Cenâb-ı Hakk'ın Atâ Kanununu İzah Eder misiniz?
Atâ kelime olarak, lütuf, ihsan ve bahşiş demektir. İ'tâ da aynı kökden gelir.
Mevzumuzla alâkası ise atânın kaza ve kader ile alâkalı yönüdür. İnsan, şerri talep ederse, Cenâb-ı Hak da onun için o şerri takdir buyurur. Zaten insan hakkında yapılan takdirler onun iradesi hesaba katılarak yapılmaktadır. Mesela: Benim elimi kaldırmam daha ben elimi kaldırmadan önce hakkımda takdir edilmişse; Cenâb-ı Hak bunu benim irademi veya meylimi o istikamette sarfedeceğimi bildiğinden dolayı takdir etmiştir. Zira Cenâb-ı Hakk'ın ilim sıfatı bütün eşyayı -olmuşu ve olmamışı-, kendi zâtı da dahil her şeyi içine almaktadır. Binaenaleyh O, benim yapacağım işleri de biliyor ve ona göre takdirde bulunuyor; "Falan kulum elini kaldırmaya meyledecek ben de onu yaratacağım" veya "Ben bunu böyle yazdım" diyor. İşte bu kaderdir. Yani, bunun böyle yazılması kaderdir. Vakti gelip de benim elimi kaldırmam ise kazadır. O da hakkımda yapılan takdirin yerine getirilmesi demektir..
Atâyı ise şu şekilde anlayabiliriz: Meselâ kul, iradesini, meylini şer istikametinde sarfeder. Fakat, Cenâb-ı Hak o kulun güzel bir hali, kalbinin güzel bir durumu veya iyi bir davranışı sebebiyle ona hususi bir atâda bulunur ve şer işlemesine meydan vermez. Böylece daha önce hakkında verilen takdir infaz edilmemiş olur. Atâ kazaya, kaza da gidip kadere tesir eder. Fakat bütün bunlar Levh-i Mahv ve İsbatta cereyan eden şeylerdir. Yoksa ilm-i İlâhîde herhangi bir değişiklik söz konusu değildir. Levh-i Mahv ve İsbat, bir bakıma insanın hususi defteridir. Buralarda değişiklik söz konusu olabilir; fakat Levh-i Mahfuz-u Âzâm'da değişiklik söz konusu olmaz.
Atâ bir lütuftur. Lütuflarda ise istihkak şart değildir. Esasen meseleye bu zaviyeden baktığımızda bizim işlediğimiz bütün hasenelerin Cenâb-ı Hakk'ın atâsı olduğunu görürüz.