fatıma! Allah’a andolsun ki, sen razı olmadıkça ben razı olmayacağım.” (Bu sözü üç defa tekrarladı) [22] Hz. Resulullah (s.a.a) vefat anında Fatıma (a.s)’a şöyle buyurdu: “Ey Fatıma! Allah’a andolsun ki, senin ağlamandan dolayı, Allah’ın arşı ve onun etrafındaki melekler, gökler ve yerler ve onlarda olan her varlık ağlayacaktır.” [23] Ebu Eyyub-i Ensari şöyle diyor: Hz. Resulullah (s.a.a) hastalandı, Fatıma (a.s) Hazret'in ziyaretine gelerek ağladı. Resulullah (s.a.a) onun bu durumunu görünce şöyle buyurdu: “Ey Fatıma! Allah Teala seni çok sevmektedir. Seni, geçmişi herkesten parlak olan ve ilmi herkesten daha çok olan biriyle evlendirdi. Allah Teala yeryüzündeki insanlara özel bir şekilde teveccüh edip onların arasından beni seçti, beni mürsel bir peygamber kıldı; yine yeryüzüne teveccüh etti, onların arasından kocanı seçti ve seni O’nunla evlendirmek ve O’nu vasi kılmam için bana vahyetti. Ey Fatıma! En üstün peygamber bizdendir, O da babandır; en üstün vasi bizdendir, O da eşindir; en üstün şehitler bizdendir; Onlar da babanın amcası Hamıza ve iki kanadıyla cennette uçan ve istediği yere giden babanın amcası oğlu Cafer’dir; cennet gençlerinin efendileri olan Hasan ve Hüseyn bizdendir; Onlar da senin evlatlarındır. Canım elinde olan Allah’a andolsun ki, bu ümmetin Mehdisi bizdendir, O da senin torunlarındandır.” [24] Yine Hz. Resulullah (s.a.a) buyurmuştur ki: “Eğer iyilik ve güzellik bir şahıs olmak isteseydi, o mutlaka Fatıma olurdu; oysa Fatıma ondan daha üstündür. Kızım Fatıma soy, yücelik, keramet ve bağış bakımından yeryüzündeki insanların en üstünüdür.” [25] Emir’ul-Muminin Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah’a andolsun ki, şimdi öyle bir söz diyeceğim ki, benden başka kim o sözü söylerse yalancıdır: Ben alemlere rahmet olan Peygamber'den miras aldım, eşim (Fatıma) ümmetin kadınlarının en üstünüdür; ben de vasilerin en üstünüyüm.” [26] Hz. Ali (a.s) Hz. Fatıma (a.s) hakkında şöyle buyurdular: “Allah’a andolsun ki, ben O’nu (Fatıma’yı) kesinlikle öfkelendirmedim; hayatta olduğu müddetçe onu sevmediği bir işe mecbur etmedim; O da beni öfkelendirmedi, bana karşı gelmedi; Ona baktığımda bütün gam ve üzüntüler kalbimden yok olup giderdi.” [27] Hz. Ali'nin (a.s) şöyle buyurduğu nakledilmiştir: “Allah’a andolsun ki, Fatıma’yı kendi gömleğinde yıkadım, tertemiz idi, Resulullah’ın henutundan kalan henutla onu henutladım. Onu kefenledikten sonra; ‘Ey Ümmü Gülsüm! Ey Zeyneb! Ey Sekine! Ey Fizze! Ey Hasan! Ey Hüseyn! Gelin annenizle vedalaşın, ayrılık vakti yetişmiştir, görüşmek cennet ve kıyamete kalmıştır’ diyerek onları çağırdım. Hasan ve Hüseyn öne gelip ağlayarak; 'Ey Hasanın annesi! Ey Hüseyn’in annesi! Ceddimiz Muhammed Mustafa’yı gördüğünde selamımızı O’na ilet ve O’na de ki, senden sonra yetim kaldık' diye annelerini sesleyip O’nunla konuştular. Allah şahittir ki, Fatıma sızladı, feryat etti, ellerini kefenden çıkarıp onları bağrına bastı, bu esnada gayptan şöyle bir ses geldi: “Ey Ebe’l-Hasan! O ikisini annelerinin göğsünün üzerinden kaldır. Allah’a andolsun ki, göklerin meleklerini ağlattılar, dost (Allah), dostu (Fatıma’yı) görmeğe müştaktır...” [28] İmam Hasan (a.s) da annesi hakkında şöyle diyor: “Cuma gecesi annem Fatıma (a.s) mihrapta durup ibadete koyulmuştu, şafak atıncaya kadar hep rüku ve secde halindeydi; mümin erkek ve kadınların ismini zikredip onlar için çok dua edip fakat kendisi için Allah’tan bir şey istemediğini gördüm. Bunun üzerine anneme; "Ey anne! Neden diğerlerine dua ettiğin gibi kendin için de dua etmiyorsun?' dedim. Buyurdular ki: 'Evladım! Önce komşu sonra insanın kendisi."[29] İmam Hüseyn (a.s) Resulullah (s.a.a)’ın şöyle buyurduğunu naklediyor: “Fatıma kalbimin sevincidir; iki oğlu kalbimin meyvesidir; eşi gözlerimin nurudur; evlatlarından olan İmamlar, Rabbimin eminleri ve O’nunla yaratıkları arasında ilişki bağıdırlar; kim o bağa sarılırsa kurtulur, kim de ondan ayrı kalırsa helak olur.”[30] İmam Muhammed Bakır (a.s) da babalarından naklen şöyle buyurmuştur: “Resulullah'ın (s.a.a) kızı Fatıma'nın (a.s) “Tahire” lakabıyla adlandırılması, her denes ve refesten (kir, leke ve çirkin şeylerden) tertemiz olduğu içindir...”[31] İmam Sadık (a.s) da şöyle buyurmuştur: “Fatıma (a.s) hayatta olduğu sürece Allah Teala diğer kadınları Hz. Ali (a.s)’a haram kılmıştı; çünkü Hz. Fatıma (a.s) kadınların gördüğü adetten pâk idi.”[32] İmam Rıza (a.s) babalarından naklen Resulullah'ın (s.a.a) şöyle buyurduğunu nakletmiştir: “Miraca gittiğimde Cebrail (a.s) elimden tutup beni cennete götürdü, cennet hurmasından bana verdi, ben de onu yedim. O hurma benim sırtımda nütfeye dönüştü. Yeryüzüne döndüğümde Hatice’yle birlikte olduk, O Fatıma’ya hamile oldu. Binaenaleyh Fatıma insan şeklinde olan bir huridir. Cennetin kokusunu özlediğimde kızım Fatıma’yı kokluyorum.”[33] İmam Ali Naki (a.s) babalarından naklen Resulullah'ın (s.a.a) şöyle buyurduğunu nakletti: “Kızım Fatıma’nın “Fatıma” adlandırılmasının sebebi, Allah Teala’nın O’nu ve dostlarını cehenneme ateşinden ayırmış ve uzaklaştırmış olduğu içindir.” [34] İmam Hasan Askeri (a.s)’a; “Fatıma (a.s) neden “Zehra” olarak adlandırılmıştır?” dediklerinde İmam (a.s) şöyle buyurdular: “Fatıma (a.s)’a “Zehra denilmesinin sebebi şunun içindir ki yüzü, günün başlangıcında Emir’ul-Muminin (a.s) için güneş gibi nur saçıyordu, öğle vakti dolunay, akşamleyin ise yıldız gibi parlıyordu.”[35] Ebu Ömer el-Amiri şöyle diyor: İbn-i Ebu Ganim-i Kazvini ile bir grup Ehl-i Beyt taraftarı arasında hilafet konusunda niza çıktı. İbn-i Ebu Ganim, Ebu Muhammed (İmam Hasan Askeri)’in, kimseyi yerine tayin etmeden öldüğünü söylüyordu. Ehl-i Beyt taraftarları da tayin ettiğini savunuyorlardı. Bunun üzerine İmam Mehdi (a.s)’a bir mektup yazarak durumu Hazrete bildirdiler. İmam Mehdi (a.s) cevaben kendi yazısıyla onlara şöyle yazdı: “Bismillahirrahmannirrahim. Allah bizi ve sizi fitnelerden korusun ve yakin ruhunu bizlere bağışlasın... Allah Teala Adem (a.s)’ın zamanından Ebu Muhammed (a.s)’ın zuhuruna dek hidayete ermeniz için hidayet nişaneleri sizin için karar kılmıştır; bir yıldız (İmam) battığında (öldüğünde) diğer yıldız aşikar olmuştur. Allah Teala O’nun ruhunu kabzettiğinde Allah’ın kendi dinini batıl ettiğini ve kendisiyle yaratıkları arasındaki sebep ve irtibatı kestiğini zannettiniz. Oysa kesinlikle böyle bir şey olmamış ve kıyamete kadar da olmayacaktır... Ben size nasihat ettim, Allah bana ve size şahittir... Resulullah’ın kızı Fatıma (a.s)’da benim için örnek vardır; (buyurmuştur ki:) “Cahil, amelinin kötü neticesinde yakın bir zamanda helake uğrayacaktır; kafir de ahiret yurdunun kimin olduğunu yakın bir zamanda anlayacaktır.” Allah Teala bizi ve sizi kendi rahmetiyle tehlike ve kötülüklerden, afet ve belalardan korusun. Allah Teala istediği şeye kadirdir. Allah’ın selam, rahmet ve bereketi bütün vasi, evliya ve müminlerin, Muhammed ve Ehl-i Beyt’nin üzerine olsun.” [36] Mübahele Olayına Katılması Hz. Fatıma (a.s) mübahele olayında hazır bulunan beş kişiden biridir. Hicretin onuncu yılında Necran Hıristiyanlarından bir grup, tartışma ve tahkik yapma kastıyla Resulullah'ın (s.a.a) huzuruna vardılar. Hz. İsa’nın yaratılış niteliği gibi çeşitli meseleler söz konusu edildi. Resulullah (s.a.a) onlara Âl-i İmran suresinin ilk ayetlerinden bir kaçını tilavet buyurdu. Konuşma inada vardı, bu esnada şu ayet nazil oldu: “Artık sana gelen bunca ilimden sonra, onun hakkında seninle çekişip tartışmalara girişirlerse de ki; gelin, oğullarımızı ve oğullarınızı, kadınlarımızı ve kadınlarınızı, kendimizi ve kendinizi çağıralım, sonra karşılıklı lanetleşelim de Allah’ın lanetini yalan söylemekte olanların üstüne kılalım.”[37] Resulullah (s.a.a) Allah Teala’nın emri gereğince Necran Hıristiyanlarını mübaheleye (karşılıklı beddua etmeye) davet etti, fakat bunun yarına ertelenmesini önerdi. Ertesi gün Necran Hıristiyanları va'dedilen yere geldiler. Bu sırada Hz. Peygamber’in bir genç erkek, bir genç kadın ve iki çocukla birlikte va'dedilen yere doğru geldiğini gördüler... Nihayet ilahî azabın korkusundan dolayı mübaheleden vazgeçip Resulullah’ın huzuruna giderek musalaha (anlaşma) yapmalarını rica ettiler, bu ricaları Resulullah tarafından kabul edildi... [38] Mübahele olayı meşhur bir olaydır. Mezkur ayet de bu olay hakkında nazil olmuştur. Resulullah'ın (s.a.a) Ali, Fatıma, Hasan ve Hüseyin’den başka kimseyi mübahele için götürmediği hususunda Ehl-i Beyt ve Ehl-i Sünnet ekolu görüş ittifakı içerisindeler. İşte bu mesele Hz. Fatıma, eşi Hz. Ali ve evlatları Hasan ve Hüseyin için büyük bir fazilettir. İmanı ve İbadeti Hz. Fatıma, kadınların en halis ve en çok ibadet edeni olduğunda şüphe yoktur. Bizim o Hazret'in ibadetini anlatmamız mümkün değildir. En iyisi Hz. Fatıma'nın bu özelliğini de Hz. Resulullah'dan dinleyelim. Resulullah (s.a.a), Fatıma'nın (a.s) ibadeti hakkında şöyle buyurmuştur: “Allah Teala, kızım Fatıma’nın kalbini ve azalarını, imanla öyle doldurmuş ki, Allah'a itaat için kendisini bütün meşguliyetlerden uzak tutmaktadır.”[39] Yine Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Kızım Fatıma alemdeki kadınların en üstünüdür, bedenimin bir parçasıdır, gözümün nurudur, kalbimin meyvesidir, bedenimdeki ruhumdur, insan şeklinde bir huridir. İbadet mihrabında ayağa kalktığında yıldızlar yeryüzündekilere nur saçtığı gibi onun nuru da gökteki meleklere öyle nur saçar. Allah (c.c) meleklerine şöyle buyurur: “Ey meleklerim, cariyelerimin en üstünü olan cariyem Fatıma’ya bakın, (bakın görün) nasıl karşımda namaz için ayağa kalkmıştır, benim korkumdan bedeninin azaları titriyor, kalbiyle bana ibadete yönelmiştir. Ey melekler şahit olun ki, ben, Fatıma’nın takipçilerini cehennem ateşinden amanda kıldım...”[40] Hasan Basri şöyle demiştir: “Dünyada, (başka bir nakilde de-bu ümmetin içerisinde) Fatıma’dan daha çok ibadet eden bir kimse yoktu. Allah’a ibadet etmede o kadar ayakta dururdu ki, ayakları şişerdi.”[41] Bağış ve Cömertliği Cabir bin Abdullah-i Ensarî şöyle diyor: "Bir gün ikindi namazını Hz. Peygamber’le birlikte kıldık. Aniden eski bir elbise giymiş olan yaşlı ve güçsüz bir adam Resulullah’ın huzuruna vardı. Resulullah (s.a.a) ona dönüp halini sordu. Cevaben şöyle dedi: 'Ya Resulallah, açım, beni doyur; çıplağım, bana bir elbise bağışla; fakirim, bana bir şey ver. Resulullah (s.a.a) buyurdular ki: 'Benim şimdi bir şeyim yoktur. Ama bir hayıra kılavuzluk yapan, o işi yapan kimse gibidir. Öyle bir kimsenin evine git ki, Allah ve Resulünü sever, Allah ve Resulü de onu sever ve Allah’ı kendisine tercih eder. Git kızım Fatıma’nın evine, umarım sana yardım eder.' Resulullah (s.a.a) daha sonra Bilal’a şöyle buyurdu : 'Ya Bilal, kalk bu güçsüz kişiye Fatıma’nın evini göster.' A’rabî kişi Bilal’la birlikte Hz. Fatıma’nın evine gittiler, eve vardıklarında ihtiyar adam yüksek bir sesle şöyle dedi: 'Ey nübüvvet ailesi ve meleklerin nazil olduğu merkez, selamun aleykum' Hz. Fatıma (a.s) cevaben: 'Aleyk’es-selam, sen kimsin?' diye sordu. Fakir adam şöyle dedi: 'Ben fakir birisiyim, babanın huzuruna gittim, beni size gönderdi. Ey Peygamber’in kızı, açım, beni doyurun; çıplağım, beni örtün (bana bir giysi verin); fakirim, bana bir şey bağışlayın.' Hz. Fatıma (a.s) evinde yiyecek bir şey olmadığından, Hasan ve Hüseyin’in üzerinde yattıkları bir koyun postunu o fakir adama verdi, fakir adam şöyle dedi: 'Ey Muhammed’in kızı, ben açlıktan sana şikayet ettim, sen ise bir koyun postunu bana verdin, aç olduğum halde onu ne yapacağım?' Hz. Fatıma (a.s) bunu duyunca amcası kızının ona hediye ettiği gerdanlığı o adama bağışlayıp şöyle buyurdu: 'Al bunu sat ve kendi ihtiyacını karşıla, umulur ki, Allah ondan daha hayırlısını sana verir.' Fakir adam onu alıp Peygamber’in huzuruna gitti ve macerayı O’na anlattı. Peygamber (s.a.a) duygulanıp ağladı ve şöyle buyurdu: 'Gerdanlığı sat, umulur ki, Allah Teala kızımın bağışı bereketiyle sana bir genişlik bağışlar.' Bilahare bu gerdanlık çok bereketli oldu. Onunla bir köle hürriyete kavuştu, bir aç doydu, bir fakir müstağni oldu ve tekrar sahibine geri döndü." [42] Kıssa çok uzun olduğundan dolayı biz onun özetini naklettik. Masumiyeti Biz Ehl-i Beyt dostları, Peygamberleri, On İki İmam’ı masum bildiğimiz gibi Hz. Fatıma’yı da her çeşit günah ve isyandan masum biliriz. Ehl-i Beyt İmamları’nın masumiyetini ispat eden delil ve gerekçelerin birçoğu Hz. Fatıma’nın da masumiyetini ispat etmektedir. Mesela, Allah Teala’nın: “Gerçekten Allah, her çeşit çirkinlik ve pisliği siz Ehl-i Beyt’ten gidermek ve sizi tertemiz kılmak istiyor”[43] ayeti o Hazret'i de kapsamına almaktadır. Ehl-i Beyt ve Ehl-i Sünnet tarafından nakledilen çok sayıda hadisler, mezkur ayetin Peygamber, Ali, Fatıma, Hasan ve Hüseyin hakkında nazil olduğunu ifade etmektedir. Ömer bin Ebu Seleme şöyle diyor: "Mezkur ayet, Ümmü Seleme’nin evinde nazil oldu. Sonra Peygamber (s.a.a) Ali, Fatıma, Hasan ve Hüseyin’i kendi yanına çağırdı ve elbisesini onların üzerine örtüp şöyle buyurdu: “Allah’ım, benim Ehl-i Beyt’im bunlardır, her çeşit pislik ve çirkinliği onlardan gider ve onları tertemiz kıl.” Ümmü Seleme: 'Ya Resulallah, ben de onlardan mıyım?' dediğinde Resulullah (s.a.a); 'Sen kendi yerindesin sen, de hayır üzeresin' buyurdular."[44] Bu arada Resulullah (s.a.a), Ehl-i Beyt’i tanıtması ve mevzuu tespit etmesi için altı ay, bir rivayete göre yedi ay, diğer bir rivayete göre de sekiz ay boyunca sabah vakitleri, sabah namazına gittiğinde Fatıma'nın (a.s) evinin önüne gelerek: "Namaz, ey Ehl-i Beyt namaz" buyurur ve daha sonra da mezkûr ayeti tilavet ederlerdi.[45] Siyasi Mücadelesi Hz. Ali ve Fatıma (a.s), Resulullah’ın (s.a.a) tekfin ve tedfin işlerini bitirdikten sonra olup bitmiş bir işle karşılaştılar. Ebu Bekir hilafete tayin edilmiş ve Müslümanlardan bir grup da ona biat etmişti. Hz. Ali, Hz. Fatıma ve Hz. Ali'ye tabi olan Beni Haşim kabilesi ve ashabın ileri gelenlerinden bir grup Ebu Bekir'e biat etmekten imtina ettiler. Ebu Bekir'in alelacele hilafete getirilmesinin Hz. Resulullah'ın (s.a.a) Ehl-i Beyt'i ve özellikle de Hz. Ali hakkındaki tavsiye ve buyruklarıyla çeliştiğini savundular. Bununla da kalmayıp Hz. Ali ve Hz. Fatıma bu olay karşısında Hasan ve Hüseyin’in elinden tutarak Medine’nin ileri gelen kişilerinin evlerine gidip onları yardıma çağırdılar, Peygamber’in (s.a.a) tavsiyelerini onlara anlattılar.[46] Hz. Ali ve Hz. Fatıma (a.s) bundan netice alamayınca karşıt mücadeleyi başlatmaya karar verdiler. Bu bakımdan Hz. Fatıma (a.s), imamet uğruna mücadele eden ilk mücahide idi. O bu mücadelesinin kıyamete kadar unutulmamasını istiyordu. İşte bunun için Hz. Ali’ye vasiyet ederek: “Beni geceleyin kefenle ve gizli olarak toprağa ver; kabrim de bilinmesin!”[47] dedi. Hz. Ali de Hz. Fatıma'nın (a.s) vasiyeti üzerine, kimseye haber etmeksizin ona geceleyin gizlice gusül verip kefenledi ve sadece Selman, Ebuzer ve Mikdad gibi birkaç özel ashabının iştirakiyle gizlice defnetti. Kabrinin tanınmaması için de defnedildiği yeri yerle bir etti ve ayrıca kırk tane sembolik kabir yaptı![48] Vefat Tarihi Hz. Fatıma (a.s) babasından sonra bir kaç aydan fazla yaşamamıştır. Bununla birlikte vefat tarihi hakkında muhtelif görüşler vardır. Kuleyni’nin naklettiğine göre Hz. Fatıma (a.s) babasından sonra 75 gün, İbn-i Şehraşub’un nakline göre 72 gün, Ebu’l Ferec’in nakline göre 3 ay, Allame Meclisi’nin rivayetlerine göre 40 gün veya 6 ay, İbn-i Cevzi’nin nakline göre 70 gün ve İmam Bakır (a.s)’dan naklolan bir rivayete göre 95 gün yaşamıştır. Ama hicretin 11. yılında vefat etmiş olduğunda şüphe yoktur. Hz. Fatıma’nın kaç yaşındayken vefat ettiğinde de ihtilaf vardır. Bu hususta 18, 28, 30 ve 35 yaşları olmak üzere beş görüş vardır. Kabrinin nerede olduğuna gelince o da ihtilaflıdır. Bazıları, Resulullah'ın (s.a.a) ravza-i mutahharasında metfun olduğunu söylemişlerdir. Meclisi, İbn-i Babeveyh’den şöyle nakletmiştir: “Bana göre sahih olan, Fatıma'nın (a.s) kendi evinde defnedildiğidir. Binaen aleyh Beni Ümeyye, Mescid-i Nebevi’yi genişletince Fatıma'nın (a.s) kabri mescidin içerisinde kalmıştır.” Keşf’ul-Ğumme’nin müellifi de şöyle yazıyor: “Fatıma'nın (a.s) Bakî’de defnedildiği meşhurdur” İbn-i Cevzi ise şöyle yazıyor: “Bazılarına göre Hz. Fatıma (a.s) Akil’in evinin yanında defnedilmiştir.” [1] - Bihar-ül Envar, c.43, s.9. [2] - Kevser suresi. [3] - Bihar-ül Envar, c. 16, s. 79, c. 43, s. 2, 3. [4] - Tarih-i Taberi, c.2,s.344. [5] - Menakıb-i İbn-i Şehraşub, c.1,s.174. [6] - A.K. s.60. [7] - Bihar-ül Envar c. 43, s. 16, 19; Keşf’ul- Ğumme, c.2,s.93. [8] - Bazı rivayetlerde de 34 defa “Allahu Ekber” 33 defa “Elhamdulillah” ve 33 defa “Subhanallah”diye geçmiştir. Şehid-i Sani, “Dünya ahiretin tarlasıdır” hadisini şerh ettiği makalesinde; “Bu hadis iki çeşit nakledilmiştir, biz Subhanallah’ı öne geçirmiş olan rivayeti zikrediyoruz”diyor. [9] - Bihar’ul- Envar, c.43, 82 ve 134. [10] - Vafi, kitab-ı nikah, s.114. [11] - Menakıb-i Harezmî, s.256. [12] - Vafi, kitab-ı nikah, s.114. [13] - Menakıb-i Harezmî, s.256. [14] - Keşf’ul- Ğumme, c.2,s.76, Bihar-ül Envar c. 8, s. 178, c. 43, s. 19, 36. [15] - Keşf'ül- Ğumme c. 2, s. 76, Bihar-ül Envar c. 14, s. 206, c. 43, s. 21, 37. [16] - Keşf'ül- Ğumme, c.2,s.84. Usd’ul- Ğabe, c.5,s.522, Bihar-ül Envar c. 27, s. 70, 37, 70, 43, s.19, 20, 21, 42, 46, 48, 53, 54, 220. [17] - Bihar-ül Envar c. 43, s. 10, Keşf’ul- Ğumme, c.2,s.89. [18] - Keşf'ül Ğumme c. 2, s.92, Bihar-ül Envar c. 43, s. 26, 39. [19] - Bihar’ul- Envar, c.43, s. 24. [20] - Feraid’us- Simtayn, c.2, s.67. [21] - Bihar’ul- Envar, c.22, s.491. [22] - A.K. c.22, s.484-491. [23] - A.K. c.22, s.484- 491. [24] - Bihar-ül Envar c. 37, s. 41, c. 43, s. 97 Ayrıca bu hadis, Bihar-ül Envar kitabının c. 28, s. 52, c. 36, s. 307, 369, c. 38, s. 11, c. 51, s. 76, 79, 91'de benzeri tabirlerle Selman-ı Farisi, Ebu Said-i Hudri'den de rivayet edilmiştir. Yine bkz. Yenabi’ul- Mevedde, s.436. Mütahab’ul- Eser, s.192. [25] - Feraid’us- Simtayn, c.2, s.68. [26] - Bihar’ul- Envar, c.43, s.143. [27] - A.K. c.43, s.134. [28] - A.K. c.43, s.179-180. [29] - A.K. c.43, s.81. [30] - Feraid’us- Simtayn, c.2, s.66. [31] - Bihar’ul- Envar, c.43, s.19. [32] - Menakıb-i İbn-i Şehraşub, c.3, s.33. [33] - Avalim’ul- Ulum ve’l- Meaarif, c.11, s.10. [34] - Bihar-ül Envar c. 43, s. 16, Avalim’ul- Ulum ve’l- Meaarif, c.11, s.30. [35] - Bihar-ül Envar c. 43, s. 16, Avalim’ul- Ulum ve’l- Meaarif c.11, s.33. [36] - Bihar’ul- Envar, c.53, s.179-180. [37] - Âl-i İmran/61. [38]-Mecma’ul- Beyan, c.2,s.452. el-Kamil-u Fi’t- Tarih,c.2,s.293. Ruh’ul- Beyan, c.2,s.44, Bihar-ül Envar c. 21 s. 277, 337, 344, 345, c. 96, s. 241. [39] - Bihar’ul- Envar, c.43,s.45. [40] - Bihar-ül Envar, c. 21, 279, c. 22, s. 236, c. 37, s. 66, 71, c. 43, s. 37, 172, c. 28, s. 38, c. 43, s. 54, 172. [41] - Bihar-ül Envar c. 43, s.76 ve 84. [42] - Bihar-ül Envar, c. 43, s. 56. [43] - Ahzab/33. [44] - Sahih-i Tirmizi hadis no: 3129, 3719, Yenabi’ul- Mevedde, s.125. Dürr’ul- Mensur, c.5,s.199. [45] - Sahih-i Tirmizi hadis no: 3135, Müsned-i Ahmet bin Hanbel hadis no: 132231, 13529, Keşf’ul- Ğumme, c.2,s.83. Dürr’ul- Mensur, c.5,s.199. [46] - El-İmamet-u ve’s- Siyase, c.1,s. 12. [47] - Bihar-ül Envar, c. 43, s. 199 [48] - Delail’ul- İmamet. Menakıb-i İbn-i Şehraşub, c.3,s.36 | |
| | | Semanur Özel Üye
Mesaj Sayısı : 920 Rep Gücü : 2246 Rep Puanı : 18 Kayıt tarihi : 23/06/09 Yaş : 60 Nerden : İzmir'den
| Konu: Geri: En büyük Dört Kadın-Annelerimiz Cuma Ara. 03, 2010 10:36 pm | |
| yukardaki yazı şii kaynaklarından alınmadır
Peygamberimizin en sevgili kerimesi - Hz. FÂTIMA'nın Hayatı
.:..:.. Hz. FÂTIMA ..:..:..
Hz. Fâtıma, hicretten onüç sene önce, Mekke'de doğmuştu. Küçük yaşına rağmen, Peygamber efendimize yardım ediyor ve Kureyş kâfirlerinin işkencelerine karşı geliyordu.
Abdullah ibni Mesûd der ki:
�Resulullah efendimizin Kureyşe bedduâ ettiğini asla işitmedim. Yalnız birgün, Kâbe-i şerif yanında namaz kılıyordu. Ebu Cehil, kendi adamlarıyla bir yerde oturuyorlardı. O sırada bir kimse gelip, ölmüş bir deve işkembesini oraya bıraktı. Ebu Cehil dedi ki:
- Bu kan ile bulaşmış işkembeyi, kim götürüp, Muhammed secdeye inince, arkasına koyar?
Fâtıma'ya haber verdi
Onların içinde en ziyade bedbaht Ukbe bin Ebî Muayt, bu çirkin işe girişip, onu, Peygamberimiz secdede iken üstüne koydu. Resulullah efendimiz secdeden kalkmadı. O bedbahtlar gülüştüler. O kadar ki, gülmekten birbirlerinin üzerine düştüler.�
İbni Mesûd anlatmasına şöyle devam etti:
�Ben uzaktan bakardım. Müşriklerin korkusundan yanına varamadım. Nihayet bir kimse, Hz. Fâtıma'ya haber verdi. Hz. Fâtıma gelip, Resûl-i ekremin üzerinden onu kaldırdı. Bunları yapanlara ağır sözler söyledi, bedduâda bulundu. Hz. Fâtıma bu sıralarda küçük bir kız idi.
Müşriklerin hiçbiri Hz. Fâtıma'ya cevap vermedi. Peygamberimiz, namazdan kalkınca, bunların isimlerini sayarak üç kere buyurdu ki:
- Ya Rabbi! Kureyşten şu topluluğu sana havale ediyorum.�
İbni Mesûd der ki: �Allah hakkı için, onları Bedir günü gördüm. Hepsini katledip, ayaklarından sürüyerek, Bedir kuyusuna bıraktılar. Ümeyye ve Amr'ı ise parça parça ettiler. Ammar ve Velid'i çok fecî şekilde öldürüp, cehenneme gönderdiler.�
Resulullah efendimiz, Medine-i münevvereye, Allahü teâlânın emriyle hicret ettikten sonra, hanımı Sevde, kızları Ümm-i Gülsüm ve Hz. Fâtıma'yı getirmeleri için, Ebu Râfiî ile Zeyd bin Hârise'yi Mekke'ye gönderdi. Onlara 500 dirhem gümüş ile iki deve verdi.
Emrine bağlıdır
Zeyd ile Ebu Râfiî Mekke'ye gittiler. Resulullahın kızları Ümm-i Gülsüm, Hz. Fâtıma, Sevde, Zeyd'in zevcesi Ümm-i Eymen'i ve oğlu Üsâme'yi alıp, beraber Medine'ye geldiler.
Hz. Fâtıma küçük yaşta iken, annesi Hadice-tül Kübra vefat ettiği için, Resulullah efendimiz onu, bülûğ yaşına kadar, yanından ayırmadı. Onu en iyi şekilde yetiştirip, terbiye etti.
Birgün Hz. Fâtıma, bir hizmet için, Resul-i ekremin huzuruna girmişti. Resulullahın mübarek nazarları kerimelerine ilişti. Evlenme çağına eriştiğini müşahede ettiler.
Ümm-i Seleme ve Selman'dan rivayet olunmuştur ki; Hz. Fâtıma bülûğ çağına erdikte, Kureyşten çok kimseler istedi. Resul aleyhisselam, kimsenin sözüne iltifat etmeyip, buyurdu ki:
- Onun işi, Hak teâlânın emrine bağlıdır.
Birgün Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer ve Sâd bin Muâz, mescidde oturup; �Hz. Fâtıma'yı, Hz. Ali'den gayri herkes istedi. Kimseye iltifat olunmadı� diye konuştular. Hz. Sıddık dedi ki:
- Zannederim ki, Ali'ye nasip olur. Gelin, ziyaretine gidelim ve bu meseleyi açalım. Eğer fakirliği ileri sürerse, yardımda bulunalım.
Sâd bin Muâz da dedi ki:
- Ya Eba Bekir! Sen, hep hayır yaparsın. Kalk, biz de sana arkadaş olalım.
Beni memnun ettiniz
Üçü birden mescidden çıkıp, Hz. Ali'nin evine gittiler. Hz. Ali, onları görünce, karşılayıp hâl ve hatırlarını sordu. Hz. Ebu Bekir şöyle sordu:
- Ya Ali! Her hayırlı işte sen öndersin ve Resul-i ekrem katında hiç kimseye nasip olmamış bir mertebedesin. Fâtıma'yı herkes talep etti. Hiç kimseye iltifat olunmadı. Sana nasip olacağını zannediyoruz. Niçin teşebbüs etmezsin?
Hz. Ali bunu işitince, mübarek gözleri yaşla doldu ve dedi ki:
- Ya Eba Bekir! Beni ziyadesiyle memnun ettiniz. Ona, benden daha fazla rağbet eden yoktur. Lâkin elimin darlığı buna mânidir.
Hz. Ebu Bekir, bunun üzerine şöyle cevap verdi:
- Böyle söyleme! Allahü teâlâ ve Resulünün yanında, dünya birşey değildir. Buna fakirlik mâni olamaz. Var, Fâtıma'yı iste!
Hz. Ali buyuruyor ki:
�Resulullahın huzuruna utanarak ve sıkılarak girdim. Resulullahın bütün heybet ve vakârı üzerinde idi. Huzurunda oturdum ve konuşmaya kâdir olamadım. Resulullah efendimiz buyurdu ki:
- Niçin geldin, bir ihtiyacın mı var?
Sustum. Resulullah efendimiz:
- Herhâlde Fâtıma'yı istemeye geldin� buyurunca; "Evet" diyebildim.
Peygamber efendimiz, Hz. Fâtıma'ya, Hz. Ali'nin kendisini istediğini duyurdu. O da sustu. Peygamber efendimiz buyurdular ki:
- Fâtıma'ya mehr olarak verecek neyin var?
- Ya Resulallah! Benim hâlimi sizden iyi kimse bilmez. Bir kılıcım, bir de devem vardır. Başka bir şeyim yoktur.
Mihr olarak kâfidir
Resulullah efendimiz tekrar buyurdular ki:
- Kılıcın gazaya lazımdır. Deven bineğindir. Sana verdiğim Hutamî zırhlı gömleğin nerededir, ne oldu?
- Yanımdadır.
- Onu sat ve parasını bana getir! Mihr olarak o kâfidir.�
Bunun üzerine Hz. Ali, zırhını satması için birine verdi. Verdiği kimse, pazarda satarken, Hz. Osman efendimiz zırhı tanıyarak 400 dirheme satın aldı. Yanına da 400 dirhem daha koyarak:
- Bu zırh sizden başkasına lâyık değil� diyerek Hz. Ali'ye geri gönderdi. Hz. Ali, bu para ile düğün hazırlıklarına başladı.
Peygamber efendimiz, sevgili kızı Hz. Fâtıma'nın düğün vakti yaklaştığında, "Eğer annesi hayatta olsaydı, şimdi onun çeyizini hazırlardı" diye düşündü. Bu düşüncede iken, Cebrail aleyhisselam gelip dedi ki:
- Ya Resulallah! Hak teâlâ sana selam ediyor. "Hiç merak etmesin. Kızı Fâtıma'nın bütün ihtiyaçlarını, çeyizini ben temin edeceğim" buyurdu.
Hak teâlânın emri nasıldır?
Peygamber efendimiz, bu sözleri duyunca, şükür secdesi yaptı. Daha sonra Cebrail aleyhisselam, elinde, üzeri bir bohça ile örtülü altın bir tepsi ve yanında bin melekle geldi. Mikail, İsrafil ve Azrail aleyhimüsselam da aynı şekilde gelmişlerdi. Bunların ellerinde de birer altın tepsi vardı.
Peygamber efendimiz, bunları görünce sordu:
- Ey kardeşim Cebrail! Hak teâlânın emri nasıldır? Bu altın tepsiler de nedir?
Cebrail aleyhisselam şöyle cevap verdi:
- Ey Allahın Resulü! Allahü teâlâ sana selam ediyor. "Habibimin kızı Fâtıma'yı, Ali'ye ben verdim. Arş-ı a'zamda nikâh ettim. Habibim de eshab-ı arasında nikâh etsin! Tepsilerin birinde, cennet elbiseleri vardır. Onu Fâtıma'ya giydirsin. Diğer tepsilerde cennet yemekleri vardır. Onlar ile de eshabına ziyafet versin!" buyurdu.
Resul-i ekrem efendimiz, bu müjdeyi işitince, yine şükür secdesi yaptı. Sonra, dörtyüz dirhem mehr ile nikâh yapılacaktı. Haberciler Hz. Fâtıma'ya müjdeyi götürdüler. Fakat O, razı olmadı.
Bunun üzerine Cebrail aleyhisselam gelip dedi ki:
- Ya Resulallah! Allahü teâlâ, "Fatıma dörtyüz dinara razı olmuyorsa, dörtbin dinar olsun! buyurdu.
Hz. Fâtıma'ya bunu haber verdiler. O yine razı olmadı.
Şefaat etmek istiyorum
Peygamber efendimiz, kızının esas maksadının ne olduğunu öğrenmek için, yanına gitti. Esas maksadının ne olduğunu sordu. Hz. Fâtıma dedi ki:
- Babacığım, ben dünyalık bir şey istemiyorum. Benim maksadım dünya değildir. Benim isteklerim ahiret ile ilgilidir. Sen ahirette, ümmetinden günahkârlara şefaat edeceksin. Ben de ümmetinden günahkâr kadınlara şefaat etmek istiyorum. Muradım budur. Bu isteğim kabul edilirse, razı olurum.
Peygamber efendimiz, bu isteğini Cebrail aleyhisselama bildirdi. Cebrail aleyhisselam, Hz. Fâtıma'nın arzusunun kabul edildiğini, ahirette, ayrıca onun da şefaat edeceğini bildirdi.
Peygamber efendimiz, gelip bu haberi sevgili kızına bildirdi. Hazret-i Fâtıma dedi ki:
- Babacığım, senin şefaat edeceğine dair Kur'an-ı kerimde ayetler vardır. Benim şefaat edeceğime dair delil nedir?
Peygamber efendimiz, durumu Cebrail aleyhisselama tekrar bildirdi.
Bunun üzerine Cebrail aleyhisselam beyaz bir ipek getirdi. Bunun üzerinde şöyle yazıyordu:
(Kıyamet günü mümin kadınlara, Fâtıma kulumu şefaatçi tayin ettim. Bu hüccet elinde bâkî kalsın.)
Hz. Fâtıma'nın şefaatine izin verildikten sonra, Peygamberimiz Hz. Bilâl'e hitap edip, muhacirin ve ensarı toplamasını emretti. Cümlesi mescid-i şerifte toplandılar. Peygamberimiz minbere çıktı. Hamd ve sena eyledikten sonra, muhacirin ve ensara hitaben buyurdu ki:
- Ey müslümanlar, biliniz ki, kardeşim Cebrâil gelip, Hak teâlânın, melekleri toplayıp, �Fâtıma binti Muhammed'i, kulum Ali bin Ebî Talib'e verdim ve akit ettim� buyurduğunu haber verdi. Bana da emretmiş ki, eshabım arasında bu akdi tecdid edip, şahitler huzurunda akd-i nikâh edeyim.
Ben de râzı oldum
Sonra Hz. Ali'ye dönüp buyurdu ki:
- Ya Ali! Kalk, nikâh hutbeni yerine getir!
Hz. Ali kalkıp, Peygamber efendimizin önüne geldi. Hak teâlâya hamd ve sena eyledi. Habib-i Rabbil âlemine salevat getirdi. Sonra Habibullaha işaretle dedi ki:
- Resulullah efendimiz, kızı Fâtıma'yı bana tezvic etti. Ben de buna razı oldum. Sizler de bu nikâha şahit olun.
Eshab-ı kiram buyurdular ki:
- Ya Resulallah! Bu şekilde tezvic buyurduğunuza biz şahit olalım mı?
Peygamberimiz buyurdu ki:
- Evet şahit olun.
Etraftan, �Allahü teâlâ mübarek etsin� dediler. Sonra Resulullah odasına geldi. Hz. Ebu Bekir'e biraz para verip, çeyiz için bir şeyler almak için gönderdi. Selman ile Bilal'i de çağırıp buyurdu ki:
- Taşınacak şey olursa siz taşıyın.
Hz. Ebu Bekir buyurur ki:
�Dışarı çıktım. Parayı saydım. Üçyüzaltmış dirhem geldi. Hz. Fâtıma'nın çeyizini o para ile gördüm. İçi yün dolu bir döşek aldım. İçi hurma lifiyle dolu bir yastık, topraktan birkaç kap kacak aldım. Resul aleyhisselama getirdim. Görünce, mübarek gözlerinden yaşlar aktı ve, �Ya Rabbi! En iyi kapları toprak çanak olan bu kullarına bereket ver� diye duâ eylediler.
Ne iyi hanımdır
Hz. Ali buyurdu ki:
Bunun üzerinden bir ay geçti. Bu hususta mecliste hiç konuşulmadı. Ben de hicabımdan ağzımı açamadım. Fakat, bazen beni yalnız gördüklerinde buyururlardı ki:
- Senin hanımın ne iyi hanımdır. Sana müjdeler olsun ki, O, âlemdeki hanımların efendisidir.
Bir aydan sonra, Hz. Ali'nin yakınları dediler ki:
- Ya Ali! Bu nikah ile çok sevindik. Lâkin bir de düğün nasip olsa.
Hz. Ali de onlara, �Benim de isteğim odur, ancak söylemekten hicâb ederim� diye cevap verdi.
Bunun üzerine Ümm-i Eymen'den, aracılık yapmasını istediler. O da durumu Peygamber efendimizin hanımlarına söyledi.
Peygamber efendimizin zevcelerinin, durumu Resulullaha arz etmelerinden sonra, Peygamber efendimiz Hz. Ali'yi çağırarak buyurdu ki:
- Zevceni ister misin ya Ali?
Hz. Ali de şöyle cevap verdi:
- Evet ya Resulallah! Anam ve babam sana feda olsun.
Resul-i ekrem efendimiz emir buyurdu. Hz. Fâtıma'nın çeyizini hazırladılar. Hz. Ali'ye bir miktar para verip, hurma ve yağ almasını söyledi. Hz. Ali bunları getirince, hurma, yağ ve yoğurdu karıştırıp, bir çeşit yemek yaptı ve eshab-ı kirama düğün yemeği olarak yedirdi.
Evimden çıkıp gidiyorsun
Yemekten sonra Resulullah efendimiz, bir eliyle Hz. Ali'yi ve diğer eliyle de Hz. Fâtıma'yı tutarak, evlerine götürdü. Fâtıma'yı bağrına bastı.
Peygamber efendimiz Hz. Fâtıma'ya düğün günü şöyle nasihat etti:
- Kızım, evimizden çıkıp, başka bir eve, ülfet etmediğin bir kimseye gidiyorsun. Sen kocana yer ol ki, o sana gök olsun! Sen ona hizmetçi ol ki, o sana köle olsun! Kocana yumuşak davran! Öfkeli hâllerinde sessizce yanından kayboluver. Öfkesi geçinceye kadar ona görünme!
Ağzını ve kulağını muhafaza et! Kocan sana fena söylerse, söylediklerini duyma ve sakın mukabelede bulunma! Ona karşı gelme! Daima senden güzel söz işitsin, güler yüz görsün. Bu suretle sana iyi nazarla baksın.
Sonra alnından öptü. Hazret-i Ali'ye teslim etti ve "Zevcen iyi zevcedir" buyurdu. Her ikisini Hak teâlâya ısmarladı. Sonra mübarek eliyle kapının iki kanadını tutup, bereket ile duâ eyledi ve çıkıp gitti.
Bir miktar kalsın
Hz. Ali buyurdu ki:
�Resulullahın hanemize teşrif buyurduğu gün, düğünden dört gün geçmiş idi. Bizimle sohbet eyledi. Sonra bana dedi ki:
- Yâ Ali! Su getir!
Kalktım su getirdim. Bir ayet-i kerime okudu ve buyurdu ki:
- Bu sudan biraz iç! Bir miktar kalsın!
Öyle yaptım. Kalan suyu başıma ve göğsüme serpti. Tekrar, "Su getir" buyurdu. Yine su getirdim. Bana yaptığı gibi, Hz. Fâtıma'ya da yaptı. Sonra beni dışarı gönderdi. Fâtıma'ya nasihat ettikten sonra, beni davet etti. Bana da Fâtıma'yı ısmarlayarak buyurdu ki:
- Ya Ali! Fâtıma'nın hatırına riayet eyle! O benden bir parçadır. Onu hoş tut! Eğer onu üzersen, beni üzmüş olursun.
Sonra, ikimizi de Allahü teâlâya ısmarladı.� Resulullahın soyu Hz. Fâtıma'dan devam etti. Peygamberimizden 6 ay sonra vefat etti.
| |
| | | | En büyük Dört Kadın-Annelerimiz | |
|
Similar topics | |
|
| Bu forumun müsaadesi var: | Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
| |
| |
| |
|