| KUTLU FORUM Bilgi ve Paylaşım Platformuna Hoş Geldiniz |
|
| Şefaat Haktır | |
| | Yazar | Mesaj |
---|
@bdulKadir Adminstratör
Mesaj Sayısı : 6736 Rep Gücü : 10015190 Rep Puanı : 97 Kayıt tarihi : 17/03/09 Yaş : 61 Nerden : İzmir
| Konu: Şefaat Haktır C.tesi Mart 17, 2012 10:50 pm | |
| Şefaat kelimesi, Arapça'daki şef' mastarından türetilmiştir. Şef' ise, 'tek' anlamındaki 'vetr' kelimesinin zıddı olup, 'tek olanın zıddı ve çift' olmak1 gibi mânâlara gelir ve 'bir insanın bir başkasından kendisi dışındaki birine faydalı olmasını veya ondan bir zararı uzaklaştırmasını istemesi'2 anlamını ifade eder.
Dinî bir terim olarak ise şefaat, umumiyetle 'kıyamet gününde, kendilerine izin verilenlerin suçların bağışlanması talebinde bulunmaları'3 anlamında veya 'azabı hak etmiş müminlerden Cehennem'e girmemeleri veya Cehennem'e girdikten sonra çıkarılıp Cennet'e konulmaları şeklinde azabın kaldırılması'4 mânâsında kullanılır. Şefaat; ilgili âyet ve hadîslerden hareketle İslâm âlimlerince beş kısımda mütalâa edilmiştir: 1. İnsanların bir an evvel hesaba çekilmeleri için yapılan şefaat 2. Müminlerden bir topluluğun, hesaba çekilmeden Cennet'e girmesi için yapılan şefaat 3. Cennetliklerin derecelerinin yükseltilmesi için yapılan şefaat 4. Cehennem'e giren müminlerin oradan çıkarılması için yapılan şefaat 5. Cehennem'de ebedî olarak kalanlardan, bazılarının azaplarının hafifletilmesi için yapılan şefaat.5 İslâm akidesine göre şefaat haktır, iman edilmesi gereken Kur'ân ve Sünnet'in nassları ve âlimlerin icmaı ile sabittir. Mutezile kelâmcıları şefaatin yalnızca sevap ehli ve Allah dostları için derecelerinin artırılması şeklinde olacağını ileri sürerek sınırlı bir şefaat inancını kabul etmiştir.6 Mutezile kelâmcılarının dar bir çerçeveden ele aldıkları şefaat inancı, bugün de bir kısım çağdaş teolog tarafından tamamen reddedici bir üslûp içinde yorumlanmakta7 veya bu inanca İslâm dini ve onun kültür çevresi dışında bir kaynak aranmaktadır. Bu konunun sağlıklı olarak değerlendirilebilmesi, şefaatin aklen mümkün olduğunun gösterilmesine ve şefaatle ilgili âyetlerin doğru bir şekilde sınıflandırılmasına bağlıdır. Bu cümleden olmak üzere, söz konusu iki hususa ana hatlarıyla temas etmeye çalışacağız. A. Aklen İmkânı Yüce Yaratıcı'nın bu âlemde icraatını sebeplere bağlı yürüttüğünü müşahede etmekteyiz. Şüphesiz ki bu, O'nun kudsî takdir ve hikmetinin bir gereğidir. Sebepleri yaratan O olduğu gibi, onları neticelerin vücuduna vesile kılan da yine O'dur. İnsanlara merhamet edip onları rızıklandıran Allah'tır; ama O, ağaç, toprak ve sâir sebepleri lütfuna vesile kılmıştır. Aynı şekilde Güneş'i de zeminin aydınlanmasına bir vesile yapmıştır. Rızık ve ışık gibi maddî ihsanlarına böylesine sebepler yaratan Allah'ın mânevî ihsanlarına da bazı makbul kullarını sebep kılması aynı şekilde makul görülmelidir. İnanan insanlar –Kur'ân'dan almış oldukları bilgiyle- bilirler ki, hidâyet Allah'tandır. Yine ondan aldıkları ders ile bilirler ki, bu hidâyete vesile kılınan da öncelikli olarak nebilerden başkası değildir.8 Bilinen bu gerçekten hareketle konuyu şu noktaya taşımak istiyoruz: Hidâyet, şefaatten çok daha önemli ve neticesi çok daha büyük bir hâdisedir. Çünkü imanla ahirete göçmüş bir insanın –işlediği günahlarından dolayı yolu geçici olarak Cehennem'e uğramış bile olsa- sonunda Cennet'e gireceği hadîs-i şerîflerde açıkça belirtilmiştir;9 ancak hidâyet olmaksızın şefaatin bir mânâ ifade etmeyeceği açıktır. Bu da gösteriyor ki, bir insan için hidâyet şefaatten çok daha önemlidir. Konuya bu açıdan bakıldığında da, insanlar için hayatî olan bir nimete (hidâyete) vesile kılınan bir peygamberin, insanların belli günahlarının affına vesile kılınmasının dinin ruhuna ters gelebilecek ve akılca garipsenecek bir tarafının olmadığı anlaşılacaktır. Bu cümleden olarak denilebilir ki, peygamberlere ve salih insanlara verilecek olan şefaat izni, kendisini bize "..Rahmetim her şeyi kaplamıştır."10 şeklinde tanıtan yüce Allah'ın hesap sonrası tecelli edecek olan hususi bir rahmetinden/fazlından başka bir şey değildir. İşin esasına bakılacak olursa, affetmeyi murad eden ve buna izin veren Allah'ın kendisidir; yani, bu hâdise O'na rağmen değildir. Ancak O bu hususi lütfunu, başta Hz. Peygamber (sas) olmak üzere, katında makbul diğer bir kısım insanların vesilesiyle gerçekleştirmeyi dilemiştir. Bununla, şefaat edecek olanların, nezdindeki değerlerinin bütün insanlara ilân edilmesi ve onlara bir nevi şeref ve pâye verilmesi gibi bir kısım hikmetler gözetilmiştir.11 B. Şefaatle İlgili Âyetlerin Sınıflandırılması 1. Putların Şefaatini/Aracılığını Reddeden Âyetler Kur'ân'da şefaatle ilgili olarak yer alan birçok âyet vardır ki, bunlar ilk muhatap kitle içerisinde bulunan müşriklerin cansız, şuursuz ve akılsız, dolayısıyla işlevsiz putlar konusundaki tutum ve beklentilerinin garabetini dile getirir. Meselâ bu hususa bir âyette şöyle temas edilir: "Yoksa onlar Allah'tan başka şefaatçiler mi edindiler. De ki: Hiçbir şeye güç yetiremez, akıl erdiremez olsalar da mı (onları şefaatçi/aracı edineceksiniz?)"12 Bu mevzuda da Kur'ân'ın zihinlere yerleştirmeye çalıştığı mesaj tevhid ilkesidir. Kur'ân bu ilkeyi sürekli olarak gündeminde tutmuş ve 'Allah'a icraatında ortak arama' anlamına gelebilecek her bir düşünceyi, tevhid ilkesini gölgeleyici bir anlayış ve tutum olarak görüp ona karşı çok yönlü bir mücadele içinde olmuştur. 2. Şefaatin Vukû Bulacağını Gösteren Âyetler Kur'ân, İslâm öncesi Arap toplumlarında veya Ehl-i Kitab'ın inançları arasında önemli yer tutan şefaat inancını –onların kayıtsız şartsız şefaat etmeye yetkili zannettikleri- mevhum varlıkların veya şahısların elinden alarak Allah'a teslim etmiş ve O'nun rıza ve iznine bağlamıştır. Bu cümleden olmak üzere Kur'ân-ı Kerîm'de şefaatin varlığını bildiren şu âyetler nazil olmuştur: "O'nun huzurunda, kendisine izin verdiğinden başkasının şefaati fayda vermez.."13 "O gün Rahmân'ın izin verdiği ve sözünden razı olduğunun dışındakilere şefaat fayda vermez."14 "Göklerde nice melek vardır ki onların şefaatleri; ancak Allah'ın izni ile dilediği ve razı olduğu kimselere yarar sağlar."15 "Onlar, Allah'ın rıza gösterdiğinden başkasına şefaat etmezler."16 Kur'ân-ı Kerîm'in kullanmış olduğu bu ifadelerden de anlamaktayız ki, kendilerine şefaat salahiyeti tanınacak kişilerin şefaati sınırsız bir ölçüde değildir. Bütün şefaatler, Allah'ın izni ve razı olduğu sınır içinde olacaktır. 3. İnkârcılar İçin Şefaatin Söz Konusu Olmadığını Bildiren Âyetler Şefaatle ilgili Kur'ân âyetlerine ve hadîs rivâyetlerine bir bütün olarak baktığımızda, onun her insan ve her suç için söz konusu olmadığını görürüz. Meselâ Kur'ân'da inkârcı zalimlerin şefaatten mahrum bırakılacağı açıkça ifade edilir.17 Bunun gibi bir âyette 'büyük bir zulüm'18 olarak ele alınan şirkin19 affın kapsamı dışında kaldığı vurgulanır. Kur'ân'ın şu âyeti inkârcılar için şefaatin geçerli olmayacağını bildirir: "..Artık şefaatçilerin şefaati onlara fayda vermez.'20 Bu âyetiyle Kur'ân, inkârcıların akıbetine dikkat çekmektedir. Buradaki muhatapların inkârcılar olduğu müteakip âyetlerde tasrih edilmektedir: "Böyle iken onlara ne oluyor ki, âdeta aslandan ürküp kaçan yaban eşekleri gibi hâlâ bu öğütten (Kur'ân'dan) yüz çeviriyorlar.."21 Saduddin Taftazanî, "Artık şefaatçilerin şefaati onlara fayda vermez' âyetinin ifade tarzı üzerinde dikkatle durur ve şu önemli açıklamada bulunur: Bu cümlenin üslûbu ve ifade şekli esas itibariyle şefaatin var olduğunun delilidir. Aksi hâlde, onların hâllerini kötülemek ve içinde bulundukları sıkıntılı durumun mahiyetini ortaya koymak için 'Kâfirlere hiçbir şefaatçinin faydası olmaz.' demenin anlamı olmazdı. Bu gibi yerlerde kullanılan bu nevi ifadeler, sadece kâfirlere mahsus olan durumu işaretler, onlarla beraber başkalarını da bu hükmün içine almaz. Yani burada kâfirlerle ilgili hükümden, 'Onların dışındakilerin de (müminlerin de) şefaatçileri olmaz.' mânâsı çıkmaz.22 Nureddin es-Sabunî de aynı noktaya temas ederek şöyle der: Eğer şefaat müminlere de fayda vermeyecek olsaydı, kâfirlere hususi olarak dikkat çekmenin bir mânâsı olmazdı.23 Bu çerçevede bir başka âyette ise şöyle buyrulur: "Yaklaşan o gün hususunda onları uyar. (O gün ki) onlar dehşet içinde yutkunurlarken yürekleri ağızlarına gelmiştir. Zalimlerin (o gün) ne bir dostu ne de sözü dinlenir bir şefaatçisi vardır."24 Açıktır ki, bu âyette de söz konusu edilenler inkârcı zalimlerdir. Bu durumu gerek Kur'ân'ın 'Kâfirler ki onlar zalimlerin tâ kendisidir.'25 şeklindeki âyetinden, gerekse âyetin siyak-sibakının doğrudan onlarla ilgili olmasından anlamaktayız. 4. Şefaatle Alâkalı Yanlış Algılanan İki Âyet Kur'ân-ı Kerîm'de şefaatle ilgili birçok âyet vardır ki bunlar, şefaat izninin çıkmasından evvelki zaman dilimiyle alâkalıdır. Bu âyetlerde, sorgulanma ve yargılanmaya eli/heybesi boş olarak gelen inkârcıların acıklı durumları müminlerin dikkatine arz edilir. Birincisi: "Ey iman edenler, hiçbir alış-verişin, hiçbir dostluğun ve hiçbir şefaatin olmadığı kıyamet günü gelmeden önce, size rızık verdiklerimizden Allah yolunda infak ediniz. Kâfirler ki onlar kendilerine bütünüyle yazık edenlerin (zalimlerin) tâ kendisidir."26 Hitabın 'ey iman edenler' diye başlamasının bir kısım zihinlerde yanlış algılamalara sebep olduğu görülmektedir. Dikkat edilirse bu âyet, 'Kâfirler ki onlar kendilerine tümüyle yazık edenlerin (zalimlerin) tâ kendileridirler.' şeklinde bitirilmektedir. Hamdi Yazır bu âyetin yorumunda şöyle der: O gün bütün dostlar birbirlerine düşman kesilecek, şefaat kapıları kapanacaktır, bu felâketlerden ancak iman edip vazifesini yapan ve önceden korunan müttakîler müstesna olacaktır. Binaenaleyh böyle bir korunmayı elde etmek ve o felâketten uzak kalmak için müminler, o gün gelmeden evvel görevlerini eda etmeli; Allah namına infaklar yapmalı, seve seve zekâtlarını vermeli, kardeşlik bağlarını güçlendirerek ve cemiyetlerini tanzim ederek hazırlanmalı, uyumayıp uyanık bulunmalıdırlar. Kâfirler gibi Allah'ın emirlerine muhalefet edip de kendilerine yazık etmemelidirler.27 Şu hâlde 'Bu ibareler, şefaati müminler açısından imkânsız kılmaktadır.' denemez. Zîrâ bu ifadelerle, inkârcıların, hesap günü içine düştükleri acınacak duruma müminlerin de düşmemeleri için infak gibi28 dinin amelî esaslarının gereğini yerine getirmelerine dikkat çekilmektedir.29 Bir diğer ifadeyle, bu minvalde nazil olan âyetlerle –herhangi bir iltimasa ve yanlışlığa meydan vermeksizin amellerin karşılıklarının sahiplerine olduğu gibi bildirileceği30- zorlu hesap gününde, müminlere, başkasının yardımına bel bağlamadan31, dünyada iken elinden geldiğince hayırlı ameller işlemesi' öğüdü verilmektedir. İkincisi: "..İman eden kullarıma söyle, kendisinde ne alış-veriş ne de dostluk bulunmayan bir gün gelmeden önce, namazı ikame etsinler ve kendilerine verdiğimiz rızıklardan açık veya gizli infakta bulunsunlar."32 İbn Kesir'in de tefsirinde önemle belirtmiş olduğu üzere, burada vurgulanan mânâ şudur: O gün kişiye, Allah'a kâfir olarak varması durumunda, ne bir kimsenin dostluğu ne de şefaati/aracılığı fayda verir.'33 Zîrâ inkârcı şahıs, kendisine önceden tanınan alış-veriş yapma ve dostluk kurma imkânını değerlendirmediği için ogün bu durumdan mahrum kalacaktır. Zîrâ o gün, inkârcının, kendisini kurtarmaya yarayacak yeni bir amel ve dostluğa fırsat bulamayacağı bir gündür. Kısaca, bu ve benzeri âyetlerde, müminlere, inkârcıların maruz kalacakları çaresizlik ve sahipsizlik gibi bir akıbetten korunmaları için, imanlarının gereği olan amelleri takdim etmeleri lüzumu hatırlatılmış olmaktadır. Hâsılı, doğrudan veya dolaylı olarak bu minvalde Kur'ân'da yer alan pek çok âyet söz konusudur ki, bütünü, inkârcıların akıbetlerinin ele alındığı yerlerde zikredilmiştir. Bu da gösteriyor ki, bu ibarelerden hareketle şefaatin olamayacağı gibi bir sonuca gidilemez. Ne var ki ilgili âyetler bir bütün olarak ele alınmadığında, hususiyle bu son gruptaki âyetlerin öncesine-sonrasına dikkatle bakılmadığında, müminlere şefaatin varlığını kabul etmeyen algılamalara kaymak mümkündür. C. Hadîslerde Şefaat Hadîs-i şerîflerde müminler için yapılacak olan şefaatle alâkalı olarak açık haberler vardır. Bu cümleden olarak Hz. Peygamber (sas), bir hadîslerinde her peygamberin kendisine has ve kabul olunan bir duasının bulunduğunu, kendisinin ise, bu duasını âhirette ümmetine şefaat etmek için yapacağını bildirmiştir.34 Yine bir başka rivâyette Hz. Peygamber (sas), mahşerde insanlar ıstırap ve heyecan içinde hesaplarının görülmesi için bekleşirlerken, Allah'a dua ederek hesap ve sorgunun bir an önce yapılmasını isteyeceğini bildirmiştir.35 Ayrıca, kendisi dışında, diğer peygamberler, melekler ve diğer salih kullara da şefaat için izin verileceğini haber vermiştir.36 Başka rivâyetlerde bunlara âlimler ve şehitler de ilâve edilmiştir. 37 Ebu Mansur el-Maturîdî (ö. 333/936), şefaatin Kur'ân ve hadîslerle sabit ve hakkında açık delillerin olduğu bir konu olduğunu belirtir.38 Maturîdî kelâmcılardan Nureddin es-Sabunî (ö. 580/1184) ise, şefaat konusundaki hadîslerin 'tevatüre yakın, en azından şöhret derecesinde bulunduğuna, haber-i meşhuru inkâr etmenin ise bid'at olduğuna39 dikkat çeker. Bir Eş'arî kelâmcısı Taftazanî de, şefaatle ilgili hadîslerin mânen mütevatir olduğunu zikreder.40 Şefaat konusunda hadîs külliyatında yer alan pek çok rivâyet mevcuttur. Biz bunlardan yalnızca birisinin yorumu üzerinde kısaca durmaya çalışacağız: Hz. Peygamber (sas) bir hadîsinde şöyle buyurur: "Benim şefaatim, ümmetimin büyük günah (kebair) işleyen kısmınadır."41 Her şeyden evvel şu husus unutulmamalıdır ki, peygamberini insanlık için yol gösterici, hayra davet edici bir rehber olarak gönderen Allah (cc), onunla insanlara şu mesajı vermiştir: "Allah'ın emir ve yasaklarına muhalefet etmekten sakının."42 İşte ilgili hadîsi bu İlâhî beyanın ışığında değerlendirmemiz gerekmektedir. Yani, Peygamberimiz (sas) ümmetine, 'Günahınız büyük de olsa hiç endişe etmeyiniz, korkmayınız, nasıl olsa size şefaat edeceğim.' şeklinde bir mesaj vermiş olmuyor. Burada, Rahmet Peygamberi öncelikli olarak, -şu veya bu şekilde kebire kapsamındaki bir kısım günahlardan kendisini alamamış müminlerin- affedilmeleri için Rabb'ine el açıp yalvaracağını haber vermektedir. İkinci olarak ise, insanlara 'Allah'ın rahmetinden hiçbir zaman ümit kesmemelerini' bildirmiş olmaktadır. Hz. Peygamber'in (sas) bu ifade tarzında iki hususun işaretlendiğini söyleyebiliriz: Birincisi, 'büyük günah işleyenin, inkârla iman arası bir noktada kalacağını' öne süren Mutezilî düşüncenin yanlışlığına dikkat çekilmiş olmasıdır. İkincisi, 'Benim şefaatim, ümmetimin büyük günah işleyen kısmınadır.' nebevî ifadesiyle, 'müminlerin büyük günahları için, ancak Allah katında en muteber, hatırı en ileri olan Hz. Peygamber'in (sas) şefaatinin söz konusu olabileceğine' işaret edilmiş olmasıdır. D. Konunun, 'İnsan İçin Ancak Kendi Çalışması Vardır.' İlkesiyle Telifi Burada ilk bakışta şefaate imkân/izin vermeyen bir delil olarak gözüken bir âyete yer vermek istiyoruz. Necm Sûresi'nde geçen söz konusu âyette şöyle denir: "İnsan için kendi çalışmasından başka bir şey yoktur. Çalışması da mutlak görül(üp d)e(ğerlendirile)cektir."43 Açıktır ki bu âyet, insan için sa'yin/amelin gerekliliğini işlemektedir. Zaten Kur'ân'ın, insanı sürekli olarak yönlendirdiği istikamet de bundan başkası değildir. Bu noktada dikkat çekmek istediğimiz husus şudur: Bir âyetin ifadesinden hareketle 'şefaat hâdisesinin imkânsızlığı' gibi kesin bir neticeye gidilmemelidir. Zîrâ Kur'ân'da şefaatin varlığını açıkça bildiren âyetler yer almaktadır. Öyleyse konu, bu âyetlerin kayıtları da dikkate alınarak bir bütünlük içinde yorumlanmalıdır. Anlamı gayet açık olan bu âyetle bize esasında şu mesaj verilmektedir: İnsan, yapmış olduğu çalışmaların karşılığını, gerek dünyada, gerekse âhirette zayi olmaksızın bütünüyle önünde bulacaktır. Netice olarak ifade etmeliyiz ki Necm Sûresi'nde yer alan bu âyetin mesajı geneldir. Âhiret açısından ise, 'her bir sa'ye/amele mizanda mutlaka yer verileceği' gerçeğiyle münasebetlidir. Dolayısıyla söz konusu âyet, hesap ve tartıdan sonra vuku bulacak olan şefaat hâdisesini devre dışı bırakıcı bir mânâ taşımamaktadır. E. Şefaat İnancının Müminin Hayatına Tesiri/Yansıması Şefaat inancının inanan bir insanın hayatında olumsuz bir tesir oluşturup oluşturmayacağı hususunu, biri müttaki şuurlu mümin, diğeri inandığı hâlde günahlardan korunamayan bir mümin açısından ele almamız aydınlatıcı olacaktır. 1. Şefaat inancının, amele muvaffak muttaki ve şuurlu bir müminin hayatı açısından değerlendirilmesi Şuurlu bir mümin, Allah'a Allah olduğu için, O'nun bizatihi herkes ve her şeyden önce teşekküre layık yegâne varlık olduğunu bildiği için ibadet eder; yasaklarından da, O'nu, dinlenilip itaat edilmeye lâyık en yüce varlık olarak gördüğü için uzak durur. Dolayısıyla böyle bir müminin amellerinin hedefinde doğrudan ne Cehennem korkusu ne de Cennet arzusu vardır. Onun perspektifinde Kur'ân'ın ifadesiyle 'dini, hâlisane Allah için yaşamak' vardır. Öyleyse, bu şuurda olan bir müminin şahsına terettüp eden amelleri, şefaat inancından ötürü, terk etmesi söz konusu değildir. 2. Bu inancın, kendisini günahlardan uzak tutamayan bir müminin hayatı açısından değerlendirilmesi Şefaat hâdisesi için ortaya atılan 'insanların sorumluluklarına halel getireceği' şeklindeki iddiaların daha çok bu ikinci grup açısından söz konusu edildiğini görmekteyiz. İyi niyetle ortaya atılmış olsa da, böyle bir düşüncenin pratik hayatta tesirini gösterdiğini söylemek mümkün gözükmemektedir. Şefaat inancının 'ahlâkî hassasiyeti zayıflatacağı' endişesi, pratik hayatta karşılığı olmayan mesnetsiz bir iddiadır. Esasında böyle bir endişenin yersizliğini kendimize şu soruları yönelterek de anlayabiliriz: 1. Acaba, yaşadığı hayatta hangi Müslüman 'Nasıl olsa şefaat var!' deyip, sözgelimi, hırsızlık yapmayı, zina etmeyi hafife alır, yalanı, gıybeti vs. önemsemez? 2. Veya hangi mümin kendisini bekleyen bir mükellefiyeti sırf 'Şefaat var!' diye terk eder? Doğrusu, müttaki bir müminin sahip olduğu şuur böyle bir düşünceye müsaade etmez, inancının zıddına hareket eden bir müminin ise, günahı işlediği anda bu inanç aklının ucundan bile geçmez. Öyleyse problemi başka yerlerde aramak gerekir. Açıktır ki, mesuliyetlerinin gereğini yerine getirmeyen müminler, bunu, 'şuur yoksunluğundan' veya mânevî beslenme yetersizliğinden kaynaklanan 'irade zaafı' gibi saiklerden ötürü yapmış olmaktadır. İfrata düşmemek kaydıyla, bu inançtan, inanan insanların yararlandırılması bile mümkündür. Şöyle ki: 1. Dinin emir ve yasaklarını çiğneme noktasında bir hayli mesafe kat etmiş, bu sebeple de kendisini, hakkında affın mümkün olamayacağı insanlar arasında gören günahkâr müminler vardır. İşte bu ruh hâli içindeki birine temelde Allah'ın küllî/kuşatıcı rahmeti, özelde ise Hz. Peygamber'in vesilesiyle lütfedilecek olan hususi rahmetin (şefaatin) hatırlatılması faydalı olabilir. Bununla, o kişinin umudunu korumasına ve kendini toparlayıp yeniden salih amellere dönmesine vesile olunabilir. 2. Şefaat doğru anlaşıldığı takdirde, kişileri bencillikten uzak tutup birbirlerine karşı daha saygılı olmaya sevk eden bir dinamik de olabilir. Şöyle ki; şefaat inancı vasıtasıyla müminler, âhirette kimin hangi konumda olacağını ve bu çerçevede İlâhî affa kimin vesile kılınacağını önceden bilemedikleri için 'Her geceyi Kadir, her insanı Hızır bil.' deyişinde olduğu gibi, birbirlerine karşı daha dikkatli ve daha hassas olma duygu ve davranışını kazanabilirler.44 Son olarak bu başlık altında Ebu Hamid el-Gazzalî Hazretleri'nin yorumuna yer vermek istiyoruz. İmam Gazzalî, doğru olmayan bir şekilde şefaate bel bağlamanın yanlışlığını bir örnek yardımıyla şöyle açıklar: Mümin bir insanın, şefaat edileceği ümidiyle, dinin kurallarına uymayı terk edip günahlara dalması, bir hastanın, akrabasından olan başarılı ve müşfik bir hekime itimat ederek, nefsinin arzuladığı her zararlı şeyi yemeye dalmasına benzer. Bu bir cehalettir; zîrâ, bir tabibin gayret ve mahareti bir kısım hastalıkların izalesine fayda sağlasa da, her hastalık/durum için bu söylenemez. Gayretin faydası ancak müdahale edilebilecek durum ve hastalıklar için geçerlidir. Bu sebeple kişinin, sırf tıbba itimat ederek kendini koruma işini terk etmesi caiz değildir. İşte Peygamber ve salih kişilerin, yakın ve uzak olanlara yapacakları şefaati bu şekilde anlamak gerekir. Bu, başka değil, katî surette böyledir. Şefaatin bu şekilde idrak edilip anlaşılması, endişe ve sakınma duygusunu ortadan kaldırmaz.45 Sonuç Gerek Kur'ân âyetleri gerekse hadîs külliyatında yer alan pek çok rivâyet, gerçekleşmesi ne şekilde olursa olsun, şefaat konusunda başta Hz. Peygamber olmak üzere diğer salih kullara kıyamet gününde bir iznin/yetkinin verileceğini herhangi bir şüphe ve tereddüde mahal bırakmayacak şekilde haber vermektedir. İnkârcılar işledikleri küfürle tâ işin başında bu hususi lütfun/rahmetin dışında kalmışlardır. Mümin insanlar için yapılacak olan şefaatler ise, Allah'ın izni ve koyduğu ölçü nispetinde olacaktır. Kim kime şefaat ederse, muhakkak kabul görecektir diye bir garanti söz konusu değildir. Bütün işlerde olduğu gibi, bunda da İlâhî izin ve rıza esastır. Bir müminin, sırf şefaate güvenerek kendisinden istenilen ameli/pratiği terk etmesi, her şeyden önce Allah'a karşı bir saygısızlıktır; zîrâ O (cc), insanların her an yardım ve rahmetine muhtaç olduğu; bu itibarla da şükre yegâne layık yüce bir Varlık'tır. Bu gerçeğin farkında olmak kaydıyla, bir mümin, şefaat inancını her an gönlünde hissedebileceği bir ümit olarak taşıyabilir. Bunun ötesi tefrit veya ifrata çıkar. Netice olarak ifade etmeliyiz ki, şefaati kabul edenlerin kaybedecekleri, inkâr edenlerin de âhirette kazanacakları bir şey olmayacaktır. *Dicle Üniv. İlâhiyat Fak. Öğrt. Üyesi yozturk@yeniumit.com.tr Dipnotlar 1. Bkz. İsfehanî, Rağıb, el-Müfredât fî Ğarîbi'l-Kur'an, Kahraman yay., İstanbul 1986, s.386. 2. Duğaym, Semih, Mevsûatu Mustalahati İlmi'l-Kelami'l-İslamî, Mektebetu Lübnan, Beyrut 1988, I, 666. 3. Bkz. Cürcanî, Seyyid Şerif, et-Ta'rifat, tsz., ysz., s.167; Taftazanî, Sa'duddin, Şerhu'l-Akâid, ('Kestelli Haşiyesi' ile birlikte), Salah Bilici Kit., İstanbul tsz., s.150. 4. Ebu Hayyan, Muhammed b. Yusuf, el-Bahru'l-Muhît, Daru'l-Fikr, Beyrut 1992, I, 309. 5. Bkz., Harputî, Abdullatif, Tenkîhu'l-Kelam fî Akaidi Ehli'l-İslam, (Sad.: F. Karaman - İ. Özdemir), T.D.V. yayınları Elazığ Şubesi, Elazığ 2000, s. 282-3. İbn Ebi'l-İzz ise yapılacak olan şefaati sekiz grupta toplar. Bkz., İbn Ebi'l-'İzz, Şerhu'l-Akîdeti't-Tahaviyye, el-Mektebu'l-İslamî Beyrut 1988, s. 229-233. 6. Bkz. Kadî Abdulcebbar, Fadlu'l-İ'tizal ve Tabakâtu'l-Mu'tezile, (Nşr.: Fuad Seyyid), Tunus 1974, s.208; Zemahşerî, el-Keşşaf, Daru'l-Kütübi'l-İlmiyye, Lübnan,1995, III, 110; Avvad b. Abdullah el-Mu'tik, el Mu'teziletu ve Usûluhumu'l-Hamsetu, Mektebetu'r-Rüşd, Riyad 1996, s. 219-232. Mutezile'den Ebu Hâşim el-Cübbaî (ö. 321/933) ise, günahkar müminler için de şefaatin caiz olduğu görüşündedir. (Bkz., Kadî Abdulcebbar, Şerhu Usûli'l-Hamse, s. 690.) 7. Mesela bkz. Reşid Rıza, El-Vahyu'l-Muhammedî, Kahire 1988, (nşr.: ez-Zehrâ li'l-Alemi'il Arabî), s. 132; Fazlurrahman, Ana Konularıyla Kur'an, (Çev.: Alparslan), Ankara 1987, s. 95-96. 8. Meselâ Kur'ân'da Peygamberimiz'in şahsında şöyle denir: "Şüphesiz ki sen (insanları) müstakim yola hidâyet edersin (hidâyetlerine vesile olursun)" Şûrâ, 42/52. 9. Bkz., Buharî, Tevhid 66. 10. A'raf, 7/156. Ayrıca bkz., Ğafir, 40/7. 11. Bu çerçevede yapılmış izah için bkz., Dehlevî, İsmail b. Abdulğanî, Risaletu't-Tevhîd, el-Mektebetu'l-Yahyaviyye, Seharenfûr 1974, s.84. Keza bkz., İbn Ebi'l-'İzz, Şerhu'l-Akîdeti't-Tahaviyye, el-Mektebu'l-İslâmî Beyrut 1988, s. 239. 12. Zümer, 39/43. Ayrıca bkz. Yunus, 10/18. 13. Sebe', 34/23. 14. Tahâ, 20/109. 15. Necm, 53/26. 16. Enbiya, 21/28. 17. Bkz. Mü'min, 40/18. 18. Lukman, 31/13. 19. Bkz. Nisa, 4/48. Bu çerçevede Tirmizî'nin Sünen'inde geçen şu rivâyeti hatırlatmak yararlı olacaktır: "Benim şefaatim, Allah'a şirk koşmaksızın ölenler içindir." Bkz. Tirmizî, Sıfatu'l-Kıyame 13. 20. Müddessir, 75/48. Ayrıca bkz. 21. Müddessir, 75/49-50. 22. Taftazanî, Şerhu'l-Akâid, s. 149. 23. Sabunî, Maturîdiyye Akaidi, s.165. Ayrıca bkz., Îcî, Adududdin, el-Mevakıf fî İlmi'l-Kelâm, 'Alemu'l-Kütüb, Beyrut tsz., s. 380. 24. Mü'min, 40/18. 25. Bkz. Bakara, 2/254. 26. Bakara, 2/254. 27. Yazır, Hak DiniKur'an Dili, II, 848. 28. İkinci örnek olarak ele alacağımız İbrahim suresi 31. âyette infak emrinin başında namaz da zikredilir. 29. Bu âyetin detaylı yorumu için bkz., Erdal, Mesut, Kur'an'da Şefaat, s.103; Kesler, M. Fatih, "Kur'an-ı Kerim ve Hadislerde Şefaat İnancı", (Tasavvuf: İlmi ve Akademik Araştırma Dergisi), Ankara 2004, s.133-134.) 30. Zilzal suresinde bu hususa şu ifadeyle dikkat çekilir: "(O gün) kim zerre miktar hayır ve(ya) şer bir amel işlemişse onu (mutlaka karşısında) görecektir" Zilzal, 99/7-8. 31. Bakara suresi 48. âyette de değinildiği üzere, Hz. Peygamber'in risaletini inkâr eden yahudi topluluğu, ahirette kurtuluşlarını kendilerinden olduklarını düşündükleri geçmiş peygamberlerin şefaatına bağlamaya çalışıyorlardı. 32. İbrahim, 14/31. 33. İbn Kesir, Tefsiru'l-Kur'ani'l-Azim, Kahraman yay., İstanbul 1985, IV, 429. 34. Buharî, Daavat 21; Müslim İman 86. 35. Buharî, Tefsir 2; Müslim İman 84. Bu şefaat, İslam alimlerince umumiyetle 'büyük şefaat' anlamında şefaat-ı uzma olarak isimlendirilmiştir. 36. Bkz., Buharî, Tevhid 24. 37. Bkz., İbn Mace, Zühd 37. Keza bkz., Ebu Davud, Cihad 26. 38. Maturîdî, Ebu Mansur, Kitabu't-Tevhîd, (thk.: Fethullah Huleyf), Beyrut 1970, s. 365. 39. Sabunî, Nureddin, Maturîdiyye Akaidi (el-Bidaye), (Çev.: B. Topaloğlu), D.İ.B., yay., Ankara 1991, s. 165. 40. Taftazanî, Şerhu'l-Akâid, s.149. 41. Ebu Davud, Sünnet 21; Tirmizî, Kıyame, 11; İbn Mace, Zühd 37. 42. Bu çerçevede Kur'an'da yer alan onlarca âyet vardır. Bkz., M. Fuad Abdulbaki, Mu'cemu'l-Müfehres li Elfazi'l-Kur'ani'l-Kerim, Daru'l-Hadîs, Kahire 1988, s.965-7. 43. Necm, 53/39. 44. Erdal, Kur'an'da Şefaat, s. 160. 45. Gazalî, Ebu Hamid, İhya u Ulumi'd-Dîn, el-Mektebetu'l-Asriyye, Beyrut 1992, III, 482.
**************** Şefaat HaktırŞefaat, kelime olarak yardım etmek, yardım dilemek, vesile olmak manalarına gelir. Dinimizde şefaat dendiğinde ise, daha ziyade, mahşerde kurtulmak için çırpınan inananlardan izin verilenlere, yine izin verilenler tarafından yapılacak yardım, vesilelik ve aracılık akla gelir. Bu vesilelerin neler ve kimler olacağı konusunda Kur’an ve Sünnet’e baktığımızda çok geniş bir yelpaze buluruz: Peygamberimiz başta olmak üzere, Kur’an, Kur’an’dan bazı sureler, melekler, şehitler, çocuklar, veliler, âlimler, hafızlar, bazı ameller ve Allah’ın izin verdiği daha başka şeyler. Bütün bu şefaat edeceklerin başında tabii ki, şefaat-i uzmâ=en büyük şefaat sahibi Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem gelir.
Şefaat haktır ve hak olduğuna inananlar şefaate nail olurlar. Ahirete ait haller, buradaki iman ve amellere göre şekilleneceğine göre, burada şefaate inanmayan ötede şefaate nail olamayacaktır. Zira orada kişiye inandığı şekilde muamele edilecektir. Şefaatin hak olduğu, ayet ve hadislerde sabit olmakla beraber, bu husus aynı zamanda insan yapısının bir neticesidir. Zira insan, dünyevî işlerinde bile aracılara başvurur, bir vesile edinmeye çalışır. İnsanın aracıya, vesileye en fazla muhtaç olacağı yer hiç şüphesiz, ebedî hayatının gidişatını öğreneceği mahşer meydanıdır. Orada, insan sıkışacak, bunalacak, terleyecek, korkudan tir tir titreyecek, eşinden dostundan meded isteyecek ve kendisine uzanacak bir el arayacak. İşte onun bu halini bilen Yüce Yaratıcı, kulunun yardımına yetişecek yardımcılar, kendi huzurunda hatırı yüksek, kadri yüce vesileler yaratmış, yarattığı bu vesilelere şefaat etme hakkı vermiştir/verecektir. Böylece, sonsuz rahmetinin bir tecellisini de bu şekilde bizlere göstermiştir/gösterecektir. Şefaat hakkını da, şefaatin neticesini de Allah verdikten, şefaat edeceklere ve edileceklere Allah müsaade ettikten sonra artık bu konuda itiraz etmeye, şüphelenmeye ve hele hele “Allah’ın önünde torpil geçmez” demeye kimsenin hakkı yoktur. Kur’ân’a baktığımızda, şefaatle alakalı pek çok ayet vardır. Bu ayetlerden bazıları umumi manada şefaatin olmayacağını beyan eder. Fakat dikkatle bakıp ayetin öncesini sonrasını değerlendirdiğimizde, gerçekleşmeyecek olan şefaatin müşriklerle, kâfirlerle alakalı olduğunu görürüz. Ayrıca Kur’an’ın geneline baktığımızda bu ayetlerdeki umumî hükmün diğer bazı ayetlerle tahsis edildiğine, yani bazı şart ve durumlarda şefaatin gerçekleşeceği hükmünün verildiğine şahit oluruz. Şimdi bu konuda bazı ayetleri örnek verelim: Bakara sure-i celîlesinin 48 ve 123. ayetlerinin beyanları birbirine çok yakındır ve şefaatin kabul edilmeyeceğini beyan eder. Dikkat çekicidir ki, bu iki ayetten önceki ayetlerin ikisinde de yani 47 ile 122. ayetlerde, İsrailoğullarına hitab edilmekte ve onlara verilen nimetler nazara verilerek düşünmeleri istenmektedir. İsrailoğullarının genel düşüncesine baktığımızda onların, babalarının, dedelerinin ve peygamberlerinin her halükârda kendilerine şefaat edeceklerine inandıklarını fakat bu şefaate nail olma gayreti içinde bulunmadıklarını görürüz. İşte Cenab-ı Hak, onların bu çarpık düşüncelerini düzeltmek ve kendilerini ciddi sarsmak için mahşer gününde kimsenin kimseye fayda vermeyeceğini beyan buyurmaktadır. Gerçi, karşılıklı hiçbir faydalanmanın olmadığını beyan eden ayetlerden birinde hitap müminleredir (Bakara Suresi, 2/254) fakat hemen arkasından gelen ayete’l kürside, şefaatin Allah’ın iznine bağlı olduğu beyan edilmektedir. Evet, Allah’ın izni ve rızası çerçevesinde şefaatin gerçekleşeceğine dair olan pek çok ayet hem şefaatin hak olduğunu bildirmekte hem de önceki ayetlerin umumi ifadelerini tahsis etmektedir. Bazı örnekler verelim: Az önce zikrettiğimiz meşhur ayete’l kürsî de Allah şöyle buyurur: “İzni olmadan huzurunda şefaat etmek kimin haddine?” (Bakara Suresi, 2/255) Kendisinden izin çıkmadıkça, O’nun katında hiçbir şefaatçi iş bitiremez. (Yunus Suresi, 10/3) Rahman’ın huzurunda, söz almış olanlar dışında hiç kimse şefaat edemeyecek. (Meryem Suresi, 19/87) “O gün, Rahman’ın şefaat izni verip sözünden razı olduğu kimselerden başkasının şefaati fayda vermez.” (Tâhâ Suresi, 20/109) “Onlar, (melekler) sadece O’nun razı olduğu kimse hakkında şefaat ederler.” (Enbiya Suresi, 21/28) Hadisi şeriflerde şefaat meselesine baktığımızda ise, Efendimiz aleyhissalatü vesselam’ın şefaati çok geniş çerçeveli ele aldığını görürüz. En başta O’nun şefaat-i uzma, yani en büyük şefaat sahibi olduğunu hatırlamak gerekir. Bir hadislerinde şöyle buyururlar: "Kıyamet günü geldi mi, ben peygamberlerin imamı, hatibi ve (onlar arasında) şefaat (etmeye yetki) sahibi olacağım. Bunda övünme yok." (Tirmizi, Menakıb 3) Bir diğer hadiste ise Hz. Ebu Hureyre (radıyallahu anh) şöyle rivayet ediyor: Allah Resulü sallallahu aleyhi ve selem buyurdular ki: "Her peygamberin, Allah'ın kabul edeceği bir duası vardır. Her peygamber o duayı yapmada acele etti. Ben ise bu duamı kıyamet gününde, ümmetime şefaat olarak kullanmak üzere sakladım. Ona inşaallah, ümmetimin şirk koşmadan ölenleri nail olacaktır." (Buhârî, Daavât 1) Evet, bu dua şefaat olarak tecelli edecektir ve inşallah Allah bu konuda onu mahcub ve mahzun etmeyecektir. Duha suresindeki “Rabbin sana verecek ve sen razı olacaksın” ayetini hemen bütün müfessirlerimiz şefaat şeklinde anlamışlardır. Efendimiz sallallahu aleyhi veselllem Allah’tan hep ümmetini dilemiş, ötede de hep ümmetini dileyeceğini beyan etmiştir. Öyleyse istediği şey hep ümmetinin selametidir ve Allah onu bu konuda razı edecektir. Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem’in ümmetinin hepsi cennete girmedikçe razı olmayacağı ise malumdur. Çünkü o, Kur’an’ın ifadesiyle ümmetine çok düşkündür. (Tevbe Suresi, 9/128) Efendimiz’in ümmetinin büyük günah işleyenlerine yapacağı şefaate dair sözü ise bu konuda en çok duyduğumuz rivayettir: Şöyle buyururlar: “Benim şefaatim, ümmetimden büyük günah işleyenleredir.” (Ebû Dâvûd, Sünnet 23) Bu hadisi şerifi her ne kadar, “Efendimiz büyük günahlar işleyenlere şefaat edecek, küçük günah işleyenlere de âlimler, şehitler, hafızlar, küçük çocuklar ve bütün müminler şefaatçi olacak” şeklinde anlayabilsek de, “Efendimiz büyük günah işleyenlere şefaat edecekse küçük günahlar işleyenlere hayli hayli şefaat edecektir” şeklinde anlamakta da bir mahzur olmasa gerek. Zira Efendimiz’in himmeti büyüktür. Bütün ümmeti cennete girmedikçe rahat edemeyecektir. Efendimizin, kimlerin şefaat edeceğine ve kimlere şefaat edileceğine dair çeşitli beyanları vardır. Mesela bir hadislerinde "Kur'an-ı Kerim'de otuz ayetlik (şanı yüce) bir sure vardır. Bu sure kendisini okuyan kimseye kıyamet günü şefaat eder ve Allah'ın onu affetmesini sağlar. Bu sure Tebarekellezi bi-Yedihi'l' Mülk'dür" buyurmuştur. Ebu Davud'daki rivayette: "Okumak suretiyle arkadaşlığını kazanan kimseye sure şefaat eder" denilmiştir. (Ebu Davud, Salât 327) Yapılan güzel bir amelin şefaat edeceğine dair Efendimiz aleyhissalatü vesselam şöyle buyururlar: "Şefaatim, ümmetimden büyük günah işleyenler içindir. Bir adamın ateşe atılması için emir verilir. Giderken, (dünyada) susadığı zaman su vermiş olduğu adama rastlar, onu tanır ve ona: "Benim için şefaat etmeyecek misin?" der. Adam: "Sen de kimsin?" diye sorunca: "Ben sana falan gün su içirmedim mi?" der. Öbürü bunu tanır ve (Allah nezdinde) onun lehinde şefaatte bulunur. Adam da böylece geri çevrilir ve cennete gider." (Tirmizî, Kıyamet 11) Ebu Saîd el Hudrî hazretlerinin rivayet ettiği bir hadisi şerifte cennete giren bütün müminlerin, cehenneme girenleri çıkarmak için şefaatçi olacakları bildirilmektedir. (Nesâî, İman 18) İbni Mace’de geçen bir başka rivayette ise, “Kıyamet günü üç grup şefaat edecektir: Peygamberler, sonra âlimler, sonra şehitler” buyrulmuştur. Diğer bir rivayet şöyledir: "Ümmetimden bazıları var; bir cemaate şefaat eder, bazıları var bir kabileye şefaat eder; bazıları var bir bölüğe şefaat eder; bazıları da tek bir ferde şefaat eder ve cennete girmelerini sağlar." (Tirmizî, Kıyâmet 11) Bu sadedde, Tirmizi’de geçen bir hadisi şerifte Hazreti Osman’la alakalı olarak Efendimiz şöyle buyurur: “Osman bin Affan, kıyamet gününde, Rabia ve Mudar kabileleri kadar insana şefaat eder” Şehit hakkında “Ailesinden yetmiş kişiye şefaat eder” buyrulurken (Ebu Davud), hac vazifesini yerine getiren kişinin şefaat etmesiyle alakalı olarak da “Hacı, ehlinden, akrabalarından 400 kişiye şefaat edecektir.” denilir. (Kenzu’l Ummal, 11841) Bu tür rivayetler çoktur. Hepsini buraya almamız mümkün olmadığından bir fikir vermesi açısından bu kadarlıkla yetiniyoruz. Netice: Şefaat haktır. Eğer şefaat diye bir şey olmasaydı, olmayan bir şeyden bu kadar bahsetmenin bir manası olmazdı. Demek ki, şefaat vardır ve hakikattir. Bu hakikat pek çok ayet ve hadiste ifade edilmiş, kimlerin hangi şartlarda şefaat edeceğine, kimlere şefaat edileceğine dair yüzlerce hadis rivayet edilmiştir. Bu rivayetler sağlam ve temel olan hadis kaynaklarında yer almaktadır. Bu kadar rivayete ilave olarak bir de meseleyi insan psikolojisi açısından değerlendirip inancımızı kuvvetlendirmekte fayda vardır. Zira insan en çok sıkışacağı o kıyamet gününde, mutlaka kendisine yardım edecek birini arayacak, bir ameline sarılmak isteyecektir. İşte şefaat meselesi bütün parlaklığıyla orada ortaya çıkacak ve niceleri, değişik şefaatçilerin şefaatiyle kurtulacaktır. Böyle bir neticenin gerçekleşebilmesi için de şefaate inanmak şarttır. Zira insan, kıyamette inandığının ve yaptığının karşılığını görecektir.
http://hikmet.net/icerik/4465/sefaat-haktir
************** KUR’ANDAN ŞEFAATLE İLGİLİ ayetler وَاتَّقُوا يَوْمًا لَا تَجْزِي نَفْسٌ عَنْ نَفْسٍ شَيْئًا وَلَا يُقْبَلُ مِنْهَا شَفَاعَةٌ وَلَا يُؤْخَذُ مِنْهَا عَدْلٌ وَلَا هُمْ يُنْصَرُونَ (BAKARA,48) Şefaatin tamamının Allaha ait olduğu ve hiç kimsenin kimseye bir faydasının olmayacağını belirten bu ayetle çelişiyor gibi görünmesinin nedeni klasik şefaat inancına sahip çoğunluğun vermiş olduğu yanlış meal ve zorlama yorumlardır. Ayetlerin böylesine çığırından çıkarcasına yanlış anlamlar verilip şefaat inancının temellendirmesi uğruna Yüce rabbimizin muradının kurban edilmesinin ardında ya çok büyük bir plan yatmakta ya da çok büyük bir gaflet yer almaktadır. Çünkü alışıla geldiği şekliyle peygamberimizin şefaat etme selahiyetinin olması beraberinde diğer yüce şahsiyetlerin de aynı veya biraz daha aşağısında veya yukarısında ama Allahın indinde şefaat etme yetkilerini de beraberinde getirecek ve böylelikle insanlara kendilerine tabi olunduğunda kurtuluş vadeden kimselerin vaadlerinin de bir temeli olmuş olacaktır. Fakat yukarıda ayette de belirtildiği gibi o gün hiç kimse kimseye bir katkıda bulunamaz yardımcı olamaz. Kendisine yardım edilecekler sadece ve sadece Allahın izin verdiği kimseler olacaktır.
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا أَنْفِقُوا مِمَّا رَزَقْنَاكُمْ مِنْ قَبْلِ أَنْ يَأْتِيَ يَوْمٌ لَا بَيْعٌ فِيهِ وَلَا خُلَّةٌ وَلَا شَفَاعَةٌ ۗ وَالْكَافِرُونَ هُمُ الظَّالِمُونَ (BAKARA,254) Şefaat var diye güvenmeyin. Zaten sizin için önden gönderdikleriniz vardır. Namazı kılın zekatı verin bu gün ne yaparsanız ahirette daha güzeliyle karşılığını da bulacaktır. Bu ayet de yaygın olarak bilinen şekliyele şefaatin olmadığını yani kimsenin kimseye şefaat edemeyeceğini belirtmektedir. Dolayısıyla kenisine şefaat edilecek olan yani Allahın kendisine yardım edeceği Allahın sözünden razı olduğu ve verdiği sözde duran kişiden başkası değildir ve ancak böyle bir yaklaşımla şefaatle ilgili ayetler doğru anlaşılmış olacaktır. Aksi takdirde aradaki çelişki kimileri tarafından bile bile gizlenecek ve bu husuta belirttiğimiz art niyetteki haklılığımız ortaya çıkmış olacaktır.
مَنْ يَشْفَعْ شَفَاعَةً حَسَنَةً يَكُنْ لَهُ نَصِيبٌ مِنْهَا ۖ وَمَنْ يَشْفَعْ شَفَاعَةً سَيِّئَةً يَكُنْ لَهُ كِفْلٌ مِنْهَا ۗ وَكَانَ اللَّهُ عَلَىٰ كُلِّ شَيْءٍ مُقِيتًا (NİSA,85) Ayette özellikle dikkat edilmesi gereken husus buradaki şefaatin Allahın indindeki şefaat olmadığıdır. Yani burada bahsedilen insanlarda her kim birine bir iyilikle şefaat ederse ondan nasibinin olacağı. Ve bunun alternatifi olan kötü bir yardımla yardım ederse yani kötü bir yönlendirme yaparsa bundan da nasibinin olduğudur. Dolayısıyla buradaki şefaat aracılık anlamına bürünmekte ve ahirette Allahın indindeki şefaatten farklılık arzetmektedir ve apaçık ortadadır.
لَا يَمْلِكُونَ الشَّفَاعَةَ إِلَّا مَنِ اتَّخَذَ عِنْدَ الرَّحْمَٰنِ عَهْدًا(MERYEM,87) ‘Rahmanın ındinde söz verenlerden başkası yardımı hak edemezler.’ Burada Rahmanın ındinde söz verenler Arapça bir tabir olarak ahd verenler kimlerdir?sorusunun cevabını aramak gerekmektedir. Yine belirtmeliyiz ki burada da şefaat etme yetkisinden değil yardım alacaklardan bahsedilmekte ve yardım alacakların da bir söz verdikleri belirtilmektedir. Örnek vermek gerekirse Araf 102. ayette ‘Hem ekserîsinde ahde vefa görmedik, şu muhakkak ki ekserîsini taatten çıkar fasıklar gördük’ (Elmalılı), Nahl 95. ayetlerde ‘Allah'a verdiğiniz sözü az bir bedele satmayın! Eğer, bilirseniz gerçekten Allah'ın yanındakiler sizin için daha hayırlıdır.’ Bu ayette de söz veren insandır. (Şaban Piriş) Fetih suresi 10. ayette ‘Muhakkak ki sana biat edenler ancak Allah'a biat etmektedirler. Allah'ın eli onların ellerinin üzerindedir. Kim ahdini bozarsa, ancak kendi aleyhine bozmuş olur. Kim de Allah ile olan ahdine vefa gösterirse Allah ona büyük bir mükafat verecektir.’ buyurulmaktadır. Daha ayrıntılı bir tetkik için rad,20-25; İsra 34; Ali İmran,76… Bütün ayetler incelendiğinde ahd kelimesinin Allaha söz veren kişileri ifade ettiği ve söz veren kimselerin de fasık değil takva ehli olduğu anlaşılmaktadır. Başa dönecek olursak Ayette geçen şefaat edilecek kimselerin yani kendisine yardım edileceklerin verdikleri söze riayet eden ahde vefa göstererek fıska bulaşmayan kimseler olduğu anlaşılacaktır.
يَوْمَئِذٍ لَا تَنْفَعُ الشَّفَاعَةُ إِلَّا مَنْ أَذِنَ لَهُ الرَّحْمَٰنُ وَرَضِيَ لَهُ قَوْلً ا(TAHA,109) Meallerde genelde yanlış çeviri yapılmış.Çünkü şefaat edene değil edilene fayda edecek veya etmeyecektir.İlaç hastaya mı verilir? Yoksa doktora mı? Yardım fakire mi edilir zengine mi? İşte bunun gibi şefaat edene mi yoksa edilene mi fayda sağlayacak.Doğru bir meal vermek gerekirse; Ayette , ‘O gün şefaat fayda vermez, ancak Rahmanın sözünden razı olduğu ve kendisine izin verdiği kimselere (şefaat fayda verir.)’ Rahmanın sözünden razı olduğu kimseler kim olabilir? Bunlar yine Allaha verdikleri sözü tutanlar yani Ben müsümanlardanım diyen kimselerdir. وَمَنْ أَحْسَنُ قَوْلًا مِمَّنْ دَعَا إِلَى اللَّهِ وَعَمِلَ صَالِحًا وَقَالَ إِنَّنِي مِنَ الْمُسْلِمِينَ Fussilet 33. ayetinde de belirtildiği üzere Ben Müslümanlardanım deyip Ameli Salih işleyen ve Allaha çağıran kimseden başka kimin sözü güzel olabilir. Allahın razı olduğu kavl bu olsa gerektir.
وَلَا تَنْفَعُ الشَّفَاعَةُ عِنْدَهُ إِلَّا لِمَنْ أَذِنَ لَهُ ۚ حَتَّىٰ إِذَا فُزِّعَ عَنْ قُلُوبِهِمْ قَالُوا مَاذَا قَالَ رَبُّكُمْ ۖ قَالُوا الْحَقَّ ۖ وَهُوَ الْعَلِيُّ الْكَبِيرُ (SEBE,23) ‘Kendisine izin verilenler dışında şefaat kimseye fayda vermez.Ta ki kalplerinden korku giderilince Rabbiniz ne dedi dediler. Dediler ki hakkı buyurdu. O alii dir ve büyüktür.’ Klasik şefaat inancının bir uzantısı olarak bu ayette de verilen meallar genellikle şefaat etme yetkisi olarak çevirilmiş ve şefaat in bir yardım alma şekli olup Ahrette şefaatin tamamının Allaha ait olmasıyla da ters düşmektedir
قُلْ لِلَّهِ الشَّفَاعَةُ جَمِيعًا ۖ لَهُ مُلْكُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ ۖ ثُمَّ إِلَيْهِ تُرْجَعُونَ (zümer,44) Bu ayet şefaatle ilgili son noktayı koyan bir ayettir. Bu ayeti okuduktan sonra nasıl olurda insan Allahın indinde şefaatçiler olduğunu iddia edebilir. Yoksa bizim bilmediğimiz başka bir kaynakları mı var. Allahın bize uzattığı ve ona tutunduğumuzda doğrudan şaşmayacağımız kuran bize peygamberimizin bıraktığı en önemli emanet iken bu ayetlere rağmen şefaat var peygamberimiz ve veliler bize şefaat edecek diyenler bu emanete ne kadar sahip çıkmış olacaklar? Bu ayetler hikaye olsun diye gelmemiştir. Bunlara bakıp doğru yolu yani halisane dini yaşayalım diye vardır. Zümer Suresi 43. Yoksa onlar Allah'tan başkasını şefaatçılar mı edindiler? De ki: Onlar hiçbir şeye güç yetiremezler ve akıl erdiremezlerse de mi (Şefaatçı edineceksiniz)? 44. De ki: Bütün şefaat Allah'ındır. Göklerin ve yerin hükümranlığı O'nundur. Sonra O'na döndürüleceksiniz. 45. Allah, tek olarak anıldığı zaman, ahirete inanmayanların içlerine sıkıntı basar. Ama Allah'tan başkası anıldığı zaman hemen yüzleri güler.
وَلَا يَمْلِكُ الَّذِينَ يَدْعُونَ مِنْ دُونِهِ الشَّفَاعَةَ إِلَّا مَنْ شَهِدَ بِالْحَقِّ وَهُمْ يَعْلَمُونَ(ZUHRUF,86) Bu ayette dikkat edilmesi gereken konu bilerek hakka şahitlik edenlerin kimler olduğudur. Yine şefaat eden değil yardım alacak olan kimsenin bir özelliğidir bilerek hakka şahitlik etmek.. dolayısıyla bu ayetten yola çıkarak bir takım kimselerin şefaat edeceğini ispatlamaya çalışan kimsenin blinen şekliyle şefaatin olmadığını belirten ayetlerle de bir şekilde uzlaşması gerekecektir ki bu da beyhude bir çabadır. Hadid,19. ayette belirtilmektedir ki şahitler Allaha ve rasulüne iman edenlerdir. Hepimiz de Allah ve rasülüne iman ettiğimize göre ve bu kadar insan şefaat edemeyeceğine göre burada bahsedilen şahitler yani bizler şefaat edilecek olan kimseleriz ve şefaatin tamamı kendisine ait olan Allah bize şefaat edecekitr.
فَمَا تَنْفَعُهُمْ شَفَاعَةُ الشَّافِعِينَ (MÜDDESİR,48) Daha ilk inen ayetlerde şefaat Allahın indindeki şefaat reddedilmektedir. Sağdakiler soldakilere durumlarını sormakta ve soldakiler dünyadaki hallerinden bahsedince Allah onlara hiçbir şefaatçinin şefaat etmeyeceğini söylemektedir. Buradaki şefaatçilerde necm 26 ve enbiya 28 de belirtilen meleklerdir.
وَكَمْ مِنْ مَلَكٍ فِي السَّمَاوَاتِ لَا تُغْنِي شَفَاعَتُهُمْ شَيْئًا إِلَّا مِنْ بَعْدِ أَنْ يَأْذَنَ اللَّهُ لِمَنْ يَشَاءُ وَيَرْضَىٰ necm ,26
يَعْلَمُ مَا بَيْنَ أَيْدِيهِمْ وَمَا خَلْفَهُمْ وَلَا يَشْفَعُونَ إِلَّا لِمَنِ ارْتَضَىٰ وَهُمْ مِنْ خَشْيَتِهِ مُشْفِقُونَ enbiya,28
Yukarıdaki iki ayette de şefaat konusunda istisna kabul edilebilecek şefaatçilerden bahsedilir ki bunların şefaatı da bilinçli ve iradeli bir şefaat değil Allahın verdiği emri yerine getirme noktasında itaattir. Kuranın bahsettiği şefaatçiler bu meleklerdir. Ve tamamı,kendisine (Allaha) şefaati tecelli ettirmekle görevlidirler.
أَأَتَّخِذُ مِنْ دُونِهِ آلِهَةً إِنْ يُرِدْنِ الرَّحْمَٰنُ بِضُرٍّ لَا تُغْنِ عَنِّي شَفَاعَتُهُمْ شَيْئًا وَلَا يُنْقِذُونِ(YASİN,23) Allahın indinde edinilen şefaatçiler bu ayette onun dünundaki ilahlar olarak isimlendirilmektedir. Dolayısıyla Allah indinde her kim şefaatçi olarak kabul edilirse o kişi Allaha ortak koşulmuş olur.
هَلْ يَنْظُرُونَ إِلَّا تَأْوِيلَهُ ۚ يَوْمَ يَأْتِي تَأْوِيلُهُ يَقُولُ الَّذِينَ نَسُوهُ مِنْ قَبْلُ قَدْ جَاءَتْ رُسُلُ رَبِّنَا بِالْحَقِّ فَهَلْ لَنَا مِنْ شُفَعَاءَ فَيَشْفَعُوا لَنَا أَوْ نُرَدُّ فَنَعْمَلَ غَيْرَ الَّذِي كُنَّا نَعْمَلُ ۚ قَدْ خَسِرُوا أَنْفُسَهُمْ وَضَلَّ عَنْهُمْ مَا كَانُوا يَفْتَرُونَ (ARAF,53) Şefaatçi var mı ki şefaat etsin demek şefaatçi yoktur demektir. Yani onların söylediği anlamda şefaatçiler yoktur. Bu ayette ve daha pek çoğunda şefaat beklentisinin alternatifi olan kitapta yani kuranda yazılı olanlara uymak ve verilen söze vefa göstermek olacaktır.
وَلَمْ يَكُنْ لَهُمْ مِنْ شُرَكَائِهِمْ شُفَعَاءُ وَكَانُوا بِشُرَكَائِهِمْ كَافِرِينَ (RUM,13) Allahtan başka şefaatçi olmadığını ortaya koyan ayetlerden bir diğeri de budur.
وَلَقَدْ جِئْتُمُونَا فُرَادَىٰ كَمَا خَلَقْنَاكُمْ أَوَّلَ مَرَّةٍ وَتَرَكْتُمْ مَا خَوَّلْنَاكُمْ وَرَاءَ ظُهُورِكُمْ ۖ وَمَا نَرَىٰ مَعَكُمْ شُفَعَاءَكُمُ الَّذِينَ زَعَمْتُمْ أَنَّهُمْ فِيكُمْ شُرَكَاءُ ۚ لَقَدْ تَقَطَّعَ بَيْنَكُمْ وَضَلَّ عَنْكُمْ مَا كُنْتُمْ تَزْعُمُونَ(ENAM,94) Şefaatçileri Allaha ortak olarak belirten bu ayet lat menat uzza ve hübel gibi pek çoğunu Allaha ortak kılan cahiliye Araplarını hedef tahtasına oturtmaktadır. O zaman bu ayetlerden bizim alacağımız bir şey yokmudur? Kuran sadece indiği toplumu ilgilendiren bir kitap değildir. Yüzyıllar öncesinden bu güne seslenmektedir aslında. Onlar da Allaha inanmaktaydılar fakat ona dua ve ibadet ederken putları araya koyuyorlardı. Putlar şey değil kişilerdir. Arada uçurum var. Şey olsalar tahta ve taşlardan ibaret olurla. Halbuki onlar daha önce yaşamış yüce şahsiyetlerdir. Biz onlara bizi Allaha yaklaştırsınlar diye kulluk ediyoruz diyen cahiliye arabı bu gün söylemektedir bu sözleri. Tek fark sadece arap olmaması arap ve daha pek çok milletten olmasıdır. Allahtan başkasının şefaat edemeyeceği o gün hiçbir ortaklığın anlamı da yoktur. Çünkü her türlü bağ ortadan kalkmış olacaktır.
وَيَعْبُدُونَ مِنْ دُونِ اللَّهِ مَا لَا يَضُرُّهُمْ وَلَا يَنْفَعُهُمْ وَيَقُولُونَ هَٰؤُلَاءِ شُفَعَاؤُنَا عِنْدَ اللَّهِ ۚ قُلْ أَتُنَبِّئُونَ اللَّهَ بِمَا لَا يَعْلَمُ فِي السَّمَاوَاتِ وَلَا فِي الْأَرْضِ ۚ سُبْحَانَهُ وَتَعَالَىٰ عَمَّا يُشْرِكُونَ(YUNUS,18) Sanki dalga geçer gibi Allah katında kimsenin şefaat edemeyeceğini bildirdiği halde bunlar bizim şefaatçilerimizdir derler. Sanki Allah bilmiyor da onlar Allahtan daha iyi biliyor. Ağır olun bakalım. Allahtan başka şefaat eden yoktur indinde.
بَّكُمُ اللَّهُ الَّذِي خَلَقَ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ فِي سِتَّةِ أَيَّامٍ ثُمَّ اسْتَوَىٰ عَلَى الْعَرْشِ ۖ يُدَبِّرُ الْأَمْرَ ۖ مَا مِنْ شَفِيعٍ إِلَّا مِنْ بَعْدِ إِذْنِهِ ۚ ذَٰلِكُمُ اللَّهُ رَبُّكُمْ فَاعْبُدُوهُ ۚ أَفَلَا تَذَكَّرُونَ(YUNUS,3) Bu ayette Allahın dünundan bahsetmemektedir. Dünyada ki şefaatten bahseder ki zaten aracılık anlamında herkes birbirine şefaatçi olabilir ancak o da Allahın iznine bağlıdır. Neden olmasın ki şefaatin tamamı zaten Allahın değil midir?
اللَّهُ الَّذِي خَلَقَ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ وَمَا بَيْنَهُمَا فِي سِتَّةِ أَيَّامٍ ثُمَّ اسْتَوَىٰ عَلَى الْعَرْشِ ۖ مَا لَكُمْ مِنْ دُونِهِ مِنْ وَلِيٍّ وَلَا شَفِيعٍ ۚ أَفَلَا تَتَذَكَّرُونَ(SECDE,4) Diğer ayetlerde dünundan bahsetmediği zaman iznine bağlı şefaatçilerden bahsederken dununda ne bir veli yani destekçi ne de şefaatçi görebiliyoruz. Kesinlikle reddediliyor.
وَأَنْذِرْهُمْ يَوْمَ الْآزِفَةِ إِذِ الْقُلُوبُ لَدَى الْحَنَاجِرِ كَاظِمِينَ ۚ مَا لِلظَّالِمِينَ مِنْ حَمِيمٍ وَلَا شَفِيعٍ يُطَاعُmümin,18 Kıyametten haber verirken ne veli ne de şefi vardır.
اللَّهُ لَا إِلَٰهَ إِلَّا هُوَ الْحَيُّ الْقَيُّومُ ۚ لَا تَأْخُذُهُ سِنَةٌ وَلَا نَوْمٌ ۚ لَهُ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الْأَرْضِ ۗ مَنْ ذَا الَّذِي يَشْفَعُ عِنْدَهُ إِلَّا بِإِذْنِهِ ۚ يَعْلَمُ مَا بَيْنَ أَيْدِيهِمْ وَمَا خَلْفَهُمْ ۖ وَلَا يُحِيطُونَ بِشَيْءٍ مِنْ عِلْمِهِ إِلَّا بِمَا شَاءَ ۚ وَسِعَ كُرْسِيُّهُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ ۖ وَلَا يَئُودُهُ حِفْظُهُمَا ۚ وَهُوَ الْعَلِيُّ الْعَظِيمُ(BAKARA,255) Onun indinde kendisinin izin verdiğinden başkasına şefaat edilmez burada da şefaatin tamamının Allaha ait olduğunu unutmadan şefaati de kendisinin yağacağı gözden kaçırılmamalıdır. Allahın indi sadece ahrette midir. Haşa onun indi her şeyi kuşatır. Dünyadaki indinde yani hurunda izin verdiği kimseler şefaat edecektir ama diğer ayetlerde hatırlatıldığı ve uyarıldığımız üzere ahretteki ındınde yani hesaplaşma gününde kimsenin böyle bir yetkisi yoktur.
Araf ,53 (metin olarak kopyalayamadım)
Allahtan korkan müttekılerin Allahtan başka ne velileri vardır ne de şefaatçileri vardır. Bu uyarı kuranı okumak ve anlama noktasındaki gayretlerin ne kadar önemli olduğunu bildirmekte ve kurandan haberi olmayan kimselerin şefaat konusunda ne kadar yanılabileceklerini bize ispatlamaktadır.
وَذَرِ الَّذِينَ اتَّخَذُوا دِينَهُمْ لَعِبًا وَلَهْوًا وَغَرَّتْهُمُ الْحَيَاةُ الدُّنْيَا ۚ وَذَكِّرْ بِهِ أَنْ تُبْسَلَ نَفْسٌ بِمَا كَسَبَتْ لَيْسَ لَهَا مِنْ دُونِ اللَّهِ وَلِيٌّ وَلَا شَفِيعٌ وَإِنْ تَعْدِلْ كُلَّ عَدْلٍ لَا يُؤْخَذْ مِنْهَا ۗ أُولَٰئِكَ الَّذِينَ أُبْسِلُوا بِمَا كَسَبُوا ۖ لَهُمْ شَرَابٌ مِنْ حَمِيمٍ وَعَذَابٌ أَلِيمٌ بِمَا كَانُوا يَكْفُرُونَ (enam,70)
*****************************
| |
| | | @bdulKadir Adminstratör
Mesaj Sayısı : 6736 Rep Gücü : 10015190 Rep Puanı : 97 Kayıt tarihi : 17/03/09 Yaş : 61 Nerden : İzmir
| Konu: Geri: Şefaat Haktır C.tesi Mart 17, 2012 10:55 pm | |
| 'Zâlimlerin, şefâatçisi yoktur' âyetini nasıl anlamak gerekir? Cevaplar "Onları, yaklaşan o müthiş güne karşı uyar. Yürekler ağıza gelir, yutkunur da yutkunurlar. O zâlimlerin ne dostları, ne de sözüne itibar edilir şefâatçileri olur."163 Âyette "zâlimler" için şefâatçi bulunmayacağı bildirilmişti. Burada konuyu daha da netleştirebilmek için Kur'ân'daki zulm kavramına temas etmemiz yerinde olacaktır: Arapça'da zulm kelimesi "bir şeyi asıl yerine değil de başka bir yere koymak", "haddi aşmak", "istikâmetten ve asıl maksattan sapmak" anlamlarına gelmektedir.164 Kur'ân'daki zulm kavramını ise Râğıb el-İsfahânî şöyle özetlemektedir: "Kur'ân'da zulm kelimesi hem büyük hem de küçük günah için kullanılmıştır. Meselâ Kur'ân, Hz. Âdem (Bakara, 2/35) için, hem de İblis (Kehf, 18/50) için –her ne kadar bu iki zulüm arasında büyük fark bulunsa da– zâlim nitelemesini yapmıştır. Âlimler zulmü üç kısma ayırmışlardır: Birincisi, insan ile Allah arasında cereyan eden zulümdür ki, bu zulmün en büyüğü küfür, şirk ve nifaktır. Bu nedenle Allah, "Muhakkak ki şirk büyük bir zulümdür" (Lokman, 31/13) buyurdu. Yine bunu kastederek "Dikkat edin! Allah'ın lâneti zalimler üzerinedir" (Hûd, 11/18) demiştir. Kezâ bu mânâda "Allah'a karşı yalan söyleyenden daha zâlim kimdir?" (Zümer, 39/32) buyurmuştur. İkincisi, insan ile hemcinsleri arasındaki zulüm. "Bir kötülüğün karşılığı bir kötülüktür...ilh", (Şûrâ, 42/40), "Allah, zâlimleri sevmez" (Âl-i İmrân, 3/140), "kim mazlûm olarak katledilirse" (İsrâ, 17/33) gibi âyetlerde geçen zulümler bu cümledendir. Üçüncüsü de, kişi ile kendisi arasında cereyan eden zulümdür. "Onlardan bir kısmı, kendine zulmetmiştir" (Fâtır, 35/32), "Ben, kendime zulmettim" (Kasas, 28/16), "Hani onlar nefislerine zulmetmişlerdi" (Nisâ, 4/64), "yoksa zâlimlerden olursunuz" (A'râf, 7/19), "Kim bunu yaparsa nefsine zulmetmiş olur" (Bakara, 2/231) gibi âyetler de zulmün bu nev'ini anlatır. Râğıb el-İsfahânî, aslında bu üç tür zulmün hakikatte nefse zulme ircâ edilebileceğini ifade eder ki165 doğru bir tesbittir. Zira insanoğlu, kime karşı ne yaparsa yapsın âhirette, ceza veya ödülünü bizzat kendisi görecektir. Yani daha açık bir ifadeyle "İnsan ne yaparsa kendisine yapar." diyebiliriz. Önde gelen müfessirlerimizden Kurtubî bazılarının zulm ve zalim kelimesini geniş kapsamda ele alarak, onların şefâati reddeden söylemlerine karşı şöyle der: "Bazıları bu âyetle ilgili olarak dediler ki, "kebâir/büyük günah işleyenler zâlimdirler ve kim de bir kötülük yaparsa karşılığını mutlaka görür, ondan şefâat de kabul edilmez." Bize göre ise bu âyetler bütün zâlimler için genel değildir ve kullanılan kalıp, umum ifade etmez ki, her kötülük yapanı içine alsın. Burada kastedilenler, aslında müminler değil, kâfirlerdir. Bunu desteklemek üzere gelen haberler mevcuttur. Nitekim, Allah bazı toplumlar için şefâati öngörürken, bazılarından da kabul etmeyeceğini bildirmiştir. Şefâat kâfirlere değil, müminlere fayda verecektir. Müfessirler, "Öyle bir günden sakının ki, o gün hiç kimse başkasının yerine bir şey ödeyemez, kimseden şefâat kabul edilmez, hiç kimseden fidye alınmaz, hem onlara yardım da edilmez." (Bakara, 2/48) âyetindeki 'nefs'ten muradın, kâfir nefs olduğu konusunda fikir birliği halindedirler. Biz her ne kadar azabın tüm zâlim ve âsiler için söz konusu olacağını söylemiş olsak da, müminler ateşte ebedî kalacaklardır diyemeyiz. Zira bu konuda delilimiz, "Allah kendisine ortak koşulmasını bağışlamaz, ama bunun altındaki diğer günahları, dilediği kimse hakkında affeder." (Nisâ, 4/48) ve "Allah'ın rahmetinden aslâ ümidinizi kesmeyiniz. Çünkü, kâfirler gürûhu dışında hiç kimse, Allah'ın rahmetinden ümidini kesmez" (Yusuf, 12/87) âyetleridir. Eğer itiraz edenler, Allah: "Onlar, ancak Allah'ın râzı olduğu kimselere şefâat ederler" buyurdu. Fâsık da Allah'ın râzı olmadığı kimsedir. Dolayısıyla, 'fasıklara şefâat edilemez', derlerse cevabımız şöyle olur: "Dikkat edilirse Allah râzı olmak fiilini, gelecek zaman kipiyle, yani "râzı olacağı kimseler hariç" dememiş, aksine geçmiş zaman kipi kullanarak "râzı olduğu kimseler hâriç" buyurmuştur. Allah'ın şefâat için râzı olduğu kimseler ise "Rahman'ın huzurunda, söz almış olanlar dışında hiç kimse şefâat edemez." (Meryem, 19/87) âyetinin gösterdiği üzere tevhid ehlidir. Nitekim bu âyetle ilgili olarak, Allah Rasûlü'ne "Allah'ın yaratıklarıyla olan ahdi nedir? diye sorulmuş, cevap olarak da "O'na inanmaları ve O'na hiçbir şeyi ortak koşmamalarıdır" buyurmuştur. Müfessirler, "Tevbe edenleri ve Senin yoluna uyanları bağışla" (Mü'min, 40/7) âyetini şirkten tevbe edenler diye tefsir etmişler, yoldan maksadın ise müminlerin yolu olduğunu belirtmişlerdir. Buna göre melekler, Allah'tan onların şirk dışında kalan günahlarını bağışlamasını taleb etmişlerdir; çünkü Allah şirk dışındaki günahları bağışlayabileceğini beyan etmektedir. (Nisâ, 4/48) İtiraz edenler eğer, "Ümmetin tamamı Hz. Peygamber'in şefâatini isterler. Şayet sadece kebâir ehli için olsaydı meleklerin bu istiğfar talebi anlamsız olurdu." diyecek olurlarsa, onlara cevabımız şudur: "Her Müslüman, Hz. Rasûlullah'ın şefâatinin kendisine de erişmesini ister. Çünkü Müslüman, günahlardan sâlim olmadığına inanır ve Allah'ın yüklediği tüm mükellefiyetleri tam yerine getiremediğinin bilincindedir. Hatta her mümin kendi noksanlığını itiraf eder. Bu nedenle cezadan korkar ve bu bağlamda Allah Rasûlü buyurur ki: "Hiç kimse, Allah'ın rahmeti olmaksızın kurtulamaz." Sen de mi ey Allah'ın Rasûlü denilince "Evet ben bile, ancak Allah'ın rahmetiyle beni kuşatması sayesinde kurtulabilirim."166 Âyet hakkında Tefhîmu'l-Kur'ân'da ise şu yorum yapılmaktadır: "Burada kâfirlerin "şefâat" hakkındaki inanç ve tasavvurları reddedilmektedir. Zâlimlerden şefâat eden olmayacaktır. Çünkü şefâat etme hakkı sadece sâlih kullara verilecektir. Allah'ın sâlih kulları ise, zalim, fâsık ve fâcir kimselerle dost olamayacakları için onlara şefâatte de bulunamazlar."167 Âyet üzerindeki yorumları şöyle değerlendirmemiz mümkündür: Âyette belirtilen zâlimler ifadesinin anlamı, küfür ve şirk üzere ölen insanlardır. Yoksa günaha girmek anlamındaki kendi kendilerine zulmedenler değildir. Buna göre, küfür ve şirk içinde ölen insanlar için kesinlikle şefâat söz konusu olmayacaktır. Ancak mümin olmakla birlikte şirk ve inkâr dışında bazı günahlarla Allah'ın huzuruna varanların şefâat ile kurtuluşa ermeleri imkân dâhilindedir. (Doç. Dr. Mesut Erdal, 40 Soruda Şefaat İnancı) ******************** Resulullah efendimizin şefaatiKur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki: (Allahü teâlâ, şefaat edene ve şefaat edilene izin vermedikçe, hiç kimse şefaat edemez. Kalblerindeki müthiş korku giderilince, [şefaat bekleyenler, şefaat edenlere] “Rabbiniz şefaat hakkında ne buyurdu?” diye soracaklar. Onlar [şefaat edenler] ise, “Hak olanı buyurdu [şefaate izin verdi]” diyecekler.) [Sebe 23]Sual: Şefaatin hak olduğunu kabul etmeyen bir tek Ehl-i sünnet âlimi var mıdır? CEVAP
Bütün Ehl-i sünnet âlimleri, ittifakla, hepsi şefaati kabul etmişlerdir. Sadece nakilden çok akla tâbi olan Mutezile denilen sapık bir fırka ve Vehhabiler şefaati inkâr etmiştir. Yeni türedi bazı yazarlar da Peygamber efendimize düşmanlık ederek, “Kur'anı getirmekle onun vazifesi bitmiştir. Kimseye faydası olmaz, şefaat edemez” diyorlar. Onun, âlemlere rahmet olarak geldiğini kabul etmiyorlar, Mutezileye, Vehhabilere inanıyorlar da, şefaatin hak olduğunu bildiren âyet ve hadisleri inkâr ediyorlar. Halbuki Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki: (Resule itaat eden, Allah’a itaat etmiş olur.) [Nisa 80] (Allah ve Resulüne itaat eden, en büyük kurtuluşa ermiştir.) [Ahzab 71] (Peygamberin verdiğini alın, yasak ettiğinden sakının!) [Haşr 7] (De ki; “Bana uyun ki, Allah da sizi sevsin!”) [Al-i İmran 31] {Bu âyet-i kerime gelince, münafıklar, “Muhammed kendisine tapılmasını istiyor” dediler. [Şimdiki mezhepsizler de, “Peygamber, Allah’tan üstün tutuluyor” diyorlar.] Bunun üzerine aşağıdaki âyet-i kerime inmiştir. (Şifa-i şerif)} (De ki; “Allah’a ve Peygambere itaat edin! [İtaat etmeyip] yüz çeviren [kâfir olur] Elbette Allahü teâlâ kâfirleri sevmez.) [Al-i İmran 32] Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki: (Allahü teâlâ, şefaat edene ve şefaat edilene izin vermedikçe, hiç kimse şefaat edemez. Kalblerindeki müthiş korku giderilince, [şefaat bekleyenler, şefaat edenlere] “Rabbiniz şefaat hakkında ne buyurdu?” diye soracaklar. Onlar [şefaat edenler] ise, “Hak olanı buyurdu [şefaate izin verdi] ” diyecekler.) [Sebe 23] (O gün, kimse şefaat edemez. Ancak Rahman olan Allah’ın izin verdiği ve sözünden hoşlandığı kimse şefaat eder.) [Taha 109] (Rahman olan Allah’ın nezdinde söz ve izin alanlardan başkası şefaat edemez.) [Meryem 87] (Allah’ı bırakıp da, taptığı putlar şefaat edemez. Ancak hak dine inanıp ona şahitlik eden kimseler şefaat eder.) [Zuhruf 86] (Onlar, Onun [Allah’ın] rızasına kavuşmuş olandan başkasına şefaat etmezler.) [Enbiya 28] (Sadece Allah’ın dilediği ve razı olduğu kimselere şefaat etmesi için izin verilen, göklerde nice melekler vardır.) [Necm 26] (Allah’ın izni olmadan kim şefaat edebilir?) [Bekara 255] (Allah’ın izni olmadan hiç kimse şefaatçi olamaz.) [Yunus 3] (Bütün şefaatler Allah’ın iznine bağlıdır.) [Zümer 44] Bu âyet-i kerimelerde görüldüğü gibi, şefaat yetkisine sahip olanlar, (Peygamberler, âlimler, şehidler gibi) ancak Allahü teâlânın izni ile şefaat edeceklerdir. Yukarıdaki âyet-i kerimelerde, Allah’ın izni olmadan kimsenin şefaat edemiyeceği açıkça bildirilmektedir. Ancak Allah’ın izin verdiklerinin bundan müstesna oldukları, yani ancak Allah’ın izni ile şefaat edecekleri bildirilmiştir. Kimler şefaate kavuşur?
Kâfirlere şefaatçi olmadığını ve putların şefaat edemiyeceğini gösteren âyetleri vehhabiler müslümanlara yüklemeye çalışıyorlar, Peygamberler de şefaat edemez diyorlar. Şefaate sadece iman ehli kavuşacak, kâfirler şefaatten mahrum kalacaklardır. Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki: (Artık şefaat edicilerin [Peygamberlerin, meleklerin, salihlerin, şehidlerin] şefaati, onlara [kâfirlere] fayda vermez.) [Müddesir 48] (O gün zalimler [kâfirler] için, müşfik bir dost, sözü dinlenecek şefaatçi de yoktur.) [Mümin 18] (Kâfir için dost ve şefaatçi yok) demek, (Müminler için dost ve şefaatçi var) demektir. Mesela Mümin suresinin 7, 8 ve 9.âyet-i kerimelerinde, meleklerin müminler için dua ettiği bildirilmektedir. Meleklerin duası elbette kabul olur. (Kitabın haber verdiği sonuçtan başka bir şey mi bekliyorlar? Haber verilenler ortaya çıktığı gün, önce onu unutmuş olanlar, “Rabbimizin Peygamberleri elbette bize gerçeği getirmişti, şimdi bize şefaat etsin, yahut geriye çevrilsek [dünyaya tekrar gitsek] de işlediklerimizin başka türlüsünü işlesek” derler. Doğrusu kendilerini mahvetmişlerdir, uydurdukları şeyler [putlar] onları koyup kaçmışlardır.) [Araf 53] (Orada putlarıyla çekişerek derler ki: “Vallahi biz apaçık bir sapıklıkta idik; çünkü biz sizi âlemlerin Rabbine eşit tutmuştuk; bizi saptıranlar ancak suçlulardır; şimdi şefaatçimiz, yakın bir dostumuz yoktur; keşke geriye bir dönüşümüz olsa da, inananlardan olsak.) [Şuara 96-102] (Allah'a koştukları) ortaklarından kendilerine hiçbir şefaatçi çıkmayacaktır. Zaten onlar, ortaklarını da inkâr edeceklerdir.) [Rum 13] (Ondan başka ilahlar mı edineyim? O Rahman olan Allah, eğer bana bir zarar dilerse putların şefaati bana hiçbir fayda vermez, beni kurtaramaz.) [Yasin 23] Yukarıdaki âyetler, kâfirlere putların şefaat edemiyeceğini göstermektedir. Bu âyetleri ileri sürerek, (Müslümanlara Peygamberler, melekler, âlimler, evliya, şehidler, Kur’an-ı kerim şefaat edemez) diyerek cahilce iftira ediyorlar. Kur’anı insanlara açıkla
Eşsiz mucize olan Kur’an-ı kerime uyabilmek için, Kur’anın muhatabı olan Peygamber efendimize uymak ve şerefli sözlerini [hadis-i şeriflerini] kabul etmek lazımdır. Allahü teâlâ, Resulüne Kur’anın açıklamasını, hüküm koymasını emredip, iman, itaat ve Kelime-i şehadette de Resulünü kendisiyle birlikte bildiriyor: (Kur’anı insanlara açıklayasın diye sana indirdik.) [Nahl 44] (İhtilaflı şeyleri insanlara açıklayasın ve iman eden bir kavme de hidayet ve rahmet olsun diye bu Kitabı sana indirdik.) [Nahl 64] (İhtilaflı bir işin hükmünü Allah’tan [Kur’andan] ve Resulünden [Sünnetten] anlayın!) [Nisa 59] (Aralarındaki anlaşmazlıkta seni hakem tayin edip, verdiğin hükmü tereddütsüz kabullenmedikçe, iman etmiş olmazlar.) [Nisa 65] (Allah ve Resulü, bir işte hüküm verince, artık inanmış kadın ve erkeğe, o işi kendi isteğine göre, tercih, seçme hakkı kalmaz.) [Ahzab 36] (Allah’a ve ümmi nebi olan Resulüne iman edin!) [Araf 158] (Allah’a ve Resulüne itaat edin!) [Enfal 20] (Allah’a ve Resulüne inanmayan [kâfir olur] kâfirler için de çılgın bir ateş hazırladık.) [Feth 13] (Size kitabı, hikmeti getiren ve bilmediklerinizi öğreten bir Resul gönderdik.) [Bekara 151] (Yalnız Kur’an) diyenler kesinlikle Kur’an-ı kerime inanmıyorlar. İslamiyet’i yıkmak için inanmış gibi görünüyorlar. Bunların, Kur’an ve Sünneti kabul etmedikleri için kâfir olduklarını âyetlerle bildirdik. Bu konudaki hadis-i şerifler de şöyledir: (Cebrail aleyhisselam, Kur’an ile beraber açıklaması olan sünneti de getirmiştir.) [Darimi] (Bana Kur’anın misli kadar daha hüküm verildi.) [İ. Ahmed] (Yalnız Kur’andaki helal ve haramı kabul edin diyenler çıkar. İyi bilin, Peygamberin haram kılması, Allah’ın haram kılması gibidir.) [Tirmizi, Darimi] (Bana uyan Cennete girer, bana isyan eden ise giremez.) [Buhari] (Bir zaman gelir “Kur’andan başka şey tanımam” diyenler çıkar) [Ebu Davud] (Kur’ana ve sünnete uyan hiç sapıtmaz.) [Hakim] (Sünnetimden yüz çeviren benden değildir.) [Müslim] (Bir zaman gelir, beni yalanlayanlar çıkar. Bir hadis söylenince, “Resulullah böyle şey söylemez. Bunu bırak, Kur’andan söyle” der.) [Ebu Ya’la] Yalnız Kur’an diyenler, Kur’andaki İslam diyenler, utanmadan yalan söylüyorlar. Sözlerinde zerre kadar samimiyet yoktur. Kur’ana inanmalarında samimi olsalardı, âyetlere inanırlardı. Allahü teâlâ yalnız Kur’an mı diyor? (Resulüme uyun, onun bildirdiği her şeyi kabul edin, haram ettiklerinden sakının, Resule uyan bana uymuş olur. Ona isyan eden bana isyan etmiş olur. Onun sözleri vahye dayanır. Onun sözünü benim sözüme aykırı görenler ve Allah’ın yolu ile Peygamberin yolunu birbirinden ayırmak isteyenler kâfirdir) buyurmuyor mu? İşte âyet-i kerime mealleri: (Resulümün verdiğini alın, yasakladığından da sakının!) [Haşr 7] (O, [Resulüm] vahiyden başkasını söylemez.) [Necm 3,4] (Resulüme uyun ki, doğru yolu bulun!) [Araf 158, Nur 54] (Resule itaat eden, Allah’a itaat etmiş olur.) [Nisa 80] (Allah ve Resulüne itaat eden Cennete, isyan eden Cehenneme gider.) [Nisa 13,14] (Aralarında hüküm verilmek üzere Allah’a ve Peygambere çağırıldıkları vakit: “İşittik, itaat ettik” demek, ancak müminlerin sözüdür, işte kurtuluşa erenler onlardır.) [Nur 51] (Allah’a ve Resulüne karşı gelen, bilsin ki, Allah’ın azabı çok şiddetlidir.) [Enfâl 13] (Allah’a ve Resulüne itaat edin! [uymayıp] yüz çeviren [kâfirdir] Allah da kâfirleri sevmez.) [A. İmran 32] (Allah ile resullerinin emirlerini birbirinden ayırıp ikisi arasında bir yol tutmak isteyen kâfirdir.) [Nisa 150,151] Kur’anda, (yalnız Kur’ana uyun) denmiyor, (Allah’a ve resulüne uyun) deniyor. Resulünü devreden çıkaran, Kur’anın açıklaması olan hadisleri delil saymayan, Kur’anın ifadesi ile kâfir olur. Resulullah efendimiz açıklıyor
Allahü teâlâ, (Ey Resulüm, Kur’anı insanlara açıkla) buyuruyor. Resulü de açıklıyor: (İsra suresinin (yakında Rabbin sana makamı mahmudu verecektir) [mealindeki] âyet-i kerimedeki "Makamı mahmud" bana verilecek şefaat hakkıdır.) [Tirmizi] (Ahirette ilk şefaat eden ve şefaati kabul olan ben olacağım.) [İbni Mace] (Kıyamet günü en önce ben şefaat edeceğim.) [Müslim] (İmanla ölen herkese şefaat edeceğim.) [Buhari, Müslim] (Her Peygamberin, müstecab [kabul olan] bir duası vardır. Ben duamı, ümmetime şefaat etmek için ahirete sakladım.) [Buhari] (Ümmetimin yarısının Cennete girmesi ile şefaat etmem arasında serbest bırakıldım. Şefaat etmeyi seçtim. Çünkü şefaatimle daha çok kimse Cennete girer.) [İbni Mace] (Benden önce hiçbir Peygambere verilmeyen beş şeyden biri şefaattir. Şirk üzere ölmeyen [imanla ölen] herkese şefaat edeceğim.) [Bezzar] (Ümmetimden büyük günah işleyenlere şefaat edeceğim.) [İmam-ı Ahmed, Nesai, Tirmizi, Ebu Davud] Peygamber efendimiz, günahkârlara şefaat edeceğini bildirince, Hazret-i Ebüdderda, (İmanı olan hırsız ve zâniler de şefaate kavuşacak mı?) diye sual etti, (Evet, onlara da şefaat edeceğim) buyurdu. (Hatib) (Nefslerine aldananlara şefaat edeceğim.) [Deylemi] (Kıyamette, kum sayısından daha çok kimseye şefaat ederim.) [Taberani] (Ehl-i beytimi sevenlere şefaat edeceğim.) [Hatib] (Eshabımı kötüleyenden başka, herkese şefaat edeceğim.) [Buhari] (Kabrimi ziyaret edene şefaatim vacip oldu.) [İbni Huzeyme, Bezzar, Dare Kutni, Taberani] (Kabrimi ziyaret edenin şefaatçisiyim.) [Taberani] (Sırf beni ziyaret için gelen, Allah’ın izniyle şefaatime kavuşur.) [Müslim] (Medine’de ölenlere şefaat ederim.) [Tirmizi] (Medine’nin sıkıntılarına katlanana, şefaat ederim.) [Müslim] (Sünnetimi [imanını] elinden kaçıran kimseye [kâfire] şefaatim haram oldu.) [Şir’a] (Şefaatime inanmayan kimse, ona kavuşamaz.) [Şir’a] (Şefaatime kavuşmak isteyen kızını fasıka vermesin!) [Şir’a] (Şefaatime en layık olan, bana en çok salevat okuyandır.) [Tirmizi] (Cuma günü ve gecesi çok salevat getirene şefaat ederim.) [Beyheki] (Ümmetimden geri kalan olur korkusu ile Cennete girdiğim halde tahtıma oturmam. Allahü teâlâya, "Ya Rabbi ümmetim ümmetim" derim. Rabbim "Ümmetine ne yapmamı istiyorsun?" buyurur. Ben de "Ya Rabbi onların hesaplarını çabuk gör, sıkıntıdan kurtulsunlar" derim. Cehennemliklerin listesi bana verilir. Onlara şefaat ederim. Hatta Cehennem hazini Malik "Ümmetinden cezalanacak kimse bırakmadın" der.) [Beyheki, Taberani] (Rabbin sana [ahirette çeşitli nimetler, şefaat izni] verecek, sen de hoşnut, razı olacaksın) mealindeki Duha suresi beşinci âyet-i kerimesi inince, Resulullah efendimizin, (Ümmetimden bir kişi Cehennemde kalsa razı oldum demem) diye söylediği tefsirlerde bildirilmiştir. (Tibyan)
Lütfu ile daha fazla verir
Şuarâ suresinin 100. âyetinde, Cehennemdekilerin, (Bizim için şefaat edici [şefaat etmesine izin verilen] kimse yoktur) dedikleri bildirilmektedir. Şurâ suresinin 26. âyetinde ise, (İman edip salih amel işleyenlerin dualarına icabet eder. Lütfundan, fazlasını da verir) buyuruluyor. Fazlasını verir ifadesi , “Onlara şefaat edici arkadaşlar verir ve beraber Cennete girerler” diye tefsir edilmiştir. (İhya)
Hadis-i şerifte de buyuruldu ki: (Kıyamette Peygamberler, âlimler ve şehidler şefaat eder.) [İbni Mace] Bütün müfessirler, muhaddisler ve fakihler gibi, dört mezhep imamı da şefaatin hak olduğunu bildirmişlerdir. Bütün âlimlerin en büyüğü olan imam-ı a’zam hazretleri, (Peygamberler, âlimler ve salihler, günahkârlara şefaat edecektir) buyurdu. (Fıkh-ı ekber)
Buraya kadar, şefaatin hak olduğunu bildiren âyet-i kerime ve hadis-i şerifler ile Ehl-i sünnet âlimlerinin yazılarından bazısını bildirdik. Kur’an-ı kerimi açıklayan Peygamber efendimiz ve Eshabı ve Ehl-i sünnet âlimlerinin tamamı şefaatin hak olduğunu bildirmiştir. Bir hadis-i şerifin Kur’an-ı kerime aykırı olup olmadığını en iyi bilen muhaddisler ve diğer Ehl-i sünnet âlimleridir. Bütün muhaddisler, şefaatle ilgili hadis-i şerifleri bildirmişlerdir. Onlar, bir hadisin Kur’an-ı kerime aykırı olup olmadıklarını bilemiyor da, Mısırlı, Suriyeli ve yerli türedi mezhepsizler mi biliyor? Sen razı olana kadar
Putlarla ilgili âyet-i kerimeleri gösterip, (Resulullah müminlere şefaat edemez) demek, mezhepsizliğe has bir taktiktir. Duha suresinin, (Sen razı olana [yeter diyene] kadar, her dilediğini vereceğim) mealindeki 5. âyeti, Allahü teâlânın, Peygamberine bütün ilimleri, bütün üstünlükleri, ahkam-ı İslamiyeyi, düşmanlarına karşı yardım ve ümmetine kıyamette her türlü şefaat ve tecelliler ihsan edeceğini vaad etmektedir. Bu âyet-i kerime gelince, Cebrail aleyhisselama bakıp, (Cehennemde bir müminin kalmasına razı olmam) buyurdu. Yine buyurdu ki: (O kadar çok kimseye şefaat ederim ki, Rabbim Allahü teâlâ, bana, “Razı oldun mu?” diye sorunca, “Evet razı oldum” derim.) [Beyheki, Bezzar, Taberani] (Kıyamette Sırat köprüsünün başında durur, ümmetimin geçmesini beklerim. Allahü teâlâ, "Dilediğini iste, istediklerine şefaat et, şefaatin kabul olunacaktır" buyurur. Ümmetime şefaatten sonra, yalvarmaya devam ederim. Rabbim bana "Ümmetinden ihlasla bir defa "La ilahe illallah" diyen ve imanla ölen herkesi Cennete koy" buyuruncaya kadar yerimden kalkmam.) [İ. Ahmed] (Allahü teâlâ bana, "Ümmetinin üçte ikisini sorgusuz sualsiz Cennete koymamı mı istersin, yoksa şefaat izni mi istersin?" buyurdu. Ben de şefaat hakkı vermesini istedim. Şefaatim elbette bütün müslümanlaradır.) [Taberani] (Şirk üzere ölmeyen [imanla ölen] herkese şefaat edeceğim.) [İbni Hibban] Resulullahı vesile edenlerin, onun şefaati ile tevbelerinin kabul olunacağını şu âyet-i kerime de göstermektedir: (Nefslerine zulmedenler, sana gelip, Allah’tan af diler ve Resulüm olarak sen de, onlar için af dilersen, Allahü teâlâyı, tevbeleri kabul edici ve merhamet edici bulurlar.) [Nisa 64] Resulullah gibi şefaatçi olmasaydı
Kabirden, önce Resulullah efendimiz, üzerinde Cennet elbisesi ile kalkacak. Burak üzerinde, elinde liva-ül-hamd isimli bayrakla mahşer yerine gidecek, Peygamberler ve bütün insanlar bu bayrağın altında duracak, hepsi, beklemekten çok sıkılacak, önce Peygamberlerden Hazret-i Âdem, sonra Hazret-i Nuh, sonra Hazret-i İbrahim, Hazret-i Musa ve Hazret-i İsa’ya gidip, hesaba başlanması için şefaat etmelerini dileyeceklerdir. Her biri, birer özür bildirerek, Allahü teâlâdan utandıklarını söyleyecekler, şefaat edemiyecekler, sonra Resulullaha gelip yalvaracaklardır. Önce, Onun ümmeti, Sırattan geçip Cennete girecektir. Sonra bütün Peygamberler şefaat edecektir. (Buhari)
Peygamber efendimizin şefaati şöyle olacak: 1- Makam-ı Mahmud şefaati ile, mahşerde beklemek azabından kurtaracaktır. 2- Çok kimseyi, sorgusuz, sualsiz Cennete sokacaktır. 3- Azap çekmesi gereken müminleri azaptan kurtaracaktır. 4- Günahı çok olan müminleri Cehennemden çıkaracaktır. 5- Sevapla günahı eşit olup, Araf’ta bekleyen kimselerin Cennete gitmelerine şefaat edecektir. 6- Cennete girmiş olanların derecelerinin yükselmesine şefaat edecektir. Şefaat ile hesaptan kurtardığı yetmiş bin kimsenin her birinin şefaatleri ile de, yetmişer bin kişi sorgusuz, sualsiz Cennete girecektir. İmam-ı Rabbani hazretleri buyurdu ki: (Peygamberlerin sonuncusu gibi bir şefaatçi olmasaydı, bu ümmetin günahları kendilerini helak ederdi. Bu ümmetin günahları çok ise de, Allahü teâlânın af ve mağfireti de sonsuzdur. Allahü teâlâ, bu ümmete af ve mağfiretini o kadar saçacak ki, geçmiş ümmetlere böyle merhamet ettiği bilinmiyor. Doksandokuz rahmetini, sanki bu günahkâr ümmet için ayırmıştır. Allahü teâlâ, af ve mağfiret etmeyi sever. Günahı çok olan bu ümmet kadar af ve mağfirete uğrayacak hiçbir şey yoktur. Bunun için, bu ümmet, ümmetlerin en hayırlısı oldu. Bunların şefaatçileri olan Peygamberleri, Peygamberlerin en üstünü oldu. Furkan suresi, 70. âyet-i kerimesinde mealen, (Allahü teâlânın, günahlarını iyiliklerle değiştireceği kimseler, onlardır. Onun mağfireti, merhameti sonsuzdur) buyuruldu.) [C.2, m.3] İmanlı ölen herkese şefaat
İmanını muhafaza ederek ölen herkes şefaate kavuşacaktır. Şefaate kavuşabilmek için imanlı ölmek şarttır. İmanlı ölenler de ebedi kurtuluşa kavuşmuş demektir. Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki: (O gün Allah, Peygamberlerini ve iman edip onunla beraber olanları rüsvay etmez.) [Tahrim 8] Peygamber efendimiz, (Ya Rabbi, ümmetimin kusurlarını başkalarının duymaması için onların hesaplarını bana ver!) deyince, Allahü teâlâ, (Onlar senin ümmetin ise, benim de kullarımdır. Ben onlara senden daha merhametliyim. Ne sen, ne başkaları onların kusurlarını bilemez, hesaplarını gizli görürüm) buyurdu. (İ. Gazali) (Kıyamette “Ya Rabbi, zerre kadar imanı olanı Cennete koy!” diyeceğim. Hepsi şefaatimle Cennete girecek.) [Buhari] Hazret-i Ebu Hüreyre anlatır: Resulullah efendimizden, kıyamette şefaatine kavuşacak en mutlu kişinin kim olduğunu sordum. (Senin hadislerime olan sevginin çokluğunu bildiğim için, böyle bir soruyu senden önce hiç kimsenin sormayacağını tahmin etmiştim. O mesud kişi, La ilahe illallah Muhammedün Resulullah diyerek imanla ölen kişidir) buyurdu. (Buhari) | |
| | | @bdulKadir Adminstratör
Mesaj Sayısı : 6736 Rep Gücü : 10015190 Rep Puanı : 97 Kayıt tarihi : 17/03/09 Yaş : 61 Nerden : İzmir
| Konu: Geri: Şefaat Haktır Salı Mart 27, 2012 11:22 am | |
| sahih sünnette şefaatin yeri nedir acaba? hiçmi tam sahih hadis yok hepsi mevzu ve zayıfmı ayetlere yorum getiriliyor
19.87. O gün Rahmân (olan Allah)'ın nezdinde söz ve izin alandan başkalarının şefâata güçleri yetmeyecektir. 34.23. Allah'ın huzurunda, kendisinin izin verdiği kimselerden başkasının şefâati fayda vermez. Nihayet onların yüreklerinden korku giderilince: Rabbiniz ne buyurdu? derler. Onlar da: Hak olanı buyurdu, derler. O, yücedir, büyüktür. YÛNUS 3. ... Onun izni olmadan hiç kimse şefaatçı olamaz. İşte O Rabbiniz Allah’tır. O halde O’na kulluk edin. Hâla düşünmüyor musunuz! NECM 26. Göklerde nice melek var ki onların şefaatleri, dilediği ve hoşnut olduğu kimse için Allah’ın izin vermesi dışında, bir işe yaramaz. ENBİYA 28. Allah, onların önlerindekini de, arkalarındakini de (yaptıklarını da, yapacaklarını da) bilir. Allah rızasına ulaşmış olanlardan başkasına şefaat etmezler. Onlar, Allah korkusundan titrerler! (ayetin devamında titreyenlere atıf neden yapılmışki)
nisa64 Ve Biz, (hiç) bir resûlü, Allah'ın izniyle kendilerine itaat edilmesinden başka birşey için göndermedik. Ve onlar nefslerine zulmettikleri zaman, eğer sana gelselerdi, böylece Allah'tan mağfiret dileselerdi ve Resûl de onlar için mağfiret dileseydi, mutlaka Allah'ı, (iki tarafın da) tövbelerini (onların tövbesini ve Resûl'ün mağfiret talebini) kabul eden ve rahmet edici olarak bulurlardı. onlar için istiğfar et ayeti neden varki bağışlayıcı ve tövbeleri kabül eden Allah değilmidir abdullah bin übey için uyarı var mesela onun kabrinin başında bile durma 100 defa onun için tevbe istiğfar etsede Allah kabül etmeyecektir NUR 62. .......... Öyle ise, bazı işleri için senden izin istediklerinde, sen de onlardan dilediğine izin ver; onlar için Allah’tan bağış dile; Allah mağfiret edicidir, merhametlidir.
bu kadar istisna çok fazla değilmi..şefaatı inkar için aşikar ayetler var sadece kafirler için farklı müminler için farklı kullanılmış ayrıca yine hadislerde de ifade edilen mahşerin aşamalarında kimsenin kimseye fayda vermeyeceği aşama söz konusudur bu noktada efendimiz en yakınlarını uyarmıştır..ey abdi menaf oğulları ey safiyye binti abdulmuttalin ey peygamberin kızı fatıma sizin için bir şey yapamam yani bir tezat yokççsadece hesabın bir aşaması
benim de hepimizinde kurandan aldığımız şüphesiz birinci ders Allahın önüne yanına ardına haşa hiç bir ortak koşmamak mekke toplumundaki putların şefaatçılık farkı vardı sadece onlarda bismikallahümme diyorlardı onlarla ilgili anlamıyla diğeri nasıl bir tutulur bir yerde de değil kaç yerde izin kelimesi kullanılmış mesela hadiste..dünyada 2 3 çocuğunu kaybetmiş bir anne baba eğer müminlerse bir şefaat vesileisidr hasılı her daim tevhid insanı olmayı ve şirkten uzaklığı dua eden bu fakir ve diğer muvahhid alimlerin dedğinde dahil mantık yanlışlığı bulmuyorum bilakis taşlar yerine oturuyo
sahabe "el minnetü lillahi ve lirasülih" deyince osman bin mazunun vefatında cennetlik denmesine öfkelendiği gibi neden öfkelenmedi hem tarih şahittirki nice savaşlar barışlar camiler meseleler Onu rüyasında görerek yaşanmıştır tevbe süresinin sonundaki "sizin zorda kalmanız ona çok ağır gelir.o size çok düşkündür şefkatlidir merhametlidir " ayetiyle her peygamberin kabül olunan duası "ümmetine şefaati "rivayeti örtüşmüyormu
allaha itaat et.rasülüne itaat et ve sizden emir sahiplerine yok bana ne ben sadece allah ve rsasülüne itaat ederim,emirler şirk olur olurmu anne baba ile "off " igili ayett var birde lokman süresinde istisnasını koymuş bunu da öyle anlamak lazım bırakon sahih sünnet allerjisi olanları sadece ayeti ayetle tefsir edelim deseniz bu yeter
efendimize itaat ile ilgili ayetleri sırf devri saadete hamletmek mümkünmü bir dava ki bir dinki kıyamete kadar devam edecek ve Onun başında ayağı yere basan vazifeli beşer, o dine o yola bağlılardan irtibatı koparsın şehitler için bile ölüler demeyiniz emri varken efendimizin kıyamete davasını devam ettirenlerlerden alakasız olması mümkünmü üstelik tüm insanlığa gönderilmiş
hep itaat edin ayetleri yanında allah sevgisine ermede de aşikar bana uyun niye dedirtsinki hem Allah kendi rızasının dışında rasülünün rızasını neden istesinki Eğer bunlar mü'minler iseler Allah'ı ve Rasûl'ünü râzî etmeleri daha doğrudur..." (et-Tevbe: 9/62). bu tevhide ters değilmi?
kuranda efendimizin bizzat şefaat edeceği yazmaması olmadığına delil olamaz namazın rekatları,zekat miktarları yazmıyor diye bu mantıkla giderseniz kuranda 5 vakit namaz yoktur diye de söyleyebilirsiniz köşeli bir mantık var yaklaşımda tevhidin bayraktarlığını yapmış nice zatlar izin ifadesi olan ayetlerle hadislerde tenkuz bulmamış..kahir ekseriyet
vacibi inkar insanı küfre sokmaz..bu konudaki tartışma asli imani bir konu değildir ama şunu açıkça söylemelimki marifetullah,sünnetullah,kuran mantığı eksikliği var sanki taşlar yerine oturmuyor heyula hoca sünneti inkar etmese de kaynak bu efendimizi postacı yerine koyan ,düz mantıkla düşünen yaklaşım
düz mantıkla gidilirse o zaman "biz" kelimesinden başka ortak ilahlar anlamı da çıkar süleyman ateşin dediği gibi kuran cebrailemi ait noktasına gider melekeler neden görevlidir yoksa onlar Allahın yardımcılarımıdır..ne gerek vardı melekelre hidayet için peygamberler vesiledir..insanlar da vesiledir ve bu teşvik olunmuştur sebebler ve imtihan dünyasında yaşıyoruz ,şte tam burda hakiketleri araştırırken asrın hastalıklarından ,felsefi akımlarından azade kalıyormuyum düşünülmeli bazen böyle her şeyi sorgulayan mantıktan çok basit bir teslim olmuş mütevekkil avam köylülüğü tercih edesim geliyor
**************
islamoğlu hocanın güzel bir değerlendirmesi var bu konuda kuran lugatına arapçaya çok hakim bir insan olarak önemli buluyorum
SEBE 23-O’nun nezdinde, kendisi lehine izin verdikleri dışında hiç kimse için şefaat fayda vermez:[1] nihayet (kıyametin) dehşeti (ödül tevdi edeceklerin) kalplerinden giderilince[2] (ödüllendirilenler) soracaklar: “Rabbiniz sizin hakkınızda ne buyurdu?” Berikiler “Hak neyse onu: zaten mükemmel olan da, büyük olan da sadece O’dur”[3] diyeceklerdir. Tefsir: 1-limen’in hem şefaat edilen hem de şefaat edeni kastetme ihtimaline binaen “kendisine izin verdikleri dışında hiç kimsenin şefaati fayda vermez” anlamı da verilebilir. Fakat buradaki lâm’ın da gösterdiği gibi tenfa‘u fiili tümlece geçmeyip özne üzerinde kaldığı için şefaatintür olarak tamamı olumsuzlanmıştır Bu ve tüm şefaat âyetleri; “onlar O’nun hoşnut ve razı olmadığı hiç kimseye şefaat edemezler” (21Enbiya sûresi:28) ve “De ki: şefaat yetkisi tamamıyla ve sadece Allah’a aittir” (39Zümer sûresi:44) âyetleri ışığında anlaşılmalıdır. Bu da şefaat’in Allah’a ait bir yetkinin kula devri değil, Allah’ın takdir ettiği ödülün sahibine tevdii olduğunu gösterir. Ödülü veren Allah’tır. Ödülü takdim izni verdiği kimseyi de böyle onurlandırır. Dolayısıyla ödülün asıl sahibinin onu sunan olmadığını ifade eder. Âyetin öncesi de ödülü gerçek sahibi dışında kimseden istememeyi ifade etmektedir (Şefaatle ilgili ayrıntılı bir sayım-döküm için bkz: 39Zümer sûresi:44, not 5). 2-Buradaki diyalog ödül verilenlerle o ödülü sahiplerine tevdi etmekle onurlandırılanlar arasında gerçekleşecektir. Anlaşılan o ki bu ikinciler de büyük korku ve endişe yaşayacaklardır. Fakat onların endişesi ödül takdim izni çıkınca giderilmiş olacaktır. 3-Hem “şefaat konusundaki hakikat neyse onu”, hem de “herkes neyi hak ettiyse onu” anlamına gelir. Ama özellikle ödül sahibinin sadece Allah olduğu ve bu nedenle de ödülün kime verileceğini belirleme hakkının da zatına ait olduğu gerçeğini ifade eder. ******************* ZÜMER 44-De ki: “Şefaate (izin verme) yetkisi tamamıyla ve sadece Allah’a aittir:[5] Gökler ve yerin mutlak otoritesi (de) O’na aittir: sonunda sadece O’na döndürüleceksiniz. Tefsir: 5-Krş: 34Sebe sûresi:23, not 1. Tüm şefaat âyetleri bu âyet ışığında anlaşılmalıdır. Bu âyet açık ve net olarak şefaati yalnızca Allah’a tahsis etmektedir. Bu durumda illâ istisna edatıyla gelen ve “ancak onun izin verdikleri müstesna” gibi bir karşılığı olan ibâreler bu âyetle çelişmeyecek bir biçimde anlaşılmak zorundadır (izahı için bkz: 74Muddessir sûresi:48, not 1). Burada şöyle bir soru akla gelebilir: istisna cümleciğiyle gelen âyetleri bu âyet ışığında anlamak yerine, bu âyeti onlar ışığında anlayamaz mıyız? Mesela burada, âyette olmayan bir parantez içi takdir kullanarak, âyeti “şefaate (izin verme) yetkisi tamamıyla ve sadece Allah’a aittir” şeklinde anlayamaz mıyız? Bunun biri “asla, hayır” olan, diğeri de “evet” olan iki cevabı vardır: 1-)Kur’an’da içinde “şefaat” geçen âyet sayısı 25’tir (2Bakara sûresi:48; 2Bakara sûresi:123; 2Bakara sûresi:254; 2Bakara sûresi:255; 4Nisa sûresi:85; 6En’am sûresi:51; 6En’am sûresi:70; 6En’am sûresi:94; 7A’raf sûresi:53; 10Yunus sûresi:3; 10Yunus sûresi:18; 19Meryem sûresi:87; 20Tâhâ sûresi:109; 21Enbiya sûresi:28; 26Şu’ara sûresi:100; 30Rum sûresi:13; 32Secde sûresi:4; 34Sebe sûresi:23; 36Yasin sûresi:23; 39Zümer sûresi:43; 39Zümer sûresi:44; 40Mü’min sûresi:18; 43Zuhruf sûresi:86; 53Necm sûresi:26; 74Muddessir sûresi:48) Bunlardan 23 tanesinin belagat çatısı “olumsuzlama” (nefy) üzerine kuruludur. Bu olumsuzlama lâ mâ men leyse lem em ile yapılır Geriye kalan ikisinden biri müşriklerin ağzından nakil (10Yunus sûresi:18) diğeri de şefaati tamamıyla Allah’a hasreden bu âyettir Bu durumda 25’ten geriye kalan 2 âyet de delaleten menfi çatıya dahil olurlar Bu olumsuz çatı garip değildir Zira Kur’an şefaatten şefaati isbat için söz etmez Muhatapları inkâr ediyormuş da, Kur’an onları şefaate imana çağırıyor değildir. Durum tam aksinedir. ilk muhatapların, Allah’ın astları olarak (min dûnillah) daha başkalarına kulluk etme gerekçeleri, onların kendilerine şefaat edeceğine olan inançlarıdır. Bu hakikat, tam da bu sûrenin 3. âyetinde dile gelen hakikattir: “O’ndan başkalarını sığınacak otorite edinenler, “Biz bunlara sadece bizi Allah’a yaklaştırsınlar diye kulluk ediyoruz” (derler)”. Kur’an şefaat konusundaki âyetleri menfi çatı üzerine kurarken, işte muhatapların bu sapık şefaat inançlarını hedef alıyordu. Bütün bunlardan dolayı, istisna cümleleriyle gelen âyetler bu âyet ışığında anlaşılmak zorundadır. 2) Tam bu noktada zorunlu olarak şu soru sorulacaktır: Peki, şu halde şefaati reddeden âyetlerin tümü de buradaki gibi mutlak red ve Allah’a tahsis ile gelmek yerine, bir kısmı neden istisna cümlesiyle geldi? Evet, 25’ten 8 tanesi istisna cümlesiyle gelmiştir. Üstelik bunlar standart kalıpta da değildirler. Özellikle Necm 26, Meryem 87 ve Zuhruf 86’da kullanılan üslûp, istisnayı dikkate almamızı gerektirir. Son bir soru: Hem tüm şefaatle ilgili âyetleri şefaati yalnız Allah’a has kılan bu âyet ışığında anlayacağız, hem de istisnayı dikkate alacağız: bu çelişki olmaz mı? Çelişki insanın zihnindedir, Kur’an’da çelişki olmaz. Bunun açıklaması şudur: istisna cümlelerinde izin verilecek şey “şefaat” değil, “Allah’ın şefaatini takdim etme, bildirme” iznidir. Tıpkı peygamberlerin Allah’ın insanlığa gerçek şefaati olan vahyi iletmeleri gibi Âhirette Allah’ın şefaati en büyük ödüldür O ödülü takdim ve tevdi etme izni verilenler de ödülendirilmiş olurlar. Ödülün elinden alındığı kimse ödülün sahibi değildir, ödülün sahibi Allah’tır. Allah birine ödül vererek, diğerine ödül verdirerek ikisini de ödüllendirmektedir (Bkz: 74Muddessir sûresi:48, not 1). ***************************** MÜDDESSİR 48- İşte bunlara hiçbir şefaatçinin şefaati fayda vermeyecek. (1) Tefsir: 1- Şefaat’in ilk kullanıldığı yer. Kur’an’daki şefaatle ilgili 25 âyetin tümü olumsuz formda gelir (Ayrıntı için Bkz : 39 Zümer sûresi: 44. âyet, 5. not ). Bu konudaki âyetlerin bütününden çıkarılan sonuç şudur: Mutlak anlamda şefaat yalnızca Allah’a aittir (39 Zümer sûresi: 44. âyet). Allah, zatına ait bu yetkiyi razı olduğu kimseler aracılığıyla, affetmeyi istediği kimseler için kullanır. Bu tıpkı şuna benzer: Bir ödülü taktir ettiği birine veren yüce makamın sahibi, ödülü hak edene takdim etme işini dilediği birine verebilir. Ödülü hak eden kimsenin ödülünü aracı bir kimseden alması ödülün sahibinin o olduğu anlamına gelmez. Ödülü takdim eden kişi, sadece bir aracıdır. Şefaat “çifte” (şef) katlanmış bir ödül tevdiidir. Ödülün sahibi Allah’tır, ödülü vermesi istenen kişi de ödül verilen kimse gibi Allah tarafından onurlandırılmıştır. İnsan tercihine açık atıf yapan 37, 38, ve 43-47. âyetler ışığında anlaşılmalıdır. HAYAT KİTABI KUR’AN GEREKÇELİ MEAL-TEFSİR - Mustafa İslamoğlu | |
| | | @bdulKadir Adminstratör
Mesaj Sayısı : 6736 Rep Gücü : 10015190 Rep Puanı : 97 Kayıt tarihi : 17/03/09 Yaş : 61 Nerden : İzmir
| Konu: Geri: Şefaat Haktır Salı Mart 27, 2012 1:02 pm | |
| islamoğlu hocanın güzel bir değerlendirmesi var bu konuda kuran lugatına, arapçaya çok hakim bir insan olarak önemli buluyorum
*************** SEBE 23-O’nun nezdinde, kendisi lehine izin verdikleri dışında hiç kimse için şefaat fayda vermez:[1] nihayet (kıyametin) dehşeti (ödül tevdi edeceklerin) kalplerinden giderilince[2] (ödüllendirilenler) soracaklar: “Rabbiniz sizin hakkınızda ne buyurdu?” Berikiler “Hak neyse onu: zaten mükemmel olan da, büyük olan da sadece O’dur”[3] diyeceklerdir.
Tefsir: 1-limen’in hem şefaat edilen hem de şefaat edeni kastetme ihtimaline binaen “kendisine izin verdikleri dışında hiç kimsenin şefaati fayda vermez” anlamı da verilebilir. Fakat buradaki lâm’ın da gösterdiği gibi tenfa‘u fiili tümlece geçmeyip özne üzerinde kaldığı için şefaatintür olarak tamamı olumsuzlanmıştır Bu ve tüm şefaat âyetleri; “onlar O’nun hoşnut ve razı olmadığı hiç kimseye şefaat edemezler” (21Enbiya sûresi:28) ve “De ki: şefaat yetkisi tamamıyla ve sadece Allah’a aittir” (39Zümer sûresi:44) âyetleri ışığında anlaşılmalıdır. Bu da şefaat’in Allah’a ait bir yetkinin kula devri değil, Allah’ın takdir ettiği ödülün sahibine tevdii olduğunu gösterir. Ödülü veren Allah’tır. Ödülü takdim izni verdiği kimseyi de böyle onurlandırır. Dolayısıyla ödülün asıl sahibinin onu sunan olmadığını ifade eder. Âyetin öncesi de ödülü gerçek sahibi dışında kimseden istememeyi ifade etmektedir (Şefaatle ilgili ayrıntılı bir sayım-döküm için bkz: 39Zümer sûresi:44, not 5).
2-Buradaki diyalog ödül verilenlerle o ödülü sahiplerine tevdi etmekle onurlandırılanlar arasında gerçekleşecektir. Anlaşılan o ki bu ikinciler de büyük korku ve endişe yaşayacaklardır. Fakat onların endişesi ödül takdim izni çıkınca giderilmiş olacaktır.
3-Hem “şefaat konusundaki hakikat neyse onu”, hem de “herkes neyi hak ettiyse onu” anlamına gelir. Ama özellikle ödül sahibinin sadece Allah olduğu ve bu nedenle de ödülün kime verileceğini belirleme hakkının da zatına ait olduğu gerçeğini ifade eder.
*******************
ZÜMER 44-De ki: “Şefaate (izin verme) yetkisi tamamıyla ve sadece Allah’a aittir:[5] Gökler ve yerin mutlak otoritesi (de) O’na aittir: sonunda sadece O’na döndürüleceksiniz.
Tefsir: 5-Krş: 34Sebe sûresi:23, not 1. Tüm şefaat âyetleri bu âyet ışığında anlaşılmalıdır. Bu âyet açık ve net olarak şefaati yalnızca Allah’a tahsis etmektedir. Bu durumda illâ istisna edatıyla gelen ve “ancak onun izin verdikleri müstesna” gibi bir karşılığı olan ibâreler bu âyetle çelişmeyecek bir biçimde anlaşılmak zorundadır (izahı için bkz: 74Muddessir sûresi:48, not 1). Burada şöyle bir soru akla gelebilir: istisna cümleciğiyle gelen âyetleri bu âyet ışığında anlamak yerine, bu âyeti onlar ışığında anlayamaz mıyız? Mesela burada, âyette olmayan bir parantez içi takdir kullanarak, âyeti “şefaate (izin verme) yetkisi tamamıyla ve sadece Allah’a aittir” şeklinde anlayamaz mıyız? Bunun biri “asla, hayır” olan, diğeri de “evet” olan iki cevabı vardır:
1-)Kur’an’da içinde “şefaat” geçen âyet sayısı 25’tir (2Bakara sûresi:48; 2Bakara sûresi:123; 2Bakara sûresi:254; 2Bakara sûresi:255; 4Nisa sûresi:85; 6En’am sûresi:51; 6En’am sûresi:70; 6En’am sûresi:94; 7A’raf sûresi:53; 10Yunus sûresi:3; 10Yunus sûresi:18; 19Meryem sûresi:87; 20Tâhâ sûresi:109; 21Enbiya sûresi:28; 26Şu’ara sûresi:100; 30Rum sûresi:13; 32Secde sûresi:4; 34Sebe sûresi:23; 36Yasin sûresi:23; 39Zümer sûresi:43; 39Zümer sûresi:44; 40Mü’min sûresi:18; 43Zuhruf sûresi:86; 53Necm sûresi:26; 74Muddessir sûresi:48) Bunlardan 23 tanesinin belagat çatısı “olumsuzlama” (nefy) üzerine kuruludur. Bu olumsuzlama lâ mâ men leyse lem em ile yapılır Geriye kalan ikisinden biri müşriklerin ağzından nakil (10Yunus sûresi:18) diğeri de şefaati tamamıyla Allah’a hasreden bu âyettir Bu durumda 25’ten geriye kalan 2 âyet de delaleten menfi çatıya dahil olurlar Bu olumsuz çatı garip değildir Zira Kur’an şefaatten şefaati isbat için söz etmez Muhatapları inkâr ediyormuş da, Kur’an onları şefaate imana çağırıyor değildir. Durum tam aksinedir. ilk muhatapların, Allah’ın astları olarak (min dûnillah) daha başkalarına kulluk etme gerekçeleri, onların kendilerine şefaat edeceğine olan inançlarıdır. Bu hakikat, tam da bu sûrenin 3. âyetinde dile gelen hakikattir: “O’ndan başkalarını sığınacak otorite edinenler, “Biz bunlara sadece bizi Allah’a yaklaştırsınlar diye kulluk ediyoruz” (derler)”. Kur’an şefaat konusundaki âyetleri menfi çatı üzerine kurarken, işte muhatapların bu sapık şefaat inançlarını hedef alıyordu. Bütün bunlardan dolayı, istisna cümleleriyle gelen âyetler bu âyet ışığında anlaşılmak zorundadır.
2) Tam bu noktada zorunlu olarak şu soru sorulacaktır: Peki, şu halde şefaati reddeden âyetlerin tümü de buradaki gibi mutlak red ve Allah’a tahsis ile gelmek yerine, bir kısmı neden istisna cümlesiyle geldi? Evet, 25’ten 8 tanesi istisna cümlesiyle gelmiştir. Üstelik bunlar standart kalıpta da değildirler. Özellikle Necm 26, Meryem 87 ve Zuhruf 86’da kullanılan üslûp, istisnayı dikkate almamızı gerektirir. Son bir soru: Hem tüm şefaatle ilgili âyetleri şefaati yalnız Allah’a has kılan bu âyet ışığında anlayacağız, hem de istisnayı dikkate alacağız: bu çelişki olmaz mı? Çelişki insanın zihnindedir, Kur’an’da çelişki olmaz. Bunun açıklaması şudur: istisna cümlelerinde izin verilecek şey “şefaat” değil, “Allah’ın şefaatini takdim etme, bildirme” iznidir. Tıpkı peygamberlerin Allah’ın insanlığa gerçek şefaati olan vahyi iletmeleri gibi Âhirette Allah’ın şefaati en büyük ödüldür O ödülü takdim ve tevdi etme izni verilenler de ödülendirilmiş olurlar. Ödülün elinden alındığı kimse ödülün sahibi değildir, ödülün sahibi Allah’tır. Allah birine ödül vererek, diğerine ödül verdirerek ikisini de ödüllendirmektedir (Bkz: 74Muddessir sûresi:48, not 1).
*****************************
MÜDDESSİR 48- İşte bunlara hiçbir şefaatçinin şefaati fayda vermeyecek. (1)
Tefsir: 1- Şefaat’in ilk kullanıldığı yer. Kur’an’daki şefaatle ilgili 25 âyetin tümü olumsuz formda gelir (Ayrıntı için Bkz : 39 Zümer sûresi: 44. âyet, 5. not ). Bu konudaki âyetlerin bütününden çıkarılan sonuç şudur: Mutlak anlamda şefaat yalnızca Allah’a aittir (39 Zümer sûresi: 44. âyet). Allah, zatına ait bu yetkiyi razı olduğu kimseler aracılığıyla, affetmeyi istediği kimseler için kullanır. Bu tıpkı şuna benzer: Bir ödülü taktir ettiği birine veren yüce makamın sahibi, ödülü hak edene takdim etme işini dilediği birine verebilir. Ödülü hak eden kimsenin ödülünü aracı bir kimseden alması ödülün sahibinin o olduğu anlamına gelmez. Ödülü takdim eden kişi, sadece bir aracıdır. Şefaat “çifte” (şef) katlanmış bir ödül tevdiidir. Ödülün sahibi Allah’tır, ödülü vermesi istenen kişi de ödül verilen kimse gibi Allah tarafından onurlandırılmıştır. İnsan tercihine açık atıf yapan 37, 38, ve 43-47. âyetler ışığında anlaşılmalıdır.
HAYAT KİTABI KUR’AN GEREKÇELİ MEAL-TEFSİR - Mustafa İslamoğlu
**********************0o0************************************* bu fakir aşağıdaki ayetler vs ışığında şöyle düşünür
19.87. O gün Rahmân (olan Allah)'ın nezdinde söz ve izin alandan başkalarının şefâata güçleri yetmeyecektir. 34.23. Allah'ın huzurunda, kendisinin izin verdiği kimselerden başkasının şefâati fayda vermez. Nihayet onların yüreklerinden korku giderilince: Rabbiniz ne buyurdu? derler. Onlar da: Hak olanı buyurdu, derler. O, yücedir, büyüktür. YÛNUS 3. ... Onun izni olmadan hiç kimse şefaatçı olamaz. İşte O Rabbiniz Allah’tır. O halde O’na kulluk edin. Hâla düşünmüyor musunuz! NECM 26. Göklerde nice melek var ki onların şefaatleri, dilediği ve hoşnut olduğu kimse için Allah’ın izin vermesi dışında, bir işe yaramaz.
ENBİYA 28. Allah, onların önlerindekini de, arkalarındakini de (yaptıklarını da, yapacaklarını da) bilir. Allah rızasına ulaşmış olanlardan başkasına şefaat etmezler. Onlar, Allah korkusundan titrerler! (ayetin devamında titreyenlere atıf neden yapılmışki)
nisa64 Ve Biz, (hiç) bir resûlü, Allah'ın izniyle kendilerine itaat edilmesinden başka birşey için göndermedik. Ve onlar nefslerine zulmettikleri zaman, eğer sana gelselerdi, böylece Allah'tan mağfiret dileselerdi ve Resûl de onlar için mağfiret dileseydi, mutlaka Allah'ı, (iki tarafın da) tövbelerini (onların tövbesini ve Resûl'ün mağfiret talebini) kabul eden ve rahmet edici olarak bulurlardı.
onlar için istiğfar et ayeti neden varki bağışlayıcı ve tövbeleri kabül eden Allah değilmidir abdullah bin übey için uyarı var mesela onun kabrinin başında bile durma 100 defa onun için tevbe istiğfar etsede Allah kabül etmeyecektir
NUR 62. .......... Öyle ise, bazı işleri için senden izin istediklerinde, sen de onlardan dilediğine izin ver; onlar için Allah’tan bağış dile; Allah mağfiret edicidir, merhametlidir.
bu kadar istisna çok fazla değilmi..şefaatı inkar için aşikar ayetler var sadece kafirler için farklı müminler için farklı kullanılmış ayrıca yine hadislerde de ifade edilen mahşerin aşamalarında kimsenin kimseye fayda vermeyeceği aşama söz konusudur bu noktada efendimiz en yakınlarını uyarmıştır..ey abdi menaf oğulları ey safiyye binti abdulmuttalin ey peygamberin kızı fatıma sizin için bir şey yapamam yani bir tezat yok ,sadece hesabın bir aşaması
sahih sünnette şefaatin yeri nedir acaba? hiçmi tam sahih hadis yok hepsi mevzu ve zayıfmı
benim de hepimizinde kurandan aldığımız şüphesiz birinci ders Allahın önüne yanına ardına haşa hiç bir ortak koşmamak mekke toplumundaki putların şefaatçılık farkı vardı sadece onlarda bismikallahümme diyorlardı onlarla ilgili anlamıyla diğeri nasıl bir tutulur bir yerde de değil kaç yerde izin kelimesi kullanılmış mesela hadiste..dünyada 2 3 çocuğunu kaybetmiş bir anne baba eğer müminlerse bir şefaat vesileisidr hasılı her daim tevhid insanı olmayı ve şirkten uzaklığı dua eden bu fakir ve diğer muvahhid alimlerin dedğinde dahil mantık yanlışlığı bulmuyorum bilakis taşlar yerine oturuyo
sahabe "el minnetü lillahi ve lirasülih" deyince osman bin mazunun vefatında cennetlik denmesine öfkelendiği gibi neden öfkelenmedi hem tarih şahittirki nice savaşlar barışlar camiler meseleler Onu rüyasında görerek yaşanmıştır tevbe süresinin sonundaki "sizin zorda kalmanız ona çok ağır gelir.o size çok düşkündür şefkatlidir merhametlidir " ayetiyle her peygamberin kabül olunan duası "ümmetine şefaati "rivayeti örtüşmüyormu
allaha itaat et.rasülüne itaat et ve sizden emir sahiplerine yok bana ne ben sadece allah ve rsasülüne itaat ederim,emirler şirk olur mantığı hiç olurmu anne baba ile "off " igili ayett var birde lokman süresinde istisnasını koymuş bunu da öyle anlamak lazım...8 yerde istisna neden bırakın sahih sünnet allerjisi olanları sadece ayeti ayetle tefsir edelim deseniz bu yeter
hep itaat edin ayetleri yanında allah sevgisine ermede de aşikar bana uyun niye dedirtsinki hem Allah kendi rızasının dışında rasülünün rızasını neden istesinki Eğer bunlar mü'minler iseler Allah'ı ve Rasûl'ünü râzî etmeleri daha doğrudur..." (et-Tevbe: 9/62). bu tevhide ters değilmi?
kuranda efendimizin bizzat şefaat edeceği yazmaması olmadığına delil olamaz namazın rekatları,zekat miktarları yazmıyor diye bu mantıkla giderseniz kuranda 5 vakit namaz yoktur diye de söyleyebilirsiniz köşeli bir mantık var yaklaşımda tevhidin bayraktarlığını yapmış nice zatlar izin ifadesi olan ayetlerle hadislerde tenakuz bulmamış..kahir ekseriyet
vacibi inkar insanı küfre sokmaz..bu konudaki tartışma asli imani bir konu değildir ama şunu açıkça söylemelimki marifetullah,sünnetullah,kuran mantığı eksikliği var sanki taşlar yerine oturmuyor heyula hoca sünneti inkar etmese de efendimizi postacı yerine koyan ,düz mantıkla düşünen yaklaşım
düz mantıkla gidilirse o zaman "biz" kelimesinden başka ortak ilahlar anlamı da çıkar süleyman ateşin dediği gibi kuran cebrailemi ait noktasına gider melekeler neden görevlidir yoksa onlar Allahın yardımcılarımıdır..ne gerek vardı melekelre bu mantık buraya götürür
efendimize itaat ile ilgili ayetleri sırf devri saadete hamletmek mümkünmü bir dava ki bir dinki kıyamete kadar devam edecek ve Onun başında ayağı yere basan vazifeli beşer, o dine o yola bağlılardan irtibatı koparsın şehitler için bile ölüler demeyiniz emri varken efendimizin kıyamete davasını devam ettirenlerlerden alakasız olması mümkünmü ...üstelik tüm insanlığa gönderilmiş bu dinin kıyamete kadar hak manada temsilinin hep olacağı,Allahın garantisi altında olduğu(lehafizun),kuranın cemaatsız kalmayacağı(5 / MÂİDE - 54 ),imtihanın yaradılışın gereği hak üzere taifenin olacağına ve bu hak üzere olanların şerde, batılda ittifak etmeyeceklerine imanım var hayvanları bile başsız reissiz kraliçesiz bırakmayan Allah eşrefi mahlukatı hiç sahibsiz ,başsız bırakırmı
hidayet için peygamberler vesiledir..insanlar da vesiledir ve bu teşvik olunmuştur sebebler ve imtihan dünyasında yaşıyoruz..Allah her şeye bir perde yapmış ilahiyatçı arkadaşın örneklemesi de güzeldi aslında,arkadaşlar örnekler verince "Yüce Yaratıcı'nın bu âlemde icraatını sebeplere bağlı yürüttüğünü müşahede etmekteyiz. Şüphesiz ki bu, O'nun kudsî takdir ve hikmetinin bir gereğidir. Sebepleri yaratan O olduğu gibi, onları neticelerin vücuduna vesile kılan da yine O'dur. İnsanlara merhamet edip onları rızıklandıran Allah'tır; ama O, ağaç, toprak ve sâir sebepleri lütfuna vesile kılmıştır. Aynı şekilde Güneş'i de zeminin aydınlanmasına bir vesile yapmıştır. Rızık ve ışık gibi maddî ihsanlarına böylesine sebepler yaratan Allah'ın mânevî ihsanlarına da bazı makbul kullarını sebep kılması aynı şekilde makul görülmelidir."
yarım yamalak amelim,kısır bilgim,arapçam,kuran ve hadis bilgim,gerçek ilmin olmadığı bu çağda ne bileyim "sen kulluğuna ve kendine bak gurbet hoca" dedirtiyor bana..sorgulayan araştıran arkadaşların samimiyyetine inandığım halde bazen böyle her şeyi sorgulayan,etkilenen mantıktansa ,basit ,dupduru teslim olmuş, mütevekkil avam, köylü müslümanlığını tercih edesim geliyor | |
| | | | Şefaat Haktır | |
|
Similar topics | |
|
| Bu forumun müsaadesi var: | Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
| |
| |
| |
|