Sultanların Şiiri / Şiirlerin Sultanı
Ali FUAT
ŞÂİR OSMANLI SULTANLARI
Osmanlı
hânedanı, diğer pek çok hânedandan farklı olarak tarih sahnesinde
sanatkâr mizaçlı sultanlarıyla yer almıştır. İyi bir eğitimden geçen
Osmanlı şehzadeleri ve sultanları, daha ziyade mûsikîye ve şiire ilgi
göstermişlerdir. Osmanlı sarayının diğer Türk devletlerinde de olduğu
gibi, sanatçıları ve ilim adamlarını desteklemesi, kültür ve sanat
hayatını canlı tutmuştur. Osmanlı padişah, şehzâde, sultan ve diğer
hânedan mensupları birçok sanat faaliyetini destekleyerek ve
sanatkârları himâye ederek bu hususta adeta birbirleriyle
yarışmışlardır. Daha Anadolu Beylikleri döneminde, beyler arasında bir
yarışa dönüşen himâye, teşvik ve takdir anlayışı, aynı nitelikte Osmanlı
sarayında da devam etmiştir. Osmanlı sultanları devrin ünlü şairleriyle
dostluklar kurmuş ve şiir sohbetlerinde bulunmuşlardır. Daha ilk
öğrenimleri sırasında kuvvetli bir dil ve edebiyat eğitimi alan
sultanlardan pek çoğu şiir yazmış, bir kısmı da divân tertip edecek
kadar şâirlik vasıflarını ön plâna çıkarmışlardır.
Osmanlı
sultanlarının şiirlerinde dinî ve tasavvufî muhtevâ önemli bir yer
tutmaktadır. Esasen Osmanlı sultanlarından pek çoğu tekke âdâbı
içerisinde yetişmiştir. Bu bakımdan hemen hemen bütün Osmanlı
Sultanlarının mutlaka bir tekke veya tasavvuf çevresiyle irtibatlı
olduğu söylenebilir. Daha başlangıçta Şeyh Edebalı ile Osman Bey,
Geyikli Baba ile Orhan Bey arasındaki manevî yakınlık, II. Murâd'ın
Bayramîlere ilgisiyle daha geniş bir sosyal muhtevâ kazanmıştır. Fatih
Sultan Mehmed'in Akşemseddin'le ve III. Mehmed'in Halvetî Şeyhi
Şemsettin Sivâsî'yle yakınlığı da bu münasebetlerin önemli
örneklerindendir.
Osmanlı padişahları arasında ilk şiir söyleyen
II. Murâd'tır. Murâdî mahlasıyla şiirler yazan II. Murâd hakkında
Tezkireci Latîfî şunları söylemektedir: "Her ne kadar kendileri nadiren
şiir söylerse de saltanatı süresince şiir ileri seviyede rağbet buldu.
Rivayet edilir ki haftada iki gün şair ve bilginleri toplayıp dikkat ve
iltifatla, baştan sona dinler, tartışmayı başlatmak için de her hafta
her konu için tartışmacılar tayin edermiş." (İsen, 1990:68)
Güzel
sanatların çeşitli dallarıyla ilgilenen Fatih Sultan Mehmed (1432-1481)
de özellikle resme, şiire ve müziğe büyük önem vermiştir. Fatih, Avnî
mahlasıyla şiirler yazmıştır. Fatih'in şiirlerinde Şeyhî ve Ahmed
Paşa'nın etkisi görülür. Fatih'in şiirlerinde ön plâna çıkan en önemli
husus, derin bir lirizm ve samimiyettir. Nitekim sultan şâir,
hükümdarlığının mânâsını, iç âlemindeki muhasebesini de yansıtarak şöyle
ortaya koymaktadır:
İmtisâl-i câhidû fi'llâh olupdur niyyetim
Dîn-i İslâm'ın mücerred gayretidir gayretim
Fazl-ı Hakk u himmet-i cünd-i ricâullâh ile
Ehl-i küfri ser-te-ser kahr eylemekdir niyyetim
Enbiyâ vü evliyâya istinâdım var benim
Lütf-ı Hak'dandır hemân ümmîd-i feth ü nusretim
Nefs ü mâl ile n'ola kılsam cihânda ictihâd
Hamdüli'llâh var gazâya sad hezârân rağbetim
Ey Mehemmed mu'cizât-ı Ahmed-i Muhtâr ile
Umaram gâlib ola a'dâ-yı dîne devletim
(Aymutlu, 1959:140)
Fatih'in
hâlefi II. Bayezid (1448-1512) de âlim ve sanatkâr bir sultandır. Adnî
mahlasıyla şiirler yazan ve bir "Divân" tertip eden II. Bayezid,
Türkçe'nin Çağatay lehçesini ve Uygur harflerini de bilirdi. Adnî
Divânı, aynı zamanda Osmanlı padişahları tarafından tertip edilen ilk
mürettep divandır. Ünlü İranlı şâir Molla Câmî'ye her yıl bin filori
gönderdiği bilinen II. Bayezid, Zenbilli Ali Efendi, Molla Latifî, Sâdî
Çelebi, Müeyyedzâde Abdurrahman, Necâtî, Ahmed Paşa, Ca'fer Çelebi,
Sâfî, Behiştî ve Zâtî gibi devrin ünlü âlim ve sanatkârlarını
desteklemiştir.
Bayezid, dinî muhtevalı şiirlerinde oldukça coşkulu ve samimidir:
Hudâyâ Hudâlık sana yaraşır
Nitekim gedâlık bana yaraşır
Çü sensin penâhı cihân halkının
Kamudan sana ilticâ yaraşır
Şeh oldur ki kulluğun etti senin
Kulun olmayan şeh gedâ yaraşır
Şu dil kim marîz-i gamındır senin
Ana zikrin ile şifâ yaraşır
Şu kim dürr-i gufrânın almak diler
der-i gamın bahrine âşnâ yaraşır
Eğerçi ki isyânımız çok durur
Sözümüz yine Rabbenâ yaraşır
Ne ümmîd ü ne bîmdür işimiz
Hemân bize havf ü recâ yaraşır
Eğer adl ile sorarsan Adlî'yi
Ukûbettir ana sezâ yaraşır
Ben ettim anı ki bana yaraşır
Sen eyle anı kim sana yaraşır
Şu günde ki hiç çâresi kalmaya
Ana çâre-res Mustafâ yaraşır
(Divân-ı Adlî, Millet Ktb., nr: 274, vr.1b)
Kardeşi
Cem Sultan'la saltanat mücadelesine girişen ve uzun süre bu gâileyle
uğraşan II. Bayezid'in Cem Sultan'la manzum mektuplaşmaları da
bilinmektedir.
Bayezid'in oğlu olan ve "Harîmî" mahlasıyla
şiirler yazan Şehzâde Korkut (1470-1512), Klâsik edebiyatımızın şekil ve
muhtevasını iyi bilen sultan şairlerdendir. Şehzâde Korkut'un şiirleri
yakın zamanda yayımlanmıştır.
Sultan şâirler arasında
şiirlerinde şahsî duygularını ifade etmede en başarılı sayılan şair, hiç
şüphe yok ki Cem Sultân (1459-1495)'dır. Şiir ve edebiyatla çok küçük
yaşlardan beri meşgul olmuş bir şehzâde olan Cem'in çevresinde, adına
"Cem şâirleri" denen bir grup şâir bulunmuştur. Cem Sadisi, Haydar Bey,
Sehâî, Kandî, Şâhidî gibi dönemin ünlü şairlerinden oluşan bu gruptan
bazı şâirler, Cem'i gurbette de yalnız bırakmamışlardır. Cem Sultan,
şiirlerinde yaşadığı sıkıntıları, oldukça duygulu bir anlatımla dile
getirir:
Bu gurbet câna gâyet kâr kıldı
Ki âlemden beni bî-zâr kıldı
Ne kılam gerdiğ-i eyyâm beni
Belâ vü derd ile bîmâr kıldı
Ne nahs olur aceb bu tâli'im kim
Beni âlem içinde zâr kıldı
Gülistân yerine ni'me'l-bedeldir
Felek yerimi ğimdi hâr kıldı
Görün gerdûn-ı dûnun himmetini
Bu gurbetde Cem'i bîmâr kıldı
(Ersoylu, 1989:233)
Cem
Sultân şiirlerinde, daha ziyade vatan hasretini, aşk, tabiat, dinî ve
tasavvufî konuları işlemiştir. Şairin geniş kültürü, şiir bilgisi,
hassasiyeti, onun şiirlerine, zengin bir muhtevayla birlikte güçlü bir
dış yapı da kazandırmıştır. Cem Sultan'ın Türkçe Divânı'nın birçok
baskısı bulunmaktadır.
Osmanlı Devleti'nin büyük hünkârlarından
Yavuz Sultan Selim (1470-1520), Farsça'yı çok iyi bilen ve bir Farsça
Dîvân tertip edecek derecede bu dilde şiirler yazabilen bir sanatçıdır.
Yavuz, Arapça şiirler de yazmıştır. Felsefe, edebiyat, matematik ve dinî
ilimler konusunda geniş bilgi sahibi olan Yavuz Sultan Selim'in Türkçe
şiirler yazdığı söylense de bunda kesinlik yoktur. Solak-zâde Tarihi'nde
onun Türkçe şiirler de yazdığına dair şu bilgiler verilmektedir:
"Hayatları boyunca, Türkçe şiir söylemediğini tarihçiler
kaydetmişlerdir. Amma bazılarının rivâyetine göre -aşağıdaki- beyit
kendilerinden sâdır olmuştur. (...) Çaldıran sahrasında Şah İsmail ile
karşılıklı saflar bağladığında, onu bozduktan sonra arkasından takip
etmek istemesine yeniçeri taifesi mâni olmuş idi. İster istemez,
kendilerini geri döndürmüşlerdi. Bu beyti ise orada söyledikleri sâbit
olmuştur:Cihânın gerçi nûş ettim yedi tasından geçen zehrin
Velâkin zehr-i katilden beter buldum meğer kahrin
(Çabuk, 1989:96)
Yavuz Sultan Selim'e atfedilen şu şiir de onun karakter çizgilerini yansıtmaktadır:
Merdüm-i dîdeme bilmem ne füsun etdi felek
Giryemi kıldı füzûn eşkimi hûn etdi felek
Şîrler pençe-i kahrımda olurken lerzân
Beni bir gözleri âhûya zebûn etdi felek
(İsen, Bilkan,1996:117)
Osmanlı
sultanları arasında en çok şiir yazan sultan şâir unvanına sahip olan
Kanunî Sultan Süleyman, şiirlerinde Muhibbî, Meftûnî ve Âcizi
mahlaslarını kullanmıştır. Kanûnî Sultan Süleyman, biri Farsça olmak
üzere iki Divân sahibidir. Muhibbî Divânı'nda 2799 gazel bulunmaktadır.
Şiirlerinin toplamı 15935 beyite ulaşmaktadır. Bu haliyle o, aynı
zamanda Divan edebiyatının en hacimli divânını kaleme alan şairdir.
Kanunî Sultan Süleyman devrinde Bâkî, Zâtî, Hayâlî ve Fuzûlî gibi büyük
şairler yetişmiş ve bu şâirlerin birçoğu Sultanın yakın ilgisine ve
himayesine mazhar olmuştur.
Muhibbî, dönemindeki şâirleriyle
mukayese edildiğinde hiç de küçümsenmeyecek bir sanatkâr olarak
karşımıza çıkar. Bilhassa Divan şiirinin zirveleri kabul edilen XVI.
yüzyıl şâirleriyle aynı sanat ikliminde at koşturması ve ortaya koyduğu
eserlerin, bu yüzyılın ulaştığı estetik seviyeye uygunluğu, onun devlet
idaresinde olduğu kadar, şiir alanındaki başarısını da ortaya
koymaktadır. Muhibbî'nin matla beyti dilden dile dolaşan şu ünlü gazeli,
onun dünya saltanatı karşısındaki lakayt tavrını ve tasavvufa meylini
de yansıtmaktadır:
Halk içinde mu'teber bir nesne yok devlet gibi
Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi
Saltanat dedikleri ancak cihân gavgâsıdır
Olmaya baht ü sa'âdet dünyede vahdet gibi
Ko bu ıyş u işreti çün kim fenâdır âkibet
Yâr-ı bâkî ister isen olmaya tâ'at gibi
Ola kumlar sagışınca ömrüne hadd ü aded
Gelmeye bu şîşe-i çarh içre bir sâ'at gibi
Ger huzûr etmek dilersen ey Muhibbî fârig ol
Olmaya vahdet cihânda kûşe-i uzlet gibi
(Ak, 1987: 763)
Kanunî'nin
şehzâdeleri olan Mustafa, Bayezid, Selim ve Cihangir de şiirler
yazmışlardır. Çok iyi bir eğitim gören bu şehzâdelerin her biri
talihsizlikler neticesinde Kanunî'nin gözleri önünde yok olup
gitmişlerdir. Bunlardan bilhassa Şâhî mahlasıyla şiirler yazan Şehzâde
Bayezid (1527-1562) ile Kanunî arasında cereyan eden manzum
mektuplaşmalar gerek Osmanlı tarihi, gerekse Divan şiiri açısından
türünün orijinal örnekleridir. İran'a sığınan Bayezid, babasına şöyle
seslenmektedir:
Ey serâser âleme sultân Süleymânum baba
Tende cânum cânumun içinde cânânum baba
Bâyezidine kıyar mısun benüm cânum baba
Bî-günâhım Hak bilür devletlü sultânum baba
Enbiyâ ser-defteri ya'ni ki Âdem hakkıçün
Hem dahi Mûsî ile Îsî-i Meryem hakkıçün
Kâinâtın serveri ol Ruh-ı a'zam hakkıçün
Bî-günâhım Hak bilür devletlü sultânum baba
Sanki Mecnûnum bana dağlar başı oldu durak
Ayrılup bi'l-cümle mâl ü mülkden düştüm ırâk
Dökerüm göz yaşını vâ-hasretâ dâd el-firâk
Bî-günâhum Hak bilür devletlü sultânum baba
Kim sana arz eyleye hâlüm eyâ şâh-ı kerîm
Anadan kardaşlarumdan ayrılup kaldım yetîm
Yok benüm bir zerre isyânum sana Hakdur alîm
Bî-günâhum Hak bilür devletlü sultânum baba
Bir nice ma'sûmum olduğun şehâ bilmez misün
Anlarun kanuna girmekden hazer kılmaz mısun
Yoksa ben kulunla Hak dergâhına varmaz mısun
Bî-günâhım Hak bilür devletlü sultânum baba
Tutalum iki elim baştan başa kanda ola
Bu meseldür söylenür kim kul günâh itse n'ola
Bâyezîd'ün suçunı bağışla kıyma bu kula
Bî-günâhım Hak bilür devletlü sultânum baba
(Ak, 1987: 5-6)
Kanunî
de yazdığı bir murabba ile "isyankâr şehzâde"ye cevap verir. Her iki
şiir de lirizm ve samimiyet bakımından birbirinden güzeldir. Kanunî'nin
âdeta bir şiir imtihanına tâbi tutulduğu hissiyle, oğlunun şiirine aynı
vezin ve üslup içerisinde cevap vermesi dikkat çekicidir:
Ey dem-â-dem mazhar-ı tuğyân u isyânım oğul
Takmayan boynuna hergiz tavk-ı fermânım oğul
Ben kıyar mıydım sana ey Bâyezîd Hân'ım oğul
Bî-günâhım deme bâri tevbe kıl cânım oğul
Enbiyâ vü evliyâ ervâh-ı a'zam hakkiçün
Nûh u İbrâhim ü Mûsâ İbni Meryem hakkiçün
Hâtem-âsâr-ı nübüvvet Fahr-i Âlem hakkiçün
Bî-günâhım deme bâri tevbe kıl cânım oğul
Âdem adın etmeyen Mecnûna sahrâlar durak
Kurb-i ta'atden kaçanlar dâ'imâ düşer ırak
Ta'n değildir der isen Vâ hasretâ dârü'l-firâk
Bî-günâhım deme bâri tevbe kıl cânım oğul
Neş'et-i Hakdır nübüvvet râm olan olur kerîm
Lâ-tekul üf kavlini inkâr eden kalır yetîm
Tâ'ate isyâna alîmdür Hudâvend-i Kerîm
Bî-günâhım deme bâri tevbe kıl cânım oğul
Rahm ü şefkat zîb-i îmân olduğun bilmez misin?
Ya dem-i ma'sûmu dökmeden hazer kılmaz mısın?
Abd-i âzâd ile Hak dergâhına varmaz mısın
Bî-günâhım deme bâri tevbe kıl cânım oğul
Hak reâyâ-yı mutî'e râ'î etmişdir beni
İsterim mağlûb edem agnâma zîb-i düşmeni
Hâşe lillâh öldürürsem bî-günâh nâgâh seni
Bî-günâhım deme bâri tevbe kıl cânım oğul
Tutalım iki elin başdan başa kanda ola
Çünki istiğfâr edersin biz de afv etsek n'ola
Bâyezîdim suçunu bağışlarım gelsen yola
Bî-günâhım deme bâri tevbe kıl cânım oğul
(Ak, 1987 : 6-7)
Osmanlı
tahtında sekiz yıl oturan bir diğer sultan şair II. Selim
(1524-1574)'dir. Alî, Sâmî, Hâtemî, Firâkî, Ferdî, Nigârî, Nihânî gibi
dönemin şair, âlim ve musikişinâslarını koruyan II. Selim, Selimî
mahlasıyla şiirler yazmıştır. Ancak II. Selim'in şiirleri oğlu III.
Murad (1542-1595)'ınkiler kadar kuvvetli değildir. Murâdî mahlasıyla
şiirler yazan III. Murad, Osmanlı şiir tarihinde en fazla gazel yazan
şairlerdendir. III. Murad'ın Türkçe Divânı'nda 1566 gazel bulunmaktadır.
Divanındaki mülemmâlar, şairin Türkçe'yle birlikte, Arapça ve Farsça'ya
hâkimiyetini de göstermektedir. Sultan III. Murâd'ın Türkçe Divânı
dışında, biri Arapça ve biri Farsça olmak üzere iki divânı daha vardır.
Osmanlı padişahlarının en bilginlerinden sayılan III. Murad, Şeyhülislâm
Mehmed Sâdeddîn Efendi, Bekaî Efendi, Şeyh Şücâ Efendi, Tiryakî Hasan
Paşa gibi devrin ünlü hocaları tarafından yetiştirilmiştir. Murâdî'nin
birçok şiirinde tasavvufa temayülünü görmek mümkündür:
Bugün âşıkların esrârına âgâh olan gelsin
Bu meydân-ı mahabbetde fenâ fi'llâh olan gelsin
İki dünyâyı terk eden bu yola baş açık giden
İşi dil-dâr şevkinden dem-â-dem âh olan gelsin
Bu aşkın remzini fehm eyleyimez degme bir âkıl
Bunu anlamağa derd ehline hem-râh olan gelsin
Sana me'vâ yeter me'vâ yürü ta'n eyleme zâhid
Bize iki cihândan dâmeni kütâh olan gelsin
Bu râza ey Murâdî her kimesne olamaz mahrem
Bu aşkın mülkine ey ser-be-ser şâh olan gelsin
(Kırkkılıç, 1985:327)
III.
Murad'ın oğlu Sultan III. Mehmed (1566-1603) de şair olup Adnî
mahlasıyla şiirler yazmıştır. Onun şiirlerinde de babasının
şiirlerindeki tasavvufî birikimi görmek mümkündür.
Şiirlerinde
Bahtî mahlasını kullanmış olan I. Ahmed (1590-1617), Mevlevî olmakla
beraber, Şeyh Üftâde müridlerinden olan ve Bayramiyye'nin Celvetî
kolunun pîri ünlü mutasavvıf Aziz Mahmud Hüdâyî (1543-1628)'ye bağlı
idi. Bu bağlılık, aynı zamanda her ikisi de şair olan I. Ahmed ile
Hüdâyî'nin şiirlerine de yansımıştır. "Aziz Mahmud Hüdâyî III. Murâd'ın
vefatı üzerine:
Yalan dünyaya aldanma ya hû
Bu dernek dağılır divan eğlenmez
İki kapılı bir viranedir bu
Bunda konan göçer mihman eğlenmez
Dörtlüğüyle
başlayan bir şiir yazmıştır. I. Ahmed'in de Aziz Mahmud Hüdâyî'ye
bağlılığı ve sevgisi birçok kaynakta zikredilmektedir. Padişah, bu
bağlılığı:
Varımı ben Hakka verdim gayri varım kalmadı
Cümlesinden el çekip bes dü cihânım kalmadı
(Kara, 1977 : 118)
Matlaı ile başlayan şiirinde dile getirmiştir."
Münâcât,
Ramazaniye, İdiyye, Mersiye, Tarih, Tahmis, Murabba, Şarkı, Na't, Gazel
gibi şiirin hemen her şeklinde ve türünde örnekler vermiş olan I.
Ahmed, bir kısmı bestelenerek tekkelerde okunan coşkulu şiirler
yazmıştır. Onun şu münâcâtı en çok bilinen şiirlerindendir:
Dil hânesi pür-nûr olur
Envâr-ı zikrullah ile
Iklîm-i ten ma'mur olur
Mi'mâr-ı zikrullah ile
Her müşkil iş âsân olur
Derd-i dile dermân olur
Cânın içinde cân olur
Esrâr-ı zikrullâh ile
Gamgîn gönüller şâd olur
Dem-besteler âzâd olur
Güm-geşteler irşâd olur
Âsâr-ı zikrullah ile
Zikr eyle Hakk'ı her nefes
Allah bes bâkî heves
Bes gayriden ümmîdi kes
Tekrâr-ı zikrullah ile
Gör ehl-i hâlin fırkasın
Çâk etti ceyb-i hırkasın
Devr eyle zikrin halkasın
Pergâr-ı zikrullah ile
Terk et cihân ârâyişin
Nefsin gider âlâyişin
Bu cân ü dil âsâyişin
Efkâr-ı zikrullah ile
Bahtî sana ikrâr eder
Tevhîdini tekrâr eder
Ihlâsını iş'âr eder
Eş'âr-ı zikrullâh ile
(Kayaalp, 1994 : 92)
Osmanlı
tahtının talihsiz sultanlarından olan II. Osman (1604-1622) da şairdir.
Aziz Mahmud Hüdâyî'ye bağlı olan II. Osman, Fârisî mahlasıyla şiirler
yazmıştır. II. Osman'ın gazel, murabba ve müfredlerden oluşan divanı
Topkapı Sarayı Kütüphanesi'ndedir.
Tahta henüz 11 yaşındayken
çıkan IV. Murad (1612-1640) da "Murâdî" mahlasıyla şiirler yazmıştır.
IV. Murad, kendi devrinde yaşayan Şeyhülislâm Yahya, Nef'î, Nev'izâde
Atayî, Ganizâde Nadirî, Azmizâde Hâletî, Cevrî gibi şairleri
desteklemiştir. IV. Murad'ın, Hâfız Ahmed Paşa'nın Bağdad'ı muhasara
ettiği halde, şehri almaya muvaffak olamaması karşısında, Paşa'ya olan
öfkesini nazmen kaleme alması orijinal bir örnektir:
Hâfızâ Bağdâd'a imdâd etmeğe er yok mudur
Bizden istimdâd edersin sende asker yok mudur
Düşmanı mât etmeğe ferzâneyim ben der idin
Hasma karşı şimdi at oynatmağa yer yok mudur
Gerçi lâf urmakta yoktur sana hem-pâ biliriz
Lîk senden dâd alır bir dâd-güster yok mudur
Merdlik davâ edersin bu muhanneslik nedir
Havf edersin bari yanında dilâver yok mudur
Râfizîler aldı Bağdâd'ı tekâsül eyledin
Sana hasm olmaz mı Hazret rûz-ı mahşer yok mudur
Bû Hanife şehrin ihmâlinle vîrân ettiler
Senda âyâ gayret-i dîn-i peyamber yok mudur
Bî-haberken saltanat ihsân eder Perverdigâr
Yine Bağdâd'ı ihsân mukadder yok mudur
Rüşvet ile cünd-i İslâm'ı perişân eyledin
İşidilmez mi sanırsın bu haberler yok mudur
Avn-i Hakla intikâm almağa a'dâdan meğer
Bende-i dîn bir vezir-i dîn-perver yok mudur
Bir Alî-sîret veziri şimdi serdâr eyledim
Hızr peygamber mu'în olmaz mı rehber yok mudur
Şimdi hâli mi kıyâs eylersin âyâ âlemi
Ey Murâdî pâdişâh-ı heft kişver yok mudur
İsen, Bilkan, 1996: 195)
Osmanlı
şiiri, devletteki sosyal ve siyasî çözülmenin aksine, sürekli bir
gelişme ve yenilenme hâli yaşamıştır. Divan şiiri, XVI. yüzyılda en
parlak dönemini yaşadıktan sonra, sosyal, siyasal ve ekonomik düşüşe zıt
olarak, yeni ve farklı bir üsluplar içerisinde gelişmesini
sürdürmüştür. Osmanlı sarayı, gerek Gerileme Dönemi'nin başladığı XVII.
yüzyılda ve gerekse çözülmenin, artan gâileler ve ortaya çıkan sosyal
buhranlarla iyice toplumu sardığı XVIII. yüzyılda, şiirin bu kendine has
gelişmesinden bigâne kalmamıştır.
Bu dönemde ard arda tahta
çıkan IV. Mehmed (1642-1693), II. Ahmed (1643-1695), II. Mustafa
(1664-1703), III. Ahmed (1673-1736), III. Mustafa (1717-1774) ve III.
Selim (1761-1808) gibi sultanlar da şiir yazmışlardır. II. Ahmed mahlas
olarak "Ahmed" ismini tercih etmiştir. Sultan II. Mustafa,"İkbâlî", III.
Ahmed "Necîb" , III. Mustafa "Cihângîr" ve III. Selim de "İlhâmî"
mahlaslarıyla şiirler yazmışlardır. III. Ahmed, aynı zamanda hattat idi.
Topkapı Sarayı önünde yaptırdığı çeşmenin cephesine, şu tarihi bizzat
kendisi yazmıştır:
Târihi Sultân Ahmed'in cârî zebân-ı lüleden
Aç Besmeleyle iç suyu Hân Ahmed'e eyle du'â
(Aynur, Karateke, 1995:175)
III.
Ahmed, sarayın arz odası üzerindeki besmeleyi de bizzat kendisi
yazmıştır. III. Ahmed devrinde İstanbul'da yapılan çeşmeler, şair ve
hattat sultanın şehir mimarisine verdiği önemi de göstermektedir.
Osmanlı
padişahları, sadrazam, vezir ve devlet ricali saray, konak ve evlerini
her türlü sanat etkinliklerine açarak sanatın gelişmesinde önemli rol
oynamışlardır. Bu bakımdan, Osmanlı şiirinin gelişmesinde padişah ve
diğer devlet ricalinin destekleriyle oluşturulmuş "edebî muhitler"in
önemi büyüktür. Necip mahlasıyla şiirler yazan III. Ahmed aynı zamanda,
"Lâle Devri" olarak anılan kültür ve sanat hareketinin de baş mimarı
olmuştur. Nedîm gibi, Divân şiirinin usta sanatçılarından birinin
yetişmesi, Lâle Devri'nin sanatçıya sunduğu imkânlar neticesinde
gerçekleşmiştir.
Osmanlı Devleti'nin musikişinas sultanlarından
IV. Mehmed ve III. Selim'in besteleri bilinmektedir. Özellikle III.
Selim'in "Sûz-ı Dil-ârâ" makamını icâd ettiği, devrin ünlü şairi Şeyh
Gâlib'le yakın dostluğu neticesinde, Galata Mevlevihanesi'ne sık sık
giderek Gâlib'le şiir sohbetlerinde bulunduğu bilinmektedir. Şeyh Gâlib,
bu dostluğun nişânesi olarak III. Selim için on kaside, yirmi altı
tarih, bir terci' ve bir kısa mesnevi kaleme almıştır. III. Selim'in
nakış yürük semai sûzidilârâ bestesi olan : "Âb ü tâbıyla bu şeb hâneme
cânân geliyor" bestesi ünlüdür. Bir padişahın, ümmi olduğu bilinen şair
Mürekkepçi Enverî'nin şu beyitini de bestelemiş olması, Osmanlı
sultanlarının engin sanat kültürünü ortaya koymaktadır:
N'ideyim sahn-ı çemen seyrini cânânım yok
Bir yanımca salınır serv-i hırâmânım yok
III.
Selim'in pek çok makamda 103 civarında beste yaptığı bilinmektedir.
Padişahın yirmi eserinin güftesi, bizzat kendisinin yazdırdığı tek
nüshası bilinen "Güfte Mecmu'ası"nda bulunmaktadır. III. Selim'in
Sûzidilârâ Yürük Semâî makamındaki bir diğer ünlü eseri de şu beyitle
başlayan eseridir:
Âb ü tâbile bu Şeb hâneme cânân geliyor
Halvet ülfete bir Şem-i Şebistân geliyor
III.
Selim şiirlerinde çok samimi bir üslup kullanmaktadır. Onun Divân'ında,
şiir serüvenini anlattığı şu şiiri, mütevazı şahsiyetini de
yansıtmaktadır:
Besmeleyle ettim ana ibtidâ
Ya'ni mes'ûd ede Divânım Hudâ
Gerçi eş'ârımda nükte yokdurur
Hem fesahatta kusûrum çokdurur
Anı ben görmedim üstâddan hem
Hilâfım yok benim Allahu a'lem
Ne Farsî okudum ben hod ne Tarzî
Ne ta'lîm eyledim nazm-ı Hicâzî
Ne Bûstân okudum ben ne Gülistân
N'ola affeylese erbâb-ı 'irfân
Bana ilhâm-ı Hak oldukda muhtâs
Anınçün eyledim İlhâmî mahlâs
Eden bu lutfu Mevlâ-yı kerîmdir
Ezelden nâmımız Sultân Selim'dir
Selîm ismi değil çün bana mahsûs
Şi'irde etdim İlhâmî tahallüs
III. Selim'in mizacını ve mütevazi şahsiyetini yansıtan bir diğer şiiri de "saltanat" redifli gazelidir:
Bâğ-ı âlem içre gerçi pek safâdır saltanat
Vakf etsen bir kuru gavgâya câdır saltanat
Bu zamânın devletiyle kimse mağrûr olmasın
Kâm alırsan adl ile ol dem be-câdır saltanat
Kesb eder mi vuslatın bin yılda bir âşık anun
Meyl eder kim görse ammâ bî-vefâdır saltanat
Kıl tefekkür ey gönül çerhin hele devrânını
Geh safâ ise velî dâ'im cefâdır saltanat
Bu cihânın devletine eyleme zerre tama'
Pek sakın İlhâmî zirâ bî-vefâdır saltanat
(İsen, Bilkan, 1996: 229)
Osmanlı
sultanlarından II. Mahmud (1784-1839) ve kızı Âdile Sultan'ın da
sanatçı kişilikleri üzerinde durmak gerekmektedir. Hat ve musikî ile de
uğraşan II. Mahmud, Adlî mahlasıyla şiirler yazmıştır. Mahur, Hicaz ve
Hisarbuselik şarkıları bilinen II. Mahmud'un Hicaz Kalender bestesi
şöyledir:
Ebrûlerinin zahmı nihândır ciğerimde
Gül ruhlerinin handeleri çeşm-i terimde
Sevdâ-yı muhabbet esiyor şimdi serimde
Takdîre ne çâre bu da varmış kaderimde
II.
Mahmud'un kızı Âdile Sultan, Osmanlı hânedanında Divan tertip etmiş
yegâne kadın şairdir. Hece vezniyle de şiirler yazmış olan Âdile
Sultan'ın şiirlerinde, Yunus Emre, Fuzûlî ve Şeyh Gâlip gibi şairlerin
etkisi görülür:
Bu gün meydân-ı aşk içre salâdır isteyen gelsin
Geçip cân le hem başdan bu devrânı bilen gelsin
Eğer kim cânına kıyan olur cânânınâ vâsıl
Anınçün meclis-i tevhîde hep câna kıyan gelsin
Visâl-i yâra tâlib zümre-i merdâna mhtâcdır
Bu sözü fark eden insân-ı kâmil her zamân gelsin
Bu gün al ders-i aşkı Âdile meydân-ı himmetde
Zamândır ma'rifet tahsîline tâlib olan gelsin
(Özdemir, 1996:426)
Âdile
Sultan'ın şiirleri, aynı zamanda Osmanlı ailesinin tarihine ışık tutan
vesikalar niteliğindedir. Gerek babası, annesi gerekse kardeşleri
hakkında yazdığı pek çok şiir, kendi aile çevresiyle ilgili önemli
ipuçları taşımaktadır.
Osmanlı Devleti'nin sanatkâr sultanlarından biri de II. Abdülhamîd (1842-1918)'dir.
Onun
şiir ve musikiyle ilgilendiği, gerek kendi hâtırâtında gerekse
yakınlarının naklettiklerinde dile getirilmiştir. II. Abdülhamîd'in
1909'da tahttan indirilmesinden sonra yerine geçen Sultan Mehmed Reşâd
(1844-1918)'ın Çanakkale zaferi üzerine yazdığı şiiri de Osmanlı
sultanlarının şiir serüveni bakımdan önem taşımaktadır:
Savlet etmişti Çanakkale'ye bahr ü berden
Ehl-i İslâm'ın iki hasm-ı kavîsi birden
Lâkin imdâd-ı İlâhî yetişip ordumuza
Oldu her bir neferi kal'a-i pûlâd-beden
Asker evlâdlarımın pîşgeh-i azminde
Aczini eyledi idrâk nihâyet düşmen
Kadr ü haysiyyet pâ-mâl olarak etti firâr
Kalb-i İslâm'a nüfûz eylemeğe gelmiş iken
Kaplanıp secde-i şükrâna Reşâd eyle du'â
Mülk-İslâm'ı Hüdâ eyleye dâ'im me'men
(İsen, Bilkan, 1996:251)
Osmanlı
padişahlarından Sultan Abdülaziz (1830-1876), Batı müziğiyle ilgilenen
ağabeyi Sultan Abdülmecid'in aksine, Türk müziğini tercih etmiştir. Ney
üflemede de mâhir olan Sultan Abdülaziz'in besteleri arasında Şevkefzâ
şarkı: "Ey nevbahâr-ı hüsn ü ân" , Evcârâ şarkı: "Ettiğinden utanmaz
mısın", Muhayyer şarkı : "Bî-huzurum nâle-i mürg-i dil-i dîvâneden",
Hicaz sirto gibi sevilen eserler yer almaktadır.
Osmanlı
Devleti'nin son sultanı VI. Sultan Mehmed Vahîdeddîn (1861-1926) de
sanatçı bir kişiliğe sahiptir. Kanunî ve bestekâr olan Vahîdeddîn'in bu
yönü yakın zamana kadar teferruatıyla bilinmemekteydi. Vahîdeddîn'in
bestelerini yayınlayan Murat Bardakçı, son Osmanlı padişahının bu
hususiyetini de ortaya koymuştur. Vahîdeddîn'in çeşitli makamlarda
toplam 41 beste yaptığı bilinmektedir. Son Osmanlının 8 Mart 1923'te
Taif'te yegâh makamında bestelediği şu şarkı, onun içerisinde bulunduğu
ruh hâlini de yansıtmaktadır:
Hayli demdir ben cüdâyım lâne-i vîrâneden
Düşümüşüm vahşet iline cümle-i cânâneden
Aks-i sadâ bile gelmez nâle-i figâneden
Kalmadı ümmîd ü kudret cism-i nâ-tuvâneden
Âh yeter Allah'ım yeter ! Şuna insan dayanmaz
Bunca mihen firkate hem ten ü cân dayanmaz
(Bardakçı, 1997:10)
Sultan
Vahîdeddîn'in besteleri, sürgünde bulunduğu sıradaki yalnızlığını ve
üzüntülerini de ortaya koymaktadır. Onun, güftesi Fuzûlî'ye ait olan şu
Nihavend şarkısı, gurbetteki yalnızlık duygusuyla bestelenmiştir:
Dost bî-pervâ bî-rahm devrân b'i-sükûn
Derd çok hem-derd yok düşmen kavî tâlî' zebûn (...)
Sultan
Vahîdeddîn'in besteleri arasında dikkat çeken ana tema "vatan
hasreti"dir. Onun besteleri arasında bulunan ve muhtemelen güftesi de
kendisine ait olan Sûzidil Şarkı, bu hasreti yansıtmaktadır:
Felâket bâğını gezdim serseri
Feryâd u zârımı duyan kalmamış
Aradım o şâhin yiğit erleri
Yattıkları yerde nişân kalmamış
(Bardakçı, 1997:10)
Osmanlı
hânedanının son üyelerinin, Batı ile olan münasebetlerin kültür ve
sanat alanlarında da yoğunlaşmasının neticesinde, daha ziyade Batı
müziğiyle ilgilendikleri bilinmektedir. Büyük bir edebî geleneğin
yozlaşarak "aslî unsurlarını kaybetmesi", bir sonun başlangıcı olmuş ve
Dede Efendi'nin de belirttiği gibi, "artık bu oyunun tadı kalmamış"tır.
YAĞMUR DERGİSİ