KUTLU FORUM
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.
KUTLU FORUM

Bilgi ve Paylaşım Platformuna Hoş Geldiniz
 
AnasayfaLatest imagesKayıt OlGiriş yap

 

 kuranda geçen arapça kelimeler anlamları

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
Limoni
Co-Admin
Limoni


Mesaj Sayısı : 6150
Rep Gücü : 14991
Rep Puanı : 44
Kayıt tarihi : 27/05/09

kuranda geçen arapça kelimeler anlamları Empty
MesajKonu: kuranda geçen arapça kelimeler anlamları   kuranda geçen arapça kelimeler anlamları Icon_minitimeCuma Ara. 07, 2012 11:12 pm

A'cemi: Sözlükte, yabancı. Arapça olmayan dil veya Arapça konuşmayan veya Arap olmayan kimse. Mecazen, dile getirememe, açığa vuramama.

Adl, Adalet:
Adl, sözlükte, eksik ve fazlalık bakımından aşırıya gitmeksizin orta
yolu tutup korumak. Hakkaniyet, doğruluk ve eşitlik. Vasat ile de tefsir
edilmiştir. Zulüm ve cevrin zıddı. Adalet, sözlükte, bir şeyi konulması
gereken yere koymak. Zulmün tam zıddı. İslam'ın hükmü. Eşitlik, eşit
davranış tarzı. Hukukta beraberliğe özen göstermek, haksızlığı
terketmek, her hakkı gerçek sahibine devretmek. Bağy'in zıddı olarak da
inanç, söz, davranış ve her tutumda aşırılıktan kaçınmak, sınırları
çiğnememek, her şeyin itidalinde kalmak, orta yolunu tutmak.


Adn: Sözlükte, bir yerde ikamet etmek. Sebat ve karar yeri, yerleşim. Kur'an'da, bir Cennet derecesinin adı. (Adn cennetleri)

Afv: Bir
şeyin belirti ve eserini silme, yoketme. Verme, düşürme, geçiverme.
Kur'an'da, taammüden adam öldürmede maktulün yakınlarının kısastan
vazgeçip diyet kabul etmesi. Bağışlama, vazgeçme, geriye bırakma.
Çoğalma, artma, ihtiyaçtan fazlası, arta kalan. Affetme, af dileme.


Ahid:
Bir şeyi koruma, durumdan duruma muhafaza etme, ısmarlama. Söz.
Vasiyet. Emir. Riayet etmek. Kur'an'da, vahy. İnsanın fıtratında ve
zihin yapısında Allah'ın varlığını anlamaya ve peygamberliğin
gerçekliğini kavramaya elverişli olan dinamikler, lehteki melekeler.


Ahiret:
Sözlükte, bir şeyin sonuna gelinmesi, son, sonraki. Dünya hayatının
tamamlanmasından sonraki ebedi hayat. İkinci hayat. Süreklilik. Kabir.


Alem:
Kur'an'da, Allah'ın dışında olan ve her parçası Allah'a şahidlik eden
varlık bütünü. Alametler mecmuası, İlm'in konusu, objesi. Evren,
insanlık ve yaratılmışlar dünyası anlamlarında da kullanılır.


Amel: Belli bir amacı olan her fiil, eylem ve tutum. Davranış tarzı.

Arafat: Hacıların Arefe günü Mekke'ye 12 mil uzaklıkta vakfeye durdukları dağın ismi.

Arafe günü: Zilhicce'nin dokuzuncu günü. Anlatıma göre Adem ile Havva'nın buluştuğu yer.

Arş:
Sözlükte, tavan. Çadır ve çardak gibi gölge veren şeye de denir.
Üzerine oturulan ya da yatılan yüksekçe zemin. Taht. Hükümdarların
iktidarını gösteren simgelerden biri. Yücelik makamı. Yükseklik,
üstünlük. Hüküm, yönetim ve tasarruf makamı anlamlarında da kullanılır.
Kur'an'da geçen "Allah'ın Arşı" deyimi bu mecaz anlamlarıyla
anlaşılmıştır.


Ashab: Halk. Yakın çevre, arkadaşlar grubu. Sahabeler.

Asr:
Mastar olarak hapsetme, engelleme, vergi verme. Bir şeyin belli vakti.
İnsanın ömrü. Zaman, uzun bir dönem. İkindi vakti. Kur'an'da,
peygamberlik (Nübüvvet) çağı. Zamanın sonu.


Aşiret:
Kan ve akrabalık bağına dayalı küçük insan topluluğu; veya erkeğin,
yakın evlilik bağlarının belirlediği hısımları. Kabileden küçük
topluluk.


Avret:
Kişinin açılmasından utanç (haya) duyduğu her şey. Vücudun mahrem
kısımları, insanın ayıp yeri. Görülmesi ve açığa çıkarılması günah olan
yerler.


Ayet: Sözlükte,
açık alamet, nişan, şifre sembol. Bir başka şeye işaret eden şey.
İbret, ders veren. Delil. Kesin bilgi ve gerçek ifade eden şey. Cemaat,
topluluk. Yüksek bina, yapı. Şahıs, siluet, karaltı. Kur'an'da, insan
üstü oldukları için Allah'ın varlığını kanıtlayan olağan dışı olaylar ve
azab. Kur'an-ı Kerim cümleleri. Allah'ın birliğine şahidlik eden bütün
maddi olgular, simgeler.


Azab:
Eziyet. Kur'an'da, Allah'ın, dinine uymamaları ve hükümlerine karşı
gelmelerinden dolayı kullarına hem dünyada, hem ahirette verdiği
cezalar. Dünyadaki azaplar; çöküş, yıkım ve felaketler, fırtına,
kasırga, yıldırım çarpması, tufan, sayha (çığlık), kuraklık, deprem,
şiddet, açlık, dayanılmaz yoksulluk, iç savaş, sonu gelmeyen çatışmalar
v.b. Ahiretteki ise ebedi eziyet. İnsanı ve toplumu kuşatan amansız
yıkım, ebedi hayatın kaybından doğan acılı sonuç.


Aziz: İzzet, şeref ve kudret sahibi. 'Üstün ve güçlü olan'. Değerli. Bütün bunlara en çok sahip olan, Allah.

Bağy:
Azgınlık, kıskançlık, hakka tecavüz. Haksız yere yükselme isteğiyle
sınırı çiğneme. Hukuk ihlali. Önderliği isteme. Zulüm. İnsanlar üzerinde
hegamonya, tahakküm kurma. Zorbalık ve baskı. Başkalarını daha da küçük
gruplara ayırıp bölme, birliği parçalama. Mağrur ve mütekebbir tavır ve
tutum.


Bahira:
Kulakları yarılarak putlar için bırakılan deve. Cahiliye geleneklerine
göre bir deve beş defa doğurur ve beşincisi dişi olursa, bu devenin
putların hakkı olduğuna inanılırdı. Dolayısıyla üzerine binilmez ve sütü
sağılmazdı.


Ba'l: Dört yüzlü ve yirmi arşın boyunda, altından yapılmış bir put ismi.

Bâri:
Kusursuz yaratan, yaratması tümüyle kusursuz olan. Eşyayı ve her şeyin
bölüm ve unsurlarını bir denge ve uyum içinde yaratan. Allah.


Basîr: Herşeyi hakkıyla gören. Allah.

Basiret: Tabsir.
Sözlükte, görme. Mecazen, hikmetle bakan iç göz, kalb gözü. Kur'an'da,
mü'minin feraseti ve özü kavrayış gücü. Nur. Apaçık hikmetli belgeler.
İdrak sahibi kalbin gücü. Çoğulu Basair. Basair, ayetler, hakka yönelten
belgeler, marifet, keskin görüş, ibret ve görüş aydınlığı anlamlarında
kullanılır.


Bâtın: İçsel. İç gerçeklik. Akılların uzanamadığı, iç mahiyetine şahid olup kavramaktan aciz kaldığı. Allah'ın isimlerinden biri.

Batıl:
Hakkın dışında olan. Yok olucu, gidici, vücutta durmayan şey. Haksız,
gerçek nedeni olmayan. Saçma, boş, çürük, abes, hikmetsiz, dayanaksız.
Kur'an'da, Allah'ın hükmüne aykırı olan her şey. Hırsızlık, ihanet,
gasb, kumar, faiz, sefahat, israf ve meşru olmayan her tutum ve davranış
tarzı v.b.


Bedi':
Bir örnek edinmeksizin ve bir modeli esas almaksızın yaratan. Yaratması
bir araca, maddeye, zamana ve mekana bağlı olmayan, yaratması
olağanüstü çarpıcılıkta ve güzellikte, şaşkınlık verici olan. Allah.


Bela:
Bir şeyin gizli olan durumunu, iç yüzünü tanımayı isteme, bir şeyin
mükemmelliğini veya eksikliğini açığa vurma. Kur'an'da, imtihan, fitne,
deneme, tecrübe.


Belağ: Sözlükte, kifayet, yeterlilik. Olgunluk. Tebliğ. Kur'an'da, Peygamberin risaleti.

Berae: Berî olma, uzaklaşma. Nota, ültimatom. Siyasi ve hukuki anlamda savaş durumunu gerektiren durum ve ilişkilerin kesilmesi.

Bereket: Hayır, bolluk, kutluluk. Bir şeyde ilahi hayrın olması.

Berzah:
Engel, perde. İki şey arasındaki sınır. İki su arasındaki dil.
Kur'an'da, ölülerin dünya hayatına dönmelerini engelleyen sınır.


Beyan:
Açıklama, açığa vurma. Güçlüğü giderme. Tefsir, anlamı toplu, genel ve
kapalı olan bir şeyin açıklama ve tefsiri. Delil teşkil etme.


Beyt-i Atik: En eski ev. İlk ev. İnsanlar için özgürlük sembolü. Ka'be.

Beyyine:
Nur gibi kendisi ayan beyan apaçık olan, başkasını da açıklayan. Apaçık
belge, delil. Yakîn. Açık burhan. Kesin delil. Hakkı batıldan ayıran
huccet. Kur'an'da, basiret. Mucize. Kur'an. Vahy.


Biat: Sözlükte,
el sıkışma. Terimsel anlamı, bir kimsenin devlet başkanlığını veya bir
yönetimin meşruiyetini kabul etmek, yetkilerini doğrulamak, emir ve
kararlarına itaat edeceğine ilişkin kesin bir taahhütte bulunmak.
Yönetim biçimini belirleyen siyasal sözleşme. İslamiyette biat, özgür
bir irade ile ve meşru bir öndere verilir.


Bid'at:
Sonradan ortaya çıkma. Terim olarak da dinin tamamlanmasından sonra
ortaya çıkarılan ve dine izafe edilen, dinin kapsamında sayılan şey.
Türedi.

Birr: Allah'a
boyun eğmede ve hayırlı amellerde genişlik, bolluk. İhsan. Hayırda
kemal derecesi. Kur'an'da, İslama uygun inançlar. Salih ameller, farzlar
ve nafileler. Hayır dolayısıyla dosdoğru olan söz ve tutum. Hacc'ın
kabulü. Cennet. Fazilet, güzellik, çok iyilik. Allah'ın hoşnutluğunu
kazanmaya sebep olan, Allah'a yaklaştıran her şey.


Burhan: Kesin kanıt. Delil, belge. Kur'an'da, mucize, Kur'an.


Bühtan: Hakkında uydurulduğu kişiyi dehşete ve şaşkınlığa düşüren iftira. Büyük yalan.


Cahiliye:Kelime
kökü bilgisizlik (cehl). Terim olarak, İslam öncesi ve İslam dışı
insanın ve toplumun yaşama tarzı. Sefahat, isyan ve ahmaklık (hamakat)
anlamlarını da taşır.


Cehalet:
Kelime kökü cehl. Bilgisizlik. İlmin yokluğu. Bir şeye olduğundan başka
bir biçimde inanmak, bir şeyi gerçeği dışında bilmek, anlamak ve buna
göre hareket etmek.


Cehul: Çok cahil, sonunu bilmeyen.


Cann: Cinn'in babası, İblis


Calut: (Golyat) Hz. Davud'un savaşarak veya sapanla vurup öldürdüğü Amelika'lı baskıcı ve zorba bir kral.


Cebbar:
Sözlükte, kahhar, zorba. İstediğini yaptırabilecek güce sahip olan. Her
türlü kanun ve kuraldan kendini üstün görecek kadar kendisini büyük
gören veya gerçekten bu güçte olan.Dünyevi planda tiran, diktatör.
El-Cebbar: Kırılanları onaran, noksanları tamamlayan, dilediğini zorla
da yaptırabilen, sınırsız kudret ve güç sahibi. Allah.


Celal: Büyük ve ulu. Her türlü eksiklikten münezzeh, yüce. Allah.


Celde: Ete geçmeyecek şekilde cilde vurulan darbe.


Cenin: Annesinin rahminin saklayıp koruduğu çocuk. Henüz doğmamış çocuk.


Ceza: İyi ya da kötü, mutlak anlamda karşılık. Azab. Mükafaat, ödül. Gına, yeterlilik.


Cibt: Allah'ın dışında kendisine kullukta bulunulan her şey ve her kişi. Büyücü, kahin v.b.


Cihad: Cehd kökünden gayret, çaba, güç, takat. Kur'an'da, Allah yolunda savaşma, çaba harcama.


Cilbab:
Eski Arap geleneğinde, kadınların üzerlerine aldıkları tepeden tırnağa
örtü. Kadınların avret yerlerini fitneye yani cinsel tahriklere yol
açmayacak bir biçimde örten dış elbise.


Cinn:
Sözlükte, örten, beş duyu organının alanı dışında kalan. Gizli, gözden
saklı anlamındaki "cinnun" kökünden gelir ve gözle görülemeyen
varlıklara denir. İnsan alemi dışında yaşayan, yani ünsiyeti olmayan,
gizli, ruhani yaratık.


Cizye:
Borç ödeme, ahidde bulunan kimsenin ahdine uygun olarak verdiği vergi.
İslam devletinin, verdiği hizmetlere karşılık Zımmi'lerden yani müslüman
olmayan teb'adan kişi başına aldığı vergi.


Cudi: Hz. Nuh'un gemisinin üstünde durduğu dağ. Güney Doğu Anadolu bölgesinde Cizre'dedir.


Cünub: Sözlükte, uzaklaşmak. Gusül yani yıkanmayı gerektiren durum.


Dâbbe:
Debb veya Debib, debelenmekte olan canlı. Hafif yürüme, debelenme.
Hareketi gözle görülmeyen şeyler için kullanılır. Tefsir kaynaklarına
göre Kıyametin büyük işaretlerinden biri.


Daire: Beddua. Yıkım, azab. Felaket dileği.


Dalalet:
Şaşırma, unutma, karıştırma, doğru yoldan sapmışlık. Tereddüte düşme,
hangi sebeple olursa olsun doğru yolu ve gerçeği, ya da bir şeyin aslını
bulamama. Hidayetin zıddı. Gaflet, hayret, gaybubet, helak.


Dehr, Dehrî:
Sınırı belli olmayan uzun zamanlar. Evrenin yaratılışından yıkılışına
kadar süren zaman. Evrenin bekası süresi, uzun müddet. Dehrî ise, insan
hayatının bu dünyada yaşanan ömürden ibaret olduğunu kabul eden ve
ahiret hayatını inkar eden dünya görüşüne, felsefi düşünceye mensup
kişi. Ateist.


Delil, Delalet: Kendisiyle bir şeyin bilgisine, marifetine varılan şey. Remiz, işaret, belge, ispat dayanağı.


Derece:
Konaklama yeri, menzil. Fazilet, yüksek makam. Üstün sevab.


Devlet (Düvle-Tedavül):
Servet, zenginlik, baht, galibiyet, sevinç veya nimet gibi insanlar
arasında bir buna bir ona geçen üstünlük durumu. Belirli bir sınıf
elinde dönüp-dolaşan, tedavül halinde olan mülk, güç. Devlet.


Din:
Mutlak anlamda şu veya bu şekildeki düşünme, yaşama tarzı. Yol. Allah'a
itaat. Üstün kabul edilen bir varlığa boyun eğme, onun yetki ve
hükümlerini benimseme. Üstünlük, üstün gelme. İtaat, kulluk, ibadet.
Arapça'da eş anlamlısı millet. Şeriat. Mezheb. Âdet, taklit. Ceza, ödül,
muhakeme, hesab. Kaza, siyaset, kahr, hal.


Din Günü: Ceza ve hesap günü.


Diyet:
Öldürülen veya yaralanan bir kimseye veya varislerine, bu zarara sebep
olan kişi veya yakınlarınca ödenmesi gereken para, mal, değer.


Dua: Küçüğün
büyükten, gücü yetmeyenin muktedir olandan ihtiyaç ve dileğini uygun
bir tarzda içten davranarak istemesi. Yalvarma-yakarma. Çağırma. Sorma,
İbadet, kulluk.


Ecel: Bir
vakit veya o vaktin sonu. Tesbit edilmiş süre. Kıyamet günü. Çöküş
zamanı, kavimlerin yıkılışları. İnsan hayatı. Ölümden dirilişe kadar
olan zaman. İddet. Ecel'l-Allah: Dirilme, hesab ve ceza için Allah'ın
tayin ettiği süre, vakit.


Ecir: Dünyevi ve uhrevi karşılık, büyük sevab.


Ehl: Halk, ahali. Aile, yakın akraba, çevre.


Ehl-i Beyt: Hz. Peygamber'in ev halkı veya Ümmü Seleme'nin hadisinde saydığı Peygamber efendimizin abası altına aldığı kimseler.


Emanet: Mastarı
eminlik; başkasının hukukunun emniyet ve güvenliği. Emniyet edilip
inanılan şeyin ismi. Mutmain olmak, her türlü endişeden kurtulmak.
Kur'an'da, Allah'ın ve kulların hukuku. Sorumluluk. Vahyi yükümlülük.
Tevhid kelimesi. Adalet. Akıl.


Emin: Eman ve emniyet sahibi, asla ihanet etmeyen güvenilir kimse.


Emir:
İş, durum. Fiil. Yönetici, vali. Çoğaltma, arttırma. Buyruk, Tedbir.
Kur'an'da, Allah'ın dilediği gibi işleri düzenlemesi. Yükümlülük.
Nusret, zafer, kaza, kader. Allah'ın "Ol" emriyle vücud bulmuş olan şey.
Teklif. Azab. Vahy. Kıyamet.


Endâd: Benzerler, denkler, eşler. Ortaklar, ortak koşulanlar, Allah'a eş ve benzer tutulan varlıklar.


Enfal: Ganimet.


Ensar: Yardımcılar, yardım edenler. Terim olarak, hicret eden Mekke'li muhacirleri yurtlarına alan müslüman Medine halkı.


Erbâb: Rab edinilenler. Sözlerine, Allah'ın sözüymüşçesine itaat edilenler. Kur'an'da, Kitap ehli bilginleri, din adamları.


Esâtir: Efsane, mitoloji, geçmiş zamanlardan aktarılan uydurma masallar.


Esmaü'l-Hüsna: Allah'ın en güzel isimleri


Eza:
Tiksindirici şey, iyiliğe çirkin bir şekilde karşılık verme. Dil
uzatma, ihsanı yüze vurma, başa kakma, minnet altında bırakma gibi
yollarla acı verme. Dünyevi ve uhrevi eziyet, zarar.

Farz, Fariza: Yapılmasını Allah'ın buyurup gerekli kıldığı şey, kesin hüküm. Emir.

Fazl: 'Lütuf ve ihsan'. Rızık. Ticarette kazanç, fazlalık, arttırma, tercih ve üstünlük. Kur'an'da, Allah'ın bol ve güzel armağanı.

Felah:
Sözlükte, yarmak ile ilgili bir kelime olup engeli yarıp aşmak, kendini
kurtarmak ve istenen noktaya ulaşmak demektir. Felaha erenler,
Kur'an'da, dünyanın çeşitli engellerini ve zorluklarını İslam'ın temel
hükümlerine bağlı kalarak aşan, imtihanlarını vererek kendileri için
hazırlanan ebedi cennet mutluluğuna ve kurtuluşa eren kimseler,
mü'minler. Büyük kurtuluş, necat. Fevz, mutluluk, zafer.


Felek: Yörünge, yıldızların ve gezegenlerin akış yönü. Rota.

Ferc: Avret. Cinsel organ. Irz, namus.

Fesâd:
Bozulma, kirlenme, kokuşma. Yozlaşma, dejenerasyon, soysuzlaşma,
itidalden sapma. Maddi-manevi kirlilik. Islahın zıddı. Karışıklık,
kışkırtıcılık.


Fetih: Sözlükte,
kapalı olan bir şeyi (kapı v.s.) açma. Kendilerine kapalı olan
toprakları açmak, yani almak. Nusret, zafer ve yardım. Ganimet. Fiili
hüküm, karar, iki şeyi birbirinden ayırma, kaza. Fetih günü: Kur'an'da,
mü'minlerin zafer günü. Kıyamet. Mekke'nin fethi. Fettah: Hüküm veren,
hakim.


Fetret:
Sözlükte, ara dönem. Terim olarak, iki peygamberin gelişi arasında
geçen ara dönem. İlahi hükümlerin veya vahyin bir süre durması,
gelmemesi. Hz. İsa ile Hz. Muhammed arasındaki zaman.


Fetva:
Fetva'dan "İfta", sorulan bir müşkülü açıklama, kuvvetlendirme,
gençleştirme, yorgun ve bitkini dinçleştirme. (Bir kimsenin müşkülünü
çözen, onu dinçleştirip gençleştiren, yeniden ona güç ve kuvvet veren
gibidir.) Dolayısıyla fetva da, karmaşık bir meselede hakkı ve doğruyu
açıklayıp müşkül sahibinin kalbine kuvvet verme. Hükümler konusunda
ortaya çıkan güçlüğü giderme, sorunları, çözme, cevaplama.


Fevz: Kurtuluş ve mutluluk. Çokluk içinde yürüme, büyük bir bolluğa kavuşma, zafere ve esenliğe ulaşma.

Fey: Sözlükte,
dönmek, çevrilmek ve dönen gölge. Terim olarak, zorluk ve güçlük
çekmeden, silah kullanmadan, savaşsız ele geçirilen ganimet. Kafirlerin
mallarından müslümanlara dönen şey. Ümmet mülkiyeti.


Fıkıh: Sözlükte,
bilinenden yola çıkarak bilinmeyene varmak, ulaşmak. Bir şeyin özünü,
iç yüzünü kavrama yeteneği ve çabası. Terim olarak, ilim. İslam
hükümlerinin bilgisi.


Fısk:
Sözlükte, mutlak anlamda çıkma. İtaatten isyana çıkış. Kur'an'da,
Allah'ın hükümlerine karşı inat etme, ayak diretme, Allah'ın ve
Resulünün emirlerini terketme. Küfür, isyan, yalan, günah, kötülük.


Fıtrat: İlk yaratma olan fatara'dan mastar. Yaratılışın ilk tarz ve heyeti. Fâtır: Bir şeyi başlangıcında yaratan.

Fidye: Karşılık. Kölenin özgürlük bedeli. Ganimet.

Fitne: Sözlükte,
altının diğer yabancı madenlerden ve unsurlardan ayrılması için ateşte,
potada eritilmesi. Mazaret. Karışıklık. Deneme, imtihan. Allah'a şirk
koşma. Bela. Şiddetli azab. Küfür. Şirkin sonucu. Azgınlık, sapıklık.
Günah, rüsvaylık, delilik, ayrılık, kavga. Bir düşünce veya inancı zorla
kabul ettirme.


Fücur:
Sözlükte, fecr gibi bir şeyi genişlemesine yarmak, yırtmak. Terim
olarak, din örtüsünün yarılması parçalanması. Günaha ve isyana girişmek,
fasık olmak, yalan söylemek, karşı gelmek, muhalefet etmek, baş
kaldırmak, haktan yüz çevirmek, nizamı bozmak. Zina, ahlaki çöküntü.
Takvanın zıddı.


Fuhş, Fahşa:
Hakka uygun olmayan her işe denir. 'Çirkince-utanmazlık', hayasızlık,
zina, isyan. Nefse zulüm. Gerek söz ve gerekse eylem bakımından
yüklenilen her kötülük ve günah. Yalan, iftira. Zina gibi cinsel
şehvetlere uymada aşırı tutku, fuhuş.


Furkan:
Sözlükte, ayıraç. Nur. Sabah. Kur'an'da, hakkı batıldan, doğruyu
yanlıştan ayıran, böylece hidayete ulaştıran. Kur'an ve diğer ilahi
kitaplar.
Gaflet:
Hafıza kaybı veya uyuklama sebebiyle unutma, sehv. Dalgınlık,
unutkanlık. Mecazen, şuurda zaaf, aldırmazlık, umursamazlık. Hata,
günah.

Gafur, Mağfiret: G-F-R
kökünden setretmek, örtmek, korumak, düzeltmek veya bir şeyi zarflamak.
Kullarının günahlarını bağışlayan, onlara mağfiret eden. Gufran: Kulun,
bir kötülük, musibet ve azaba uğramaktan Allah tarafından korunması.
İstiğfar: İşlenen günahların bağışlanmasını istemek. Mağfiret: Allah'ın
kullarının kusur ve günahlarını örtmesi, affetmesi, rahmetiyle
bağışlaması.

Ganimet: Gunm, bir
şeye güçlük çekmeden varmak, düşmandan doyumluk almak. Terim olarak,
müslüman olmayanlardan savaş sonucu alınan mal, değer ve her türlü
metaya denir.

Gayb: Duyumların ve
insan ilminin kendisine uzanamadığı, gözden gizli olan her şey.
Şehadetin (görmenin) zıddı. Kur'an'da, Allah'ın varlıklarından haber
verdiği, ama mahiyetlerini gerçek anlamda bilemediğimiz yerler,
varlıklar. Geçmişe ait bilgi ve haber. Görünmez âlem. Vahy, ilahi haber.


Gazab: Kalbte kanın feveranı, intikam isteği veya bu istekle heyecanlanma, galeyana gelme. Öfke, hışım. Lanet. Rızanın zıddı.

Gına (İstiğna, tuğyan): Tağa
fiilinden, suyun kabararak yatağından taşması. Taşkınlık, haddini
bilmemek, kibir. Kur'an'da, Allah'a teslim olmayı reddetme. Kendini
tümüyle serbest görme, Allah'a muhtaç saymama. Zenginlik, hiç kimseye ve
hiç bir şeye ihtiyaç duymama, bir şeye yetişip onun yerini tutma. Gani:
Hiç bir şeye ihtiyacı olmayan ve herkes, her şey kendisine muhtaç olan.
Allah.

Gıybet: Bir kimsenin gıyabında yani yokluğunda kendisiyle ilgili hoşlanmayacağı bir şeyi söylemek. Dedikodu, arkadan çekiştirme.

Gurur:
İnsanın hoş ve güzel bir şey buldum zannına kapılarak sevinmesi, övünç
duyması, fakat daha sonra kötü olduğunu öğrenip yerinmesi, büyük acılar
duyması, aldanması. Aldanış, tamah. Batıl olan, insanı yanıltan, aldatan
her şey. Mal, makam, şehvet v.b.
Yıkanma, yıkama. Boy abdesti.

Habîr: Haberi olan, her şeyden hakkıyla haberdar olan, Allah.

Habîs:
Kötü, pis, iğrenç, çirkin. Fena kimse veya fena şey. Maddi ve manevi
temiz olmayan her şey. Murdar. Kur'an'da, haram. Kan, domuz eti, faiz,
rüşvet, Allah'ı tanımamak, küfür, yalan v.b.

Hacc:
Özel ve belirli bir amaçla bir şeye veya bir yere çokça gidip gelmek.
Kasd. Bilinen tarzda Allah'ın Ev'ini, Ka'be'yi ziyaret etmek.

Hâciz: Aradaki engel, araya girme, perde.

Had, Hudud:
Sınır. Terim olarak, nehyedilen şeyler, yasaklar, haramlar. Allah'ın
koyduğu ilkeler, çiğnenmemesini istediği sınırlar, kurallar.

Hadis: Söz. Haber, nakil. İnsanda gerek uyku, gerek uyanıklıkta içe doğma ya da işitme suretiyle gelen söze de denir.

Hâdis: Bir şeyin sonradan meydana gelmesi.

Hafîz:
Koruyan, gözeten. Yapılan işleri bütün ayrıntılarına varıncaya kadar
tutan. Her şeyi belli vaktine kadar her türlü beladan saklayıp koruyan.
Allah.

Hak: Doğrunun kendisi,
gerçek. Doğru ve gerçeğin kendisine uygun olan söz. Kur'an'da, adalet,
doğru hüküm. Varlığı hiç değişmeden duran. Sabit, varlığı aklın inkar
edemeyeceği biçimde ortada olan. Allah. İndirilen hükümler. Kur'an'ın
verdiği doğru haberler. Farz olan zekat. Mahsül zamanında zekattan ayrı
olan hak, pay, tatavvu.

Hakîm: 'Hüküm ve hikmet sahibi'. Allah.

Halife: Başkası
adına naiblikte, vekillikte bulunmak. Hilafet kişinin ya yokluğunda
veya aciz ve güçsüz düştüğünde ya da vekil kılınan kimseyi yüceltme
amacıyla yapılır. Allah, insanı yücelten bir varlık olarak onu
yeryüzünde kendi halifesi kılmıştır. Halef: Birinin yerini hayırla
tutmak. Half: Birinin yerini kötü olarak tutmak. Kötü nesil anlamlarına
da gelir. Hilafet: Bir kimseden sonra onun yerine geçmek, ondan sonra
gelmek veya onu en güzel bir biçimde temsil etmektir.

Hilm, Halîm:
Nefsi heyecan ve gazaplanmaktan kendini alıkoyma gücü. Ceza ve karşılık
vermekte aceleci davranmayan. Teenni sahibi. Suçluların cezasını
vermeye gücü yettiği halde bunu erteleyebilen, yumuşak davranan. Allah.


Haram:
Kelime anlamı yasak. Yasaklanan her şey için kullanılır. Terim olarak,
Allah'ın ve Resulünün yasak kıldıkları, dinde meşru, temiz ve güzel
görülmeyen şeyler. Helalin zıddı.


Hars, Harras:
Zan ve tahmine dayanarak, bir delili olmaksızın fikir beyan etme. Yalan
söyleme. Harras: Çok yalan söyleyen, yalan söylemeyi adet haline
getiren.


Hasene: İyilik, güzellik, sevap, nimet, afiyet, başarı. İhsan, kurtuluş. Ruhi ve bedeni sevindirici şey.

Haşr:
Bir araya toplama, toplanma. Bir topluluğu yerinden çıkarıp belirli bir
yere sürme, halkı celbetme, hazır bulundurma, toplama. Terim olarak
kıyamet gününde hesaba çekilmek, ceza ve mükafaat için insanların
diriltilerek bir araya getirilmesi toplanması. İlk Haşr: İlk savaş.


Haşyet: İçi titreyerek korkma, çekinme, endişe etme, saygı dolu bir korku duyma.

Hata: Yanlışlık, günah, küçük günah, isyan. Bazan bilmeyerek yapılan istenmeyen hareket.

Havari:
Halis beyaz anlamına gelen Havar'ın ismi mensubundan çoğul; şehir
kadınlarına beyazlıklarından dolayı "Hevariyyat" denir. İhlasa ve
sevgiye aykırı şeylerden uzak, halis temiz, içten bağlı dost. Hz.
İsa'nın arkadaşları, sahabesi, seçkinleri, yardımcıları.


Hayy:
Hayatı daimi ve ebedi olan. Fenası yani sonu, kesintisi olmayan. Bitki
ve canlıların gelişme gücü, iç güdü kuvveti. Her türlü gam ve üzüntünün
giderilmesi. Ebedi ahiret hayatı. Allah'ın en güzel isimlerinden biri.


Hayır:
Kendisinde yarar, fazilet, adalet, bereket bulunan şey. Şerrin zıddı.
Kendisinden fayda sağlanan, mal. Beğenilen, gönlün eğilim gösterdiği
şey. (İlim, akıl, iyilik gibi.) Kur'an'da, cennet. İslam'ın ve temiz
aklın beğendiği her şey.


Hayız: Belli periyotlarla rahimden akan kan. İddet, aybaşı hali.

Hedy:
Terim olarak, Allah'a yakınlaşmak amacıyla Beytullah'a hediye edilen
veya Allah'a adanan kurbanlık hayvan. En azı bir koyun veya bir keçidir.


Helak: Yıkım. Dünyevi ve uhrevi azab. Çöküş, çöküntü, tahammülü mümkün olmayan felaketler. Toplumsal çalkantılar, buhran, iç çözülme.

Helal:
Haram'ın zıddı. Terim olarak, Allah'ın ve Resulünün yapılmasını,
işlenmesini veya yenmesini meşru gördüğü şey. Temiz, güzel, hoş.


Hesab: Sayıları kullanma işlemi, sayma, tesbit etme. Takdir etme. Yeterlilik. Sorgu, sorgulama. Hesap günü: Ceza ve din günü.

Heva:
İstek, tutku. Nefsin arzu ve hevesi. Şehvet. Şehvete karşı şiddetli
eğilim. İnsanın bozulmasına yol açan bütün olumsuz içsel etkenler.


Hicab: Perde, engel, örtü. Haciz, sur.

Hicret:
Göç. Allah yolunda veya başka bir amaçla kişinin kendi yurdunu, malını,
aile ve yakınlarını terkedip başka bir yere göç etmesi, göçmek zorunda
bırakılması.


Hidayet:
Doğruya ve hayra yönelme, varma. Başarı. İslam'ın yolu. Kur'an'da,
Allah'ın, lütuf ve ihsanı sonucu, neticesi hayır ve mutluluk olan yolu,
kendi hoşnutluğunun yollarını göstermesi, araçlarını, sebeplerini
bildirmesi, başarı nasib etmesi. Cennet. Akıl, sünnet, nübüvvet.
El-Hâdi: Hidayeti yaratan, veren, dilediği kulunu hayırlı ve kazançlı
yollara yönelten, başarı veren, kılavuz olan. Allah.


Hikmet:
İlim ve akılla gerçeği bulma, var olan her şeyin iç yüzünü tanıma,
bilme. Marifet, irfan. Resulün sünneti. Dinde fıkhetme, derin bir
kavrayışa sahip olma. Sözde ve davranışta tam ve doğru isabet. Akıl.
Kur'an'ın tefsiri. Fehm, icad, siyaset. İlahi ahlakla ahlaklanma.
Sebeplerini bilerek belli ve yüce bir amaca vardıracak tarzda eylemi
bilgiye, bilgiyi eyleme uygun yapma. Kur'an'da, Allah'ın,
peygamberlerine ve seçkin halis kullarına nasip ettiği derin anlayış
kabiliyeti.


Hikmet-i Baliğa: İsabetin en yüksek ve son sınırına varmış, olgunluğa, mükemmele ulaşmış hikmet.

Huccet: Apaçık delil, belge, ayet, beyyine.

Huccetu'l-Baliğa: Kur'an'da, peygamberin risaleti veya kitabın indirilmesi.

Huld: Bir yerde ikame etme, kalıcılık. Ebedilik, kesintisizlik, süreklilik, sonsuzluk.

Hums:
Beşte bir. Terim olarak, ganimetin beşte bir bölümünün Allah'a,
Resulüne, yakınlara, yetimlere, yoksullara ve yolda kalmışlara ayrılması


Huşû: Saygı dolu bir korku, yumuşama, derin saygı.

Hüküm:
Hikmet. Karar. Bâtılı engelleyen. Fehm, kavrayış. İlim. İnsanların
arasını hakla düzeltme, ihtilaflarını adaletle çözümleme. Kötü düşünce
ve arzulara karşı direnme gücü. Kesin emir.


Hüsneyeyn: İki güzellik; zafer ve şehid olma.

Hüsran:
Kayıp, zarar, helak, yıkım. İnsanın kendi ömrünü boş şeyler uğruna
tüketip ebedi bir kayba uğraması, ahiret mutluluğunu kaybetmesi.

İbadet:
Kulluk, itaat, boyun eğmek, içten bağlanmak, tevazu göstermek. Kişinin
kendisinden yüksek ve üstün kabul ettiği bir kimseye ve bir güce karşı
baş eğmesi, ona bağlanmaya razı olması, onun için kendi bağımsızlığından
ve özgürlüğünden vazgeçmesi, onun isteklerine direnmemesi, hükümlerini,
karar ve yetkilerini içtenlikle tanıması ve kabul etmesi. Onun istediği
şekilde kulluğunu gösteren davranış ve rutinleri yerine getirmesi.


İbda:
Başlatma, meydana getirme. Bir şeyi öncesi var olmadığı halde var etme.
Yaratma. Bir şeyi bir şeyden olmaksızın var etme, örneksiz, modelsiz
yaratma.


İblis:
"if'il" gibi bir mastar veya fiil isim olup kökü, büsbütün umutsuzluğa
kapılma anlamında "İblas"tır. Taberi'ye göre, Allah'a başkaldıran İblis,
bu kötü hareketi üzerine duyduğu büyük pişmanlık ve acı nedeniyle
sonsuz bir umutsuzluğa kapılmıştır.


İbn-i Sebil:
Yolun oğlu yani yolda kalmış kimse. Malından, ailesinden, parasından
uzak düşmüş kişi, yolcu. Sokağa atılmış çocuk anlamına da gelebileceğini
söyleyenler vardır.


İbret:
"Abr", bir durumdan bir duruma geçmek. Gözlemlenebilen bir şeyden
hareket edip bilinmeyen, meçhul bir şeye varabilme, intikal etme. Ders
çıkarma. Muteber, kendisinden ibret alınır, önemli, yararlanılabilir,
saygın, şayanı dikkat şey veya kişi. Büyük öğüt. Delil, delalet. İlahi
kudrete şahidlik.


İcabet:
Veya İsticabe. Kelime anlamı bir davete uymak. Kur'an'da, Allah'ın
insanın ettiği dualara cevab vermesi. Cevab vermeye hazır olma. Dua
sözlü, icabet ise fiilidir.


İctiba: Bir şeyi diğerlerinden ayırıp tamamıyla alma, derleme. Özünü süzüp çıkarma. İstifa. Seçme, seçkinlik.

İddet:
Bir kadının, eşinin ölümünden veya boşanma olayının gerçekleşmesinden
sonra, bir başkasıyla evlenebilmesi için beklemesi gereken belli süre.


İffet: Soru sormaktan kaçınma, istemekten utanma. Haya, namus duyarlılığı. Nefsin şehvetli istek ve arzularına karşı üstün gelme.

İfk: Yalan,
kasten gerçeğin ters yüz edilmesi. Haktan ve doğruluktan yüz çevirme.
Affak: Söylediklerinin doğru olup olmadığına bakmaksızın diline geldiği
gibi söyleyen, sorumsuz, hoşuna gideni gerçek dışı olmasına bakmadan
anlatan, çok yalancı.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Limoni
Co-Admin
Limoni


Mesaj Sayısı : 6150
Rep Gücü : 14991
Rep Puanı : 44
Kayıt tarihi : 27/05/09

kuranda geçen arapça kelimeler anlamları Empty
MesajKonu: Geri: kuranda geçen arapça kelimeler anlamları   kuranda geçen arapça kelimeler anlamları Icon_minitimeCuma Ara. 07, 2012 11:13 pm

İfrit: Cinlerden biri.

İğva: Azdırma, saptırma. İğdiş etme. İçten içe faaliyet göstererek kötü amaçlara ve yollara yöneltme. Baştan çıkarma.

İhlas: Kelime anlamı, katışıksız, saf olma. Kur'an'da, katıksızca gönülden Allah'a iman, iç bağlılık, iman duyarlılığı.

İhsan:
İyilik, güzellik, güzel olma, güzel yapma. Terim olarak, Allah katında
güzel olan bir ameli gerektiği gibi yapma, güzellikle süsleme. Lütuf,
fazl. Allah'a, O'nu görüyormuşçasına şüpheden arınmış bir şekilde
kullukta bulunma, birleme. İlahi emirleri özenle uygulama, yasaklara
riayet etme. Kötülüğe karşı iyilikle karşılık verme. İslami yaşama
tarzını mümkün olduğunca hayata geçirmeye çaba gösterme. Allah'ın emir
ve hükümlerini yüceltme, hudutlarını koruma, yaratılmışlara karşı şefkat
gösterme.


İhtilaf: Anlaşmazlık, çekişme. Aykırılık. Söz, tutum, durum ve davranışlarda birbirine aykırı ve muhalif olma. Çelişki.

İkame:
Ayakta tutmak, yerli yerine koymak, hükümlerini titizlikle korumak.
İlahi hükümleri Allah'tan indirildiği gibi hayata geçirmek, tahriflerden
korumak. Bir davranışı olması gereken şekliyle sürdürmek, yerine
getirmek.


İlah: Türkçe
tam karşılığı tanrı. İhtiyaçları giderdiği, iç huzuru ve sükunet
verdiği, felaket zamanlarında imdada yetiştiği, yapılanların karşılığını
eksiksiz olarak verdiği, hükmü altına alıp koruduğu düşünülen;
gözlerden uzak, esrarlı, yüksek otorite ve üstün bir güce sahip var
sayılan, kendisine tapınılmaya, kulluk edilmeye, emir, hüküm ve sözleri
dinlenip uygulanmaya layık ve hak sahibi görülen her varlık, kişi veya
güç. Cin, melek, lider, parti, örgüt kurum, put, insan, hayvan veya
herhangi bir nesne ilah olabilir. Hak olsun, olmasın insanların
kendisine tapındığı her şey. Gerçek mabud, kulluğa yalnızca kendisi hak
sahibi olan Allah için de kullanılır. Allah lafzının çoğulunun
olmamasına karşılık, ilah kelimesinin vardır; ilahlar, tanrılar.


İlhad:
Kelime anlamı, lahde koymak. Mecazen, doğruluktan ayrılmak, hakkı
bırakıp batıla sapmak, bir söze doğru anlam vermeyip asıl amacından
saptırmak. Yalan, inkar, çarpıtma ve temelsiz yorum. Allah'ın isimlerini
bir başka varlığa yakıştırma, ancak Allah'a nisbet edebilecek şeyleri
ve özellikleri bir başkasına da nisbet etme.


İlham: Aslı
"lehm". Kelime anlamı bir şeyi bir defada yutmak. İlka etmek. Görünmez
bir biçimde algılamak. Bir manayı kalbe ilka etmek. Telkin. Vahy.


İlim:
Bilgi. Bir şeyin gerçeğini idrak etme. Kur'an'da, Allah'ın peygambere
ve peygamberin insanlara aktardığı şey. Alîm: Her şeyi hakkıyla ve
hakikatiyle, hiç bir ayrıntısını ve parçasını dışarıda olmamak üzere
bilen. Allah.


İlka: Telakki, karşılama, alma, algılama. Vahy. Aynı kökten mastarın bir başka anlamı konuşma, buluşma, kavuşma.

İmam:
Önder,
öne düşen, yol gösteren, kendisine uyulan, öncül. İnsanları hayra ve
iyiliğe çağıran, yönelten salih ve seçkin insan. Yönetici. Apaçık yol.
Huccet. İnsanların söz, hitab veya davranışlarına uyarak çevresinde
toplandıkları kişi.


İman: Emn
ve eman kökünden türeme mastar. Kendisinden emin olunan şey.
Doğrulamak, inanıp güvenmek, onaylamak. İnanç. Kur'an'da, Allah'ın
varlığının, Hz. Muhammed'e ve önceki peygamberlere indirilenlerin
kalpten, hiç şüphesiz kabulü. İnsanı amele götüren kesin inanç.


İmtihan: Deneme, sınama. Fitne. Bela. Kişinin zorluk ve güçlüklerden geçme eylemi.

İncil: Kelime
anlamı göz nuru. Allah'ın Hz. İsa'ya gönderdiği kitap. Tahrif edilmiş
olup elimizde ilk indirildiği şekli mevcut değildir. Genel kabul gören
görüşe göre Süryanice olarak indirilmiştir.


İnfak: Malın elden çıkarılması, sarfedilmesi, harcama. Terim olarak Allah yolunda maddi her türlü harcama.

İnkar: Yok sayma, tanımama, kabul etmeme. Nankörlük. Şükrün ve irfanın zıddı. Cehaletin türevi. Kur'an'da, şirk, küfür.

İnkılab:
Sözlükte, ökçeler üzerinde dönmek, geri dönmek. Bir şeyin durumunu ve
şeklini değiştirmek, altını üst, üstünü alt, içini dış, dışını iç
yapmak. Çevrilmek, devrilmek. Bir durumdan bir başka duruma geçmek.
Değişim, düşüş, yıkılış, alaşağı oluş. Kalbetme. Savaştan kaçmak.
Kur'an'da, dinden dönmek, irtidat etmek.


İnşa: Var etme, yaratma, oluşturma, meydana getirme. Bir şeyi ihdas etme, terbiye etme. İcad. Yükseltme, yukarı kaldırma.

İnzal: Kelime
anlamı, bir şeyi yüksek bir yerden alıp indirme, koyma. Kur'an'da,
Allah'ın nimet indirmesi; içinde hüküm, hikmet, şifa, emir, nehy, nur ve
rahmet bulunan, insanları hidayete yöneltip ileten kitaplar indirmesi.
Bir şeyi bir kerede indirme. Tenzil: Parça parça, safha safha indirme.


İnzar:
Uyarma. Bir şeyin tehlikeli sonucunu haber vererek korkutma.
Peygamberlerin risalet ile insanları gerek dünyevi sıkıntı, güçlük ve
yıkımlar ve gerekse ahiret azabı ile uyarmaları, korkutmaları. Tebşir'in
(müjdeleme) zıddı.


İrtidad:
Geri dönme, vaz geçme. Terim olarak, kişinin İslam'a girdikten sonra
küfre dönmesi, tevhidi bırakması. Düşmandan korkup kaçma. Alçalma,
düşüş, çöküş, tereddi, gerileme, rücu.


İslam:
İç ve dış, görünen ve görünmeyen her türlü kötülükten uzaklaşma. Barış,
güvenlik, esenlik, selamet. Teslimiyet. Selamete çıkma. İhlas. Bütün
peygamberlerin tebliğ ettikleri, özü tevhid olan din. Hz. Peygamberin
şeriati. İtaat, Allah'a, O'nun iradesine, hükümlerine ve dinine
teslimiyet.


İsraf:
Gereksiz harcama, gerçek ihtiyacı aşan tüketim. Meşru olmayan bir amaç
uğruna harcama. Her hangi bir şeyde makul sınırı aşma, çiğneme, ölçüyü
taşırma.


İstıfa: Bir
şeyin özünü, en saf halini, hülasasını süzüp çıkarma. Tasfiye: Bir
şeyin karışığını gidermek, saf özünü almak. Allah'ın bazı kullarını
istıfası, seçmesi, seçkin kılması, tevhide aykırı düşecek unsurlardan
arınmış kılması, temizlemesi ve insanlara önder olarak peygamberlikle
görevlendirmesidir.


İstiaze: Sığınma, korumayı isteme. Bir fenalığa karşı bir başkasından, kulun Allah'tan korunması duasında ve talebinde bulunması.

İstidrac:
Bir şeyi bir şeye eklemek, sokmak. Derece derece arttırmak. Kur'an'da,
sürekli günah işleyen bir kimseye Allah'ın daha çok günah işleme fırsat
ve imkanlarını vermesi, zenginlik vererek, nimetini arttırarak, ona
şükrü unutturması, böylece derece derece büyük azaba yaklaştırması.


İstikamet: Dosdoğru yön, güzel doğrultu. Allah'ın hükümlerine uygun yaşama ve davranışta bulunma biçimi.

İstiva: Bir
yerde karar kılmak. Bir düze kurulmak, eşit, benzer ve denk olmak,
kasdetmek, yönelmek. Yüksek olmak, yükselmek, yücelmek, üstün olmak.
İstila etmek. İstiab. Kuşatmak. Hüküm, boyunduruk ve yönetimi altına
almak.


İsyan: Kelime anlamı kayma veya yanlışlık. Karşı gelme. Başkaldırı. Unutkanlık sonucu bir yasağı çiğneme. Masiyet. Hata

İtaat: Boyun eğme, başkasının üstünlüğünü, hükmünü ve büyüklüğünü kabul etme, sözünü duyma, isteyerek uyma.

İ'tikaf: Bel
büküp eğilme. Secde etme, tapınma. Nefsi bir yerde tutma, hapsetme.
Terim olarak, bir mescide ibadet niyetiyle çekilmek. Kendini bir süre
için dünyevi meşgalelerden uzaklaştırarak Allah'a yönelmek.




Karz:
Tekrar geri alınmak üzere bir başkasına verilen şey, mal, para. Borç,
ödünç. Karz-ı Hasen: Malın en iyisini Allah için harcama, yoksullara
verme. Allah, karşılığını hem dünyada ve hem ahirette daha güzeliyle
verir.


Kasd, Muktesid:
Yolun doğru yönü. Hedefe varan yolu tutma. İktisad: İtidal, orta yol,
Muktesid: Övülen ile yerilen, adalet ile zulüm arasında kararsızlığa
düşen. İlim öğrenen. Günahı hafif bir hesabı gerektiren kişi. İki yüzlü.
Küçük günah sahibi. Kötülükleri ve iyilikleri eşit olan.


Kavim:
Aşiret ve kabileden daha kalabalık insan topluluğu. Başlangıçta terim,
yalnızca erkekler topluluğuna mahsus iken, sonraları genelde yerleşik
olan ve içinde kadın ve kızların da bulunduğu insan topluluklarına ad
olmuştur. Ulus.


Kavvam: "Kavim"in
mübalağası olup sorumlu, gözetici. Ailenin geçiminden sorumlu. Koca.
Yetki ve sorumluluk sahibi olan salih veli. Kur'an'da, bir kadının
ihtiyaçlarını gideren, korunmasına özen gösteren.


Kayyûm: Sürekli
kıyam halinde olan, yaratılmış her şeyi tedbir edip koruyan, kollayan.
Oturması, yatması, uyuklaması, unutması, gözden kaçırması, ihmal etmesi
olmayan. Kendi zatı ile kâim. Yaratmada, rızık vermede, yönetmede,
işleri evirip çevirmede tek sahib, biricik hakim. Her şey kendisi ile
kaim olan. Allah.


Kaza: Bir
işi tümüyle kesip atmak, ayırıp bitirmek. Kesin hüküm verip icra etmek.
Bir şeyi dilemek, istemek. Karar. Kur'an'da, vahy, hüküm.


Kebire: Kelime anlamı büyük. Terim olarak büyük günahlar. Çoğulu Kebair. Şirk, zina, haksız yere adam öldürme v.b.

Keffaret:
Günahı örten, gideren, karşılık olan. Kur'an'da, günah dolayısıyla
ödenmesi gereken karşılık, yapılması gereken şey. Yemin keffareti gibi.
Oruç tutmak, yoksul doyurmak veya bir köleyi özgürlüğüne kavuşturmak
gibi güzel hareketlerle günahı karşılama.


Kefil: Şahid, gözeten, koruyucu, mutazammın, hâmi.

Kerem, Kerîm, Kiram:
İhsan, bol nimet. Büyük şeref, üstünlük, yücelik. İnsan için
kullanıldığında güzel ahlak ve övgü konusu özelliklere sahib olan kişi
anlamını verir. Kerim: Pek üstün, yüce, şerefli. Her şeyin iyisi,
güzeli, yararlı, yüce ve yumuşak olanı. Kiram: Kerim'in çoğulu olarak
Allah katında üstün ve onurlu kimseler.


Kevser: Cennette
bir nehir. Bol hayır. Çok, pek çok. Peygamberin evladı, peygambere tabi
olanlar, İslam ümmeti, Kur'an, peygambere ilimde mirasçı olan
bilginler, ulema gibi anlamlarla yorumlanmıştır.


Kıble: Kendisine yüz dönülen yön. Namazda secdenin istikameti. Ka'be'nin merkezi.

Kısas:
Kesmek anlamında kasas'tan gelir. Aynıyla mukabele etmek, misliyle
karşılık vermek. Herhangi bir hakkı misli ile takas etmek. Yaralama ve
öldürme olaylarında hukuki bir teamül ve amir bir hüküm olarak
uygulanır. Caydırıcı etkisi dolayısıyla insanları öldürülmekten
kurtardığı için Kur'an'da hayat kaynağı olarak anılmıştır. Öldürülen
kişinin yakınları razı olurlarsa kısas yerine affetme veya cezanın
diyete çevrilmesi mümkündür.


Kıssa:
Takip etme. Takibe değer haber. Haber. Geçmişten aktarılan gerçek bir
olay. Tarih. Kaleme alınan veya dillerde dolaşan hikaye. Olay, vakıa.
Geçmişlerin haberleri, sözlü gelenek. Destan. efsane.


Kıst, Kasıt, Muksit:
Sülasi kalıbında olduğunda zulüm, mezid olduğunda adalet anlamlarına
gelir. Adalet. Fazlalık ve noksanlık olmaksızın duyarlı, adil ölçü.
Kur'an'da, İslami hüküm. Terim olarak miras mallarında hakkaniyet ve
adalet. El-Muksit: Bütün işlerini denk, birbirine uygun, çelişkisiz ve
yerli yerinde yapan. Allah.


Kıyam:
Kaldırıp dikmek, düzeltip doğrultmak, idame etmek, özen gösterip
uygulamaya koymak. Riayet. Muhafaza. Azim, kararlılık, ayağa kalkmak,
ayakta durmak. Namazın bir rüknü. İbadet. Ayaklanma, baş kaldırma.


Kıyamet:
Sözlük anlamı kalkmak, diriltmek, dikilmek, ayaklanmaktır. Kozmolojik
anlamda dünya hayatının sonu, evrenin düzeninin bozulması. Yerin, göğün,
yıldız ve gezegenlerin birbirine girmesi, dağların pamuk parçaları gibi
dağılması. Kaari'a. Vakıa.


Kibir: Büyüklük,
gururlanma, mağrur olma. Kendisinde var olmayan üstün bir gücü ve
büyüklüğü kendinde gösterme, vehmetme. Kibriya: Azamet, büyüklük,
yücelik. Mülk ve Celal.


Kitab:
Yazılmış şey. Kur'an'da, Allah'tan indirilen hükümler, emirler, vahy
mecmuası. Kur'an ve diğer peygamberlere indirilenler. Yaş-kuru her şeyin
yazılı olduğu Allah katındaki kitap, Levh-i mahfuz.


Kuddüs: Kendisinde
hiç bir noksanlık olmayan, yücelikte eşsiz ve benzersiz. Hatadan,
gafletten, aczden ve her türlü noksanlıktan yüce ve tamamen münezzeh.


Kur'an: Mastarı okuma. Hz. Peygambere Allah tarafından Cebrail aracılığıyla bütün insanlara iletilmek üzere indirilen kutsal kitab.

Kurban: Yaklaşma
kökünden, birr ve hayır adına kendisi ile Allah'a yaklaşılan şey. Allah
adına ve Allah'ın adını zikrederek hayvan kesme.


Küfür:
Kelime anlamı bir şeyi örtmek, gizlemek, göz ardı etmek ya da verilen
nimete nankörlükle karşılık vermek. Hakikatı, değişmez gerçeği kabul
etmemek, bile bile reddetmek, karşı çıkmak, örtmeye çalışmak. Allah'ın
birliğini, peygamberlerini ve onlara indirilenlerin tümünü ya da bir
bölümünü reddetmek, inkar etmek, inkarcı olmak. Allah'ın verdiği bütün
nimetlere karşılık şükretmemek, büyük bir nankörlükle isyan etmek.


Küfran: Nimete karşı nankörlük. İnkar ederek güçlerin ve nimetlerin kötüye kullanılması.

Küfv: Denklik, eşitlik, benzerlik. Karşılıklı yeterlilik.

Kürsi: Üzerinde oturulan şey. Saltanat ve kudret sembolü. Kur'an'da, ilim, mülk, Arş. Arşın yanında bir başka makam..

Karz:
Tekrar geri alınmak üzere bir başkasına verilen şey, mal, para. Borç,
ödünç. Karz-ı Hasen: Malın en iyisini Allah için harcama, yoksullara
verme. Allah, karşılığını hem dünyada ve hem ahirette daha güzeliyle
verir.


Kasd, Muktesid:
Yolun doğru yönü. Hedefe varan yolu tutma. İktisad: İtidal, orta yol,
Muktesid: Övülen ile yerilen, adalet ile zulüm arasında kararsızlığa
düşen. İlim öğrenen. Günahı hafif bir hesabı gerektiren kişi. İki yüzlü.
Küçük günah sahibi. Kötülükleri ve iyilikleri eşit olan.


Kavim:
Aşiret ve kabileden daha kalabalık insan topluluğu. Başlangıçta terim,
yalnızca erkekler topluluğuna mahsus iken, sonraları genelde yerleşik
olan ve içinde kadın ve kızların da bulunduğu insan topluluklarına ad
olmuştur. Ulus.


Kavvam: "Kavim"in
mübalağası olup sorumlu, gözetici. Ailenin geçiminden sorumlu. Koca.
Yetki ve sorumluluk sahibi olan salih veli. Kur'an'da, bir kadının
ihtiyaçlarını gideren, korunmasına özen gösteren.


Kayyûm: Sürekli
kıyam halinde olan, yaratılmış her şeyi tedbir edip koruyan, kollayan.
Oturması, yatması, uyuklaması, unutması, gözden kaçırması, ihmal etmesi
olmayan. Kendi zatı ile kâim. Yaratmada, rızık vermede, yönetmede,
işleri evirip çevirmede tek sahib, biricik hakim. Her şey kendisi ile
kaim olan. Allah.


Kaza: Bir
işi tümüyle kesip atmak, ayırıp bitirmek. Kesin hüküm verip icra etmek.
Bir şeyi dilemek, istemek. Karar. Kur'an'da, vahy, hüküm.


Kebire: Kelime anlamı büyük. Terim olarak büyük günahlar. Çoğulu Kebair. Şirk, zina, haksız yere adam öldürme v.b.

Keffaret:
Günahı örten, gideren, karşılık olan. Kur'an'da, günah dolayısıyla
ödenmesi gereken karşılık, yapılması gereken şey. Yemin keffareti gibi.
Oruç tutmak, yoksul doyurmak veya bir köleyi özgürlüğüne kavuşturmak
gibi güzel hareketlerle günahı karşılama.


Kefil: Şahid, gözeten, koruyucu, mutazammın, hâmi.

Kerem, Kerîm, Kiram:
İhsan, bol nimet. Büyük şeref, üstünlük, yücelik. İnsan için
kullanıldığında güzel ahlak ve övgü konusu özelliklere sahib olan kişi
anlamını verir. Kerim: Pek üstün, yüce, şerefli. Her şeyin iyisi,
güzeli, yararlı, yüce ve yumuşak olanı. Kiram: Kerim'in çoğulu olarak
Allah katında üstün ve onurlu kimseler.


Kevser: Cennette
bir nehir. Bol hayır. Çok, pek çok. Peygamberin evladı, peygambere tabi
olanlar, İslam ümmeti, Kur'an, peygambere ilimde mirasçı olan
bilginler, ulema gibi anlamlarla yorumlanmıştır.


Kıble: Kendisine yüz dönülen yön. Namazda secdenin istikameti. Ka'be'nin merkezi.

Kısas:
Kesmek anlamında kasas'tan gelir. Aynıyla mukabele etmek, misliyle
karşılık vermek. Herhangi bir hakkı misli ile takas etmek. Yaralama ve
öldürme olaylarında hukuki bir teamül ve amir bir hüküm olarak
uygulanır. Caydırıcı etkisi dolayısıyla insanları öldürülmekten
kurtardığı için Kur'an'da hayat kaynağı olarak anılmıştır. Öldürülen
kişinin yakınları razı olurlarsa kısas yerine affetme veya cezanın
diyete çevrilmesi mümkündür.


Kıssa:
Takip etme. Takibe değer haber. Haber. Geçmişten aktarılan gerçek bir
olay. Tarih. Kaleme alınan veya dillerde dolaşan hikaye. Olay, vakıa.
Geçmişlerin haberleri, sözlü gelenek. Destan. efsane.


Kıst, Kasıt, Muksit:
Sülasi kalıbında olduğunda zulüm, mezid olduğunda adalet anlamlarına
gelir. Adalet. Fazlalık ve noksanlık olmaksızın duyarlı, adil ölçü.
Kur'an'da, İslami hüküm. Terim olarak miras mallarında hakkaniyet ve
adalet. El-Muksit: Bütün işlerini denk, birbirine uygun, çelişkisiz ve
yerli yerinde yapan. Allah.


Kıyam:
Kaldırıp dikmek, düzeltip doğrultmak, idame etmek, özen gösterip
uygulamaya koymak. Riayet. Muhafaza. Azim, kararlılık, ayağa kalkmak,
ayakta durmak. Namazın bir rüknü. İbadet. Ayaklanma, baş kaldırma.


Kıyamet:
Sözlük anlamı kalkmak, diriltmek, dikilmek, ayaklanmaktır. Kozmolojik
anlamda dünya hayatının sonu, evrenin düzeninin bozulması. Yerin, göğün,
yıldız ve gezegenlerin birbirine girmesi, dağların pamuk parçaları gibi
dağılması. Kaari'a. Vakıa.


Kibir: Büyüklük,
gururlanma, mağrur olma. Kendisinde var olmayan üstün bir gücü ve
büyüklüğü kendinde gösterme, vehmetme. Kibriya: Azamet, büyüklük,
yücelik. Mülk ve Celal.


Kitab:
Yazılmış şey. Kur'an'da, Allah'tan indirilen hükümler, emirler, vahy
mecmuası. Kur'an ve diğer peygamberlere indirilenler. Yaş-kuru her şeyin
yazılı olduğu Allah katındaki kitap, Levh-i mahfuz.


Kuddüs: Kendisinde
hiç bir noksanlık olmayan, yücelikte eşsiz ve benzersiz. Hatadan,
gafletten, aczden ve her türlü noksanlıktan yüce ve tamamen münezzeh.


Kur'an: Mastarı okuma. Hz. Peygambere Allah tarafından Cebrail aracılığıyla bütün insanlara iletilmek üzere indirilen kutsal kitab.

Kurban: Yaklaşma
kökünden, birr ve hayır adına kendisi ile Allah'a yaklaşılan şey. Allah
adına ve Allah'ın adını zikrederek hayvan kesme.


Küfür:
Kelime anlamı bir şeyi örtmek, gizlemek, göz ardı etmek ya da verilen
nimete nankörlükle karşılık vermek. Hakikatı, değişmez gerçeği kabul
etmemek, bile bile reddetmek, karşı çıkmak, örtmeye çalışmak. Allah'ın
birliğini, peygamberlerini ve onlara indirilenlerin tümünü ya da bir
bölümünü reddetmek, inkar etmek, inkarcı olmak. Allah'ın verdiği bütün
nimetlere karşılık şükretmemek, büyük bir nankörlükle isyan etmek.


Küfran: Nimete karşı nankörlük. İnkar ederek güçlerin ve nimetlerin kötüye kullanılması.

Küfv: Denklik, eşitlik, benzerlik. Karşılıklı yeterlilik.

Kürsi: Üzerinde oturulan şey. Saltanat ve kudret sembolü. Kur'an'da, ilim, mülk, Arş. Arşın yanında bir başka makam..
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Limoni
Co-Admin
Limoni


Mesaj Sayısı : 6150
Rep Gücü : 14991
Rep Puanı : 44
Kayıt tarihi : 27/05/09

kuranda geçen arapça kelimeler anlamları Empty
MesajKonu: Geri: kuranda geçen arapça kelimeler anlamları   kuranda geçen arapça kelimeler anlamları Icon_minitimeCuma Ara. 07, 2012 11:17 pm

Ka'be: Küp şeklindeki her yapı, ev. İnsanlar için kurulan ilk ev. Hacc ibadetinde çevresinde tavaf edilen Allah'ın evi. Kıble yönü.

Kabile:
İnsanın kafatasını teşkil eden baş kemiklerinden her biri. İki veya
daha çok sayıdaki aşiretin toplanmasından meydana gelen ve birbirlerine
kan ve akrabalık bağı ile bağlı olup sorumluluklar yüklenmeyi "kabul"
eden insan topluluğu.

Kader:
Kadr, takdir, miktar. Maslahata ve ihtiyaca yetecek kadar olan miktar,
ölçü. Süre. Güç yetirme. Fiilen var etme. Biçim ve şekil verme. Takdir
etme, belirleme. Kadîr: Her şeye güç yetiren, her şeyin üstünde muktedir
olan, iktidarın tümü kendisinden olan. Allah.

Kâfûr: Bütün
özellikleriyle en güzel içki. Beyaz ve hoş bir renkte, kokusu insanın
içini ferahlatan, serin, bozulmayan, kalbi güçlendiren. Cennet
çeşmelerinden bir çeşme.

Kahhar: Kahr'dan, kahreden, kâhir. Üstün güç ve iktidar sahibi. Allah.

Kahin: Geçmişten veya gelecekten haber verdiğine inanılan, vehim ve zanda bulunarak insanları aldatan, saptırıcı kişi.

Kânit: Umut kesmiş kişi. Hayra ulaşmada umudunu kaybeden.

Kanitat: İtaat eden kadınlar. Kur'an'da, Allah'a itaat eden mü'min kadınlar.

Karn: Bir insan nesli. Çağ, yüzyıl. Birbirinin çağdaşı olarak yaşayan insanlar. Ülke. Zaman. İnsanlardan bir ümmet, topluluk.

Karye: Yerleşme merkezi. Kasaba, şehir, ülke.

Karz:
Tekrar geri alınmak üzere bir başkasına verilen şey, mal, para. Borç,
ödünç. Karz-ı Hasen: Malın en iyisini Allah için harcama, yoksullara
verme. Allah, karşılığını hem dünyada ve hem ahirette daha güzeliyle
verir.

Kasd, Muktesid:
Yolun doğru yönü. Hedefe varan yolu tutma. İktisad: İtidal, orta yol,
Muktesid: Övülen ile yerilen, adalet ile zulüm arasında kararsızlığa
düşen. İlim öğrenen. Günahı hafif bir hesabı gerektiren kişi. İki yüzlü.
Küçük günah sahibi. Kötülükleri ve iyilikleri eşit olan.

Kavim:
Aşiret ve kabileden daha kalabalık insan topluluğu. Başlangıçta terim,
yalnızca erkekler topluluğuna mahsus iken, sonraları genelde yerleşik
olan ve içinde kadın ve kızların da bulunduğu insan topluluklarına ad
olmuştur. Ulus.

Kavvam: "Kavim"in
mübalağası olup sorumlu, gözetici. Ailenin geçiminden sorumlu. Koca.
Yetki ve sorumluluk sahibi olan salih veli. Kur'an'da, bir kadının
ihtiyaçlarını gideren, korunmasına özen gösteren.

Kayyûm: Sürekli
kıyam halinde olan, yaratılmış her şeyi tedbir edip koruyan, kollayan.
Oturması, yatması, uyuklaması, unutması, gözden kaçırması, ihmal etmesi
olmayan. Kendi zatı ile kâim. Yaratmada, rızık vermede, yönetmede,
işleri evirip çevirmede tek sahib, biricik hakim. Her şey kendisi ile
kaim olan. Allah.

Kaza: Bir
işi tümüyle kesip atmak, ayırıp bitirmek. Kesin hüküm verip icra etmek.
Bir şeyi dilemek, istemek. Karar. Kur'an'da, vahy, hüküm.

Kebire: Kelime anlamı büyük. Terim olarak büyük günahlar. Çoğulu Kebair. Şirk, zina, haksız yere adam öldürme v.b.

Keffaret:
Günahı örten, gideren, karşılık olan. Kur'an'da, günah dolayısıyla
ödenmesi gereken karşılık, yapılması gereken şey. Yemin keffareti gibi.
Oruç tutmak, yoksul doyurmak veya bir köleyi özgürlüğüne kavuşturmak
gibi güzel hareketlerle günahı karşılama.

Kefil: Şahid, gözeten, koruyucu, mutazammın, hâmi.

Kerem, Kerîm, Kiram:
İhsan, bol nimet. Büyük şeref, üstünlük, yücelik. İnsan için
kullanıldığında güzel ahlak ve övgü konusu özelliklere sahib olan kişi
anlamını verir. Kerim: Pek üstün, yüce, şerefli. Her şeyin iyisi,
güzeli, yararlı, yüce ve yumuşak olanı. Kiram: Kerim'in çoğulu olarak
Allah katında üstün ve onurlu kimseler.

Kevser: Cennette
bir nehir. Bol hayır. Çok, pek çok. Peygamberin evladı, peygambere tabi
olanlar, İslam ümmeti, Kur'an, peygambere ilimde mirasçı olan
bilginler, ulema gibi anlamlarla yorumlanmıştır.

Kıble: Kendisine yüz dönülen yön. Namazda secdenin istikameti. Ka'be'nin merkezi.

Kısas:
Kesmek anlamında kasas'tan gelir. Aynıyla mukabele etmek, misliyle
karşılık vermek. Herhangi bir hakkı misli ile takas etmek. Yaralama ve
öldürme olaylarında hukuki bir teamül ve amir bir hüküm olarak
uygulanır. Caydırıcı etkisi dolayısıyla insanları öldürülmekten
kurtardığı için Kur'an'da hayat kaynağı olarak anılmıştır. Öldürülen
kişinin yakınları razı olurlarsa kısas yerine affetme veya cezanın
diyete çevrilmesi mümkündür.

Kıssa:
Takip etme. Takibe değer haber. Haber. Geçmişten aktarılan gerçek bir
olay. Tarih. Kaleme alınan veya dillerde dolaşan hikaye. Olay, vakıa.
Geçmişlerin haberleri, sözlü gelenek. Destan. efsane.

Kıst, Kasıt, Muksit:
Sülasi kalıbında olduğunda zulüm, mezid olduğunda adalet anlamlarına
gelir. Adalet. Fazlalık ve noksanlık olmaksızın duyarlı, adil ölçü.
Kur'an'da, İslami hüküm. Terim olarak miras mallarında hakkaniyet ve
adalet. El-Muksit: Bütün işlerini denk, birbirine uygun, çelişkisiz ve
yerli yerinde yapan. Allah.

Kıyam:
Kaldırıp dikmek, düzeltip doğrultmak, idame etmek, özen gösterip
uygulamaya koymak. Riayet. Muhafaza. Azim, kararlılık, ayağa kalkmak,
ayakta durmak. Namazın bir rüknü. İbadet. Ayaklanma, baş kaldırma.

Kıyamet:
Sözlük anlamı kalkmak, diriltmek, dikilmek, ayaklanmaktır. Kozmolojik
anlamda dünya hayatının sonu, evrenin düzeninin bozulması. Yerin, göğün,
yıldız ve gezegenlerin birbirine girmesi, dağların pamuk parçaları gibi
dağılması. Kaari'a. Vakıa.

Kibir: Büyüklük,
gururlanma, mağrur olma. Kendisinde var olmayan üstün bir gücü ve
büyüklüğü kendinde gösterme, vehmetme. Kibriya: Azamet, büyüklük,
yücelik. Mülk ve Celal.

Kitab:
Yazılmış şey. Kur'an'da, Allah'tan indirilen hükümler, emirler, vahy
mecmuası. Kur'an ve diğer peygamberlere indirilenler. Yaş-kuru her şeyin
yazılı olduğu Allah katındaki kitap, Levh-i mahfuz.

Kuddüs: Kendisinde
hiç bir noksanlık olmayan, yücelikte eşsiz ve benzersiz. Hatadan,
gafletten, aczden ve her türlü noksanlıktan yüce ve tamamen münezzeh.

Kur'an: Mastarı okuma. Hz. Peygambere Allah tarafından Cebrail aracılığıyla bütün insanlara iletilmek üzere indirilen kutsal kitab.

Kurban: Yaklaşma
kökünden, birr ve hayır adına kendisi ile Allah'a yaklaşılan şey. Allah
adına ve Allah'ın adını zikrederek hayvan kesme.

Küfür:
Kelime anlamı bir şeyi örtmek, gizlemek, göz ardı etmek ya da verilen
nimete nankörlükle karşılık vermek. Hakikatı, değişmez gerçeği kabul
etmemek, bile bile reddetmek, karşı çıkmak, örtmeye çalışmak. Allah'ın
birliğini, peygamberlerini ve onlara indirilenlerin tümünü ya da bir
bölümünü reddetmek, inkar etmek, inkarcı olmak. Allah'ın verdiği bütün
nimetlere karşılık şükretmemek, büyük bir nankörlükle isyan etmek.

Küfran: Nimete karşı nankörlük. İnkar ederek güçlerin ve nimetlerin kötüye kullanılması.

Küfv: Denklik, eşitlik, benzerlik. Karşılıklı yeterlilik.

Kürsi: Üzerinde oturulan şey. Saltanat ve kudret sembolü. Kur'an'da, ilim, mülk, Arş. Arşın yanında bir başka makam..




Lağv: Boş,
anlamsız, hiç bir yararı olmayan, saçma sapan söz. Yemin etme amacı
olmaksızın dile geldiği gibi söyleme. Çirkin ya da gereksiz konuşma
tarzı. Sövgü, hakaret. Dil sürçmesi, sehv. Küfür, şirk sözü.

Lanet:
Alçaklık, alçaltılmışlık yoluna sürüklenme. La'n: Mutlak anlamda
uzaklaştırmak. Allah'ın rahmetinden uzak düşmüş, uzaklaştırılmış, yoksun
kalmış olma hali. Kovulmuşluk.

Lat: Cahiliyede bir put adı.

Latîf:
Lütuf, ihsan ve fazl sahibi. İnsanın içine işleyen, nüfuz eden. En ince
işlerin bütün ve sayısız inceliklerini bilen, büyük nüfuz sahibi. En
ince ve sezilemez yollardan kullarına sayısız yararlar sağlayan,
nimetler ulaştıran. Allah.

Lehv:
Boş bir tutku içinde olmak, oyalanmak. Boş arzu ve isteklere kapılmak.
İnsanı amaçsızca oyalayıp duran, ona kendini, kendi hikmetini, varoluş
ve yaratılışın gerçeğini unutturan şey. Dünya hayatı, süs ve çekiciliği.

Lika: Bir şeyi karşılama, alma, algılama. Kavuşma, buluşma. Allah'ın huzuruna çıkma. Rü'yete de ıtlak olunur.




Mahrum: Yoksun.
İstemekten utandığı ve fakirliğini başkalarına hissettirmediği için
sadakadan dahi mahrum kalan, gerçekte ise ihtiyaç sahibi kimse.

Ma'ruf:
Dinin de temiz aklın da hoş, güzel gördüğü şey. Örf. İyilik, ihsan.
Güzel gelenek. İslam'ın uygun gördüğü, yönlendirdiği ve istediği biçim.

Mecusi: Ateşe tapan.

Mele': Önde
gelenler, seçkinler topluluğu, yönetici veya hakim olan azınlık çevre.
Bir kavmin büyükleri. Danışma (meşveret) meclisi. Siyasi ve hukuki gücü
ve imtiyazları ellerinde tutanlar.

Melekut: Mülk veya ayetler. Geniş kapsamlı, büyük ve yüce mülk. Yönetim, tasarruf sahası, kudret ve hakimiyet.

Melik, Mülûk:
Kral, kendi başına tek yönetici. Arap geleneğinde, karısı, evi,
hizmetçisi olan kimse. Servet, çocuk ve mülk sahibi. Melîk: Bütün
evrenin sahibi, hiç bir ortağı olmaksızın tek başına her şeye ve herkese
hükümran olan. Her şeyin mülkü, tasarrufu, hükmü ve yönetimi
tartışmasız elinde olan. Allah.

Merhaba: Genişlik, bolluk, rahatlık, güzellik, kazanç ve güle güle oturma anlamlarına gelen bir dua, temenni.

Menat: Cahiliyede bir put adı. Bir iltifat.

Mesani:
Bir şeyin kuvveleri. İkili, ikişer, ikişerli, karşılıklı. Kur'an'da,
içinde çeşitli kıssalar, öğütler ve hükümler tekrar edilerek anlatılan
kitap. Veya, zıt anlamlı kelimeleri arka arkaya kullanarak aradaki
çelişkiyi göz önüne seren ve vurgulayan anlatım tarzı kullanılarak
yazılmış kitap. Kur'an.

Mescid: Secde edilen, içinde ibadet edilen yer.

Mescid-i Dırar: Münafıkların
kurduğu veya denetlediği, takva temeli üzere kurulu olmayan mescid.
Allah ve İslam isimleri zikredilerek müslümanların aldatıldıkları ve
müslümanların kontrolünde olmayan mescid. Kuba mescidinin karşıtı.

Mesih:
Meshedilen ya da mesheden. Kendisinden her türlü kötülük işleme eğilimi
giderilmiş; cehalet, şer, hırs ve ahlak dışı özellikler içinden
silinmiş olan, veya hastalıkları, kötülükleri gideren, eliyle meshedip
silen. Hz. İsa (a.s).

Meskenet: Nefsin insanı kendisine yöneltip sürüklediği yoksulluk, doymazlık. Açgözlülük. zillet, aşağılanma.

Meşair: Kelime
anlamı, işaretler, nişaneler, alametler. Allah'a ibadet etmeye vesile
olan nişaneler. Hac için işaretlenmiş kurbanlıklar. Hac menasiki. Tavaf,
sa'y, şeytan taşlama, Arefe'de vakfe ve kurban kesme. Dinin Şeairi ise,
Allah'ın kendisine ibadete vesile olmak üzere haklarında saygı
göstermeye, onlarla kulluk görevlerini yerine getirmeye insanları
çağırdığı şeyler, eserlerdir.

Meş'eme:
Sol taraf. Arap dilinde, uğursuzluğun, kötülüğün simgesi. Ashab-ı
Meş'eme veya Ashab-ı Şimal: Sol ehli. Allah'ın hoşnutluğuna uygun
olmayan hayat tarzları dolayısıyla hesab gününde kitapları, yani amel
defterleri sol ellerine veya sol yanlarından verilecek olanlar. Ashab-ı
Yemîn'in zıddı.

Meta:
Şey. Yarar, fayda, hayır, nimet. Yemek. Kur'an'da, zaman, süre. İddet
süresi boyunca nafaka. Az ve değersiz, sonunda yok olucu şey. Geçici
olan dünya hayatı ve zevkleri.

Mev'ize: Öğüt. Hikmetli söz. İrfan. Haram kılma, sakındırma.

Mevla: Dost. Yardımcı, koruyucu, destekçi, malik, sahib.

Meymene:
Sağ taraf. Arap dilinde uğurun ve iyiliğin sembolü. Ashab-ı Meymene
veya Ashab-ı Yemîn: Sağ ehli. Allah'ın hoşnutluğuna uygun olan hayat
tarzları dolayısıyla hesab gününde kitapları, yani amel defterleri sağ
ellerine veya sağ yanlarından verilecek olanlar. Ashab-ı Meş'eme'nin
zıddı.

Millet:
Din. Şeriat. İzlenen yol, mezheb. Türkçe'de ve Farsça'da anlam
kaymasına uğrayarak sayısal anlamda insan topluluğu karşılığı
kullanılır.

Minnet: Menn
kökünden, kesmek. Bir nimet verip minnettar etmeye denildiği gibi,
nimeti verdiği kişiyi hesaba çekip söylenmeye, yani başa kakmaya da menn
etmek, minnet saymak denir. Nimet vermek, memnuniyet. Azaltmak,
verdiğini bir şey sanmak, onunla gururlanmak, minnet etmek, başa kakmak.

Misak: Sözleşme.
İnsanın Allah ile veya başka insan ve topluluklarla imzaladığı,
üzerinde mütabakata vardığı sözleşme hükümleri. Akid, ahid. Siyasi,
iktisadi, medeni her türlü anlaşma.

Misal, Mesel:
Misil ve nâzır. Bir şeyin benzeri, dengi. Atalardan aktarılan söz,
hikmetli, veciz, arifane ifade. Hayret ve şaşkınlık veren ibretli durum,
hikaye. Örnek. Huccet, delil. Durum, vaziyet.

Miskin:
Yoksulluktan dolayı durgun bir hale gelmiş. Hiç bir şeyi olmayan,
çaresiz, fakir. Zelil ve zayıf. Bir görüşe göre de yeterli malı olmayan
kimse.

Mizan:
Tartı. Duyarlı ölçü. Adalet. Hukukta vazgeçilmez eşitlik ilkesi.
Ruhsal, doğal, ekolojik, kozmik denge, ince hesap, nizam. Terim olarak,
insanların amellerinin ölçülüp tartılması ve sonuçlandırılması.

Mubîn: Açık, apaçık. Ayırma, arayı açma. Kendini açıklamaya kendisi yeterli olan. Kur'an-ı Kerim.

Mucize:
Karşısında insanların aciz kaldıkları şey. Kur'an'da geçen şekliyle
ayet. Tabiat olaylarında genel-geçer olan tabii cereyanın dışına çıkmak,
harika, olağanüstü veya olağandışı bir şey yapmak. Peygamberlerin
peygamberliklerini ispatlamak ve asla kendilerine inanmayacak
kimselerin, inanacak durumda olanların üzerindeki olumsuz etkilerini
kırıp yok etmek amacıyla gösterdikleri olağan dışı (fevkalâde) olaylar.
Ayet, delil, huccet, belge.

Muhkem: Bozulmaya
uğramayan, mevsuk, güçlü, yerleşik, sapasağlam. Anlamı apaçık ve
muhtemel başka yorumlara yer vermeyecek kadar net olan.

Muhsana:
Engel ve muhkemlik anlamındaki hasanetten türeme bir kelime. Bir yeri
kale gibi koruyan. Müstahkem, surlarla çevrili. Bunun gibi namusunu
koruyan, dışa karşı ırzını muhafaza eden özgür kadın. Hem evliler, hem
de bekarlar için kullanılır.

Mukaddes: Kutsal, mutahhar, tertemiz, mübarek, kutlu.

Mukarreb: Yakınlaştırılmış, değeri ve makamı yükseltilmiş kimse. Kur'an'da, Allah'ın kendisine yakın kıldığı kulları.

Musavvir: Dilediği şekilde suret ve biçim veren.

Musibet: İsabet
kökünden, bir kimseye çeşitli felaketlerin, hastalık, ölüm, zarar,
iflas, açlık, yoksulluk, kıtlık v.b. şeylerin isabet etmesi, kişinin bu
gibi afet ve imtihan konusu olaylarla çevrilmesi.

Mustaz'af:
Za'fa uğratılmış, güçten düşürülmüş, ruhsal, maddi ve zihni yönlerden
güçsüzleştirilmiş. Gerçekte kendisi zayıf olmadığı halde mahkum edildiği
maddi-manevi yapı içinde güç ve dinamikleri dondurulmuş, önüne engel
çekilmiş.

Muttaki: Korkan,
sakınan. Terim olarak, takva sahibi. Allah'tan korktuğu için
kötülüklerden ve Allah'a karşı isyana götürücü şeylerden titizlikle
kaçınan, farzları yerine getirmede bütün gücünü kullanarak özen
gösteren. İmanında oldukça duyarlı olan mü'min kişi.

Muztarr: Zaruret'ten
gelir. Sığınmayı gerektiren kesin bir durum. Büyük ve önüne geçilmez
ihtiyaç, kaçınılmazlık. Bir hastalığın, bir musibet, bela, yoksulluk,
açlık veya başka bir sıkıntının kendisini Allah'a dua etmeye ve
sığınmaya sürüklediği kimse. Bunalmış, buhran içine düşmüş.

Mübarek: Kutlu, temiz, bereketli.

Mücrim: Suçlu, günahkar. Allah'a ve insanlara karşı suç ve günah işleyen kimse.

Mükatebe: Sözlük
anlamı yazılı sözleşme. Terim olarak kölenin, belli bir miktar çalışma
karşılığında özgürlüğünü elde etmek için anlaşma yapması. Ya da
anlaştıkları miktarı peşin veya taksitle ödemesi ve böylece özgürlüğünü
elde etmesi.

Mülk:
Hüküm, yönetim ve tasarruf altına alınabilen her şey. Melikiyet: Kamu
yararı için kanun ve düzen yürütme gücü. Malikiyet: Emlak ve arazi
üzerinde tasarruf gücü.

Mü'min: İman
eden, Allah'ın birliğine ve İslam'ın bütün hükümlerine içten inanan. Bu
inancı kendisini Allah'ın bütün isteklerini yerine getirmeye götüren.
El-Mü'min: Gönüllerde iman ışığını yaratan, kendisine iman edenlere ve
sığınanlara eman ve güvenlik veren, onları koruyan, rahatlığa ve
esenliğe kavuşturan. Allah.

Münker:
Dinin de, temiz aklın da çirkin ve kötü kabul ettiği her şey. İslami
hükümlerin yasakladığı tutum, iş ve davranış tarzı. Şeriatte ve örfte
bilinmeyen ya da hoş görülmeyen. Rağıb'a göre Kur'an'ın ve sünnet'in
çirkin gördüğü şey. Ma'ruf'un zıddı.

Müstakarr: Karar kılma yeri. Hedef ve amaç. Kur'an'da, sulblerde ve döl yataklarında olan, yeryüzü, ahiret. Kıyamet günü. Sene. Gece.

Müstavde': Sulblerde ve döl yataklarında olan. İade, geri dönüş yeri. Kabir. Dünya.

Müstekbir: Büyüklenen.
Gücün tümüne sahip olmadığı halde kendinde büyüklük ve sınırsız güç
vehmeden. Kur'an'da, Allah'a, O'nun hükümlerine baş kaldıran,
müstaz'aflar üzerinde haksız baskı ve tahakküm kuran. Tevhide karşı olan
sınıfa mensup kişi. Kâfir, müşrik, zalim, zorba.

Mütekebbir:
Azametli, yüce. Büyüklüğün tümü kendisine ait olan, Allah. İnsan için
kullanıldığı zaman ise, haksız yere kibirlenen, azgın insan ve müstekbir
demek olur.

Müteşabih: Benzeşen
iki şeyin karşılıklı olarak eşit biçimde veya eşite yakın benzeşmesine
denir. Birden çok anlama gelebilen anlatım. Tam anlamıyla açık, net ve
kesin olmayan. Muhkem'in zıddı.

Mütref:
Refah ve nimet ehli. Büyük servet, zenginlik ve güç sahipleri.
Kur'an'da, refah ve servet içinde azıp şımarmış, Allah'a ve insanlara
karşı sorumsuzlaşmış, maddi kaynakları, haksız yere elde ettikleri
serveti saçıp savuran sınıfın insanları. Taşkın, zorba önderler,
başkanlar, zalim kesimler. Dünyevi şeref ve iktidar sahibi kimseler.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Limoni
Co-Admin
Limoni


Mesaj Sayısı : 6150
Rep Gücü : 14991
Rep Puanı : 44
Kayıt tarihi : 27/05/09

kuranda geçen arapça kelimeler anlamları Empty
MesajKonu: Geri: kuranda geçen arapça kelimeler anlamları   kuranda geçen arapça kelimeler anlamları Icon_minitimeCuma Ara. 07, 2012 11:19 pm

Nafile: Terim olarak farz kılınana ek olarak yapılan ibadet. Daha fazla ibadet. Hz. Peygamber (s.a.v.)'e özgü ibadet. Atiye.

Nâsuh Tevbe:
Ciddi, kesin, ihlaslı ve makbul tevbe. Kişinin yaptığı suç ve günahtan
kalbinde ciddi ve samimi bir pişmanlık duyup bir daha asla yapmamaya
karar vermesi, hatalardan ve günahlardan dönmeye kesin karar vermek.

Nebî:
Kelime anlamı haberci. Allah'ın emirlerini tebliğ eden ve vahyin
haberlerini getiren kimse, peygamber. Kur'an'da, Allah'tan haber
getirenlerin sonuncusu olan Hz. Muhammed.

Necat:
Sözlük anlamı, çevresinde bulunanlara göre yüksek ve bağlantılı olmayan
yer demektir. Terim anlamı kurtuluş, felah ve esenliktir.

Neces: Pislik, iğrençlik, tiksindiricilik. Kur'an'da, şirk, putlar. Haramlar.

Nefis:
Bir şeyin zatı, kendisi. Ruh. Cins, tür, öz. Öz varlık. Kalp. Şehvet,
arzu ve gazabın başlangıç yeri, yatağı. Vicdan. İnsanda emredici güç,
dinamik.

Nehy: Yasak. Sakınma, şiddetle sakındırma. Terim olarak, Allah'ın haram kıldığı şey.

Nesih: Birbirini izleyen iki şeyden birinin diğerini silmesi, yürürlükten kaldırması. Unutturma. Erteleme. Nakil ve tahvil etme.

Nifak:
Yer altında bulunan lağım, canavar ini, izbe. İki yüzlülük. İçi ve dışı
aynı olmama. Münafık: Rağıb'a göre, canavarın kendi inine girip çıkması
gibi (çünkü bu in karşılıklı iki kapılıdır) münafık da İslam'a bir
kapıdan girip öbüründen çıkan kimsedir. Dışı mü'min, içi kafir olan.

Nikah: Bağ, akid. Evlilik bağı ve akdi. Medeni sözleşme.

Nimet: Yumuşaklık
anlamındaki "nüumet" ile ilgili olan bu kelime, insanın lezzet aldığı
güzel durumlar demektir. Mutluluk duygusu, haz veren şeyler. Allah'tan
bir lütuf ve ihsan. İnsanın bütün geçim, beslenme ve güzellik araçları.
Yaşama güzelliği. Nusret. Ganimet. Şeref, ün. Naim: Nimetlerle
donatılmış. Bir cennet derecesinin adı.

Nur: Işık, aydınlık, ziya. Kur'an'da, Allah'tan gelen hidayet. Kur'an. Hz. Muhammed (s.a.v.).

Nutfe: Bir damla su, meni.

Nüsuk, Mensek, Menasik:
Boğazlanacak hayvan. Hacc'ın işaretleri. Hacc ve Umre'deki kurban. Hacc
ibadeti ve amelleri. Allah'a yaklaştıran her şey, ibadetler. İbadet
yeri ve tarzı. İlkeler. Şeriatlar. Özel şeriat. Yöntem.

Nüşûz:
Sözlükte yükseklik ve tümseklik olup bilinen itaat sınırlarını aşmak
demektir. Ancak bir başka anlamı, eşlerden birinin eşinde cinsel
kıskançlık uyandıracak uygunsuz davranışlarda bulunması, eşine ihanet
eder görüntüler vermesidir. Bu durum hem kadın (Nisa, 34), hem erkek
(Nisa, 128) için de geçerli olduğuna göre, nüşûzu kadının erkeğine itaat
etmemekle sınırlandırmak yanlıştır. Her ikisi de nüşûz edebildiğine
göre, ikisine de uygun müeyyideler öngörülmüştür.

Nüzül: Şölen,
ağırlama töreni ve tarzı. Konaklama. Değerli bir misafire veya üstün
bir kimseye sunulan ikram. Mü'minlerin cennette karşılanmaları.


Öff: Bir tersleme deyimi. Azarlama, usanç ifadesi.

Örf: Bilme,
tanıma, iyilik. Güzel olarak bilinen. İslam'ın temel ilkelerine ve
hükümlerine, her bakımdan tevhide uygun olan teamül. İnsan kuşaklarının
geliştirerek, bozmadan birbirlerine aktardıkları unsurlar. Örf, terim
olarak ve tanım gereği İslam'a uygun olan şeydir. Çirkin örf olmaz,
ancak güzel veya çirkin adet olabilir. Ma'ruf.



Rabb: Terbiye eden,
ihtiyaçları karşılayan, yetiştiren, kefil olan, gözetleyen, koruyan,
etrafında toplanılan, sorumluluk alan, kendisine itaat edilen, sözü
dinlenen; tasarruf, hüküm, yetki sahibi melik ve efendi. Kelime
başkaları için kullanılabildiği halde, gerçek anlamda Rabb'lığa yani
rububiyete yalnızca Allah layıktır.

Rabbaniyun:
Dinde derin bir kavrayışa sahip olanlar. Fakihler, öğreticiler, ilim
ehli bilginler. Terbiyeciler. Helalı ve haramı bilenler ve başkalarına
öğretenler. Yahudi abidleri.

Rahîm:
Esirgeyen, esirgeyici. Rahmeti ahirette yalnızca mü'minlere şamil olan.
Fazlasıyla merhamet edici, verdiği nimetleri yerinde kullananları daha
üstün ve ebedi nimetlerle ödüllendiren. Allah.

Rahman:
Rahmeti her şeyi kuşatmış olan. Rahmeti dünyada bütün yaratılmışları
kuşatan. Sevdiğini sevmediğini ayırmadan bütün yaratılmışları nimetlerle
donatan. Allah.

Rahmet:
Merhamet. Korunmaya, gözetilmeye muhtaç olana ihsanı gerektiren rikkat,
incelik, yumuşaklık. Kur'an'da, Allah'ın yaratılmışlara hayır, nimet,
güzellik ihsan etmesi. Bolluk, nimet, fazl, lütuf.

Rakabe:
Aslı boyun kökü. Boyunduruk, kölelik, esaret. Özgürlüğünü kaybetmiş
kimseler için kullanılır. Rikab: Kölelerin veya esirlerin özgürlüğe
kavuşturulması.

Rasihun:
İlimde derinleşenler. Büyük ve özlü bir kavrayış yeteneğine sahip
olanlar. İnce sezi ve derinlik sahibi yüksek düzeyde bilginler.

Raûf: Şefkatli, şefkati ve ihsanı her şeyi kuşatan. Rahmeti oldukça bol olan. Allah.

Reca: Umut, umud etme. Arzu. Korku. Emel.

Recm:
Taşlama, taşa tutma. Eziyet, işkence, öldürme. Kur'an'da sadece Allah'ın
ve mü'minlerin lanetine uğramış olan Şeytan ve kavimleri tarafından
eziyete uğratılan Allah elçileri için kullanılır.

Recim:
Feil vezninden mercum, yani atılmış, tardedilmiş. Allah'ın rahmetinden
ve koruyuculuğundan kovulmuş, uzaklaştırılmış. Şeytan ve onun izinde
olan.

Resul: Elçi. Allah'tan kendisine risalet verilmiş ve insanlar için Allah tarafından bir elçi olarak gönderilmiş kimse. Peygamber.

Rızık:
Dünyevi ve uhrevi verme. Nasib. Gıda, besin, tabiatın yeraltı ve
yerüstü bütün kaynakları. Hayır. Allah'ın hayat sahibi varlıklara
verdiği ve hayatlarını kendisiyle sürdürdükleri yararlı şeylerin tümü.

Riba: Fazlalık, ilave. Faiz.

Ribat: Atı bağlamaktan, düşmana karşı atını bağlayıp gözetlemede bulunmak, beklemek. Sınır koruyuculuğu; nöbet.

Risalet:
Elçilik. Kur'an'da, Allah'tan Cebrail kanalıyla insanlara iletilmek
üzere peygambere gelen vahy, nübuvvet görevi. Hayat verici ve kurtarıcı
ilim.

Ruhu'l-Kudüs: Tertemiz ruh. Kudsiyet ruhu. Emniyete şayan, mutahhar, mukaddes ruh. Cebrail (a.s.).

Ruhbanlık: Rehbet'ten
rahib'in çoğulu. Izdırap ile korkup çekinme. Manastırlarda ibadet etme.
Büyük bir korku duygusuyla çekilip dünya zevklerini terketme, ibadet
için münzevi bir hayat tarzı sürdürme. Hıristiyanlık dininde din
adamları sınıfı.

Rukû': Tevazu. Kulluk. Namazda bir rükûn.

Rüşd:
Hayra isabet. Hak bir doğrultuda kararlılıkla, tam ve üstün bir isabetle
emin adımlarla gitmek. Hidayet. İman. Doğruluk, doğru yol. Hayır.
Gayy'ın zıddı. Er-Reşid: Doğruya götürücü, yöneltici. Bütün işleri
ezeldeki takdirine göre yürüten, dosdoğru bir nizam ve hikmet üzere
akibetine götüren. Allah.



Sabiî: Çeşitli görüşlere göre, din değiştiren, yıldızlara tapan, meleklere tapan veya Çin ve Hind dinlerine mensub kişi.

Sabır:
Dayanma gücü. Bir kimseyi bir şeyden alıkoymak, nefsi darlık halinde
iken tutmak. Terim olarak, nefsi İslam'ın uygun gördüğü şekilde bir
takım şeylerden tutmak, şehvetlere karşı alıkoymak. Kararlılık, metanet.
Allah yolunda cihad gibi her türlü zorluğa tahammül. İnsanı imtihandan
geçiren musibetler karşısında isyana sapmama. Güçlüklere göğüs germe ve
karşı koyma direnci.

Sadaka: Doğruluktan
gelir. Allah rızası için ihtiyacı olanlara temlik edilmek üzere
çıkarılan mal, vergi. Bunda Allah'a sadakat ve bağlılık olduğundan
sadaka denmiştir.

Sahife, Suhuf: Üzerinde yazı yazılan kağıt, yaprak. Peygamberlere indirilen vahyler. Levh-i Mahfuz'daki nüsha.

Salat:
Uyluk kemiklerinin hareketi. Tebrik, kutluluk. Dua. Hamdetme, tezkiye.
İlahi rahmet, istiğfar. Namaz. Yahudi tapınakları, havralar.

Salih Amel:
Islah eden, düzelten hareket. Salih: Güzel davranışlarda, Allah'ın
rızasına uygun fiillerde bulunan kişi. Salih Amel: Kur'an'da, Allah'ın
indirdiği dine uygun her türlü tutum, yararlı, ıslah edici, düzeltici;
içinde dirlik düzenlik barındırıcı davranış. Farzlar.

Samed:
Bütün ihtiyaçların karşılanıp görülmesinde yalnızca kendisine
başvurulan, tek mercî ve sığınak olan. Sonu, zevali olmayan. Ulular
ulusu. Hiç boşluğu olmayan, asla kendisine nüfuz edilemeyen. Allah.

Sa'y: Çaba harcama, gayret. Emek. Koşmaksızın süratle yürüme. Terim olarak, Hac'da Safa ile Merve arasındaki hızlı yürüyüş.

Sebil: Yol. Sorumluluk. Hidayet.

Secde: Namaz
ve ibadet. Allah'ın huzurunda boynu bükük ve tezellül olma hali. Bütün
canlı ve cansızların Allah'ı tesbih tarzı. Boyun eğme, alnı yere
değdirme, emre amade olma, büyük bir tevazu ile alçalma. Selam, ihtiram,
saygıyla eğilme.

Sefih: Hafif. Düşük akıllı. Servet ve refah içinde sorumsuzca yaşamaktan dolayı azma, şımarma, aklın zaafa uğraması.

Sekine: Güven ve huzur duygusu. Yatışma, sükun. Kalbin mutmain olması. Rahmet. Sebat, kararlılık, vekar.

Selam:
Barış ve esenlik dileği. Teslimiyet. Selamet, güvenlik. Her türlü ayıp
ve noksanlıktan uzak olma hali. Her an ve her türlü selamet, esenlik
dileği. Darü's-Selam: Cennet yurdu. Es-Selam: Her türlü arızadan,
noksanlıktan uzak olan, kullarını bütün tehlikelere karşı koruyan,
selamete çıkaran, cennetteki kullarına selam eden. Allah.

Sevab:
Karşılık. Hayır için de, şer için de (ceza kelimesi gibi) mutlak
karşılık anlamına gelen bir kelime. Fakat çoğunlukla hayır ve güzel
karşılık, üstün ödül, paha biçilmez mükafaat anlamlarında kullanılır.

Sıdk: Doğruluk, mutabakat, muvafakat. Yalanın zıddı.

Sıddîk:
Kendisinde doğruluktan başka bir şey bulunmayan. Musaddık: Doğrulayan.
Sadakat: Bağlılık. Sâdık: Doğru sözlü, güvenilir. Bağlılığından hiç bir
şey eksiltmeyen, kaybetmeyen. Allah'a içten bağlı, ilim öğreten.
İyilikleri kötülüklerinden her zaman çok olan. Muhlis.

Sırat-ı Mustakîm:
Kelime anlamı, geniş cadde, işlek yol. Kur'an'da, dosdoğru olan
Allah'ın yolu. Kendisinde hiç bir çarpıklık olmayan İslam dini. İnsanı
cennete ve ebedi mutluluğa ulaştıran gidiş tarzı.

Sidretü'l-Münteha:
Sınır başını sembolize eden Arabistan kirazı. Yaratılmışların
bilgilerinin tükendiği, ötesine geçemediği son sınır. Meleklerin de,
başkalarının da geçemediği Arşın sağında bir ağaç. Cennet'in uçları.
Ondan ötesi gayb olan.

Sihir:
Büyü. Sebebi gizli olan ince şey. Aldatma, yalan görüntü, illüzyon,
hayal. Şeytana yakınlık, onunla yardımlaşma. Yaldızcılık, şarlatanlık.

Sîret:
İnsanın üzerinde bulunduğu ve sürüp götürdüğü durum, tutum ve kişisel
davranma tarzı. Terim olarak Hz. Peygamber'in irtihaline kadar izlediği
yol.

Sultan: Delil. Belge. Zorlayıcı güç. Burhan. Huccet. Katilin aleyhinde olmak üzere kısas veya diyet. Galebe, üstünlük, istila. Kitap.

Sun'-San'at:
Bir fiilin ortaya konulması. Şuurlu varlıklar için kullanılan bir
kelimedir. Yapma-etme, icat etme, türetme, bir sanatta bulunma, iş
işleme, değişik bir eylemde bulunma anlamlarına gelir.

Sûr: Düdük
veya boru gibi içine üfürülünce ses veren nesne, boynuz. İsrafil'in
üfürdüğü, kalkış, diriliş ve hesap vaktini bildiren boru. Kıyametin
habercisi.

Sûre:
Yüksek rütbe, makam, binada kat ve bir yerleşme merkezinin çevresindeki
sur anlamlarına gelir. Kur'anın 114 bölümünden her biri.

Sünnet:
Yol, gidiş tarzı. Kanun. Geçmiş ümmetlerin başından geçenler,
çöküşlerine yol açan gerçek nedenler, izlenen yöntem. Bir şeyin pratiği.
Genel tarihsel, toplumsal ve kozmik yasalar.



Şahid: Bir hakkın
ispat edilmesinde şehadetine baş vurulan, vereceği habere güvenilip
kendisine müracaat edilen ve kesin delil kabul edilen kimse. Gören,
tanık olan.

Şefaat:
Aracılık, araya girme. Tavassut. Bir kimsenin bir başka kimse hakkında
iyi niyet ve iyi durum konusunda kefil olması, onun hakkında söz
söyleyip affını istemesi. Yakınlaşma, yaklaştırma. Cahiliyede inanılan
şekliyle kul ile Allah arasında aracılık yapma, ahirette kendisine bağlı
olanları Allah'ın azabından kurtarma gücü. Bu anlamda şefaat Kur'an'da
şirk olarak nitelendirilmiştir. Bir başkası için yardımda bulunma,
istekte bulunma. Kuvvetlendirme, hayırda veya şerde ortak olma. Kişinin
bir başkasına hayır veya şer bir doğrultu göstermesi, yol çizmesi,
yöntem tesbit etmesi.

Şehadet: Tanık
olma, olayın geçtiği yerde bulunma. Hazır bulunma. Basiret, müşahede,
gözlem sonucu ve kesin bir bilgiye dayanarak bir durumun ortaya çıkması.
Bilgi. Şehid: Allah yolunda öldürülen kimse. Nâzır, şâhid. Ölümüyle ve
kutlu kanının akmasıyla Allah'ın kendisi için hazırladığı engin
nimetleri ve eşsiz ihsanları hemen müşahede eden, gören kişi.

Şehvet: Arzu, içi çekme. Cinsel istek. İştiha. Arzu ve istek gücü.

Şek: Şüphe, tereddüt, kuşku. Bilgisizliğin ortaya çıkardığı kararsız ve huzursuzluk verici durum.

Şer', Teşri', Şeriat:
Apaçık yol. Bir ırmak veya bir su kaynağından su içmek veya su almak
için girilen, izlenen yol. Terim olarak ilahî yol. Hukuk sistemi. Helal
ve haramlar mecmuası. Din. Kur'anın genel hükümleri ve kuralları.

Şeytan:
Aslı, "baude" anlamında "şetene" kökünden bir kelime. Uzakta kalma,
uzaklaşma. Ateşten yaratılan ve Allah'a isyan eden. Günah ve isyanda
aşırılığa giden. İnsanı tuğyana sürükleyen her şey. Haddi aşan her
azgın. İnsanlardan ve cinlerden (İbn-i Abbas, Ata, Mücahid, Hasan ve
Katade'ye göre) rahmetten kovulmuş her hangi bir azgın. Serkeş, kibirli,
kaypak, yola gelmez olanların hepsine şeytan denir. Allah'ın emrine
sırt çeviren, azan ve azıtan, sapan ve saptıran, sinsice düzenler kuran.
Şeytan'ın Adımları: Şeytan'ın çizdiği, teşvik edip sürüklediği yollar;
şeytanın eserleri, izleri, davranış biçimleri, yaşama tarzı.

Şirk: Allah'a
her hangi bir biçimde ortak koşmak, benzer, eş, denk tutmak. Gerçekte
sadece Allah'ın sahip olduğu özelliklere başkalarının da sahip olduğuna
inanmak. Hükümde, emirde, itaat ve kullukta bir başkasının da pay ve
yetki sahibi olabileceğini öne sürmek. Evrenin yönetiminde Allah'tan
bağımsız güçlerin veya kendi başına kanunların belirleyiciliğine,
Allah'tan başka bir takım insanların veya kurumların da hükümde söz
sahibi olabileceklerine inanmak.

Şûra-Müşavere:
Müşavere ve işaret, arı kovanından bal almak manasından veya satılık
bir atı, sıhhatini ispatlamak için pazarda koşturmaktan türeme. Bir
araya gelip düşünce ve görüş beyan etme, görüşü dışa ve açığa vurma.
Şûra: Toplanıp birbiriyle danışan topluluk.

Şuur: Duyularla idrak etme, akıl erdirme, farkına, ayırdına varma. Birtakım insani güç ve melekelerle bir yere uzanabilme.

Şükür: İyiliği
iyilikle karşılama. Nimetin dile getirilmesi, hakkının verilmesi.
Küfrün zıddı. Eş-Şekûr: Kendi hoşnutluğu için yapılanları fazlasıyla
karşılayan. Allah. İnsan için kullanıldığında, çok şükreden, bütün
gücüyle şükreden, kalbi, dili ve diğer uzuvlarıyla nimetin hakkını
vermeye çabalayan.




Tağut: Put, sanem, şeytan. Allah'ın hükmünü tanımayan her varlık, kişi veya güç. Küfür ve zorbalık yolu.

Tahrif: Bir şeyi bir başkasıyla değiştirme, yerine bile bile sahtesini koyma, batıl ile süsleyip donatma.

Tahvil: Dönüşüm. İç değişiklik. Tebdil, intikal, aktarma.

Takva:
Vikaye mastarından isim. Korumak. Kur'an'da, Ahirette insana zarar
verecek, sonsuz bir azaba yol açacak ve dünyada da sıkıntı, yıkım,
felaket gibi şeylere neden olacak şeylerden sakınmak, korkmak. İmtihanda
duyarlılık. Nefsi her türlü günah ve isyandan, bozulma ve sapmalardan
koruma.

Takvim: Eğri
olanı doğrultmak, bir kıvama, düzene koymak, bir değer biçmek,
değerlendirmek. Maddi ve manevi her tür güzellik. En güzel yaratış
biçimi, suret. Kemal.

Talak: Bir kaydı çözme, salıverme. Nikah bağını çözme. Boşama.

Tashir: Boyun
eğdirme, emir altına alma, yararlanılabilir duruma getirme. Görev
verme, sorumluluk yükleme. Kahretme. Boyunduruk altına alarak işe koşma.
Emre amade kılma. Ram etme. Arzuya uygun, uyumlu hale getirme. Musallat
kılma. Bütün tabiat varlıklarının insanın yararına sunulması, insanın
onları kullanabilecek, onlarla uyum sağlayabilecek bir kıvama
getirilmesi. Kolaylaştırma (Teshil-Tesyir)

Tatavvu': Vacip olmayan fazla, ilave bir itaatte bulunmak. Nafile ile eş anlamlı bir kelimedir.


Tathir: Temizlik ve arınma. Günah, isyan ve şirk pisliklerinden temizlenme. Yıkanma, gusül.

Tavaf: Bir şeyin çevresinde yürümek, dönmek. Terim olarak, hacc ibadetinde Ka'be'nin etrafında dönmek.

Tavır: Aşama, durum. Yaratılışta safha, dönem veya farklılık.

Tayyib: Temiz, hoş, güzel. Kur'an'da, Allah'ın ve Resûlü'nün kendisine izin verdiği şey. Helal. Güzel ameller.

Tazarru': Yalvarma-yakarma. İçten isteme. Dua.

Tebdil: Bir şeyi başka bir şeyle değiştirme. Bir şeyi bir yerden başka bir yere koyma.

Tebliğ:
Ulaştırma, iletme, götürme. Peygamberin Allah'tan aldıkları vahyi
insanlara belli bir yöntem (sünnet) izleyerek duyurmaları, iletmeleri.

Tebşir:
Müjdeleme, müjde verme. Genellikle sevindirici bir sonucu haber vermek
anlamında kullanılırsa da, bazan kötü bir sonucu haber vermek için de
aynı kelime kullanılabilir. Kur'an'da, mü'minlerin dünyada sürdürdükleri
temiz, acılı ve İslami hayatın ebedi karşılığının daha dünyada iken
onlara haber verilmesi, müjdelenmeleri. İnzar'ın zıddı.

Tebyin: Temyiz etme, ayırdetme. Açıklama. Bir müşkülü giderme, bir kapalılığı açma.


Tecessüs:
Cess'ten türeme. Cess, aslında hastalığı anlamak için nabız yoklamak,
el ile yoklamak ve haber araştırmaktır. Dikkat ve titizlikle araştırma.
Gizlilikleri, ayıp ve kusurları, başkalarının mahrem hayatını araştırma.
Casus da bu kökten türeme bir kelimedir.

Tedbir, Tedebbür:
Bir işin iyi ve sıhhatli olması için arkasını, önünü gözeterek takdir
ve idare etmektir. Bütün evreni yönetmek, her işi evirip çevirmek. Tabii
düzenini ayakta tutmak, kanunların işlemesini sağlamak.

Teemmül:
Düşünce dinamiklerinin işler bir duruma getirilmesi. Bir şeyi bütün
incelikleriyle ve unsurları arasındaki bağıntılarını gözden uzak
tutmayarak inceden inceye ve dikkatle düşünme. Kişiyi gaflet uykusundan
uyandıracak düşünme yöntemi.

Tefavüt: Aykırılık, çarpıklık, çelişki, uyumsuzluk, noksanlık.

Tefehhüm: İnsanın kavrama, kavramları anlama yeteneği ve çabası. Fehm, anlama.

Tefekkür: Gereği gibi ve hikmetle düşünme. Zihnî üstün bir çaba harcama, cehd.

Tefsir: Açığa vurmak, örtüyü açmak. Akla yatkın bir şeyi izah etmek, kapalı, toplu bir anlamı açıklamak. Yorum tarzı.

Teheccüd: Gecenin bir bölümünde kalkıp ibadet etmek, namaz kılmak.

Tehlike:
Sonunda büyük zarar, kayıp ve acı olan iş. Kur'an'da, cihadı ve infakı
terketmek suretiyle toplumun karşılaşacağı büyük zararlar, kölelik,
açlık, iç çatışmalar; ahirette de zorlu bir sorgulamaya tâbi tutulma.

Tekasür:
Çokluk, servet, bolluk. Sayı çokluğu. Öğünç ve kibir araçları. Çok
sayıda ayrıntı, teferruat. Kur'an'da, insanın zenginlik ve maddi güç
toplama tutkusuna kapılması veya hayatın asıl ve nihai sorunlarını
unutacak kadar ayrıntı cinsinden şeyler, meseleler ve uğraşılar içinde
kaybolması; üstelik bunu övgü, ayrıcalık ve üstünlük konusu görmesi.

Tekbir: Büyükleme.
Terim olarak, Allah'ı büyükleme. O'nu tazim etme, yüceltme. O'nun
dışında hiç kimseyi, hiç bir varlığı ve gücü büyük kabul etmeme,
reddetme.

Te'lif:
Ülfet ettirmek, alıştırmak, ısındırmak, kaynaştırmak, sevdirmek, bir
araya getirmek, birleştirip dağınıklığı, parçalanmayı gidermek.

Tereddi:
Gerileme, çöküş, düşüş. Terim olarak, kişinin İslam'ın izzet ve
şerefine mensup olduktan sonra geri dönmesi, alçalması. Dejenerasyon.

Tertil:
Aralarında az aralık bulunan düzgün ve uyumlu dişler için kullanıldığı
gibi, sözü düzgün, yavaş yavaş, gerekli araları vererek, güzel telif ve
beyan ile söylemeye de sözün tertili denir. Terim olarak, ayet ayet
ayırma. Açıklama. Belli bir düzen ve kural içinde okuma. Ağır ağır,
harflerini belli ederek okuma.

Tesbih:
Aslı suyun içinde süratle yürümek, yüzmek. Yıldızların kendi
yörüngelerinde akması. Tathir etme, pek temiz tutma. Yüceltme. Terim
olarak, Allah'ı tenzih etme, yüceltme. Deruni bir iç duyarlılık ve tabii
bir halde Allah'a yönelme, O'nu anma.

Tevbe:
Dönmek. Bir şeyi yapmaktan vaz geçmek. En kapsamlı ve en özlü anlamıyla
günahı ve isyanı terktir. Ciddi bir pişmanlık, bir daha günaha dönmemek
üzere kesin bir karar verme ve bunu ısrarla uygulama (Bkz. Nâsuh
Tevbe).

Tevekkül:
Kendi adına bir başkasını vekil kılma. İnsanın gücü dahilinde olan
bütün tedbirleri aldıktan ve yapılması gerekenleri ihmale yer vermeden
yaptıktan sonra, gücünü aşan şeyleri Allah'a bırakması, yalnızca O'na
güvenip dayanması, kendini O'nun koruyuculuğuna terketmesi.

Tevhid: Birleme.
Terim olarak, hiç bir benzer, denk, eş ve ortak koşmaksızın Allah'ın
birliğine katıksız olarak iman etmek. Allah'ı tek yaratıcı, rızık
verici, terbiye edici, tedbir edici, emir ve hüküm koyucu, hesap sorucu
ve karşılık verici olarak bilmek ve kabul etmek. Kullukta Allah'tan
başka hiç bir gücü, hiç bir şahsı, hiç bir kurum ve nesneyi pay sahibi
kılmamak.

Te'vil:
Yorum, insanın istek ve tutkularına uygun düşen çarpık tefsir ve
açıklama tarzı. Veya bir şeyi aslına döndürmek, söz veya fiil halinde
asıl amacına ulaştırmak. Açıklama biçimi. Bir ihbarın gerçekleşmesi.
Kur'an'ın va'dettiklerinin sonucu.

Tevrat: Kelime
anlamı şeriat ve hak demek olan Tevrat, Allah'tan Hz. Musa'ya indirilen
kitaptır. İbranice olarak indirilen bu kutsal kitap sonraları Yahudi
bilginlerince tahrif edilmiştir. Bugün aslı mevcut değildir.

Teyemmüm: Suyun bulunmadığı yerde veya bulunup da kesin zaruret sonucu kullanılamadığı zamanlarda su yerine temiz toprakla abdest almak.

Tezkiye: Tezekki, temizlenmek demektir. Halis, arı, pâk olmak. Aydınlanmak, nemalanmak.

Tilavet: Takip
etme, izleme, bir şeyin arkasına düşme. Okuma, aktarma, uyma, tabi
olma. Terim olarak tilavet, Allah'ın indirilmiş kitaplarına uyma, onları
okuma ve anlama. Okumadan daha kapsamlı bir terim olarak ilim ve amel
anlamlarına da gelir.

Tûba: Habeş veya Hind dillerinde cennet. Cennette bir ağaç. Mis gibi hoş kokulu ve güzel, çarpıcı. Kutluluk, mutluluk, güzellik.



Taşkınlık. Küstahlık
yaparak sınırı aşmak, haddi çiğnemek. Azgınlık, şaşkınlık. Küfürde
inatçı ve saldırgan tutum. Zorbalık, haksız tahakküm, baskı. Allah'ın
dışında her neye olursa olsun kullukta bulunmak tuğyan, kullukta
bulunulan şey de tağuttur.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Limoni
Co-Admin
Limoni


Mesaj Sayısı : 6150
Rep Gücü : 14991
Rep Puanı : 44
Kayıt tarihi : 27/05/09

kuranda geçen arapça kelimeler anlamları Empty
MesajKonu: Geri: kuranda geçen arapça kelimeler anlamları   kuranda geçen arapça kelimeler anlamları Icon_minitimeCuma Ara. 07, 2012 11:21 pm

Ulu'l-Azm:
Sebat ve sabır ehli. Üstün kararlılık sahipleri. Hz. Nuh, Hz. İbrahim,
Hz. Musa, Hz. İsa (a.s.) ve Hz. Muhammed (s.a.v.) için kullanılır.

Ulu'l-Emr: Emir ve yetki sahipleri. Müslümanlardan olan yöneticiler. Veliyyü'l-Emr. Bilginler.

Uli'l-Erham: Yakınlar, aralarında sıhri bağ olan, her zaman gözetilmeleri, korunmaları gereken yakın akrabalar.

Uli'l-Erham: Kitabın anası. Levh-i Mahfuz. Ezeli ilim.

Ummü'l-Kura: Şehirlerin anası. İlk Ev (Ka'be'nin) çevresinde kurulan ilk şehir. Mekke.

Umre: Sözlük
anlamı ziyaret. Terim olarak, farz olan Hacc'ın zamanından başka bir
zamanda Ka'be'yi ziyaret etmektir ki ihram, tavaf, sa'y, halk ve
taksirden ibarettir.

Uzeyr: Yahudilerin Allah'a oğul olarak isnad ettikleri kişi. Bir görüşe göre bir peygamber veya salih bir insan.

Uzza: Cahiliyede bir put ismi.




Ücret:
Dünyevi karşılık. Bir işin yapılmasına veya harcanan bir emeğe karşı
verilmesi gereken hak. Kur'an'da, kadının evlilik sırasında almaya hak
sahibi olduğu şey, mehir.

Ümmet:
Bir zaman içinde, bir mekan üzerinde, bir din etrafında veya bir
peygamber arkasında toplanmış, birbirleriyle tutarlı ve uyumlu insan
topluluğu. Cemaat. İnsan dışındaki varlıklar için de kullanılabilir. Tek
başına bir mü'min, Hz. İbrahim. Millet, İslam. Din. Yol.

Ümmî:
Anadan doğduğu gibi. Okuma yazması olmayan. Yabancı kültürlerden, etkili
dış şartlardan etkilenmemiş. Kur'an'da, kitap ehli olmayan. Mekke
müşrikleri.

Üsve: Örnek. Arkasından gidilmesi, takip edilmesi, kendisine uyulması; taklid edilmesi gereken timsal. Hz. Peygamber.



Va'd: Bir
işin sonucunu yer ve zaman göstererek bildirme, haber verme. Kur'an'da,
Allah'ın helak ve azabla uyarıp korkutması. Ölümden sonra diriliş, haşr
ve hesap günü. Vaid: Bir işin kötü sonucunu, bir şerri haber verme.

Vahy:
Büyük bir sürat ve bir gizlilik içinde verilen işaret, remiz. Fısıltı,
ilka. Risalet. Allah'tan peygambere dini iletme tarzı. İlham. Cebrail'in
peygambere haber getirmesi.

Vakıa: Olay, gerçek, olgu. Kur'an'da, gerçekleşmesi kesin olan Kıyamet. Vuku': Düşüş. Başa gelen, çatan büyük iş.

Vasiyet:
Tavsiye anlamında söz. Bir kimsenin hayatında, ölümü veya yokluğunda
başkalarından bir şey yapmalarını istemesi. Ismarlama. Kendi malına
başkasını malik kılma. Emir. Farz. Gerisi için tavsiyede bulunma.
Ailesinin ve malının yararına başkalarını tasarruf sahibi kılma.

Vaz':
Yerine koyma, kılma, ikame etme. İcad etme, yaratma. Bırakma, doğurma.
İskat etme, uydurma ve iftira. Bir şeyi vaz'etme, ilkesini koyma,
yapılması için kural tesbit etme.

Vecih: Büyük ün ve üstün şeref sahibi kimse. Güçlü ve saygın. Yeri, makamı ve değeri yüksek tutulan.

Vekil:
Koruyucu, işleri üstüne alan, karşılık veren. Veli. Rakîb. İşlerin
kendisine havale edildiği kimse. Ruh. Kendisine havale edilen işleri
düzeltip herkesin yapabileceğinden daha iyisini yapan. Allah.

Velayet: Hüküm sahipliği. İşlerin yürütücülük makamı. Ümmetin meşru önderliği, yönetim mekanizması.



Yakîn: Gerçeğe ve
vakıaya uygun ve hiç bir şüphe ile aksi düşünülmesi mümkün olmayan kesin
bilgi, inanç, ilim. Her türlü kuşkunun ötesinde apaçık olan şey.
Kur'anın bildirdiklerini hiç şüphesiz olarak görmeyi sağladığı için
ölüm.

Ye'cüc ve Me'cüc: Tefsir kaynaklarına göre Hz. Nuh'un oğlu Yasef'in soyundan gelme iki kabile ismi.

Yemin: Sağ yan. Sağ. Zorlu yakalama; güç ve kudret. Hak. Bkz. Meymene.

Yemîn:
Kuvvet ve sağlamlık sembolü olan sağ el'den gelir. Bir sözü Allah'ın
ismini özel bir amaçla anarak güçlendirmek, yani yemin etmek. And,
kasem.


Za'f: Güç ve kuvvetin
zıddı. Zayıflık. Ruhi, akli ve bedeni güçsüzlük. İnsanın zayıf
yaratılması, çeşitli ihtiyaçlarını karşılamaksızın yaşayamaması şeklinde
açıklanmıştır.

Zakkum: Tihame'de
biten küçük yapraklı, tadı acı ve kokusu oldukça kötü bir ağaç.
Kur'an'da, cehennem tasvirlerinde geçen zehirli ve acı bir ağaç.

Zan:
Kesin bilgiye dayanmayan şey. Vehim ve kuruntu. Gerçek olarak bilinen,
fakat aslında gerçek olmayan şey. Yanlış bilgi veya tahmin.

Zebani: Cehennemde bulunan azab melekleri.

Zebur:
Kelime anlamı büyük demir parçası. İçinde öğüt, hikmet ve hüküm bulunan
kitap. Şeriatler ve yükümlülükler kitabı. Hamd, övgü ve öğüt kitabı.
Hz. Davud (a.s.)'a indirilmiş kitap.

Zekat:
Tezkiye ile aynı kökten gelir. Kötülükten, pislikten arınma, bir güzel
temizlenme. Tathir. Maddi gücü yetenlerin yoksul olanlara devretmek
zorunda oldukları mali değer. Fakirlere verilmesi gerekli olan Allah'a
ait bir hak. Devlet vergisi. Artma, artış. Allah'tan bir bereket olarak
verim ve gelişme. İslam'ın temel şartlarından, ana esaslarından biri.

Zelle:
Ayağın bir amaç olmaksızın yürümesi veya istemeyerek kayması. Yanılma,
unutma veya yanlışlık eseri yapılan istenmeyen şey, hata.

Zıhar:
Cahiliye'de erkeğin, karısını, 'Sen artık bana annem gibisin' türü bir
yeminle kendi kendisine yasaklaması. Kadının boşanmış sayılmadığı fakat
ebedi terkini gerektiren bu katı hükmü İslam kefaret cezasıyla ıslah
etmiş ve kadınların evlilik haklarını teminat altına almıştır.

Zikir: Anma, hatırlama. Öğüt. Düşünme. Öğünç, üstün şeref. Kur'an'da, Levh-i Mahfuz. Kur'an-ı Kerim.

Zulüm:
Karanlık. Bir şeyi olması gerekenin dışında bir yere koyma. Haksızlık.
İncitme, can yakma. Adaletin zıddı. Kur'an'da, küfür ve şirk. Cehalet,
nankörlük, günahların iyiliklerden oldukça fazla olma durumu. Toplumsal
baskı, tiranlık. Meşru sınırları ve hakları çiğneme, yok sayma. Zalum:
Çok zalim, haksızlığa çok eğilimli. Allah'a ve kullara karşı
sorumluluklarını gereği gibi yerine getirmeyen, kendine yazık eden.

Zulumat: Nurun ve aydınlığın zıddı. Zulmet. Kur'an'da, cehalet, şirk ve fısk içinde yaşama tarzı. Katmerlenmiş iç ve dış karanlık.

Zur: Zor. Batıl, yalan ve çirkin. Aslı astarı olmayan, gerçeğe dayanmayan ifade ve açıklama. Yalan şahidlik.

Zühd: Az şey. Bir şeye değer vermeme. Dünya güzelliklerini ve çekiciliğini önemsememe.

Zürriyet: Soy, nesil. Çocuklar. Zayıf kimseler. Neslin devamı.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
kuranda geçen arapça kelimeler anlamları
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» Kur’an-ı Kerim’de geçen Allah’ın (cc) isimleri ve anlamları
» Kuranda Adı Geçen Hayvanlar Ve Ayetler
» 4 büyük meleğin adı kuranda geçiyormu Kurân'da ismi geçen melekler şunlardır:
» Dini Sözlük Kelimeler Ve Açıklamaları
» Sure Adlarının anlamları

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
KUTLU FORUM :: İslami ilimler ve dini kültür :: Kuran-Tefsir-
Buraya geçin: