Kainattaki bütün kemalatın menşei ve esası nur-u Muhammedidir. Her şey,
kemalini ve cemalini O’nunla buldu. Meseleye iki şekilde cevap
verilebilir:
1- Anlaşılmaz bir kitap muallimsiz olsa manasız bir
kağıttan ibaret kalır. Allah bu dünyayı ve içindekileri, kendi cemalini
ve kemalini görmek ve göstermek için yarattı. Cemalini ve kemalini
göstermek istediği şuur sahibi mahlukatın başında da, insan gelmektedir.
Kendisi kendine layık bir şekilde cemal ve kemalini tefekkür
etmektedir. Fakat insan dediğimiz mahlukun, Allah’ın istediklerini kendi
başına anlaması mümkün değildir.
Madem kainat insan için
yaratılmış, ve madem insan yalnız başına İlahî hakikati anlaması mümkün
değildir. Öyleyse insanların nazarını mahlukattan ve masivadan çekecek
peygamberler olacaktır. Bu peygamberlik makamı, Allah’ın en çok sevdiği
insanlardan oluşacaktır. Bu peygamber dediğimiz seçkin insanların
arasında da vahiyde belirtildiği gibi, en sevgili kul ve en şerefli kişi
Hz. Muhammed’dir (a.s.m).
2- Hz. Muhammed'in (a.s.m) duası, bu
kainatın yaratılması için bir sebeptir. Bediüzzaman Said Nursi’nin
ifadesiye “Allah, ezeli ilmiyle Peygamberimizin, kainatın ve cennetin
yaratılması hususundaki ısrarlı ve ihlaslı duasını kabul etti ve bu
kainatı halk etti.”
İşte O’nun bu duası olmasaydı Allah kainatı ve
içindekileri yaratmazdı. Çünkü O zat (a.s.m) bütün enbiyanın seyyididir,
bütün evliyanın reisidir. O geldikten sonra dünya rahata kavuştu. Bu
noktadan O’na olan sevgi, başka bir sevgidir. Fakat madem Allah’ın zatı
mahlukatın zatına benzemez. Ve hadsiz derecede mükemmel ve alidir.
Elbette sıfatları da benzemez. Yani ilmi, iradesi, kudreti ve muhabbeti
de mahlukatın sıfatlarına benzemez. Allah’ın Peygamberimize olan
muhabbetini aklımızla anlamamız mümkün değildir. Çünkü Allah’ın ne
sıfatlarını, ne zatını ne de fiillerini aklımız almıyor. Elbette
muhabbet-i ilahiyeyi de anlamamız iktidarımız haricindedir.
*****************
Ayrıca:
mesâil-i İslâmiyenin tabakatı vardır. Biri bir
burhan-ı kat’î istese, diğeri bir zann-ı galibî ile iktifa eder, başkası
yalnız bir kabul-u teslimi ve reddetmemek ister. Öyle ise, esâsât-ı
imaniyeden olmayan mesâil-i fer’iye veya vukuat-ı zamaniyenin herbirinde
bir iz’ân-ı yakîn ile bir burhan-ı kat’î istenilmez. Belki yalnız
reddetmemek ve teslimiyetle ilişmemektir.