Câmilerimiz
Muhterem M.Fethullah Gülen Hocaefendi, İzmir'den gelen misafirlere şunları anlatmış:
"Câmiler, etraflarında yükselen münasebetsiz binalarla sarılmış
durumda... İzmir'de, himmet sâhibi birkaç insan bularak,
Süleymaniye'nin, Sultanahmet'in benzeri, birkaç boyut küçüğü câmi
yaptırmalı. İçinde, kadınlara, sakatlara özel imkânlar hazırlanmalı.
Ramazan'ın son on günü, kadınların bile İTİKÂF yapabileceği mekânlar
hazırlanmalı. İtikâf yapılan yerlerde duşlar ve ihtiyaç yerleri de
olmalı. Bizim mimarî desenimizi de aksettirecek yeni bir şey ortaya
konulabilir. İzmir'de böyle bir câmiye ihtiyaç var. Câminin maksûreleri,
mahfili önünde açılıp kapanan sandalyeler olmalı ama göz tırmalamamalı.
Bakıyorum buraya gelen insanların % 15-20'sinde diz problemi var.
Hareketsiz kalmaktan mıdır, oturarak namaz kılma ihtiyacı var. Fıkıh
kitaplarına göre, secde yapılan yerin, ayağın olduğu yerden bir karıştan
fazla yüksek olmaması lazım. Sıkışık olunduğunda, sırta secde etmek
zarurete binaen câiz oluyor."
Memnuniyetle öğreniyoruz ki, İstanbul Müftülüğümüz de geçen yıl
böyle bir çalışma başlatmış. O çalışmada şöyle deniliyor: "Nüfusumuzun
yarıdan fazlasını oluşturan kadınlarımızın câmilerimizde, uygun
mekânlarda ve gönül rahatlığıyla ibadet edebilmelerine imkân sağlamak
maksadıyla İstanbul Müftülüğümüzce 'Câmilerimizde Kadınlara Ayrılan
Mekânların Güzelleştirilmesi Projesi', '3T Projesi' hazırlanmış, 8 Mart
2011 tarihinden itibaren proje ile ilgili altyapı çalışmalarına
başlanmış, proje çalışmalarına başlandığı tarihten itibaren yaklaşık bir
yıllık süreç içerisinde projenin aşama aşama uygulanmasına
çalışılmıştır.
Bunun için İstanbul genelinde bir standart oluşturmak maksadıyla
kadınlara ayrılacak mekânlarda aranılan nitelikler belirlenmiş,
yapılacak ziyaretlerde kullanılmak üzere bir form geliştirilmiştir. 3T
Projesi'nin birinci ayağını oluşturan tespit süreci başlamış, bunun için
İstanbul genelinde yaklaşık üç bin câmiye, bir erkek ve bir kadından
oluşan ekipler marifetiyle ziyaretler gerçekleştirilmiştir.
İstanbul Müftülüğü'nce başlatılan proje, Diyanet İşleri
Başkanlığı'nca da benimsenmiş, projenin Türkiye bazında uygulanması
bağlamında il müftülüklerine yazılı talimat verilmiştir.
İnşaallah bütün bunlar hayata geçirilir de hanımefendiler rahat rahat ibadet ederler.
Aslında Üsküdar'daki M.Fethullah Gülen Hocaefendi'nin vaaz ettiği
Gülnûş Valide Sultan'ın yaptırdığı Yeni Câmi'de ahşaptan yapılmış bir
itikâf yeri vardır. Valide Sultan, orada İTİKÂF'a girerdi.
Aynı şekilde Eminönü'ndeki câmide de itikâf mahalli mevcuttur.
O valide sultanlar için yapılan yerler gibi şimdi de yenileri niye yapılmasın?
[email=]Abdullah Aymaz[/email]
[email=]
[/email]
14 Mayıs 2012, Pazartesi
***********0o0****************
Cami locaları, tabure cemaati!
On gün kadar önce Sinan Korkmaz ismindeki okuyucum, ekinde küçük bir fotoğraf bulunan bir mektup gönderdi.
Mektubunda, en az on seneden beri kimselere anlatamadığı bir
şikayetini dile getiriyor; özetle şöyle: İstanbul Büyük Şehir Belediyesi
vaktiyle -herhalde bir şirkete- hani o ağır demirden döktürülen
kanalizasyon kapakları yaptırmış. Okuyucum diyor ki, "Kapağın üstünde
görünür şekilde, eski yazıyla Lâfz-ı Celâl yazıyor."
Yahu, olacak iş değil; hiçbir belediye yöneticisi, durup dururken
değil Müslümanları, hiçbir kimseyi incitecek şeyleri ayak altına
yazdırmaz! Fotoğrafa baktım, bir şey göremedim. Cevaben, "Alınganlık
gösteriyorsunuz. Ben bir şey göremedim" diye yazdım; bu defa daha büyük
ve ayrıntılı bir fotoğraf geldi ve gördüm ki, evet baştaki elifi eksik
olsa da "Lâm-lâm ve güzel he" harfleri açıkça görünüyor bir kenarda.
Hani, karşılaştığı her şeyde gizli harfler, gizli anlamlar arayan ve
bulan sırlı işlere meraklı takımı vardır; evvela Sinan Bey'i onlardan
sandım ama gördüm ki hassasiyeti sebepsiz değil. Cevaben, "Bu kapaklar
hâlâ kullanılıyor mu, hangi semtlerde?" diye sordum. "Eminönü'nde hayli
var" cevabı geldi.
Ben henüz kendi gözümle bizzat görmüş değilim ve usûl gereği en
az bir örneğini görmüş olmam gerekirdi fakat fotoğraf yeterince açık; en
azından vaktiyle böyle bir kapağın varlığı tartışılamaz.
Eğer varsa kaldırılmalı ve Elifsiz de olsa böyle bir ayıba göz yumanlar uyarılmalı.
*
Gelelim öteki meseleye.
Camiye sıkça yolu düşenler biliyor; arka duvarda saf şeklinde
sıralanmış kimisi plastik kimi tahtadan imal edilmiş oturaklar, portatif
iskemle veya sıralar var. Herhangi bir sebeple oturma, eğilme veya diz
kırma problemi yaşayanlar bu oturaklar üzerinde namaz borçlarını edâ
ediyorlar. Bir ara geçici bir sıkıntı sebebiyle benim de başıma geldi.
Câmi ahalisinden bazıları bu uygulamaya karşı. "Yeni bir bidat
ihdas ediliyor" diye feveran halindeler. Bir başka okuyucum, duyduğu
rahatsızlığı güzel bir üslupla özetlemiş. Diyor ki, "Uzun uzun araştırıp
soruşturdum, son saftaki tabure cemaatinin şu durumunun kesinlikle caiz
olmadığı kanaatine vardıktan sonra size yazmaya karar verdim. Bazıları
plastik tabureleri evlerinden getiriyor, bazıları devamlı camide
tutuyor. En arka safı zaptetmişler. Hatta yakın zamanda gezmek için
gitmiş olduğum İznik'te çinileriyle ünlü Yeşil Cami'de ikindi namazını
kılmak için girdiğimde gözlerime inanamadım. En arka safa ahşaptan,
parklardaki bank benzeri sabit uzun oturma yerleri yapılmış, tam da
-hâşâ- kiliselerdeki oturma yerlerinin benzeri. Görünce gerçekten içim
acıdı. Bazı cami imamlarının tabureleri camiden attırdığını, bazılarının
ise cemaate bu konuda telkinde bulunduğunu da işittim hepsi de duyarsız
değil tabii elbette ama Yeşil Cami'deki olay tam da taburelerin bir
sonraki seviyesi; bir sonraki safha, herhalde ikinci oturma sırasının
imalatı olur. Her şeyi hallettik de bunlar mı kaldı diye düşünülebilir
fakat dinî ve içtimaî hayatımızdaki iyileşmelere bu kısımları da dahil
etmekte bir beis olmadığını düşünüyorum."
Eh, belki yine biraz başım ağrıyacak ama hareketleri engelli
vatandaşlar için arka sıralarda bir sıra oturma yeri bulundurulması,
bana hakikaten yeni bir bidat, dinin özünü bozucu bir şey gibi
görünmüyor. İlerdeki saf nizamını bozmamak kaydıyla (çünkü ön safa
plastik tabure koyanları bile gördüm) engellilere anlayışla bakmak
gerektiğini düşünüyorum ama herhalde nihai söz bu konuda Diyanet İşleri
Başkanlığı'na düşecektir. Onların açıklaması ve düzenlemesi ile bu küçük
pürüz ortadan kaldırılabilir.
Ne var ki okuyucumun takıldığı bir husus daha var ki, ona bütünüyle iştirak ediyorum.
Camilerdeki localar!
Tâbir bana değil, okuyucuya ait ama tam yerinde. Diyor ki
okuyucu: "Bazı camilerde normal vakitlerde sadece 3-4 saf oluştuğu halde
müezzin efendi ve yanındaki bazı iştirakçileri vakit namazlarında
lutfedip cemaatin içine, saflara dahil olmadan özel localarında (yani
müezzin mahfilinde) namazlarını kılmaktalar. Mikrofon kullanmanın buna
bahane olacağını da zannetmiyorum çünkü normal vakit namazlarında zaten
3-4 saf ancak toplanmakta, kısık sesle dahi okusa okuyacaklarını tüm
cemaatin duymamasına bir engel yok diye düşünüyorum."
Eskiden müezzinler kaamet getirdikten sonra normal safa girer,
görevlerini orada yerine getirirlerdi. Tabure konusunda ısrarlı değilim
fakat müezzin mahfillerinin bir nevi, "müezzinin ahbabları locası"
haline getirilmesi benim de dikkatimi çekiyor. Safa katılmak dururken
âdeta uzay gemisi Atılgan'ın kumanda odası haline getirilmiş ve çok
gerekliymiş gibi saf hizasından yüksek tutulmuş bir yerde ayrıca
yârenleri bir araya getirerek yeni bir gelenek ihdâsına lüzum yoktur.
Namazın ve saf nizamının ruhuna aykırı bir uygulama.
Ha, teravih kılınırken, bayram namazlarında hep bir ağızdan salât'ü selam getirileceği durumlar müstesnâ tabii.
*
Bilirsiniz, Kurban Bayramı'nın namazı kılındıktan sonra bütün
cemaat Itrî'nin (Bazıları Itrî'ye ait olmadığını ileri sürüyorlar
ama...) en meşhur ve güzel bestesi sayılmak lazım gelen Tekbir'i
getirirler. Bunca yıldır gözlemim şu olmuştur: Tekbir'in bestelendiği
şekline yakın bir güzellikte ve âhenk ile icra edildiğine hiç şahit
olmadım. Müzik kulağımızın olmadığından mıdır bilemem. Cemaat tekbir
getirirken birbirinden farklı kakofonik tonlar halinde yükselen
seslerden hangisine uyacağınızı şaşırırsınız.
Cemaate müzik eğitimi verip mükemmel bir koral icraatla ahenkli
tekbir getirmelerini sağlamak, kabul ederim ki zor iştir ama daha kolay
üstesinden gelinebilecek aksaklıklar konusunda da muzdaribiz. Bunların
başında, camiye girerken ayakkabıları eşikte bırakmak geliyor.
Eskisi gibi değil halbuki, her camide ayakkabı dolapları, raflar,
hatta etrafı kirletmesin diye poşetler var ama bu raflar boş da olsa
bir kısım cemaat eğilmeye bile lüzum görmeden ayakkabısını eşik dibine
bırakıp dalıyor içeriye. Çıkışta ayakkabınızı giymek için ayak basacak
yer bulamıyor, sinir oluyor, homurdanıp duruyorsunuz.
Basit meseledir. İmamlarımız on gün ısrarla bu meselede ikazda
bulunsalar iş hallolur; tabii bir şartla: Onbirinci gün yapılacak iş,
onca ikaza rağmen hâlâ ayakkabısını eşik düzlüğünde bırakanların
ayakkabılarını -onlar namazda iken- bir çuvala doldurup en yakın çöp
kutusuna tıkıştırıvermektir.
*
Her renge boyandık da fıstîkî yeşil mi kaldı demeyelim;
ayrıntıları fark etme ve düzenleme kabiliyetimizi köreltmeyelim. Her
yerin bir âdâbı olduğu gibi mâbedlerin de âdâbı vardır ve bu âdâbın ilk
ve son maddesi, içten gelen samimi bir nezâketle başkalarının haklarına
saygı göstermektir.
t.alkan@zaman.com