| KUTLU FORUM Bilgi ve Paylaşım Platformuna Hoş Geldiniz |
|
| Kur'an'da Zaman Kavramı | |
| | Yazar | Mesaj |
---|
huzeyfe Süper Moderatör
Mesaj Sayısı : 7719 Rep Gücü : 18108 Rep Puanı : 23 Kayıt tarihi : 27/03/09
| Konu: Kur'an'da Zaman Kavramı Cuma Haz. 15, 2012 8:10 am | |
| Risale-i Nur'a Göre Kur'an'da Zaman, Tarih ve İnsan - I Zaman ve İnsan
Zaman ve taşıdığı anlam, binlerce senedir insanlığın zihnini sürekli meşgul eden ve içinden çıkamadığı soruların ortaya çıkmasına sebep olan etkenlerdendir. Zaman mefhumu olmaksızın kâinatın ve insanın kaynağı anlaşılamaz ve tarih anlayışı inşa edilemez. Zamanın sırları üzerinde yapılan incelemeler, kaçınılmaz bir sonun (kıyametin) varlığı ve bununla birlikte onun sadece Allah'ın bilebileceği mesele olduğu sonucunu ortaya çıkarmıştır. Buradan hareketle bizler "Görülen Ayet" olan kâinattan neler anlayabileceğimizi buluruz:
Kur'an-ı Kerim'de iki sure vardır ki, bunların isimleri zaman mefhumuyla bağlantılıdır; Dehr Suresi ve Asr Suresi. Dehr Suresi'nin diğer ismi İnsan Suresidir. Aynı surenin taşıdığı bu iki isim, iki kavramın arasındaki bağlantıya çok ilginç bir şekilde işaret eder.
Kur'anî terminolojide zamanı ifade için kullanılan kavramlar çok geniş bir yelpaze teşkil eder.1 Bunlardan bazılarını şöyle sıralayabiliriz: Asr (yüzyıl, öğleden sonraki vakit), Asr Suresi, 1. ayet; Dehr (uzun bir zaman dilimi), Dehr Suresi, (Bir başka surede ise dalalete sapmış insanların zamanı nasıl ilahlaştırdığını ifade için kullanılan bir kavramdır), Casiye Suresi, 24. ayet; Vakt, (zamanın belirli bir dilimi) Hicr Suresi 37 ve 38. ayet; Aynı kökten türeyen kelimelerden olan "Mevkut" (belirli bir zaman) Nisa Suresi 103. ayet, "Mikat" (tayin edilmiş zaman) ise A'raf Suresi 142, 143 ve 155. ayetler; Hîn (ne zaman ki, iken, vakit), Bakara Suresi, 36. ayet; Yevm (bir gün, bir zaman dilimi), Sebe Suresi 30. ayet, Kasas Suresi 41. ayet, Saffat Suresi 20. ayet, Fatiha Suresi 4. ayette Kıyamet günü, Haşir günü ve Ahiret günü gibi anlamlarda zikredilmiştir. Devir manasında ise, göklerin ve dünyanın yaratılışının anlatıldığı A'raf Suresi 54. ayet, Furkan Suresi 59. ayet ve Hud Suresi 7. ayette zikredilmiştir; Sa'a (an, saat, zaman), dönem manasında A'raf Suresi, 34. ayet; İkinci mana olan saat ise Kıyamet günü ve Mahşer gününün tarif edildiği Rum Suresi, 12. ayette zikredilir. Müddet (bir zaman dilimi, bir vakit) kelimesi, Tevbe Suresi, 4. ayet; Emed (devre, zaman dilimi) kelimesi, Ahiret gününün tarif edildiği Al-i İmran Suresi, 30. ayet; Hukub-Ahkab (uzun bir zaman dilimi, uzun yıllar) kelimeleri şu ayette zikredilir: "Azgınlar orada uzun bir zaman kalırlar..."; El-an (şimdi, şimdiki zaman) kelimesi, Nisa Suresi, 18. ayet; Sermed (sürekli zaman) kelimesi Kasas Suresi, 72. ayet; Ecel (zaman dilimi, sınırlı süre) kelimesi A'raf Suresi, 34. ayet.
Kur'an'da "zaman" kelimesinin geçmiyor oluşu dikkat çekici bir noktadır. Bu kelimenin lügat manası, "kısa veya uzun bir vakit dilimini ifade eden bir isimdir" (ismun li-kalilü’l-vakti ve kesirihi)2 şeklinde ifade edilmiştir. Bu kelime, Müslüman alimlerin teknik lügatlerinde yerini almış, ancak her alimin zaman meselesine yaklaşımlarını ve ortaya koydukları disiplini yansıtır şekilde manalar verilmiştir. Bununla birlikte zaman kavramını kullanırken değişmeyen sabit bir unsur vardır ki, o da bu kelimenin mekânla olan ilişkisidir.
Zaman hakkındaki Kur'anî hitabın farklı lügat manalarını sergilemesi, sadece Kur'anî tarzın ana karakteristiğini değil, aynı zamanda bu vakıanın tabiatını da yansıtır. Zamanla ilgili olarak Kur'an, sadece zamanın özü ve orijini hakkındaki sorulara atıfta bulunmaz.3 Kur'an-ı Kerim farklı zaman türlerine de işaret eder. İnsan için önemli olması hasebiyle belli bir zaman türü üzerine vurgu yapar. Bu açıdan zaman insan için güneşin ve ayın hareketleriyle belirlenmiş bir mefhumdur. Bu zaman türü, ibadetlerin ifa edilmesi, insanın asıl görevinin yerine getirilmesi, faaliyetlerini, işlerini sürdürebilmesi, insan toplumlarının organizasyon ve fonksiyonlarının gerçekleştirilebilmesi için çok önemlidir. Zamanın realitesi çerçevesinde yöneltilen soruya bir cevap arama işlemi çok zor olsa da asla yasaklanmamıştır.
Zaman hakkındaki Kur'anî ifade ve terminolojiden hareketle Müslüman alimler farklı tür ve farklı özelliklerde zamanın bulunduğu sonucuna varmışlardır. Onların yaptıkları tasnifler farklı farklıdır.4 Fakat, iki tür zaman üzerinde yoğunlaşmışlardır:
1) Dünyevî zaman. 2) Metafizik zaman.5
Dünyevî zaman (ez-Zamanü'd-Dünyevî), özel zaman veya fiziksel zaman olarak da bilinir ve uzaydaki cisimlerin (gezegenler ve yıldızların) hareketleriyle belirlenen bir zamandır. İnsanın hayatı bu tür zamanla ölçülür. İbadetlerin bir çoğu bu zamanla ilişkilidir ve Kıyamet Günü de böyle bir zaman mefhumu üzerine kuruludur. Kur'an bu tür zaman üzerinde vurgu yapmıştır. İnsan için. Bu zaman geçmiş, şimdi ve gelecek olarak farklı şekillerde geçerlidir. Kur'an insana geçmişi iyi öğrenmesini, şimdiki zamanı en verimli şekilde değerlendirmesini ve gelecek için ümitvar olmasını tavsiye eder. (Nisa Suresi, 123)
Bu dünyevî zaman içinde, zaman üzerinde gerçekleşen kişisel tecrübelerden kaynaklanan bir vakıa vardır. Bu vakıa, bazı alimler tarafından "Psikolojik Zaman" (ez-Zamanü'n-Nafsî), bazı alimler tarafından "Genişleyen Zaman" veya "Varoluşsal Zaman" olarak isimlendirilmiştir. Bu ifadeler, zaman hakkındaki tecrübelerin kişiden kişiye değiştiğinin bir göstergesidir. Örneğin, tehlike anında elde edilen bir tecrübeye göre o zaman dilimi belki bir yıl kadar uzun gelir. Ama mutluluk içinde yaşanan bir yıl, belki bir dakika kadar kısa hissedilir. Bu vakıanın göstergeleri veya bu zaman türü pek çok Kur'an ayetinde bulunmaktadır; Tevbe Suresi, 118. ayetinde olduğu gibi.
Dünyevî zamanın tam tersi metafizik zamandır (ez-Zamanü'l-Gaybî). Bu zaman türü göklerin ve yerin yaratılışından önce de vardı. Aynı zamanda bunlar yok olunca da varlığını devam ettirecektir. Literatürde bu zaman türünü ifade için "Yaratılış Öncesi Zaman", "Eskatolojik Zaman" ve "İlahî Zaman" tanımlamaları kullanılır. Bu zaman türü temel olarak şunları içerir: Arşın ve suyun zamanı (ez-Zamanü'l-Arşî), yerin ve göklerin yaratıldığı periyod (Zamanü'l-Halku's-Semavati ve'l-Ard), Meleklerin ve Ruh'un (Hz. Cebrail'in) yükseldiği zaman (Zamanü'l-Uruc) ve Ahiret zamanı (Zamanü'l-Ahire).
İnsan, bu zaman türlerini ölçme imkânına sahip değildir. Çünkü bu zamanların ölçü birimi, dünyevî zamandan çok farklıdır: "Melekler ve Ruh (Cebrail) oraya miktarı elli bin yıl olan bir günde yükselip çıkar." (Mearic Suresi, 4); "Allah, gökten yere kadar her işi düzenleyip yönetir. Sonra sizin sayageldiklerinize göre bin yıl tutan bir günde O'nun nezdine çıkar." (Secde Suresi, 5)
Metafizik zaman, Allah tarafından yaratılan diğer zamanlar gibi yine O'nun tarafından yaratılmıştır. Zamanın realitesi ve tabiatı üzerindeki değerlendirmeler Müslüman ilahiyatçılar, filozoflar, mutasavvıflar, fakihler ve tarihçilerin telif ettikleri eserlerde yer almaktadır. Örneğin, ilahiyatçılar Allah'ın Yaratıcı Kudreti, İlmi, İradesi ve Dilemesiyle zaman, zamanın sonu ve eskatoloji arasındaki ilişkiyi değerlendirmişlerdir. Zaman hakkındaki teolojik tanımlamaya bir örnek olarak verebileceğimiz el-Taftazani'nin (1322-1389) Akaidü'n-Nesefi isimli eserinde şu yoruma yer verilir: "Zaman, başlangıcı olan şeyler için tabir edilir. Başlangıcı olan şey ise belli ölçülere bağlıdır... Allah ise bütün ölçü ve sınırlamaların ötesindedir."6
Filozoflar da aynı şekilde zamanın ne olduğuna, bunun bir varlığa, bir başlangıç ve sona sahip olup olmadığına dair gelen soruları cevaplandırmaya çalışmışlardır.7
Mutasavvıflar, vaktin veya zaman-ı halin öneminden hareketle zamanın realitesiyle çokça ilgilenmişlerdir. Zira Allah'a ulaşmak için katedilmesi gerekli sufi yolun önemli unsurlarından birisi zamandır.
Müslüman fıkıh alimleri, insanların ibadetlerini yerine getirme, haklarını elde etme ve koruma, görevlerini ifa etme gibi faaliyetlerle bağlantılı önemli bir faktör olarak zamanı ele almışlardır. Bu yaklaşımı takip ederek, fukaha, dünyevi zamanla ilgilenmişlerdir. Zamanla ilgili olarak onların kullandıkları literatürde sözlük manasıyla zaman, ecel, müddet ve vakit gibi kelimeler yer alır ve bunlar sıklıkla kullanılır.8 İbadetlerin pek çoğu. (namaz, oruç, hac, zekat, fitre gibi) hep spesifik vakitle bağlantılıdır. İbadetler için tayin edilen spesifik zaman, Allah'ın emirlerine riayet etmek suretiyle O'nunla olan bağlantının yenilendiği vakit manasını taşır.9
Şahıslar hukukunda zaman, taahhüt, nafaka işlemleri, şahitlik, hakları elde etme ve koruma hususları üzerinde önemli bir etkiye sahiptir. Ceza hukukunda, zamana (dehre) lanet etmeye yönelik önemli bir yasak vardır. Bu yasak Ebu Hureyre tarafından nakledilen meşhur bir hadis-i şerifin üzerine kuruludur: "Zamana (dehre) lanet etmeyin. Çünkü onu Allah yaratmıştır."10
Netice olarak, tarihçilere göre zaman, insanlıkla doğrudan alakalı olaylar için bir iskelet özelliğini taşır. Onlara göre zaman, aynı zamanda geçmişin ve onun yansımalarının organize edilmesi için önemli bir kriterdir.11
Müslüman alimlerin zaman konusundaki farklı yaklaşımlarını zengin bir spektrumla gösterdikten ve Kur'anî hitabın bu konudaki yorumlarını aktardıktan sonra, konu hakkındaki Said Nursi'nin yorumlarına eğileceğiz. Said Nursi'nin zaman konusunda ortaya koyduğu görüşleri ve bu konuda kullandığı terminolojiyi bütün yönleriyle ele almaya çalışacağız.
Said Nursi zamanın manasını, diğer bazı meselelerle birlikte, yaratılışın müzakere edildiği 14. Söz'de, İlahi takdirin (kader) ele alındığı 26. Söz'de, Allah'ın Baki oluşunun anlatıldığı 3. Şua'da incelemiştir.
Bahsedilen bu konular genellikle mütekellimûn (kelam alimleri) ve mutasavvıflar tarafından zaman kavramı çerçevesinde ele alınmıştır. Buna karşılık aynı konu filozoflar, fıkıh alimleri ve kronolojist tarihçiler tarafından bu bağlamda değerlendirilmemiştir.
Zaman ve zamanla ilgili kavramları ifade eden Kur'an ayetlerini yorumlarken Said Nursi şu sözcükleri kullanır: Zaman, ezel, tarih, mazi (geçmiş zaman), hâl (şimdiki zaman) ve istikbal (gelecek zaman).
Said Nursi Risale-i Nur'da, zamanın gerçekliği konusuna işaret eder. Bu dünyevî zamanın ve bu zamanın varlıklar ve dünya üzerindeki, eşya üzerindeki etkisi üzerinde durur. Said Nursi'nin zamanın realitesi hakkındaki yaklaşımlarını ele alırken, biz konuya Kur'anî kozmoloji noktasından yaklaşacağız.
Devamı haftaya…
Dipnotlar 1. Bakınız: Hana E. Kasis, A Concordance of the Quran (Berkeley-LosAngeles-London: University of California Pres, 1982); İbrahim Al-Aki, Al-Zaman fi al-fikr al-Eslami (Beyrut: Dar al-Muntakab al-Arabi, 1993), 58-62. 2. ibn Manzur, Lisan al-Arab (Matbaa Bulaq, 1300 Hb), 17:60 3. Bakınız: Hilmi Abd al-Mun'im Sabir, Al-Waqt fi al-Islam (Kahire: AI-Mu'assasa al-Arabiya al-Haditha, 1988), 43. 4. A.g.e.; Irfan A. Omar, "The Islamic Concept of Time (Iessness)", 6. 5. Kur'an’da iki tür zamanın olduğuna dair açıklamalar Hilmi Abd Al-Munim Sabir'in AI-Wakt fi al-Islam isimli eserinde yer almaktadır. 6. L.A. Goodman'ın "Time in Islam" isimli eserinden naklen, Asian Philosophy, 2:1 (1997), 17. 7. ibn Sina, Muhammed ibn Zekeriyya al-Razi ve AI-Maarri'nin bu konudaki görüşleri için bakınız: İbrahim al-Ati, Al-Zaman fi al-fikr al-İslami, 95-158. 8. Al-Mawsu'a Fiqhiyya, Al-Kuweyt: Wizarat al-aeq'af wa al-shu'un al-İslamiyya, 1992, 24:5. 9. Bakınız: James R. Lewis, "Sacred Space and Time in Islam", Studies in Islam, 19:1-2 (1982),173. 10. Sahih Muslim, 4/1 763. 11. Franz Rosenthal, "The 'Time' of Muslim Historians and Muslim Mystics", 20.
*******************0o0**************
GİRİŞ
Bediüzzaman Said Nursi (1876-1960', 20 yüzyılda yaşayan ve İslamî tecdid için çaba sarfeden Müslüman alimler arasında ayrıcalıklı bir yere sahiptir. Ki, bu son asırdaki İslam alimleri, Müslüman dünyanın "eski düzenini" yerle bir eden modernitenin meydan okumasına karşı gerekli cevapları ortaya koymuşlar, çağdaş dönemin şartlarına uygun bir anlayışla İslamı yeniden yorumlamışlardır. Buradan hareketle bu alimlerin pek çoğu İslamın sosyal ve politik ölçülerine vurgu yapmışlar, ortaya çıkan dinî yenilikçi hareketleri belli bir mecraya yöneltmeye çalışmışlardır. Said Nursi de, aynı şekilde bireyler üzerine odaklanmış ve kendine has bir dinî yaklaşım sergilemiş, bunun bir ürünü olarak da bir iman hareketi ortaya koymuştur. Bu iman hareketinin en temel karakteristik özelliği, dinî şuura, yani imana vurgu yapmasıdır. Bu çizgiyle Said Nursi, Müslümanları bir politik düzenin üyeleri olmak yerine, birer fert ve toplumun birer üyesi olarak bütün seferber etmiştir.£i1
Bediüzzaman Said Nursi, Osmanlının kurduğu İslami düzenin yıkıldığına şahid oldu ve yeni dönemde Müslümanların yeni bir düzene olan ihtiyacını realize etmek için harekete geçti. Zira "Kur'an'ı muhafaza eden surlar" yıkılmış, saldırılar doğrudan Allah'ın ayetlerine yöneltilmişti. Bu tebliğimizde, Said Nursi'nin Kur'an mesajını halka mâledebilme görevini nasıl üzerine aldığına ve bunu nasıl yerine getirdiğine yer vereceğiz. Bu maksada yönelik olarak Said Nursi, Risaleler şeklinde eserler kaleme alma şeklindeki bir tarzı tercih etti ve bunların tamamını Risale-i Nur (Nur Mektupları' ismi altında biraraya getirdi. Temel özellikleri bakımından Risale-i Nur, "Kur'anî parıltıların Said Nursi'nin prizmasından çıkan birer yansımasıyda".£21 Risaleler, bir "yazıcı topluluğu" haline gelen talebeleri tarafından elle yazılmak suretiyle hızla çoğaltılıyor ve ülkenin dört bir yanına ulaştırılmaya çalışılıyordu. Bu topluluk, "her bir üyesi eline geçen risaleyi okuma ve içselleştirme gayretinde olan bir topluluktu."£31
Said Nursi'nin din hakkındaki görüşlerini mercek altına aldığımızda, onun insana, insanın yaratılış sebebine, tabiatına, dünya üzerindeki konumuna ve üzerine yüklenen vazifeye çok büyük önem atfettiğini görürüz. İnsanın tarihin derinliklerine demir atmış özelliğinden hareketle, Said Nursi'nin "İslamî benlik" üzerinde kurguladığı görüşlerinin önemli birer unsuru olarak insan ve tarihi gösterebiliriz. İşte bu yüzden bu tebliğimizin temel hareket noktası, tarih ve insan hakkındaki Kur'anî değerlendirmelerin Risale-i Nur prizmasından yansıyan görünümü olacaktır. Zaman anlayışına tekabül etmeksizin bir tarih anlayışı inşa edilemeyeceğinden hareketle, tarih ve insan karşılaştırması, zaman hakkındaki Kur'anî söylem üzerindeki değerlendirmelere öncelik verilecektir.
Zaman, tarih ve insan hakkındaki Kur'anî söylemp, onun terminolojisi, kavramı ve yakından bağlantılı olan meseleleriyle birlikte göze çarpan unsunlar ortaya konulacaktır. Bu bağlamda, ilgili Kur'anî ayetlere, Risale-i Nur'dan pasajlara ve diğer Müslüman alimlerin eserlerine referansta bulunacağız. Zikrettiğimiz bu referans çerçevesi bizleri ele alacağımız konu hakkında kesin bir neticeye ulaştıracağı gibi, Said Nursi'nin bu temel konu üzerindeki yorumlarını uygun bir perspektiften ele almamızı sağlayacaktır.
Kur'an ayetlerinin tercümeleri, Abdullah Yusuf Ali tarafından çevrilen "The Meaning of the Holy Qur'an" (Brentwood, Maryland; Amana Corparation, 1412/1992' isimli Kur'an mealinden alınmıştır. Risale-i Nur'dan yapılan referanslarda ise, Şükran Vahide tarafından İngilizceye tercüme edilen şu eserlerden yararlanılmıştır: The Words (İstanbul, Sözler Neşriyat, 1992'; Letters (İstanbul, Sözler Neşriyat, 1994': The Flashes Collection (İstanbul, Sözler Nesriyat, 1995'
Zaman ve İnsan
Zaman ve taşıdığı anlam, binlerce senedir insanlığın zihnini sürekli meşgul eden ve içinden çıkamadığı soruların ortaya çıkmasına sebep olan etkenlerdendir. Zaman mefhumu olmaksızın kainatın ve insanın kaynağı anlaşılamaz ve tarih anlayışı inşa edilemez. Zamanın sırları üzerinde yapılan incelemeler, kaçınılmaz bir sonun (kıyametin' varlığı ve bununla birlikte onun sadece Allah'ın bilebileceği mesele olduğu sonucuna ortaya çıkarmıştır. Buradan hareketle bizler "Görülen Ayet" olan kainattan neler anlayabileceğimizi buluruz.
Kur'an-ı Kerim'de iki sure vardır ki, bunların isimleri zaman mefhumuyla bağlantılıdır; Dehr Suresi ve Asr Suresi. Dehr Suresinin diğer ismi İnsan Suresidir. Aynı surenin taşıdığı bu iki isim, iki kavramın arasındaki bağlantıya çok ilginç bir şekilde işaret eder.
Kur'anî terminolojide zamanı ifade için kullanılan kavramlar çok geniş bir yelpaze teşkil eder.£41 Bunlardan bazılarını şöyle sıralayabiliriz:
Asr (yüzyıl, öğleden sonraki vakit', "Asra yemin olsun ki" (Asr Suresi, 1' ayetinde zikredilir.
Dehr (uzun bir zaman dilimi' kelimesi, Dehr suresinde zikredilmiştir. Bir başka surede ise dalâlete sapmış insanların zamanı nasıl ilahlaştırdığını ifade için kullanılan bir kavramdır. "Dediler ki; Hayat ancak bu dünyada yaşadığımızdır. Ölürüz ve yaşarız. Bizi ancak zaman (dehr' helak eder" (Câsiye Suresi, 24'
Vakt, (zamanın belirli bir dilimi' Hıcr Suresi 37 ve 38. ayetlerde şöyle ifade edilmiştir: "Allah; Sen bilinen bir vakte kadar kendilerine mühlet verilenlerdensin, buyurdu." Aynı kökten türeyen kelimelerden olan "Mevkût" (belirli bir zaman' Nisa Suresi 103. ayette, "Mikat" (tayin edilmiş zaman' kelimesi ise A'raf Suresi 142, 143 ve 155. ayetlerde zikredilmiştir.
Hîn (ne zaman ki, iken, vakit' kelimesine bir örnek şu ayette geçer: "...Bunun üzerine; bir kısmınız diğerine düşman olarak inin, sizin için yeryüzünde barınak ve belli bir zamana (hîn' kadar yaşamak vardır, dedik". (Bakara Suresi, 36'
Yevm (bir gün, bir zaman dilimi', Sebe Suresi 30. ayet, Kasas Suresi 41. ayet, Sâffat Suresi 20, Fatiha Suresi 4. ayette Kıyamet günü, Haşir günü ve Ahiret günü gibi anlamlarda zikredilmiştir. Devir manasında ise, göklerin ve dünyanın yaratılışının anlatıldığı A'raf Suresi 54. ayet, Furkan Suresi 59. ve Hûd Suresi 7. ayette zikredilmiştir.
Sa'a (an, saat, zaman', dönem manasında şu Kur'anî uyarıda ifade edilmiştir: "Her ümmetin bir eceli vardır. Ecelleri gelince ne bir an (saat' geri kalırlar, ne de bir an (saat' ileri gidebilirler" (A'raf Suresi, 34'. İkinci mana olan saat ise Kıyamet günü ve Mahşer gününün tarif edildiği Rum Suresi 12. ayette şöyle zikredilir: "Kıyametin kopacağı gün, günahkarlar susacaktır."
Müddet (bir zaman dilimi, bir vakit' kelimesi, Tevbe Suresi 4. ayette şöyle zikredilir: "...Onların anlaşmalarını, süreleri (müddeti' bitinceye kadar tamamlayınız... "
Emed (devre, zaman dilimi' kelimesi, Ahiret gününün tarif edildiği Âl-i İmran Suresi 30. ayette şöyle tarif edilir: "Herkesin iyilik olarak yaptıklarını da, kötülük olarak yaptıklarını da karşısında hazır bulduğu günde isteyecek ki, kötülükleri ile kendisi arasında uzun bir mesafe bulunsun... "
Hukûb-Ahkâb (uzun bir zaman dilimi, uzun yıllar' kelimeleri şu ayette zikredilir: "Azgınlar orada uzun bir zaman kalırlar... "
El-ân (şimdi, şimdiki zaman' kelimesi şu ayette zikredilir: "Kötülükleri yapıp da içlerinden birine ölüm gelip çatınca 'ben şimdi (el-ân' tevbe ettim' diyenler ile kafir olarak ölenler için tevbe yoktur... " (Nisa Suresi, 18'
Sermed (sürekli zaman' kelimesi Kasas Suresi 72. ayette şöyle zikredilir: "De ki; Söyleyin bakalım, eğer Allah üzerinizde gündüzü ta kıyamet gününe kadar aralıksız devam ettirse, Allah'tan başka istirahat edeceğiniz geceyi size getirecek ilah kimdir?"
Ecel (zaman dilimi, sınırlı süre' kelimesi A'raf Suresi 34. ayette şöyle ifade edilir: "Her ümmetin bir eceli vardır."
Kur'an'da "zaman" kelimesinin geçmiyor oluşu dikkat çekici bir noktadır. Bu kelimenin lügat manası, "kısa veya uzun bir vakit dilimini ifade eden bir isimdir" (ismun li-kalîlü'l-vakti ve kesîrihî'£51 şeklinde ifade edilmiştir. Bu kelime, Müslüman alimlerin teknik lügatlerinde yerini almış, ancak her alimin zaman meselesine yaklaşımlarını ve ortaya koydukları disiplini yansıtır şekilde manalar vermişlerdir. Bununla birlikte zaman kavramını kullanırken değişmeyen sabit bir unsur vardır ki, o da bu kelimenin mekanla olan ilişkisidir.
Zaman hakkındaki Kur'anî hitabın farklı lügat manalarını sergilemesi, sadece Kur'ani tarzın ana karakteristiğini değil, aynı zamanda bu vakıanın tabiatını da yansıtır. Zamanla ilgili olarak Kur'an, sadece zamanın özü ve orijini hakkındaki sorulara atıfta bulunmaz.£61 Kur'an-ı Kerim farklı zaman türlerine de işaret eder. İnsan için önemli olması hasebiyle belli bir zaman türü üzerine vurgu yapar. Bu açıdan zaman insan için güneşin ve ayın hareketleriyle belirlenmiş bir mefhumdur. Bu zaman türü, ibadetlerin ifa edilmesi, insanın asıl görevinin yerine getirilmesi, faaliyetlerini, işlerini sürdürebilmesi, insan toplumlarının organizasyon ve fonksiyonlarının gerçekleştirilebilmesi için çok önemlidir. Zamanın realitesi çerçevesinde yöneltilen soruya bir cevap arama işlemi çok zor olsa da asla yasaklanmamıştır.
Zaman hakkındaki Kur'anî ifade ve terminolojiden hareketle Müslüman alimler farklı tür ve farklı özelliklerde zamanın bulunduğu sonucuna varmışlardır. Onların yaptıkları tasnifler farklı farklıdır.£71 Fakat, iki tür zaman üzerinde yoğunlaşmışlardır:
1' Dünyevî zaman.
2' Metafizik zaman.£81
Dünyevî zaman (ez-Zamanü'd-Dünyevî', özel zaman veya fiziksel zaman olarak da bilinir ve uzaydaki cisimlerin (gezegenler ve yıldızların' hareketleriyle belirlenen bir zamandır. İnsanın hayatı bu tür zamanla ölçülür. İbadetlerin bir çoğu bu zamanla ilişkilidir ve Kıyamet Günü de böyle bir zaman mefhumu üzerine kuruludur. Kur'an bu tür zaman üzerinde vurgu yapmıştır. İnsan için bu zaman geçmiş, şimdi ve gelecek olarak farklı şekillerde geçerlidir. Kur'an insana geçmişi iyi öğrenmesini, şimdiki zamanı en verimli şekilde değerlendirmesini ve gelecek için ümitvar olmasını tavsiye eder. (Nisa Suresi, 123'
Bu dünyevî zaman içinde, zaman üzerinde gerçekleşen kişisel tecrübelerden kaynaklanan bir vakıa vardır. Bu vakıa, bazı alimler tarafından "Psikolojik Zaman" (ez-Zamanü'n-Nafsî', bazı alimler tarafından "Genişleyen Zaman" veya "Varoluşsal Zaman" olarak isimlendirilmiştir. Bu ifadeler, zaman hakkındaki tecrübelerin kişiden kişiye değiştiğinin bir göstergesidir. Örneğin, tehlike anında elde edilen bir tecrübeye göre o zaman dilimi belki bir yıl kadar uzun gelir. Ama mutluluk içinde yaşanan bir yıl, belki bir dakika kadar kısa hissedilir. Bu vakıanın göstergeleri veya bu zaman türü pek çok Kur'an ayetinde bulunmaktadır. Tevbe Suresi 118. ayetinde olduğu gibi.
Dünyevî zamanın tam tersi metafizik zamandır (ez-Zamanü'l-Gaybî'. Bu zaman türü göklerin ve yerin yaratılışından önce de vardı. Aynı zamanda bunlar yok olunca da varlığını devam ettirecektir. Literatürde bu zaman türünü ifade için "Yaratılış Öncesi Zaman", "Eskatolojik Zaman" ve "İlahî Zaman" tanımlamaları kullanılır. Bu zaman türü temel olarak şunları içerir:
Arşın ve suyun zaman (ez-Zamanü'l-Arşî', yerin ve göklerin yaratıldığı periyod (Zamanü'l-Halku's-Semâvâti ve'l-Ard', Meleklerin ve Ruh'un (Hz. Cebrail'in' yükseldiği zaman (Zamanü'l-Urûc' ve Ahiret zamanı (Zamanü'l-Âhire'.
İnsan bu zaman türlerini ölçme imkanına sahip değildir. Çünkü bu zamanların ölçü birimi, dünyevî zamandan çok farklıdır.
"Melekler ve Ruh (Cebrail' oraya miktarı elli bin yıl olan bir günde yükselip çıkar." (Meâric Suresi, 4'
"Allah, gökten yere kadar her işi düzenleyip yönetir. Sonra sizin sayageldiklerinize göre bin yıl tutan bir günde O'nun nezdine çıkar." (Secde Suresi, 5'
Metafizik zaman, Allah tarafından yaratılan diğer zamanlar gibi yine O'nun tarafından yaratılmıştır.
Zamanın realitesi ve tabiatı üzerindeki değerlendirmeler Müslüman ilahiyatçılar, filozoflar, mutasavvıflar, fakihler ve tarihçilerin telif ettikleri eserlerde yer almaktadır.
Örneğin ilahiyatçılar Allah'ın Yaratıcı Kudreti, İlmi, İradesi ve Dilemesiyle zaman, zamanın sonu ve eskatoloji arasındaki ilişkiyi değerlendirmişlerdir. Zaman hakkındaki teolojik tanımlamaya bir örnek olarak verebileceğimiz el-Taftazanî'nin (1322-1389' Akaidü'n-Nesefî isimli eserinde şu yoruma yer verilir:
"Zaman, başlangıcı olan şeyler için tabir edilir. Başlangıcı olan şey ise belli ölçülere bağlıdır...Allah ise bütün ölçü ve sınırlamaların ötesindedir."£91
Filozoflar da aynı şekilde zamanın ne olduğuna, bunun bir varlığa, bir başlangıç ve sona sahip olup olmadığına dair gelen soruları cevaplandırmaya çalışmışlardır.£i01 Örneğin, Müslüman filozof Muhammed İbn Zekeriyya el-Razi (865-923' iki tür zamanın olduğu görüşündedir; Mutlak zaman, mahsur zaman.
"Mutlak olan zaman, süreklidir ve daimidir. Bu zaman sonsuzdur ve ebediyete uzanır. Belirlenmiş ve sınırları çizilmiş zaman ise gökyüzündeki kürelerin hareketlerinden, güneş ve yıldızların belli bir rotayı takip etmelerinden meydana gelir. Eğer bu ikisi arasını ayırabilir ve sonsuzluğun hareketini hayal edebilirsen, mutlak zamanı da tasavvur edebilirsin. Fakat, eğer kürelerin hareketlerini göz önünde tutarsan, sen zamana belli bir sınır çiziyorsun demektir."£ii1
Mutasavvıflar, vaktin veya zaman-ı halin öneminden hareketle zamanın realitesiyle çokça ilgilenmişlerdir. Zira Allah'a ulaşmak için kat'edilmesi gerekli sufi yolun önemli unsurlarından birisi zamandır. Zamanla ilgili ilk soruya cevap olacak şekilde İbn Arabi'nin (1165-1240' ifadesi önemli bir örnektir; "Kıdemle (ezeliyetle' Allah arasındaki ilişki, zamanla bizim aramızdaki ilişki gibidir."£i21 Vakit kavramı hakkındaki Sûfi anlayışa bir örnek olarak Ebu Nasr el- Sırâc el-Tûsi'nin (Ö. 988' şu görüşüne yer verebiliriz:
"Vakit, iki nefes alış verişi veya iki düşünce arasındaki zamandır."£i31
Müslüman fıkıh alimleri, insanların ibadetlerini yerine getirme, haklarını elde etme ve koruma, görevlerini ifa etme gibi faaliyetlerle bağlantılı önemli bir faktör olarak zamanı ele almışlardır. Bu yaklaşımı takip ederek, fukaha, dünyevi zamanla ilgilenmişlerdir. Zamanla ilgili olarak onların kullandıkları literatürde sözlük manasıyla zaman, ecel, müddet ve vakit gibi kelimeler
yer alır ve bunlar sıklıkla kullanılır.£i41 İbadetlerin pek çoğu (namaz, oruç, hac, zekat, fitre gibi' hep spesifik vakitle bağlantılıdır. İbadetler için tayin edilen spesifik zaman, Allah'ın emirlerine riayet etmek suretiyle O'nunla olan bağlantının yenilendiği vakit manasını taşır.£i51
Şahıslar hukukunda zaman, taahhüt, nafaka işlemleri, şahitlik, hakları elde etme ve koruma hususları üzerinde önemli bir etkiye sahiptir. Ceza hukukunda, zamana (dehre' lanet etmeye yönelik önemli bir yasak vardır. Bu yasak Ebu Hureyre tarafından nakledilen meşhur bir hadis-i şerifin üzerine kuruludur: "Zamana (dehre' lanet etmeyin. Çünkü onu Allah yaratmıştır."£i61 Gerçekte, İslam'dan önce Araplar hoşlarına gitmeyen bir iş vuku bulduğunda zamana (dehre' lanet okurlardı. Zikrettiğimiz hadis-i şerifle insanlara her şeyin ve her olayın Yaratıcısı Allah olduğu hatırlatılmaktadır. Zaman, O'nun yarattığı şeylerden sadece birisidir. Buradan hareketle, kaderin veya zamanın ayıplanması, Allah'ın ayıplanması demek olacaktır.
Netice olarak, tarihçilere göre zaman, insanlıkla doğrudan alakalı olaylar için bir iskelet özeliliğini taşır. Onlara göre zaman aynı zamanda geçmişin ve onun yansımalarının organize edilmesi için önemli bir kriterdir.£i71 Örneğin Ebu Cafer Muhammed İbn Cerîr et-Taberî (839-923' bu konuda şöyle der:
"Zaman, gece ve gündüzün saatlerini ölçmek için kullanılan bir isimdir. Zamanın uzun ve kısa olmak üzere iki derecesinin olduğu söylenebilir...Saatler gece ve gündüzün vakti, güneşin ve ayın kendi yörüngelerinde hareketlerinin ölçülmesi için kullanılır...Bu cisimler ise sonradan yaratılmışlardır ve bunların bir başlangıçları, bir hareket noktaları vardır...Allah, bu cisimleri, yani ay ve güneşi yaratmadan önce, gece ve gündüz, saat ve dakika gibi kavramlar yoktu...Gece ve gündüz, güneş ve ayın peşpeşe gelmeleriyle ortaya çıkar; Saat ve zaman ise bunların ölçmede kullanılan birer birimdir."£i81
Tarihçi et-Taberi'ye göre fiziki zaman yaşadığımız dünyayla bağlantılıdır ve bu yolla tarih meydana gelir.
Müslüman alimlerin zaman konusundaki farklı yaklaşımlarını zengin bir spektrumla gösterdikten ve Kur'anî hitabın bu konudaki yorumlarını aktardıktan sonra, konu hakkındaki Said Nursi'nin yorumlarına eğileceğiz. Said Nursi'nin zaman konusunda ortaya koyduğu görüşleri ve bu konuda kullandığı terminolojiyi bütün yönleriyle ele almaya çalışacağız.
Said Nursi zamanın manasını, diğer bazı meselelerle birlikte, yaratılışın müzakere edildiği 14. Söz'de, İlahî takdirin (kader' ele alındığı 26. Söz'de, Allah'ın Baki oluşunun anlatıldığı 3. Şua'da incelemiştir.
Bahsedilen bu konular genellikle mütekellimûn (kelâm alimleri' ve mutasavvıflar tarafından zaman kavramı çerçevesinde ele alınmıştır. Buna karşılık aynı konu filozoflar, fıkıh alimleri ve kronolojist tarihçiler tarafından bu bağlamda değerlendirilmemiştir.
Zaman ve zamanla ilgili kavramları ifade eden Kur'an ayetlerini yorumlarken Said Nursi şu sözcükleri kullanır: Zaman, ezel, tarih, mazi (geçmiş zaman', hâl (şimdiki zaman' ve istikbal (gelecek zaman'.
Said Nursi Risale-i Nur'da, zamanın gerçekliği konusuna işaret eder. Bu dünyevî zamanın ve bu zamanın varlıklar ve dünya üzerindeki eşya üzerindeki etkisi üzerinde durur. Said Nursi'nin zamanın realitesi hakkındaki yaklaşımlarını ele alırken, biz konuya Kur'anî kozmoloji noktasından yaklaşacağız.
Kur'an'a göre, Kâinat iki kısma ayrılır: Görülen ve görülmeyen kâinat
"De ki: Ey gökleri ve yeri Yaratan, gizliyi de aşikarı da bilen Allah! Kullarının arasında, ayrılığa düştükleri şeyin hükmünü ancak sen vereceksin." (Zümer Suresi, 46'
Kainatın "alemü'l-gayb" (görülmeyen alem' ve "alemü'ş-şuhûd" (görülebilen alem' şeklinde ikiye ayrılması sadece insanın açısından söz konusudur. Allah için "görülmeyen" (gayb' bir şey yoktur. Bu noktadan hareketle Said Nursi bazı görüşler ortaya koyar. O, İlahî ilme göre bütün her şey ve olay Kâtib-i Ezelî'nin kudret kalemi tarafından varlık alemine geçmeden önce yazılmıştır. her şeyin başlangıcı ve gelecekte başına gelecek olan olaylar alemü'l-gaybda İmam-ı Mübîn'de düzenlenmiştir. Bu, Allah'ın ilminin ve emrinin bir yönünü ifade eder ve İlahî Takdirce yazılan bir defterdir. £i91 (Bakınız: Yasin Suresi, 12' Her şeyin başlangıcı ve geleceği Kutab-ı Mübîn'de kayıtlıdır. Bunlar alem-i şahadette ve hâlde (şimdiki zamanda' ortaya çıkar. Kitab-ı Mübîn, irade-i İlahiye ve kudret-i İlahiyenin kitabıdır. Kudret-i İlahiye, "Levh ü Mahv ve İsbat" olarak ibilinen ve zerrelere kadar her şeyin nasıl harekete geçeceğinin belirlendiği bu Levhadaki olayları vakti gelince yaratır.
Bu Levha, değişken bir deften özelliğindedir. Her şeyin kesin olarak belirlendiği ve değişmez olan Levh-i Mahfuzda yazılı olma veya olmaması doğrultusunda, bütün bilgiler gerektiğinde yazılır veya silinir. Hadiselerin yazılması ve silinmesi ölüm ve hayat, varlık ve tahrip şekillerinde tezahür eder. Ve bu zaman gerçeği "Evet, herşeyin bir hakikati olduğu gibi, zaman dediğimiz, kâinatta cereyan eden bir nehr-i azîmin hakikati dahi, Levh-i Mahv-İsbat'taki kitabet-i kudretin sayfası ve mürekkebi hükmündedir."£201 Bu açıklamayı Said Nursi, "Lâ ya'lemü'lgaybe illallah" (gaybı Allah'tan başkası bilemez' şeklinde sona erdirir.
Bir başka risalesinde Said Nursi "zaman nehri" kavramı hakkında şu ayrıntıya girer.
"Şu mahlûkat, izn-i İlâhî ile, zaman nehrinde mütemadiyen akıyor, âlem-i gaybdan gönderiliyor, âlem-i şehadette vücud-u zâhirî giydiriliyor, sonra âlem-i gayba muntazaman yağıyor, iniyor. Ve emr-i Rabbânî ile, mütemadiyen istikbalden gelip hale uğrayarak teneffüs eder, maziye dökülür.
İşte şu mahlûkatın şu seyelânı, gayet hakîmâne, rahmet ve ihsan dairesinde; ve şu seyeranı, gayet alîmâne, hikmet ve intizam dairesinde; ve şu cereyanı, gayet rahîmâne, şefkat ve mizan dairesinde, baştan aşağıya kadar hikmetlerle, maslahatlarla, neticelerle ve gayelerle yapılıyor. Demek, bir Kadîr-i Zülcelâl, bir Hakîm-i Zülkemal, mütemadiyen tavaif-i mevcudatı ve her taife içindeki cüz'iyatı ve o taifelerden teşekkül eden âlemleri, kudretiyle hayat verip tavzif eder, sonra hikmetiyle terhis edip mevte mazhar eder, âlem-i gayba gönderir, daire-i kudretten, daire-i ilme çevirir."£2i1
Said Nursi'nin zamanın metafizik gerçeği hakkındaki yorumların yeraldığı bir risalesinde geçmiş ve geleceğin Gayb alemine, hâlin (şimdiki zamanın' ise Şuhud alemine ait olduğu ifade edilir. Bu bağlamda istikbalin şimdiki zamana doğru geldiğini ve buraya uğradıktan sonra geçmiş zamana gittiğini söyler. Geçmiş ve geleceği belli bir çerçevede konumlandırmakla, Kur'an'ın insanî perspektife göre olmuş, olan veya olacak hadiseler için hem mazi, hem de muzari sigasının kullanılmasındaki bazı hakikatler kavranabilir. Kıyamet günü, Haşir günü ve Hesap günüyle ilgili anlatımlarda kullanılan fiil sigaları gibi.£221 (Tekvir Suresi, İnfitar Suresi, İnşikak Suresi, Mürselat Suresi, Nebe Suresi ve Abese Suresi bu kullanımlar için ilginç örnekleri ihtiva eder.'
Dünyevî zamanı değerlendirirken Said Nursi şöyle der:
"İşte, nasıl elimizdeki saat, sureten sabit görünüyor; fakat içindeki çarkların harekâtıyla, daimî içinde bir zelzele ve âlet ve çarklarının ıztırapları vardır. Aynen onun gibi, kudret-i İlâhiyenin bir saat-i kübrâsı olan şu dünya, zâhirî sabitiyetiyle beraber, daimî zelzele ve tagayyürde, fenâ ve zevalde yuvarlanıyor. Evet, dünyaya zaman girdiği için, gece ve gündüz, o saat-i kübrânın saniyelerini sayan iki başlı bir mil hükmündedir. Sene, o saatin dakikalarını sayan bir ibre vaziyetindedir. Asır ise, o saatin saatlerini tâdât eden bir iğnedir. İşte, zaman, dünyayı emvâc-ı zeval üstüne atar. Bütün mazi ve istikbali ademe verip yalnız zaman-ı hazırı vücuda bırakır."£231
Said Nursi'in geçmiş zamana getirdiği yorum ise şöyledir:
"Evet, zaman-ı hazırdan, ta iptida-i hilkat-i âleme kadar olan zaman-ı mazi, umumen vukuattır. Vücuda gelmiş herbir günü, herbir senesi, herbir asrı birer satırdır, birer sayfadır, birer kitaptır ki, kalem-i kader ile tersim edilmiştir; dest-i kudret, mucizât-ı âyâtını onlarda kemâl-i hikmet ve intizamla yazmıştır."£241
Zaman varlıkların ve eşyanın bu alemdeki serüvenlerini farklı şekilde etkiler. Said Nursi'ye göre söz konusu etkiyle, insanın ve içinde yaşadığı dünyanın sürekli yenilenmesi sağlanır. Buradan hareketle insanın devamlı olarak imanını yenileme ihtiyacında olduğu sonucuna ulaşır. Bu ise "İmanınızı Lâ ilâhe illallah ile sürekli yenileyin" hadis-i şerifinin manasını anlamamıza yardımcı olur.
Said Nursi buradan hareketle, insanın bir çok şahsiyetten meydana geldiğini söyler. Zira insanın herbir ferdinin mânen çok efradı var. Ömrünün seneleri adedince, belki günleri adedince, belki saatleri adedince birer ferd-i âhar sayılır. Çünkü, zaman altına girdiği için, o ferd-i vahid bir model hükmüne geçer, hergün bir ferd-i âhar şeklini giyer.£251
Buna paralel olarak insanın içinde yaşadığı dünya da sürekli değişim halindedir. Biri gider, yerine bir başkası gelir. Bu durumda iman hem dünyanın, hem insan hayatının nuru olmaktadır. Lâ ilâhe illallah ise bu nuru yakan er elektrik düğmesini andırır.
Buradan hareketle bu her an değişebilen ve gelip geçici olan alem ile asla değişmeyen ve zaman üstü olan bu nur arasında bir bağın olduğu sonucuna ulaşabiliriz.
Zamanın dünya üzerindeki etkisiyle ilgili Said Nursi'nin bir başka yorumu şöyledir:
"Nasıl ki saatin saniyelerini sayan dairesi, dakikayı ve saati ve günleri sayan daireleri zâhiren birbirine benzer, fakat sür'atte birbirine muhaliftir. Öyle de, insandaki cisim, nefis, kalb, ruh daireleri öyle mütefavittir. Meselâ, cismin bekası, hayatı, vücudu, bulunduğu bir gün, belki bir saat olduğu ve mazi ve müstakbeli mâdum ve meyyit bulunduğu halde, kalbin hazır günden çok gün evvel, çok gün sonraki zamana kadar daire-i vücudu ve hayatı geniştir. Ruhun hazır günden seneler evvel ve seneler sonraki bir daire-i azîme, daire-i hayatına ve vücuduna dahildir."£261
Zamanın, bir mağarada "Bir gün veya daha az bir zaman" kaldıklarını söyleyen Ashab-ı Kehf'e olan etkisi ile normalde onların kaldıkları üçyüz yıl ve ilave olarak dokuz yıllık süreye olan etkisi farklı farklıdır. Said Nursi bu olguya "Genişleyen zaman" şeklinde işarette bulunur.
Said Nursi, Risale-i Nur'da zamanı metafizik ve dünyevî boyutlarla ele almıştır. Metafizik boyut üzerindeki değerlendirmelerini "Lâ ya'lemü'l-gaybe illallah" hükmüyle neticelendirir. Ki, Müslüman alimlerce günümüze kadar dile getirilen bütün yorumlar bu ana hükmün altında toplanmıştır.
Zamanın dünyevî boyutunu değerlendirirken, Said Nursi, insan için özellikle şimdiki zamanın üzerine vurgu yapar. Çünkü, eğer insan şimdiki zamanı ihmal edecek olursa, elindeki fırsatları kaybedecek, zaman hiçliğe doğru gidecek ve bir daha onun eline geçmeyecektir. Diğer yandan, her zaman "Allah'ı sevme, O'nu tanıma ve rızasına ulaşma" ihtimali ve imkanı her an vardır.
Tarih ve insan
Kur'an, Allah lafzını ve onun insan için yol göstericiliğini her fırsatta gözler önüne sermektedir. Aynı şekilde Kur'an, insanın varoluşunun bütün yönlerine, onun Yaratıcı ve diğer maklukatla olan ilişkilerini ortaya koyar. Kur'an'ın bu şümullü özelliği onun içeriğinde, üslubunda ve mânâlarının kapsamında kendisini gösterir.
İşte burada bizler özellikle Kur'an'ın konulara şümullü yaklaşımı üzerinde duracağız. Said Nursi bu noktayı aşağıdaki ifadelerle yorumlamaktadır:.
"Evet, insan ve insanın vazifesi, kâinat ve Hâlık-ı Kâinatın, arz ve semâvâtın, dünya ve âhiretin, mazi ve müstakbelin, ezel ve ebedin mebâhis-i külliyelerini cem etmekle beraber, nutfeden halk etmek, tâ kabre girinceye kadar; yemek, yatmak âdâbından tut, tâ kaza ve kader mebhaslerine kadar; altı gün hilkat-i âlemden tut, tâ " Wel mürselati, vezzariyati" (Mürselât Sûresi, 1; Zâriyât Sûresi, 1' kasemleriyle işaret olunan rüzgârların esmesindeki vazifelerine kadar; " Yehulü beynel mer'i ve kalbih " (Enfâl Sûresi, 24' " Vema teşâune illa en yeşaallah " ( İnsan Sûresi, 30' işârâtıyla, insanın kalbine ve iradesine müdahalesinden tut, tâ " Vessemavati matviyyatun biyeminihi" (Zümer Sûresi, 67' yani bütün semâvâtı bir kabzasında tutmasına kadar; " Ve cealna fiha cennatin min nahilin ve a'nabin " ( Yâsin Sûresi, 34' zeminin çiçek ve üzüm ve hurmasından tut, tâ " İza zülziletül ardu zilzaleha " ( Zilzâl Sûresi, 1' ile ifade ettiği hakikat-i acibeye kadar; ve semânın " Sümmesteva ilessemai ve hiye duhan " ( Fussılet Sûresi, 11' hâletindeki vaziyetinden tut, tâ duhanla inşikakına ve yıldızlarının düşüp hadsiz fezada dağılmasına kadar; ve dünyanın imtihan için açılmasından, tâ kapanmasına kadar; ve âhiretin birinci menzili olan kabirden, sonra berzahtan, haşirden, köprüden tut, tâ Cennete, tâ saadet-i ebediyeye kadar; mazi zamanının vukuatından, Hazret-i Âdem'in hilkat-i cesedinden, iki oğlunun kavgasından tâ tufana, tâ kavm-i Firavunun garkına, tâ ekser enbiyanın mühim hâdisâtına kadar; ve " Elestü birabbikum " ( A'râf Sûresi, 172' işaret ettiği hadise-i ezeliyeden tut, tâ " Vücûhun yevme izin nâdiretün * İla rabbiha nâziretün " ( Kıyamet Sûresi, 22-23' ifade ettiği vakıa-i ebediyeye kadar bütün mebâhis-i esasiyeyi ve mühimmeyi öyle bir tarzda beyan eder ki, o beyan, bütün kâinatı bir saray gibi idare eden; ve dünyayı ve âhireti iki oda gibi açıp kapayan; ve zemin bir bahçe, ve semâ, misbahlarıyla süslendirilmiş bir dam gibi tasarruf eden; ve mazi ve müstakbel, bir gece ve gündüz gibi nazarına karşı hazır iki sayfa hükmünde temâşâ eden; ve ezel ve ebed, dün ve bugün gibi silsile-i şuûnâtın iki tarafı birleşmiş, ittisal peydâ etmiş bir surette, bir zaman-ı hazır gibi onlara bakan bir Zât-ı Zülcelâle yakışır bir tarz-ı beyandır."£271
Said Nursi'nin Kur'an'daki konular hakkındaki bu sözlerini, Kur'anî tarih anlayışının en önemli bir unsuru olarak görebiliriz. Tarih hakkındaki Kur'anî ifadeler, Ezel, yani dünyevî tarihin ötesinde, başlangıcı olmayan ve Ebed, yani esketoloji olarak iki ana kavram oluşturur.
Ezel, Allah'ın meleklere yeryüzünde kendisine bir halife yaratacağını bildirmesiyle (Bakara Suresi, 30; En'am Suresi, 165' ve yaratılış öncesi bütün insan ruhlarının Allah'ın hakiki Rab olduğunu kabul etmeleriyle (En'am Suresi, 172' başlar. Bu tarih ötesi olaylar, dünyevî tarih olaylarının bir başlangıç aşaması olarak kabul edilmiştir.
Dünyevî tarih, "Allah'ın emirlerinin ve ayetlerinin tezahür etmesini sağlayan bir çerçeve ve insanlığın bu emir ve ayetleri kabul veya reddedeceği bir zemin"£281 olarak da yorumlanabilir. Bu periyot yaratılışla başlamıştır ve Kıyamet günü sona erecektir.
Ebed, Haşir günü, Hesap Günü ve "İnsanın Allah'a dönüşü" (Masîr, Rüc'a' kavramlarını da içine alır. Bu büyük olaylar tarih ötesi veya "supra-temporal" yani dünyevi zamanın ötesidir ve sadece insanî perspektiften "Geleceğin tarihi"£291 olarak görülebilir.
Bu tarih anlayışı, İslamî dünya görüşünün önemli bir yansımasıdır ve "Modern batı perspektifiyle geleneksel İslamî dünya görüşünü birbirinden ayıran çok derin uçurumlardan birisidir".£301 Modern batı perspektife göre tarih, a' İnsan faaliyetlerinin geçmişte kalan kısmının toplamıdır ve b' Şimdi üzerine hikaye ve anlatımları bina ettiğimiz olaylardır.£3i1 "Geçmişte kalan insan faaliyetleri" sadece insanlığın dünyevî zamana ait olan hareketlerini kapsar.
Tarih kavramıyla ilgili elimizdeki bilgilere ilave olarak, Kur'an tarihi veya tarih ötesi olaylara yaklaşımda spesifik bir metod sunar. Tarih ötesi zaman Kur'anî ifadede yerini Ezel ve Ebed olarak almıştır ve bu dünyevî tarih, 1' Eski dönemlerde gelen peygamberlerin söylemleri, 2' Eski milletlerin söylemleri ve onların başlarına gelen hadiseler ve 3' Bizanslıların savaşları (Rum Suresi' gibi daha sonradan gerçekleşen ve Peygamberî görevi aksettiren anlatımlar ile kendisini gösterir. Dünyevî tarihten hareketle, Kur'an, insanlığın tarihinden çeşitli sahneler ortaya koyar. Bu olaylar sadece belli bir topluluğun tarihi değildir.£321 (Kur'anî anlatımın bu karakteristik özelliği, Müslüman tarihçilerin dünya tarihiyle ilgili yazdıkları eserlere büyük çaplı etkisi olmuştur.'
Kur'an, geçmişte olan olaylarla bağlantılı olarak iki ana noktayı hedeflemiştir: 1' Hak ve hakikati bildirme ve 2' Bir teşvikte bulunma (mev'iza'.
"Peygamberlerin haberlerinden senin kalbini tatmin ve teskin edeceğimiz her haberi sana anlatıyoruz. Bunda sana hakikatin bilgisi, mü'minlere de bir öğüt ve bir uyarı gelmiştir." (Hûd Suresi, 120'
Geçmiş olaylarla ilgili Kur'anî anlatımda hakikatin ifadesi, daha önceki geler hakikatlerin onaylanması (tasdiki' ve ayrıntılı olarak açıklama (tafsil' özellikleri bulunur. Bunlar "Geçmiş asırlarda yaşayanların destanları" (asâtîru'l-evvelîn' şeklindeki hayali olaylar değildir. (En'am Suresi, 25; Enfal Suresi, 31; Nahl Suresi, 24; Mü'minun Suresi, 85; Furkan Suresi, 6 vb.'
Geçmişten alınacak ahlâkî dersler özellikle çok önemlidir. Buradan hareketle, anlatılan olaylardaki aktörler, yerler ve olayların meydana geliş anıyla ilgili ayrıntılı bilgiye Kur'an'da yer verilmemiştir. Örneğin, Ashâb-ı Kehf'e dair bahislerin geçtiği İbrahim Suresinde ayrıntılı bilgi verilmemiştir. Bir başka örnek, Yasin Suresi 20. ayettir. Kur'an şöyle anlatır: "Derken şehrin öbür ucundan koşarak geldi. Ey kavmim, dedi. Bu elçilere uyun."£331
Kur'anî perspektife göre geçmiş zaman önemlidir. Çünkü orada gerçekleşen her şey, Allah'ın bir ayetidir.£341 Geçmiş zaman sadece tarihçileri ilgilendirmez. Herkes, "Dünya üzerinde seyahat etmeye, onların sonlarını (akıbetlerini' düşünüp ibret almaya, geçmiş milletleri tanımaya ve 'O'nun zatından başka her şey yok olacaktır' (Kasas Suresi, 88' ayetinin hakikatini anlamaya" davet edilmiştir. Kur'anî mesajı değerlendirirken, Said Nursi şunları söyler:
"Evet, hergün, her zaman, herkes için bir âlem gider, taze bir âlemin kapısı kendine açılmasından, geçici herbir âlemini nurlandırmak için ihtiyaç ve iştiyakla Lâ ilâhe illâllah cümlesini bin defa tekrar ile o değişen perdelerin herbirisine Lâ ilâhe illâllah'ı lâmba yaptığı gibi, öyle de, o kesretli, geçici perdeleri ve o tazelenen seyyar kâinatları karanlıklandırmamak ve âyine-i hayatında in'ikâs eden suretlerini çirkinleştirmemek ve lehinde şahit olabilen o misafir vaziyetleri aleyhine çevirmemek için, o cinayetlerin cezalarını ve Padişah-ı Ezelînin şiddetli ve inatlarını kıran tehditlerini, Kur'ân'ı okumakla takdir etmek ve nefsinin tuğyanından kurtulmaya çalışmak hikmetiyle, Kur'ân gayet mânidar tekrar eder."£351
Mazinin sürekli değişen yönünü ön plana çıkaran Kur'anî tarih görüşü, Said Nursi'nin belâgatli ve geniş hayal gücünü yansıtan ifadeleriyle yukarıdaki pasajda ayrıntılı olarak dile getirilmiştir.
Bu tarih görüşü, Kur'an'ın tarihi açıklamalar yaparken kullandığı dilde de kendini gösterir. Çok sıklıkla kullanılan terimlerden bazıları şunlardır:
Nebe' (başkası tarafından gizli kalmış bir şeyi muhataba bildirme', geçmiş olaylardan veya eskatoloji kapsamındaki hadiselerden bahsetme. İlk mânâya şu ayeti örnek verebiliriz: "İman eden kavim için Musa ve Firavun'un haberlerinden bir kısmını sana gerçek şekliyle nakledeceğiz." (Neml Suresi, 3'
Diğer mânâya verebileceğimiz bir örnek ise şu ayettir; "İnanıp inanmamakta ayrılığa düştükleri büyük haber mi?" (Nebe Suresi, 2-3'
Hadîs (bir şay hakkında konuşma'. Kıyamet gününde gerçekleşen olayların açıklandığı Zilzal Suresinin 4. ayetinde şöyle buyurulur. "İşte o gün yeryüzü Rabbinin ona bildirmesiyle bütün haberlerini anlatır."
Zikir (hatırlatma, tekrarlayarak anma' kelimesine örnek olarak şu ayeti verebiliriz; "Âd kavminin kardeşini (Hûd'u' an." (Ahkaf Suresi, 21'
Kâssa (anlatım, sunum' kelimesi ile aynı kökten türeyen diğer kelimelere örnek ayetler
verelim.
"Biz sana bu Kur'an'ı vahyetmekle geçmiş milletlerin haberlerini sana en güzel şekilde anlatıyoruz (nakussu'." (Yusuf Suresi, 3'
"Sana anlattıklarımızı, daha önce Yahudi olanlara da haram kılmıştık... " (Nahl Suresi, 118'
Bu kelimenin geçtiği diğer ayetler ise şöyledir; Mü'min Suresi, 78; Nisa Suresi, 164; Hûd Suresi, 120; Kehf Suresi, 13 ve Tâhâ Suresi, 99.
İbra (ibret, ders' kelimesi Yusuf Suresi 111. ayette şöyle zikredilir; "Andolsun ki, olanların kıssalarında akıl sahipleri için pek çok ibretler vardır. Bu Kur'an uydurulabilecek bir söz değildir."
Kur'an, anlatımlarında geçmişteki olaylar için tarih kelimesini hiç kullanmamıştır. Bu kelime, hem tarih hem de tarihî işler (historiografi' anlamını taşır. Bu kelime ayrıca hicrî birinci yüzyılın ilk bölümlerinde Müslümanların lügatlerine girmiştir. Tarih kelimesinin etimolojisinin "Ayın hareketlerine göre meydana gelen her bir ayın göstergesi"£361 şeklinde tanımlanan orijinal mânânın izlerini taşıdığı söylenebilir. Bundan dolayıdır ki tarih, zamanın insanî ölçülerle belirlenmesiyle bağlantılıdır.
Sonuç olarak tarih hakkındaki Kur'anî ifadeler üzerinde yaptığımız analizler bizleri tarihin taşıdığı anlamları keşfetme noktasına getirmiştir. Buradan hareketle tarihin mânâsına, tarihten kastedilen maksat, onun taşıdığı değer ve önem açılarından bakılmalıdır.
Tarihin amacı, "tarihi sürecin sonunda veya bu sonun ardında belirlenmiş veya tespit edilmiş bazı neticeleri keşfedebilme"£371 olarak ifade edilebilir. Bu tanım, tarihin sadece geçmişteki ve şimdiki zamandaki olayları değil, gelecekteki olayları da aynı şekilde kapsamı içine aldığını gösterir. Tarihin bu amacından hareketle sadece bir tek varlığın, tarihin dışında ve ötesinde olduğunu buluruz. Bu varlık Allah'tır. İnsanlığın varlığı ise tarihin mânâsından ayrı olduğunda bir değer ifade etmez.
Kur'an'a göre, göklerin ve yerin, hayatın ve ölümün yaratılış sebebi, insanların imtihan edilmesidir (belâ, fitna'.
"O, hanginizin amelinin daha güzel olacağı hususunda sizleri imtihan etmek için Arş'ı su üzerinde iken gökleri ve yeri altı günde yaratandır... " (Hûd Suresi, 7'
"O ki, hanginizin daha güzel davranacağını sınamak için ölümü ve hayatı yaratmıştır... " (Mülk Suresi, 2'
Fertler tıpkı milletler gibi farklı şekillerde imtihana tabi tutulmaktadır. Zenginlik, güç, acı ve ızdırap, çeşitli olaylar, nesneler ve imkanlar gibi unsurlar bu imtihanın araçlarındandır.£381 Said Nursi, tarihin amacını aşağıdaki ifadelerle şöyle yorumlar:
"Hakîm-i Ezelî, inâyet-i sermediye ve hikmet-i ezeliyenin iktizasıyla, şu dünyayı, tecrübeye mahal ve imtihana meydan ve Esmâ-i Hüsnâsına ayna ve kalem-i kader ve kudretine sayfa olmak için yaratmış. Ve tecrübe ve imtihan ise, neşvünemâya sebeptir. O neşvünemâ ise, istidatların inkişafına sebeptir. O inkişaf ise, kabiliyetlerin tezahürüne sebeptir. O kabiliyetlerin tezahürü ise, hakaik-i nisbiyenin zuhuruna sebeptir. Hakaik-i nisbiyenin zuhuru ise, Sâni-i Zülcelâlin Esmâ-i Hüsnâsının nukuş-u tecelliyâtını göstermesine ve kâinatı mektubat-ı Samedâniye suretine çevirmesine sebeptir. İşte, şu sırr-ı imtihan ve sırr-ı teklif iledir ki, ervâh-ı âliyenin elmas gibi cevherleri, ervâh-ı sâfilenin kömür gibi maddelerinden tasaffi eder, ayrılır."£391
Sonuç olarak, Kur'an'a göre, tarihin gayesi bizleri tarihî olmayan alana, Allah'a dönüş zamanına (masîr, rüc'a' ulaştıracaktır. Masîr kavramı Kur'an'da yirmi sekiz defa zikredilmiştir ve sözlük mânâsı "ulaşma yeri"dir. Dinî anlamı ise "Allah'a dönüş" veya "Allah'a ulaşma"£401 şeklinde ifade edilmiştir. Aynı gaye, bir başka Kur'anî terim olan rüc'a ve rücû' terimleri için de geçerlidir. "Kuşkusuz dönüş Rabbinedir." (Alâk Suresi, 8'
Bu ikinci unsur, Kur'an'da dünyevî tarih sürecine isnad edilen pozitif değerlerle açıklanmış tarih mânâsının -tarihin değerinin- keşfedilmesi açısından da önemlidir. Tarih doğruyu yanlıştan, iyiyi kötüden ayıracaktır. Kur'an bu konuda şöyle buyurur: "Allah mü'minleri şu içinde bulunduğunuz durumda bırakacak değildir; sonunda çirkini güzelden ayırt edecektir... " (Âl-i İmran Suresi, 179'
Moral değerler bakımından tarihi süreci elekten geçirecek olursak, Kur'anî anlatımlarda geçmiş milletlerin ve medeniyetlerin yükseliş ve düşüşleriyle ilgili önemli ipuçlarına rastlarız. Onların gelişmesi veya gerilemesi Allah'ın kanunlarına uyup uymamalarıyla doğrudan ilişkili olmuştur. Temel olarak, zulüm (adaletsizlik, hatâ, hakların çiğnenmesi' tarihteki cezalandırmaların önemli bir sebebidir. (Bakınız; En'am Suresi, 45; A'raf Suresi, 162, 165; Enbiya Suresi, 11 vb.' Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyurulur: "Sonunda Allah'ın ayetlerini yalan sayarak ve onları alaya alarak kötülük yapanların akıbetleri pek fena oldu." (Rûm Suresi, 10'
Makale Yazarı: Prof. Dr. Fikret Karcic/Terc: Dr. Veli Sırım | |
| | | huzeyfe Süper Moderatör
Mesaj Sayısı : 7719 Rep Gücü : 18108 Rep Puanı : 23 Kayıt tarihi : 27/03/09
| Konu: Geri: Kur'an'da Zaman Kavramı Cuma Haz. 15, 2012 8:28 am | |
| Kuran'da Zaman Kavramı
KURAN'DA ZAMANIN İZAFİYETİ
Allah'ın Yüz Yıl Ölü Bırakılıp Dirilttiği Kişi
Ya da altı üstüne gelmiş, ıssız duran bir şehre uğrayan gibisini (görmedin mi?) Demişti ki: "Allah, burasını ölümünden sonra nasıl diriltecekmiş?" Bunun üzerine Allah, onu yüz yıl ölü bıraktı, sonra onu diriltti. (Ve ona) Dedi ki: "Ne kadar kaldın?" O: "Bir gün veya bir günden az kaldım" dedi. (Allah ona "Hayır, yüz yıl kaldın, böyleyken yiyeceğine ve içeceğine bak, henüz bozulmamış; eşeğine de bir bak; (bunu yapmamız) seni insanlara ibret-belgesi kılmamız içindir. Kemiklere de bir bak, nasıl biraraya getiriyoruz, sonra da onlara et giydiriyoruz?" dedi. O, kendisine (bunlar) apaçık belli olduktan sonra dedi ki: "(Artık şimdi) Biliyorum ki gerçekten Allah, herşeye güç yetirendir." (Bakara Suresi, 259)
Kehf Ehli
Böylelikle mağarada yıllar yılı onların kulaklarına vurduk (derin bir uyku verdik). Sonra iki gruptan hangisinin kaldıkları süreyi daha iyi hesap ettiğini belirtmek için onları uyandırdık. (Kehf Suresi, 11-12)
Böylece, aralarında bir sorgulama yapsınlar diye onları dirilttik (uyandırdık). İçlerinden bir sözcü dedi ki: "Ne kadar kaldınız?" Dediler ki: "Bir gün veya günün bir (kaç saatlik) kısmı kadar kaldık." Dediler ki: "Ne kadar kaldığınızı Rabbiniz daha iyi bilir; şimdi birinizi bu paranızla şehre gönderin de, hangi yiyecek temizse baksın, size ondan bir rızık getirsin; ancak oldukça nazik davransın ve sakın sizi kimseye sezdirmesin." (Kehf Suresi,19)
Onlar mağaralarında üç yüz yıl kaldılar ve dokuz (yıl) daha kattılar. De ki: "Ne kadar kaldıklarını Allah daha iyi bilir. Göklerin ve yerin gaybı O'nundur. O, ne güzel görmekte ve ne güzel işitmektedir. O'nun dışında onların bir velisi yoktur. Kendi hükmünde hiç kimseyi ortak kılmaz." (Kehf Suresi, 25-26)
Ahirette Zamanın Dünyadakiyle Kıyaslanması
Sur'a üfürüleceği gün, Biz suçlu-günahkarları o gün, (yüzleri kara, gözleri) gömgök (kaskatı ve kör) olarak' toplayacağız. (Dünyada) Yalnızca on (gün) kaldınız" diye kendi aralarında fısıldaşacaklar. Onların sözünü ettiklerini Biz daha iyi biliyoruz. Tutulan yol bakımından onların daha üst olanları ise: "Siz yalnızca bir gün kaldınız" derler. (Taha Suresi, 102-104)
Dedi ki: "Yıl sayısı olarak yeryüzünde ne kadar kaldınız?" Dediler ki: "Bir gün ya da bir günün birazı kadar kaldık, sayanlara sor." Dedi ki: "Yalnızca az (bir zaman) kaldınız, gerçekten bir bilseydiniz," (Müminun Suresi, 112-114)
Artık sen sabret; Resullerden azim sahiplerinin sabrettikleri gibi. Onlar için de acele etme. Onlar, tehdit edildikleri şeyi (azabı) gördükleri gün, sanki gündüzün yalnızca bir saati kadar yaşamış(olacak)lardır. (Bu,) Bir tebliğdir. Artık fasık olan bir kavimden başkası yıkıma uğratılır mı? (Ahkaf Suresi, 35)
Kıyamet-saatinin kopacağı gün, suçlu-günahkarlar, tek bir saatin dışında (dünya hayatı) yaşamadıklarına and içerler. İşte onlar böyle çevriliyorlardı. (Rum Suresi, 55)
Allah Katında Bir Günün Bin Yıl Gibi Olması
Onlar senden, azabın çarçabuk getirilmesini istiyorlar; Allah, va'dine kesin olarak muhalefet etmez. Gerçekten, senin Rabbinin katında bir gün, sizin saymakta olduklarınızdan bin yıl gibidir. (Hac Suresi, 47)
Meleklerin Allah Katına Çıkma Süresi
(Bu azap) Yüce makamlar sahibi olan Allah'tandır. Melekler ve Ruh (Cebrail), ona, süresi elli bin yıl olan bir günde çıkabilmektedir. (Mearic Suresi, 3-4)
Kuran'da Belirtilen Zamanlar
Şu halde onların söylediklerine karşı sabırlı ol, güneşin doğuşundan ve batışından önce Rabbini hamd ile tesbih et (yücelt). Gecenin bir bölümünde ve gündüzün uçlarında da tesbihte bulun ki hoşnut olabilesin. (Taha Suresi, 130)
Öyleyse akşama girdiğiniz vakit de, sabaha erdiğiniz vakit de Allah'ı tesbih edip (yüceltin). Hamd O'nundur; göklerde ve yerde, günün sonunda ve öğleye erdiğiniz vakit de. (Rum Suresi, 17-18)
Ve O'nu sabah ve akşam tesbih edin. (Ahzab Suresi, 42)
Şu halde sen sabret. Gerçekten Allah'ın va'di haktır. Günahın için mağfiret dile; akşam ve sabah Rabbini hamd ile tesbih et. (Mümin Suresi, 55)
Artık, Rabbinin hükmüne sabret; çünkü gerçekten sen, Bizim gözlerimizin önündesin. Ve her kalkışında Rabbini hamd ile tesbih et. Gecenin bir bölümünde ve yıldızların batışının ardında da O'nu tesbih et. (Tur Suresi, 48-49)
Gündüzün iki tarafında ve gecenin (gündüze) yakın saatlerinde namazı kıl. Şüphesiz iyilikler, kötülükleri giderir. Bu, öğüt alanlara bir öğüttür. (Hud Suresi, 114)
Güneşin sarkmasından gecenin kararmasına kadar namazı kıl, fecir vakti (namazda okunan) Kuran'ı, işte o, şahid olunandır. Gecenin bir kısmında kalk, sana ait nafile olarak onunla (Kuran'la) namaz kıl. Umulur ki Rabbin seni övülmüşbir makama ulaştırır. (İsra Suresi, 78)
Kuran'da Gece ve Gündüzün Geçtiği Ayetler
De ki: "Gece ve gündüz sizi Rahman (olan Allah)tan kim koruyabilir?" Hayır, onlar Rablerini zikirden yüz çevirenlerdir. (Enbiya Suresi, 42)
Buna (ayetlerime) karşı büyüklük taslayarak; gece vakti de hezeyanlar sergiliyordunuz. (Müminun Suresi, 67)
O, geceyi sizin için bir elbise, uykuyu bir dinlenme ve gündüzü de yayılıp-çalışma (zamanı) kılandır. (Furkan Suresi, 47)
O, gece ile gündüzü birbiri ardınca kılandır; öğüt alıp-düşünmek isteyenler ya da şükretmek isteyenler için. (Furkan Suresi, 62)
Görmediler mi, Biz geceyi onda sükun bulmaları için, gündüzü de aydınlık(la görsünler) diye yarattık. Şüphesiz, iman eden bir kavim için bunda ayetler vardır. (Neml Suresi, 86)
De ki: "Gördünüz mü söyleyin; Allah, kıyamet gününe kadar geceyi sizin üzerinizde kesintisizce sürdürecek olsa, Allah'ın dışında size aydınlık verecek ilah kimdir? Yine de dinlemeyecek misiniz?" De ki: "Gördünüz mü söyleyin, Allah kıyamet gününe kadar gündüzü sizin üzerinizde kesintisizce sürdürecek olsa Allah'ın dışında size içinde dinleneceğiniz geceyi getirecek ilah kimdir? Yine de görmeyecek misiniz? Kendi rahmetinden olmak üzere O, sizin için, dinlenmeniz ve O'nun fazlından (geçiminizi) aramanız için geceyi ve gündüzü var etti. Umulur ki şükredersiniz. (Kasas Suresi, 71-73)
Geceleyin ve gündüzün uyumanız ile O'nun fazlından (geçiminizi temin için rızkınızı) aramanız, O'nun ayetlerindendir. Şüphesiz işitebilen bir kavim için gerçekten ayetler vardır. (Rum Suresi, 23)
Görmüyor musun ki, gerçekten Allah, geceyi gündüze bağlayıp-katar, gündüzü de geceye bağlayıp-katar. Güneşile Ay'ı emre amade kılmıştır. Her biri, adı konulmuşbir süreye kadar akıp gider. Allah yaptıklarınızdan haberdardır. (Lokman Suresi, 29)
(Allah) Geceyi gündüze bağlayıp-katar, gündüzü de geceye bağlayıp-katar; Güneşi ve Ay'ı emre amade kılmıştır, her biri adı konulmuşbir süreye kadar akıp gitmektedir. İşte bunları (yaratıp düzene koyan) Allah sizin Rabbinizdir; mülk O'nundur. O'ndan başka taptıklarınız ise, 'bir çekirdeğin incecik zarına' bile malik olamazlar. (Fatır Suresi, 13)
Gece de kendileri için bir ayettir. Gündüzü ondan sıyırıp yüzeriz, hemen artık karanlıkta kalıvermişlerdir. (Yasin Suresi, 37)
Gökleri ve yeri hak olarak yarattı. Geceyi gündüzün üstüne sarıp-örtüyor, gündüzü de gecenin üstüne sarıp-örtüyor. Güneşe ve aya boyun eğdirdi. Her biri adı konulmuşbir ecele (süreye) kadar akıp gitmektedir. Haberin olsun; üstün ve güçlü olan, bağışlayan O'dur. (Zümer Suresi, 5)
Sen de sabah akşam O'nun rızasını isteyerek Rablerine dua edenlerle birlikte sabret. Dünya hayatının (aldatıcı) süsünü isteyerek gözlerini onlardan kaydırma. Kalbini Bizi zikretmekten gaflete düşürdüğümüz, kendi 'istek ve tutkularına (hevasına)' uyan ve işinde aşırılığa gidene itaat etme. (Kehf Suresi, 28) | |
| | | huzeyfe Süper Moderatör
Mesaj Sayısı : 7719 Rep Gücü : 18108 Rep Puanı : 23 Kayıt tarihi : 27/03/09
| Konu: Geri: Kur'an'da Zaman Kavramı Cuma Haz. 15, 2012 8:29 am | |
| Kuran'da Zamanın Göreliliği
Einstein’ın görelilik teorisi ile beraber, o zamana kadar mutlak ve değişmez kabul edilen zaman kavramı yerle bir olmuş ve zamanın da göreli bir kavram olduğu ortaya çıkmıştır. Bu durum daha sonra yapılan testlerle etkileri gözlenerek ispatlanmıştır.
Zaman iki şeyden etkilenir: Hız ve Kütle Çekimi. Bir cisim hızlandıkça, özellikle de bu hız ışık hızına yakınsa, zaman onun için daha yavaş akmaya başlar. Aynı zamanda büyük kütlelere sahip cisimlerin yakınında da (örneğin güneş) zaman daha yavaş akar.
Kuranda zamanın bu iki etki nedeniyle daha yavaş akmasına işaret eden ayetler vardır. Zamanın hız ile birlikte daha yavaş aktığına işaret eden ayetler şunlardır:
Mearic/4 Melekler ve Ruh (Cebrail), süresi elli bin yıl tutan bir günde ona yükselip çıkarlar.
Secde/5 Gökten yere (yukarıdan aşağıya) kadar bütün işleri o düzenleyip yönetir, sonra da sizin saydıklarınızdan bin yıl kadar olan bir günde O'na yükselir.
Bu ayetlerde “yükselme” (yani hız) sırasında zamanın daha yavaş akmasına açık bir referans vardır.
Zamanın kütle çekiminden etkilendiğine işaret eden ayet ise şudur:
Hacc/47 Bir de senden acele azap istiyorlar. Elbette Allah sözünden caymaz. Bununla beraber Rabbinin katında bir gün, sizin sayacaklarınızdan bin sene gibidir.
Bu ayette Rabbi’nin katında denilerek işaret edilen yerde (büyük kütlesinden dolayı) zamanın daha yavaş aktığına açık bir gönderme vardır.
Bu ayette Rabbinin Katı diye işaret edilen yer neresidir? Bunu da bir Kuran ayetiyle açıklığa kavuşturalım:
Enam/127 Rablerinin katında "Selam yurdu" onlarındır. Bütün yapacakları işlerde kendilerinin velisi de O'dur.
Yukarıdaki ayetten anlaşılacağı üzere 1 günü 1000 yıla eşit olan yer cennettir.
Burada ilginç bir problem ortaya çıkmaktadır: Kuran göklerin, yerin ve aralarındakilerin 6 günde yaratıldığını söyler. Bu ifadeden hareketle bu sürenin 6000 yıla eşit olduğu mu anlaşılmalıdır? Üstelik bilim evrenin yaşı olarak 13,5 Milyar yılı verip duruyorken!
Bunun cevabı yine Kuran’da mevcuttur. Kuran Rabbi’nin katı olarak cenneti niteler, ancak bunun dışında bir şeyin varlığından daha bahseder: Allah’ın arşı! Arş Kuran’da aşağıdaki ayetlerde görüleceği üzere “büyüklüğü” önemle vurgulanan bir yerdir:
Tevbe/129 Eğer aldırmazlarsa de ki: "Bana Allah yeter! O'ndan başka ilah yoktur! Ben O'na dayanmaktayım ve O, o büyük Arş'ın sahibidir!"
Muminun/86 Sor onlara, de ki: "Kimdir o yedi kat göklerin Rabbi ve o büyük Arşın sahibi?"
Kuran, bir de “büyük” arş olduğu bilgisini boşuna vermiyor. Bu bilgi bize zamanın çok daha yavaş aktığı bir yer olduğunu söylüyor: Arş! İşte yaratılışın 6 gün sürdüğü yer burasıdır ve bu 6 gün bizim ölçümümüzle 13,5 milyar yıla eşittir.
Kuran'a göre evrenin yaşının 6000 yıldan çok daha büyük olduğunu, bir de en başta verdiğimiz iki Kuran ayetini kullanarak "olmayana ergi" (reductio-ad-absurdum) yöntemiyle de ispatlayalım: A.) Kuran "melekler ve Ruh'un O'na 50.000 yıllık bir günde yükseldiğini" söylemektedir. B.) Bu yükselme en az bir kez gerçekleşmiştir. C.) Eğer evren 6000 yıl yaşındaysa, melekler ve Ruh O'na daha henüz bir kere bile yükselemedi demektir! D.) B ve C çelişkilidir. Dolayısıyla Kuran'a göre evren 6000 yıldan (ya da 50.000 yıldan) daha yaşlıdır.
Bütün bunlar bize şunu söylemektedir: Bizim kayalar üzerine yazdığımız ve onlarda binlerce seneler boyunca var olan yazılar, Allah için suya yazılmış yazılar gibidir.
En doğrusunu Allah bilir. | |
| | | huzeyfe Süper Moderatör
Mesaj Sayısı : 7719 Rep Gücü : 18108 Rep Puanı : 23 Kayıt tarihi : 27/03/09
| Konu: Geri: Kur'an'da Zaman Kavramı Cuma Haz. 15, 2012 8:34 am | |
| Allah azametini, yüceliğini, saygınlığını belirtmek için bu ifadeyi kullanır. Kuran Arapça inmiş bir kitaptır, bu yüzden Kuran’da Arapça dil özellikleri, Arapça deyimler bulunur. Allah’ın tekliği tüm Kuran’ın en temel mesajıdır ve Kuran’ın yüzlerce ayetiyle apaçıktır.
Bir noktayı daha belirtmekte fayda vardır. Kuran’da Allah kendisinden birinci şahıs olarak bahsederken hem tekil “Ben” ifadesini, hem azamet, yücelik, saygınlık belirtisi olarak çoğul olan “Biz” ifadesini kullanır. Fakat Allah’tan ikinci şahıs olarak bahsedildiğinde hep ikinci tekil “Sen” ifadesi geçer, hiçbir zaman ikinci çoğul olarak “Siz” ifadesi geçmez veya Allah’tan üçüncü şahıs olarak bahsedildiğinde hep üçüncü tekil “O” ifadesi geçer, hiçbir zaman üçüncü çoğul “Onlar” ifadesi kullanılmaz. Oysa Kuran’da binlerce defa Allah’tan ikinci veya üçüncü şahıs olarak bahsedilmiştir, bunların biri bile ikinci çoğul veya üçüncü çoğul şahıs değildir. Bu da başta dediğimiz gibi; bu ifadenin Arapçanın dil özelliğinden olduğunu gösterir. | |
| | | | Kur'an'da Zaman Kavramı | |
|
Similar topics | |
|
| Bu forumun müsaadesi var: | Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
| |
| |
| |
|