Alevilikte eski Türk Âdetlerinin ve Şamanlığın izleri
Moldavya’daki
Gagavuzlar ve Karamanlılar Ortodoks’tur. Karaim ve Kırımçak Türkleri
Musevi’dir. Günümüzde Orta Asya ve Sibirya’da Şamanist inanca sahip
Türkler yaşamaktadır.
Alevî-Kızılbaş-Bektaşî inancı, gizlilik ve içe
kapanıklık özelliğinden dolayı birçok eski kültür ve din formlarının
özelliğini sahiplenmiştir. Şamanizm, Budizm, Mazdeizm (Zerdüştlük),
Brahmanizm gibi doğu kaynaklı kültürler en baskın figürlerdir.
Yusuf
Ziya Yörükan’a göre Anadolu Alevîliği isteyerek, şuurlu bir şekilde
seçilmiş unsurların bir araya getirilmesi ile meydana gelmiş bir oluşum
değildir. Yani ekletik değildir. Çeşitli amaçlarla veya bazı dâilerin
özel faaliyetleri sonucunda geleneksel Türk adetlerine eklenmiş, bazen
birbirine aykırı unsurlardan meydana gelmiş, sonra da İslamî kisveye
büründürülmüş bir senkretizmdir.
Alevîlikte eski Türk adetlerinin etkisi
Eski
Türkler; Budizm, Şamanizm, Lamaizm, Manizm, Zerdüştlük, Mecusilik,
Sâbilik, Mazdekilik, Hurremilik, Merkunilik, Deysanilik, Yahudilik ve
Hıristiyanlık dinlerini daha önce yaşamışlardır.
Göktürkler zamanında
Türkler tek bir tanrıya inanmışlardır. İbni Fazlan’a göre eğer
Göktürklerden birisi bir zulme uğrar veya sevmediği bir şey görürse,
başını gökyüzüne kaldırıp, “Bir Tengri” der. Bu Türkçede “Bir Allah”
demektir.
Türkler büyük topluluklar halinde İslamiyet’i kabul
etmişlerdir. Fakat köy, kasaba ve şehirlerde oturan Türkler İslamiyet’in
gereklerini titizlikle yerine getirirken, göçebe olarak yaşayan
kabileler şeklen kabul etmişlerdir. Kendi asıl dinlerinin birçok adet ve
geleneğini yeni dinlerine uydurmaya gayret etmişlerdir. Mesela göçebe
Türkler günün her saatinde erkek ve kadın bir arada bulunuyorlardı.
Aralarında kaç-göç yoktu. İslamiyet’in haremlik-selamlık uygulaması ve
“nikâh düşmeyen kadınlarla erkeklerin birbirlerini namahrem olması”
uygulamaları onlara çok ters geldi. Ayrıca Türkler daha önce
ibadetlerini müzik ve dans eşliğinde yapıyorlardı. İslamiyet’in bu
konuda getirdiği yeni kurallar da onlara ters geldi. Bu yüzden eski din
inanışları ve ibadet şekillerini muhafaza etmeyi tercih ettiler.
Genellikle
Irak’ta bulunan Rufaî Tarikatı mensupları, vücutlarına çeşitli delici
ve kesici alet batırırlar. Ateşte yürürler ve kızgın aletleri tutarlar.
Bunun gibi adetler, Türkler Irak’a gelinceye kadar yoktu. Tarikatın
içine bu yenilikleri de Türkler sokmuştur.
Anadolu’ya eski Türklerin
akın akın gelmesi sırasında kurulan Yeseviyye, Safeviyye, Bektaşîyye,
Haydariyye ve Bayramiyye gibi tarikatların, Eski Türklerden kalma birçok
benzer yanları vardı. Başlangıçta eski Türk inanç, yaşam ve törelerini
koruyan bu heterodoks yapıdaki tarikatlar; ocak, dedelik, Ayin-i Cem’de
yapılan toplu, içkili, kadınlı erkekli dansları hep eski Türk
kültüründen almıştı. Eski Türklerin Gök Tanrı (Gök-Tengri) dönemindeki
ocak kültüne, beylik kurumuna, Şaman merasimleri sırasında dairevi
şekilde oturup içki içmelerine ve Şaman danslarına bakılırsa, aradaki
benzerlikler açıkça görülecektir.
Yeni doğan bebeğin ve annesinin
yanında üç gün üç gece beklemek âdeti de ortak bir özelliktir. Buna
karşın Eski Türklerde melek kavramı yoktur. Aynen Alevîlerde olduğu
gibi, Eski Türklerde de meleğe inanılmaz.
Çin kaynaklarına göre “Eski
Türkler su ve ağaçlara kurban verirler” yani su kutsaldır. Su kutsaldır
ve ona tapınma şeklinde meydana çıkan bu kült, aynı zamanda ondan
korkma ve çekinme şeklinde kendini gösterir. İbn Fazlan’a göre Oğuzlar
küçük ve büyük abdestten sonra temizlenmezler. Cinsel ilişkiden sonra
yıkanmazlar. Bilhassa kış mevsiminde su ile hiç işleri olmaz. Oğuzların
arasına tüccarlık ve diğer sebeplerden gelen yabancılar, onların yanında
yıkanamazlar. Sadece geceleyin onların görmeyeceği şekilde
yıkanabilirler. Çünkü Oğuzlar bu yabancılardan birini yıkanırken
görünce, ona kızarlar ve “Bu adam bize sihir yapmak istiyor, çünkü suya
giriyor” derler. O kişiden tazminat almadan onu bırakmazlar.
Alevî-Kızılbaş-Bektaşîlerde de buna benzer adetler vardır.
Yine
Urenha-Tubalarda biri ölürse, ölüyü derhal çadıra çıkarıp, keçe veya
deri ile örterler. Çadıra bir koyun getirip, bağlarlar. Koyun meleyene
kadar beklerler. Meledikten sonra koyunu keserler. Bu adet yine bazı cem
törenlerinden kurban edilecek koyunun dedenin huzuruna getirildikten
sonra, bir işaret vermesi için beklenmesine benzemektedir. Koyun meleme,
seğirme, işeme, pisleme ve çırpınma gibi bir işaret vermedikten sonra,
dışarı götürülüp kesilmez.
Eski Türklerde kadın büyük mevki
sahibidir. Avlara, ziyafetlere, kurultaylara, ekonomik işlere
katılırlar. Hakanın emirlerinin yürürlüğe girmesi için, hakan eşinin de
imzası gerekir. Resmi toplantılarda eşi de hakanın yanında oturur
(Yörükan 2005: 46-47). Kadın, pederşahî ailede olduğu gibi, harem
dairesine kapanmış ve erkeğin cinsi duygularının oyuncağı haline gelmiş
değil, onunla ortak ve eşit bir hayata sahiptir.
Göktürk Yazıtları’na
göre, Türk halk inancına göre insanın ruhu, öldükten sonra kuş yahut
böcek şekline girmektedir. Bu yüzden ölen için “uçtu” derler. Batı
Türklerinde, hatta İslamiyet’i kabul ettikten sonra bile “öldü” yerine
“şunkar boldu” yani “şahin oldu” derler. Yakut Türklerine göre insan
ölünce “kut” yani “ruh” bedeni terk ederek, kuş şeklini alır. Kâinatı
kaplayan “Dünya Ağacı”nın dalları üstüne konar. Yakutlarda ruh, hayvan
şekline de girer. Moğol Şamanı’nın kuş şekline girmesini sağlayacak
kanatları vardır. Orhun Yazıtları ve Kaşgarlı Mahmud’un Divanı’nda
cennet, “uçmak, uçmağ” terimi ile açıklanır. Alevî-Kızılbaş-Bektaşîler
ise ölen kişi için “Don değiştirdi”, “göçtü”, “Hakk’a yürüdü” veya
“Kalıbı dinlendirdi” denir. “Öldü” denmez.
Alevîlikte kutsal sayılan
bazı rakamlar, eski Türk kültüründe de kutsal sayılan rakamlardandır. 3,
5, 7, 12, 17, 24, 32 ve 40 sayıları, hem eski Türk inançlarına hem de
Alevîlere göre de kutsal sayılır. Mesela Ebülgazi Bahadır Han ünlü
eserinde şöyle demektedir:
“Şimdi biz 12 çadırda kimlerin mevki işgal
ettiklerini, kimin ne ülüş (kesilen hayvanın etinden pay) aldığını,
kimin et doğradığını ve kimin atlar yanında kaldığını söyleyelim.”
Alevîlikte Şamanlığın etkisi
Rus
entoloğu Barthold’a göre, avcılıkla uğraşan ve ormanlık yerlerde
yaşayan kabileler Şamanlığa inanır. Türkler de çok eski tarihlerden beri
Şamanizm’e inanmaktadırlar. Yine Uygur Abideleri’nden, Uygurların
birçoğunun, aynen Oğuzlar’da olduğu gibi Şamanizm’e inandıkları
görülmektedir. Çin kaynakları da bunu doğrulamaktadır. Bütün bunlar,
Türklerin çok eskiden beri Şamanizm’e inandıklarını ve bağlı
kaldıklarını göstermektedir.
Şamanist inanıştaki Kam ile
Alevî-Kızılbaş-Bektaşî inanışındaki dede ve baba arasında şaşılacak
derece benzerlikler vardır. Bunlardan bazıları şunlardır:
1- Kamlık
ve dedelik soydan gelen bir özellik taşımaktadır. Sonradan kam veya dede
olunamaz. Bu sülalenin çocukları arasından uygun olanlar kamlık veya
dedelik görevini devam ettirir.
2- Kamlar ve dedeler dini ibadetler esnasında benzer kıyafetler giyerler.
3- Alevî-Kızılbaş-Bektaşîler sadece dede önünde secde ederler. Eski Türkler ise sadece kamın önünde secde ederlerdi.
Şamanlık ve cem törenleri arasındaki bazı benzerlikler şunlardır:
1-
Töreni yöneten dinî önder bir posta oturur. Şamanlar tören sırasında
posta oturduğu gibi, dedeler de maddi değerinden ziyade temsil ettiği
makam kutsal olan posta oturarak töreni yönetir.
2- Kurban kesilir. Kurban kesilmeden hem şamanlarda hem de Alevîlerde bir dini tören düşünülemez.
3- Törenlerde kadınlar ve çocuklar da erkekler ile bir arada bulunur.
4- Şaman törenlerinde “arakı” (yani bildiğimiz rakı), cemlerde ise “dem” veya “dolu” niyeti ile rakı (nadiren şarap) içilir.
5- Şaman törenlerinde evin içine üç kere arakı saçılır. Cemlerde ise canların üstüne “saka suyu” saçılır.
6- Şaman törenlerinde Şaman dansı, cemlerde semah vazgeçilmez öğelerdir.
7- Şaman törenlerinde davul, cemlerde saz (bağlama veya cura da olabilir) vazgeçilmez enstrüman öğeleridir.
8- Şaman törenlerinde ateş yakmak ve sürekli canlı tutmak, cemlerde ise çerağ (mum veya kandil ) yakmak vazgeçilmez öğelerdir.
9- Hem Şaman törenleri hem cemler gece vakti ve kapalı mekânlarda yapılır.
Alevî-Kızılbaş-Bektaşîlerdeki
Şamanist kalıntılara ilk dikkat çekenler Fuat Köprülü ve Besim Atalay
olmuştur. Köprülü; kuş inanışları ve Bektaşî velilerin kuş görünüşü
altında kerametleri ve taş inanışları, su kaynaklarının kutsallığı,
sakal kesmek ve sarkık bıyıklar bırakmak gibi noktalara dikkat etmiştir.
Ayin-i Cem ve Şaman törenleri arasındaki ilişkilere de işaret etmiştir.
Ayrıca törensel şarkılar ve oyunlar, alkol ve uyuşturucu kullanmalar,
kurban kesimleri, kadınların merasimlere serbestçe katılmaları, Alevî
dedeleri ile Şamanların ağızdan ağza dolaşan çok zengin halk şiirinin ve
sözlü halk geleneğinin taşıyıcıları olmaları gibi ortak noktalar da çok
önemlidir.
Ziya Gökalp, kurşun dökme geleneğinin bize Şamanlıktan
kalma bir alışkanlık olduğunu söylemektedir. Kurşun su içine dökülünce
meydana gelen bazı hatlar birer insan, sivri uçlar nazar, düz parçalar
ise yürek manasına geliyordu.
Şamanlık ile Alevîlik arasında ilişkiye
dikkat çeken diğer bir bilim adamı ise Yusuf Ziya Yörükan’dır.
Şamanizm’in en önemli tanrısı Ülgen Ata’dır. Ülgen Ata’nın
Alevî-Kızılbaş-Bektaşîlerde karşılığı Hz. Ali’dir. Ülgen Ata’nın
oğulları ve yardımcıları, Hz. Ali’nin oğulları ve 12 imamı temsil eder.
Selman ve Kamber gibi Hz. Ali’nin yardımcıları, Ülgen Ata’nın
yardımcıları yerine geçmiştir. Gök Tanrılardan olan Sarı Kızlar,
Alevî-Kızılbaş-Bektaşîlerde aynen bugüne kadar korunmuştur. Edremit’teki
Sarı Kız Tepesi gibi yerler, Anadolu’da birçok yerde vardır.
Büyük
Tanrı Ülgen’in dört adet yardımcısı vardır: Yayık, Suyla, Karlık ve
Utkucu... Bunların dördü de İyi Tanrılar grubundandır. Yayık, Şaman
ayini sırasında gökyüzüne çıkmaya çalışan “kam”a rehberlik eder. Yani bu
12 hizmetteki “rehber”in görevini yapar. Suyla bu esnada gözcülük yapar
ki bu da 12 hizmetteki “gözcü”ye karşılık gelmektedir. Utukçu ise Tanrı
Ülgen’e kurban sunmakla görevlidir. Bu da 12 hizmetteki “kurbancı”ya
denk düşer.
Ayin sırasında “saçı” olarak “arakı” (rakı) kullanılır.
Rakı, kurbanın canını göklere götürürken uygulanır. Bu bir çeşit kansız
kurbandır. Cem ayini esnasında rakı (dem/dolu) içme geleneği de buradan
kaynaklanır. Şaman inanışında yer alan Ak Kızlar, Umay, Ana Maygıl, Ak
Ene ve Ayzıt gibi varlıklar, cem ayininde yer alan bacılardır. Şaman
ayinlerinde kurban kesilmeden hiçbir uygulamaya geçilmez.
Bunlar ve aşağıda verilecek olan daha fazla örnek, Şamanizm’in Alevîleri ne kadar etkilediğini ispat edecektir.
Şamanlarda
ve Alevîlerde ocağa ve ateşe tükürülmez. Ocaktaki ateş söndürülmez.
Ocak içine bakarken esneyen insan çarpılır. Çünkü ocakta “ocak anası”
vardır ve kendisine saygı gösterilmesini bekler. Alevîlerde aynı ocağa
mensup olanlar evlenmezler. Bu adet Şamanlarda da vardır. Şamanlarda da
aynı boya mensup olanlar birbirleri ile evlenemezler. Burada
Alevîlikteki ocağın yerini, Şamanlıkta boy almıştır.
Erkânda
kullanılan değnek, talibin ikrar vereceği zaman boynuna takılan ve
Horasan’dan gelen ip eki de Şamanlıktan kalmadır. Babürname’de “Boynuna
ip taktı ve Tanrı’ya şükretti” denmektedir. Senelik merasim, kurban ve
yoğ bugün de yapılmaktadır. Tahtacılar cenazeye giderken, cenazenin
arkasından “Yoğ, yoğ” diye bağırmaktadırlar.
Özbek saraylarındaki
kımız içme törenlerinde hizmet gören görevliler arasında “pervaneci”
isminde bir görevli bulunur. Yine Buryatlarda şamanın ayini sırasında,
şamanın göğe çıkışını temsil eden törende, bir huş (kayın) ağacı, göğe
giden yolun girişini temsil eder. Buna “udeşi burhan” yani “kapı
muhafızı, kapı ilahı” derler. Alevîlikte uygulanan cemlerdeki 12
hizmetliden birinin adı da budur. Altay Türklerinde de Tanrı Ülgen için
yapılan kurban töreninde şaman, tanrılara yalvarır ve merasimin başında
“kapı ruhu”na başvurarak, tören sırasında rahatsız edilmemesini, kurban
kesme işleminin hayırlı bir şekilde neticelenmesini ister.
Buryatlarda
her yıl “manevi temizlenme töreni” yapılır. Bu tören,
Alevî-Kızılbaş-Bektaşîlerin “görgü cemi”ne benzer. Şaman kamı ve
oğulları üç ayrı pınardan su getirirler. Bunu bir kazana boşaltır ve
kekik, ardıç yaprağı, çam kabuğu ve kurban kesilecek tekenin kulağından
birkaç tane kıl atarlar. Su kaynatılır, kesilen tekenin birkaç damla
kanı suyun içine akıtılır. Manevi temizlenme için kullanılan bu suya
“Tarasun” denir. Belli işlemlerden sonra manevi temizlenme işlemi
tamamlanmış olur. Cemlerde ferraş (süpürgeci)’ın kullandığı süpürge ile
Tarasun’daki manevi temizlenme sırasında kullanılan süpürge birbirlerine
çok benzer. Buryatlarda Şaman kurban keserken, 9 tane yardımcısı
vardır. Her yardımcının ayrı ayrı görevleri bulunur.
Alevî-Kızılbaş-Bektaşîlerde ise dede veya babanın 11 yardımcısı vardır.
Pir, mürşit ve rehber makamlarını üst seviyede hizmetler olarak
ayırınca, geriye 9 hizmetli kalır ki, bu da Buryatlardaki sayının
aynısıdır.
Tatarlarda kemik kırmak, bir bıçağı veya baltayı ateşe
koymak, bir kamçıya dayanmak, yere süt dökmek ve çadırın eşiğine basmak
yasak idi. Bu adetlerden cemde kesilen kurbanın kemiklerini kırmamak ve
kapının eşiğine basmamak, aynen Alevî-Kızılbaş-Bektaşîlerde de
uygulanmaktadır.
Başkırtlar için turna kuşu kutsal idi ve bu kuşun
düşmanla savaşırken kendilerine yardım ettiğine inanırlardı. Turna
Alevî-Kızılbaş-Bektaşîlerde de kutsal sayılmaktadır.
Dokuz Oğuzlara
göre kayın ağacı kutsaldır. Kayın ağacı erkek, çam ağacı dişi olarak 5
oğul doğururlar. Alevî-Kızılbaş-Bektaşîlerde de kayın ağacı kutsal
olduğu gibi, “tarik değneği” gibi bazı dinî aletler de kayın ağacından
yapılırlar.
Oğuzların 24 boyu olduğu için, 24 sayısı kutsal sayılır.
Alevî-Kızılbaş-Bektaşîlerde de 24 sürek, 24 nakip, 24 masum-u Pâk
kavramlarında görüldüğü gibi 24 sayısı kutsal sayılardandır.
Eski
Türkler dini merasimlerde dört mevsimde dört kurban keserlerdi. Bu
kurbanlar koyun, horoz, köpek ve Alevî-Kızılbaş-Bektaşîlerde de dört
mevsimde dört büyük tören yapılır ve kurban kesilir. Fakat köpek ve
domuzun yeri değişmiştir. Fakir aileler bunların yerine rakı ve yumurta
kullanmaktadır. Anadolu’daki Tahtacılarda cem töreninde içilen içkiye
“dolu” adı verilir. Aynı şekilde Orta Asya Şamanlığında da Bay Ülgen’e
“tolu” adı verilen kansız kurban sunulmaktadır.
Ayrıca Tahtacılar
musahiplik töreni esnasında “Tercüman Kurbanı” isimli bir kurban
keserler. Bu kurban eski Türklerde uygulanan “tayılga” kurbanına
benzemektedir. Tayılga kurbanında at kurban edilmektedir ve at kesilmek
değil, kalbine bıçak sokulmak suretiyle öldürülür. Ama bu tören akşam
vakti uygulandığı için, Tahtacıların Tercüman Kurbanı’na benzerlik
göstermektedir.
Hem Şamanlıkta hem Alevîlerde kurban kesildiği zaman:
1- Kurban töreni sırasında dualar okunur…
2- Kurbanın kanı yere akıtılmaz…
3- Kurbanı sadece görevliler pişirir, başkası yaklaşamaz…
4- Kurbanı sadece o toplumun üyeleri yiyebilir…
5- Kurbanın kemikleri kırılmaz. Eklem yerlerinden kesilir…
6- Kurbanın kemikleri, sakatatı, artıkları ve derisi tenha bir yere gömülür…
Bulgaristan’da bulunan Amucalar’da uygulanan kurban ritüelleri, Şamanizm’de yapılan kutsal kurban törenleri ile aynıdır.
Muğla
yöresi Tahtacıları; ölü yıkanıp, kefenlendikten sonra ölünün
elbiselerini bir torbaya koyarlar ve tabutun içine bırakırlar. Bunun
sebebi ise, öbür dünyadaki ölüler kendisine “Niye elin boş geldin?” diye
sorarlarmış. Diğer bazı Alevîlerin ölüyü elbisesi ile gömmeleri ise
yine aynı sebepten kaynaklanmaktadır. Bunlar da yine eski Şaman
adetlerindendir. Aydın yöresi Tahtacıları ise, loğusa birisi ölürse,
mezarını 40 gün açık bırakırlar. Bu gelenek, Erzurum yöresindeki bazı
Alevîlerde de vardır. Bu adet, eski Şamanist geleneğinden kalma bir
adettir. Aydın Tahtacıları, loğusayı korumak için bir ip veya beze 20
düğüm atarlar. Sonra bu 20 düğümü tekrar çözerler. Böylece loğusayı
koruduklarına inanırlar. Ayrıca loğusanın başına kırmızı bağlanır.
Alevîlikte
düşkünlük vardır. Daha önce belirlenmiş bazı ağır suçları işleyen
kimseler düşkün sayılır ve toplumdan dışlanırlar. Moğollarda da benzer
adet vardır. Kurban merasimine aynı kabileden olanlar katılabilirdi.
Ağır suç işleyenler bu kurban merasimine katılamazdı. Kurban merasimine
kabul etmemek, o kişiyi kabile topluluğundan kovmakla eşdeğerdi.
Oğuzlarda
da zina etmek diye bir şey yoktu. Böyle bir suç işleyen birisi olursa,
onu iki parçaya bölerlerdi. İdil Bulgarlarında da erkekler ve kadınlar
birbirlerinden kaçmazlardı. Hatta nehirde bile beraber yıkanırlardı.
Buna rağmen zina görülmezdi. Eğer içlerinden birisi zina edecek olursa,
yere dört adet kazık çakıp, ellerini ve ayaklarını bu kazıklara
bağlarlardı. Sonra o erkeği veya kadını boynundan başlayıp, uyluklarına
kadar iki parçaya ayırırlardı. Hırsızlık ve oğlancılık yapanları da
öldürürlerdi.
Zina suçu Alevî-Kızılbaş-Bektaşîlerde çok ağır bir
suçtur. Her ne şekilde olursa olsun, bu suçu işleyen birinin işi bitmiş
ve düşkün sayılırdı. Tahtacılar ise zina edeni yakmak sureti ile
cezalandırırlardı. Mersin Tahtacılarından birisinin oğulları tarafından
çam ağacına bağlanarak, yakıldığı çok meşhurdur.
İzmir’in Hortuna
köyünden ve Karatekili Yörüklerinden olan Ahmet Ağa, gençliğinde böyle
bir olaya şahit olduğunu anlatmıştır. Yine Aydın Söke’ye bağlı Sofular
köyünde de zina yapan bir kadın çifte ile vurularak öldürülmüştür.
1970’li yıllarda Aydın’ın Kızılcapınar Köyü’ne seyyar sinema gelmiştir.
Kızılbaş olan köy halkı “Çıplak ve öpüşme sahneli filmlerle
çoluk-çocuğumuzun ahlâkını bozuyorsunuz. Hiç değilse bunu Ramazan
Ayı’nda yapmayın” diyerek, sinemacıları köyden kovmuşlardır. Yani Eski
Türklerde toplumsal ahlak nasıl sağlam ise, Alevî-Kızılbaş-Bektaşîlerde
de aynen öyle sağlamdır.