1. Fakirlik İftihanmdır Hadisi
http://www.ilimdunyasi.com/sufilerin-hadis-anlayisi/nebevi-hadisler/?wap2
Dünya, insanların ayaklarını kaydırmak suretiyle onları Hak'tan uzaklaştıran bir kavramı temsil etmektedir. Bundan dolayı dünyayı sevmek bütün hataların başı sayılmış, ona buğzetmek de taâtların anası ve Allah'a yakınlığın esası olarak kabul edilmiştir. Zira, kurtuluşa ulaşmanın selamete kavuşmanın yegane yolu budur. Kurtuluş ümidi dünyadan ayrılıp uzaklaşmaya bağlıdır. Fakat bu uzaklaşma ya dünyayı kuldan uzaklaştırmakla olur ki buna fakr, [1257] veya insanı dünyadan uzaklaştırmakla olur ki buna da zühd denir. [1258]
Konu ile ilgili pek çok âyet [1259] ve hadislerin mevcudiyeti, hadis kaynaklarında müstakil bölümler açılmasına sebep olmuş, [1260] özellikle de tasavvufta fakrın bir makam olarak değerlendirilip ölçülerinin konulmasına yol açmıştır. [1261] Tasavvuf kitaplarında fakrın mutlak surette zenginlikten efdal ve üstün olduğundan bahsedilir. Hucvirî (Ö.465/1Û72), Yahya b. Muaz er-Razî, Ahmed b. Ebi'UHavarî, Haris el-Muhasibî, Ebû Abbas b. Ata, Rüveym, Ebü'l-Hasen b. Şem'ûn, Ebû Saîd Fazlullah b. Mihenî gibi sûfilerin gınayı fakrdan üstün tuttuklarını nakletmekle birlikte, "Bütün şeyhler ve halkın pek çoğu da fakrı gınaya üstün tutarlar. Çünkü Kur'an ue hadis onun üstünlüğünü anlatır. Ümmetin ekseriyeti bu hususta İttifak etmişlerdir" diyerek bu konuda bir tercih yapar.[1262]. Gazâlî (Ö.505/1111), "Mutlak Surette Fakrın Fazileti" başlığıyla tercihini fakrdan tarafa koyar. [1263] İbnu'l-Kayyım da (0.751/ 1350) "Bu menzile (fakr) sûfilere göre tasavvuf yolunun en şerefli, en üstün ve en yüce menzillerindendir. Bilakis her menzilin ruhu, sırrı, özü ve gayesidir" demek suretiyle şahsî kanaatini fakrın lehinde kullanır. [1264]
Fakrın faziletiyle alâkalı Hz. Peygamber (s.a.)'in bir çok beyânları bulunmaktadır. Bu hadislerden bazıları şöyledir: "Ümmetimin yoksulları, zenginlerden beşyüz yıl önce Cennet'e gireceklerdir. [1265] "Müminin dünyadaki hediyesi yoksulluktur. [1266] "Allah Teâlâ bir kulunu sevdiği vakit onu bela ile ibtila ve imtihan eder. Sevgisi son haddine vardığı vakit aile, mal, evlat diye kendisinde hiç bir şey bırakmaz [1267]"Allahım! Beni miskin yaşat, miskin öldür ue miskinler zümresinde hasret. [1268] "Cennet'e muttali oldum, (kapısında durdum) halkının çoğunu fakirler olarak gördüm. [1269] ''Allah bir kulunu sevdi mi sizden birisinin hastasını sudan koruduğu gibi onu da dünyadan korur [1270] Bütün bu rivayetlere rağmen her nedense hadisçilere göre üzerinden bir türlü sis perdesinin kalkmadığı "el-Fakru fahrî: Fakirlik iftiharımdtr" hadisi, sûfiler nazarında büyük bir hüsn-i kabul görmüştür. Bundan dolayıdır ki Bursevî, bu hadisi eserlerinde fakirliğin faziletinden bahsettiği yerlerde merfû hadis olarak kullanmış, şerh ve İzahlarda bulunmuştur. Bununla birlikte hadisteki İhtilaflara işaret eden tespitleri de vardır. Bu tespitleri şöylece sıralayabiliriz:
Hadisin lafzında ihtilaf olunmuştur. Velâkin mânası sahihtir. [1271] "Ehl-İ hadis, hadise ta'netmişlerdir. Fakat mânası sahihtir. [1272] "Bu kelâm gerçi inde'l-huffaz sabit değildir. Velâkin İnde ehlillah mazmunu sahihtir. Zira fakrdan murad zühd ve terk-i dünya ve mâsiuâ ve tehalli anilvücûdi'l-fanidir. Bu ise memdûh nesnedir ki erbâb-ı hakikat yanında a'lây-ı kemâlâttır.[1273]
"Bazı huffaz bu hadisin mevzûiyyetine zâhib olmuşlardır. Velâkin kibâr-ı mütekaddimîn ue müteahhirinden niceler bu makaleyi Fahr-ı Âlem (s.a.)'e nispet etmişlerdir. Binaen alâ hazâ, hâlen beyne'n-nâs hadis olmak üzere
şayidir. [1274]
el-Fakru fahrî kelâmı indel-huffaz mevzudur. Velâkin erbâb-ı hâl lisanında hadis-i sahih olmak üzere dâir olduğundan mâada tasniflerinde dahi resm-i hadis üzere Fahr-ı Âlem (a.s.)'a mensuptur. [1275]
Bursevfnİn bizzat kendi sözlerinden yaptığımız bu nakiller hadis üzerinde ihtilaf bulunduğunu göstermektedir. Nitekim İbn Hacer (ö.852/1448), Sehâvî (Ö.902/1496) ve Aliyyü'1-Karî (ö. 1014/1605) gibi muhaddisler hadisin bâtıl ve uydurma" olduğunu söylemişler, diğer hadisçiler de onların bu görüşlerine muvafakat göstermişlerdir.[1276] Ne var ki sûfiler, hadisin mevzu olduğuna pek taraftar değildir. Onlara göre en azından hadis diğer sahih hadislerle tezat teşkil etmemektedir. Meseleye bu açıdan bakan Bursevî çözüm için şöyle bir teklif getirmektedir:
Bu fakirin fehm ittiği budur ki, erbâb-ı kâl lafza ve ashâb-ı hâl mânaya nazırlardır. Kelam-ı mezkûrun ise mânası sahihtir. Zira Fahr-ı âlem (s.a.) bir hadis-i müttefekun aleyhde buyurur:
Allahümme ağninî bi'1-iftikari ileyk: Allah'ım sana muhtaç olmakla beni zenginleştir. [1277] Nitekim Aliyyü'1-Karî de "mevzu, uydurma [1278] dediği bu "el-Fakru fahrî" hadisi için Şifâ şerhinde daha müsamahalı bir tavır takınmıştır. "el-Aczü fahrî ve'z-zühdü hırfctî: Acz övüncüm, zühd de mesleğimdir [1279] şeklinde hadis olarak nakledilen ibareyi açıklarken şunları söylemiştir:
Resûl-i Ekrem (s.a.), ubudiyet mertebesinde acziyetini ifade ederek, rububiyetin kudret ve kuvvetine muhtaç olduğunu belirtmek suretiyle iftihar etmiştir. Nitekim Kur'an'da "Allah zengindir, siz ise fakirsiniz [1280] buyurulmuştur. Her ne kadar İbn Teymiyye, İbn Hacer gibi âlimler "el-Fakru fahrî" hadisinin mevzu olduğunu söyleseler de hadisteki "el-Aczü fahrî" cümlesindeki "el-Aczü" kelimesi başka nüshalarda yer alan "el-Fakru" kelimesinin yerine zikredilmiş olmalıdır. Bu hadisin uydurma olduğu ancak isnadı açısından söylenebilir. Aksi takdirde hadisin muhtevası Kur'an'a uygundur. Ya da bu ibareye yakın mânaların değişik zamanlarda Resulullah (s.a.)'den işitilmiş ve daha sonra Hz. Ali tarafından mevkuf olarak ifade e-dilmiş olması da mümkündür, [1281] Nedendir bilinmez ama Kadı Iyâz (Ö.544/İİ49) gibi hadis ve hadis ilimlerinde söz sahibi bir muhaddis bile, kaynağı tam olarak belli olmayan bir hadisi eserine almakta bir sakınca görmemektedir. Hadislerin isnadları konusunda ilke olarak son derece titiz davranmaya çalışan muhaddislerin, bu ilkelerine zaman zaman bağlı kalamadıkları gözden kaçmamaktadır. Hadislerin isnadları konusunda hadisçiler tarafından gösterilen bu sınırlı müsamaha, başkaları tarafından sınırları daha da genişletilerek hadislerin Kur'an ve sünnete uygunluğunun yeterli olması noktasına kadar vardırılmaktadir. Meseleye bu açıdan bakıldığında, Islâmın özüne ters düşmeyen her çeşit hadisin yaygınlaşması durumu ortaya çıkar ki, böyle bir anlayışın hadis ilimlerine büyük bir darbe vuracağı gayet açıktır.
Tekrar hadisin şerhine dönecek olursak Bursevî'nin de ifade ettiği gibi Peygamber (s.a.)'in fakirliği sevdiğini, mütevazi bir kul olarak yaşamayı yeğlediğini gösteren başka rivayetler de vardır. Meselâ bir hadiste Resûl-i Ekrem (s.a):
"Allah'ım! Beni miskin olarak yaşat, miskin olarak öldür ve benî miskinler zümresi içinde hasret! [1282]buyurmuştur. Binaenaleyh şüpheli görülen bazı hadisler eğer diğer sahih hadislerle mâna yönünden takviye edilirse böyle hadisler güç kazanır. Buna istinaden Bursevî, hadisi kendi üslûbu İçinde izah etmeye çalışmıştır. Ona göre hadis şöyle açıklanabilir: Fakr hali ikiye ayrılır:
Fakr-ı sûrî, yani maddi fakr ki, insanın muhtaç olduğu şeyleri bulamaması demektir.
Fakr-ı hakîkî, buna manevi fakr da denilir. Üç çeşittir:
a. Ancak halka muhtaç olmaktır. Nitekim "Fakirlik, her iki dünyada yüz karalığıdır [1283] hadisi bunu ifade eder.
b. Hakk'a ve halka muhtaç olmaktır. "Neredeyse fakirlik küfür olacaktı [1284] hadisinde buna işaret vardır. Bu ikisi mezmûmdur, her kimin gönlünde bu meyil varsa o bedhahtır.
c. Ancak Hak Teâlâ'ya muhtaç olmaktır. 'Fakirlik iftiharımdır" buna işaret eder. Bu ise memdûhtur, Allah ve insanlar yanında mahmûddur.
Evet, Resûl-i Ekrem (s.a.) göklerin ve yerlerin hazinelerine mâlik ve iksirin ilmine kadir iken fakirliği ihtiyar etmesinin bir takım sebepleri vardır:
1. Eğer Resulullah (s.a.) zengin olsaydı ona tâbi olan halk dünyaya rağbet eder, dünyayı isterlerdi. Bundan dolayı bazı pirân-ı tarikat meclislerine katılanların dünyajle ilgilenmelerine müsâade etmemişlerdir.
2. Resûl-i Ekrem, fakirlerin kalplerine bakarak fakrı seçti. Tâ ki zenginler mallarıyla müteselli oldukları gibi onlar da Resûl-i Ekrem'in haline bakıp teselli bulsunlar. Bundan anlaşıldığına göre Resûl-i Ekrem'in gerçekte ihtiyacı yoktu. Zira göklerin ve yerin hazine anahtarları elinde idi. Fakat o bir gün aç bir gün tok olmayı arzu etti.
Eğer bir kimse Resûl-i Ekrem (s.a.)'e fakir idi dese şiddetle tazir olunur. Bunu tahkir ile söylerse belki kafir olur. Rahman ismine mazhar olan nasıl fakir olur? Açlıktan karınlarına taş bağlamaları zaruretten değil kendi istekleriyle İdi.
3. Dünya Allah katında hor ve zelil olduğundan zenginliği ihtiyar etmedi. Allah Teâlâ'nm fakire mal-mülk vermesi kafirin izzetine delâlet etmediği gibi mümine vermemesi de müminin zilletine delâlet etmez.
4. Son derece cömert olmasından dolayı dünyayı başkalarına saçtı, dağıttı. O, yalnız Hak'la başbaşa kalmayı arzuladı. Nitekim "Bütün varlığınla
O'na yöne/",[1285] Allah del Sonra bırak onları [1286] ve benzeri âyetler buna delâlet eder.
5. Resûl-i Ekrem, cennet-i âcilede idi. Nitekim "Ben Rabbimin katında gecelerim. O, beni yedirir, içirir [1287] buyurmuştur. Evet, dünyada olmayan dünyayı neyler? Zira dünyadan hâriçtir. Onun için dünyayı başkalarına nispet etti. "Dünyanızdan bana üç şey sevdirildi. Güzel koku, kadınlar ue gözümün nuru namaz [1288] buyurdu.
6. Fâni fillah ve baki billah Hak ise dünyadan ve gıdadan beridir. Cenâb-ı Nübüvvetin gıdalanması beşeriyet ahkamına uymak içindir. Yoksa gıdaya ihtiyacı olduğundan değildir. Nitekim İdris (a.s.) ondan efdal değil iken on altı sene yemek yemedi, su içmedi, uyku uyumadı. Bazı meczublar da senelerce iftar etmeyip ahirete oruçlu olarak gittiler. Buna göre Efdalu'l-Kâinat (s.a.)'in hâli kıyas olunmalıdır. [1289]
7. Fakr-ı hakikiyi fakr-ı surî ile tatbiktir. Nitekim hadiste, "Düm ale't-taharati yüvessa' aleyke'r-rızk: Temizliğe devam etki rızkın boilaşsm [1290] denilmiştir. Bu hitab ile ilk muhatab olan sahabedir. Onların taharet-i zahire ve bâtmeleri devamlı iken zahirde darlık içinde yaşamaları kendi kemailerin-dendir ki zahirlerini ihtiyarlarıyla bâtınlarına tatbik ermişlerdir. Burada fakr-ı hakîkiden murad mâsivadan hâli olmaktır. Kalp, masivadan hâli olunca kalıp da mâsivadan uzak olur. [1291] Ashab-ı kiram içinde bazılarının zengin olması, zenginliğe uygun yaşayış seviyelerinin bulunması genele teşmil edilemez. Zira onların zühd ve fakr hallerini anlatan rivayetler bunu göstermektedir. Onların gösterişi sevmeyen, görünüşe önem vermeyen hayat hikayeleri bu gerçeği açıkça ispat eder. Bu rivayetlerden bazılarına kısaca işaret edeceğiz:
Hz. Ebû Bekir vefat ettiği zaman ne bir dinar ne de bir dirhemi vardı. Halife olmadan önceki servetini de Beytü'l-mâl'e hibe etmişti. [1292] Hz. Ömer'e halifeliği döneminde daha güzel elbise ve daha lezzetli yemek yemesini tavsiye edenlere, Resul-i Ekrem (s.a.)'in çektiği sıkıntılara ortak olmak istediğini söyleyerek bu teklifi kabul etmemişti.[1293] Yine halifeliği zamanında üzerinde on iki yaması bulunan bir elbise ile hutbe okur, [1294] üstüste üç yamalı bir elbise ile dolaşırdı. [1295] Osman (r.a.), hilafeti döneminde halka lezzetli yemekler yedirir, fakat evde kendisi sirke ve zeytinyağ ile yetinirdi.[1296] Hz. Ali de aynı yoldaydı. Bir defasında önüne tatlı getirilmiş, tatlıyı önüne alarak "Senin kokun hoş, tadm ve rengin de güzeldir. Fakat ben midemi şimdiye kadar ahşık olmadığı bir şeye alıştırmak istemem" demiş ve ondan yememiştir. [1297] Biz burada dört halifeyi ele alarak bazı örnekler vermeye çalıştık. Bu konuda daha başka rivayetler de vardır. [1298]
Bursevî'ye göre kişinin zahir ve bâtınında halka ihtiyaç eserinin olmaması hakiki bir iftihardır ki işte gerçek zenginlik budur. Nitekim Vâsıtî (Ö.320/932), [1299] "Fakir, Allah'a muhtaç olmaz" demiştir. Bu sözün mânası fakr-ı hakîkî ile fakir olan kimse Hakk'ın zenginliğiyle zengin olup ihtiyaç hali ondan uzaklaşır, demektir. Yoksa zahirinden anlaşıldığı gibi değildir. Zira bu nokta ayakların kaydığı yerlerden, mezâlik-i akdâmdandır. Meselâ bir hazinedar ki padişahın bütün mallan onun elinde ve tasarrufunda olsa, padişahın zenginliğiyle zengin olup padişah hükmünde olur. Kişinin kendisine muhtaç olması muhal olduğu gibi onun dahi kimseye ihtiyacı kalmaz. Bu aziz mâna ise fenafillaha ayak basıp farzlarla Allah'a yaklaşanların halidir. Bu devlete eren bununla her ne kadar övünse yeridir. Zira bu en yüksek kemal derecelerindendir. [1300]
Bursevî, yukarıda anlatılanlarla İlgili olarak Şeyhi Osman Fazlı (0.1102/ 1691)'nm bazan kendisine şöyle dediğini haber vermektedir:
"Ey Hakkı! Öyle bir fakr ile fakir ol ki, o her fakrın aslıdır. Onun ise bir aslı yoktur. Eğer böyle yaparsan öyle bir zenginlikle zengin olursun ki o her zenginliğin aslıdır. Onun ise bir aslı yoktur. Arif fakire herşey muhtaçtır. O ise hiçbir şeye muhtaç değildir. Zira her şey onun yanındadır. Var olan kaybolmaz, hazır olan İstenmez ue onda iktisat da edilmez. [1301]
Sonuç olarak diyebiliriz ki, "el-Fahru fahrî ve bihi eftehir: Fakirlik iftihartmdır. Onunla iftihar ederim" hadisinin tespiti hususunda Bursevî'nin şu ölçüleri kullandığını görmekteyiz:
Mânasının ehlullaha göre sahih olması,
Kibar-ı mütekaddimin ve müteahhirinden nice âlimlerin bunu Peygamber (s.a.)'e nispet etmeleri.
Erbâb-ı hâl lisânında sahih hadis olması. [1302]
Bursevî tarafından hadisin tespitiyle ilgili olarak öne sürülen bu fikirlere Kadı Iyâz (Ö.544/1149) ile AIİyyü'1-Karî (ö.l014/1605)'nin de katıldığını söyleyebiliriz. Zira hadis kitaplarında herhangi bir isnadı bulunmamakla birlikte Kadı Iyâz'm bu hadisi Şifâ'sına aldığını, Şifâ sarihi Aliyyü'l-Karî'nin de bu hadisin sahih olduğuna meylederek Kadı Iyâz'ı savunduğunu yukarıda bizzat kendi eserlerinden nakletmiştik. Karî'nİn oradaki açıklamaları tıpkı Bursevî-nin Hz. Ali için kullandığı, "Vâris-i ekmelin lafzına itina hadistir [1303] görüşüne benzemektedir. Dolayısıyla hadisin tespiti konusunda Kadı Iyâz ile Aliyyü'l-Karî'nin Bursevî'ye yakın bir pnlayış içinde bulunduklarını, hadisin şerhi hususunda yaptıkları izahlarla bu hadisin muhtevasının Kur'an ve sünnete uygun olduğu noktasında hem fikir olduklarını ifade edebiliriz.
"Fakirlik İftİharımdır" hadisi gibi muhaddislerle mutasavvıflar arasında ihtilaf konusu olan hadislerden bir diğeri de şeyhle ilgili hadistir.
[1257] Ebû Saîd Ebü'1-Hayr adındaki sûfi fakrı; "Fakr, Allah ile gani olmaktır" şeklinde tarif ederken, (Hucvirî, s. Î03), İbnü'l-Kayyım sûfilerin fakr kelimesiyle, "Ubudiyetin gerçekleşmesi ve her halde Allah Teâlâ'ya muhtaç olunduğunun bilinmesi" mânasını kastettiklerini söyler. Medâricü's-salikîn, II, 457.
[1258] Gazâlî, IV, 190.
[1259] Bakara (2), 268, 271, 273; Tevbe (9), 61; Hac (22), 28; Fâür (35), 15; Muhammed (47), 38; Haşr (59), 8.
[1260] Hadis edebiyatında kitabü'r-rikâk ve kitabü'z-zühd gjbİ başlıklar altında bu tür hadislere ait örnekler vardır, bk, Buharî, rikak; Müslim, zühd; Tirmizî, zühd; İbn Mâce, zühd; Dârimî, 2ühd.
[1261] Gazâlî'nin, İhyâ'sında fakr ve zühd (IV, 189-243) birlikte işlenmiş'Hucvirî'nin Keşfu'l-mahcûb'unda (s. 99-110) fakrdan bahsedilmiş, Kuşeyrî'nin Risâle'sinde ve İbnu'l-Kayyım'ın Medâric'inde önce zühd sonra fakr zikredilmiştir. Risale, s. 93-96; 209-216; Medâric, II, 9-20; II, 456-468. bk. Serrac, s.46-48; Gülabâdî, Taarruf, s. 144-146.
[1262] Keşfu't-mahcûb, s. 104.
[1263]İhya, IV, 193.
[1264] Medâric, 11,456.
[1265] Tirmizî, zühd 37; İbn Mâce, zühd 6; Müsned, II, 343.
[1266] Irakî, IV, 195.
[1267] Irakî, IV, 195.
[1268] Tirmizî, zühd 37; Beyhakî, Sünen, VII, 12.
[1269] Buhârî, rikak 51; Müslim, zikr 26.
[1270] Tirmizî, tıb 1; Hâkim, Müstedrek, IV, 207; Heysemî, Meoaridü'z-zam'an, s. 612.
[1271] Ferah, II, 78.
[1272] Rûh, IX, 432.
[1273]Şerh-i Pend, s. 605.
[1274] Ferah, 1,133. Mevlânâ'ya göre bu hadistir. Diuân-ı Kebir, II, 423, III, 82, 446, V, 293.
[1275]Ferah, II, 85.
[1276] Sehâvî, s. 300; Karî, s. 128; Aclûnî, II, 113.
[1277] Ferah, II, 85; Makâlât, vr. 266, Kitabü'n-Netice, II, 34 135, 229. Bursevî'nin müttefekun aleyh dediği bu hadis kaynaklarda bulunamamıştır.
[1278] Karî, s. 128.
[1279] Karî, Şerhu'ş-Şifâ, I, 319.
[1280] Muhammed (47), 38
[1281] Karî, Şerhu'ş-ŞifÖ, I, 319.
[1282] Tirmizî, zühd 37; İbn Mâce, zühd 7; Münâvî, II, 152.
[1283] Sağan?, bu hadisin mevzu olduğunu söylemiştir. Aclûnî, II, 113; bk. Kitabü'n-Netice, il, 53.
[1284] Ebû Nuaym, Hilye'de Beyhakî, Şuab'da, Taberânî, Evsafta Enes (r.a.)'den rivayet etmişlerdir. Hadisin bütün tarikleri zayıf olmakla birlikte benzer mânada sahih hadisler vardır. Gazâlî, III, 187; Münâvî, IV, 542; Aclûnî, II, 141.
[1285] Müzemmİl (73), 8.
[1286] En'âm{6),91.
[1287] Buhârî, savm 20, 48, 49; Müslim, siyam 57-58; Muvatta, siyam 58; Müsned, III, 8, VI, 126.
[1288] Nesâî, işretü'n-nisâ 1; Müsned, III, 128,199, 285.
[1289] Kitabü'n-Netice, I, 98.
[1290] Müttekî, Kenzü'i-ummâl, XVI, 128.
[1291] Kitabü'n-Netice, 11, 404-405; Ferah, II, 85.
[1292]İbnHanbel, Zühd, s. 138.
[1293]İbn Mübarek, Kitabü'z-zühd, s. 201; İbn Sad, III, 277; İbn Hanbei, Zühd, s. 154; Hennâd, Zühd, II, 360; Ebû Nuaym, Hiiye, I, 48.
[1294]İbn Hanbel, Zühd, s. 154.
[1295] Münzirî, Terğib, II, 396.
[1296]İbn Hanbel, Zühd, s. 160.
[1297] a.g.e., s. 165; Ebû Nuaym, Hilye, I, 81.
[1298]İbn Hanbel, Zühd, 135-237; Kandehlevî, Hayâtu's-sahâbe, II, 254-289. Zühd konusunda yazılan eserlerin tanıtımı için bk. Yılmaz, s. 15-30.
[1299] Sufiyye tabakâtında Vasıti nispeti Ebû Bekir Muhammed b. Musa'dan bahsedilmektedir. Cüneyd ve Nuri gibi sûfilerle sohbet eden ve sânı büyük bir zât olarak tanıtılan Vâsıtî'nin i-fadelerinin kapalı olmasından dolayı ehl-i zahirin birşey anlamadığı belirtilmektedir. Kuşeyrî, Vâsıtî'nin h. 320'den sonra vefat ettiğini söylemektedir. Kuşeyrî, s. 41-42; Hucvİrî s. 258-259; Cami, s. 224-225.
[1300]Ferah, I, 133; bk. Kitabü'n-Netice, I, 443.
[1301]Ferah, II, 85 Makaiât, Bursa Genel, nr. 745, vr. 24b.
[1302] Rûh, VII, 334, IX, 432; Şerh-i Pend, s. 605; Temam, vr. 177a; Ferah, I, 133, II, 78-85; Makâlât vr. 24b-26b.
[1303] Ferah, 1,23.