| KUTLU FORUM Bilgi ve Paylaşım Platformuna Hoş Geldiniz |
|
| Şeytanla İlgili Sorular-Cevaplar | |
| | Yazar | Mesaj |
---|
@bdulKadir Adminstratör
Mesaj Sayısı : 6736 Rep Gücü : 10015190 Rep Puanı : 97 Kayıt tarihi : 17/03/09 Yaş : 61 Nerden : İzmir
| Konu: Şeytanla İlgili Sorular-Cevaplar Perş. Ekim 22, 2009 4:53 am | |
| Soru ŞEYTAN AYNI ANDA TÜM İNSANLARI NASIL KANDIRIYOR
Şeytan, aynı anda bütün insanlara nasıl vesvese verebiliyor? Bu kadar gücü varmı ki, aynı anda olup bitenleri nasıl bilebiliyor? Bu kadar yeteneği var mı?
Şeytan, yalnız bir tane değildir. Cinlerin kafirlerine şeytan denir. Gerek bir şeytanın neler yapabileceği ve gerekse tüm şeytanların neler yapabileceğini anlamak için, Kur'an'ın ifadesi ile tespit edilen "ins-i şeytan" lara bakmak kafidir.
Lenin gibi bir şeytanın kafasından çıkan fikirler, diğer ins-i şeytanlar tarafından bütün dünyaya çok kısa bir sürede yayıldı ve kardeş, kardeşi gözünü kırpmadan öldürdü.
Kaldı ki, cinni şeytanların bir avantajı daha vardır ki, her tarafa daha rahat gidebildikleri gibi, her yere de çok rahat girebilirler. İnsanlar ise iletişim ve ulaşım araçlarına muhtaçtır.
Üstad'ın ifadesi ile cinni şeytanın vücuduna en önemli delil, insi şeytanların vücutlarıdır.
*****
Şeytan yaratılmasaydı, hepimiz cennette mi olurduk?
İnsanın aklını meşgul eden ve zihnini yoran hadiselerden birisi de, Hz. Âdemin cennetten çıkarılışı, dünyaya gönderilişi ve bu hadiseye de şeytanın sebep oluşudur. Bazı kimselerin aklına şöyle bir soru gelmektedir: “Eğer şeytan olmasaydı, Hz. Âdem cennette kalacak ve biz de orada mı bulunacaktık?”
Bu konunun izahında, Cenabı Hakkın, Hz. Âdemi yaratmazdan önce meleklerle olan konuşmasına dikkat edelim. Bakara Suresinde şöyle anlatılmaktadır: “Hani, rabbin meleklere, ben yeryüzünde bir halife yaratacağım dedi. Onlar, Bizler hamdinle sana tesbih ve seni takdis edip dururken, yeryüzünde fesat çıkaracak, orada kan dökecek insanı mı halife kılıyorsun? dediler. Allah da onlara, sizin bilemeyeceğinizi herhalde ben bilirim dedi.” (Bakara Sûresi, 30)
Ayet-i Kerimenin mealinde de görüldüğü gibi, Cenabı Hak daha Hz. Âdemi yaratmadan önce insan nevini yeryüzünde var edeceğini haber vermektedir. Yani insanların cennette değil de, dünyada yaşayacaklarını bildirmektedir. Şeytanın Hz. Âdemi aldatması, insanın dünyaya gönderilmesine sadece bir sebep olmuştur.
Diğer taraftan, meleklerden farklı olarak insana nefis ve şehevi hisler verilmiştir. Bu hislerin akislerinin görülmesi için insanların dünyaya gönderilmesi, onlara bazı sorumlulukların verilmesi ve bir imtihana tabi tutulması gerekliydi. Ta ki, insan bu imtihan ve tecrübe sonunda ya cennete layık bir kıymet alsın, yahut cehenneme ehil olacak bir vaziyete girsin.
*********** Şeytan insana doğumdan itibaren mi musallat oluyor?
Çocuklara da şeytan musallat olur. Ancak çocuklar mesul değillerdir. Çocukların da, şeytana karşı koyabilecekleri hisleri ve duyguları vardır. Mesela insana verilen şefkat hissi bir çocukta da merhamet etmesi gerektiğini telkin eder.
- Çocuk doğduğu anda şeytanın kendisine dokunduğunu gösteren hadisler vardır:
Hz. Ebu Hureyre anlatıyor: Peygamberimiz (a.s.m) buyurdu ki “Doğan hiçbir çocuk yok ki, doğduğu anda şeytan ona dokunmuş olmasın. Onun doğar doğmaz çığlık atarak ağlaması, bu dokunmanın sonucudur. Tek istisnası Meryem ve onun oğludur.” Daha sonra Ebu Hureyre -buna delil olarak- “dilerseniz şu ayeti okuyabilirsiniz” dedi: “(Meryem’in annesi:): Allah’ım! Ben onu/Meryem’i ve onun neslini kovulmuş şleytanın şerrinden sana sığındırıyorum." (Ali İmran, 3/36) (bk. Buharî, tefsirf, 44; Müslim, Fedail, 40; İbn Kesir, ilgili ayetin tefsiri).
- Bazı alimler, bu haberin/rivayetin doğru olmadığı görüşündedir. Onlara göre, Daha hayır ve şerrin ne olduğunu bilmeyen çocuklara şeytanın musallat olması düşünülemez (bk. Zemahşerî, Razî, ilgili ayetin tefsiri). Alimlerin büyük çoğunluğu bu haberin doğruluğunda şüphe etmezler. Çünkü, bu dokunuş, gerçek bir tasalluttan ziyade yalnız tasallutun sinyalini veren bir başlangıçtır.
- Şüphesiz, şeytanın doğumundan itibaren çocuklara musallat olması, onların sorumlu olduğu anlamına gelmez. Bilakis bu tasallut, ilerde kendilerini bekleyen ve her fırsatta kendilerini haktan saptıracak, manevî virüs bulaştıracak düşmanlarının olduğunu gösteren hikmetli ve şefkatli bir uyarıdır.
Bilindiği üzere, çocuğun maddî mikroplara, virüslere karşı aşı yapmakla/yani o mikropların varlığını gösteren bir sinyal vermekle, biyolojik bünyenin içerisinde yer alan antikorlar gibi bazı savaşçı unsurlar harekete geçirilir. Bunun gibi, aynı körpe bünyenin manevî/aklî, kalbî dünyasını korumaya yönelik olarak, ilerde kendisine saldıracak şeytanî vesveselere, manevî mikroplara karşı uyarılması, böyle şeytanî tuzakların olacağından haber verilmesi, çok hikmetli ve de şefkatli bir ikaz ve bir inayettir. Ayrıca, bu çığlıkların maddî bünyenin gelişmesine, bazı fonksiyonların işler hale gelmesine katkı sağlaması hususu da göz ardı edilmemelidir.
Özetlersek, şeytan çocukluktan itibaren bazı dürtüleri insana telkin eder. Bunlar, erginlik çağından önceki bir hazırlık ve tecrübe kazandırmaya yöneliktir.
********************************* Şeytan neden insanlara düşmandır?
Nefis, şeytanın vesveselerine hassas bir alıcıdır. Hadiste, insan kalbinde hem melek ilhamı, hem de şeytan vesvesesi için, birer merkez olduğu bildirilmiştir. (1)
Kur-an'ın ifadesiyle, "Şeytan, sizin için bir düşmandır. Siz de onu düşman edininiz. Şüphesiz o, kendine uyanları Cehennem ashabından olmaya çağırır." (Fatır suresi, 6) Şeytanın insana düşmanlığı Hz. Adem'le başlar. Hz.Adem'e secde etmemesi yüzünden İlahi rahmetten uzaklaştırılır. Bu yüzden, Adem'e ve nesline düşman kesilir. Allah'a giden yolda, onların önüne engel olarak çıkmaya izin ister. İnsanların imtihan edilmesi ve mahiyetlerindeki kabiliyetlerinin tezahür etmesi için, Cenab-ı Hak onu bu izni verir. Şeytan der:
"Beni azdırmana karşılık yemin ederim ki, senin doğru yolunda insanlara vesvese vermek için oturacağım. Sonra onlara, önlerinden ve arkalarından, sağlarından ve sollarından yaklaşacağım. Ve sen onların ekserisini şükredici bulmayacaksın." (A'raf suresi, 16-17)
Şeytan insanlar üzerinde hakimiyet kurmak için her yola başvurur, her türlü vesveselerde bulunur.(2). Kimini korku damarından yakalar. Kimini boş hülyalarla aldatır. Kimine suret-i haktan görünür. Kimini şehvetten saptırır, kimini gafletten... Hadisin ifadesiyle, "İnsanın damarlarında cereyan eden kan gibi, insanın bedeninde cereyan eder." (3) Kaleler zayıf yerlerinden fethedilir. Şeytan da, insanın zaaflarından yararlanarak onu fethe çalışır.
Şeytanın vesveselerine kapılan ve onun yolundan gidenler, Allah'a kul olma yerine, şeytana kul ve köle olurlar. Onun dediklerini yapmakla, onun memurları haline gelirler. (4) Cenab-ı Hak, insanlara şu ikazı yapmaktadır: "Şeytanın adımlarına uymayın. Şüphesiz o, sizin için apaçık düşmandır. O size ancak, kötülüğü, fuhşiyatı ve Allah hakkında bilmediğiniz şeyleri söylemeyi emreder." (Bakara suresi, 168-169)
Kaynaklar: 1-Tirmizi, Tefsir, 2/35 2-Bkz. Beydavi, I, 576 3-Buhari, Bed'ül-halk, 11; Ebu Davud, Savm, 78; İbnu Mace, Sıyam, 65 4-Yazır, I, 584
Şadi Eren (Doç.Dr.)
******************
"Kör Şeytan" demenin sakıncası var mıdır?
Hakka karşı baş kaldırmış olan kör ve kör olduğu kadar da nankör olan şeytan, lanetlenmiş ve rahmetten uzaklaştırılmıştır. Kendisine yapılan iyilik ve ihsanları, ikram ve iltifatları görmezlikten gelemiş, Hakka karşı kör ve sağırdır.
Ancak, işimiz rast gitmediğinde söylenen “kör şeytan” deyimi Peygamber Efendimiz tarafından uygun görülmemiştir.
Bir hadiste, bizim toplumumuzda da çok sık rastlanan bu konuya işaret edilmektedir: Ebu'l-Müleyh, bir adamdan naklen demiştir ki: “Ben Rasülullah (s.a.v)’in terkisinde idim. Hayvanın ayağı kaydı. Ben, “Kör şeytan / burnu sürtülesice!” demiş bulundum. Bana: “Böyle söyleme, zira böyle söylersen o büyür, hatta ev kadar olur ve “kendi gücümle onu yere attım!” der. Fakat sen: “Bismillah!” de, zira böyle söylersen o küçülür ve sinek kadar olur.” buyurdu. (Ebu Davud, Edeb, 85, (4982)
Bu hadis-i şerif, şeytana kızarak ona kötü sözler savurup lanetler yağdırmanın, onun kötülüğüne engel olmayıp bilakis, ona ümit ve kuvvet vereceğini, onu kibirlendireceğini, gücüne güç katacağını, onun gücünü kuvvetini götürüp, sinek kadar küçültecek olan yegâne silahın ise; "Bismillah" demek olduğunu ifade etmektedir.
Şuurlu bir Müslümana yakışan, her işine besmele ile başlayıp Allah'ın ismini ağzından düşürmemek, her işinde gücü ve yardımı Allah'tan istemek, sıkıntılı işlerinde Allah'tan başka bir sığınak bulunmadığını bilerek başka yollara tevessül etmemektir.
************************
Şeytan da nefis var mıdır?
Şeytanlar, doğuştan şeytan olarak yaratılmamışlardır.
Daha sonra kendi iradelerini yanlış yolda kullanarak şeytanlaşmışlardır. Şeytan cin nev'indendir. Bunlarda da nefis vardır. Nefislerine mağlup olarak dalalete düşmüşler. Ardından da tüm insanlığı dalalete sürüklemek üzere yola koyulmuşlardır. *********** Şeytan Cennete Girdi mi ?
Soru Muhtelif kaynaklara göre Şeytan Cennete girmiş. Haşa. Muhtelif kaynaklar bize ölçü olmamalı. Mantıklı olan neyse odur. Misal, dünyada olup biten herşeyi dikkate aldığımızda, gerçek İslami bilgisi olmayan adam derki, 'Allah adaletsiz davranıyor.' Hâlbuki biz bunu kavrayamıyoruz, yani aklımız %2'sini kullanan insanlar nasıl kavrayabilirki bunu. Ama bir ölçü, bir kıyas yapılırsa doğru ve gerçek bilgi üzerinde mantıklı olanın ne olduğunu görecektir.
Belirli bir zamana kadar mühlet verilen şeytan, hatasını anlayıp tevbe ederek suçunu affettirme yoluna gitmedi. Bilakis daha da azgınlaştı. Kendisine, kıyamete kadar meşgul olabileceği bir hedef seçti. Bu hedef, İlâhi rahmetten uzaklaştırılmasına sebep olan insandı. Gönlünü intikam duyguları bürümüştü. Cüretkâr bir edâ ile bu duygularını Yüce Allah'a şöyle açıkladı:
" Beni azdırdığın için yemin ederim ki, yeryüzünde kötülükleri onlara güzel göstereceğim ve onların hepsini saptıracağım" (Hicr suresi, 15/39)
Görüldüğü gibi, Yüce Allah isyanından dolayı şeytanı hemen huzurundan kovmamış, önce ona konuşma fırsatı vermiş, hatasını anlayıp tevbe etme imkânı tanımış fakat o, inat ve küfründe ısrar edince, bulunduğu makamdan indirmiş ve tasarladığı plânlarını şöylece sınırlayıvermiştir: "Halis kullarım üzerinde senin bir nüfûzun olamaz. Ancak sana uyan sapıklar bunun dışındadır” (Hicr suresi, 15/42). "Yerilmiş ve koğulmuş olarak defol. Yemin olsun ki, insanlardan sana kim uyarsa; sizin hepinizi Cehennem'e dolduracağım” (A'raf Suresi, 7/18). Şu halde şeytana uyan ondan, onun tebaasından olup onun âkıbetine uğrayacaktır. Bu âyetlerden de anlaşılacağı gibi şeytana, Allah'ın hâlis kulları üzerinde etkili olabilecek hiç bir güç verilmemiştir. Binaenaleyh düşüncesinde, yaşayışında ve huyunda şeytana karşı olan insan, "Allah'ın kulu" sıfatını koruyacaktır. Şeytana âit bir vasfı taşıyan kimsede ise, şeytandan bir haslet var demektir.(1)
Havva'nın yaratılışından sonra: Bilindiği gibi ilk insan olarak yaratılan Hz. Âdem erkekti; Adn Cenneti'nde ikamet ediyordu. Burası Âdem'in ilk vücut nimetine mazhar olduğu hilkat bahçesiydi. Kendi cinsinden ve nefsinden eşi de yaratıldı. (Rûm Suresi, 30/21) Eşinin adı Havva idi.(2) Artık evrende iki insan vardı: Âdem ve Havva. Böylece insanın Cennet hayatı başlamıştı, devam ediyordu. Öte yanda, Âdem'i kendi felaketine sebep bilen şeytan, ondan öç almayı plânlıyordu. Bunun üzerine Âdem ve eşini Allah şöyle uyardı: "Ey Âdem! Eşin ve sen Cennette kal, orada olandan istediğiniz yerde bol bol yiyin, yalnız şu ağaca yaklaşmayın; yoksa zalimlerden olursunuz .." (Bakara Suresi, 2/35; Tâ-Hâ Suresi, 20/117-119)
Şimdi imtihan edilme sırası Âdem'e gelmişti. Aslında Âdem'e ve eşine yaklaşılmaması tavsiye edilen ağaç, aynı zamanda bir imtihan sahasıydı. Onun meyvasından yemek ise, yasak bir fiilin işlenmesi, sorumluluk sahasının dışına çıkılması ve Allah'ın koyduğu bir yasağın çiğnenmesi demekti. Bu yasağı çiğnemekse Allah'ın tayin ettiği sınırları ve hukuk dairesine tecavüz demek olacağından, bir haksızlık ve dolayısıyla kişinin kendisine zulümdü. Bunun için zalimlerden olursunuz denilmişti.(3) Nihayet "şeytan oradan ikisinin de ayağını kaydırttı..." (Bakara Suresi, 2/36) ve onların yanılmalarını sağladı (A'raf, 7/20-22; Tâhâ, 20/120). Âdem ve eşi, melek olma veya Cennet'te ebedi kalma ihtimallerini duyunca, şeytanın kendilerine düşman olduğunu unuttular. "Ağaca yaklaşmayın" emrine sabırsızlık edip ondan yediler (Tâhâ Suresi, 20/115)
Ağaçtan meyve tadınca ayıp yerleri kendilerine açılıverdi. (Tahâ Suresi, 20/121) Allah Âdem'e görevini hatırlatarak "Ben sizi o ağaçtan men etmemiş miydim? Şeytanın size apaçık bir düşman olduğunu söylememiş miydim?" diye seslendi (A'raf Suresi, 7/22)
Nimetin devamlılığı ve Cennet'te edebi kalma arzusu onların bu duruma düşmesine ve şeytana uymalarına sebep olmuştu. Fakat hatalarını çok çabuk anladılar, meleklerin yolunu seçerek derhal tevbe ettiler (A'raf Suresi, 7/23) Allah da tevbelerini kabul etti (Bakara Suresi, 2/37; Tâhâ Suresi, 20/122) Fakat cennette daha fazla kalmalarına müsade etmedi ve şu emri verdi: Birbirinize düşman olarak inin, siz yeryüzünde bir müddet için yerleşip geçineceksiniz. Orada yaşar, orada ölür ve oradan dirilip çıkarılırsınız..." (A'raf Suresi, 7/24-25)
Hz. Âdem ile Havva, emre uyup yeryüzüne indiler, yeryüzünde tekrar emre uyup buluştular ve Rab'larına birlikte şöyle dua ettiler: "Rabbimiz! Kendimize yazık ettik; bizi bağışlamaz ve bize merhamet etmezsen, kaybedenlerden oluruz..." (A'raf Suresi, 7/23)
Allah ikisinden pek çok erkek ve kadın türetti (en-Nisa, 4/1). Yeryüzünde insanlar çoğaldı. Allah, Âdem'in çocuklarını peygamber yaptı.(4) Ondan sonra, şeytana karşı insanı peygamberlerle korudu. Artık hidayet peygamberlerin, dalâlet de şeytanın yolu olacaktı. Âdem'in oğullarından Hâbil ve Kabil'in kişiliğinde de Melek-Şeytan kutuplaşması vardı.(5)
(1) (bk. M.Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'ân Dili, İstanbul (t.y), III, 2138)
(2) (Sahih-i Buhar Tecrid-i Sarih Tercemesi, IX/81).
(3) (Yazır, a.g.e., III, 2139)
(4) (Bakara Suresi,2/38; Âli İmrân Suresi 3/33; Tâhâ Suresi, 20/122-123)
(5) (bk. N. Mehmet Solmaz-İsmail L. Çakan, Kur'ân-ı Kerim'e Göre Peygamberler ve Tevhid Mücadelesi, İstanbul 1982, 1, 27).
************
Lümme-i şeytaniyye hakkında.
LÜMME-İ ŞEYTANİYE: (Kalpteki) Şeytanî Lümme.
Şeytana âid karakol.
Kalb sarayının eşkiyasının gizlenme mahalli.
Fısıltı merkezi.
“İnsanda kalbin bir köşesinde lümme-i şeytaniye denilen bir âlet-i vesvese ve kuvve-i vâhimenin telkinatıyla konuşan bir şeytanî lisan ve ifsad edilen kuvve-i vâhime, küçük bir şeytan hükmüne geçtiğini ve sahiblerinin ihtiyarına zıd ve arzusuna muhalif hareket ettiklerini hissen ve hadsen herkes nefsinde görmesi, âlemde büyük şeytanların vücuduna kat'î bir delildir.” (1)
Peygamber efendimizin ifadesiyle “İnsan kalbinde iki lümme (merkez) vardır. Bunlardan biri melek ilhamı, diğeri ise şeytan vesvesesi içindir.” Şeytan kendine ait olan kısmı bir karakol olarak kullanır.
Şeytan, Hz. Ademe secde etmemesi dolayısıyla cennetten tard edilince Allah’a şöyle yalvardı: Ey Rabbim! Andolsun ki, beni azdırmana karşılık ben de yeryüzünde onlara günahları süsleyeceğim ve onların hepsini mutlaka azdıracağım! Ancak onlardan ihlasa erdirilmiş kulların müstesna...” (Hicr Suresi, 15/39-40)
Nefis ve şeytan, insanın manevi ilerleyişinde en mühim iki engel. Nefis içeriden, şeytan dışarıdan dünya ve ahiretimizi perişan etmek için durmadan çalışıyorlar. Nefsin mahiyetinde gurur- kibir- menfaatçilik gibi pek çok zararlı özellikler var. Şeytan, işletilmeye uygun bu madenleri iyi biliyor ve işletiyor. Nefsin zaaflarını tanıyor ve yakalıyor.
Nefis, içimizde şeytanın temsilcisi... Onun yerli işbirlikçisi.. Eğer terbiye edilmezse, onun bir öğrencisi..
Nefsinin kötü arzularına uyan birisi dalalet vadilerinde şaşkın şaşkın dolaşır, günah bataklığına saplanır kalır, tümüyle şeytanın emrine girer, onun kulu-kölesi olur.
Halatlar ince yerlerinden kopar, kaleler zayıf yerlerinden fethedilir. Onun gibi şeytan vücud ülkesinde hakimiyeti ele geçirmek için nefsin zaaflarından istifade eder. Kur’an-ı Kerim şu ayeti ile nefsin bazı zaaflarına dikkat çeker:
“İnsanlara kadınlar, oğullar, yığın yığın biriktirilmiş altın ve gümüş, salma atlar, sağmal hayvanlar ve tarıma karşı arzular süslü kılındı.” (Al- i İmran Suresi, 3/14)
Yani insan fıtratı itibariyle bunlara son derece düşkündür. Hayatı bunları elde etmek için mücadele ile geçer. İnsanların en çetin imtihanları bunlarla olur.
Üstteki ayette nazara verilen zaaflardan başka, nefsin tembellik, midesine düşkünlük, övülmekten hoşlanmak, başkalarına karşı kibirlenmek, lüzumsuz öfkelenmek, kör hislere sahip olmak, tiryakilik, gaflet, cehalet, heva, heves, peşin lezzetlere müptela olmak… gibi daha nice zaafları vardır. Bu zaafları birer maden gibi şeytan tarafından işletilir..
(1)bk. Lem'alar, On Üçüncü Lem'a:
******************* şeytanın zürriyyeti Soru Şeytan çogalmakta deniliyor, onların çocukları şeytan olarak mı yaratılıyor? Eğer öyleyse haşa zulüm hatıra geliyor?
Kehf suresi 50. ayette iblisin cin olduğu söylenir:
"Hani biz meleklere: Âdem'e secde edin, demiştik; İblis hariç olmak üzere, onlar hemen secde ettiler. İblis cinlerdendi; Rabbinin emrinden dışarı çıktı. Şimdi siz, beni bırakıp da onu ve onun soyunu mu dost ediniyorsunuz? Oysa onlar sizin düşmanınızdır. Zalimler için bu ne fena bir değişmedir!"
Bu ayet şeytanların cin taifesinden olduğunu ve onun da bir soyunun olduğunu ifade eder. Buradaki soy şeytanın bizzat neslinden olduğu gibi, onunla aynı işi yapan insanları da ifade edeceğini düşünüyoruz. Zira Mehmet Vehbi Efendi nin mübarek tefsiri olan Hulasatül Beyan'da Kehf Suresi 51. ayetinin tefsiri sadedinde bunu ifade eder.
Aynı manayı Üstadımız ise Mesnev-i Nuriye'de; "Eğer istersen hayâlinle Nurşin karyesindeki Seydânın meclisine git, bak. Orada fukarâ kıyâfetinde melikler, padişahlar ve insan elbisesinde melâikeleri bir sohbet-i kudsiyede göreceksin. Sonra Paris'e git ve en büyük localarına gir. Göreceksin ki, akrepler insan libâsı giymişler ve ifritler adam sûretini almışlar, ilâ âhir..." şeklinde ifade eder. (1)
Ayrıca Lem'alarda da şöyle der: "İnsanlarda şeytan vazifesini gören cesetli ervâh-ı habise bilmüşahede bulunduğu gibi, cinnîden cesetsiz ervâh-ı habise dahi bulunduğu, o katiyettedir. Eğer onlar maddî ceset giyseydiler, bu şerîr insanların aynı olacaktılar. Hem eğer bu insan suretindeki insî şeytanlar cesetlerini çıkarabilseydiler, o cinnî iblisler olacaktılar. Hattâ bu şiddetli münasebete binaendir ki, bir mezheb-i bâtıl hükmetmiş ki, "İnsan suretindeki gayet şerîr ervâh-ı habise, öldükten sonra şeytan olur." (2)
Buradan da anlaşılıyor ki şeytan dediğimiz şerir olan cinniler insan olan bir dinsiz yada mürted gibidir.Dolayısıyle zürriyetleri de aynı hükme tabidir. İlk başlarında küfür ehlinden olmadığı halde sonraları anası ve babası onu mürted bir duruma sokar ve şeytanı cinninin yaptığı vazifeyi yapar. Şeytanların zürriyeti de aynıdır.
Ayrıca hadisi şerifte şöyle buyurulmuştur: " Doğan her çocuk İslam fıtratı üzerine doğar. Sonra anası-babası onu yahudî, hristiyan veya mecusi yapar" (Buhâri, Cenâîz, 80; Müslim, Kader, 22). "Annesinden doğan her insan fıtrat üzerine tertemiz doğar" (Müslim, Kader, 25).
Fakat bu bir zorunluluk değildir. Zira cenabı hakk diriden ölüyü çıkardığı gibi ölüden diriyi çıkarır. Çok dinsizler ve başka dinden olanların çocukları iman edip salih kişiler olmuşlar.
Bu hakikati teyid eden Hz.Aişe (r.ha)'dan rivayet edilen bir hadis vardır:
Hz.Aişe şöyle sorar: "-Her insanın yanında bir şeytan var mıdır? dedim." O da:
"-Vardır", buyurdular, Ben yine: "Seninle de mi ey Allah'ın Resulu?" diye sordum. Şöyle buyurdu:
"-Evet. Fakat, Rabbim ona karşı bana yardım etti de o da Müslüman oldu" (Müslim, Münafıkun, 11; Ahmed b. Hanbel, Müsned, VI, 115).
Bütün bu anlatılanlardan şöyle bir netice çıkarabiliriz:
1 - Şeytan cin taifesindendir.
2 - Onun da bir zürriyeti vardır.
3 - Ve zürriyetinin şeytan olarak yaratılmaz ve küfür ehli olma zorunluluğu yoktur. Tıpkı diğer cinler gibi.
4 - Burada Cenab-ı Hakk hakkında (haşa) bir zulüm düşüncesi tamamen yanlıştır. Zira her akıl ve irade sahibi Cenab-ı Hakk'ı bulabilecek bir kabiliyetedir. Özellikle de Hz. Peygamberin mesajını işitmiş olanlar. Eğer hiç işitmemişse Cenab-ı Hakk ona göre ayrı muameleye tabi tutar.
(1) bk. Mesnevi-i Nuriye, Fihrist.
(2) bk. Lem'alar, On Üçüncü Lem'a.
En son @bdulKadir tarafından Paz Ekim 25, 2009 7:11 am tarihinde değiştirildi, toplamda 2 kere değiştirildi | |
| | | @bdulKadir Adminstratör
Mesaj Sayısı : 6736 Rep Gücü : 10015190 Rep Puanı : 97 Kayıt tarihi : 17/03/09 Yaş : 61 Nerden : İzmir
| Konu: Geri: Şeytanla İlgili Sorular-Cevaplar Paz Ekim 25, 2009 7:01 am | |
| İblisin emrinde şeytanlar denilen mahluklar nasıl vücuda gelirler?
Şeytanlar cinlerin kafirlerindendir. Cinler de insanlar gibi imtihana tabi tutulmaktadırlar. Ancak bunlardan küfür yolunu seçenler şeytanlaşmaktadırlar. Şeytan bir cindir ve çoğalma kabiliyetine sahiptir. Bu nedenle şeytanın bizzat kendisinin çoğalma durumu vardır. Bu şeytanlar da cinler gibi çoğalmaktadır. Allahın koyduğu üreme kanunu cinlerde de insanlarda olduğu gibidir. Onlarda insanlar gibi evlenmektedirler.
***************** Her insanın bir şeytanı olduğunu, kaç şeytan olduğu, şeytanların insanlarla teması hakkında bilgi verir misiniz? Soru Bir hadiste herkesin bir şeytanı olduğu buyruluyor.bizim bildiğimiz bir şeytan var o da hz adem ve havvayı cennetten çıkaran Hz ademi cennetten çıkaran şeytan şu an nerede Bir şeytan varsa nasıl herkesin kendine özel şeytanı var tamam cinlerin kafirlerine şeytan deniyor ama onların yaşadığı alemin boyutu farklı nasıl biz insanların yaşadığı boyutta devamlı insana vesvese veriyor yoksa Allahu teala her insanı yaratırken şeytanı da mı yaratıyor?
Değerli Kardeşimiz;
Şeytanlar doğuştan şeytan olarak yaratılmamışlardır. Daha sonra kendi iradelerini yanlış yolda kullanarak şeytanlaşmışlarıdr. Şeytan cin nev'indendir.
Kur'ân-ı Kerim, Hz. Ademin topraktan yaratıldığını, sonra ona ruh verilerek canlı bir insan haline getirildiğini açıkça anlatır. Aynı şekilde Şeytanın da cinlerden olduğu konusunu vurgular. Bu husus Kur'ân-ı Kerim'de:
"Rabbin meleklere demişti ki: 'Ben muhakkak çamurdan bir insan yaratacağım. Onu tamamlayıp, içine de ruhumdan üfürdüğüm zaman, derhal ona secdeye kapanın!' Bütün melekler toptan secde ettiler. Yalnız İblis secde etmedi. O, büyüklük tasladı ve kâfirlerden oldu. Allah, 'Ey İblis! İki elimle yarattığıma secde etmekten seni men eden nedir? Böbürlendin mi, yoksa yücelerden misin?' dedi. İblis, 'Ben ondan hayırlıyım! Beni ateşten yarattın, onu çamurdan yarattın', dedi." (1)
Şeytanın kendisini üstün görüp secde etmesine engel kabul ettiği, "ateşten yaratılmak" bir üstünlük sebebi midir? Bu tartışılabilir. Çünkü ateşin başka varlıklarla teması kolay değildir. Onlardan yeteri kadar faydalanamaz. Yakar ve eritir. Su, kum ve toprak gibi diğer katı maddeler de onu söndürür. Bu yüzden temelde bir üstünlük sebebi gibi görülen bu fark, aslında şeytanı ömür boyu yalnızlığa itmiştir. Yüce Allah bunun elbette bilincindeydi ve kendi istediğine üstünlük özellikleri verecekti. Onun yanında üstünlüğün temel esası ise önce kendisine itaat edilmesi idi. Şeytan bundan imtina edip kaçındığı ve kendisini üstün gördüğü için üstünlük iddiaları da bir şeye yaramamış, rahmetten kovulmasına ve "şeytan" olarak adlandırılmasına sebep olmuştur. Belki önceki yeri itibariyle daha üstündü. Çünkü cennette olmak ve sürekli Cenab-ı Hakk'a yakın olmaktan daha güzel bir şey yoktur. Ama şeytanın itaatsizliği ve kendi aslının ateşten yaratılması ile ilgili olarak, ateşin toprağı yakması sebebiyle, bunu yok olmaz bir üstünlük olarak görüp büyüklenmesi bunu engellemiş ve kâfir olarak İlahî huzurdan da cennetten de kovulmasına sebebiyet vermiştir. Hemen ilave etmek gerekir ki, İblisin küfrü, Allah'ı inkâr etmekle değil, "emir ve yükümlülüğü ve amelin gereğini inkâr ile tartışma şeklindedir." (2)
Ancak şeytana göre, ateşten yaratılmak bir üstünlük sebebiydi. Çünkü ateş toprağı yakardı. Genellikle şeytana tabi olanlar bu gücün peşindedirler. Başkalarını refüze etmek, sürekli kuvvetli olmak ve bunu başkaları üzerinde uygulayarak kendini tatmin etmek...
Kur'ân'da, aynı şekilde cinlerin de ateşten yaratıldığı bildirilmektedir: "Cinleri de daha önce zehirli ateşten yaratmıştık." (15:27); "Cinleri öz ateşten yarattı." (55:15)
Bazı alimler, Rahman Sûresi'ndeki "Cânn" yani, "cinlerin babası" deyiminden kasıt, cinlerin babası İblis olduğunu kabul ederken, bazıları da bunun İblis değil, cinin babası olduğunu nakletmişlerdir. Yazır, aynı kanaatte olmadığını söyleyerek, "Başlangıç itibariyle bütün insan cinsi salsaldan yaratılmış olduğundan insandan kasıt, yalnız Adem değil insan cinsi olduğu gibi, Cânn'dan kasıt da cin cinsidir" der. (3) Şu halde 'İblis, yani şeytan da cinlerden olduğuna göre, o da ateşten, hem de dumansız, öz, yalın, yakıcı ateşten yaratılmıştır' diyebiliriz.
Bursalı İsmail Hakkı da, "O cinlerdendi" ayetini, "Onun aslı, ateşten yaratılmış bir cindi. Meleklerden değildi." Diye tefsir etmekte ve "Meleklere 'Ademe secde edin!' demiştik. İblis hariç hepsi hemen secde etti." (Kehf, 18/50) ayetinde "Muttasıl istisna" bulunduğunu ileri sürmekte. Kaide, 'İstisna edilenle, kendisinden istisna olunan aynı cinsten olursa muttasıl istisna olur7 diye açıklanır. Ayette İblis meleklerden istisna edilmiştir. "İblis melek olmayıp, cin olduğuna göre, melekten nasıl istisna edilmiş olabilir?" Tarzındaki muhtemel bir soruya cevap için de bir dipnotla bu izahı yapmıştır.
Bursalı, "Çünkü, İblis de onlarla beraber secde etmekle emrolunmuştur. Daha sonra ise, onlardan birisi istisna edildiği gibi o istisna edilmiştir. Tıpkı, "...falan kadın hariç hepsi çıktılar" sözünde olduğu gibi. Burada hariç olan kişi, erkekler arasında bulunan bir kadındır. Bir görüşe göre, "O cinlerdendi" cümlesinden kasıt, onun ilk cin olduğuna işarettir. Cinler ondandır. Hz. Ademin ins'den olduğu gibi. Çünkü Hz. Adem insanların ilkidir. (4)
Bir başka görüşe göre ise, Allah-u Teâlâ'nın Adem'den önce yaratıp, yeryüzüne gönderdiği bir halk vardı. O halkın adı cindi. İblis de onların kalanlarından biriydi. Onlar kan dökmüşler, melekler de onlarla savaşmıştı.
Beğavî şöyle der: Onun Süryanice'deki adı Azâzil, Arapça'daki adı ise Haristi. İsyan edince adı ve şekli değiştirildi, kendisine İblis denildi. Çünkü o, rahmetten ümit kesmiştir. (Tahrim, 66:6)
İblis denen o cin, "Rabbinin emrinden çıktı." Allah'a itaat etmekten kaçındı. Oysa biz biliyoruz ki, "Melekler, Allah'ın emrine isyan etmezler, ne emrederse onu yaparlar." (5) Ayrıca, insan ve cinler, kulluk sorumluluğu ile yükümlü oldukları için, iradeleri ile yaptıklarının cezalarını veya mükafatlarını göreceklerdir. Ancak melekler öyle değil. Onlar bu konuda bir sorumluluğa sahip olmadıkları için iradeleri de yoktur, bu yüzden hata yapmaktan da korunmuşlardır.
Şeytanın karakteristik özellikleri:
1- Yalancı ve yemincidir. 2- Yaptırım gücü yoktur. 3- Riyakardır. 4- Edebiyat ve felsefe yapar. 5- İnsanın en sinsi düşmanıdır. 6- Kötü bir arkadaştır. 7- Kur’andan uzak olanların en yakın dostudur. 8- İnsanı her yerden görür ve aldatmaya çalışır..
İBLİS MELEKLERDEN MİYDİ?
İblisin meleklerden mi, cinlerden mi olduğu konusu tartışılan bir konudur. Ancak bu o kadar da karmaşık bir konu değil. Çünkü İblis, cinlerden biridir ve cinlerin de yaratıldığı maddeden yaratılmıştır. Hz. Ademle ilk karşılaşan şeytanın özel ismi İblistir. Bu da Cinlerdendir ve cinlerin yaratıldığı ateşten yaratılmıştır. Şeytan ise, o türün azdırıp, saptırıcı olanlarına, yani o cinsin bir türüne verilen isimdir. İblisin, meleklerden biri veya onların "hocası" veya "başkanı" olduğuna dair ortaya atılan görüşlerin kaynağı İslâm değil Hıristiyanlıktır. Ancak melek kavramı Hıristiyanlık'ta, Yahudilik'ten daha açık olsa da onda da net olarak ortaya konmuş değildir. Zira Hıristiyanlığa göre İblis, meleklerin başkanı iken, emrinde bulunan meleklerle beraber Allah'a isyan etmiş ve hep birlikte kovulmuşlardır. Matta İncili'nde yer alan şu cümle de bunu doğrular niteliktedir: "(Kıyamet günü Kral) o zaman solundakilere diyecek: Ey lanetliler, benim yanımdan iblis ile onun meleklerine hazırlanmış olan ebedî ateşe girin." (Matta, 25:41)
Bu husus, her hangi bir şüpheye yer vermeyecek şekilde Kur'ân-ı Kerim'de açıklanmıştır ve şöyledir:
"Hani biz meleklere: Ad em'e secde edin, demiştik; İblis hariç olmak üzere, onlar hemen secde ettiler. İblis cinlerdendi; Rabbinin emrinden dışarı çıktı. Şimdi siz, beni bırakıp da onu ve onun soyunu mu dost ediniyorsunuz? Oysa onlar sizin düşmanınızdır. Zalimler için bu ne fena bir değişmedir!" (Kehf, 18:50)
Ayette geçen "Kâne min'el-cinni: O cinlerdendi" tabiri açıktır. Konu secde ve başkaldıran İblis. Onun da secdeye karşı çıkması daha önceki ayetlerde ifade edildiği şekliyle,
Burada sözü edilen secdenin de ibadet kastıyla yapılan secde değil, selam ve saygı ifade eden, kendisine selam verilmekte olan kişinin değerini, ona değer vereni bilmek anlamındadır. Bu secde, geçmiş milletler zamanında meşru/yasal iken daha sonra kaldırılmıştır.(6) Mısır'a gelip Hz. Yusuf'u buldukları zaman, annesi, babası ve kardeşleri de böyle selamlamıştı.
(1) Sâd, 38:71-78; A'raf, 7; (2) Hak Dini, IV, 20. (3) Hak Dini, VII, 369. (4) Muhtasar Ruhu 'l-Beyan, V, 122. (5) Muhtasar Ruhu'l-Beyan, V, 123 (6) Muhtasar Ruhu'l-Beyan, V, 122.
Kaynak: Din ve İnançlara Göre Şeytan ve Cinler, Arif Arslan, Nesil Yayınları, Nisan 2002, s. 19-23 *****************
Her insanın içinde bir şeytan mı vardır?
Cinler her zaman insanlarla temas kuramazlar. Ancak cinlerin kafirleri şeytan olur ve her insanda bir tane şeytan bulunur. Bunlar Allah'ın müsaadesiyle insanlara vesvese verirler. Bunlara müsaade edilmesi insanın imtihanı ve terakki etmesi içindir.
Müslim’in rivayet ettiği bir hadisi şerifte, “Her insanın meleklerden ve cinlerden bir yoldaşı bulunduğu” bildirilmiştir.(1) Cabir’den nakledilen bir hadisi şerifte Peygamberimiz (s.a.v);
“Yanlarında kocaları bulunmayan kadınları ziyaret etmeyin. Çünkü şeytan, herhangi birinizin damarlarında, kan nasıl akıyorsa o şekilde dolaşmaktadır.” Buyurmuştur. Bunun üzerine ashab: “Seninde mi?” diye sordular. Hz. Peygamber:
“Benim de, fakat Allah, şeytana karşı bana yardım etti de, o bana teslim oldu (veya Müslüman oldu) buyurmuştur.(2) Hadiste parantez içinde verdiğimiz “Müslüman oldu” ifadesi tercih edilen bir başka anlamdır. Ancak hadisçiler, şeytanın Müslüman olmasının söz konusu olmadığını söyleyerek, “teslim oldu, boyun eğdi” anlamına kullanmanın daha doğru olacağını söylemişlerdir.(3) Burada kastedilenin kafir bir cin olduğunu düşünmek, problemi çözer. Nitekim cinlerin kafirlerine şeytan denilmektedir.
(1) Müslim, Münafikin, 69. (2) Tirmizi, Rada, 17/1172; A. H. Müsned, III, 309; Darimi, Sünen, II, 320, Rikak, 66. (3) Tirmizi, Rada, 17/1172; İ. Cevzi, Telbisü İblis, s. 34.
.....................
Cinler ve şeytanlar insana zarar verebilirler. Ancak istediği her insana zarar veremez. İbadetten uzak yaşayan, günahlarla çok meşgul olan insanlara şeytan ve cinler zarar verir.
Cin çarpması, toplumda oldukça yaygın olan bir anlayıştır. Hemen herkesin, cin çarpmasıyla ilgili anlatacağı birden fazla olay vardır. Ancak, bu sadece bizde değil, hemen bütün toplumlarda böyledir.
Şibli, cinlerin insan bedenine girip zarar verebileceğine, aralarında Ebu’l-Hasan el-Eş’ari’nin de bulunduğu Ehl-i Sünnet alimlerinin inandıklarını, makalelerinde bunu açıkladıklarını ve Bakara suresinde bulunan ve faiz yiyenlerin durumunu bildiren ayette; “Riba (faiz) yiyenler kendilerini şeytan çarpmış birer deliden başka bir halde (kabirlerinden) kalkamazlar.”(1) buyurulmasını buna delil gösterdiklerini kaydetmektedir. Ahmet b. Hanbel’in oğlu Abdullah kendisine “bazı kimseler, cinin insan bedenine giremeyeceğini söylüyorlar. Sizin bu konuda ne dersiniz?” diye sorduğunda, Ahmet b. Hanbel, “onlar yalan söylemişlerdir” diye cevap vermiştir. (2)
Cinlerin insanlara “hangi şartlarda zarar verebileceği” konusunda ise, Gülen şunları söylüyor:
“Cinler, ehl-i imana, daha çok cünüplük ve hayız-nifas hallerinde; abdestsiz, namazsız hayat sürenlere de yine bu hallerde musallat olup, onları değişik şekilde ve değişik seviyede baştan çıkarabilirler. İşlenen her bir günah, şeytan ve habis cinlere açılan bir kapı ve pencere durumundadır. Bilhassa hassas tipler, bozuk ruhlular, duadan ve dualıların atmosferinden uzak lâubali hayat yaşayanlar, çabuk cinlerin tesirine girerler. Tabii ki, cinlerin hayat sınırlarını ve hukuklarını ihlal ve besmele çekmeden evlerini ve yurtlarını işgal de, cinlerden zarar görmede mühim faktörlerdir.
Bu yüzden Efendimiz (s.a.v), bize pis yerlere girerken dua etmemizi öğretiyor ve onların bulundukları mezbelelik, çöplük, hamam, otluk, hela ve hatta kabirlerde namaz kılmamızı yasaklıyor. Evet Efendimiz, helaya girerken, “Allahümme innî eûzü bike mine’l-hubsi ve’l-habais” dememizi öğretiyor, hayatımızın her safhasında dualı olmamızı, bu kabil zararlı oklara hedef olmaktan korunmamızı temin edecek bir kale ve kalkan sayılabilecek temiz muhitlerde bulunmamızı, temiz insanlarla düşüp kalkmamızı, dualarla bir atmosfer oluşturmamızı ve ibadetle korunmamızı emrediyor.
Öyleyse, cinlerin her türlü kötülüğünden emin olmak isteyen, her şeyden önce günahlardan şiddetle kaçınarak, onların girecekleri delikleri kapamalıdır.(3)
(1) Şiblî, Cinlerin Esrarı, s. 258. (2) Şibli, A.g.e., s. 256-257. (3) Şahin, İnancın Gölgesinde, s. 153-154.
Arif Arslan
************ | |
| | | @bdulKadir Adminstratör
Mesaj Sayısı : 6736 Rep Gücü : 10015190 Rep Puanı : 97 Kayıt tarihi : 17/03/09 Yaş : 61 Nerden : İzmir
| Konu: Geri: Şeytanla İlgili Sorular-Cevaplar Paz Ekim 25, 2009 7:18 am | |
| İBLİS NEDİR YADA KİMDİR?
İblis’i tanımanın yolu şeytanı tanımaktan geçer. İblis’i tanıtmadan evvel şeytan sözcüğünü Kur’an’a göre tanıtmak gerekmektedir. Şeytan ile ilgili geniş açıklama “Kur’an’da Şeytan” adlı çalışmamızda verilmiştir. Burada özet olarak biraz bilgi sunuyoruz. “شيطان Şeytan”, sözlük anlamı olarak “Hakk’tan uzak olan” demektir. Kavram olarak ise, “hakka ve akla aykırı hareket eden her türlü kişi, güç ve kurumun ortak ve karakteristik adı”dır. Şeytanın kimler ve neler olabileceği, bunların özellikleri, nitelikleri, alâmet-i farikaları (ayırt edilecek özellikleri) Kur’an’da detaylı olarak mevcuttur. Kur’an’a göre şeytan: - Haramın yenmesini, haksız kazanç elde edilmesini emreden ve öneren, - Kötülük, hayâsızlık ve Allah’a karşı bilmediğimiz şeyleri söylememizi emreden, - Bizi fakirlikle korkutan, - Bizi kuruntulara düşüren, - Allah’ın yarattıklarını değiştirmeyi emreden, - Bizleri kandırmak için bizlere yaldızlı sözler fısıldayan, - Bize vesvese verip, kışkırtıp kafa bulandıran, - Yaptığımız amellerimizle bizi şımartan, - Bizi azdıran, - İçki (uyuşturucu) ve kumarla, aramıza düşmanlık ve kin sokmak isteyen, Allah’ı anmaktan ve O’na kulluk etmekten bizi geri durdurmak isteyen, kişiler ve güçlerdir. Bu tanımlamalara göre şeytan, yakınımızda yaşayan, gördüğümüz, bildiğimiz birileri veya göremediğimiz ama içimizde hissettiğimiz birşeylerdir. Zaten Rabbimiz şeytanın insanlar ve görünmez güçler (cin) (ateşten, enerjiden yaratılanlar) Aşağıdaki okuyacağınız Şeytan-i Racim (İblis) olduğunu bildirmiyor mu? En’am suresi ayet 112: “Böylece, Her peygamber için, insan ve cin şeytanlarından düşmanlar kıldık. ......” Kur’an’da, yukarıda sıralanmış olan şeytanî özellikleri taşıyan insanlara “شيطان şeytan” denmiştir. Meselâ Enfal suresinin 48. ayetinde geçen “شيطان şeytan” sözcüğünün, o gün için Mekkelileri kışkırtan Beni kenâne kabilesi, Müdlic oğullarından Sürâka bin Mâlik bin Cu’şum için kullanılmıştır. Enfal; 48: O zaman şeytan onlara amellerini çekici göstermiş ve onlara: “Bu gün sizi insanlardan bozguna uğratacak kimse yoktur ve ben de sizin yardımcınızım” demişti. Ne zaman ki, iki topluluk birbirini görür oldu o, iki topuğu üstünde geri döndü ve: “Şüphesiz ben sizden uzağım. Çünkü ben sizin görmediğinizi görmekteyim, ben Allah’tan da korkmaktayım” dedi. Allah sonuçlandırması pek şiddetli olandır. Tarih ve siyer kitapları incelenerek Bedir savaşının ayrıntıları dikkate alındığında görülmektedir ki, bu kişi tıpkı ayette belirtildiği gibi önce müşriklere cesaret ve destek vermiş, sonra da onları yüzüstü bırakmıştır. Eski tefsirciler, bu ayette geçen “şeytan” sözcüğü ile Sürâka’nın kastedildiğini ama Bedir savaşındaki Sürâka’nın gerçek Sürâka olmayıp, Süraka kılığına girmiş şeytan olduğunu, dolayısıyla da Kur’an’ın aslında Sürâka kılığına girmiş “şeytan”ı işaret ettiğini söylerler. İddialarını dayandırdıkları delil ve gerekçe ise; gerçek Sürâka’nın savaşa gitmediği, hatta savaştan haberi bile olmadığı yolunda kendisinin yapmış olduğu açıklamadır. Tabi ki ileri sürülen bu iddia, delil ve gerekçe hiç inandırıcı değildir. Çünkü askerî bir otorite olan Sürâka’nın, o günkü Mekke’nin 300-400 hanelik nüfusu içinde yaşayıp, mehter takımına benzer grupların çaldığı cenk havalarını, şair kadınların herkesi hem tahrik eden hem de savaş havasına sokan gösterilerini duymaması ve savaştan habersiz olması mantık dışıdır. Şeytanî özellikleri olan insanları “şeytan” olarak isimlendiren Kur’an’dan bir diğer örnek de Bakara suresinin 14. ayetidir: Bakara; 14: Bunlar iman etmiş olanlarla yüz yüze geldiklerinde, “iman ettik” derler. Şeytanlarıyla baş başa kaldıklarındaysa “Hiç kuşkunuz olmasın biz sizinleyiz. Gerçek olan şu ki, biz alay edip duran kişileriz.” derler. Bu ayette söz konusu edilen şeytanlar da, münafıkların (ikiyüzlülerin) akıl hocaları olan insanlardır. Bir diğer örnek de Al-i Imran suresi ayet 175’te geçen “şeytan” ifadesidir ki klasik tefsirlere baktığınız zaman bunun Nuaym İbn Mes’ud adında bir kafir olduğunu okursunuz. Şeytan-ı Racim Pek çok kimse “şeytan” ile “الشّيطان الرّجيم şeytan-ı racim”i birbirine karıştırmakta ve ikisinin de aynı olduğunu düşünmektedir. Bize göre ise “Şeytan-ı Racim”; genel olarak şeytan adı altında toplanan özelliklerden başka özellikler de gösteren özel bir şeytan (!) sıfatıdır. Bu özelliği sebebiyle de Kur’an’ın kendisine verdiği özel isim; “ابليس İblis”tir. Başka türlü ifadeyle İblis şeytanlık yaptığından ötürü Rabbimiz ona “Şeytan-ı Racim/kovulmuş şeytan” adını takmıştır. Hıcr suresi ayet 34; Sad suresi ayet 77; Tekvir suresi ayet 28 ve Nahl suresi ayet 98’e bakabilirsiniz. Kur’an nasıl ki şeytanî özellikler gösteren insanları “şeytan” diye nitelemişse, aynı şeytanî özellikleri gösterdiği için bazı ayetlerde (Bakara; 36 , A’râf; 14, 15, İsra; 64) İblis’i de “şeytan” olarak nitelemiş, fakat Bakara; 34, A’râf; 11 – 27, Hicr; 28 – 44, İsra; 61 – 65, Kehf; 50, Ta Ha; 116 – 123, Sad; 71 – 85, Şuara; 94, 95, Sebe; 15 – 21 gibi bir çok ayette de İblis’ten bahsederken özel ismi ile bahsetmiştir. “ابليس İblis” sözcüğünün anlamı; “hayırdan son derece ümitsiz olan, Allah’ın rahmetinden umudunu kesen” demektir. Araştırmacılar bu sözcüğün aynı “Âdem” sözcüğü gibi Arapça olmadığını, Arapça’ya başka dillerden geçtiğini belirtmişler ve Yunanca “Diabolos” sözcüğünün değişmiş hâli olduğunu ileri sürmüşlerdir. “İblis nedir?” sorusuna eski düşünürlerin bir çoğu; İblis’in asıl adının Azâzil olduğu, meleklerin ileri gelenlerinden biri iken Âdem’e secde etmediği için Allah’ın rahmetinden uzaklaştırıldığı şeklinde bir açıklama getirmişlerdir. Şimdi Kur’an ayetleri doğrultusunda İblis’i anlamaya çalışalım. İblis’in özellikleri: İblis cinlerdendir. Kehf suresi âyet 50: “Hani biz meleklere, “Âdem’e secde edin” demiştik de İblis dışında hepsi secde etmişti. İblis, cinlerdendi. Kendi Rabbinin emrine ters düştü. Şimdi siz, beni bırakıp da onu ve onun soyunu dostlar mı ediniyorsunuz? Hem de onlar sizin düşmanınızken. Zalimler için ne kötü bir değiştirmedir bu!” “الجنّ Cinn” sözcüğü, “kapalı, gözükmez varlık ve güç” demektir. Detayı “Cinn Kavramı” çalışmamızda verilmiştir. İblis, ateşten yaratılmıştır. A’raf suresi âyet 12: “Buyurdu: “Sana emrettiğimde secde etmeni ne engelledi?” Dedi: “Ben ondan hayırlıyım.. “Beni ateşten yarattın, onu çamurdan yarattın”.” Ayetlerde İblis’in yaratıldığı “النّار ateş” ise, günümüzde “enerji” olarak isimlendirilen “güç”e karşılık gelmektedir. Adem’in yaratıldığı تراب toprak, طين balçık da “madde” diye adlandırılan varlığa karşılık gelmektedir. Bilindiği gibi “ateş” Pythagoras tarafından ortaya atılan kurama göre, evreni oluşturan dört ana maddeden (hava, su, toprak, ateş) birisidir ve günümüzdeki “enerji” kavramı ile örtüşmektedir. Bir başka ifade ile “ateş”, Kur’an’ın indiği dönemdeki insanlar için, bilinmezleri de temsil eden bir ilk maddedir. Çünkü insanlar havayı solumakta, suyu içmekte, toprağı işlemektedirler ama yıldırım ve şimşeğin ateşini yakından tanımamaktadırlar. Dolayısıyla Kur’an’da İblis’in yaratıldığı “şey”in “ateş” olarak açıklanması, konuya bugünkü bilgiler ışığı altında bakanlar tarafından yadırganmamalıdır. c) İblis, insanların sudûrundadır (beyinlerindedir, zihinlerindedir). Nass suresi ayet 4, 5: 4-Hannasın kötü fısıltılarının şerrinden, 5-Ki o, insanların göğüslerinde vesvese verir. d) İblis vesvese verir. Ta Ha suresi ayet 120: Derken şeytan ona şöyle diyerek vesvese verdi: “Ey Adem! Sana sonsuzluk ağacıyla eskimez/çökmez mülk ve saltanatı göstereyim mi? A’raf suresi ayet 20: “Derken, şeytan, kendilerinden gizlenmiş olan bedenlerini ortaya çıkarmak için ikisine de vesvese verdi. Dedi: “Rabbinizin sizi şu ağaçtan uzak tutması, iki melek olmayasınız yahut ölümsüzler arasına katılmayasınız diyedir.” Kaf suresi ayet 16: “Ve hiç kuşkusuz, insanı biz yarattık ve nefsinin ona ne vesvese verdiğini biz biliriz. Ve biz ona şah damarından daha yakınız.” وسوسة Vesvese: “Gizli bir sesle, fısıltı ile düşünce aşılamak, bir işe, eyleme yöneltmek” demektir. Burada İblis’in yani Şeytan-ı Racim’in neler fısıldayacağı, neleri gizlice telkin edeceğini yukarıda konuya girerken arzettiğimiz şeytanî karakterleri göz önüne alarak öğrenebiliriz. e) İblis bir melektir. “Hani meleklere, “Âdem’e secde edin” demiştik de İblis müstesna hepsi secde etmişti. İblis dayatmıştı.” İblis’in Adem’e secde etmeyişini anlatan ayetlerde İblis’in meleklerin içinden istisna edildiğini görüyoruz. İstisna terim olarak “Bir ismi istisna edatlarından biriyle cümledeki yargıdan çıkarmak” demektir. Arapça Dilbilgisine göre şekil olarak üç çeşidi olmasına rağmen, anlam olarak istisna iki çeşittir. Birincisi. Muttasıl istisnadır (müstesnanın müstesna minh cinsinden olduğu istisna). İkincisi: Munkatı istisna’dır (müstesnanın müstesna minh cinsinden olmadığı istisna). Melek, cinn ve şeytan kavramlarını özümseyememiş yorumcular ayetteki yapılmış istisnayı, munkatı istisna kabul edip İblis’i yani Şeytan-ı Racim’i melekten sayamamışlardır. Halbu ki İblisi konu alan Taha suresi ayet 116; sad suresi ayet 73; Hıcr suresi ayet 31’de “meleklerin hepsi, toplu halde” ifadeleri yer almaktadır. Bu vurgular kesinlikle ayetteki istisna cümlesinin Muttasıl istisna olduğunu gösterir. Bunun anlamı şudur; İblis diğer hemcinsleri gibi Adem’e secde etmemiştir. İblis, melek grubundan secde yargısında istisna edilmiştir. Öyleyse İblis kesin olarak melektir. Bu noktada bir sorun ortaya çıkıyor: İblis, melektir tamam ama melek nedir? Çünkü bu yargı klasik melek anlayışı çerçevesinde kesinlikle kabul edilemez. Detayı “Melek Kavramı” çalışmamızda olmakla birlikte burada kısa bir açıklama verelim: Melek: Arap Dilbilimi uzmanları “ملك melek” sözcüğünün kökeni ile ilgili altı tane farklı tespitte bulunurlar. Bu tespitlerin izahı sayfalar dolusu açıklamaları gerektirir. Biz bunların en isabetlisi olan iki tespiti dikkate alacağız. Olayın geniş açıklamasını arzu edenler, Kitab-ül-Ayn, Tehzib, Camî, Keşşaf, Mecma’, Garaib, Lübâb, Rûh, El-Bahr-ül Muhît, Müfredat gibi kaynaklara başvurabilirler. Birincisi: Melaike ve bunun tekili olan melek sözcükleri “ؤلوك Ulûk” kökünden türemiştir. Bu sözcük elçi göndermek anlamını taşımaktadır. Kelimenin aslı “مألك me’lek” dir. İsm-i zaman, ism-i mekan ve mastardır. Dolayısıyla başındaki “م mim/m” ektir. Sonra elifle lam yer değiştirmiş “ملئك mel’ek” yapılmıştır. Allah’tan elçi anlamında isim olarak kullanılmaya başlayınca hemze terk veya tahfif yoluyla “ملك Melek” şeklini almıştır. İkincisi: Başındaki “م mim/m” kelimenin aslındandır, ek değildir. Kuvvet/yönetim gücü anlamındaki “ملك melk” kökünden türemiştir. Mülk, milk, malik ve melik sözcükleri bu kökten türemedirler. Anlamları da bu kök anlama göredir. Genellikle eski tefsirciler birinci şıkkı tercih etseler bizim tespitlerimize göre her iki kökten de türemiştir. Ve ayrı kök ve ayrı anlamlarda kullanılmıştır. Yani bazı yerlerdeki “ملائكة melaike” sözcüğü birinci şık kapsamına bazı yerlerde geçenler de ikinci şık kapsamına girmektedir. Bunları yer aldıkları pasaj içerisindeki söz akışından kolayca ayırt edebiliriz. Yukarıdaki açıklamalar doğrultusunda anlaşılıyor ki “ملك melek”, “Kuvvet, yönetim gücü, elçi ve haber verici” demektir. Kur’an’ı iyi anlayıp dini doğru yaşayabilmek için bu kavramın Kur’an’daki yer alışlarını iyi bilmemiz gerekmektedir. Görüldüğü üzre melek sözcüğü iki farklı anlamlı kökten gelebilmektedir. Buna göre “üluk” kökünden anlamına göre “elçiler/haberciler”; “Melk” kökünden anlamına göre ise “yönetim güçleri” anlamına gelmektedir. Ne yazık ki bu ayırım yapılmadan Kur’an’daki “melek, melaike” sözcüklerinin hepsi aynı anlamda kabul edilmiştir. Halbuki konu akışı çerçevesinde bu ayırım yapılabilir. Yapılmalıdır da. Zira konu içerisinde bunlar farklı farklı anlamlar içermektedir. Bizim konumuzu ilgilendiren yani Adem’e secde eden (boyun eğen) melekler ve secde etmeyen melek İblis konusundaki ayetlerdeki geçen “ملائكة melaike” sözcüğü “melk” kökünden türemedir ve anlamları “güçler” demektir. İblis, Adem’e (insana) secde etmez (boyun eğmez, kontrole girmez ). İlgili ayetleri biliyorsunuz. Burada tekrarın gereği yok. Şu unutulmamalıdır: İblis Rabbine boyun eğer, O’na yalvarır ondan dileklerde bulunur. Konu ettiğimiz ayetlerin pasajlarını bütün olarak okursanız bunları görürsünüz. İblis insanın diriltileceği güne kadar süre almıştır. Sad suresi ayet 79-81: Dedi: “Rabbim, o halde insanların diriltileceği güne kadar bana süre ver.” Buyurdu: “Peki, süre verilenlerdensin. O bilinen güne kadar.” A’raf suresi ayet14, 15: Dedi: “İnsanların diriltileceği güne kadar bana süre ver.” Buyurdu: “Süre verilenlerdensin.” Bu açıklamalardan “Şeytanın cennette Adem ve eşini nasıl kandırmış olabileceği yani şeytanın cennette ne işinin olduğu, secde Allah’tan başkasına yapılamazken bizzat Allah’ın melekleri Adem’e secdeye zorlaması, meleklerin Adem’e, dinden çıkmadan, müşrik olmadan nasıl secde ettikleri, ” konularında ön bilgiye sahip olmuş olduk. Ayrıca Adem’e secde eden meleklerin, iblis dışındaki melekler, enerjik güçler ve doğadaki canlı cansız tüm güçler olduğunu da vurgulayalım. Ve ilginç bir örnekle mevzuyu kapatalım. Bakara suresinin 248. ayetinde yük taşıyan manda, öküz, eşek, katır gibi hayvanlar “ملائكة melaike” olarak ifade edilmiştir. | |
| | | @bdulKadir Adminstratör
Mesaj Sayısı : 6736 Rep Gücü : 10015190 Rep Puanı : 97 Kayıt tarihi : 17/03/09 Yaş : 61 Nerden : İzmir
| Konu: Geri: Şeytanla İlgili Sorular-Cevaplar Paz Ekim 25, 2009 7:46 am | |
| sanırım fadlurrahmanın Kuranda Şeytan Kelimesine getirdiği farklı bakış açısı
ŞEYTAN VE KÖTÜLÜK
İnsan tarafından gerçekleştirilen ve iyinin (hayr) zıddı olan kötüyü (şerr) fert ve toplum olarak insan davranışlarından bahsederken anlattık. Biz burada Kur’an’ın sık sık kişileştirerek İblis ve Şeytan adını verdiği kötülük ilkesini ele alacağız. Her ne kadar Şeytanın kişileştirilmesi İblis’in kişileştirilmesinden çok daha az ise de, Kur’an Mekkî surelerde Şeytandan çoğul olarak şeytanlar diye bahsetmektedir. Bu kelime bazen, belki de mecazî olarak, insanlar için de kullanılmıştır: “Şeytanlarıyla yalnız kaldıkları zaman (münafıklar), “biz, sizinle beraberiz, biz sadece onlarla alay ediyoruz” derler” (2/Bakara, 14); “Böylece Biz her peygambere insan ve cin şeytanlarını düşman yaptık” (6/En’am, 112). Fakat “şeytanlar” kelimesinin, insanlar için mecazî olarak kullanıldığı kabul edilirse, acaba cinler için de mecazi kullanıldığı olabilir mi? Faydalı bir çalışma olan, fakat henüz yayınlanmamış eserinin 5. bölümünde –The Pneumatology of the Qur’an (Kur’an’ın Ruhaniyat İlmi, bu eser, Melekler, Cin ve Şeytan’dan bahsetmektedir)– Dr. Alford Welch, Kur’an’ın “İblis sürüleri” diye tabir ettiği şeylerin (26/Şuarâ, 95) cinler olduğu sonucuna varmıştır. Bu cinlerin şöyle dedikleri Kur’an’da mevcuttur: “Biz göklere dokunduk, oraları kuvvetli bekçilerle ve alevlerle doldurulmuş bulduk. Ve biz oraları dinlemeye mahsus olan oturma yerlerinde oturur (gayb haberlerini işitmeye çalışır)dık. Artık kim dinlemek isterse, kendisini gözetleyen bir alev parçası bulur” (72/Cin, 8-9). Kur’an şeytanların (çoğul olarak) gizlice gökten haber çalmaya çalıştıklarını, fakat oradan kovalandıklarını tekrarla söylemesi, bunun öyle olduğunu gösterir (15/Hicr, 17; 67/Mülk, 5; 72/Cin, 8-9, vs.). Cinlerin az veya çok insanlara benzer varlıklar oldukları, fakat onların ateşten, insanların ise pişmiş topraktan yaratıldıkları Kur’an tarafından tasdik edilmektedir (7/A’raf, 12; 55/Rahman, 14-15). Yine Kur’an şöyle ifade etmektedir (18/Kehf, 50); “İblis cinlerden idi, fakat o, Rabbinin emrine uymadı”. Onun için, Kur’an’da cinlerin bir cins yaratık oldukları genelde kabul edildiği göz önünde bulundurulursa Dr. Welch’in görüşünün akla yakın olduğu anlaşılır. Ancak bu durumun sadece cinlerden bir kısmı için geçerli olduğunu söylemek gerekir. Çünkü Cin Kur’an’da insana paralel bir mahluk olarak görülmüştür. Allah’ın gönderdiği vahiy onlara da hitap etmektedir, ama her halde biraz daha ikincil olarak: Bir zamanlar cinlerden bir grubu, Kur’an dinlemek üzere sana yöneltmiştik. Ona geldiklerinde birbirlerine: “Susun, (dinleyin)” dediler, (okuma) bitince de uyarıcılar olarak kavimlerine döndüler: “Ey kavmimiz” dediler, “Biz Musa’dan sonra indirilen, kendinden öncekini doğrulayan, Hakka ve doğru yola götüren bir Kitap dinledik. Ey kavmimiz, Allah’ın davetçisine uyun, ona inanın ki (Allah), günahlarınızı bağışlasın ve sizi acı bir azaptan korusun” (46/Ahkaf, 29-31). Cinlerin, göklerin dinlemeye mahsus oturma yerlerinde orada olup bitenleri dinlediklerini, fakat şimdi artık bunu hiç kimsenin yapamadığını söyledikleri 72/Cin suresinin (72/Cin, 8-9), ilk ayetleri, onların Kur’an’ın öğretisini harikulade buldukları için kabul ettiklerini söylemektedir. Bu sure ve yukarıda iktibas ettiğimiz 46/Ahkaf suresindeki önemli bir nokta, Peygamber’in kendisinin cinleri doğrudan gören veya işiten biri olarak temsil edilmeyişidir. Cinlerin neler söylediklerini veya yaptıklarını ona haber veren yine Allah’tır. Ayrıca 72/Cin suresinde cinlerin ağzından şunlar nakledilmektedir: “Bazılarımız faziletli, fakat diğer bazılarımız bundan daha kötüdür” (72/Cin, 11); “Biz yol gösteren Kur’an’ı işitince ona inandık... Bizden Müslümanlar da var, hak yolundan sapanlar da var. Kimler Müslüman olursa işte onlar doğru yolu aramışlardır” (72/Cin, 13-14). Bu nedenden dolayı Kur’an’a göre, bütün cinlerin veya bu cinlerin büyük çoğunluğunun şeytan sürüsü veya kovulmuş melekler olduklarını kabul etmek çok güçtür. Bununla beraber, cin [türünün] kötülüğe eğilimi, insan [ırkının] kötülüğe eğiliminden daha fazla olduğu görülmektedir. Cinlere has bir peygamberin gönderildiğine veya cinlerden bir peygamber geldiğine dair Kur’an’da hiçbir işaret yoktur. Sadece onların Hz. Musa’ya ve Hz. Muhammed’e inandıkları ve Hz. Süleyman’a işçi köle olarak çalıştıkları (34/Sebe’, 12-14) belirtilmektedir. Bütün bunlardan anlaşılıyor ki cinler, biraz daha dehşet verici bir tabiatları ve (gözle görülememe gibi) bazı daha güçlü yönleri olmakla beraber, kötülüğe daha eğilimli ve insandan daha aptal olmalarının dışında insanlardan pek de farklı yaratıklar değildir. Kur’an, genellikle onlara ya doğrudan doğruya hitap etmekte veya insanlarla bir tutarak hitap etmektedir (mesela bkz.: 6/En’am, 130; 7/A’raf, 38, 179; 17/İsra, 88; 27/Neml, 17; 41/Fussilet, 25, 29; 46/Ahkaf, 18; 55/Rahman, 33). 34/Sebe’ suresinin 41. ve 6/En’am suresinin 100. ayetlerinden açıkça anlaşılmaktadır ki, en azından bazı Araplar, İslam’dan önce cinlere tapıyorlardı. Yine 11/Hicr suresinin 27. ayetinde ve 7/A’raf suresinin 12. ayetinden anlaşıldığına göre, cinler insanlardan önce yaratılmışlardır. Acaba cinler, evrim sürecinde önceki bir gelişme aşamasını temsil edebilirler mi? Bu güç soruyu şimdilik böylece bırakıp şurasını belirtelim ki Kur’an, Medine devrinde artık cinlerden pek bahsetmemiştir. Ama yine de kendisini “insanlara yol gösterici” olarak tanımlamaktadır. Doğrusu Kur’an hiçbir zaman cinlere doğrudan doğruya veya onları esas alarak hitap etmemiştir (yukarıda da belirttiğimiz gibi zaten Kur’an’ı dinledikleri anlatılan ayetlerde Peygamber’in onlarla doğrudan temas halinde olmadığı, fakat bu durumun vahiy ile kendisine bildirildiği Kur’an tarafından belirtilmiştir). Şeytana gelince, Hz. Adem’in yaratılması olayı ile ilgili olarak II. Bölüm’de belirttiğimiz gibi, İblis, Hz. Adem’den önce cin şeklinde olmakla birlikte insan şeytanla çağdaş olarak var idi. Bu durum, çok önemli bir noktaya işaret etmektedir. Şöyleki kötülük ile iyilik arasındaki mücadele sadece ve sadece insan için bir anlam ifade etmektedir. Onun için Kur’an, İblis’i Allah’ın emrine karşı gelen bir âsi olarak tasvir etmiştir. Bu yüzden Şeytan, Allah’ın değil, insanın rakibi ve düşmanıdır. Çünkü Allah, Şeytanın yaklaşamayacağı kadar ondan uzaktır. Şeytan’ın hedefi insandır. Yine şeytana karşı muzaffer olabilecek olan veya ona mağlub olup helak olabilecek olan insandır. Bu yüzden metafizik açısından şeytan Allah’a eş tutulamaz (Yezdan’a rakip olarak tasvir edilen Ehirman, Zedüştlerin işledikleri bu hatayı göstermektedir). Bunun içindir ki, Kur’an, devamlı insanı şeytanla mücadele etmesi için uyarmaktadır: Derken şeytan onların (Adem ile Havva’nın) cennetten düşmelerine sebep oldu, içinde bulundukları nimetler yurdundan onları çıkardı. Biz de dedik: “Birbirinize düşman olarak inin” (2/Bakara, 36; ayrıca 7/A’raf, 22, 24). Ey insanlar, yeryüzünde bulunan helal ve temiz şeylerden yiyin, şeytanın adımlarını izlemeyin, çünkü o, sizin apaçık düşmanınızdır (2/Bakara, 168). Ey inananlar, hepiniz birlikte barışa (yani İslam kardeşliğine) girin. Şeytan’ın adımlarını izlemeyin, çünkü o size apaçık düşmandır (2/Bakara, 208; yine bkz. 6/En’am, 143). Şeytan insanın apaçık düşmanıdır (12/Yusuf, 5; 17/İsra; 53). Şimdi siz, Allah’ı bırakıp şeytanı ve onun neslini dostlar mı ediniyorsunuz? Halbuki onlar sizin düşmanınızdır (18/Kehf, 50). Şeytan sizin düşmanınızdır. Siz de onu düşman tutun (35/Fatır, 6). Bu durumda Kur’an’dan çıkarılabilecek en dikkat çekici fikir, şeytanın faaliyetleri insanlık arasında çok yaygın olduğundan insanın her an devamlı tetikte olması ve kendini kollamasıdır. Ne zaman ki insan, kendi nefsini rahatlatır ve işi gevşetirse Şeytanın aldatmalarına derhal yem olabilir. Her ne kadar hemen hemen her insan belli bir ölçüde şeytanın teşvik ve aldatmalarına maruz kalmıştır denebilirse de, aslında takva sahibi olan insanlar (yani ahlâkî tehlikeye düşmekten devamlı korkup sakınmak için tetikte olan kimseler) şer olan bir kötülüğü pek işlemezler ve şeytanın hilelerini derhal farkeder, böylece uyanırlar. Onun için Kur’an, Peygamber’e der ki: “Ne zaman Şeytandan kötü bir düşünce seni dürtüklerse, Allah’a sığın, çünkü O, işitendir, bilendir. Takva üzere olanlar, kendilerine Şeytandan gelen bir vesvese dokunduğu zaman, hemen (Allah’ın emir ve yasaklarını) hatırlar ve gerçeği görürler” (7/A’raf, 200-201). Buradan anlaşılıyor ki Şeytanın faaliyeti, temel olarak bir kimseyi şaşırtmak ve geçici olarak (veya artık kötülüğü benimsemiş olan kimseler için daimî olarak) basiretini bulandırmaktadır. Ama Kur’an ısrarla belirtmiştir ki hiçbir insan, aslında Şeytanın dokunmasından tamamen emin olmamakla beraber, ahlâkî doğruluğunun istila edilmemesi için her an tetikte olan bir kimseye karşı Şeytanın hiçbir gücü yoktur. Onun için Allah, şeytana şöyle demektedir: “Benim (doğru) kullarıma senin gücün yetmez. Ancak sana uyan azgınlara gücün yeter” (15/Hicr, 41, ayrıca bkz. 17/İsra, 65) ve yine: “İnananlara ve Rabblerine dayananlara şeytanın gücü yetmez” (16/Nahl, 99). Şeytanın pençeleri tek başına pek güçlü değildir. Onu asıl güçlü yapan, insandaki irade zayıflığı, ahlâkî cesaretin olmayışı ve gereken takvanın bulunmayışıdır. Kur’an’a göre şeytanın aldatması, kişinin ümitsizliğinden ve ne yapacağını bilemeyişinden kaynaklanmaktadır. II. Bölüm’de, tam zıddı olan kendine güvenme gibi, ümitsizliğin de şeytanî bir davranış olduğunu söyleyen Kur’an ayetini vermiştik. Önce Şeytan, tamamen gururunun esiri olarak Hz. Adem’e secde etmeyi reddetti, çünkü Adem’den üstün olduğunu zannediyordu. Fakat Allah, onu huzurundan kovunca bu defa tamamen ümitsizliğe kapıldı ve bir nevi her türlü ümitsizliğin de sembolü oldu: Allah: “Ey İblis, neyin var ki sen secde edenlerle beraber olmadın?” dedi. İblis: “Ben, pişmemiş çamurdan, değişken bir balçıktan yarattığın insana secde edemem” dedi. Allah: “Öyle ise çık oradan, çünkü sen artık kovuldun. Tâ ceza gününe kadar üzerine lanet edilecektir” buyurdu. İblis dedi ki: “Rabbim, bari tekrar dirilecekleri güne kadar bana mühlet ver”. Allah: “Haydi” dedi, “sen ertelenmişlerdensin! O bilinen vaktin gününe kadar!”. İblis: “Rabbim, beni azdırmandan ötürü andolsun ki ben de insanlara yeryüzünde kötülükleri süslü göstereceğim ve ihlaslı olanlar hariç kullarının hepsini azdıracağım (15/Hicr, 32-40). Şeytanın bu mutlak ümitsizliği, onun insanı saptırmasındaki korkunç stratejileriyle çok güzel ifade edilmektedir: “Şeytan, Allah’a dedi ki: Beni azdırmana karşılık ben de insanları saptırmak için senin doğru yolunun üstüne oturacağım. Sonra onlara önlerinden, arkalarından; sağlarından, sollarından sokulacağım ve çoklarını (sana) şükredenlerden bulmayacaksın” (7/A’raf, 16-17). İblis veya Şeytan böylece güçlü olmaktan ziyade aldatıcı ve kurnaz görünmektedir; insanı doğrudan karşılamaktan ziyade tuzak kurma ve arkadan vurma yolunu seçmektedir; erkekçe savaşmak yerine hile kurmayı, saptırmayı ve göz boyamayı tercih etmektedir. Bu yüzdendir ki Şeytan, Kıyamet günü kendilerini yoldan çıkardığını iddia eden insanların suçlamalarına karşı şöyle cevap verecektir: “Allah size gerçek vadetti, ben ise size (gerçeksizlik) vadettim. Benim sizi küfre zorlayacak bir gücüm yoktu. Sadece sizi kötülüğe davet ettim, siz de benim davetime koştunuz. O halde beni suçlamayın, kendi kendinizi suçlayın. Ne ben sizi kurtarabilirim, ne de siz beni. Ben, önceden beni Allah’a şirk koşmanızı zaten tanımamıştım. Doğrusu zalimler için acı bir azap vardır” (14/İbrahim, 22). Yukarıda belirtildiği gibi Şeytanın asıl gücünü, insan iradesinin zayıflığında aramak gerekir. Çünkü onun bizzat kendinde çok az bir güç vardır. En çok kullandığı hile ise, “süslemek” veya dünyanın en süfli şeylerini gayet süslü ve “çekici göstermek”, ya da verimli ve çok iyi neticeler verecek olan birşeyi korkunç ve yapması çok güçmüş gibi göstermektir: “Şeytan onlara yaptıklarını süslü ve çekici gösterdi” (6/En’am, 43); “Şeytan onlara yaptıkları işi süsleyip güzel gösterdi” (8/Enfal, 38 ve yine bkz. 16/Nahl, 63; 29/Ankebut, 38; 47/Muhammed, 25); “Şeytan, sadece kendisine uyanları korkutabilir” (3/Âl-i İmran, 175). O halde Şeytanın ne kadar güçlü olduğu insana bağlıdır. İnsanın kendisinin bu noktadaki zayıflığını II. Bölüm’de etraflıca işlemiştik. Şeytanın kendisi sık sık Kur’an’da Allah’a karşı gelen bir âsi olarak anlatılmıştır (37/Sâffat, 7; 22/Hac, 3; 4/Nisa, 117). Fakat bu, neticede onun çaresizliğinden başka birşey ifade etmez. Kıyamet günü Şeytanın bile bütün bu çalışmalarının bir sonuç vermediğini bizzat kendisinin itiraf edeceğini ve aslında insanlar üzerinde hiçbir güce sahip olmadığını yukarıda gördük. Nitekim Kur’an der ki: “Şeytan onlara aldatmadan başka hiçbir şey vadetmez” (19/İsra, 64; 4/Nisa, 120). Bu ayet açıkça göstermektedir ki Şeytanın hiçbir sözünde hakikat yoktur. Ayrıca “İnananlar Allah yolunda savaşırlar, inkar edenler de İblis (Tağut) uğrunda çarpışırlar. O halde şeytanın dostlarıyla savaşın, çünkü Şeytanın hilesi zayıftır” (4/Nisa, 76). Kötünün bizatihi zayıf, hakikatin ise güçlü olduğu konusundaki kesin kanaat; yanlış ve kötünün mağlup edilebileceği ve gerçekten de mağlup olacağı yolundaki Kur’an’ın sarsılmaz inancını doğurmuştur. “Onlar, şeytanın partisidir. İyi bilin ki, şeytanın partisi mutlaka kaybedecektir” (58/Mücadele, 19); “Muzaffer olacak olan mutlaka Allah’ın partisidir” (5/Maide, 56); “Allah onlardan razı olmuş, onlar da Allah’tan razı olmuşlardır. İşte onlar Allah’ın partisidir. İyi bil ki kurtuluşa erenler de, Allah’ın partisinde olanlardır” (58/Mücadele, 22). Daha önce de gördüğümüz gibi Şeytan, kendine uyanları aldatır ve sonra yalnız bırakır: “Şeytan, insanı (kötülüğe sürükleyip) yapayalnız ve yardımcısız bırakır” (25/Furkan, 29). Bu dünyada dahi şeytanın aldatmacalarına insan kandıktan sonra Şeytan yine de sorumluluk kabul etmez: “Şeytan insana “inkâr et” der ve insan inkâr edince de: “Ben senden uzağım, ben âlemlerin Rabbi olan Allah’tan korkarım” der” (59/Haşr, 16). Onun için, insana asıl tehlike teşkil eden Şeytanın güçlü olması değil, onun iltifatları karşısında dayanma gücü gösteremeyen insanın kendi iradesidir. Bu süslemeler ve iltifatlar insanın akıl ve kalbini öyle bir durumda yakalar ki insan artık hakikat olan, fakat ilerde gelecek olan faydalı neticeler veren ahireti ve yaratılışın yüksek gayelerini unutarak yaşadığı an içerisinde kendini kaybeder. II. Bölüm’de insanın ne kadar basiretsiz olduğunu ve ne kadar dar çerçeve içinde kaldığını görmüştük. Aslında onun en zayıf tarafının bu olduğu orada saptanmıştı. Burada da anlıyoruz ki Şeytanın en fazla kullandığı yön yine budur. Bir bakıma Şeytan, insanda var olan kötü eğilimleri kuvvetlendiren bir güçten başka birşey değildir. Bu ikisi birleşince artık onlar zaptedilemez. Eğer insan bu güçlü birleşmeyi reddetmek istiyorsa, o zaman içinde taşıdığı fıtrî iyilik eğilimlerini güçlendirmek ve geliştirmek için kendisini şuurlu olarak Allah’a yöneltip onun yanında yer alması çok önemlidir. Şeytanın aldatıcı hilelerinden ve çaresiz verimsizliğinden, ayrıca, onun korkunç gayretlerinin her türlü verime karşı olmasından dolayı, Kur’an sık sık insanı “şeytanın izinden gitmemek” için uyarmaktadır. Çünkü Şeytanı izlemek, insanı kendi mahvoluşundan başka hiçbir yere götürmez. Şeytan insanın gerçek düşmanıdır. Şeytanın izinden gitmek, insanın herhangi bir kötülüğü işlemesi demektir. Bu kötülük ne olursa olsun, israf olsun, ahlâksızlık olsun, ya da savaş veya diğer kötülükler olsun durum hiç değişmez: “Ey insanlar, yeryüzünde bulunan helal ve temiz şeylerden yiyin. Şeytanın adımlarını izlemeyin, çünkü o, sizin apaçık düşmanınızdır” (2/Bakara, 168). Yine: Bilgisizlik yüzünden çocuklarını cahilce öldürenler ve Allah’ın kendilerine verdiği rızkı, Allah’a iftira ederek haram kılanlar muhakkak ki kaybedenlerdir. Onlar artık yollarını kaybetmiş ve doğruyu bulmaya da istekli değildir. Çardaklı ve çardaksız üzüm bahçeleri, ürünleri çeşit çeşit hurmaları, ekinleri, zeytinleri, narları birbirine benzer, fakat ayrı şekillerde yaratan hep O’dur. Her biri meyve verdiği zaman meyvesinden yiyin. Hasat günü (fakirlere düşen) hakkı verin. Fakat israf etmeyin, zira O, israf edenleri sevmez. Hayvanlardan da (çeşit çeşit yarattı), kimi yük taşır, kiminin tüyünden döşek yapılır. Allah’ın size verdiği rızıktan yiyin, Şeytanın adımlarını izlemeyin. Çünkü o, sizin apaçık düşmanınızdır (6/En’am, 140-142; ayrıca bkz. 17/İsra, 17 aslında israf edenler şeytanın kardeşleridir). Benzer bir biçimde savaş hakkında Kur’an şöyle der: “Ey insanlar, hepiniz birlikte barışa girin, Şeytanın adımlarını izlemeyin. Çünkü o, size apaçık düşmandır. Size açık açık deliller geldikten sonra yine doğruluktan saparsanız, bilin ki Allah daima üstündür, hikmet sahibidir” (2/Bakara, 208-209). Münafıkların Müslümanlar arasında fitne tohumları ekmeye teşebbüs etmelerinden bahsettikten sonra Kur’an, ahlâk bozukluğu hakkında şunları söylemektedir: “Ey inananlar, Şeytanın adımlarını izlemeyin. Kim Şeytanın adımlarını izlerse, o, ona ahlâksızlığı ve kötülüğü emreder. Eğer Allah’ın lütfu ve rahmeti olmasaydı hiçbiriniz asla (günahlardan) arınamazdınız. Fakat Allah, dilediğini arındırır. Allah, işitendir ve herşeyi bilendir” (24/Nur, 21); Ayrıca: “Ey Ademoğuları! Şeytan, ana babanızı çirkin yerlerini göstermek için elbiselerini soyarak cennetten çıkardığı gibi, sizi de şaşırtıp bir belaya düşürmesin! Çünkü o ve kabilesi, sizin onları göremeyeceğiniz yerden sizi görürler. Biz Şeytanları inanmayanların dostları yaptık” (7/A’raf, 27). Bir insanın şeytanın adımlarını izleyebilmesi veya izlemesi fikrinin iki temel özelliği vardır: Birisi, Şeytan hiçbir zaman bir kimseyi kötülük yapmaya zorlamaz ve zaten zorlayamaz da. Fakat avını aldatmaya veya kötülüğe teşvik etmeye çalışır. Onun aldatması, müeccel ve sathi gayeleri gözler önüne getirmekten ibarettir; veya bu dünya hayatının öyle bir şekilde insana gösterilmesidir ki, birçok kimse buna aldanır. Onların çoğu geçici olarak aldanır, ama yine de birçok kimse buna devamlı aldanır ki Kur’an, onlara Şeytanın “dostları” veya “Şeytanın Partisi” ismini vermiştir. İkincisi, aynen bir tertipçinin izlerinin takipçisini uçuruma götürmesi gibi Şeytanın adımları da takipçisini felaketten başka hiçbir yere götürmez. Şeytanın adımlarının nereye gittiğini anlamak, insan için bu yüzden çok önemlidir. Aksi halde insanın kendisini felaketten kurtarması çok zordur ve hatta imkansızdır. O halde asıl problem insanın kendi içindedir. Çünkü o, iyilik ve kötülük; bilgi ve cehalet, güç ve zaafiyet gibi zıtların bir karışımıdır (bununla ilgili olarak II. Bölüm’de insanın zayıf noktaları konusuna müracaat edilebilir). İnsanın kendini koruması için tek anahtar “takva”dır. Takva aslında korunmak demektir (II. Bölüm’e bkz.), ama insanın tutuşturması gereken derunî bir ışık ve ruhanî bir kıvılcımdır. İnsanın doğru ile yanlışı, görüntü ile hakikati, müeccel ile ebedî olanı vb. ayırdedebilmesi için bu kıvılcımı kendi içinde tutuşturması şarttır. Takvanın elbetteki dereceleri vardır, ama bir defa insan onu elde ederse Şeytanın adımlarının nereye götürdüğünü görebilir ve artık ona aldanmaz. İnsanın kendi içinde hem iyiye hem de kötüye karşı eğilimli olması onu, kötülükten arınmış olan ve iyiyi otomatik olarak yapan meleklerden ayırmıştır. Bu durum insanı, cinlere daha yakın bir varlık yapmıştır. Ama cinler, insandan daha çok kötülüğe eğilimlidir. Her ne ise, insanda bu iki eğilim arasında [sürekli] bir mücadele vardır. Fakat kötülük tarafından olan yönleri, binlerce çeşit hileleri olan (insanın kendi faziletleri ile övünme, onlarla yetinme ve insandaki mülayimlik gibi duyguları okşayarak aldatma hileleri de dahil) ve insanın kolaya ve müeccel olan şeye karşı zayıflığından (kendini aldatma gibi tehlikeli insan damarları ile teçhiz edilen yönlerinden) dolayı kötüye, iyilik elbisesi giydirebilen Şeytanın varlığının objektif bir gerçeklik olması ile daha da güçlenir. O halde Şeytan, Kur’an’da “takva” olarak adlandırılan, insanın basiret duygusunu tamamen yok edebilir. İşte insandaki kötülük eğilimi ile gerçekten var olan bir şeytanın birleşmesidir ki, insanın Allah’a yönelmesini veya Allah’ın yardımını istemesini zorunlu kılar. Kur’an’ın söylediğine göre Allah, bize sadece yardım etmekle kalmaz, aynı zamanda O’nun tarafında olanın, yani Allah’ın partisinde olanın sonuçta mutlaka kazanacağını belirtmiştir: “Allah’ın ve Peygamberinin tarafında olanlar inananlardır, Allah’ın partisi elbette muzaffer olacaktır” (5/Maide, 56). Hatta daha önce de gördüğümüz gibi “Şeytanın partisi de mutlaka kaybedecektir” (58/Mücadele, 19). Subjektif ve objektif iyiliğin karşıtı olarak bu subjektif ve objektif kötülük fikri, Şeytanın varlığını ispatlamış olur. Bu bölümün başında da belirttiğimiz gibi Şeytan insanın içinde yoktur, ancak teşbihen insanda olduğu söylenebilir. Fakat o, devamlı insanla beraberdir. Çünkü Adem’den önce Şeytan diye birşey yoktu. Onun için insandan bağımsız olarak Şeytan diye birşey olamaz. Diğer taraftan şeytanın faliyetleri, teklifleri cazip, yani çekici göstermeler ve davetlerle insanın aklını ve nefsini etkilemek şeklinde bizzat insanın içinde cereyan etmektedir: “Derken Şeytan onlara (Adem ile Havva’ya) fısıldadı” (7/A’raf, 20; ayrıca 30/Rum, 120; 23/Mü’minûn, 97). Fakat gerçekten de insanın zihnine (daha doğrusu içgüdülerine) kötü şeyler “fısıldayan” olarak atıfta bulunulmuştur (50/Kaf, 16). İnsanın aşağılık duyguları da kendisini sadece kötülüğe teşvik edici olarak değil, aynı zamanda ona kötülüğü emredici olarak belirtilmektedir: “(Yusuf dedi) “Ben (Mısırlı kadınların sorguya çekilmesini istemekle) nefsimi temize çıkamak istemiyorum. Çünkü nefis, daima kötülüğü emreder. Ancak Rabbimin esirgemesi (bizleri kötülük işlemekten alıkoyabilir). Zira Rabbim bağışlayan ve esirgeyendir” (12/Yusuf, 53). Bu ve buna benzer bazı ayetlere dayanarak bazı Müslüman düşünürler özellikle birçok Sufî, Şeytanın gerçekten de bizzat insanın içinde olduğunu veya insanın kötü yönlerinin şeytan olduğunu ileri sürmüşlerdir. Halbuki bu ayetler şöyle yorumlanmalıdır: İnsanda mevcut olan bilkuvve kötülük eğilimi dıştan gelen (fakat insanın içinde cereyan eden Şeytanın) kötülüğü yapmaya teşviki ile o kadar güçlenir ki bu ikisinin birleşmesi gerçek bir “emir” yani artık hemen hemen dayanılmaz bir hakikat halini alır. Şeytanın, kötülüğün objektif ilkesi mi; yoksa bir “şahıs” mı olduğu sorusu, cevaplanması daha zor bir meseledir. Yalnız Kur’an’da kötülük, özellikle Hz. Adem’in yaratılışı anlatılırken bir şahıs olarak temsil edilmiş ve onun özel ismi ise “İblis” olarak belirtilmiştir. İblis, yalnız Allah’ın emrine uymayı reddetmek ve Adem’e secdeyi kabul etmemekle kalmamış, ayrıca Allah’a karşı epeyce uzun bir çatışmaya girmiştir. Ama daha sonra Hz. Adem ve Havva yasaklanan meyveden yiyince, onları isyana teşvik eden, İblis olarak değil, kötülük ilkesinin artık genel adı olan “Şeytan” ile isimlendirilmiştir. Adem ile Havva’nın yaratılması ve cennetten kovulmaları daha ziyade teşbihlerle ve canlı bir dille anlatıldığı için Kur’an’ın burada anlattığı şeyin gerçekten bir “şahıs” olup olmadığı çok muğlak kalmıştır. Hz. Adem’in yarıtılışı olayının dışında (38/Sâd, 74-75; 20/Tâhâ, 116; 18/Kehf, 50; 17/İsra, 61; 15/Hicr, 31-32; 7/A’raf, 11; 2/Bakara, 34) İblis kelimesi 26/Şuarâ suresinin 94-95. ayetlerinde de geçmektedir: “Onlar (Allah’a ortak koşulan ve tapılan şeyler) ve azgınlar (sahte tanrılara tapanlar) ve İblis’in bütün sürüleri de tepe takla cehenneme atıldılar” (burada “sürü” kelimesi herhalde teşbih olarak kötülüğe teşvik eden insan ve cinleri içermektedir). Yine 34/Sebe’ suresinin 20. ayetinde: “Andolsun İblis, onlar hakkındaki zannını doğru çıkardı. İnanan bir kısım kimselerden başka hepsi ona uydu” (burada anlatılan kimseler, Arim tufanına ve diğer bir kısım felaketlere maruz kalan Güney Arabistan halkıdır). Bu ikinci ayette İblis adı, Hz. Adem hikayesindekinden daha az vurgulu bir tarzda bir şahsı temsil edecek şekilde kullanıldığı için herhalde şeytan anlamına daha yakındır. Şeytan kelimesi, genelde tekil olarak kullanılmasına rağmen, çoğulu da Kur’an’da sık sık kullanılmıştır. Çoğul olarak kulanıldığında “ins ve cin şeytanlar” (6/En’am, 112) ifadesinde olduğu gibi bir kısım yerde teşbih olarak geçmektedir. Yine şu ayetlerde: “İnanmış olanlara rastladıkları zaman, “inandık” derler. Fakat şeytanlarıyla yalnız kaldıkları zaman; “biz, sizinle beraberiz, onlarla sadece alay ediyorduk” derler” (2/Bakara, 14); “Rabbine andolsun ki onları ve şeytanları mutlaka toplayacağız. Sonra onları diz çökmüş vaziyette cehennemin çevresinde bulunduracağız” (19/Meryem, 68). Allah, Şeytan’a (tekil olarak) kıyamet gününe kadar yapacaklarını yapsın diye mühlet verdiği için, onun haşredilmesi sözkonusu değildir (şuna dikkat etmeliyiz ki “toplama” (yani haşir), “son hüküm” kelimesi ile beraber kullanılınca “Kıyamet” anlamına gelir). Diğer taraftan “Şeytan” kelimesinin çoğul olarak kullanıldığı birçok ayet var ki, bunlar artık teşbih değil hakikattir: “Onlar (inanmayanlar) şeytanları Allah’tan başka dostlar edindiler” (7/A’raf, 30) ya da “Biz şeytanları inanmayanların dostları yaptık” (7/A’raf, 27). Burada, herhalde kötü cinler kasdedilse de şeytanların, Hz. Süleyman için birçok işler gördükleri gibi denize dalarak ona inci çıkardıkları kaydedilmektedir (21/Enbiya, 82). Çünkü Hz. Süleyman için çalışanların cinler olduğu açıkça belirtilmiştir (27/Neml, 39). Bir kısım insanlar, özellikle mübâlağa ve hayal mahsulü tasvirlerle uğraşan şairler, şeytanlardan vahiy alıyorlardı. Peygamberimiz (a.s.v.) bundan münezzehtir (halbuki hiçbir insan, peygamberler de dahil, şeytanın yaklaşmasından muaf değildir). 26/Şuarâ suresinin son ayetleri bu hakikate işaret etmektedir: “Bu Kur’an’ı şeytanlar, cinler indirmedi. Bu, onlara yaraşmaz ve zaten yapamazlar da. Çünkü onlar, onu işitmekten menedilmişlerdir (yani Cebrail, Kur’an’ı Peygamber’e vahiy olarak okurken onlar işitemez, V. Bölüm’deki vahiy konusuna bkz.)” (26/Şuarâ, 210-212). Ayrıca: “Şeytanların kime ineceğini size haber veriyim mi? Onlar her günahkâr yalancıya inerler. O yalancılar, (şeytanlara) kulak verirler, çoğu zaman da yalan söylerler. Şairlere gelince onlara da azgınlar uyar. Görmüyor musun onları? (Nasıl) her vadide şaşkın şaşkın dolaşırlar? Onlar yapmadıkları şeyleri söylerler. Ancak inananlar ve iyi işler yapanlar, Allah’ı çok ananlar ve kendilerine zulmedildikten sonra üstün gelmeğe çalışanlar böyle değildir” (26/Şuarâ, 221-227). Allah kendi peygamberine vahiy gönderdiği gibi, şeytanlar da kendilerine uyan sapkın takipçilerine vahiy (!) gönderirler. Nasıl ki peygamberler Allah’a yöneldikçe güç alırlar, aynı şekilde azgınlar da şeytanlarına yöneldikçe güçlenirler. Ancak onların gücü hakikat üzerine kurulmadığı ve İlahî gücün karşısında duramadığı için gerçek değildir ve bâtıldır. O halde kolayca mağlup edilebilirler. Objektif kötülük için Kur’an’ın kullandığı diğer bir terim de “tâğut” kelimesidir. “Tâğut”, anlaşıldığı kadarıyla kötü veya kötülük ilkesi anlamındadır (39/Zümer, 17; 16/Nahl, 36; 2/Bakara, 256-257; 4/Nisa, 51, 60, 76; 5/ Maide, 60; 2/Bakara, 257’de çoğul anlamıyla kullanılmıştır). Bu terim Mekke devrinin son yıllarında kullanılmaya başlanmıştır ki, iki kere Mekkî surelerde geçmektedir. Medine devrinde de kullanımı devam etmiştir. Oysa İblis kelimesi hemen hemen tamamen Mekke devrinde kullanılmıştır. Medine devrinde sadece bir yerde (2/Bakara, 34) ve ilk Medenî ayetlerden birinde kullanılmıştır. Şeytan kelimesine gelince, herhalde teşbih olmayan çoğul şeklinin hemen hemen hepsi Mekkî surelerde geçmektedir (Çünkü ilk Medenî ayetlerden olan 2/Bakara, 14 ve 102. ayetlerdeki kullanımları teşbih olarak yorumlamak mümkündür). Onun için Medenî ayetlerde artık “İblis” ve “Şeytan” kelimelerinin çoğulu kullanılmamaktadır. Fakat tekil olarak Şeytan kelimesi kullanılmıştır ve “Tâğut” kelimesinin kullanılması daha da sıklaşmıştır. Tâğutun, bir şahıstan ziyade kötülük ilkesi anlamına geldiği görülmektedir. Şeytan da böyle olabilir. Diğer taraftan kötülüğün, azgınlığın ve delâletin gücü veya ilkesi olduğunu, fakat bir şahsa iliştiği zaman veya onu etkilediği zaman Şeytan olarak şahsiyet kazandığını ileri sürmek de mümkündür (Fakat melekler için durum böyle değildir. Çünkü melekler bütün Kur’an’da tekil veya çoğul şahıs olarak bahsedilmekle beraber bazıları için özel isimler dahi zikredilmiştir (2/Bakara, 98). Ama diğer taraftan Cebrâil ve Mikâil’in melek olmadıklarını ve melek üstü ruhlar olduklarını ileri sürmek de mümkündür. Nitekim Cebrâil’in böyle olduğunu vahiy meleği konusunu işlerken belirtmiştik. Çünkü Cebrâil, Kur’an’da hiçbir yerde melek olarak zikredilmemiştir.). | |
| | | | Şeytanla İlgili Sorular-Cevaplar | |
|
Similar topics | |
|
| Bu forumun müsaadesi var: | Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
| |
| |
| |
|