KUTLU FORUM
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.
KUTLU FORUM

Bilgi ve Paylaşım Platformuna Hoş Geldiniz
 
AnasayfaLatest imagesKayıt OlGiriş yap

 

 İbretlik Hikayeler...Toplu Halde

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
huzeyfe
Süper Moderatör
huzeyfe


Mesaj Sayısı : 7719
Rep Gücü : 18108
Rep Puanı : 23
Kayıt tarihi : 27/03/09

İbretlik Hikayeler...Toplu Halde Empty
MesajKonu: İbretlik Hikayeler...Toplu Halde   İbretlik Hikayeler...Toplu Halde Icon_minitimePtsi Ekim 26, 2009 9:55 am

Aşk

Bir zamanlar, bütün duyguların üzerinde yaşadığı bir ada varmış: Mutluluk, Üzüntü, Bilgi ve tüm diğerleri, Aşk ta dahil.

Bir gün, adanın batmakta olduğu, duygulara haber verilmiş. Bunun üzerine hepsi adayı terk etmek için sandallarını hazırlamışlar.Aşk, adada en sona kalan duygu olmuş çünkü mümkün olan en son ana kadar beklemek istemiş.Ada neredeyse battığı zaman, Aşk yardım istemeye karar vermiş. Zenginlik, çok büyük bir teknenin içinde, geçmekteymiş.Aşk, "Zenginlik, beni de yanına alır mısın?" diye sormuş.Zenginlik, "Hayır, alamam.Teknemde çok fazla altın ve gümüş var, senin için yer yok." demiş.Aşk, çok güzel bir yelkenlinin içindeki Kibir'den yardım istemiş. "Kibir, lütfen bana yardım et!", Kibir "Sana yardım edemem, Aşk. Sırılsıklamsın ve yelkenlimi mahvedebilirsin." diye cevap vermiş. Üzüntü yakınlardaymış ve Aşk yardım istemiş: "Üzüntü, seninle geleyim." Üzüntü "Of, Aşk, o kadar üzgünüm ki, yalnız kalmaya ihtiyacım var." Mutluluk da Aşk'ın yanından geçmiş; ama o kadar mutluymuş ki Aşk'ın çağrısını duymamış. Aşk, birden bir ses duymuş. "Gel Aşk! Seni yanıma alacağım..."Bu Aşk'tan daha yaşlıca birisiymiş. Aşk o kadar şanslı ve mutlu hissetmiş ki, onu yanına alanın kim olduğunu öğrenmeyi akıl edememiş. Yeni bir kara parçasına vardıklarında, Aşk'a yardım eden yoluna devam etmiş. Ona ne kadar borçlu olduğunu fark eden Aşk, Bilgi'ye sormuş: "Bana yardım eden kimdi?" Bilgi "O, Zaman'dı" diye cevap vermiş. "Zaman mı? Neden bana yardım etti ki?" diye sormuş Aşk. Bilgi gülümsemiş:
"Çünkü sadece Zaman Aşk'ın ne kadar büyük olduğunu anlayabilir"

*********************************

ELHAMDÜ LİLLAH

İmam-ı Azam Ebu Hanîfe’nin ilmi faaliyetleri yanında ticaretle de meşgul zengin bir zat olduğu bilinmektedir. Bu büyük insan, gündüz öğleye kadar mescitte talebelerine ders verir, öğleden sonra da ticari işleri ile uğraşırdı. İmamın ticari mal taşıyan gemileri vardı. Bir gün ders verdiği sırada bir adam mescidin kapısından seslendi:

– Ya imam, gemin battı!…

İmam-ı Azam bir anlık tereddütten sonra, “Elhamdülillah” dedi. Bir müddet sonra aynı adam yeniden gelip haber verdi:

– Ya imam, bir yanlışlık oldu; batan gemi senin değilmiş!

İmam bu yeni habere de “Elhamdülillah” diyerek mukabele etti. Haber getiren kişi hayrete düştü:

– Ya imam, gemin battı diye haber getirdik, “Elhamdülillah” dedin. Batan geminin seninki olmadığını söyledim, yine “Elhamdülillah” dedin. Bu nasıl hamd etme böyle?

İmam-ı Azam şükrünü izah etti:

– Sen gemin battı diye haber getirdiğinde iç alemimi, kalbimi şöyle bir yokladım. Dünya malının yok olmasından, elden çıkmasından dolayı en küçük bir üzüntü yoktu. Bu nedenle Allah’a hamd ettim. Batan geminin benimki olmadığı haberini getirdiğinde de aynı şeyi yaptım. Dünya malına kavuşmaktan dolayı kalbimde bir sevinç yoktu. Dünya malına karşı bu ilgisizliği bağışladığı için de Allah’a şükrettim.

****************************

Tamahkâr Tuzağı
Asya’da maymun yakalamak için kullanılan bir çeşit tuzak varmış. Bir hindistancevizi oyulur ve iple bir ağaca veya yerdeki bir kazığa bağlanırmış. Hindistancevizinin altına ince bir yarık açılır ve oradan içine tatlı bir yiyecek konurmuş. Bu yarık sadece maymunun elini açıkken sokacağı büyüklükteymiş, yumruk yaptığında elini dışarı çıkaramazmış. Maymun tatlının kokusunu alır, yiyeceği yakalamak için elini içeri sokar ve yiyeceği kavrarmış, ama yiyecek elindeyken elini dışarı çıkarması imkansızmış.
Sıkıca yumruk yapılmış el bu yarıktan dışarı çıkamazmış. Avcılar geldiğinde maymun çılgına dönermiş ama kaçamazmış. Aslında bu maymunu tutsak eden hiçbir şey yoktur. Onu sadece kendi bağımlılığının gücü tutsak etmiştir. Yapması gereken tek şey, elini açıp yiyeceği bırakmaktır. Ama zihninde açgözlülüğü, tamahkârlığı o kadar güçlüdür ki bu tuzaktan kurtulan maymun çok nadir görülürmüş.
Bizi bu dünyada tuzağa düşüren ve orada kalmamıza neden olan şey, sonu gelmeyen ve tatmin olamadığımız arzularımız ve zihnimizde onlara bağımlı oluşumuzdur. Aslında yapmamız gereken, tuzaktan kurtulabilmek için elimizi açıp benliğimizi ve bağımlı olduğumuz şeyleri serbest bırakmak ve dolayısıyla hem bedenimiz hem de ruhumuzla özgür olmaktır.

*******************************

Son Gül Hikayesi

Bir varmış bir yokmuş…Bir zamanlar büyük Çin’de dünyalar güzeli bir kız yaşarmış!

Kız öyle güzelmiş ki, bir gören bir daha unutmazmış. Çok uzak diyarlardan zengin mi zengin, yakışıklı mı yakışıklı genç prensler, asil delikanlılar onu görmeye gelirmiş. Fakat her güzelin bir kusuru olur ya, bu güzeller güzeli kızın kusuru da kimseyi beğenmemesiymiş. Kendisiyle evlenmek isteyen nice prense, şövalyeye “–ıh” demiş. Aynı kasabada oturan bir genç de, bu kendi güzel, burnu büyük kıza aşık olmasın mı! Niyeti ciddi. Anacığını gönderip istetmiş. Ama kız yine aynı cevabı vermiş:

-Benim kadar güzel biri, senin cılız, çilli oğlunu ne yapsın teyze.

Aradan yıllar geçmiş, kalbi kırılan delikanlı kasabadan ayrılmış. Kendine yeni bir hayat kurmuş; evlenmiş, çoluk çocuğa karışmış.

Bir gün yolu vaktiyle güzel kızla birlikte yaşadığı kasabaya düşmüş. Rastladığı ilk ak sakallı yaşlıya sormuş:

-Söyle bana dedeciğim. Burada güzelliğiyle mehtabı bile kıskandıran bir kız yaşardı. Acaba şimdi nerededir, hali nicedir?

İhtiyar, karşıdakinin güzel kızın reddettiği yüreği yaralı sevdalılardan biri olduğunu hemen anlamış.”Haa, o mu? Kocasıyla şurada oturuyor” deyip, gül bahçesi içindeki beyaz boyalı evi göstermiş. Bizimkinin kalbi kıskançlıkla burulmuş. “ O dünya güzelini evlenmeye razı eden kimbilir ne kadar yakışıklı, ne kadar zengindir” diye dertlenmiş. Hatta, gizlenip, kızın kocasını evden çıkarken izlemiş. Ağzından istemeden bir çığlık yükselmiş:

Amanın o ne!

Adam şişman, kel, çirkin mi çirkin birymiş. Zenginlik şöyle dursun, meteliksizin tekiymiş.

Merakı iyice artan eski aşık, kalbi çarparak kızın kapısını çalmış. Kadına “Ben senin evlenmek istemediğin falan adamım” diye kendini tanıtmış. “Sen beni beğenmedin, nice prensleri reddettin. Niye böyle biriyle evlendin” diye sormuş.

Kadın boynunu bükmüş:

-Sırrımı sana açıklarım ama bir şartla.

- Söyle nedir şartın?

-Bahçedeki en güzel gülü koparıp bana getir. Ama sakın arkada bıraktığın gülü alma.

Adam hemen yüzlerce gülün misler gibi koktuğu bahçeye dalmış. Önce çok güzel sarı br gül görmüş. Tam elini ona uzatırken gözüne ilerdeki kocaman pembe gül ilşmiş. Onu koparmak isterken sağda daha muhteşem güzellikteki kırmızı bir gül görmesin mi? Gülden güle koşarken bir de bakmış ki bahçenin sonuna gelmiş. Arkasına dönmesi yasak ya mecburen son gülü koparmış.

Kıza bahçenin en güzel gülünü götürmek isterken, şimdi elinde yaprakları solmuş, cılız bir gül varmış.

Kız “bak, gördün mü?” demiş.

-Her zaman daha iyisini bulmak isterken ömür geçer ve sen en kötüsüne razı olmak zorunda kalırsın. Benimki de o hesap.

************************************

Vazgeçer Sevdasından

Bilim adamı, büyük balık ile küçük balığı aynı akvaryuma atar.. “Büyük balık, küçüğünü yutar “ ya.. Böyle bir hadisenin vuku bulmaması için, araya cam bölme yerleştirir… küçüğü yemek için harekete geçen büyük balık, her seferinde cama toslamaktadır.

Haftalar boyunca denerse de her seferinde camdan döner… Bir an gelir; camı aşmanın imkansız olduğunu anlar.. Vaz geçer sevdasından.

Bir müddet sonra bilim adamı kaldırır cam bölmeyi. Arada engel kalmamıştır. Kalmamıştır ama… büyük balık şartlanmıştır bir kere.. Akvaryumun ortasına kadar gider, arada cam bölme varmış gibi.

*********************

Çiçek ve Gül

Günün birinde bir çiçekle su karşılaşır ve arkadaş olurlar.
İlk önceleri arkadaşlık olarak devam eder ilişkileri.
Tabii ki her zaman lazımdır arkadaşlık birbirini tanımak için.
Gel zaman git zaman, çiçek o kadar mutlu olur ki suyun yanında,
İçi içine sığmaz olur artık ve anlar ki suya aşık olmuştur.
İlk kez aşık olan çiçek etrafa kokular saçmaya başlar "Sırf senin hatırın için ey su," diye.

Öyle bir zaman gelir ki artık su da içinde çiçeğe karşı bir şeyler hissetmeye başlar.
Farkeder ki "Çiçeğe aşık oldum." Ama su da ilk defa aşık oluyordur.
Günler ve aylar birbirini kovalar ve çiçek "Acaba su beni sevmiyor mu?" diye düşünmeye başlar.
Çünkü su pek ilgilenmemektedir çiçekle...
Halbuki çiçek alışkın değildir böyle bir sevgiye.
Ve dayanamaz bir gün, çiçek suya "seni seviyorum." der.
Su "Ben de seni seviyorum." diye cevaplar.
Aradan zaman geçer ve çiçek yine suya "Seni seviyorum." der.
Su "ben de." der.
Çiçek sabırlıdır.
Bekler, bekler, bekler...
Artık öyle bir duruma gelir ki,
Çiçek koku saçamaz olur artık etrafa.
Ve son kez suya "seni seviyorum." der.
Su da "sana söyledim ya, ben de seni seviyorum." der.

Ve gün gelir çiçek yataklara düşer.
Hastalanmıştır çiçek artık. Rengi solmuş, çehresi sararmıştır çiçeğin.
Yataklardadır artık çiçek. Su da başında bekler öylece çiçeğine yardımcı olmak için.
Ama bellidir ki artik çiçek ölecektir ve son kez zorlukla başını döndürerek çiçek, suya der ki:
"Seni ben gerçekten seviyorum."
Çok hüzünlenir su bu durum karşısında ve son çare olarak bir doktor çağırır.
Doktor gelir ve muayene eder çiçeği.
Muayeneden sonra şöyle der doktor:
"Hastanın durumu ümitsiz, artık elimizden bir şey gelmez."
Su merak eder sevgilisinin ölümüne sebep olan hastalık nedir diye,
ve doktora sorar.
Doktor şöyle bir bakar suya ve der ki, "çiçeğin bir hastalığı yok dostum,
bu çiçek sadece susuz kalmış, ölümü onun için..."
Ve anlar ki su artık, sevgiliye sadece "Seni seviyorum." yetmemektedir...

*************************

Eski Bir Tapınak Yazıtı

Gürültü patırtının ortasında sükunetle dolaş; sessizliğin içinde huzur bulunduğunu unutma.

Başka türlü davranmak açıkça gerekmedikçe herkesle dost olmaya çalış. Sana bir kötülük yapıldığında verebileceğin en iyi karşılık unutmak olsun. Bağışla ve unut. Ama kimseye teslim olma. İçten ol; telaşsız, kısa ve açık seçik konuş. Başkalarına da kulak ver. Aptal ve cahil oldukları zaman bile dinle onları; çünkü, dünyada herkesin bir öyküsü vardır.

Yalnız planlarının değil, başarılarının da tadını çıkarmaya çalış. İşinle ne kadar küçük olursa olsun ilgilen; hayattaki dayanağın odur. Seveceğin bir iş seçersen yaşamında bir an bile çalışmış ve yorulmuş olmazsın. İşini öyle sev ki, başarıların bedenini ve yüreğini güçlendirirken verdiklerinle de yepyeni hayatlar başlatmış olacaksın.

Olduğun gibi görün ve göründüğün gibi ol. Sevmediğin zaman sever gibi yapma. Çevrene önerilerde bulun ama hükmetme. İnsanları yargılarsan onları sevmeye zamanın kalmaz. Ve unutma ki, insanlığın yüzyıllardır öğrendikleri, sonsuz uzunlukta bir kumsaldaki tek bir kum taneciğinden daha fazla değildir.

Aşka burun kıvırma sakın; o çöl ortasındaki yemyeşil bir bahçedir. O bahçeye lâyık bir bahçıvan olmak için her bitkinin sürekli bakıma ihtiyacı olduğunu unutma.

Kaybetmeyi ahlaksız bir kazanca tercih et. İlkinin acısı bir an, ötekinin vicdan azabı bir ömür boyu sürer. Bazı idealler o kadar değerlidir ki, o yolda mağlup olman bile zafer sayılır. Bu dünyada bırakacağın en büyük miras dürüstlüktür.

Yılların geçmesine öfkelenme; gençliğe yakışan şeyleri gülümseyerek teslim et geçmişe. Yapamayacağın şeylerin yapabileceklerini engellemesine izin verme. Rüzgârın yönünü değiştiremediğin zaman, yelkenlerini rüzgâra göre ayarla. Çünkü dünya, karşılaştığın fırtınalarla değil, gemiyi limana getirip getiremediğinle ilgilenir. Ara sıra isyana yönelecek olsan da hatırla ki, evreni yargılamak imkansızdır. Onun için kavgalarını sürdürürken bile kendi kendinle barış içinde ol.

Hatırlar mısın doğduğun zamanları: Sen ağlarken herkes sevinçle gülüyordu. Öyle bir ömür geçir ki, herkes ağlasın öldüğünde, sen mutlulukla gülümse. Sabırlı, sevecen, erdemli ol. Önünde sonunda bütün servetin sensin. Görmeye çalış ki, bütün pisliğine ve kalleşliğine rağmen dünya yine de insanoğlunun biricik güzel mekânıdır.
XENTIUS M.Ö.IX.YY.


*******************

Menemen Treni (Üstün Dökmen)

Bir dostum gerçek diye anlattı. Tren İzmir’den Menemen istikametinde yola çıkmış. Yaşlı bir teyze kondüktörü çağırıp “yavrum, Menemen’e varınca beni beni uyandır, aman unutma oğul” demiş. Kondüktör de “sen uyu teyzeciğim, Menemen’e varınca seni bildirecem” diye garanti vermiş. Teyze güvenip uyumuş. Kondüktör ise olayı unutmuş. Tren Menemen’i geçmiş. Epey sonra kondüktör teyzenin ineceğini hatırlamış, makiniste koşmuş. Treni durdurmuşlar ve üzülmüşler. Gecenin bir vakti kadıncağızın Menemen’e tek başına dönmesi olacak iş değilmiş. Makinist “dur, ben treni geri alayım, Menemen’e geri dönelim. Gece fark eden olmaz; sonra soran olursa da ‘yanlış makasa girmişiz’ deyip idare ederiz” demiş. Ve gece karanlığında Menemen’e geri dönmüşler. Kondüktör koşup teyzeyi uyandırmış: “Kalk teyzem, Menimen’e vardık” demiş. Teyze uyanmış, “ömrüne bereket yavrum” diyerek çantasını açmış, bir hap çıkarıp yutmuş. Tekrar başını yaslamış. Kondüktör hayretler içinde, “inmiyor musun teyze?” diye sormuş. Teyze, “yok yavrum, ben bugün doktora gittiydim, doktor iki tane hap verdi. Birini Basmane’de birini de Menemen’i varınca alcen dedi. Ben de hapımı aldım. Kal sağlıcakla” demiş.

Not: Karşıdakinin sözlerine veya davranışlarına bakıp onun ne düşündüğünü yüzde yüz anlamanız mümkün değildir.


******************************************

Bir zamanlar Afrika da ki bir ülkede hüküm süren bir kral vardı. Kral, daha çocukluğundan itibaren arkadaş olduğu, birlikte büyüdüğü bir dostunu hiç yanından ayırmazdı. Nereye gitse onu da beraberinde götürürdü. Kralın bu arkadaşının ise değişik bir huyu vardı. İster kendi başına gelsin ister başkasının,ister iyi olsun ister kötü,her olay karşısında hep aynı şeyi söylerdi: 'Bunda da bir hayır var! '

Bir gün kralla arkadaşı birlikte ava çıktılar. Kralın arkadaşı tüfekleri dolduruyor, krala veriyor, kral da ateş ediyordu. Arkadaşı muhtemelen tüfeklerden birini doldururken bir yanlışlık yaptı ve kral ateş ederken tüfeği geriye doğru patladı ve kralın baş parmağı koptu. Durumu gören arkadaşı her zamanki sözünü söyledi: 'Bunda da bir hayır var! '

Kral acı ve öfkeyle bağırdı:

'Bunda hayır filan yok! Görmüyor musun, parmağım koptu? 'Ve sonra da kızgınlığı geçmediği için arkadaşını zindana attırdı.

Bir yıl kadar sonra, kral insan yiyen kabilelerin yaşadığı ve aslında uzak durması gereken bir bölgede birkaç adamıyla birlikte avlanıyordu. Yamyamlar onları ele geçirdiler ve köylerine götürdüler. Ellerini,ayaklarını bağladılar ve köyün meydanına odun yığdılar. Sonra da odunların ortasına diktikleri direklere bağladılar. Tam odunları tutuşturmaya geliyorlardı ki, kralın başparmağının olmadığını fark ettiler. Bu kabile, batıl inançları nedeniyle uzuvlarından biri eksik olan insanları yemiyordu. Böyle bir insanı yedikleri takdirde başlarına kötü olaylar geleceğine inanıyorlardı. Bu korkuyla, kralı çözdüler ve salıverdiler. Diğer adamları ise pişirip yediler. Sarayına döndüğünde, kurtuluşunun kopuk parmağı sayesinde gerçekleştiğini anlayan kral, onca yıllık arkadaşına reva gördüğü muameleden dolayı pişman oldu. Hemen zindana koştu ve zindandan çıkardığı arkadaşına başından geçenleri bir, bir anlattı.

'Haklıymışsın! ' dedi. 'Parmağımın kopmasında gerçekten de bir hayır varmış.

İşte bu yüzden, seni bu kadar uzun süre zindanda tuttuğum için özür diliyorum.Yaptığım çok haksız ve kötü bir şeydi.' 'Hayır' diye karşılık verdi arkadaşı. 'Bunda da bir hayır var.'

'Ne diyorsun Allah aşkına? ' diye hayretle bağırdı kral. 'Bir arkadaşımı bir yıl boyunca zindanda tutmanın neresinde hayır olabilir.' 'Düşünsene, ben zindanda olmasaydım, seninle birlikte avda olurdum,değil mi? Ve sonrasını düşünsene?'

*****************

Adamın biri her zaman “Allah, Allah” diye zikreder, bu zikirden dolayı ağzı bal yemiş gibi tatlanırmış.

Bir gün, şeytan gelip:

“Ne diye durmadan ‘Allah, Allah’ deyip duruyorsun?” diye bir soru düşürmüş aklına. “Bunca zamandır Allah demene karşılık, bir kerecik olsun ‘buyur ey kulum!’ dedi mi sana? Daha ne kadar Allah deyip duracaksın?”

Bunun üzerine, adamın canı sıkılmış, ümitsizliğe düşmüş ve ‘Allah, Allah’ demeyi bırakmış. Gönlü kırılmış bir halde yatmış uyumuş.

Rüyasında Hızır’ı görmüş karşısında. Hızır ona:

“Neden yaptığın güzel işi terk ettin?” diye sormuş.

Adam:

“Yaptığım onca zikre karşılık verilmedi. ‘Buyur ey kulum’ demedi. Ben de kapıdan kovulmaktan korktum” demiş.

Bunun üzerine Hızır:

“Senin ‘Allah, Allah’ demen, Allah’ın ‘buyur ey kulum’ demesidir. Allah'ın adını anmayı sana nasip etmesi az şey midir?”

(Mevlânâ)

*******************

Mevlana ve Hacı Bektaş Veli

Bir adam kötü yoldan para kazanıp bununla kendisine bir inek alır. Neden sonra, yaptıklarından pişman olur ve hiç olmazsa iyi bir şey yapmış olmak için bunu Hacı Bektaş Veli'nin dergâhına kurban olarak bağışlamak ister.
O zamanlar dergâhlar aynı zamanda aşevi işlevi görmektedir. Durumu Hacı Bektaş Veli'ye anlatır ve Hacı Bektaş Veli - ' helal değildir ' diye bu kurbanı geri çevirir.
Bunun üzerine adam Mevlevi dergâhına gider ve aynı durumu Mevlana'ya anlatır. Mevlana ise; bu hediyeyi kabul eder.
Adam aynı şeyi Hacı Bektaş Veli'ye de anlattığını ama onun bunu kabul etmediğini söyler ve Mevlana'ya bunun sebebini sorar.
Mevlana şöyle der:
- "Biz bir karga isek, Hacı Bektaş Veli bir şahin gibidir. Öyle her leşe konmaz. O yüzden senin bu hediyeni biz kabul ederiz ama o kabul etmeyebilir."
Adam üşenmez, kalkar Hacı Bektaş dergâhına gider ve Hacı Bektaş Veli'ye, Mevlana'nın kurbanı kabul ettiğini söyleyip bunun sebebini bir de Hacı Bektaş Veli'ye sorar.
Hacı Bektaş Veli de şöyle der:
- "Bizim gönlümüz bir su birikintisi ise, Mevlana'nın gönlü okyanus gibidir. O yüzden, bir damlayla bizim gönlümüz kirlenebilir ama onun engin gönlü kirlenmez.
Bu sebepten dolayı o senin hediyeni kabul etmiştir."

*****************
Büyük Sorunların Temelindeki Küçük Bazı İnsani Hatalar

Güney Afrika’nın Cape Town şehrindeki bir hastanede devamlı olarak gizemli ölümler oluyordu. Hemşireler haftalardır üst üste her cuma günü 311 numaralı yoğun bakım odasına yatırılan hastaları ölü bulmaktaydılar. Bu sırlı ölümlere uzun süre açıklama getirilemedi.
Herkes meselenin çözülmesi için seferber oldu. Uzmanlar odanın havasını bakteriyolojik olarak kontrol ettiler. Güney Afrika’nın önde gelen bilim adamları ölenlerin aileleriyle üç hafta boyunca görüşmeler yaptılar. Hatta işin içine polis de girdi ve akla gelen her ihtimal tek tek değerlendirildi, ancak onların araştırmaları da sonuçsuz kaldı.
Ve tabii bu arada 311 numaralı odadaki hastalar sebepsiz ölmeye devam ediyordu. Son çare olarak hastaların kaldığı 311 numaralı yoğun bakım odası sürekli gözetim altına alındı ve sonunda odadaki ölümlerin nedeni ortaya çıktı.
Sonuç çok trajikomikti; Cuma sabahı saat 6'da odaları temizleyen temizlikçi kadının, hastanın bağlı bulunduğu solunum cihazının fişini çekerek, kendi elektrik süpürgesinin fişini taktığı ve işini bitirdikten sonra solunum cihazının fişini tekrar yerine takıp gittiği görüldü...

(alıntı)
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
İbretlik Hikayeler...Toplu Halde
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» 11 Diktatör ve İbretlik Sonları
» BERSISA NIN İBRETLİK HİKAYESİ !!
» çeçen kadiri toplu zikir videoları
» 4x4'lük hikayeler
» EĞİTİCİ HİKAYELER

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
KUTLU FORUM :: EDEBİYAT-TARİH- SANAT :: Hikayeler-Nükteler ve Menkıbeler-Yaşanmış Hikayeler-
Buraya geçin: