| KUTLU FORUM Bilgi ve Paylaşım Platformuna Hoş Geldiniz |
|
| Adetli Kadınların Orucu | |
| | Yazar | Mesaj |
---|
Gül
Mesaj Sayısı : 67 Rep Gücü : 196 Rep Puanı : 8 Kayıt tarihi : 22/05/11
| Konu: Adetli Kadınların Orucu Cuma Mart 09, 2012 8:21 pm | |
| Adetli Kadınların Orucu
İSTİNBATA HAKKINI VERMEK-2
Bir önceki yazı Hz. Aişe (r.anha) validemizin, Mu'âze el-Adeviyye isimli sahabiye kadının sorusuna verdiği cevapla bitmişti. Validemizin verdiği bu cevap yüzeysel olarak bakıldığında "Hz. Peygamber (s.a.v) bize adet gördüğümüz zaman orucu bırakmamızı emir buyururdu" tarzında bir tesbit/ihbar içermemekte ise de, verilen cevaptan hareketle belli bir arka plan tesbiti yapmak pekala mümkündür.
Şöyle diyebiliriz: Burada namazın kazasının iskatı, edasının iskatından kaynaklanmıştır. Yani namazın vaktinde edası adetli kadın için farz olmayınca, adet hali geçtiğinde kazası da farz olmaz. Bu durum oruç için de aynen geçerlidir. Şu kadar ki, adet halindeki kadından edası sakıt olan orucun, adet hali geçtikten sonra kaza edilmesi gerektiği konusunda özel bir delil vardır. Dolayısıyla bu delil sebebiyle burada oruç namazdan ayrılmaktadır.
Ne Efendimiz (s.a.v)'den, ne de Sahabe'den herhangi bir kimseden, hayızlı kadının oruç tutup tutmamakta serbest olduğunu, dilerse oruç tutabileceğini gösteren en küçük bir söz nakledilmiş değildir. Buna mukabil hayızlı kadının orucu bırakacağını gösteren birçok rivayet mevcuttur.
İmam el-Buhârî, Sahîh'inin "Hayz" bölümünde "Hayızlının Orucu Terki" başlıklı özel bir bab açtığı halde, hayızlının namazı terk edeceğine dair özel bir bab açmamıştır. Şarihler bunu İmam el-Buhârî'nin müşkili izah sadedinde yaptığını, "hayızlının namazı terk edeceği" gibi aşikâr olan bir hususta böyle özel bir bab açmaya gerek görmediği tarzında izah eder.
Bir önceki yazıda verdiğim soru metninde geçen cevapta, "Fakihler, adetli kadının Ramazan’da oruç tutamayacağını söyler, sonra da tutamadığı orucu kaza ettirirler. Eda edemeyeceğine hüküm verdikleri bir ibadeti kaza etmelerini isterken hangi delile dayandıklarını söylemezler" tarzında ilginç bir tesbit yer alıyor. Acaba gerçekten durum böyle midir?
Efendimiz (s.a.v)'e aşırı şekilde istihaza (hastalık) kanı gören bir sahabiye kadın gelir ve durumunu arz eder. Efendimiz (s.a.v) ona birtakım şeyler tavsiye eder. Kadın, kendisinden gelen kanın basit tedbirlerle durdurulabilecek gibi olmadığını ve devamlı surette kanaması olduğunu söyleyince şöyle buyurur: "Allah'ın ilmine havale ederek her ay altı veya yedi gün kendini hayızlı say. Sonra guslet ve yirmi dört veya yirmi üç gece ve gündüz namaz kıl. (Bu günlerde normal bir şekilde) oruç tut ve namaz kıl…"[1]
Burada bir noktaya dikkat çekelim: Dipnotta adı geçen kaynakların çoğunluğunda, söz konusu sahabiye kadın, bu durumunun namaz kılmasına ve oruç tutmasına mani olduğunu söylemekte, Efendimiz (s.a.v) ise verdiği cevapta, bu meseleye hiç temas etmemekte, mesela "O günlerinde dilersen oruç tutabilirsin" gibi bir şey söylememekte, aksine oruç tutup namaz kılmayı sadece temizlik günleri olarak takdir ettiği dönemde yapmasını istemektedir.
Öte yandan yukarıda işaret ettiğim yerde İmam el-Buhârî'nin yer verdiği rivayet, hemen bütün meşhur Hadis musannefatında görülebilecek sahih bir rivayettir. Kadınların hayız halinde namazı ve orucu bırakmasının "din noksanlığı" olarak tavsif edildiği bu rivayet de konumuz açısından büyük önem taşımaktadır.[2]
[1] Ebû Dâvud, "Tahâret", 110; et-Tirmizî, "Tahâret", 95; İbn Mâce, "Tahâret", 117; Ahmed b. Hanbel, VI, 381, 439; et-Taberânî, el-Mu'cemu'l-Kebîr, XXIV, 218; Abdürrezzâk, el-Musannef, I, 306; İbn Ebî Şeybe, el-Musannef, I, 150-1; el-Hâkim, el-Müstedrek, I, 279; ed-Dârekutnî, es-Sünen, I, 214… [2] Bu rivayet hakkında detaylı açıklama için bkz. Ebubekir Sifil, İslam ve Modern Çağ, III, 160 vd.; ****************** Faruk BEŞER
Bize bu konuda sık sık sorulan soruların özeti budur ve ne ilginçtir ki, bu fikirleri sadece medya karıştırmanları değil, ehli ilim olduklarından şüphe etmediğimiz bazı hocalar dahi dile getirmektedirler.
Sanki bu durumdaki kadınların ibadetlerine mani olunuyormuş gibi suallere muhatap olunca meseleyi bir kez daha ve bütün mezheplerin delilleri ile gözden geçirme lüzumu hissettik. Topladığımız sayfalarca metinleri uzun uzadıya serdetme yerine onların özet bir sonucunu vermekle yetineceğiz.
Usul açısından şu soruların cevabıyla başlamamız meselenin anlaşılmasını kolaylaştıracaktır.
1.Konu neden eskiden tartışılmıyordu da şimdi gündeme geldi?
2.Mesele hangi usulle anlaşılmalıdır ki, doğru anlaşılabilsin?
3.İlgili naslar bu konuda neler söylemektedir?
Bu sorulara cevap verebilirsek, asıl sorunun cevabını da vermiş olacağımızı düşünüyoruz.
1. Birazcık bilgi felsefesi okuyanlar bilirler ki, bilgilenme büyük ölçüde sübjektif bir olaydır ve kuşatıldığı şartlardan etkilenir. Hiç kimse bu etkiden masun ve mahfuz olduğunu söyleyemez. Dolayısıyla insanoğlu için mutlak anlamda objektif bir bilgi olamaz. O halde anlık düşüncelerimizi evrensel hakikatler gibi görmemeliyiz. Eğer bu gün müslümanlar mağlup durumda olmasalardı ve Feminizm, pek çok müslüman bayan ya da erkeği dahi derinden etkilemiş olmasaydı biz bu savunmacı bilgi anlayışını asla sergilemez, modern düşünceye prim verme ihtiyacı duymaz ve adeta kadınlara hak dağıtma yarışına girmezdik. Oysa biz hak dağıtma mercii değiliz. Hak, herkesin hakkını tastamam vermiştir.
Bu görüngünün ortaya çıkış sebepleri arasında insanoğlunun kendini gösterme zaafını ve medyanın bunu körükleme özelliğini de zikretmek gerekir. Ama böyle düşünen herkesi bu kategoriye koymamız da haksızlık olabilir.
İslam'ın temel kaynaklarını inceleyenler açık bir şekilde göreceklerdir ki, ne Allah Rasulü'nün (sa) asrında, ne de ondan sonra günümüze kadar gelen on dört asırlık sürede bu konu bu şekilde hiçbir zaman tartışılmamış ve kadının adetli iken namaz kılamayacağı, oruç tutamayacağı, mescide giremeyeceği, Kuranı Kerime el süremeyeceği ittifakla / icma ile kabul edilegelmiştir.
İhtilaf sadece adetli kadının Kuran okuyup okuyamayacağı konusundadır. Bütün mezhepler, bu durumda Kuran da okuyamayacağını söylerlerken, Malikilerden bir içtihat, aslolanın okumaması olmakla beraber, eğer unutması söz konusu ise, yani bir zaruret varsa, adet özelliğindeki kan sürdükçe okuyabileceğini söyler. Ama kan kesilmiş, henüz tam temizlik ve yıkanma olmamış olduğu günlerde ise okuyamayacağını onlar da söylerler. Çünkü okuması bir zarurete mebnidir. Bu durumda ise zaruret yoktur. Biraz bekler, yıkanır ve öyle okur, derler. Kadının adetli iken taevaf yapamayacağı da nasla sabit ve herkesin bildiği bir şeydir. Sadece ziyaret tavafını kadın, yine zarurete binaen yapabilir diyenler vardır. Zaruret haliyle, normal halleri birbirine karıştırmamak gerekir.
2.Usule gelince
Adetli kadının oruç tutması ya da tutmaması, namaz kılması ya da kılmaması bir ibadet meselesidir (taabbudî bir meseledir). Ve hiçbir ibadetin bütün detayları Kuranı Kerim'de yer almamıştır. Zekâtın hangi mallardan, ne kadar ve ne zaman verileceği, orucu bozan ya da bozmayan şeylerin neler olduğu, namazın kaç vakit ve kaç rekat olduğu, hatta nasıl kılınacağı gibi yüzlerce detay Sünnet tarafından açıklanmıştır. Sünnet, kısaca, Hz. Peygamber'in Kuranı Kerimi tatbik biçimidir. Kuranı Kerim peygambersiz de anlaşılabilseydi, Allah onu bir şekilde kullarına ulaştırabilir ve hiç peygamber göndermezdi.
Bilindiği gibi, akide ve ibadetler konusu İslam'ın sabitelerindendir ve aklın alanı içerisinde değildir. Yani içtihada konu edilemezler. Böyle konularda olsa olsa mevcut nassı anlama içtihadı (ictihad-ı fehm) yapılabilir. Eğer bu konularda Allah rasulü'nden günümüze kesintisiz bir ittifak / icma varsa bunun dışına asla çıkılamaz. Çıkılır denirse bu yeni bir iddiadır ve delili de yoktur. Bektaşînin, ‘abdestsiz namaz olmazmış, ben kıldım, oldu' demesi gibidir. Yine de böyle bir konuda içtihad iddiasında bulunan olursa ona şöyle söylenir:
Naslar (hadisi şerifler) ve kesintisiz gelenek (icma) adetli bir kadının oruç tutamayacağını, Kuran okuyamayacağını, namaz kılamayacağını öyle ya da böyle bir delalet yoluyla söylüyor. Bu icmaya mesned olan hadislerin bir kısmı Buharî gibi sahih kaynaklardadır, bir kısmı da zayıf olsa da hadistir, aksine bilgiler bulunmadığı ve sahih olanları destekledikleri için bu hadisler selefi salihin tarafından amel edilmeye layık görülmüş ve sahabe asrından günümüze kadar müçtehit olduklarında hiç şüphe bulunmayan yüzlerce alimin kabulü olmuşlardır. Peygamberin yetiştirdiği toplum, meseleyi böyle anlamıştır. Günümüzde değil müçtehit olmaları, alim oldukları bile tartışılabilen bazı insanlar, tecasür gösterip aksini söylüyorlarsa, onların söylediklerini almaktansa, bir kısmı zayıf da olsa, bu hadisleri ve bu yüzlerce müçtehidin kanaatlerini almak hem aklen, hem şer'an, hem de vicdanen daha isabetlidir. Kaldı ki, bu görüşte olanlar sadece Sünnî mezhepler değildir. Diğerleri de aynı kanaattedirler. Ve sözü edilen hadisi şeriflerin bir kısmının zayıf olması, sahih olanların konuyu anlatmakta yetersiz oldukları anlamına gelmez.
3. Konunun naslardaki yeri
Kuranı Kerim'de, adetli kadınlar için, namaz kılmasınlar, oruç tutmasınlar denmediği doğrudur, ama tutabilirler de denmemektedir. O halde konunun hükmü başka naslardan anlaşılmalıdır. Kuranı Kerim'in adetle ilgili olarak söylediği şudur:
"Sana adeti soruyorlar. De ki, o bir nevi sıkıntıdır. Öyleyse adetli günlerinde kadınlarla ilişkinizi kesin ve tertemiz oluncaya kadar da onlarla ilişkide bulunmayın. Tertemiz olduklarında ise onlara Allah'ın size emrettiği yerden yaklaşın. Allah çok tövbe edenleri ve tertemiz olanları sever". (Bakara 222).
Bu ayetin geliş (nüzul) sebebini Müslim'deki bir hadisi şerif açıklar: "Yahudiler ve (muhtemelen onlardan etkilenen) bazı Müslümanlar adet gören kadınla birlikte yemek yemez, evde beraber bulunmaz ve beraber oturmazlardı. Bu durumu bazı sahabîler Efendimize sordular ve bunun üzerine bu ayeti kerime indi". Ayetin ilk kelimesi, bir soru üzerine geldiğini zaten kendisi söylüyor. Cevap da elbette soruya uygun olacaktır. Bu ayet adetle ilgili her şeyi anlatmak için gelmedi ki, ayette oruç tutamayacağı, ya da Kuran okuyamayacağı söylenmiyor, o halde okuyabilir, tutabilir çıkarsaması yapılabilsin.
Bu tıpkı şuna benzer: Müşrikler kendilerine göre bazı hayvanların etlerinin yenmeyeceğini söyleyince inen ayeti kerime şöyle söyledi:
"De ki, bana vahyolunanlar arasında şunlardan başka haram bulamıyorum: Meyte, akan kan, domuz eti ki, o bir pisliktir, ya da Allah'tan başkası adına kesilmekle fısk olan hayvan..." (6/145). Yani sizin söylediklerinizden haram olanlar sadece bunlardır. (Bkz. İmam Şafiî, er-Risale)
Şimdi bu ayet çakalı, ayıyı, sırtlanı vb. saymıyor, o halde onlar helaldir diyebilir miyiz? Onların haramlığını başka naslardan çıkarıyoruz.
Peki bu mesele Hz. Peygamber'in zamanında nasıl anlaşılmış ve günümüze kadar nasıl gelmiştir?
Konunun fıkıhçılar tarafından atıfta bulunulan hadis-i şerifler ve onlar üzerine bina ettikleri hükümler şöyledir:
Hanefîlerin temel kaynaklarından Kâsânî, Bedayi'de: Adetli kadının orucunu ve namazını terk etmesi gerektiğinin dayanağının şu hadisi şerif olduğunu söyler:
"Bir kadın gelip Hz. Aişe'ye sordu: Neden adetli kadın tutmadığı orucu kaza eder de kılmadığı namazı kaza etmez? Hz. Aişe (kızarak): Yoksa sen Harurî misin? Diye çıkıştı. (Harurî, Haricîlerin aşırılarından olanlardır. Dini konulardaki katılıklarıyla tanınırlar..)
"Bu sözüyle Hz. Aişe, soru soranın kanaatinin sünnete ve cemaate aykırı olduğunu anlatmak istemiştir. (Bkz. İbnü'l Esîr, en-Nihaye. H-r-r md.)
Kasânî devam eder: "Bu cevap, sorulan meselenin salt bir ibadet (taabbudî) olduğunu gösterir. (Yani mesele, üzerinde akılla hüküm verilecek bir mesele değildir) Anlaşılan o ki, Hz. Aişe'nin fetvası sahabeye ulaşmış ve hiç birisi de buna itiraz etmemiştir. O halde bu görüş, sahabenin icmaıdır." (Bedayi, IV, 191)
Eğer başka deliller olmasaydı, bu hadisi şerife dayanarak denebilirdi ki, burada adetli iken kadının sadece namazını kaza etmeyeceği, orucunu kaza edeceği söyleniyor. Oruç tutamayacağı söylenmiyor. Söylenmiyor, çünkü o mesele zaten müsellemdir ve onlar tarafından hiç tartışılmamaktadır.
Şafiîlerin temel kaynaklarından olan el-Mecmu'da Nevevî şunları söylerken aslında bu soruya da cevap vermektedir:
"Hz. Aişe'den gelen Müslim hadisine istinaden adetli kadının oruç tutması haramdır. Çünkü orada o şöyle söylemektedir: "Biz tutmadığımız oruçlarımızı kaza etmekle emrolunurduk ama kılmadığımız namazlarımızı kaza etmekle emrolunmazdık". Eğer denirse ki, hadiste orucun haram olduğuna değil, sadece tutmamanın caiz olduğuna delil vardır. Seferde olduğu gibi, oruç tutmak caiz olabilir ama vacip olmayabilir. Buna cevabımız (Nevevî) şudur: Sahabî kadınların ibadetler konusundaki titizlikleri ve yapılabilecek olanı yapmaktaki hırsları bilinmektedir. Bu durumda oruç caiz olsaydı, en azından bazıları bu halde iken de oruçlarını tutarlardı. Kaldı ki, Buharî ve Müslim hadisindeki şu cümle de adetliye orucun ve namazın haram olduğunu gösterir: "Siz kadınlar günlerce oruç tutmadan ve namaz kılmadan oturuyorsunuz, bu da sizin dininizdeki farklılığı göstermez mi?".
Bütün bunlara binaen bu ümmet, kadının adetli ve loğusa olduğu zamanlarında oruç tutmasının haram olduğu, tutarsa sahih olmayacağı konusunda icma ve ittifak etmiştir. Bu icmaı İbn Cerir et-Taberî ve başkaları da nakletmektedir. İmamu'l-Harameyn, bu durumda tutulan orucun sahih olmaması meselesi aklın (içtihadın) alanı değildir, der". (İmam Nevevî, el-Mecmû')
Hanbelîlerin temel kaynaklarından ve bütünüyle İslam fıkhının en önemli iki üç kitabından birisi olan el-Muğnî'de İbn Kudame şunları söyler: "... Adet namaz ve oruca engeldir. Bu hüküm şu delillerden çıkar:
1. Hz Peygamber kadınların dindeki farklılıklarından söz ederken, ‘biriniz adetli iken oruç tutmaz, namaz kılmaz, değil mi?'. Buyurdu. (Buharî).
2. Hz. Peygamber Fatıma bint. Hubeyş adlı kadına: ‘Adet olduğunda namazını bırak...' dedi. (el-Muğnî, Mesele 446)
İmamiyye'den Zeyneddin b. Ali, er-Ravda el-behiyye adlı serinde şöyle diyor:
Adetli kadının hangi türlü olursa olsun namaz kılması ve oruç tutması haramdır. Sonradan kılmadığı namazlarını kaza etmez ama tutmadığı oruçlarını kaza eder. Bu farkın sebebi, nassın bunu farklı bildirmesidir (bu bir içtihat konusu değildir) (Adı geçen kitap, Gusül bahsi)
Ezher'in yayımlanan 100 yıllık fetvalarında:
"Adet ve loğusalık, namazın ve orucun sahih olmayacağı şerî özürlerdendir" denir.
Suudda Fetva Dairesi Başkanlığının Yayımlamakta olduğu "Fetâva el-Lecne ed-Dâime adlı fetva külliyatı aynı hükümleri tekrarlıyor ve adetli kadının namaz kılmasının caiz olmadığını söylüyor.. (Fetva No: 1545, 3684)
İbn Hazm Muhalla'da adetin orucu bozduğunu (Mesele 764), adetli iken oruç tutan kadının Allaha ası olduğunu söylüyor. (Mesele 785), İşte klasiğiyle moderniyle İslam fıkhının konu hakkındaki görüşleri bunlardır.
Bütün bunlardan sonra kadınların adetli oldukları zamanlarda da oruç tutabileceklerini söylemenin mantığını anlamak zordur. Bunun sebepleri konusunda yeni bir şey söyleme merakı, insanın aklına gelen ilk saik oluyor.
Sonra böyle bir çıkış kadınlara bir hak tanımak mıdır yoksa haklarını ellerinden almak mıdır? Şahsen ben de belli günlerde namazdan ve oruçtan muaf tutulmayı çok isterdim. Olsaydı bunu bir eksiklik değil, bir ayrıcalık sayardım. Kaldı ki, yine fıkıhçıların dediklerine göre, kadın nasıl sair günlerinde oruç tutup namaz kılmakla Allahın emrini yerine getiriyor ve ibadet ediyorsa, o günlerde namazı ve orucu bırakmakla da Allahın emrini yerine getiriyor ve ibadet ediyor demektir.
Yıllardır usulü fıkıh çalışan ve öğreten birisi olarak şunu söylememe müsaade buyurulur mu, bilemiyorum. Bizim meselemiz usul meselesidir. İyi bir usulü fıkıh formasyonu alamayanlar farklı zamanlarda aykırı ve tutarsız fetvalar verebilirler. Kısaca ‘vusulsüzlüğümüz usulsüzlüğümüz sebebiyledir".
(Faruk BEŞER)
**********************************************
Bu konuda Mustafa İslamoğlunun Görüşleri
Muhaddisler, bu konudaki hadisleri, eserlerine şu başlıkta almışlardır: “Bugünlerde Kadının Oruçtan Nehyedileceği Babı”. Bu konuyu, bu başlık altında ele aldıklarına göre, Muhaddislerimizin(rh.a.ecmain) bu konudaki görüşü, İslamoğlu Hocamıza muhaliftir.
Yine aynı şekilde, bu konuda fakihlerimizin(rh.a.ecmain) “büyük” çoğunluğu/cumhuru(ki, bu konuda icma vardır diyebiliriz), adetli kadının oruç tutmasına “haram” fetvası vermişlerdir. (Çalışmamızın sonunda birkaçına yer vereceğiz)
İslamoğlu Hocamızın bu konudaki soruya verdiği cevabı aktaracak ve ardından da reddiyesini sunacağız.
İslamoğlu diyor ki:
1. Bu konuda bize gelen sahih hadis tek kanaldan gelir: Hz. Aişe.
Soru şu: Namazı terk etme gibi hayati bir konuda ahad ve dahi zanni bir haberi yeterli bulmak isabetli midir? Bu hadis merfu değildir. Yani peygamberin ağzından bir yasak nakledilmemiştir. İmam Ebu Hanife "la yaktu'l-mumin bi'l-kafir" (mümin bir kafire karşılık kısasen öldürülemez) sahih hadisini "enne'n-nefse bi'n-nefs" (cana karşılık can) ayeti sarihtir ve ona aykırıdır diyerek amel edilemez bulur. Dikkat buyurun İmam'ın amel edilemez dediği bu hadis merfudur. Yasak içermekte, bizzat peygambere dayanmaktadır. Aişe hadisi ise merfu değildir.
“Bizler Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem hayatta iken ay hali olurduk. Orucun kazasını yapmamız emrolunur, fakat namazın kazasını yapmamız emredilmezdi.” [Buhari,321; Müslim,335; Nesaî,2279; Ebu Davud,1]
Evvela merfu hadisin tanımını sunmamız yerinde olacaktır. Zira İslamoğlu, bu hadisin merfu olmadığını söylemektedir.
"Özellikle Hazreti Peygambere isnad edilen söz, fiil ve takrirlerden -ister munkatı isnadla rivayet edilmiş olsun, ister muttasıl isnadla rivayet edilmiş olsun - bütün hadîslere merfû denilmiştir. Bu söz, fiil ve takrirler, ya açık bir ifade ile Hazreti Peygambere isnad edilirler; yahut da bunlar Hazreti Peygambere açık bir şekilde isnad edilmemiş olsalar bile, onların, Hazreti Peygamberin söz, fiil ve takrirleri olduklarına hükmetmekte herhangi bir güçlük çekilmez.” (Prof. Dr. Talat Koçyiğit, Hadis Usûlü, s:160)
Yani, bir hadisin merfu olmasının şartı, o hadisi direk Rasulullah’ın(sas) dilinden aktarmak değildir. Munkatı’ hadis; yani hadisin senedinde kopukluk dahi olsa, ve hatta, “mevzu/uydurma” bir rivayet dahi olsa, Rasulullah’a(sas) isnad ediliyorsa, o hadis merfu’ olarak adlandırılır Hadis Usûlüne göre… Ancak, İslamoğlu Hocamızın her ilim dalındaki reformist hareketlerini maalesef hadis ilmi alanında da müşahade ediyoruz.
Merfu olmadığını varsayalım… Verdiği İmam Azam(rh.a) örneğinde; İmam, Kur’an’ın açık bir hükmüne istinaden ictihad etmiştir. Hata mı etti, isabet mi; bunu tartışacak değiliz; ancak İslamoğlu Hocamızın böyle bir örneği vererek, kendisini aklamaya çalışması da isabetli değildir. Zira kendisinin bu konuda dayandığı “açık bir ayet” bulunmamaktadır. Bakara 185. ayeti kendi yorumuyla “açıkmış” gibi lanse ettirmesi de, kabule şayan değildir. Zira ayette, “kadınların o günlerde oruç tutabileceği”ne dair açık bir hüküm bulunmamaktadır.
Denilebilir ki; “Tutabileceklerine dair açık hüküm bulunmuyorsa da, tutamayacaklarına dair de açık bir hüküm mevcut değildir.” Buna karşı denir ki; “Muvahhid Mü’minlerin tek kaynağı Kur’an değildir. Onun müfessiri olan Rasulullah’ı(sas) Kur’an’dan ayırmak; İslam’ın şahdamarını kesmek demektir. Sahih hadislerde ve “ehl-i re’y olsun, ehl-i hadis olsun” ulemanın eserlerinde, bu konuya açıklık getirecek hükümler/deliller mevcuttur.”
Son olarak; Aişe(r.anha) hadisi kabule şayan görünmüyorsa, bir de şu hadisi hatırlatırız: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Kadın ay hali olduğu vakit namaz kılmayı ve oruç tutmayı bırakmıyor mu?” [Buhari(304); Müslim(219)]
Yine diyor ki:
2. Peygamberimizin fem-i saadetlerinden hayızlının orucuna dair bir yasak nakledilmemiştir.
Cevaben denilir ki:
Madem Aişe validemizin dilinden olması yeterli gelmemekte, o halde evvela yukarıda paylaştığımız hadisi; o da yeterli gelmiyorsa şu hadisi sunarız:
Hamne binti Cahş, Hz. Peygamber(sas)’ e, kendisinden çok fazla kan geldiğini ve bu durumun kendisini namaz ve oruçtan alıkoyduğunu söyleyince Rasûlullah(sas) ona: “Allah’ın bilgisine uygun olarak (her ay) altı ya da yedi gün hayız kabul et, sonra da temizlendiğine (âdet gününün bittiğine) kanaatin geldiğinde gusül al ve (ayda) yirmi üç ya da yirmi dört gece-gündüz namazı kıl, orucu tut!” buyurmuşlardır. [Tirmizi, Tahare, 95/128; Ebû Dâvûd, Tahara: 109; İbn Mâce, Tahara: 117]
İmam Tirmizî(rh.a); bu hadise “hasen sahih” derken, İmam Ahmed b. Hanbel’in(rh.a) de aynı görüşünü(yani hasen sahih dediğini) nakleder.
Bu hadis, Rasulullah’ın(sas) fem-i saadetlerinden(saadetli ağzından) nakledilmiş ve “hasen sahih” hükmü verilmiş bir hadistir. Hamne binti Cahş’ın(r.anha) “bu halin oruçtan alıkoyduğu” şeklindeki beyanı, sahabe hanımlarının adetli iken oruç tutmadıklarının açık bir delilidir. Ve Rasulullah(sas) da, namaz ve oruç tutabilmesi için, adet zamanının hükmen bitmesini şart koşmuş ve akabinde de “adetin bittiğinde gusül alıp namazını kıl, orucunu tut” demiştir. Rasulullah’ın(sas) fem-i saadetlerinden çıktığı sabit olan, bundan daha açık bir delil ne ola ki? Hala daha yeterli gelmez, “bize Kur’an’dan çıkardığımız manalar yeter” denilirse de, susmayı yeğleriz…
Yine demektedir ki:
3. Hz. Aişe'nin bir hariciye cevabı dairesinde nakledilen bu rivayette konu ORUCUN KAZASIdır. (Biz namaz kılmaz kaza etmezdik, oruç tutmaz kaza ederdik).
4. Bu haberin kendisi namaz ile orucun hükmünün birbirinin aynı değil ayrı olduğunu gösterir.
5. abdestsiz namaz olmaz. Hayız hali ise abdeste münafidir. Dolayısıyla namaza da münafidir. Fakat oruçta abdest şartı diye bir şart yoktur. Bir misal olarak vermek gerekirse, Efendimiz cünüplü sabahladığı halde oruç tutmuştur. Ebu Hüreyre'den bunun aksine bir rivayeti Hz. Aişe düzeltmiş, Ebu Hüreyre bunun üzerine görüşünden vaz geçmiş ve yanlışlığını itiraf etmiştir.
Yani hayız halinin doğrudan oruçla bir alakası yoktur.
Denilir ki:
Doğrudan bir alakasının olduğu, yukarıda paylaştığımız hadislerde açıkça görülmektedir. Ayrıca; madem rivayette işlenen konu, orucun kazası konusu, “neden orucu kaza etmeye gerek duymuşlar o halde?” sorusu gelir akıllara ki, bu soruya verilecek cevap da, sanırım sadece hadisi inkar ile mümkündür.
Oruçta abdest şartının olmayışı, bu iddiayı yine haklı çıkarmaz. Abdest şartı yoksa da, temizlik şartı vardır. Rasulullah(sas) bahsi geçen hadiste cünüp halde sabahlamış; ancak “gusledip orucumu tutacağım” demiştir. Yani o günü cünüp geçirmemiştir. Hayızlı kadının gusletmesi ve manevî kirden arınması mümkün müdür peki?
Velev ki, tüm bu söylenenleri bir kenara bırakıp, hayız halinin bir “manevî kir” olarak değil de, “sadece” bir “rahatsızlık” olduğunu varsayalım… Bu durumda da, yine delil getirilen ayeti karşı delil olarak kullanmamız mümkündür ki, ilgili ayet-i kerimede, “..Allah, size kolaylık diler, size güçlük istemez...” buyrulmaktadır. Fakihler de “meşakkat kolaylığı celbeder” kaidesini bu ifadeden almışlardır ki, Allah(cc), emir ve yasaklarında kulları için zahmet ve ağırlığı değil, kolaylık ve hayrı ister. Bu zor günlerde kadına oruç tutturmak, kadına büyük bir meşakkattir ve hatta zulümdür. Allah(cc) ise zalim değildir ve zulmedenleri de sevmez…
Yine demektedir ki:
6. Bu konuda ümmetten farklı bir görüş çıkmamıştır sözünü, bizzat sizin de aktardığınız Nevevi'nin cevabı nakzeder. Nevevi o cevabı kimlere vermek zorunda hissetti kendisini acaba, bunu düşündünüz mü?. Bu bir yana, İslam tarihinde ümmet içinden tüm ulemanın bir yana bir alimin bir yana durduğu görüş örnekleri saymakla bitmez. Burada buna ne yer yeter ne zaman.
Deriz ki:
“Ümmetten farklı bir görüş çıkmamıştır” sözü, İmam Ahmed b. Hanbel’in(rh.a), “icma” konusundaki tedbirli davranışını hatırlatmakta bizlere. İmam Ahmed(rh.a), bir konuda “icma vardır” sözü yerine, “aksini bilmiyorum” sözünü söylemeyi tavsiye ederdi. Yani İmam Nevevî’nin(rh.a) o sözünde anlatmak istediği, ümmetin cumhurunun, çoğunluğunun bu görüşte olduğu şeklindedir; V’Allahu âlem… Bu türlü ifade ve ibarelere de zaten eserlerimizde sık sık rastlamaktayız.
Ayrıca Nevevî’nin(rh.a) o cevabı kimlere verdiği de çok önem arzetmemektedir. Zira herhangi bir kaypaklık yoktur ibaresinde. En sonda da aktaracağımız gibi, “ok” gibi şunu söylemektedir: “Hayızlı kadının oruç tutması haram olup, tutamadığı farz oruçları sonradan kaza et mesi ise vacibtir.”
Esasen bu iki ayrı tarzdır. Bizler İslam'ın ashab-ı re'y damarına müntesibiz. Ashab-ı nakil olan damarı da vardır bu dinin ve bu damar hayli zengin, kalın ve baskındır. Biz bu iki damarla birlikte olmayı şeref biliriz. Fakat cahillerin ve kendini bilmezlerin (soru sahibini tenzih ederim) dilinden bizarız.
Deriz ki:
Nakil, re’y’e tercih edilir. Bunu, ehl-i re’y’in İmam’ı/önderi diyebileceğimiz, İmam Azam Ebu Hanife(rh.a) de tasdik eder ve bu konuda söyledikleri, bizi şu sonuca götürür ki; “Hadisle amel etmenin ve İmamların ona ters olan görüşlerini terk etmenin vacip olması”dır.
İmam Şar’anî(rh.a) şöyle demektedir: “Şayet o(İmam Azam), şerî deliller derlenip düzenlendikten, bu amaçla hadis hafızlarının çeşitli bölgelere yaptıkları seyahatler bittikten sonra yaşamış olsaydı, kesinlikle hadisleri esas alır, hadise ters “kıyas”ları terk ederek, hadisle amel ederdi.” [İmam Şar’anî, el-Mizan,1/62. bkz: Nasıruddin el-Albânî, Sıfatu Salâti’n-Nebî]
İmam el-Leknevî(rh.a) de şöyle demektedir: “Kim insafla düşünür ve aşırılıklardan” uzak durarak Fıkıh ve Usul-i Fıkıh ilimlerine bakarsa, alimlerin ihtilaf etmiş oldukları temel ve ayrıntı meselelerin birçoğunda hadis alimlerinin görüşlerinin daha sağlam olduğunu kesinlikle görür. Hadis alimleri, Hz. Peygamber’in(sas) varisleri ve şeriatın gerçek muhafızları iken, onların görüşleri doğruya nasıl daha yakın olmaz?” [İmam el-Leknevî, İmamu’l Kelam fîmâ Yetealleku bi’l-Kırâeti Halfe’l-İmâm, s:156. Bkz: Nasıruddin el-Albânî, Sıfatu Salâti’n-Nebî]
İslamoğlu Hocamızın son cümlesinde “cahil ve kendini bilmezler” olarak tavsîf ettikleri arasında, bu kardeşini de görmez inşaAllah. “Müctehid hata da etse bir sevap alır.” Ve biz her şeye rağmen diyoruz ki, İslamoğlu Hocamıza bu görüşünde katılmıyor oluşumuz ve hakkında hata ettiğini beyan etmemiz onu hakir görmek demek değil, “İslamoğlu Hoca bir sevap aldı” demektir. Bunun böylece bilinmesini isteriz.
Ancak, Abdullah b. Mes’ud’un(ra) şu sözü de, kulaklara küpe misali olmalıdır:
“Sünnette tutumlu olmak, bid’at bir içtihadda bulunmaktan daha hayırlıdır.”
Son olarak; başta da dediğimiz gibi, bu konuda meşhur eserlerde geçen ulemanın görüşlerini aktaralım:
“Hayızlı olan kadından namaz borcu tamamen düşer. Oruç tut ması da haramdır. Yalnız orucunu sonra kaza eder.” [İmam el-Mavsilî, el-İhtiyar Metni el-Muhtar Li’l-Fetva Tercümesi]
“...Böyle bir kadın mescide giremez, cinsî münasebet için kocasına müsaade edemez, Mushaf'a dokunamaz; nâfile oruç da tutamaz.” [İbn Abidin, Reddu’l Muhtar]
“Hayızlı kadının oruç tutması haram olup, tutamadığı farz oruçları sonradan kaza et mesi ise vacibtir. Ancak farz namazları kaza etmesi vacib değildir.” [İmam Nevevi, Açıklamalı Minhâc Tercümesi]
“Hayızlı kadın farz veya sünnet olsun oruç tutması haramdır. Hayızlı kadın hayızlı iken kılmadığı namazları daha sonra kaza etmez. Ama oruçları ise daha sonra kaza eder. Bunun hikmeti Hz. Aişe'ye soru lunca şöyle cevap verdi: "Biz hayızlı olduğumuzda orucu kaza etmekle emrolunduk, fakat na mazı kaza etmekle emrolunmadık." cevabını vermiştir. Namaz çok oldu ğu için, kaza edilmesi güç olacaktır. Ama oruç ise böyle değildir, doğru sunu Allah bilir.” [Kadı Ebu Şuca’, Ğayet’ül-İhtisar ve Şerhi(Delilleriyle Büyük Şafii İlmihali)]
“Hayız ve nifaslının oruç tutması haramdır. Bunlar, bu oruçları sonradan kaza ederler. Kifâye'de de böyledir.” [Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye)]
“Aybaşı halinde olan kadın namaz kılamaz ve oruç tutamaz. Orucu, aybaşı halinden çıktıktan sonra kaza eder. Fakat namazın kazası kendisine lâzım gelmez.” [Şeyhü'l-Îslâm Burhanüddîn Ebu'l-Hasan Ali b. Ebû Bekir Merginânî, Hidaye Tercümesi]
“Hayız kanı, hayızh kadından namazı düşürür, oruç tut mayı haram kılar, öyle ise kadın geçmiş oruçlarım bilâhare kaza eder, namazlarını ise kaza etmez” [Ahmed Ebu’l-Hasan el-Kuduri el-Bağdadi, Kuduri Metni Tercümesi]
“Hayız ve nifasla oruç tutmak haram olur. Hayızlı ve lohusa olanlar (âdetleri sona erince) oruçlarını za ederler, namazlarını ise kaza etmezler.” [Hasan b. Ammar Ebu’l-İhlas el-Mısri eş-Şurunbulâli, Sebilu’l-Felah Fi şerhi Nuru’l-İzah ve Tercümesi]
“Âdetlinın ve lohusanın her türlü oruç tutmaları haramdır. Ancak bu durumda tutmadıkları oruçlarını sonradan kaza ederler. Hattâ oruçlu iken akşam olmadan az önce kan gelse o günün orucu bozulur ve onun da kazası gerekir.” [İslam Fıkhı Ansiklopedisi]
“Adet gören veya lohusa olan müslüman bir kadın oruç tutamaz.” [Ö. Nasuhi Bilmen, Büyük İslam İlmihali]
“Hayız ve nifas halinde iken oruç tutması haramdır. Temizlendikten sonra, geçirmiş olduğu oruç'ları kaza eder. İbn-i Abidin: "Hayız ve nifas'ın hükümlerini" izah ederken: "Orucu haram kılar, onun sahih olmasına o hal manidir. Fakat vacip olmasına mani değildir. Onun için kadın (temizlendikten sonra) orucunu kaza eder" buyurmaktadır.” [Yusuf Kerimoğlu, Emanet ve Ehliyet(İslam İlmihali)]
“Ey rabbimiz, bizi ve bizden önceki iman etmiş kardeşlerimizi bağış la; kalplerimizde iman edenlere karşı kötü bir düşünce ve duyguya yer bırak ma. Rabbimiz! Kuşkusuz sen çok şefkatlisin, çok merhametlisin.” (Haşr/10)
*************************************** ÂDETLİ KADININ ORUCU ve NAMAZI
Allah Teâlâ şöyle buyurur:
وَيَسْأَلُونَكَ عَنِ الْمَحِيضِ قُلْ هُوَ أَذًى فَاعْتَزِلُوا النِّسَاءَ فِي الْمَحِيضِ وَلَا تَقْرَبُوهُنَّ حَتَّى يَطْهُرْنَ فَإِذَا تَطَهَّرْنَ فَأْتُوهُنَّ مِنْ حَيْثُ أَمَرَكُمُ اللَّهُ إِنَّ اللَّهَ يُحِبُّ التَّوَّابِينَ وَيُحِبُّ الْمُتَطَهِّرِينَ
“Sana kadınların âdet halini soruyorlar. De ki, o bir eziyettir. Âdet günleri onları rahat bırakın; temizleninceye kadar da yaklaşmayın. Tertemiz oldular mı, onlara Allah’ın size buyurduğu yerden yaklaşın. Allah tevbe edenleri sever, tertemiz olanları da sever.” (Bakara 2/222)
“Temizleninceye kadar onlara yaklaşmayın” emri, âdetli kadının temiz sayılmadığını gösterir. Namaz için abdesti veya boy abdestini şart koşan âyet şöyle biter: “… Allah size güçlük çıkarmak istemez ama sizi temiz kılmak … ister.” (Mâide 5/6) Âdetli kadın temiz sayılamadığından namaz kılması mümkün olmaz. Bu sebeple namazdan sorumlu tutulamaz. Çünkü Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Allah kimseye gücünün yettiğinden fazlasını yüklemez.” (Bakara 2/286)
Ümmü Habîbe binti Cahş, kandan şikayet edince Allah’ın Elçisi şöyle demişti: “Hayzın seni engellediği süre içinde namaz kılma; sonra yıkan ve namazını kıl.”[1]
Âdetli kadın namazdan sorumlu olmayınca onu kaza etmekten de sorumlu olamaz. Muâze dedi ki, Aişe’ye sordum, dedim ki:
ما بال الحائض تقضي الصوم ولا تقضي الصَلاة ؟ فَقَالَتْ: أحَرُورِيَّةٌ أنْتِ؟ قلت لست بحرورية ولكني أسأل. قالت كان يصيـبنا ذلك فَنُؤْمَرُ بقَضَاءِ الصَّوْمِ وَلا نُؤمَرُ بِقَضَاءِ الصَّلاةِ.
“Neden adetli kadın oruç tutuyor da namaz kılmıyor?”
“Sen Harûriyye[2] misin?” dedi. “Hayır, Harûriyye değilim ama soru soruyorum” deyince şöyle dedi: “Bizim başımıza bu olay gelince orucu tutmamız emredilirdi ama namazı kılmamız emredilmezdi.”[3]
İnsanları yanıltan kazâ (قضى) kelimesidir. Bu kelime, Kur’an ve Sünnette ibadetler için kullanılmışsa "eda" yani ibadeti zamanında yapma anlamındadır. ( فإذا قضيتم مناسككم) “Hac ibadetini tamamladığınızda”[4] (فإذا قضيتم الصلاة) “namazı kıldığınızda”[5] demek olur.[6] el-Feyyûmî (ö. 770/1368-69)[7] şöyle demiştir: “Alimler, ibadetlerde kazayı, vaktinin dışında yerine getirilen, edayı da vaktinde yerine getirilen için kullandılar. Bu, kelimenin sözlük anlamına aykırıdır ama iki vakti ayırmak için oluşturulmuş bir terimdir.”[8] Aişe validemiz zamanında böyle bir terim olmadığı için onun kullandığı (قضى) kelimesine eda anlamı vermek gerekir.
Kaza kelimesi ilgili olarak İbn Teymiye şöyle der:
Kaza (القضاء), Allah’ın ve Resulü’nün sözlerinde ibadeti vaktinde tam yapmayı ifade eder. Şu ayetler bunu gösterir:
فإذا قضيت الصلاة فانتشروا فى الأرض وابتغوا من فضل الله.
“Namaz tamamlandığı zaman yeryüzüne dağılın ve Allah’ın ikramından arayın.”[9]
فإذا قضيتم مناسككم
“Hac ibadetini tamamladığınızda.”[10]
Fakihlerden bir kısmı daha sonra kaza sözünü, vaktinin dışında yerine getirilen, eda sözünü ise vaktinde yerine getirilen ibadete has terimler haline getirdiler. Resulullah’ın sözünde böyle bir şey asla yoktur. Hem diyorlar ki, “Kaza sözü bazen eda anlamına kullanılır.” Böylece kelimenin Kur’an-ı Kerim’in indiği zamanki anlamını pek az kullanılır diye gösterirler. Bu sebeple Peygamberin şu sözü ile neyin kastedildiğini tartışırlar: “فما أدركتم فصلوا وما فاتكم فاقضوا وفى لفظ فأتموا” “yetiştiğinizi kılın, yetişemediğinizi kaza edin; bir rivayette tamamlayın.” O, bu sözlerden hiç biriyle ibadetin vaktinden sonra yapılmasını kastetmemiştir. Aslında Şari’in sözünde ibadetin vakti dışında yapılması ile ilgili bir şey bulunmaz. Ancak vakit iki türlüdür; biri genel, diğeri özürlüler için özeldir. Uyuyanın uyanınca, unutanın da hatırladığı zaman namazını kılması böyledir. Bu, Allah’ın onlar için belirlediği vakittir, diğerleri için ibadet vakti olmaz.[11]
Aişe validemiz “..orucu tutmamız emredilirdi…” dediğine göre âdet kanı oruca engel değildir. Zaten Bakara 187’de orucu bozan şeyler; yeme, içme ve cinsel ilişki olarak belirtildikten sonra şöyle denmiştir: (تِلْكَ حُدُودُ اللَّهِ فَلَا تَقْرَبُوهَا) “Bunlar Allah’ın koyduğu sınırlardır; onlara yaklaşmayın.” (Bakara 2/187) Âdet kanının orucu bozduğunu söylemek sınırları aşmak olur.
Oruc’un Arapçası savm=صوم dır. Savm, imsak yani kendini tutma, kendine engel olma anlamına gelir. Oruç tutan, kendini yeme, içme ve cinsel ilişkiden engeller.[12] Âdet kanı ise engellenebilecek bir şey değildir. Bu sebeple de onu orucu bozan bir şey saymak mümkün olmaz.
Baştaki âyet, âdet halini eziyet saymıştır. Eziyet insana sıkıntı veren şeydir. Hastalık da bir eziyettir. Zaten kadınlar âdet halini hastalık sayarlar. Allah Teâlâ hasta ve yolculara oruç tutmama ruhsatı verdikten sonra şöyle demiştir: وَأَنْ تَصُومُوا خَيْرٌ لَكُمْ إِنْ كُنْتُمْ تَعْلَمُونَ “...bilseniz oruç tutmanız daha hayırlıdır.” (Bakara 2/184)
Ramazanda oruç tutmama ruhsatını kullanan hasta, o günlerin orucunu daha sonra tutar. Âdetli kadın da öyledir. Oruç tutmama, onun için de ruhsattır. Eğer âdet hali oruca engel olsaydı kadın, âdetli günlerinde kılamadığı namazları daha sonra kılmadığı gibi tutamadığı oruçları da daha sonra tutmazdı.
Fakihler, âdetli kadının Ramazan’da oruç tutmasını yasaklar sonra da kaza ettirirler. Edasını yasakladıkları bir ibadetin kaza edilmesini isterken hangi delile dayandıklarını söylemezler. Hâlbuki Allah, oruç ibadetini, diğer ibadetlerden farklı olarak genişçe anlatmış ve şöyle demiştir:
تِلْكَ حُدُودُ اللَّهِ فَلَا تَقْرَبُوهَا كَذَلِكَ يُبَيِّنُ اللَّهُ آَيَاتِهِ لِلنَّاسِ لَعَلَّهُمْ يَتَّقُونَ.
“Bunlar Allah’ın koyduğu sınırlardır; onlara yaklaşmayın. Allah âyetlerini insanlara böyle açıklar, belki sakınırlar.” (Bakara 2/187)
Allah Kur’ân’da orucun sınırını belirlemiş ve âdeti oruca engel görmemiştir. Peygamberimizden de böyle bir rivayet yoktur. Öyle ise âdeti oruca engel görmek sınırlara yaklaşmak değil, onları aşmak olur. Buna da kimsenin hakkı yoktur.
-------------------------------------------------------------------------------- KAYNAK: Abdulaziz BAYINDIR, Kur'an Işığında Doğru Bildiğimiz Yanlışlar, Süleymaniye Vakfı Yay., 2. Baskı, İstanbul, 2007, s: 196-199.
[1] Müslim, Hayz 65.
[2] Harûriyye, Harûrâlı demektir. Harûrâ, Sıffîn savaşında Ali’nin saflarından ayrılan Hâricîlerin toplandığı yerdir. (Bkz. Ethem Ruhi Fığlalı, “Hariciler”, DİA, c. XVI, s.169-175.)
[3] Müslim, Hayız 67.
[4] Bakara 200.
[5] Nisa 4/103.
[6] Kitab’ul-ayn, Tac’ul-Arus, Lisan’ul-Arab, es-Sıhah, el-Mısbah’ul-munir. قضي mad.
[7] Diyanet Vakfı İslam Ansk. Feyyumî md. İst. 1995.
[8] Ahmed b. Muhammed el-Feyyûmî, el-Mısbah’ul-Munîr, Lübnan 2001, s. 519.
[9] Cuma 62/10.
[10] Bakara 200.
[11] İbn Teymiye, Mecmuu Fetâvâ Teymiye 1. baskı, 1382 h. C. XII, s. 106.
[12] Bkz. Müfredât, صوم mad. | |
| | | Gül
Mesaj Sayısı : 67 Rep Gücü : 196 Rep Puanı : 8 Kayıt tarihi : 22/05/11
| Konu: Geri: Adetli Kadınların Orucu Cuma Mart 09, 2012 9:27 pm | |
| Adetli Kadının Namazı ve Orucu Meselesi
Adetli kadının oruç tutamayacağı, Kuranı Kerim okuyamayacağı ve namaz kılamayacağı Kuran'da zikredilmediği halde bunu söyleyenler neye dayanarak söylemektedirler. Böyle bir fetva kadının ibadet hakkını elinden almak olmaz mı? Diyelim ki, adet hali bir hastalıktır, o takdirde oruç kadına niçin yasak olsun? Hasta olanlar için Allah, ‘tutarlarsa bu onlar için daha iyi olur' dediğine göre adetli kadın da kendisini iyi hissedip orucunu tutarsa, diğer ibadetlerini yaparsa bu neden kabul olmasın?
Cevap
Bize bu konuda sık sık sorulan soruların özeti budur ve ne ilginçtir ki, bu fikirleri sadece medya karıştırmanları değil, ehli ilim olduklarından şüphe etmediğimiz bazı hocalar dahi dile getirmektedirler.
Sanki bu durumdaki kadınların ibadetlerine mani olunuyormuş gibi suallere muhatap olunca meseleyi bir kez daha ve bütün mezheplerin delilleri ile gözden geçirme lüzumu hissettik. Topladığımız sayfalarca metinleri uzun uzadıya serdetme yerine onların özet bir sonucunu vermekle yetineceğiz. Usul açısından şu soruların cevabıyla başlamamız meselenin anlaşılmasını kolaylaştıracaktır.
1.Konu neden eskiden tartışılmıyordu da şimdi gündeme geldi?
2.Mesele hangi usulle anlaşılmalıdır ki, doğru anlaşılabilsin?
3.İlgili naslar bu konuda neler söylemektedir?
Bu sorulara cevap verebilirsek, asıl sorunun cevabını da vermiş olacağımızı düşünüyoruz.
1. Birazcık bilgi felsefesi okuyanlar bilirler ki, bilgilenme büyük ölçüde sübjektif bir olaydır ve kuşatıldığı şartlardan etkilenir. Hiç kimse bu etkiden masun ve mahfuz olduğunu söyleyemez. Dolayısıyla insanoğlu için mutlak anlamda objektif bir bilgi olamaz. O halde anlık düşüncelerimizi evrensel hakikatler gibi görmemeliyiz. Eğer bu gün müslümanlar mağlup durumda olmasalardı ve Feminizm, pek çok müslüman bayan ya da erkeği dahi derinden etkilemiş olmasaydı biz bu savunmacı bilgi anlayışını asla sergilemez, modern düşünceye prim verme ihtiyacı duymaz ve adeta kadınlara hak dağıtma yarışına girmezdik. Oysa biz hak dağıtma mercii değiliz. Hak, herkesin hakkını tastamam vermiştir.
Bu görüngünün ortaya çıkış sebepleri arasında insanoğlunun kendini gösterme zaafını ve medyanın bunu körükleme özelliğini de zikretmek gerekir. Ama böyle düşünen herkesi bu kategoriye koymamız da haksızlık olabilir.
İslam'ın temel kaynaklarını inceleyenler açık bir şekilde göreceklerdir ki, ne Allah Rasulü'nün (sa) asrında, ne de ondan sonra günümüze kadar gelen on dört asırlık sürede bu konu bu şekilde hiçbir zaman tartışılmamış ve kadının adetli iken namaz kılamayacağı, oruç tutamayacağı, mescide giremeyeceği, Kuranı Kerime el süremeyeceği ittifakla / icma ile kabul edilegelmiştir.
İhtilaf sadece adetli kadının Kuran okuyup okuyamayacağı konusundadır. Bütün mezhepler, bu durumda Kuran da okuyamayacağını söylerlerken, Malikilerden bir içtihat, aslolanın okumaması olmakla beraber, eğer unutması söz konusu ise, yani bir zaruret varsa, adet özelliğindeki kan sürdükçe okuyabileceğini söyler. Ama kan kesilmiş, henüz tam temizlik ve yıkanma olmamış olduğu günlerde ise okuyamayacağını onlar da söylerler. Çünkü okuması bir zarurete mebnidir. Bu durumda ise zaruret yoktur. Biraz bekler, yıkanır ve öyle okur, derler. Kadının adetli iken taevaf yapamayacağı da nasla sabit ve herkesin bildiği bir şeydir. Sadece ziyaret tavafını kadın, yine zarurete binaen yapabilir diyenler vardır. Zaruret haliyle, normal halleri birbirine karıştırmamak gerekir.
2.Usule gelince
Adetli kadının oruç tutması ya da tutmaması, namaz kılması ya da kılmaması bir ibadet meselesidir (taabbudî bir meseledir). Ve hiçbir ibadetin bütün detayları Kuranı Kerim'de yer almamıştır. Zekâtın hangi mallardan, ne kadar ve ne zaman verileceği, orucu bozan ya da bozmayan şeylerin neler olduğu, namazın kaç vakit ve kaç rekat olduğu, hatta nasıl kılınacağı gibi yüzlerce detay Sünnet tarafından açıklanmıştır. Sünnet, kısaca, Hz. Peygamber'in Kuranı Kerimi tatbik biçimidir. Kuranı Kerim peygambersiz de anlaşılabilseydi, Allah onu bir şekilde kullarına ulaştırabilir ve hiç peygamber göndermezdi.
Bilindiği gibi, akide ve ibadetler konusu İslam'ın sabitelerindendir ve aklın alanı içerisinde değildir. Yani içtihada konu edilemezler. Böyle konularda olsa olsa mevcut nassı anlama içtihadı (ictihad-ı fehm) yapılabilir. Eğer bu konularda Allah rasulü'nden günümüze kesintisiz bir ittifak / icma varsa bunun dışına asla çıkılamaz. Çıkılır denirse bu yeni bir iddiadır ve delili de yoktur. Bektaşînin, ‘abdestsiz namaz olmazmış, ben kıldım, oldu' demesi gibidir. Yine de böyle bir konuda içtihad iddiasında bulunan olursa ona şöyle söylenir:
Naslar (hadisi şerifler) ve kesintisiz gelenek (icma) adetli bir kadının oruç tutamayacağını, Kuran okuyamayacağını, namaz kılamayacağını öyle ya da böyle bir delalet yoluyla söylüyor. Bu icmaya mesned olan hadislerin bir kısmı Buharî gibi sahih kaynaklardadır, bir kısmı da zayıf olsa da hadistir, aksine bilgiler bulunmadığı ve sahih olanları destekledikleri için bu hadisler selefi salihin tarafından amel edilmeye layık görülmüş ve sahabe asrından günümüze kadar müçtehit olduklarında hiç şüphe bulunmayan yüzlerce alimin kabulü olmuşlardır. Peygamberin yetiştirdiği toplum, meseleyi böyle anlamıştır. Günümüzde değil müçtehit olmaları, alim oldukları bile tartışılabilen bazı insanlar, tecasür gösterip aksini söylüyorlarsa, onların söylediklerini almaktansa, bir kısmı zayıf da olsa, bu hadisleri ve bu yüzlerce müçtehidin kanaatlerini almak hem aklen, hem şer'an, hem de vicdanen daha isabetlidir. Kaldı ki, bu görüşte olanlar sadece Sünnî mezhepler değildir. Diğerleri de aynı kanaattedirler. Ve sözü edilen hadisi şeriflerin bir kısmının zayıf olması, sahih olanların konuyu anlatmakta yetersiz oldukları anlamına gelmez.
3. Konunun naslardaki yeri
Kuranı Kerim'de, adetli kadınlar için, namaz kılmasınlar, oruç tutmasınlar denmediği doğrudur, ama tutabilirler de denmemektedir. O halde konunun hükmü başka naslardan anlaşılmalıdır. Kuranı Kerim'in adetle ilgili olarak söylediği şudur: "Sana adeti soruyorlar. De ki, o bir nevi sıkıntıdır. Öyleyse adetli günlerinde kadınlarla ilişkinizi kesin ve tertemiz oluncaya kadar da onlarla ilişkide bulunmayın. Tertemiz olduklarında ise onlara Allah'ın size emrettiği yerden yaklaşın. Allah çok tövbe edenleri ve tertemiz olanları sever". (Bakara 222).
Bu ayetin geliş (nüzul) sebebini Müslim'deki bir hadisi şerif açıklar: "Yahudiler ve (muhtemelen onlardan etkilenen) bazı Müslümanlar adet gören kadınla birlikte yemek yemez, evde beraber bulunmaz ve beraber oturmazlardı. Bu durumu bazı sahabîler Efendimize sordular ve bunun üzerine bu ayeti kerime indi". Ayetin ilk kelimesi, bir soru üzerine geldiğini zaten kendisi söylüyor. Cevap da elbette soruya uygun olacaktır. Bu ayet adetle ilgili her şeyi anlatmak için gelmedi ki, ayette oruç tutamayacağı, ya da Kuran okuyamayacağı söylenmiyor, o halde okuyabilir, tutabilir çıkarsaması yapılabilsin.
Bu tıpkı şuna benzer: Müşrikler kendilerine göre bazı hayvanların etlerinin yenmeyeceğini söyleyince inen ayeti kerime şöyle söyledi:
"De ki, bana vahyolunanlar arasında şunlardan başka haram bulamıyorum: Meyte, akan kan, domuz eti ki, o bir pisliktir, ya da Allah'tan başkası adına kesilmekle fısk olan hayvan..." (6/145). Yani sizin söylediklerinizden haram olanlar sadece bunlardır. (Bkz. İmam Şafiî, er-Risale)
Şimdi bu ayet çakalı, ayıyı, sırtlanı vb. saymıyor, o halde onlar helaldir diyebilir miyiz? Onların haramlığını başka naslardan çıkarıyoruz.
Peki bu mesele Hz. Peygamber'in zamanında nasıl anlaşılmış ve günümüze kadar nasıl gelmiştir?
Konunun fıkıhçılar tarafından atıfta bulunulan hadis-i şerifler ve onlar üzerine bina ettikleri hükümler şöyledir:
Hanefîlerin temel kaynaklarından Kâsânî, Bedayi'de: Adetli kadının orucunu ve namazını terk etmesi gerektiğinin dayanağının şu hadisi şerif olduğunu söyler: "Bir kadın gelip Hz. Aişe'ye sordu: Neden adetli kadın tutmadığı orucu kaza eder de kılmadığı namazı kaza etmez? Hz. Aişe (kızarak): Yoksa sen Harurî misin? Diye çıkıştı. (Harurî, Haricîlerin aşırılarından olanlardır. Dini konulardaki katılıklarıyla tanınırlar..)
"Bu sözüyle Hz. Aişe, soru soranın kanaatinin sünnete ve cemaate aykırı olduğunu anlatmak istemiştir. (Bkz. İbnü'l Esîr, en-Nihaye. H-r-r md.)
Kasânî devam eder: "Bu cevap, sorulan meselenin salt bir ibadet (taabbudî) olduğunu gösterir. (Yani mesele, üzerinde akılla hüküm verilecek bir mesele değildir) Anlaşılan o ki, Hz. Aişe'nin fetvası sahabeye ulaşmış ve hiç birisi de buna itiraz etmemiştir. O halde bu görüş, sahabenin icmaıdır." (Bedayi, IV, 191)
Eğer başka deliller olmasaydı, bu hadisi şerife dayanarak denebilirdi ki, burada adetli iken kadının sadece namazını kaza etmeyeceği, orucunu kaza edeceği söyleniyor. Oruç tutamayacağı söylenmiyor. Söylenmiyor, çünkü o mesele zaten müsellemdir ve onlar tarafından hiç tartışılmamaktadır.
Şafiîlerin temel kaynaklarından olan el-Mecmu'da Nevevî şunları söylerken aslında bu soruya da cevap vermektedir:
"Hz. Aişe'den gelen Müslim hadisine istinaden adetli kadının oruç tutması haramdır. Çünkü orada o şöyle söylemektedir: "Biz tutmadığımız oruçlarımızı kaza etmekle emrolunurduk ama kılmadığımız namazlarımızı kaza etmekle emrolunmazdık". Eğer denirse ki, hadiste orucun haram olduğuna değil, sadece tutmamanın caiz olduğuna delil vardır. Seferde olduğu gibi, oruç tutmak caiz olabilir ama vacip olmayabilir. Buna cevabımız (Nevevî) şudur: Sahabî kadınların ibadetler konusundaki titizlikleri ve yapılabilecek olanı yapmaktaki hırsları bilinmektedir. Bu durumda oruç caiz olsaydı, en azından bazıları bu halde iken de oruçlarını tutarlardı. Kaldı ki, Buharî ve Müslim hadisindeki şu cümle de adetliye orucun ve namazın haram olduğunu gösterir: "Siz kadınlar günlerce oruç tutmadan ve namaz kılmadan oturuyorsunuz, bu da sizin dininizdeki farklılığı göstermez mi?".
Bütün bunlara binaen bu ümmet, kadının adetli ve loğusa olduğu zamanlarında oruç tutmasının haram olduğu, tutarsa sahih olmayacağı konusunda icma ve ittifak etmiştir. Bu icmaı İbn Cerir et-Taberî ve başkaları da nakletmektedir. İmamu'l-Harameyn, bu durumda tutulan orucun sahih olmaması meselesi aklın (içtihadın) alanı değildir, der". (İmam Nevevî, el-Mecmû')
Hanbelîlerin temel kaynaklarından ve bütünüyle İslam fıkhının en önemli iki üç kitabından birisi olan el-Muğnî'de İbn Kudame şunları söyler: "... Adet namaz ve oruca engeldir. Bu hüküm şu delillerden çıkar:
1. Hz Peygamber kadınların dindeki farklılıklarından söz ederken, ‘biriniz adetli iken oruç tutmaz, namaz kılmaz, değil mi?'. Buyurdu. (Buharî).
2. Hz. Peygamber Fatıma bint. Hubeyş adlı kadına: ‘Adet olduğunda namazını bırak...' dedi. (el-Muğnî, Mesele 446)
İmamiyye'den Zeyneddin b. Ali, er-Ravda el-behiyye adlı serinde şöyle diyor: Adetli kadının hangi türlü olursa olsun namaz kılması ve oruç tutması haramdır. Sonradan kılmadığı namazlarını kaza etmez ama tutmadığı oruçlarını kaza eder. Bu farkın sebebi, nassın bunu farklı bildirmesidir (bu bir içtihat konusu değildir) (Adı geçen kitap, Gusül bahsi)
Ezher'in yayımlanan 100 yıllık fetvalarında:
"Adet ve loğusalık, namazın ve orucun sahih olmayacağı şerî özürlerdendir" denir. Suudda Fetva Dairesi Başkanlığının Yayımlamakta olduğu "Fetâva el-Lecne ed-Dâime adlı fetva külliyatı aynı hükümleri tekrarlıyor ve adetli kadının namaz kılmasının caiz olmadığını söylüyor.. (Fetva No: 1545, 3684)
İbn Hazm Muhalla'da adetin orucu bozduğunu (Mesele 764), adetli iken oruç tutan kadının Allaha ası olduğunu söylüyor. (Mesele 785), İşte klasiğiyle moderniyle İslam fıkhının konu hakkındaki görüşleri bunlardır.
Bütün bunlardan sonra kadınların adetli oldukları zamanlarda da oruç tutabileceklerini söylemenin mantığını anlamak zordur. Bunun sebepleri konusunda yeni bir şey söyleme merakı, insanın aklına gelen ilk saik oluyor.
Sonra böyle bir çıkış kadınlara bir hak tanımak mıdır yoksa haklarını ellerinden almak mıdır? Şahsen ben de belli günlerde namazdan ve oruçtan muaf tutulmayı çok isterdim. Olsaydı bunu bir eksiklik değil, bir ayrıcalık sayardım. Kaldı ki, yine fıkıhçıların dediklerine göre, kadın nasıl sair günlerinde oruç tutup namaz kılmakla Allahın emrini yerine getiriyor ve ibadet ediyorsa, o günlerde namazı ve orucu bırakmakla da Allahın emrini yerine getiriyor ve ibadet ediyor demektir.
Yıllardır usulü fıkıh çalışan ve öğreten birisi olarak şunu söylememe müsaade buyurulur mu, bilemiyorum. Bizim meselemiz usul meselesidir. İyi bir usulü fıkıh formasyonu alamayanlar farklı zamanlarda aykırı ve tutarsız fetvalar verebilirler. Kısaca ‘vusulsüzlüğümüz usulsüzlüğümüz sebebiyledir". | |
| | | Misafir Misafir
| Konu: Geri: Adetli Kadınların Orucu C.tesi Mart 10, 2012 12:33 am | |
| Adetli Kadının Orucu İle İlgili ŞüphelerProf. Dr. Abdulaziz BAYINDIR “Kur’an Işığında Doğru Bildiğimiz Yanlışlar” kitabımızda ve www.suleymaniyevakfi.org adlı sitemizde yayımlanan “ Âdetli Kadının Orucu ve Namazı” başlıklı yazımızda, adetli kadının oruç tutması gerektiği ama namaz kılamayacağı, delilleriyle ispatlanmıştır. Ancak konunun fıkıhtaki takdim şekli, bazı kesimlerde kafa karışıklığı meydana getirmektedir. Çünkü kitaplarda, adetli ve loğusa olan kadının namaz kılamayacağı ve oruç tutamayacağı, tutamadığı oruçları daha sonra kaza edeceği ama namazları kaza etmeyeceği yolunda icma olduğu ve bunun sahih hadislere dayandığı yazılıdır. Bu sebeple konunun dikkatle incelenmesine ihtiyaç vardır. Aşağıdaki soru ve cevabı bu açıdan önemlidir. SORU: Âdetli kadının oruç tutamayacağı ve namaz kılamayacağı, tutamadığı orucu daha sonra kaza edeceği ama namazı kaza etmeyeceği konusunda icma olduğu, hem fıkıh mezhepleri hem de geniş bir kitle tarafından kabul edilmekte ve buna şu hadisler delil getirilmektedir: Hamne binti Cahş, Peygamber (s.a.s)’e, kendisinden çok kan geldiğini, bunun kendisini namaz ve oruçtan alıkoyduğunu söyleyince ona: “Allah’ın bilgisine uygun olarak (her ay) altı ya da yedi günü âdet kabul et, sonra da temizlendiğine kanaatin geldiğinde gusül al ve yirmi üç ya da yirmi dört gece-gündüz namazı kıl, orucu tut!” buyurmuşlardır. Muâze, Âişe’ye (r.anha) ; “Âdetli kadının orucu kaza ettiği hâlde namazı kaza etmemesinin sebebi nedir?” diye sorunca bana dedi ki: “Sen Hârîcî misin yoksa?”“Ben Hârîcî değilim, ancak soru soruyorum” dedim. Aişe şöyle dedi: “Biz Resûlullah (s.a.s) dönemindeyken bu hâl geldiğinde biriyle emrolunur, diğeriyle emrolunmazdık. Resûlullah, orucun kazasını emreder, namazın kazasını emretmezdi.” İmam Nevevi, İbn Hazm, İbn Rüşd ve İbrahim Halebî, âdetli kadının oruç tutmasının haram olduğunu, bu konuda ümmetten farklı görüş bildiren bir müctehidin çıkmadığını haber vermişlerdir. İmam Nevevî der ki: Her kim; “Bu rivayet orucun haramlığına delil değildir, onda sadece orucu açmaya cevaz vardır. Âdetliye oruç, yolcuya olduğu gibi caizdir, haram değildir vs. derse ona şöyle cevap verilir: Sahabe kadınlarının ibâdet konusundaki içtihatları sabit olduğu gibi ibâdete olan düşkünlükleri de bilinir. Eğer oruç caiz olsaydı onlardan bazıları bunu muhakkak yerine getirirdi.” Bu hadislere ve oluşan icma aykırı bir tutum sergilemenizin sebebi nedir? CEVAP: Adetli kadının oruç tutacağını ama namaz kılamayacağını söylerken Kur’an’a ve onun uygulaması olan sahih hadislere dayandığımızı yukarıdaki yazımızda belirtmiştik. İcma da buna göre oluşmuştur. Ancak tarih içinde kaza ( قضى) kelimesine verilen farklı anlam, yanlış ciddi yanılgılara yol açmıştır. Nitekim talak, iftidâ (kadının evliliğe son verme hakkı), küçüklerin evlendirilmesi, recim vs. gibi birçok konuda benzeri yanılgılar vardır. Önce ilgili hadislere sonra oluşan icmaa bakalım, en sonunda da yanılgının ana sebebini anlatalım. I – İLGİLİ HADİSLERBu konuda rivayet edilen hadisleri dört başlık altında görebiliriz. A – Hamne bint-i Cahş Hadisi:كنت أستحاض حيضة كثيرة شديدة ، فأتيت النبي صلى الله عليه وسلم أستفتيه وأخبره . فوجدته في بيت أختي زينب بنت جحش فقلت : يا رسول الله ، إني أستحاض حيضة كثيرة شديدة ، فما تأمرني فيها ، قد منعتني الصيام والصلاة ؟ قال : أنعت لك الكرسف ، فإنه يذهب الدم . قالت : هو أكثر من ذلك ؟ قال: فتلجمي. قالت : هو أكثر من ذلك ؟ قال : فاتخذي ثوباقالت : هو أكثر من ذلك ، إنما أثج ثجا ؟ فقال النبي صلى الله عليه وسلم سآمرك بأمرين : أيهما صنعت أجزأ عنك ، فإن قويت عليهما فأنت أعلم فقال : إنما هي ركضة من الشيطان ، فتحيضي ستة أيام ، أو سبعة أيام في علم الله ، ثم اغتسلي ، فإذا رأيت أنك قد طهرت واستنقأت فصلي أربعا وعشرين ليلة ، أو ثلاثا وعشرين ليلة وأيامها ، وصومي وصلي ، فإن ذلك يجزئك ، وكذلك فافعلي ، كما تحيض النساء وكما يطهرن ، لميقات حيضهن وطهرهن ، فإن قويت على أن تؤخري الظهر وتعجلي العصر، ثم تغتسلين حين تطهرين و تصلين الظهر والعصر جميعا، ثم تؤخرين المغرب، وتعجلين العشاء، ثم تغتسلين، وتجمعين بين الصلاتين فافعلي، وتغتسلين مع الصبح وتصلين وكذلك فافعلي، وصومي إن قويت على ذلك . Hamne binti Cahş dedi ki; çok şiddetli âdet dışı kanamam vardı, Peygamber’in (s.a.s) görüşünü almaya ve durumu haber vermeye geldim. Kız kardeşim Zeynep binti Cahş’ın evindeydi, dedim ki; “Ya Resûlellah, âdet dışı kanamam var, çok şiddetli kanama; bana ne emredersin; orucuma ve namazıma engel oluyor? Dedi ki, “Pamuk (tıkamak) senin için uygun olur. O, kanı engeller.” “Ondan fazla” dedim. “Bağla” dedi. “Daha da fazla” dedim. “Bez tutun” dedi. “Daha da fazla, şiddetli bir şekilde akıp gidiyor” dedim. Bunun üzerine Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem dedi ki; “İki şey önereceğim, hangisini yaparsan sana yeter. Gücün yeterse. Sen daha iyi bilirsin.” Şöyle devam etti: “O, Şeytan’ın darbesidir; Allah’ın bilgisinde altı veya yedi gün olan âdet günlerini geçir, sonra yıkan, temizlenip arındığın kanaatine varınca da yirmi dört veya yirmi üç gece ve bunların gündüzlerinde namaz kıl. Oruç tut ve namaz kıl; bu sana yeter. Böyle yap; tıpkı diğer kadınların âdetli ve temiz günlerinde âdet görüp temizlenmesi gibi. Öğleyi geciktirip ikindiyi öne almaya, sonra temizlendiğin zaman yıkanmaya ve öğle ile ikindiyi birleştirmeye gücün yetiyorsa öyle yap. Sonra akşamı geciktirip yatsıyı öne almaya, sonra yıkanmaya ve iki namazı birleştirmeye gücün yetiyorsa öyle yap. Sabahleyin de yıkanır namaz kılarsın. Sen böyle yap. Gücün yetiyorsa oruç da tut.” (Tirmîzî, Tahareh 95/128) Tirmizi, bu hadisin hasen, sahih olduğunu söylemiş ve şunu ilave etmiştir: Muhammed’e (Buharî’ye) sordum, hasen hadistir, dedi. Ahmed b. Hanbel de bu hadis hasen sahihtir, dedi. Ebu Davud; Ahmed b. Hanbel’in bu hadis için; “İbnu Ukayl’ın 1 hadisi içime sinmiyor . ( حديثابن عقيل في نفسي منه شيء) dediğini nakletmiştir. 2 “ Ahmed Muhammed Şakir de şunları söyler: Ahmed b. Hanbel’in bu sözü, Tirmizi’nin ondan yaptığı nakle ters düşer. Ama hadis, senet yönünden sabit ve sahih olsa da bununla diğer hadisleri uyuşturma ve bundan fıkhi hüküm çıkarma açısından Ahmed b. Hanbel’in içine sinmemiş olabilir. İbnu Ebî Hatim el-Ilel’inde (rakam 123, c.I, s. 51) der ki: Babama İbnu Ukayl’ın hadisini sordum, dedi ki; bazı âlimler bu haberle fetva vermediler. 3Gerçekten bu hadisle fetva vermek, birkaç sebepten dolayı mümkün değildir: 1- Kanaması olan kadına önce pamuk tıkaması, sonra pamuğu bağlaması, yeterli olmadığını söyleyince de bez bağlaması öneriliyor. Kadın, kanamanın ölüme yol açacak şekilde şiddetle akıp gittiğini söyleyince kanı durdurmaktan vazgeçiliyor ve nasıl namaz kılacağı ve oruç tutacağı anlatılıyor. Bu sebeple hadisin bu bölümünde ciddi tutarsızlıklar vardır. 2- Hadiste âdet dışı kanamaya “Şeytan’ın darbesi” denmiştir. O, Şeytanı değil, sağlığı ilgilendirir. Diğer hadislerde bu ifade yoktur. Buhârî’de geçen bir rivayet şöyledir: Fatıma binti Ebî Hubeyş, Resulullah sallallahu aleyhi ve selleme; “Ya Resûlellah, ben temizlenemiyorum; namazı terek edeyim mi?” diye sordu. Resûlüllah dedi ki, “Bu bir damar (çatlaması)dır, âdet değildir. Âdet günlerin geldiğinde namazı terk et. O günler kadar bir süre geçince sendeki kanı yıka ve namaz kıl.” 4Burada o kanın âdet kanı değil, damardan geldiği belirtilmiş, bir başka hadiste de kaynağının, rahimdeki bir rahatsızlık ( ركضة من الرحم) olduğu ifade edilmiştir. 5 Kanı doğru tanımlayan hadislerde, âdetli kadının oruç tutamayacağından değil, namaz kılamayacağından bahsedilir.
- 3- Şiddetli kanaması olan bir kadına söylenen; “… Öğleyi geciktirip ikindiyi öne almaya, sonra temizlendiğin zaman yıkanmaya… gücün yetiyorsa… ” sözünün ne anlamı olabilir. Unutmamak gerekir ki, bu kanama, âdet günleri dışında olan kanamadır. Burada yıkanmaktan değil, Buharî hadisinde olduğu gibi gelen kanı yıkamaktan söz etmelidir.
- 4- Namazları birleştirmeyle ilgili rivayetlerin hiçbirinde, öğleyi geriye bırakıp ikindiyi öne almak, akşamı geriye bırakıp yatsıyı öne almak yoktur. Namazları bu şekilde birleştirmeyi herkes, her zaman yapabilir. Bunun o kadına sunduğu bir kolaylık yoktur.
Ayrıca saatin ve takvimin olmadığı bir yerde, iki vaktin arasını bulmak zordur. Bunun için gündüzün gölgeyi, gece ise ufku sürekli gözetlemek gerekir. Bu da ayrı bir sıkıntı olur.
- 5- Hadise göre bu kadın günde üç kere; öğle ile ikindi arasında, akşam ile yatsı arasında ve sabah namazından önce yıkanmalıdır. Allah “bu dinde hiçbir zorluk koymadığı”6 halde bu hadis işi, iyice zora sokmaktadır. Hâlbuki Buhârî’nin rivayetinde böyle bir kadının, sadece kanı yıkaması yeterli sayılmış, abdest alması dahi istenmemiştir. Çünkü kanın abdest bozacağına dair sahih bir rivayet yoktur.
- 6- Hadiste “… tertemiz olduğun kanaatine varınca yirmi dört veya yirmi üç gece ve bunların gündüzlerinde namaz kıl” sözünden sonra “Oruç tut ve namaz kıl” denmesi Peygamberimizin üslubuna uymamaktadır. Hadisin bu bölümünün sonradan ilave edildiği, yani müdrec olduğu anlaşılmaktadır. Zaten hadisin sonunda, ayrı bir cümle olarak “Gücün yetiyorsa oruç da tut” sözü de bunu gösterir. Çünkü bu derece kan kaybeden kadının oruca gücü yetmez. Ama Allah Teâlâ:“(Ey hasta ve yolcular) Eğer bilmiş olsanız oruç tutmanız sizin için daha iyidir” (Bakara 2/184) buyurduğu için Peygamberimiz “Gücün yetiyorsa oruç da tut” demiş olabilir.
- 7- Bu ve diğer bütün hadislerde adetli kadının namaz kılamayacağı açıkça belirtildiği halde oruç tutamayacağına dair bir ifade yer almaz.
Özet olarak bu hadis, Ahmet b. Hanbel gibi bizim de içimize sinmemiştir. Buna dayanılarak âdetli kadının orucu konusunda bir hüküm ve fetva verilemez. B- Ebû’l-Yekzân Hadisiحدثنا شريك عن أبي اليقظان عن عدي بن ثابت عن أبيه عن جده عن النبي صلى الله عليه و سلم أنه قال في المستحاضة تدع الصلاة أيام أقرائها التي كانت تحيض فيها ، ثم تغتسل وتتوضأ عند كل صلاة ، وتصوم وتصلي.Şureyk, Ebu’l-Yakzân’dan; o, Adiy b. Sabit’ten; o, babasından; o da dedesinden şunu rivayet etmiştir: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, istihâza (âdet dışı kanama) hakkında şöyle dedi. “Evvelce âdet gördüğü günlerde namazı bırakır sonra yıkanır ve her namaz vaktinde abdest alır, oruç tutar ve namaz kılar.” (Tirmîzî, Taharet 94/126) Timîzî der ki: Hadisi Ebu’l Yakzân’dan sadece Şureyk rivayet etmiştir. Ahmed Muhammed Şakir der ki: Ebu Davud da bu hadisi zayıf bulur ve şöyle der: “Rivayet zincirinde yer alan Ebu’l Yakzân’ın adı Osman b. Umeyrdir; çok zayıf bir kişidir”. Ebu Hatim’e göre de, bu zatın rivayet ettiği hadisler zayıf ve münkerdir. Şu’be ondan hoşlanmazdı. Onun yanında bir hadis âliminden rivayette bulununca Şu’be, “kaç yaşındasın” diye sormuş, yaşını söylemiş; öyleyse o âlim öldüğü zaman sen iki yaşındaydın” demiş.” 7Ebu Davud, hadisteki “… oruç tutar ve namaz kılar” bölümünün Osman tarafından ilave edildiğini söyler 8 ama onun Ebu’l-Yakzân mı, yoksa kendi rivayetinde yer alan Osman b. Ebî Şeybe mi olduğunu açıklamaz. Ancak aynı ibarenin Tirmizi’de de olması bu şahsın Ebu’l-Yakzân olduğunu gösterir. Çünkü Tirmizînin rivayet zincirinde Osman b. Ebî Şeybe yoktur. Sonuç olarak Ebu’l Yakzân hadisine dayanılarak da âdetli kadının orucu konusunda bir hüküm verilemez. C- Buhârî ve Müslim Hadisiحَدَّثَنَا سَعِيدُ بْنُ أَبِي مَرْيَمَ قَالَ أَخْبَرَنَا مُحَمَّدُ بْنُ جَعْفَرٍ قَالَ أَخْبَرَنِي زَيْدٌ هُوَ ابْنُ أَسْلَمَ عَنْ عِيَاضِ بْنِ عَبْدِ اللَّهِ عَنْ أَبِي سَعِيدٍ الْخُدْرِيِّ قَالَ خَرَجَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فِي أَضْحَى أَوْ فِطْرٍ إِلَى الْمُصَلَّى فَمَرَّ عَلَى النِّسَاءِ فَقَالَ يَا مَعْشَرَ النِّسَاءِ تَصَدَّقْنَ فَإِنِّي أُرِيتُكُنَّ أَكْثَرَ أَهْلِ النَّارِ فَقُلْنَ وَبِمَ يَا رَسُولَ اللَّهِ قَالَ تُكْثِرْنَ اللَّعْنَ وَتَكْفُرْنَ الْعَشِيرَ مَا رَأَيْتُ مِنْ نَاقِصَاتِ عَقْلٍ وَدِينٍ أَذْهَبَ لِلُبِّ الرَّجُلِ الْحَازِمِ مِنْ إِحْدَاكُنَّ قُلْنَ وَمَا نُقْصَانُ دِينِنَا وَعَقْلِنَا يَا رَسُولَ اللَّهِ قَالَ أَلَيْسَ شَهَادَةُ الْمَرْأَةِ مِثْلَ نِصْفِ شَهَادَةِ الرَّجُلِ قُلْنَ بَلَى قَالَ فَذَلِكِ مِنْ نُقْصَانِ عَقْلِهَا أَلَيْسَ إِذَا حَاضَتْ لَمْ تُصَلِّ وَلَمْ تَصُمْ قُلْنَ بَلَى قَالَ فَذَلِكِ مِنْ نُقْصَانِ دِينِهَا.
Ebu Saîd el-Hudrî’nin rivayetine göre “Resülullah sallallahu aleyhi ve sellem bir kurban veya Ramazan bayramında namazgâha çıktı, kadınlar tarafına geçti ve şöyle seslendi: “Ey kadınlar topluluğu! Sadaka verin; çünkü bana, cehennem halkının çoğunluğunu, sizin oluşturduğunuz gösterildi.” -Neden ya Resûlellah?” dediler. Dedi ki; “Çok lanet okursunuz ve hayatı paylaştığınız kişiye nankörlük edersiniz. Aklı ve dini eksik olanlar içinde kendine hâkim bir erkeğin gönlünü sizden biri kadar kapıp götürenini görmedim.” -Dinimizin ve aklımızın noksan olması nedendir ya Resûlellah?” diye sorduklarında dedi ki: “Kadının şahitliği erkeğin şahitliğinin yarısı kadar değil mi?” “Evet” dediler. “İşte bu, aklının noksanlığıdır” dedi. “Âdetli iken namaz kılmaz ve oruç tutmaz; değil mi?” “Evet” dediler. “İşte bu da dinlerinin noksanlığıdır” dedi. 9Hadis senet yönünden sahihtir; ancak mana yönünden bazı uyumsuzluklar vardır.
- 1- Hiç kimseye “… aklı ve dini eksikler…” diye hitap edilemez. Bu hitap şekli, Peygamberimizin nezaketine uymadığı gibi şu âyete de uymaz:
“Onlara nazik davranman, Allah’ın sana olan ikramı sebebiyledir. Kaba ve katı yürekli olsaydın yanından dağılıp giderlerdi. Öyleyse kusurlarına bakma, onların bağışlanmalarını iste. Yapacağın işler konusunda görüşlerini al. Bir de karar verdin mi, yalnız Allah’a dayan. Allah kendine dayananları sever.” (Al-i İmran 3/159)
- 2- “Aklı ve dini eksik olanlar içinde …” sözü, insan gibi sorumlu bu özellikte başka dişi varlıklarınolmasını gerektirir. Hâlbuki böyle bir varlık veya varlıklar yoktur.
- 3- Kadının şahitliğinin erkeğinkinin yarısı kadar olduğuna delil alınan âyet şudur:
“Erkeklerinizden iki kişiyi şahit tutun. İki erkek yoksa kabul edeceğiniz şahitlerden bir erkek ile iki kadın da olabilir; biri yanılırsa, diğeri hatırlatır…” (Bakara 2/282) Âyetin bağlantılarını görmeyenler, şahitlik konusunda kadın erkek ayırımı yapıldığı kanaatine varmışlardır. Âyetin devamında şöyle bir ifade yer alır: “…Böylesi, şahitlik için daha sağlamdır…” “Daha sağlam” sözü “sağlam”ın karşıtıdır. Sağlam olan iki şeyi karşılaştırınca birine daha sağlam denir. “Bir erkek ile iki kadının şahitliği” daha sağlam ise bu şarta uymadan yapılan şahitliğin de sağlam sayılması gerekir. Vasiyete şahitlikle ilgili âyetler konuya açıklık getirmektedir. Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Müminler! Sizden biriniz ölüm döşeğinde vasiyet edeceği zaman içinizden güvenilir iki şahit tutsun. Eğer bir yerde yolcu iken ölüm gelip çatarsa sizden olmayan iki kişi de olabilir. Onlardan şüphelenirseniz, namazdan sonra alıkoyarsınız. Şöyle yemin ederler: ‘Vallahi, isterse en yakınımız olsun, buna karşılık hiçbir şey almayız. Allah için yapılan şahitliği gizlemeyiz. Öyle olsa, elbette günaha gireriz.”Eğer günaha girdiklerinin farkına varılırsa, ölenin hak sahibi iki yakını onların yerine geçer, şöyle yemin ederler: Vallahi, bizim şahitliğimiz onlarınkinden daha doğrudur, biz haksızlık yapmayız. Öyle olsa elbette zalimlerden oluruz.” (Mâide 5/106-107) Bu âyetlerde kadın erkek ayrımı olmadan güvenilir iki Müslüman şahit öngörülmektedir. Yolculukta vasiyet yapılacaksa, Müslüman olmayan iki kişinin şahit de yeterli görülmüştür. Duruma göre şahitlerin tamamı kadın, tamamı erkek veya biri kadın biri erkek olabilir. Burada delil alınacak cümle şudur: “Böylesi, şahit getirmenin yeter seviyesidir…” (Mâide 5/108) Bu cümleyi, Bakara 282′deki “… Böylesi, şahitlik için daha sağlamdır…” cümlesi ile karşılaştırınca, şahitlerin iki erkek veya bir erkek ile iki kadın olmasının, borçların yazılmasında da kural olmadığı, tercih sebebi olduğu ortaya çıkar. Peygamberimiz (s.a.v) yerine göre bir kadının şahitliğini de yeterli görmüştür. “Ukbe b. el-Harise, Ebû İhâb kızı Ümmü Yahya ile evlenmişti. Ukbe dedi ki: Zenci bir cariye geldi, ben sizin ikinizi de emzirmiştim” dedi. Bunu Peygamber (s.a.v)’e anlattım, benden yüz çevirdi. Önüne geçtim ve tekrar anlattım, dedi ki: “Nasıl olacak? Cariye ikinizi de emzirdiği kanaatinde”. Sonra kadınla evlenmesini yasakladı.” (Buharî, Şehâdât, 13) Bütün bunlar gösteriyor ki, “kadının şahitliği erkeğin şahitliğinin yarısı kadardır” diyerek onun akıl noksanlığına hükmedilemez. Zaten böyle bir şey doğru olsa, kadınların sorumluluklarının erkeklerin yarısı kadar olması da gerekir. Allah Teâlâ kadın erkek karşılaştırması yaptığı bir âyette şöyle buyurmuştur: “…Mâruf ölçüler içerisinde o kadınların erkekler üzerindeki hakkı, onların bunlara karşı olan hakkına denktir…” (Bakara 2/228) 4- Kadın âdetli iken namaz kılmıyor ve oruç tutmuyor diye dininin noksanlığına hükmedilemez. Çünkü o bunları, Allah’ın emri olduğuna inandığı için yapmıyor. Dininin emrine uyan kişinin dini, nasıl noksan olabilir! Ayrıca adetli iken oruç tutmayan kadın, o orucu daha sonra tutacaksa eksiğini tamamlamış olur. Çünkü oruç tutmamış hasta veya yolcular da daha sonra oruç tutup sayıyı tamamlarlar. 10 Öyleyse adetli kadının oruç tutmaması, dinini noksanlaştıramaz. Aksi takdirde oruç tutmayan hasta ve yolcular da dinlerini noksanlaştırılmış olurlar. Bunu iddia eden çıkmamıştır. Üstelik bunlar oruç tutabildikleri halde yukarıdaki görüşü savunanlar adetli kadına orucu yasaklarlar. Bu hadis, Kur’ân’ın koyduğu kurallara aykırı olduğu için buna dayanılarak da âdetli kadının orucu konusunda bir hüküm verilemez. D- Muâze Hadisi Adetli kadının orucu konusunda delil alınacak vasıftaki tek hadis budur. Muâze dedi ki, Aişe’ye sordum: ما بال الحائض تقضي الصوم ولا تقضي الصَلاة ؟ فَقَالَتْ: أحَرُورِيَّةٌ أنْتِ؟ قلت لست بحرورية ولكني أسأل. قالت كان يصيـبنا ذلك فَنُؤْمَرُ بقَضَاءِ الصَّوْمِ وَلا نُؤمَرُ بِقَضَاءِ الصَّلاةِ. “Neden âdetli kadın orucu kaza eder de namazı kaza etmez?” “Sen Harûrâlı 11 mısın?” dedi. “Hayır, Harûrâlı değilim ama soru soruyorum” deyince şöyle dedi: “Başımıza bu olay gelince orucu kaza etmemiz emredilirdi ama namazı kaza etmemiz emredilmezdi.” 12II- İCMAÂdetli kadının orucu kaza etmesi, ama namazı kaza etmemesi üzerinde icma edilmiş ve bu icma, Muâze hadisine dayandırılmıştır. Nevevî (öl. 676/1277) der ki: “Aişe’nin, “ Orucu kaza etmemiz emredilir, namazı kaza etmemiz emredilmezdi” sözü,üzerinde ittifak edilmiş hükümdür… Âdetli veya loğusa olan kadının, namazı kaza etmesinin farz olmadığı ama orucu kaza etmesinin farz olduğu hususunda icma vardır.” 13Şevkânî’ye göre İbnu’l Münzir ve diğerleri de bu görüştedir. 14Aişe validemizden gelen hadis sahih ve oluşan icma doğrudur. Ancak insanları yanıltan kaza ( قضى) kelimesidir. Bu kelime fıkıhta, vakti içinde yerine getirilmeyen bir ibâdetin, daha sonra ifa edilmesi anlamında kullanılır. Ama bu anlam, kelimeye sonradan yüklenmiştir. Sözlük anlamı, bir ibâdeti zamanında yapmak yani eda etmektir. Kur’an’da, Sünnette ve sahabenin sözlerinde geçerli olan, kelimenin sözlük anlamıdır. ( فإذا قضيتم مناسككم) âyeti; “ Hac ibâdetini eda ettiğinizde” 15 ( فإذا قضيتم الصلاة) âyeti de “ namazı kıldığınızda” 16 demektir. 17Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisinde kaza kelimesi ile ilgili şu bilgiler yer alır: “Peygamber’in hadislerinde kaza kelimesi ve çeşitli kipleri ibâdetlerin yerine getirilmesi, borçların ödenmesi ve yargılama anlamlarında sıkça kullanılmıştır.” 18Lügat alimi el-Feyyûmî (ö. 770/1368-69) 19 şöyle der: “Alimler, ibâdetlerde kazayı, vaktinin dışında yerine getirilen, edayı da vaktinde yerine getirilen için kullandılar. Bu, iki vakti ayırmak için oluşturulmuş bir terimdir ama kelimenin sözlük anlamına aykırıdır.” 20Öyleyse icma şöyledir: “Âdetli veya loğusa olan kadının, namazı kılması farz değildir ama orucu tutması farzdır.” Aksini iddia edenlerin delili yoktur. Bunu Nevevi de üstü kapalı olarak itiraf etmiş ve şunları söylemiştir: “Bazı arkadaşlarımız âdetli kadının oruç tutmakla muhatab olduğunu ama onu geriye bırakmakla emrolunduğunu söylediler. Nitekim abdestli olmayan bir kişi abdestsiz namaz kılamasa bile bu halde iken namaz kılma emri ile muhataptır, dediler.” Bu görüş, görüş değildir. Kadının, gidermeye güç yetiremediği bir şey sebebiyle oruç tutması nasıl hem farz hem de haram olabilir? Abdestsiz öyle değildir, onun abdestsizliği gidermeye gücü yeter. “21Nevevî; “bu görüş, görüş değildir” derken, aslında yapılan yanlışı itiraf etmiş olmaktadır. Çünkü âdetli veya loğusa kadına Ramazan’da oruç tutmayı farz saymazlarsa daha sonra kaza etmeyi farz sayamazlar. Nitekim Ramazan’ın ortasında Müslüman olan kişi o güne kadar tutmadığı oruçlardan sorumlu tutulmaz. Nevevî ne derse desin adetli kadına Ramazan’da oruç tutmayı hem farz hem haram saymış olmaktadır. Nevevî’nin üzerinde icma edildiğini söylediği şu sözün de bir anlamı yoktur: “Âdetli veya loğusanın, namaz kılmasının ve oruç tutmasının farz olmadığı üzerinde icma etmişlerdir.” 22Abdest namazın şartıdır. Adetli kadın temizlenip abdest alamadığı için ona namaz farz olmaz. Çünkü Allah, kimseye gücünün üstünde bir yük yüklemez. 23 Temizlik orucun şartı değildir; öyleyse adetli kadına oruç neden farz olmaz? Ramazan’da edası farz değilse kazası nasıl farz olur? SONUÇYukarıdaki hadislerden Muâze hadisi dışındakilerin, adetli kadının orucu konusunda delil alınabilecek vasıfta olmadığını gördük. Delil alınabilecek vasıftaki tek hadis Muâze hadisi olduğu için icma o hadise dayandırılmıştır. Kaza kelimesine doğru anlam verince hadisin tercümesi şöyledir: Muâze dedi ki, Aişe’ye sordum, dedim ki: “Neden âdetli kadın oruç tutuyor da namaz kılmıyor?” “Sen Harûrâlı mısın?” dedi. “Hayır, Harûrâlı değilim ama soru soruyorum” deyince şöyle dedi: “Başımıza bu olay gelince oruç tutmamız emredilir ama namaz kılmamız emredilmezdi.” 24Buradaki soru, adet kanaması devam eden kadınla ilgilidir. Bir rivayet de şöyledir: أتقضي إحدانا الصلاة أيام محيضها ؟ فقالت عائشة . أحرورية أنت ؟ قد كانت إحدانا تحيض على عهد رسول الله صلى الله عليه وسلم. ثم لا تؤمر بقضاء . Muâze dedi ki, bir kadın Aişe’ye: “Birimiz âdet günlerinde namaz kılar mı? diye sordu. Aişe; “Sen Harûrâlı mısın? Bizden biri Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem zamanında âdet görürdü, sonra (namazı) kılmakla emr olunmazdı” dedi. 25Aişe’nin kadına; “Sen Harûrâlı mısın?” diye çıkışması önemlidir. Harûrâ, Sıffîn savaşında Ali’nin saflarından ayrılan Hâricîlerin toplandığı yerdir. 26 İbnu Abdilberr’in (ö. 463/1071) bildirdiğine göre Haricîlerden bir kesim, âdetli kadının namaz kılmasını farz sayarmış. 27 Nitekim bu gün de bunu iddia edenler vardır. Demek ki, adetli kadının oruç tutacağı, zaten biliniyordu. Merak edilen, böyle bir kadının namaz kılıp kılamayacağıydı. Çünkü ortalıkta böyle iddialar dolaşıyordu. Allah Teâlâ, oruçla ilgili hükümleri açıkladıktan sonra şöyle buyurmuştur: “… Bunlar Allah’ın koyduğu sınırlardır; onlara yaklaşmayın…”(Bakara 2/187) Ayet orucu; yeme, içme ve cinsel ilişkinin bozduğunu hükme bağlamışken, kaza kelimesine yanlış anlam verme dışında bir delile dayanmadan âdetin veya loğusalığın da orucu bozduğunu söylemek ve bu konuda icma olduğunu iddia etmek sınırları aşmak olmaz mı? Daha da ileri gidip böyle bir kadının Ramazan’da oruç tutmasını haram saymak, kişiyi şu âyetin kapsamına sokar: “Dillerinizin uydurduğu yalana dayanarak «Bu helâldir, şu da haramdır» demeyin, çünkü Allah’a karşı yalan uydurmuş olursunuz. Allah’a karşı yalan uyduranlar umduklarına kavuşamazlar.” (Nahl 16/116) <LI class=footnote id=footnote_0_807>Bu hadisi rivayet edenler arasında Abdullah b. Muhammed b. Ukayl olduğu için böyle demiştir. [↩] <LI class=footnote id=footnote_1_807>Sünenu Ebî Davud, Tahareh, 110/287. [↩] <LI class=footnote id=footnote_2_807>Tirmîzî, Tahareh 95/128, 5 numaralı dipnot. [↩] <LI class=footnote id=footnote_3_807>Buhari, Hayz 8. [↩] <LI class=footnote id=footnote_4_807>Nesâî, Tahâret, babu zikr’il-ekrâ’ 135. [↩] <LI class=footnote id=footnote_5_807>Hac 22/78. [↩] <LI class=footnote id=footnote_6_807>Sunenü’t-Tirmîzî, tahkik ve şerh eden Ahmed Muhammed Şakir, İstanbul 1981 (1401) , c. I, s. 221, 1 numaralı dip not. Muhammed Şakir şu bilgileri eklemektedir: “Adiy İbni Sabit’in dedesinin kim olduğu bilinmemektedir. Bu konuda çok çelişkiler vardır. Geniş bilgi için Et-tehzib (Cilt 2, Sayfa 19-20) de bulunan Sabit el Ensârî’nin öz geçmişine bakınız.” [↩] <LI class=footnote id=footnote_7_807>Sünenu Ebî Davud, Taharet 113/297. [↩] <LI class=footnote id=footnote_8_807>Buhârî, Hayz 6. [↩] <LI class=footnote id=footnote_9_807>Bakara 2/185. [↩] <LI class=footnote id=footnote_10_807>Harûrâlı, Harûrâlı demektir. Harûrâ, Sıffîn savaşında Ali’nin saflarından ayrılan Hâricîlerin toplandığı yerdir. (Bkz. Ethem Ruhi Fığlalı, “Hariciler”, DİA, c. XVI, s.169-175.) [↩] <LI class=footnote id=footnote_11_807>Müslim Hayız 67. [↩] <LI class=footnote id=footnote_12_807>Nevevî, Sahihu Muslim bi Şerh’in-Nevevî, c. IV, s. 26, bab vücub kada’is-savm ala’l-hâidi ve dune’s-salah, Beyrut 1990/1411. [↩] <LI class=footnote id=footnote_13_807>Muhammed b. Ali b. Muhammed eş-Şevkânî, Neylü’l evtar şerhu muntekâ’l ehbar, 1.Baskı, Mustafa el halebi matbaası, Mısır, Tarih yok, c.1, s. 328. [↩] <LI class=footnote id=footnote_14_807>Bakara 200 [↩] <LI class=footnote id=footnote_15_807>Nisa 4/103. [↩] <LI class=footnote id=footnote_16_807>Kitab’ul-ayn, Tac’ul-Arus, Lisan’ul-Arab, es-Sıhah, el-Mısbah’ul-munir. قضي mad. [↩] <LI class=footnote id=footnote_17_807>Kâmil Yaşaroğlu, Diyanet Vakfı İslam Ansk. İst. 1995, Kaza md. [↩] <LI class=footnote id=footnote_18_807>Diyanet Vakfı İslam Ansk. İst. 1995, Feyyumî md. [↩] <LI class=footnote id=footnote_19_807>Ahmed b. Muhammed el-Feyyûmî, el-Mısbah’ul-Munîr, Lübnan 2001, s. 519. [↩] <LI class=footnote id=footnote_20_807>Nevevî, a.g.e, c. IV, s. 26. [↩] <LI class=footnote id=footnote_21_807>Nevevî, Sahihu Muslim bi Şerh’in-Nevevî, c. IV, s. 26, bab vücub kada’is-savm ala’l-hâidi ve dune’s-salah, Beyrut 1990/1411. [↩] <LI class=footnote id=footnote_22_807>Bakara 2/286 [↩] <LI class=footnote id=footnote_23_807>Müslim Hayız 69. [↩] <LI class=footnote id=footnote_24_807>Müslim, Hayz 67. [↩] <LI class=footnote id=footnote_25_807>Bkz. Ethem Ruhi Fığlalı, “Hariciler”, DİA, c. XVI, s.169-175. [↩]
- eş-Şevkânî, a.g.e, c.1, s. 328. [↩]
http://www.suleymaniyevakfi.org/arastirmalar/adetli-kadinin-orucu-ile-ilgili-supheler.html |
| | | Misafir Misafir
| Konu: Geri: Adetli Kadınların Orucu C.tesi Mart 10, 2012 12:35 am | |
| Adetli Kadının Orucu ve NamazıAllah Teâlâ şöyle buyurur: وَيَسْأَلُونَكَ عَنِ الْمَحِيضِ قُلْ هُوَ أَذًى فَاعْتَزِلُوا النِّسَاءَ فِي الْمَحِيضِ وَلَا تَقْرَبُوهُنَّ حَتَّى يَطْهُرْنَ فَإِذَا تَطَهَّرْنَ فَأْتُوهُنَّ مِنْ حَيْثُ أَمَرَكُمُ اللَّهُ إِنَّ اللَّهَ يُحِبُّ التَّوَّابِينَ وَيُحِبُّ الْمُتَطَهِّرِينَ“Sana kadınların âdet halini soruyorlar. De ki, o bir eziyettir. Âdet günleri onları rahat bırakın; temizleninceye kadar da yaklaşmayın. Tertemiz oldular mı, onlara Allah’ın size buyurduğu yerden yaklaşın. Allah tevbe edenleri sever, tertemiz olanları da sever.” (Bakara 2/222) “Temizleninceye kadar onlara yaklaşmayın” emri, âdetli kadının temiz sayılmadığını gösterir. Namaz için abdesti veya boy abdestini şart koşan âyet şöyle biter: “… Allah size güçlük çıkarmak istemez ama sizi temiz kılmak … ister.” (Mâide 5/6) Âdetli kadın temiz sayılamadığından namaz kılması mümkün olmaz. Bu sebeple namazdan sorumlu tutulamaz. Çünkü Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Allah kimseye gücünün yettiğinden fazlasını yüklemez.” (Bakara 2/286) Ümmü Habîbe binti Cahş, kandan şikayet edince Allah’ın Elçisi şöyle demişti: “Hayzın seni engellediği süre içinde namaz kılma; sonra yıkan ve namazını kıl.” 1</SPAN> Âdetli kadın namazdan sorumlu olmayınca onu kaza etmekten de sorumlu olamaz. Muâze dedi ki, Aişe’ye sordum, dedim ki: ما بال الحائض تقضي الصوم ولا تقضي الصَلاة ؟ فَقَالَتْ: أحَرُورِيَّةٌ أنْتِ؟ قلت لست بحرورية ولكني أسأل. قالت كان يصيـبنا ذلك فَنُؤْمَرُ بقَضَاءِ الصَّوْمِ وَلا نُؤمَرُ بِقَضَاءِ الصَّلاةِ.“Neden adetli kadın oruç tutuyor da namaz kılmıyor?” “Sen Harûriyye 2 misin?” dedi. “Hayır, Harûriyye değilim ama soru soruyorum” deyince şöyle dedi: “Bizim başımıza bu olay gelince orucu tutmamız emredilirdi ama namazı kılmamız emredilmezdi.” 3İnsanları yanıltan kaza (قضى) kelimesidir. Bu kelime, Kur’an ve Sünnette ibadetler için kullanılmışsa eda yani ibadeti zamanında yapma anlamındadır. ( فإذا قضيتم مناسككم) “Hac ibadetini tamamladığınızda” 4 (فإذا قضيتم الصلاة) “namazı kıldığınızda” 5 demek olur. 6 el-Feyyûmî (ö. 770/1368-69) 7 şöyle demiştir: “Alimler, ibadetlerde kazayı, vaktinin dışında yerine getirilen, edayı da vaktinde yerine getirilen için kullandılar. Bu, kelimenin sözlük anlamına aykırıdır ama iki vakti ayırmak için oluşturulmuş bir terimdir.” 8 Aişe validemiz zamanında böyle bir terim olmadığı için onun kullandığı ( قضى) kelimesine eda anlamı vermek gerekir. Kaza kelimesi ilgili olarak İbn Teymiye şöyle der: Kaza (القضاء), Allah’ın ve Resulü’nün sözlerinde ibadeti vaktinde tam yapmayı ifade eder. Şu ayetler bunu gösterir: فإذا قضيت الصلاة فانتشروا فى الأرض وابتغوا من فضل الله.“Namaz tamamlandığı zaman yeryüzüne dağılın ve Allah’ın ikramından arayın.”9</SPAN> فإذا قضيتم مناسككم“Hac ibadetini tamamladığınızda.”10</SPAN> Fakihlerden bir kısmı daha sonra kaza sözünü, vaktinin dışında yerine getirilen, eda sözünü ise vaktinde yerine getirilen ibadete has terimler haline getirdiler. Resulullah’ın sözünde böyle bir şey asla yoktur. Hem diyorlar ki, “Kaza sözü bazen eda anlamına kullanılır.” Böylece kelimenin Kur’an-ı Kerim’in indiği zamanki anlamını pek az kullanılır diye gösterirler. Bu sebeple Peygamberin şu sözü ile neyin kastedildiğini tartışırlar: “فما أدركتم فصلوا وما فاتكم فاقضوا وفى لفظ فأتموا” “yetiştiğinizi kılın, yetişemediğinizi kaza edin; bir rivayette tamamlayın.” O, bu sözlerden hiç biriyle ibadetin vaktinden sonra yapılmasını kastetmemiştir. Aslında Şari’in sözünde ibadetin vakti dışında yapılması ile ilgili bir şey bulunmaz. Ancak vakit iki türlüdür; biri genel, diğeri özürlüler için özeldir. Uyuyanın uyanınca, unutanın da hatırladığı zaman namazını kılması böyledir. Bu, Allah’ın onlar için belirlediği vakittir, diğerleri için ibadet vakti olmaz. 11Aişe validemiz “..orucu tutmamız emredilirdi…” dediğine göre âdet kanı oruca engel değildir. Zaten Bakara 187′de orucu bozan şeyler; yeme, içme ve cinsel ilişki olarak belirtildikten sonra şöyle denmiştir: (تِلْكَ حُدُودُ اللَّهِ فَلَا تَقْرَبُوهَا) “Bunlar Allah’ın koyduğu sınırlardır; onlara yaklaşmayın.” (Bakara 2/187) Âdet kanının orucu bozduğunu söylemek sınırları aşmak olur. Oruc’un Arapçası savm=صوم dır. Savm, imsak yani kendini tutma, kendine engel olma anlamına gelir. Oruç tutan, kendini yeme, içme ve cinsel ilişkiden engeller. 12 Âdet kanı ise engellenebilecek bir şey değildir. Bu sebeple de onu orucu bozan bir şey saymak mümkün olmaz.</SPAN> Baştaki âyet, âdet halini eziyet saymıştır. Eziyet insana sıkıntı veren şeydir ama hastalık değildir. Hastalık vücuttaki tabii dengenin bozulmasıdır. Adet ise tabii dengenin gereğidir. Öyleyse hiçbir kadın, adetli olduğu için orucunu bırakamaz. Aişe validemizin söylediği şu söz önemlidir: “Bizim başımıza bu olay gelince orucu tutmamız emredilirdi…” Demek ki, Peygamberimiz âdeti hastalık saymadığı için bu haldeki kadının oruç tutmasını emretmiştir. Fakihler, âdetli kadının Ramazan’da oruç tutmasını yasaklar sonra da kaza ettirirler. Edasını yasakladıkları bir ibadetin kaza edilmesini isterken hangi delile dayandıklarını söylemezler. Hâlbuki Allah, oruç ibadetini, diğer ibadetlerden farklı olarak genişçe anlatmış ve şöyle demiştir: تِلْكَ حُدُودُ اللَّهِ فَلَا تَقْرَبُوهَا كَذَلِكَ يُبَيِّنُ اللَّهُ آَيَاتِهِ لِلنَّاسِ لَعَلَّهُمْ يَتَّقُونَ.“Bunlar Allah’ın koyduğu sınırlardır; onlara yaklaşmayın. Allah âyetlerini insanlara böyle açıklar, belki sakınırlar.” (Bakara 2/187) Allah Kur’ân’da orucun sınırını belirlemiş ve âdeti oruca en-gel görmemiştir. Peygamberimizden de böyle bir rivayet yoktur. Öyle ise âdeti oruca engel görmek sınırlara yaklaşmak değil, onları aşmak olur. Buna da kimsenin hakkı yoktur. * Abdulaziz Bayındır, Kur’an Işığında Doğru Bildiğimiz Yanlışlar, Süleymaniye Vakfı Yayınları, 2. Baskı, İstanbul, 2007, s: 196-199. <LI class=footnote id=footnote_0_705>Müslim Hayz 65 [↩] <LI class=footnote id=footnote_1_705>Müslim Hayz 65 [↩] <LI class=footnote id=footnote_2_705>Harûriyye, Harûrâlı demektir. Harûrâ, Sıffîn savaşında Ali’nin saflarından ayrılan Hâricîlerin toplandığı yerdir. (Bkz. Ethem Ruhi Fığlalı, “Hariciler”, DİA, c. XVI, s.169-175.) [↩] <LI class=footnote id=footnote_3_705>Bakara 200 [↩] <LI class=footnote id=footnote_4_705>Nisa 4/103 [↩] <LI class=footnote id=footnote_5_705>Kitab’ul-ayn, Tac’ul-Arus, Lisan’ul-Arab, es-Sıhah, el-Mısbah’ul-munir. قضي mad [↩] <LI class=footnote id=footnote_6_705>Diyanet Vakfı İslam Ansk. Feyyumî md. İst. 1995 [↩] <LI class=footnote id=footnote_7_705>Ahmed b. Muhammed el-Feyyûmî, el-Mısbah’ul-Munîr, Lübnan 2001, s. 519 [↩] <LI class=footnote id=footnote_8_705>Cuma 62/10 [↩] <LI class=footnote id=footnote_9_705>Bakara 200 [↩] <LI class=footnote id=footnote_10_705>İbn Teymiye, Mecmuu Fetâvâ Teymiye 1. baskı, 1382 h. C. XII, s. 106 [↩]
- Bkz. Müfredât, صوم mad. [↩]
http://www.suleymaniyevakfi.org/arastirmalar/adetli-kadinin-orucu-ve-namazi.html
|
| | | Misafir Misafir
| Konu: Geri: Adetli Kadınların Orucu C.tesi Mart 10, 2012 12:35 am | |
| Adetli Kadının Orucu İle İlgili Şüpheler (Kazâ Kelimesi)SORU: Adetli iken oruç konusunu çok düşündüm; yazınızı okuduktan sonra ayetlerde ve hadislerde “kaza” kelimesinin anlamlarını inceledim. Söylediğiniz gibi çoğunlukla “eda” anlamına kullanılıyor. Ancak Muvatta, Salatü’l-Leyl, 32 ve yine Muvatta, Sıyam 50′de vaktinde yapılmayan bir ibadetin (birisinde namaz, diğerinde oruç zikrediliyor) sonradan yerine getirilmesi “kaza” kelimesi ile ifade edilmiş. Bu bilgiler doğrultusunda düşündüklerimi sizinle paylaşmak istedim: İslam’da sadece “eda” vardır “kaza” yoktur. Bizim “kaza” olarak bildiğimiz şeyler de aslında “eda”dır. Hz. Peygamber, “kaçırılan namazın vakti, hatırladığın zamandır”, buyurduğuna göre kişi o namazı (zaten özürsüz olarak kılmama gibi bir durum söz konusu olmadığı için) ne zaman kılarsa kılsın “eda” olarak kılar. Oruçta da önemli olanın sayının tamamlanması olduğu için o ay içerisinde tutamayacak olanların vakti tutacağı zamandır. Bende “kaza” ile alakalı son oluşan kanaat bu oldu. Öncelikle sizinle paylaşmak ve düşüncelerinizi öğrenmek istedim. Rabbim hepimize doğruyu en doğru şekilde anlayıp uygulamayı nasip etsin. Dualarınızdan eksik etmeyin. Allah’a emanet olun. CEVAP: قضىkelimesinin ibadetlerle ilgili sözlük anlamı “o ibadeti yapmak”tır. Bu, eski-yeni bütün sözlüklerde de görülebilir. Sorunuzu iki bölüme ayırarak cevaplamaya çalışalım. 1- NAMAZLA İLGİLİ RİVAYETMuvatta, Salatü’l-Leyl, 32′de geçen hadis şöyledir: عن مالك انه بلغه أن عبد الله بن عمر فاتته ركعتا الفجر فقضاهما بعد ان طلعت الشمس. “İmam Malik’e ulaşan bilgiye göre Abdullah b. Ömer, sabah namazının iki rekâtını kaçırmış ve onları güneş doğduktan sonra kaza etmiştir.” Benzer ifadeler, Peygamberimizden rivayet edilen şu hadiste de vardır: من نام عن ركعتي الفجرفقضاهما بعد ما طلعت الشمس “Kim uyuya kalarak sabah namazının iki rekâtını kılamazsa onları güneş doğduktan sonra kaza eder.” 1Tahavî, Peygamberimizin uygulamasını da şu şekilde rivayet eder: كان النبي عليه السلام إذا فاتته ركعتا الفجر صلاهما إذا طلعت الشمس “Peygamberimiz sabah namazının iki rekâtını kaçırırsa onları güneş doğduktan sonra kılardı.” 2Tahavî, Abdullah b. Ömer ile ilgili rivayeti de şu ifadelerle nakleder: ثم انتظر حتى إذا طلعت الشمس و حلت الصلاة صلاهما “… Sonra Abdullah b. Ömer bekledi, nihayet güneş doğdu, namaz kılmak helal oldu; o zaman o iki rekâtı kıldı.” 3Görüldüğü gibi şu iki ifade aynı anlamdadır: صلاهما إذا طلعت الشمس
فقضاهما بعد ما طلعت الشمس İkisi de “güneş doğduktan sonra onları kıldı” demektir. 2- ORUÇLA İLGİLİ RİVAYETMuvatta, Sıyâm 50′deki rivayete göre Peygamberimizin eşleri Hafsa ile Aişe validelerimiz, nafile oruç tuttukları sırada getirilen bir yemeği yiyip oruçlarını bozmuşlar. Durumu Peygamberimize bildirdiklerinde onlara şöyle demiş: اقضيامكانه يوما آخر “Yerine bir başka gün kaza edin.” Aynı olayla ilgili olarak Ebû Davûd’da geçen ifade şöyledir: صوما مكانه يوما آخر “Onun yerine bir başka gün oruç tutun” 4Görüldüğü gibi her iki rivayetteki قضىkelimesi, ibadeti yerine getirme yani eda anlamındadır. Öyleyse Aişe hadisini buna göre anlamak icabeder. Muâze dedi ki, Aişe’ye sordum, dedim ki: ما بال الحائض تقضي الصوم ولا تقضي الصََلاة ؟ فَقَالَتْ: أحَرُورِيَّةٌ أنْتِ؟ قلت لست بحرورية ولكني أسأل. قالت كان يصيـبنا ذلك فَنُؤْمَرُ بقَضَاءِ الصَّوْمِ وََلا نُؤمَرُ بِقَضَاءِ الصََّلاةِ. “Neden adetli kadın oruç tutuyor da namaz kılmıyor?” “Sen Harûriyye5) misin?” dedi. “Hayır, Harûriyye değilim ama soru soruyorum” deyince şöyle dedi:”Bizim başımıza bu olay gelince orucu tutmamız emredilirdi ama namazı kılmamız emredilmezdi.” 6Aişe’ye adet görmekte olan kadınla ilgili soru sorulduğundan onun kaza edeceği ibadet, adetli iken yerine getireceği ibadettir. Soruyu soran, adetlinin oruç tuttuğunu biliyor, onun için soruyu şöyle soruyor? ما بال الحائض تقضي الصوم ولا تقضي الصََلاة ؟ “Neden hayızlı kadın, oruç tutuyor da namaz kılmıyor?”Verilen cevap da bunun, adetliye verilen bir emir olduğunu şöyle ifade ediyor: كان يصيـبنا ذلك فَنُؤْمَرُ بقَضَاءِ الصَّوْمِ وََلا نُؤمَرُ بِقَضَاءِ الصََّلاةِ. “Bizim başımıza bu olay gelince orucu tutmamız emredilirdi ama namazı kılmamız emredilmezdi.”Kaza kelimesine fakihlerin sonradan verdiği anlam kafaları karıştırmasaydı, Aişe validemizin sözünü, adetlinin adetten temizlenmesinden sonrasıyla ilgilendirmek mümkün olmazdı. <LI class=footnote id=footnote_0_830>İbn Mace, ikâmet’us-salah, 104, hadis no 1155. [↩] <LI class=footnote id=footnote_1_830>Ebu Cafer Ahmed b. Muhammed b. Selame et-Tahâvî, (239/321 h) tahkik eden, hadislerini tahric eden ve notlar ekleyen Şayb el-Arnavut, Şerhu Müşkil’il-âsâr, c. 10, s. 328, Beyrut 1994 m. 1415 h. [↩] <LI class=footnote id=footnote_2_830>et-Tahâvî, a.g.e, c. 10, s. 328-329. [↩] <LI class=footnote id=footnote_3_830>Ebu Davud Savm 73. [↩] <LI class=footnote id=footnote_4_830>Harûriyye, Harûrâlı demektir. Harûrâ, Sıffîn savaşında Ali’nin saflarından ayrılan Hâricîlerin toplandığı yerdir. (Bkz. Ethem Ruhi Fığlalı, “Hariciler”, DİA, c. XVI, s.169-175. [↩]
- Müslim Hayız 67. [↩]
- http://www.suleymaniyevakfi.org/arastirmalar/adetli-kadinin-orucu-ile-ilgili-supheler-kaza-kelimesi.html
|
| | | | Adetli Kadınların Orucu | |
|
Similar topics | |
|
| Bu forumun müsaadesi var: | Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
| |
| |
| |
|