Limoni Co-Admin
Mesaj Sayısı : 6150 Rep Gücü : 14991 Rep Puanı : 44 Kayıt tarihi : 27/05/09
| Konu: Alevilikte Diğer İnançların Etkileri ve İzleri Çarş. Ekim 24, 2012 6:01 am | |
| Alevilikte Diğer İnançların Etkileri ve İzleri 1. Alevîlikte Brahmanlık etkisi… Hindistan’da “Soma merasimi” adı altında bir dini tören yapılmaktadır. Soma, Hindistan’da yetişen ve adı “Sarcostemma acidum” olan bir bitkidir. Soma, İndra ve Vedik Hinduizm’in büyük tanrılarının şerefine yapılan kurban merasimlerinde kullanılan sarhoş edici bir içkinin de adıdır. Hindistan’da yıldızlara, dağ ve şehirlere, su kaynaklarına, ağaçlara ve ata ruhlara ibadet edilir. En büyük ibadet, kurban merasiminde olur. En önemli kurban, “Soma Kurbanı”dır. Hint’in en eski ibadeti de bu kurban vesilesi ile yapılır. Şamanlıkta da yeni hayata girmek için yapılan kurbanlı merasim, Hindistan’da Soma Kurbanı şeklinde devam etmiştir. Aynı tören Alevî-Kızılbaş-Bektaşîlerdeki “Musahip Kurbanı” adı altında yaşamaktadır. Şamanlarda bu tören ile genç, esrarlı dini hayata adım atmıştır. Hintlerde Soma yapan kimse, tanrılardan birisi olur. Alevîlerde musahip kurbanı ve merasimi yapanlar, “Erenler Katarı”na dâhil olurlar. Her üçünde de önce bir inzivaya çekilme olur. Bu inziva, nefsin terbiyesi içindir. Sonra sıra “tatahura”ya (temizlik) gelir. Bu da abdest almaya benzer. Soma Merasimi bundan sonra başlar. Soma Merasimi’nde görülen yedi hizmetlinin tamamı Alevî-Kızılbaş-Bektaşîlerde de vardır. Bunlar ve karşılıkları şöyledir: 1-Brehmen: Dede… 2-Hotar: Zakir… 3-Ongatar: Sazcı… 4-Advarya: Meydancı… 5-Agnidar: Çerağcı… 6-Bonar: Saki… 7-Nestar: Kurbancı… Soma bir içkidir. Somanın üretimi, Şamanların ürettiği “arakı” içkisi üretimi gibi zahmetlidir. Bir Brehmen, ancak bu Soma içkisini içerek sarhoş olup, cinleri mahvedebilir. Şamanlar da ayine başlamadan önce evi cinlerden temizlerler. Bu temizliği yere bol arakı (yani Anadolu’daki rakı) dökerek yaparlar. 2. Alevîlikte Budizm’in etkisi Uygur Türklerinde Budizm yaygındı. XIII. yüzyılda ve hatta daha önceleri Anadolu’ya yönelen Türklerin arasında Budist oldukları biliniyor. Selçuklular döneminde büyük rol oynamış Ertana Beyliğinin dini Budizm idi. Divan-ı Lügat-it Türk’e göre, Müslüman olmayan Uygurlara “tat” adı verilmekte idi. Baha Said, Budizm’in Nusayrîlere ve dolayısı ile Alevî-Kızılbaş-Bektaşî inanışı üzerine etkisi olduğuna inanmaktadır. Nusayrîliğin harf, sayı ve yıldızlar gibi gaybî imlere dayanması, inanış ve imanlarının Buda ve Dalay Lama inanışlarına benzemesine dikkat çekmiştir. Harf, sayı ve yıldızların verdiği sonuçlar, Lamaist Buda’nın devir ve ruh göçü (tenasüh) inanışını ispat eden gayelere ulaşmaktadır. Bu yüzden Baha Said, “Nusayrîler bu yönleri ile Moğol ve Tibet dinlerinin takipçisidir” iddiasını taşımaktadır. Budistlerde semahların ilk izlerine rastlanır çünkü Budistlerde dönerek oynanan oyunlar bulunmaktadır. Bu dönerek oynanan oyuna “tengirdem oyun” (göksel oyun) adı verilmektedir. Şamanların en önemli dinsel ritüellerinden birisi bu oyun olmalı ki, bu oyun Alevî-Kızılbaş-Bektaşî geleneğine geçmiş olsun. 3. Alevîlikte Mani dininin etkisi Maniheizm, Uygur Türklerinin dini idi. Türklerin Mani Dini’ne geçişi Orhon Bölgesi’nde başladı. Bizans dönemindeki Manici direnişin coğrafi yayılışı ile Alevîlerin Sivas-Erzurum-Divriği üçgenindeki hareket alanları aynıdır. Alevî geleneğindeki en önemli düsturlardan birisi olan “Eline, diline, beline sahip ol” emri, Mani Dini kaynaklıdır. Mani Dini’nin temellerinden birisini üç mühür meydana getirir. Bunlar “Ağzın mührü, elin mührü ve kalbin mührü” kuralıdır. Mani Dini’ne ait Uygur metinlerinde bu üç temel kural, “Üç tamga” olarak geçer. Halk tabakası için yazılmış bir kitap olan Şuastvanift’te bu birkaç kez söz edilmiştir. “Ağzın, könlün, elgin tamgası” St. Augustin’in Üç Mühür’ünün karşılığıdır. Ayrıca cemlerdeki en önemli uygulamadan birisi olan “ikrar getirme” uygulaması da Mani Dininden kalmadır. Mani Dinine kabul edilme töreni (initation) olan tören ile Alevîliğe katılmaya ehil olan kadın ve erkeği tarikatın eski üyelerine tanıtan bir tören olan ikrar getirme birbirlerine çok benzemektedir. 4. Alevîlikte Şiîliğin etkisi Eski tarihi kaynakların hiçbirisinde, Anadolu’da Şiîlikten bahsedildiğine dair bir işaret yoktur. Önemli Alevî-Kızılbaş ayaklanmalarından birini gerçekleştiren Baba İlyas’ın ayaklanmada asılmış olan oğlunun adı Ömer idi. Ayrıca dört halifesinden birisinin adı da Osman idi. Şiîlikte bu isimleri koymak mümkün olmadığına göre, o devirlerde Anadolu Alevî-Kızılbaşlarının Şiîlikten etkilenmediklerini söylemek mümkündür. Şiîlik Alevîliğe yavaş yavaş sızmıştır. Bu inanış, Suriye ve Irak yolu ile şehir merkezlerinde tanınıyordu ama Anadolu için henüz bir önemi yoktu. Ancak XVI. yüzyılda Safevi Devleti ile Sünnîlik-Şiîlik çatışması çıkınca, Şiîlik bir Safevi propagandası olarak Anadolu Alevî-Kızılbaşlığını etkilemeye başladı. Sık sık Osmanlı’nın şiddet ve baskısına maruz kalan Alevî-Kızılbaş-Bektaşîler, Şah İsmail’in etkisi ile Şiîliğin etkisi altında kaldılar. Şiîliğin Alevîliğin içine sızmasının en önemli sebeplerinden birisi de, Türklerin İslamiyet’i İran topraklarında (Horasan’da) kabul etmiş olmalarıdır. 5. Alevîlikte Ahiliğin etkisi Ahilik, Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde Anadolu’da yaşayan halkın sanat, ticaret, ekonomi gibi çeşitli meslek alanlarında yetişmelerini sağlayan, onları ahlaki yönden yetiştiren, çalışma yaşamını iyi insan meziyetlerini esas alarak düzenleyen bir örgütlenmedir. Kendi kural ve kurulları vardır. Günümüzün esnaf odalarına benzer bir işlevi olan Ahilik iyi ahlakın, doğruluğun, kardeşliğin, yardımseverliğin kısacası bütün güzel meziyetlerin birleştiği bir sosyo-ekonomik düzendir. Ahilikte belli kurallar vardır: 1- Elini açık tut. Sofranı açık tut. Kapını açık tut… 2- Dilini bağlı tut. Gözünü bağlı tut. Belini bağlı tut. Ahilik ve fütüvvet meslek loncaları İslam dünyasında çok yaygın idi. Ahîlerde ise Şiî etkisi hâkimdi. Pirleri Selman-ı Farisî idi. Selçuklu yönetimi yıkılınca, XIV. yüzyılın başında Ahiler Ankara’da güçlendiler. Bu dönemde kısa süreli de olsa bir devlet kurdular. Kurdukları bu devlet, tarihteki ilk tarikat devletidir. Yönetimleri yıkılıp, istenmez duruma geldiklerinde, Bektaşîlerin yanına sığındılar. Bektaşîlerin Selman-ı Farisî’ye saygıları Ahilerden gelmektedir. Selman-ı Farisi, meslek loncalarının pirî idi. Ahilerin uyguladıkları, sülûk merasimlerinde bele kuşak dolama âdeti, bir dolu içme ve başka bazı adetleri, Bektaşîlere de geçmiştir. Ahîler ile Bektaşîlerin bu kaynaşması sırasında, o zamana kadar az çok fark edilen Şiî etki de kendisini göstermiştir. 6. Alevîlikte Safevîliğin etkisi Safevi devletinin davası Türklük, dini ideolojisi Kızılbaşlık idi. Bu yüzden devletin ileri geleninden, dağdaki çobanına kadar herkes Türk olmakla ve Türkçe konuşmakla övünürdü. Şah İsmail’in (Hatayi) yazdığı şiirler, dini-ideoloji propaganda tarafı bir yana, o günün şartlarında yazılabilecek en saf Türkçe ile yazılmıştı. Çünkü Şah İsmail genç yaşta saz çalmayı öğrenmişti. Eğitimini saz eşliğinde götürüyordu. Saz çalmayı iyi bilmekle beraber, silah kullanmak ve harp etme sanatı üzerine de çok iyi idi: “Bu gün ele almaz oldum men sazım/ Erşe derek direk çıhar avazım/ Dört şey vardır bir karındaşa lazım/ Bir elim, bir kelam, bir nefes, bir saz.” İktidara geldikten sonra, devlet yönetiminin saz söz ile olmayacağını iyi bilen Şah İsmail, Caferîliği resmi devlet mezhebi haline getirdi. Böylece Şiî şeriatının esaslarını uygulamaya başladı. Safevilerin ilk zamanlarda uyguladığı Şiîlik, aslında Türk Şamanlığına çok benzemekteydi. Bu yüzden Şah İsmail, göçebe Türkmenler arasında yoğun ilgi gördü ve taraftar kazandı. Şiîlik potasında Şamanlığı eritti, devletçilikte ise Türk ülküsünü yerleştirdi. Türk ilinin kurtarıcısı, Türk töresinin bekçisi olmak, idealini sonuna kadar savundu. Türk Şah İsmail’in başarı sırrı budur. 7. Alevîlikte Hurufîliğin etkisi Hurufilik, varlığın birliği anlayışına dayanan, harf ile sese gizli anlamlar veren bir inanıştır. Ayrıca birçok kelime ve olay ile harflerin sayısı arasında ilişki kurarlar. İkinci ve üçüncü kuşak Hurufiler, diğer heterodoks tarikat ve akımlardan da esinlenerek ahiret ve ruhun varlığı inancından vazgeçmiş, ölümden sonra hiç hayatın olmadığı ve çürüyen cesedin dirilmeyeceği fikrinde birleşmişlerdi. Aydın’lı XX. yüzyıl âşıklarından Âsım Kerimî Baba şöyle diyor: “Yirmi sekiz harfi ezber etmeyen/ Hurûfâtın esrarına yetmeyen,/ Erenler râhına doğru gitmeyen/ Cihângir olsa da sâil sayılur.” Tarikatın kurucusu Fazlullah Astarabadi (Neimi), tarikatın esasını dört ana temel üzerine oturtmuştu: 1- Her şey Tanrı’dır. 2- Her şey harftir. 3- Her şey insandır. 4- Her şey dört unsurdur. Onlara göre insanın burnu “elif”, burun delikleri “lam” ve gözleri de “ha” harfine benzemektedir. Yani her insanın yüzünde Allah yazmaktadır. Yine insanın ağzı “ayn”, burnu “lam” ve çenesi “ye” olmak üzere, her insanın suratında Ali de yazar. Yine Fatiha suresindeki yedi ayetin yüzdeki ana hatlara işaret ettiğini, bu yüzden Fatiha okunduktan sonra ellerin yüze sürüldüğünü söylemişlerdir. Fatiha suresinde, Arapçadaki 28 harften yedisinin olmadığını, bu yüzden kadın vücudundan da yedi organın bulunmadığı gibi yorumlar yapmışlardır. Uğradıkları zulümden kurtulmak için, Hurufiler de Bektaşî inancını zenginleştiren öğretileri ile birlikte Bektaşîlere sığındılar. Alevî-Kızılbaş-Bektaşî şairlerin en büyüğü sayılan yedisi içinde üç tanesi Hurufî’dir. Bunlar Nesimi, Yemini ve Virani’dir. Yemini, Fazlullah’ın ve bütün insanoğlunun Allah’ın bir tecellisi olduğunu açıklayan “Faziletname”nin yazarıdır. Viranî ise sadece Hurufî değil, açıkça Ali ilahi idi. Kısa süre içinde Hurufilik Anadolu’da yayılmış ve özellikle Bektaşîlik içinde iyi tutunmuş idi. Hatta o derece ki, Hurufilik Fatih Sultan Mehmet zamanında Osmanlı Sarayına kadar girmiş ve Fatih’in ilgisini çekmiştir. Fakat Mahmut Paşa ve Molla Fenarî’nin aşırı tepkisi üzerine, Hurufiler saraydan uzaklaştırılmışlardır. Fakat Hurufilik, Bektaşî dergâhının bazı erkân ve yönlerine etkili olmuştur. Bu yüzden, Bektaşîlerin yüz üstü yere kapanma duruşuyla temsil edilen ve Fazlullah Hurufi gibi, yol uğruna başı boyundan kestirmeyi göze alma pozisyonu, “Dar-ı Fazlî” olarak adlandırılır. Ayrıca “Dar-ı Nesimi” söyleyişi de vardır. Hurufilik Anadolu’daki etkisini şiir, hat ve minyatür sanatında da kuvvetli bir şekilde hissettirmiştir. Hurifiliğin kollarından birisi olan Noktavîlik, Arapça harfler ile çeşitli şekiller çizilmesini sağlamıştır. Hurufi edebiyatının en büyük temsilcileri Refiî, Usulî, Temennayî, Rumî ve Penahî gibi şairlerdir. Belli başlı Hurufi merkezleri Arnavutluk ile İstanbul, Akçahisar, Filibe, ve Mısır’da İskenderiye şehirleri olmuştur. Hurufiliğe göre insanın yüzünde Allah’ın adı okunabilmektedir. Bunu Hilmi Dede Baba kadar hiç kimse güzel ifade edememiştir: “Tuttum aynayı yüzüme,/Ali göründü gözüme/Nazar eyledim özüme/ Ali göründü gözüme” 8. Alevîlikte Yezidîliğin etkisi Yezidilerde Melik Tavus adı verilen ve horoz görünümündeki bir ulûhiyete tapınma vardır. Anadolu’da Melik Tavus’a horoz denir. Yezidi törenlerinde horoz resmi bulunan bir alem dolaştırılır. Alevîlerde ise horoz, özellikler beyaz horoz kutsaldır. Ona “Cebrail” denir. İlk musahip tutulduğunda kurban olarak horoz yani Cebrail kesilir. 9. Alevîlikte Hıristiyanlığın etkisi Dokuzuncu yüzyılda Malatya’nın kuzeyinde Arguvan, Arapkir, Kemaliye ve başkent yaptıkları Tefrike (Divriği)’yi içine alan bir devlet kurmuş olan Paulikian Mezhebi üyeleri arasında “dide”ler bulunmakta idi. Bu “didelerin”, yani dedelerin “synekdemoi/ sunekdhmoi” ve “notarioi” isimli “yol arkadaşları” ve “hesap, kitap işleri ile uğraşan görevlileri” vardı. Divriği’nin Arege (Duruköy)’deki Şambaz Pir Yatırı hem Müslümanlarca hem de Hıristiyanlarca kutsal sayılır ve ziyaret edilir. Yine Divriği’nin Odur Köyündeki Surp Agop Makamı’nın zamanla Kara Yakup Makamına dönüşmesi de başka bir örnektir. Sivas, Kahramanmaraş ve Elbistan Bölgelerinde Hıristiyan etkiden kaynaklanan bazı ayrıntılar bulunmaktadır. Sivas, Kahramanmaraş ve Elbistan Bölgelerinde Julien takvimine göre yeni yılın karşılığı 13 Ocak tarihine rastlayan ve “Kagant (Gagant) Bayramı” denen bir bayram kutlanır. Bu bayram 10 Ocak’ta başlar ve üç gün oruçtan sonra Julien takvimine göre yılın ilk günü şenliklerle kutlanır. Kagant, Ermenicede “yeni yıl” demektir. 7-12 Mart tarihleri arasında, ölülerin anısına “Haftamol Bayramı” isminde bir bayram kutlanmaktadır. Bu bayramda 124.000 peygamberin ruhu için dua edilir ve ölmüş aile büyüklerinin ruhları için mevlit okutulur. Ölülerin ruhları için yenmek üzere çeşitli yemekler hazırlanır. Alevîlerde uygulanan “düşkünlük” kavramı da Hıristiyanlardaki “aforoz” etmek olayına benzemektedir. |
|
| |
|