KUTLU FORUM
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.
KUTLU FORUM

Bilgi ve Paylaşım Platformuna Hoş Geldiniz
 
AnasayfaLatest imagesKayıt OlGiriş yap

 

  MESH (“AŞAĞILIK MAYMUNLAR OLUN!”) MAİDE-60 araf 166 bakara 65 maymun lar, domuzl ara çevrilme

Aşağa gitmek 
2 posters
YazarMesaj
Limoni
Co-Admin
Limoni


Mesaj Sayısı : 6150
Rep Gücü : 14991
Rep Puanı : 44
Kayıt tarihi : 27/05/09

 MESH (“AŞAĞILIK MAYMUNLAR OLUN!”)   MAİDE-60  araf 166  bakara 65 maymun lar, domuzl ara çevrilme  Empty
MesajKonu: MESH (“AŞAĞILIK MAYMUNLAR OLUN!”) MAİDE-60 araf 166 bakara 65 maymun lar, domuzl ara çevrilme     MESH (“AŞAĞILIK MAYMUNLAR OLUN!”)   MAİDE-60  araf 166  bakara 65 maymun lar, domuzl ara çevrilme  Icon_minitimeCuma Nis. 06, 2018 11:12 am

Mâide / 60
 MESH (“AŞAĞILIK MAYMUNLAR OLUN!”)   MAİDE-60  araf 166  bakara 65 maymun lar, domuzl ara çevrilme  Karsilastir   MESH (“AŞAĞILIK MAYMUNLAR OLUN!”)   MAİDE-60  araf 166  bakara 65 maymun lar, domuzl ara çevrilme  Pencere   MESH (“AŞAĞILIK MAYMUNLAR OLUN!”)   MAİDE-60  araf 166  bakara 65 maymun lar, domuzl ara çevrilme  Detay
(Medenî 112)
قُلْ هَلْ اُنَبِّئُكُمْ بِشَرٍّ مِنْ ذٰلِكَ مَثُوبَةً عِنْدَ اللّٰهِۜ مَنْ لَعَنَهُ اللّٰهُ وَغَضِبَ عَلَيْهِ وَجَعَلَ مِنْهُمُ الْقِرَدَةَ وَالْخَنَاز۪يرَ وَعَبَدَ الطَّاغُوتَۜ اُو۬لٰٓئِكَ شَرٌّ مَكَاناً وَاَضَلُّ عَنْ سَوَٓاءِ السَّب۪يلِ  
De ki: Allah katında yeri bundan daha kötü olanı size haber vereyim mi? Allah'ın lânetlediği ve gazap ettiği, aralarından maymunlar, domuzlar ve tâğuta tapanlar çıkardığı kimseler. İşte bunlar, yeri (durumu) daha kötü olan ve doğru yoldan daha ziyade sapmış bulunanlardır.  



A’râf / 166
 MESH (“AŞAĞILIK MAYMUNLAR OLUN!”)   MAİDE-60  araf 166  bakara 65 maymun lar, domuzl ara çevrilme  Karsilastir   MESH (“AŞAĞILIK MAYMUNLAR OLUN!”)   MAİDE-60  araf 166  bakara 65 maymun lar, domuzl ara çevrilme  Pencere   MESH (“AŞAĞILIK MAYMUNLAR OLUN!”)   MAİDE-60  araf 166  bakara 65 maymun lar, domuzl ara çevrilme  Detay
(Mekkî 39)
فَلَمَّا عَتَوْا عَنْ مَا نُهُوا عَنْهُ قُلْنَا لَهُمْ كُونُوا  قِرَدَةً خَاسِـ۪ٔينَ  
Kibirlenip de kendilerine yasak edilen şeylerden vazgeçmeyince onlara: Aşağılık maymunlar olun! dedik.  








Bakara / 65
 MESH (“AŞAĞILIK MAYMUNLAR OLUN!”)   MAİDE-60  araf 166  bakara 65 maymun lar, domuzl ara çevrilme  Karsilastir   MESH (“AŞAĞILIK MAYMUNLAR OLUN!”)   MAİDE-60  araf 166  bakara 65 maymun lar, domuzl ara çevrilme  Pencere   MESH (“AŞAĞILIK MAYMUNLAR OLUN!”)   MAİDE-60  araf 166  bakara 65 maymun lar, domuzl ara çevrilme  Detay
(Medenî 87)
وَلَقَدْ عَلِمْتُمُ الَّذ۪ينَ اعْتَدَوْا مِنْكُمْ فِي السَّبْتِ فَقُلْنَا لَهُمْ كُونُوا  قِرَدَةً خَاسِـ۪ٔينَۚ  
İçinizden cumartesi günü azgınlık edip de, bu yüzden kendilerine: Aşağılık maymunlar olun! dediklerimizi elbette bilmektesiniz.



MESH (“AŞAĞILIK MAYMUNLAR OLUN!”)

 

 

Mesh; Anlam ve Mâhiyeti
Kur’ân-ı Kerim’de Mesh Kavramı
Tarihten Günümüze; Efsâne ve Destanlara Kadar Mesh’in Yansıması
Maymun Soyu, İnsandan mı Oluşmuştur?
İnsandan Maymuna; Maymundan İnsana Değil!
Alıntı :

Alıntı :

İğrenç Bir İddia: İnsanın Maymundan Türemesi
 
Maymunlaşmak ve İslâmî Kişilik
Maymunlaşmanın Bir Göstergesi: Taklitçilik
Maymunlaşmanın, Taklidin Uzantısı: Bâtıllara Benzemek
Maymunlaşma Sebebi: Hîle-i Şer’iyye Denilen “Hîle-i Şerriyye”







 
İçinizden Cumartesi günü azgınlık edip de, bu yüzden kendilerine: ‘Aşağılık maymunlar olun!’ dediklerimizi elbette bilmektesiniz. Biz bunu (maymunlaşmış insanları), hâdiseyi bizzat görenlere ve sonradan gelenlere bir ibret dersi, müttakîler için de bir öğüt vesilesi kıldık.” (2/Bakara, 65-66)
 

Mesh; Anlam ve Mâhiyeti
“Mesh” (mim, sin, hı –noktalı h-): Şeklin bozulması, cismin kendi aslî şeklinden çıkması, kılık değiştirmek, hilkat garibesi anlamlarına gelir. “Mesh”, bir sûreti, kendisinden daha kötü ve çirkin bir şekle çevirme veya o şekle girme demektir. Bir insan şeklinin değiştirilip hayvan şekline konulmasına “mesh” denir. Türkçeye “başkalaşım” diye tercüme edebileceğimiz mesh’e, batı dillerinde “memamorfoz” (metamorphose) denilir.
Mesh, yalnız mânevî veya hem sûret (görünüş olarak), hem de sîret (mânevî durum, hal ve hareketler, ahlâk ve karakter) olmak üzere iki türlüdür. Mânevî mesh, ahlâk ve karakterlerdeki düşüklükle sonuçlanan psikolojik değişme; hakiki ve tam mesh de ahlâkî çöküntü ile birlikte hayatî ve şekil/beden değişikliğini de doğuran dönüşümdür. Tam ve gerçek değişime uğrayanlarda tenâsül/üreme olmaz. Geçmiş ümmetlerde, özellikle İsrâiloğullarında mesh vuku bulmuştur. Hıristiyanlarda da, Hz. İsa’nın mâide/sofra mûcizesi konusunda inkârcıların meshe uğradıkları rivâyet edilir. Hz. Muhammed ümmetinden, peygamberimiz’in âlemlere rahmet olarak gönderildiği için tam meshin kaldırıldığı hadis rivâyetleriyle belirtilir.
İsrâiloğullarından Allah'a isyanda ısrar eden ve Allah’la alay eder gibi yasakları hevâları istikametinde te’vil edenlerin, Allah’ın lânet ve gazabının bir sonucu olarak mesh cezasına çarptırıldıkları Kur’an’da açıklanır. Bu insanların ibâdet ve istirahat günleri olan cumartesi gününün kutsiyet ve yasağını çiğnediklerinden, içlerinden bazılarının ısrarlı öğütlerini de kibirlerinden dolayı dinlemeyip bile bile isyanda bulunmaya devam ettiklerinden dolayı böylesine dehşetli bir cezaya çarptırıldıklarını Kur’an haber vermektedir.
Mesh olayının nasıl olduğu konusunda görüş ayrılıkları vardır. Âlimlerin çoğu onların fiziksel olarak maymuna çevrildikleri görüşündedirler. Bazı az sayıda bazı müfessir ise, onların o zamandan itibaren maymun gibi davranmaya başladıklarını, yani zihniyet ve karakter olarak maymunlaşmış olduklarını söylerler. Bunların başında, tâbiîn’in meşhurlarından müfessir Mücâhid gelir. Mücâhid’e göre Allah onların fizyolojik yapılarını değil; sadece kalplerini döndürmüştür.
Fahreddin Râzî, maymunlaşmanın hem fizyolojik hem karakter yönüyle, yani tam bir mesh olduğunu kabul ederek Mücâhid’in görüşünü delilleriyle çürütmeye çalışır. Meshin delillerle sâbit olduğunu, âyeti zahirî manasına almak mümkün olduğu müddetçe te’vile ihtiyaç olmadığını belirtir. Fakat şu ilâveyi de yapar: “Bununla beraber, Mücâhid’in zikrettiği husus da gerçekten pek uzak olan bir ihtimal değildir. Çünkü insan, mûcizelerin ve delillerin ortaya çıkmasından sonra da câhilliğinde devam ederse, örfte böyle olana bazen, ‘o eşektir, maymundur veya maymun kafalıdır’ denilir. Bu mecaz, zâhir ve meşhur mecazlardan olunca, bu manaya varmak mahzurlu değildir. ” (1)
İbn Kesir de, âyetin zâhirine aykırı düştüğü için Mücâhid’in görüşünü garip görür. İbn Abbas’dan nakiller yaparak meshin tam ve gerçek anlamda olduğunu belirtir. (2)
Elmalılı Hamdi Yazır, çok kesin ifadelerle olmasa da, meshin mânevî ve mecâzî olduğu anlayışını tercih etmektedir. O, bu olayı şöyle yorumluyor: Onlar verdikleri sözde durmadılar. Ahde vefâ etmek, insanlık borcu ve gereği iken ona yanaşmadılar. İşte bu sebeple insanlığın gereklerinden olan ilim ve idrâk, mârifet ve iz’andan mahrum edilerek maymun kılıklı, sefil, boynu bükük ve sürünen kimseler oldular ki, buna mesh tâbir olunur. Bunlar, dış görünüşüyle kuyruklu maymunlara mı döndüler? Yoksa dış görünüşüyle insan şeklinde oldukları halde, iç dünyaları ve huyları itibariyle mânen maymun gibi mi oldular? Bunun tefsirinde iki görüş vardır. Tefsircilerden pek çoğu, âyetin lafzına ve zâhirine nazaran tam ve gerçek bir mesh (şekil değişikliği) olduğunu söylemişlerdir. Mücâhid’in görüşü olan neshin mânevî olduğu, zamanımızın anlayışına daha uygun görünmektedir. Gerçi hakikate nazaran, sûretçe değişiklik mânevî değişmeden daha müşkil ve daha mühim değildir. İnsanlık şiarlarının söndüğü bir bedenin dış yüzüyle dahi maymun sûretini alıvermesi, iyi düşünülürse, hemen hemen normal bile görülebilir. Allah korusun, çeşitli hastalıklar ile kılığını değiştirmiş nice bedenlere tesadüf edilegelmiştir.
Fakat hayvan şekilleri içinden özellikle maymun sûretinin zikredilmesi, herhalde mânevî meshin ehemmiyetine bir karîne gibidir. Aslında insan ile maymun arasındaki gerçek fark, yalnızca bir kıl, bir kuyruk farkı değildir. Akıl, mantık, huy ve ahlâk farkıdır. Maymunun bütün hüneri, taklit hissinin gelişmişliğindedir. Ama maymunun önünde günlerce ateş yakın, soğuk günlerde karşısında ısınmayı gösterin, sonra onu alıp bir kıra götürün, yanına kibrit, çıra, odun, kömür koyun, o yine de üşüdüğü zaman bunları bir araya getirip bir ateş yakamaz ve ısınmayı başaramaz. Bu kadarcık bile mantık ilişkisi gösteremez. Artık bunun üzerine terettüp edecek aklî işlemlerin derecesini tasavvur edin. İşte mânevî dünyası meshe uğramış olan insanlar da böyledir: Onlar kör bir taklitten başka bir şey yapamaz ve hayvanî duygularından öteye geçemezler. Bir bakıma insan gibi görünürler, hakikatte ise maymundan başka bir şey değildirler. Fındığı kırar yerler de bir fındık ağacı dikmeyi akıl edemezler. “Onlar hayvanlar gibidirler. Hatta daha da aşağıdırlar.” (7/A’râf, 179) (3)
Eğer âyet, ahlâkî bir dejenerasyona/bozulmaya işaret ise bu, her zaman ve her toplumda olur. İnsanlar nefislerinin kölesi oldukları zaman şeklen, sûreten değil; fakat sîreten, yani huy ve karakter itibariyle herhangi bir hayvanın karakterine girmiş olurlar. Bunlar şeklen insan görünseler de mânâda hayvan mertebesindedirler. Eğer âyet, şeklen bir değişim bildiriyorsa, o takdirde bazı insanların bozula bozula maymun kılığına dönmüş oldukları düşünülmelidir. Ancak, eski ümmetlerde vukû bulduğu kabul edilen bu şeklî dönüşüm, yani mesh olayı, bu ümmetten kaldırılmıştır. Yalnız insan, ahlâkını korumalıdır ki, nefsinin tutsağı olmasın; insan ahlâk ve sıfatından çıkıp herhangi bir hayvanın huy ve sıfatına bürünmesin.
Maymun taklitçidir; düşünce ile hareket etmez, ancak gördüklerini taklit eder. İşte, düşünmeden, gördükleri her hareketi taklit edenler de görünüşte olmasa bile gerçekte maymun huyuna, karakterine girmiş, maymun sîretine bürünmüş olurlar. Bazı İsrâiloğulları kabileleri, Allah’tan gelen bunca âyetleri düşünmeden, sıradan insanlardan gördükleri kötü hareketleri taklit ettikleri için maymun karakterini almış, maymun sîretine büründürülüp süründürülmüştür. Böylece hak yoldan çıkanların ne kötü bir sonuca düşeceklerine dair tüm toplumlara ibret olmuşlardır. (4)
Eskiden Afrika’da maymun avcıları ormana, içinde fındık dolu olan ağzı dar çömlekler bırakırlarmış. Maymun gelir, çömleğin içine elini uzatır, fındığı avuçlarmış. Eli dolu olunca çömleğin ağzından çıkamazmış. Fındık kıymetli olduğu için bırakmayı da düşünemezmiş, böylece avcı onu rahatlıkla yakalarmış.
Yahudiler tarih boyunca altının peşinde koşmaları nedeniyle topyekün katliamlara uğramışlar. Para için yapmadıkları aşağılık iş kalmamış; bu da, sonunda ırklarının bir avuç kalmasına sebep olmuştur. A’râf sûresinin 163. âyetinin açıklamasına göre yahudiler, deniz kenarında yaşıyorlar. Cumartesi günleri balıklar daha çok geliyor. Cumartesi günü de avlanmak yasak. Balıkları cumartesi günü denizden özel havuzlara alıyorlar, pazar günü de o havuzdan yakalıyorlar. Böylece insanlara yaptıkları hileyi Allah’a da yapmaya kalkıyorlar ama o cumartesi gününün önemini kavrayamamanın cezasını çekiyorlar.
Tarihin en eski milletlerinden olmalarına rağmen, nüfusları İspanyol çingenelerinin nüfusuna ulaşamıyor. Bu insanlar, siyaset de bilmiyorlar. Siyaset yapacağız derlerken bütün insanların kinini üzerlerine çekiyorlar ve ara ara topyekün imha ediliyorlar. Siyaset, aslında Peygamber Efendimiz’in yaptığı gibi bedevîyi medenî yapmak ve dünyaya adalet dağıtmaktır; böyle olmalıdır siyaset.
Biz de ne zaman cuma’nın değerini yitirdik, bugünkü durumlara düştük ve Batı’nın kötü bir taklitçisi olduk çıktık. Halbuki yahudilerin durumu bizim için iyi bir nasihat olmalıydı. Allah’ın günleriyle oynamanın, Allah’ın kullarıyla oynamanın, Allah’ın âyetleriyle oynamanın cezası, bazen bu dünyada acele veriliyor, bazen acıklı azabı âhirete bırakılıyor. Bu dünyada verilmesi, başkalarını caydırmak, müttakî mü’minlere de nasihat olması içindir. (5)
Seyyid Kutub bu konuda şunları söyler: Allah'a verdikleri sözden dönmelerinden dolayı cezaya müstahak olup, insanlıktan çıkıp hayvanlar derekesine düştüler. Evet, midesinin sesinden başka bir ses duymayan irâdesiz hayvanların derekesine... İnsanı insan kılan ve ulvîleştiren Allah verdiği söze itaatkâr kılan özelliklerden koparak o derekeye düştüler. Mutlak şekilde vücutlarıyla maymun olmaları gerekmez. Ruhları ve fikirleriyle maymunluğa çevrilmiş olabilirler. Fikir ve şuurun izleri umumiyetle yüzlere akseder. Temâyüllerin belirtileri de çok kere insanın dışına tesir ederek, ışığı temellere kadar ulaşabilir.
Bu kıssa ilk vuku bulduğu zaman, nasıl Hakk’a muhâlif olanları dizginlemiş ise, sonraki devirlerde de hakikatlere sırt çevirenleri susturan ibret ve nasihatlerle dolu bir hâdise olarak sürüp gelmektedir. Mü’minler için şüphesiz ki bu hâdiselerde büyük dersler vardır. (6)
Mevdûdî, olayın fiziksel bir değişim olduğu, yani meshin tam ve gerçek olduğu kanaatindedir: “Kur’an’ın ifadesi, bunun fiziksel bir değişme olduğuna işaret eder. Bence, onların mevcutları maymuna çevrilmiş, azabın en şiddetlisini çekmeleri için zihinleri insan olarak bırakılmıştır.” (7)
İsrâiloğulları, dünyaya aşırı şekilde meyl etmiş, para ve madde sevgisi gönüllerini kaplamıştı. Allah’tan sadece ibadete ayıracakları, hiçbir dünya işiyle meşgul olmayacakları özel bir gün istemişlerdi. Allah da onların dünyevîleşen hayatlarını dinîleştirmek için cumartesi gününü seçti. Onlar, toplumsal zaaf halinde kendilerini saran dünyevîleşmenin ahtapot kollarının arasında bu yasağı da çiğnediler. Hâşâ Allah’ı kandırmak istercesine hile yoluyla te’villere saptılar. Cuma akşamından ağlarını denize geriyorlar, Cumartesi günü yasak sona erince balıkları topluyorlardı. Allah’a isyan etmenin, ilâhî yasağa uymamanın cezası da benzer şekilde ağırdı: “Aşağılık maymunlar olun!”
Mesh denilen bu cezanın mâhiyeti konusunda farklı tefsirler yapılmıştır. Bazılarının yaptığı gibi Kur’an’ın haber verdiği bu olayı, bin dereden su getirerek fizikî değil de, sadece karakter ve huylarının maymuna benzediği gibi te’viller yapmak doğru olmaz. Bazıları da olayın, Allah’ın bir cezası olarak gerçekleşen bir tür reenkarnasyon olduğunu ileri sürer. Ancak bu ve benzeri olaylar için daha açıklayıcı bilimsel bir bulgu şöyledir: Tarihin farklı dönemlerinde ender görülen bir belâ ve musîbet olarak kan kimyasındaki bozulma sonucunda insan şeklinin olağanüstü deforme olarak tıpkı hayvanlara benzer hale geldiği, British Colombia Üniversitesi profesörlerinden kan kimyacısı Dr. David Dolphi tarafından keşfedilmiştir. Buna tıpta Progeria hastalığı deniliyor. Batıda yaygın olan “kurt adam” ve hayvana dönüşen insan efsanelerinin kaynağını araştıran Dr. Dolphi’nin tesbitine göre, kanda meydana gelen bir hastalık sonucunda insanın organları şekil değiştiriyor, yüz ve beden tamamen hayvanlarda olduğu gibi kıllanıyor, bu illete yakalanan biri her haliyle insandan çok, bilinen bir hayvana benziyordu.
Allah bu olağanüstü alçaltıcı cezayı, ihanetlerine bir karşılık ve insanlığa bir ibret olsun diye vermişti onlara (2/Bakara, 66; 7/A’râf, 166). Allah’ın İsrâiloğullarına verdiği bu cezanın “maymunlaşma” biçiminde tecellî etmesinin hikmeti, İsrâiloğullarının tıpkı bir maymun gibi etraflarındaki putperest kavimleri körü körüne taklit etmeleri, peygamberleri tarafından uyarılmalarına karşın her seferinde düşmanlarının inancını ve kültürünü taklit pahasına öz kimlik ve kişiliklerini terk etmeleri olsa gerek. (Cool
 

Kur’ân-ı Kerim’de Mesh Kavramı
“Mesh” kelimesi, Kur’ân-ı Kerim’de sadece bir âyette, Yâsin sûresi, 67. âyetinde geçer. Bu âyetin dışında “mesh” kelimesi kullanılmamasına rağmen, meshin mâhiyeti, yani insanların çirkin bir şekle dönüşmesi olayı, Kur’an’da 3 yerde gündeme gelir. Bunlardan biri, Bakara, 65; diğeri aynı olayın daha ayrıntılı şekilde ele alındığı A’râf sûresi, 163-166. âyetleri; bir diğeri de Mâide sûresi 60. âyetidir. Bunların dışında, bir âyette de bu “mesh”e işaret edilip atıfta bulunularak, Allah tarafından birtakım yüzlerin silinebilecceğinden sakınılması gerektiği vurgulanır.
Allah, dilemiş olsa, insanı daha başka şekilde yaratabilirdi. Dilese, onun şeklini ve yapısını değiştirir. Tıpkı, dünya hayatındaki organların eski görevlerini göremeyecek hale getirilip, farklı organlara değişik fonksiyonlar vereceği âhiret âleminde insanın yapısını istediği kadar istediği şekilde değiştireceği gibi. “O gün onların ağızlarını mühürleyeceğiz; neler yaptıklarını ise elleri söyleyecek ve ayakları konuşacak. Eğer dileseydik gözlerini kör ederdik de, yolu bulmak için koşuşup dururlard; o zaman nasıl görebileceklerdi? Dileseydik, oldukları yerde mesh eder/kılıklarını değiştirirdik de, ne ileri gidebilirler, ne de geri dönebilirlerdi. Kimin ömrünü uzatıyorsak, yaratılışını tersine çevirip onu çocuk gibi yaparız. Hâlâ akıllanmayacaklar mı?” (36/Yâsin, 65-68)
Allah, kötülük ve isyanda bilinçli olarak ısrar edenleri dünyada da rezil ve rüsvay eder, maskara maymunlara çevirir. Onlar, bir şey anlamayan, doğruyu bulamayan atalarına uydukları (2/Bakara, 170) ve bâtıl yol mensuplarının ya da zâlim tâğutların izini körü körüne tâkip ve taklit ettikleri için, maymunlaşırlar. Cezalar, suç cinsindendir. Bâtıl zihniyetlere uyup itaatte ve izini takip edip taklit etmekte aşırı gidenler de bu suçlarının cezasını bizzat maymunlaşarak çekerler; veya maymun gibi her gördüğünü bilinçsizce taklit eden ve başkalarına benzeyen kişiliksiz karakterle cezalandırılırlar. İçinizden Cumartesi günü azgınlık edip de, bu yüzden kendilerine: ‘Aşağılık maymunlar olun!’ dediklerimizi elbette bilmektesiniz.” (2/Bakara, 65)
Mesh olayının Hz. Dâvud zamanında meydana geldiği ve Kudüs yakınlarında deniz kenarında bulunan “Eyle” ismindeki bir yerleşim yerinde meydana geldiği rivâyet edilir. Ama, Kur’an’da böyle bir açıklama yoktur. Zaten Kur’an, bu ve benzer olayları, kıssaları tarih ve coğrafyanın dar kafesleri arasına sokmaz; evrensel bir anlayışla ele alır ve her zaman için, her yerde vuku bulabilecek ibret vurgusunu öne çıkarır. Bu olay, tarihî bir bilgi olsun diye anlatılmıyor Kur’an’da. Mesh hâdisesi, o dönemde gözleri önünde cereyan eden bu dehşet verici olayın şahitleri için nasıl ibret dersi ise, bu olayı görmeyen taklitçi isyankârlar için de ibrettir; İsyandan sakınan müttakî mü’minler için de bir nasihattir, öğüttür: “Biz bunu (maymunlaşmış insanları), hâdiseyi bizzat görenlere ve sonradan gelenlere bir ibret dersi, müttakîler için de bir öğüt vesilesi kıldık.” (2/Bakara, 66)
Bu maymun kılığına sokulma, maymunlaşma olayı, A’râf sûresinde daha tafsilâtlı olarak anlatılır: “Onlara, deniz kıyısında bulunan şehir halkının durumunu sor. Hani onlar cumartesi gününe saygısızlık gösterip haddi aşıyorlardı. Çünkü cumartesi tatili yaptıkları gün, balıklar meydana çıkarak akın akın onlara gelirdi, cumartesi tatili yapmadıkları gün de gelmezdi. İşte böylece Biz, fıskları/yoldan çıkmalarından dolayı onları imtihan ediyorduk. İçlerinden bir topluluk: ‘Allah’ın helâk edeceği yahut şiddetli şekilde azap edeceği bir kavme ne diye öğüt veriyorsunuz?’ dedi. (Öğüt verenler) dediler ki: ‘Rabbinize mâzeret beyan edelim diye, bir de sakınırlar ümidiyle (öğüt veriyoruz). Onlar kendilerine yapılan uyarıları unutunca, Biz de kötülükten men edenleri kurtardık, zulmedenleri de yapmakta oldukları kötülüklerden ötürü şiddetli bir azap ile yakaladık. Kibirlenip de kendilerine yasak edilen şeylerden vazgeçmeyince onlara: ‘Aşağılık maymunlar olun!’ dedik.” (7/A’râf, 163-166)
Allah, bu şekil ve huy değişikliğinin ne denli fecî olduğunu, dehşet veren kötülüğünü vurgulayarak, bu “mesh”in sadece maymunlaşma ile sınırlı olmadığını, bazılarının sîret veya sûretlerini domuza çevirdiğini de belirtir. Fahreddin Râzi ve Elmalılı’nın verdiği bilgilere göre ashâb-ı sebt, yani cumartesi yasağını ihlâl edenler maymun; Hz. İsa’nın mûcizesi olan sofrayı (mâide) inkâr edenler ise domuz olmuştur. Diğer bir rivâyete göre, her iki mesih de Cumartesi yasağını çiğneyenlere yapılmıştır. Bunların gençleri maymun kılığına, yaşlıları da domuz kılığına sokulmuşlardır. (9) “De ki: Allah katında yeri bundan daha kötü olanı size haber vereyim mi? Allah’ın lânetlediği ve gazap ettiği, aralarından maymunlar, domuzlar ve tâğuta tapanlar çıkardığı kimseler. İşte bunlar, yeri (durumu) daha kötü olan ve doğru yoldan daha ziyade sapmış bulunanlardır.” (5/Mâide, 60) Bu âyette “mesh”le birlikte bir vurgu daha yapılır; bazı kimselerin “tâğuta tapanlar kılınması”. Allah’a itaat edip O’na hakkıyla kul olmayı kendilerine yakıştıramayanlar, tâğutların kulu olacaklar; böylece de Allah’a teslim olup O’na ibadet yerine; ilke ve prensiplerine, hüküm ve yasalarına itaat ettikleri tâğutlara tapmış olacaklardır.
Gerçek anlamda iman etmeyen ve Kitab’ın hükümlerini uygulamayan nankör ve yüzsüz insanlara, Allah’tan utanmadıkları ve bile bile isyan edip, doğruluk taslayarak yüzsüzlük yapanlara ceza olarak Allah dilerse cumartesi ashabına yaptığı gibi onların da yüzlerini dümdüz edecek, yüzsüzlüklerinin cezası olarak onları yüzsüz hale koyacaktır. Allah, dilerse, nankörlerin cezasını bu dünyada vermeye başlar ve verdiği nimetleri geri alır. En güzel şekilde yarattığı insana en güzel yeri olan yüzün güzelliğini siler, suratını ensesine benzetir (4/Nisâ, 47). Eğer insan, yaratılış güzelliklerine (fıtratına) uymaz, sözlerin ve kanunların en güzeli olan Kitab’a tâbi olmazsa suratsız olmaktan korkmalıdır. Sîreti bozuk olanların suratlarını da Allah bozacaktır; âhirette ve ibret olarak bazılarını bu dünyada. Örnek olarak, zikirden (Kur’an’dan) yüz çevirenler, kıyamet günü kör olarak haşredileceklerdir (20/Tâhâ, 124).
En güzel şekilde yaratılan insan, bu üstün ruh ve beden yeteneklerini serbest iradesiyle kötüye kullandığında, varlıkların en aşağı mertebesinde yer alacaktır (95/Tîn, 5). Hayvanlar, ilimden kültürden mahrum yaşarlar. İnsanlar ise, ilimsiz, eğitimsiz, güzel faaliyet ve faydalı davranışlardan uzak yaşayamazlar. İman, ilim ve kültür, insan davranışına etki etmiyorsa, okuduğu Allah’ın kitabı bile olsa, onu aşağılık durumdan kurtarmayacaktır. Kitap, insanlara amel edilmesi için gönderilmiştir; aksi takdirde yük olmaktan öte bir fayda sağlamayacak, cahil hayvanlar gibi o da kültürlü bir hayvan, kitap yüklü bir eşek olacaktır (62/Cum’a, 5).
Gökteki ve yerdeki varlıkları hizmetine musahhar kıldığı insan (31/Lokman, 20), verilen emanetlere ihanet edip şükredeceği yerde nankörlük ettiğinde, iman etmesi gerektiği halde kâfir olduğunda, yürüyen canlıların en şerlisi/kötüsü damgasını yiyecektir (8/Enfâl, 55). Bu gibi kimseler, akıllarına ve kendilerine ulaşan ilâhî tebliğe uymayıp, sırf hayvanî duygularına göre hareket etmeleri bakımından hayvanlara benzetilmiştir. Hayvanların hareketlerinin kendilerine verilen güç ve yeteneklerin yaratılış amaçlarına uygun olmasına karşı, böyle kimselerin davranışlarının bu özellikten yoksun bulunmasından ötürü de onlardan gidişçe daha sapık oldukları belirtilmiştir. Bu durumda, düşünmedikleriz ve ömürlerini hep gafletle tükettiklerinden, duyu organlarını doğruyu bulmak ve hakka uymak yönünde kullanmadıkları için, yaratılış amaçlarına uyan hayvanlardan daha aşağı olacaklardır (7/A’râf, 179; 25/Furkan, 44).
Benî İsrâil’den yahudileşen ve Allah’ın yasaklarını mantık oyunlarıyla çiğneyen insanları maskara maymuna çevirdiği gibi; Allah, dilerse benzer şekilde isyanlara dalan kitaplı ve kitapsız toplumları da yine benzer şekilde rezil ve rüsvay eder: “Ey ehl-i kitap! Biz, birtakım yüzleri silip dümdüz ederek arkalarına çevirmeden, yahut onları, cumartesi adamları (bu güne saygı göstermeyenler) gibi lânetlemeden önce (davranarak), size gelenleri doğrulamak üzere indirdiğimize (Kitab’a) iman edin; Allah’ın emri mutlaka yerine gelecektir.” (4/Nisâ, 47)
“Andolsun, Biz cinler ve insanlardan birçoğunu cehennem için yarattık. Onların kalpleri vardır, onunla düşünüp kavramazlar; gözleri vardır, onlarla görmezler; kulakları vardır, onlarla işitmezler. İşte onlar hayvanlar gibidir; hatta daha da aşağıdırlar (şaşkındırlar). İşte asıl gâfiller onlardır.” (7/A’râf, 179)
“Yoksa sen, onların çoğunun gerçekten (söz) dinleyeceğini, yahut düşüneceğini mi sanıyorsun? Hayır, onlar hayvanlar gibidir, hatta onlar yolca daha da sapıktırlar.” (25/Furkan, 44)
“Tevrat’la yükümlü tutulup da onunla amel etmeyenlerin durumu, ciltlerce kitap taşıyan merkebin durumu gibidir. Allah’ın âyetlerini yalanlamış olan kavmin durumu ne kötüdür! Allah, zâlimler topluluğunu doğru yola iletmez.” (62/Cum’a, 5)


En son Limoni tarafından Cuma Nis. 06, 2018 11:19 am tarihinde değiştirildi, toplamda 1 kere değiştirildi
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Limoni
Co-Admin
Limoni


Mesaj Sayısı : 6150
Rep Gücü : 14991
Rep Puanı : 44
Kayıt tarihi : 27/05/09

 MESH (“AŞAĞILIK MAYMUNLAR OLUN!”)   MAİDE-60  araf 166  bakara 65 maymun lar, domuzl ara çevrilme  Empty
MesajKonu: Geri: MESH (“AŞAĞILIK MAYMUNLAR OLUN!”) MAİDE-60 araf 166 bakara 65 maymun lar, domuzl ara çevrilme     MESH (“AŞAĞILIK MAYMUNLAR OLUN!”)   MAİDE-60  araf 166  bakara 65 maymun lar, domuzl ara çevrilme  Icon_minitimeCuma Nis. 06, 2018 11:17 am

Tarihten Günümüze; Efsâne ve Destanlara Kadar Mesh’in Yansıması
Yarı insan yarı balık, insan başlı at, insan başlı yılan, insan başlı boğa... resim ve figürleri mesh’in toplumları etkilemesini belgeler. Kerâmet hikâyeleri ve taş kesilen, hayvana dönüşen efsâneler de aynı olayın yansımasıdır. Dünyanın birçok yerinde meydana gelen efsâneler, masallar ve mankıbelerde yer alan şekil değiştirme motifi, “mesh”in derin etkisini gösterir. Pek çok efsâne ve masalda, bazı hayvanların insan gibi konuştuğuna ve hayvan olan insanlara rastlanır. (Bu konuda geniş bilgi almak isteyenler, Saim Sakaoğlu, Anadolu Türk Efsanelerinde Taş Kesilme Motifi, Ankara, 1980 adlı kitaba bakabilir.)
Yunan tanrılarının çoğu, çeşitli serüvenlerinde değişik türde hayvan kılıklarına girerler. Meselâ, Zeus kuğu kuşu kılığına girerek Leda’yı, boğa kılığına girerek Europa’yı kaçırır; İo inek kılığına girerek dünyayı dolaşır. Hint tanrıları ve Buda, çeşitli avatar’larında çeşitli hayvan kılıklarına bürünürler. Mısır inançlarında tanrı Ra, bir yumurtadan kaz biçiminde çıkar ve uçmaya başlar, onun uçuşuyla göğün karanlığı aydınlanır ve yeryüzü canlanır. Slav inançlarında Vseslaviç kimi yerde kurt, kimi yerde kartal kılığına girer; bir savaşta da sansar kılığına girip düşmanın silâhlarını kemirir, bütün ordusunu karınca kılığına sokup düşmana saldırtır.
Dünya halkları arasında kültür olarak yaygın kabul gören şekil değiştirme, genellikle üstün bir güç (yerine göre Allah, sihirbaz, cadı, evliyâ) tarafından, ya yapılan bir iyiliğe karşılık mükâfat veya kötülüğe bir ceza olarak gerçekleştirilmektedir. Çoğu defa bu motifle, bir ağacın, hayvanın yahut cansız bir nesnenin şimdiki haline nasıl geldiği açıklanmaya çalışılır. Bu motifi işleyen pek çok Türk efsâne ve masalı mevcuttur. Şahmeran (şâh-ı merân), deniz kızı motifleri gibi.
Oğuz Kağan destanlarının önemli bir bölümünü “köpek başlı insanlar”ın ülkelerine yapılan akınlar teşkil eder. Destana göre Oğuz Han bu “it barak”lara karşı ilk akınında mağlûp olmuş, on yedi yıl sonra ise intikamını almış, onları yenmiştir. “Köpek başlı insanlar”a Avrupa, Çin ve Hint mitolojilerinde de rastlanır. Avrupalılar bu köpek başlı kavme “Borus” adını verirler. Borusların bugünkü Finlandiya ile Rusya’nın kuzey kısımlarında yaşadıkları söylenir. Köpek, Hint mitolojisinde önemli bir hayvan olduğundan, Hindistan’daki köpek başlı insanlar, soylu Hintlileri temsil ediyordu. Doğu Göktürk devletinin önemli bir bölümünü meydana getiren Tarduş Türklerinin ataları da, “başı kurt ve vücudu insan” olan bir kimse idi.

Daha çok kerâmet kıssalarında geçen şekil değiştirmeye eski dilde “...donuna girmek” denir. “Don”, elbise, kıyafet, şekil anlamına gelen Türkçe bir sözdür. Şekle bürünmek anlamına donmak, donanmak, şekle bürünüş, büründürüş anlamına donatmak, donanma gibi sözlerin kökü budur. Tasavvufçulara göre evliyânın/erenin farklı bir şekilde, meselâ güvercin gibi görünmesi, “güvercin donuna girdi; geyik donunda göründü” diye ifade edilir. “Her dondan baş göstermek” her şekilde görünmeye denir. Abdal Musa, Hacı Bektaş-ı Veli’nin Anadolu’ya gelişini şöyle anlatır: “Güvercin donuyla Urum’a uçan, İmamlar evinün kapısın açan...” Yine başka bir şiirinde şöyle der: “Ali oldum, Âdem oldum bahane, Güvercin donunda, geldim cihâne...” Tasavvufi anlayıştaki başkalaşım, mesh gibi bir ceza ve olumsuz örnek teşkil etmediğinden, bu olumlu başkalaşım, İslâm öncesi eski Türk ve doğu dinlerinden kaynaklanmıştır. Hacı Bektaş Veli ve benzeri evliya kabul edilen kişilerle ilgili geyik, kuş, yahut başka herhangi bir hayvanın şekline girmeğe dair inançlar, bir kısmı Şamanizmle intikal etmiş görünmekle beraber, daha çok tipik budist inançlarıdır. Orta Asyadan Budizm’in Türkler tarafından kabulü esnasında Şamanizme geçmiş bulunmaktadır.

Metamorfoz/başkalaşım, kelebeğin tırtıl denilen bir larvadan değişim geçirerek kelebeğe dönüşmesi gibi doğal hayatta çokça görebileceğimiz bilimsel bir olaydır. İnsanın ana karnında geçirdiği evreler, değişiklikler bile bu konuda değerlendirilebilir. Kurbağa yavrusu tetarı su yaşamı sürer ve solungaçlarla solunum yapar; sonra başkalaşma geçirerek kara yaşamı süren ve akciğer ve deriyle solunum yapan bir hayvana dönüşür. Başkalaşımda larva başkalaşım geçirerek erişkin bir hayvana dönüşür; larvasal organların yerini yeni organlar alır. Bazı karıncanların sonradan kanatlanması örneği de verilebilir.
Çeşitli ülkelerde ortak halk anlayış ve inanışlarına göre, bazı hayvanlar meshe/ başkalaşıma uğramış varlıklardı. Buna göre ölenlerin ruhu baykuş olarak geri gelirdi; fare ve kertenkeleler de kötü insanların ölümlerinden sonra yeniden bedenlenmiş hali idi.
 

Maymun Soyu, İnsandan mı Oluşmuştur?
İbn Abbas’dan gelen bir rivâyetle mesh edilip maymuna çevrilen bu insanlar, üç gün bu şekilde yaşadıktan sonra ölmüşlerdir. Hiçbir nesil bırakmamışlardır. Hatta bu zaman diliminde hiç yiyip içmemişlerdir. Allah Teâlâ, maymunları, domuzları ve diğer yaratıkları Kitab-ı Kerim’de zikrettiği şekilde altı günde yaratmıştır. Bu topluluğu (istisnâ olarak) maymun şekline çevirmişti. Allah dilediğine, dilediği şekilde davranır ve dilediğini dilediği şekle sokar. (10)
Peygamber Efendimiz, domuz ve maymunlara dair: “Bunlar mesholunanlardan mıdır?” şeklinde soru sorana şöyle buyurmuştur: “Allah, bir kavmi helâk edecek veya azab edecek olursa, onlardan nesil bırakmaz.” (Müslim, Kader 32-33) Maymunlar ve domuzlar, olaydan daha önce de vardı.
Dolayısıyla insanın maymundan evrimleşerek oluştuğu İslâm dışı bâtıl bir teori olduğu gibi; bu günkü maymunların da insandan değişerek maymunlaştığı, yani maymunların insan neslinden geldiği de kesinlikle yanlıştır. Allah, insanı insan olarak, maymunu maymun olarak yaratmıştır. Bu mesh olayı, ibret olsun diye ve istisnaî bir şekilde cereyan etmiştir.
 

İnsandan Maymuna; Maymundan İnsana Değil!
İğrenç Bir İddia: İnsanın Maymundan Türemesi
Allah’a inanmadıkları için, insanın Allah tarafından yaratıldığını da kabul etmeyen maddecilerin “nereden geldik?” sorusuna cevap olarak, maymundan geldikleri şeklindeki iddiaları, değil insanların; kargaların (hatta maymunların) bile güleceği bir uydurmadır. Domates tohumundan biberin, patlıcandan karpuzun, nohuttan mercimeğin olmadığı gibi, köpekten de koyun sürüsü, maymundan da insan nesli türeyemez. İnsanın maymundan türediğini savunanlar, insanın kendisini tanımasına engel olarak ona hükmetmeyi hedeflemişlerdir. İnsan maymundan türediyse, maymunu kim yarattı? Maymun da başka varlıklardan türediyse onları kim yarattı? Onları yaratan Allah, insanı yaratamaz mı? İnsan maymundan türediyse bugün maymun olarak yaşayan hayvanlar niye insan olamadılar?
Bu maddecilere göre, şans tarihte sadece bir tek maymuna gülmüş ve o, maymunluktan kurtularak, onun nesli insan olarak devam etmiştir. Diğer maymunların suçu neydi de bir türlü evrimleşerek maymunluktan kurtulup insan olamadılar? Aslında bu iddiayı savunup hayvanlaşanlar, kendi seviyelerini yükseltip hayvanlara eş olmaya çalışıyorlar. Allah (c.c.), insanda bulunan melek ve Âdemiyet tabiatının özelliklerini kaybettiklerinden böyleleri için şöyle buyurmaktadır: “Onlar hayvan gibidir, hatta hayvandan daha aşağıdırlar.” (7/A’râf, 179) Bu âyetin ifadesi, inanmasalar bile tecelli ediyor ve inançsızlar itiraf ediyorlar; "biz Âdem oğlu adam değil; maymun çocuğuyuz, "hayvan oğlu hayvanız" demek istiyorlar. Maymun gibi maskaralık yapıyorlar. Bırakın bunlar, peygamber çocuğu olmaya lâyık olmadıkları için Âdem oğlu olduklarını kabul etmesin, hayvan çocuğu olsunlar. Bizim aslımız da nesebimiz de bellidir; atamız Adem, ata yurdumuz ve ana vatanımız da cennettir.


Muhakkak ki Biz insanı en güzel şekilde yarattık.” (95/Tîn, 4) İnsan, iman ve akıl gibi özelliklerle; utanma, namus ve ahlâk gibi erdemlere; duyular gibi çok zengin psikolojik ve rûhî donanımlara sahip, yeryüzündeki diğer varlıkların kendi hizmetine verildiği, arzın halifesi olan şerefli bir yaratıktır. Nice yönleriyle tüm hayvanlardan çok farklı ve üstün olan insanın, temel manevî özelliklerini görmezden gelerek insanı (daha doğrusu kendilerini) hayvan diye tanımlayanlar tarihin eski dönemlerinden beri vardır. Bunlar, insana insandan bir ata yakıştıramadıkları gibi, insanı konuşan hayvan, düşünen hayvan gibi hayvan olarak da ifade etmek isterler. Bu yaklaşım, insanı sömürmek, istedikleri gibi gütmek için onu hayvanlaştırmak, sürüleştirmek ihtiyacından kaynaklanmıştır.
21. Asrın ilk yılında, uzun yıllar üzerinde çalışılan DNA molekülleri ile ilgili harf şifrelerinin büyük çapta okunabilmesi ispatlamıştır ki, insan vücudundaki 70 trilyon hücrenin içinde, her birine bir futbol stadyumunu dolduracak kadar o insanla ilgili bilgiler/şifreler kaydedilmiştir. Bir mm.nin yüz binde biri kadar yer tutan hücrenin içindeki gen deposuna Yaratıcı tarafından sığdırılıp depo edilen bu genetik şifreleri barındıran DNA moleküllerinin bulunduğu insana bir bakın! Her uzvunun yerli yerinde olmasını ve mükemmelliğini, güzelliğini ve özellikle de rûhî-mânevî donanımlarını, duygularını bir düşünün. Tüm bunları, DNA’nın içine belli bir amaca yönelik olarak kimin yerleştirdiğini ve hayat teşkil eden tüm bu bilgileri kimin kaydettiğini bir tefekkür edin! Bu muhteşem varlığı var eden, sonsuz bilgi ve kudrete sahip Allah’tan başkası olabilir mi? O, insanı belli bir plan/kader çerçevesinde en küçük ayrıntısını bile hesap ederek gerçekleştirmiştir. İnsan, evrimcilerin söyledikleri gibi bir tesadüf sonucu meydana gelmiş değildir. Önceden planlanmış, olması önceden takdir edilmiştir. Yerine getirmesi gereken vazifesi vardır. Yaratıcı, topraktan bir maymun değil; bir insan yarattığını biliyordu ve insanı çok özel şekilde yaratmıştı.
Bu yüzden, önce yaratılış piramidinde daha düşük basamakta bulunan maymun benzeri bir hayvan yaratmanın, ardından bu maymunu milyonlarca veya milyarlarca yıl süren bir evrim neticesinde bir insana dönüştürmenin Yaratıcı açısından bir anlamı ve gereği yoktur. Allah her şeye kaadirdir ve tüm bunlar O’nun için çok kolaydır. Bu yüzden önce bir hayvan (maymun) yaratmak, sonra fikir değiştirip, bu maymunu evrim sürecinden geçirerek insana dönüştürmeye başlamak gereksiz bir davranış olurdu. Allah ne yaratacağını çok iyi biliyordu. O, insanı bedeni, rûhu, aklı ve biçimiyle üstün bir mahlûk olarak halketmiş ve sonra onu diğer mahlûkatın üstünde bir makama çıkarmıştır. Böylece Allah insanı şereflendirmiş, ona yüksek bir derece vermiş ve onu daha düşük seviyede bir hayvan olarak yaratmamıştır.
İnsana ilk yaratıldığı andan itibaren ruh ve şuur verilmiş ve kendisi için neyin yanlış, neyin doğru olduğuna serbestçe karar verebilmesi ve davranış istikametini hür irâdesiyle seçebilmesi maksadıyla ona zekâ ve düşünce gücü bahşedilmiştir. İnsan, küçük düşürücü bir şekil içerisinde kuyruklu ve dört ayaklı bir hayvan olarak değil; en güzel bedene ve uyumlu sûrete sahip olarak, tüm beşerî yeteneklerle birlikte yaratılmıştır. İnsanın ilk atası Âdem (a.s.) olup, şekil ve sûrette tam bir insandı; kendisine şuur ihsan edilmişti ve Allah tarafından yeryüzünün halifesi olacak şekilde, çok büyük özelliklere sahip olarak halk edilmişti.
İnsanın, kusursuz şekil ve sûretteki vücuduyla ve tüm yetenekleriyle birlikte şu andaki haliyle yaratıldığı ilâhî bir gerçektir. Aynı şekilde Hz. Âdem’in nesli de bir maymun gibi değil; bir insan gibi planlanmış, şekillendirilmiştir. Bugüne kadar hiçbir maymun, insana dönüşmemiştir. İnsan, şuurlu ve güzel bir sûreti olan, şerefli, vakur, zekî ve sorumlu bir yaratıktır. O, bir yaratılış olayının yan ürünü değildir; hele tesadüf ve evrim sonucu hiç değildir. Rûh, şuur, güzel şekil, ve halife olarak tüm yaratıklardan üstün makam, akıl, zekâ ve duygular gibi insanın doğuştan var olan özellikleri, insanı diğer yaratıklardan üstün kılmakta ve kendisini yaratanı bilmesini sağlamaktadır. Maymunun ve diğer yaratıkların böyle özellikleri yoktur. Maymun sadece bir hayvandır ve öyle de kalacaktır. Onun aklı, insan kadar güzel bir biçimi ve endamı yoktur. Yaratıcısından habersizdir. Konuşma ve şuur yeteneği yoktur. O sadece bir hayvandır.
Hayvanlar sadece hiss-i tabiîleriyle, doğal olarak kendilerine yaratılışlarında Allah tarafından verilen özel bir ilhamla hayatlarını devam ettirmeleri için gerekli dürtüleri, yani içgüdüleriyle yaşarlar. Onların insan gibi rûh ve şuurları yoktur. Onların yaşama gayesi, sadece kendilerini savunmak, beslenmek, çiftleşmek ve üreyerek kendi cinslerini çoğaltmaktır. İçgüdü yeteneği, şuur melekesinden tamamen farklıdır. Dünyadaki hiçbir hayvanda şuur veya akıl görülmemesinden veya hiç birisinde şuurlu konuşma yeteneği gelişmemesinden çıkan netice, hayvanların içgüdülerinin evrim yoluyla gelişmesinin mümkün olmadığıdır. İçgüdü ve şuur, yapı itibariyle birbirlerinden tamamen farklı iki hususiyettir. Hayvanlarda sadece içgüdü varken; insanlarda hem şuur, hem de içgüdü vardır. Bu yüzden insan, tüm hayvanlardan daha zeki ve daha üstün bir yaratıktır.
Evrim teorisi diye bilinen Darwin’in teorisi, sadece bir faraziyedir, ispatlanmamış bir görüştür, yani teoridir. Bu teori, İslâmî ve hatta hıristiyanî görüşlere, yaratılışı ve yaratıcıyı kabul eden görüş ve inançlara aykırı olmanın yanısıra, çok iğrenç, çirkin ve insanı aşağılayan şeytanî bir varsayımdır. Kimse, maymunların insan biçimine girdiğini ispatlayamamıştır ve ispatlayamaz. İlk insanın şu andaki vücut, akıl ve rûh ile yaratıldığı ve doğal süreçlerle maymun benzeri bir yaratıktan veya primat formundan gelişmediği kesin bir gerçektir. Bilim dünyasında bu teoriye karşı muhâlefet her geçen gün yükselmektedir; bir iki materyalist ve ateist dışında, bilim adamlarının hemen tümü artık bu teoriye inanmamaktadırlar. İnsanın evrimle oluştuğu fikrini reddetmek ve Allah’ın kâinatın yaratıcısı ve mutlak hâkimi olduğuna inanmak, birey ve toplum olarak tüm beşerî meselelere çözüm bulmanın, insanı ve yaratanı tanımanın ilk şartı sayılabilir.

Mü’minler, evreni ve içindeki her şeyi olduğu gibi, kendilerini de Allah’ın yarattığına zerre kadar şüphe etmeden iman ederler. Bütün müslümanlar, Hz. Adem’in Allah tarafından topraktan yaratıldığına; tüm diğer insanların da Hz. Adem ve onun hanımı Hz. Havva’dan çoğaldıklarına inanmak mecburiyetindedirler. “Ey insanlar! Sizleri bir tek kişiden (Adem’den) yaratan, ondan da eşini (Havva’yı) vücuda getirerek, ikisinden birçok erkekler ve kadınlar üreten Rabbınızdan korkun.” (4/Nisâ, 1)
 

Maymunlaşmak ve İslâmî Kişilik
Maymunun bâriz özelliği, gördüğünü şuursuzca aynen taklit edebilme yeteneğine sahip bir hayvan olmasıdır. Bu durum, içgüdüleriyle hareket eden maymun için bir meziyetse de, şuurlu ve irâdeli bir varlık olan insan için bir zaaf ve zillettir. İsrâiloğulları, yahudileşme sürecinde önce ahlâken maymunlaştılar. Meselâ, Mısır’dan apaçık bir mûcize sayesinde denizi geçip çıktıklarında yolda, ineğe tapan bir topluluğa rastlayınca, Mısır’da görmeye alışkın oldukları Hotor (inek) tanrısı akıllarına geldi. Peygamberlerinden, düşmanları Firavun ve toplumunun 13 putundan biri olan inek tanrısı gibi bir put yapmasını istediler: “Ey Mûsâ, bunların nasıl putları varsa, bize de öyle bir put yap!” (7/A’râf, 138). Kur’an’da anlatıldığı gibi, kendilerine verilen onca mûcize ve öğüde rağmen Hz. Mûsâ ayrılır ayrılmaz içlerinden Sâmirî isimli bir putçu çıkarıp gördükleri kavmin putunu taklit ederek bir inek yaptılar ve başladılar tapmaya (7/A’râf, 148; 20/Tâhâ, 83-97)
şmanlarını taklit edecek kadar nankörleşen maymun tabiatlı İsrâiloğullarının başına daha büyük bir belâ, daha doğrusu suç cinsinden ceza geldi. İçlerinden bazı boylar, diğerlerine ibret olsun için cismen de maymuna dönüştürüldü.
Allah’ın İsrâiloğullarına verdiği bu cezanın “maymunlaşma” biçiminde tecellî etmesinin hikmeti, İsrâiloğullarının etrafındaki putperest kavimleri tıpkı bir maymun gibi körü körüne taklit etmeleridir. Peygamberleri tarafından uyarılmalarına rağmen her seferinde düşmanlarının inancını ve kültürünü taklit etmişler, bunun sonucunda da öz kimlik ve kişiliklerini terketmişlerdir. Kur’an’da bu ceza tüm taklitçi toplumlara bir ibret vesikası olarak takdim ediliyor: “Ve bu cezayı, öncekilere ve sonradan gelecek (taklitçi)lere bir ibret, (kimlik kaybından) sakınanlara da bir nasihat kıldık.” (2/Bakara, 66)
Âyette geçen “aşağılık maymunlar olun!” (2/Bakara, 65; 7/A’râf, 166) ibaresindeki “hâsiîn –aşağılık-” terimi üzerinde bir parça durmak gerek. Taklit, maymun için bir meziyettir. Dolayısıyla, maymun ne kadar iyi taklit ederse o kadar “değerli maymun” olmuş olur. Ancak, insan, Allah’ın kendisine verdiği akıl, idrâk, irâde ve şuur nimetine küfreder (üzerini örter) ise, bu durumda onu, taklit edebilen “yüksek maymunlar”la değil; taklit edemeyen “alçak maymunlar”la kıyaslamak gerekecektir. Çünkü maymunun ayırıcı vasfı taklit, insanın ayırıcı vasfı tahkiktir. Bu iki ayrı cins, eğer kendilerine verilen yetenekleri kullanamazlarsa cinslerinin yüksek değil; alçak bir türünü oluşturmuş olurlar. Muhammed ümmeti, fizikî boyutuyla maymunlaşmayacak bile olsa, tabiatı maymunlaşan tüm toplumlar gibi “hâsiîn –aşağılık-” damgası yiyecektir. Maymunlaşan İsrâiloğullarının âkıbeti, diğerlerini de beklemektedir.
Bir toplum, eğer taklit yolunu seçmişse, Allah o toplumun dünya toplumları arasındaki tüm saygınlığını, şerefini ve izzetini almıştır. Taklitçiler, körü körüne taklit ettikleri kimseler tarafından dahi sevilmemektedir. Bunun en tipik örneği bugünkü Türkiye ile, 150 yıldır bilfiil gölge gibi peşine takıldığı ve bir maymun sadakati içerisinde her şeyini taklit ettiği batı arasındaki ilişkidir.
Bilindiği gibi daha dün denilecek zamanda o ülkelerce fizikî olarak da işgal edildiği ve kendilerine karşı kurtuluş savaşı vermiş ülke, dünkü (ve her günkü) düşmanı olan ülkelerin oluşturduğu Avrupa Birliği’ne katılmak için onlarca senedir batının eşiklerini aşındırmış ve otuz sene hazırolda bekledikten sonra ancak adaylığa kabul edilmiş ve köle-efendi ilişkisi içerisindeki tavrı sîneye çekmek zorunda kalmıştır. Bu ilişki ve beklentiler, bu taklitçi zihniyet değişmediği sürece devam edecek, kötü taklidin dünyevî cezası olarak bütün toplum “hâsiîn –aşağılık, maskara-” rolünü sürdürecektir. Çözüm, izzeti Allah’ta ve O’nun yolunda aramaktadır. “...Onların yanında izzet (güç ve şeref) mi arıyorlar? Bilin ki bütün izzet, yalnızca Allah’a aittir.” (4/Nisâ, 139)
Şahsiyetini kaybeden toplumlar, her şeylerini kaybederler. Tarih, bunun çarpıcı örnekleriyle doludur. Bu nedenle Rasûlullah, İslâm toplumunu oluştururken, önce müstakil/ bağımsız bir müslüman kimliği oluşturdu, İslâm toplumuna şahsiyet/kimlik bilinci kazandırdı. Yahudileşme tehlikesine karşı müslümanları sürekli uyardı. Bu konuda aldığı ilk tedbir, müslümanların onlarla düşüp kalkmasının, dostluk kurmasının önüne geçmekti. Allah da, indirdiği âyetlerle Rasûlünün müslüman şahsiyet oluşturma teşebbüslerini destekledi:
“Ey iman edenler, yahudileri ve hıristiyanları dost edinmeyin. Onlar birbirlerinin dostudurlar. Sizden kim onları dost tutarsa, o onlardandır. Şüphesiz Allah zâlim topluma hidâyet etmez.” (5/Mâide, 51) “Ey iman edenler, sizden önce Kitap verilmiş olanlardan dininizi alay ve oyun konusu edinenleri ve kâfirleri dost edinmeyin. Allah’tan korkun; eğer mü’min iseniz.” (5/Mâide, 57)
Bu, şu demekti: Onlar kendi dinlerini oyun-oyuncak ettikten sonra sizin dininizi haydi haydi oyun-oyuncak ederler. Eğer onlarla dost olursanız siz de onlar gibi dininizi hafife almaya, onun emir ve yasakları karşısındaki hassasiyetinizi kaybetmeye başlarsınız. Kendilerine Tevrat ve İncil verilenler, bu kitaplara karşı nasıl lâubali olmuşlarsa, siz de Kur’an’a karşı lâubali olmaya başlarsınız. İşte o zaman yahudileşme ve hıristiyanlaşma, gâvurlaşma tehlikesiyle karşı karşıya kalırsınız. Ehl-i Kitap da başlangıçta sizin gibi ehl-i tevhid idi. Onlara da vahyi taşıma emaneti verilmiş, insanlar içerisinden seçilerek bu göreve getirilmişlerdi. Peygamberimiz, müslümanların yozlaşmaması; yahudilere, müşriklere, kâfirlere benzeyip onları taklit etmemesi için, saç sakal gibi şeklî konularda dahi, yahudi ve müşrik modasını reddediyor, “fark”ın vurgulanmasına gayret gösteriyordu. Rasûlullah’ın bu tür davranış ve emirlerinden yola çıkarak denilebilir ki; sünnet kimlik bilinci oluşturmak, şahsiyeti korumaktır.
Sünnet, müslüman toplumun kimliğini korumak, onların beraber yaşadığı müslüman olmayan toplumların içerisinde erimesine, kişilik zaafına düşmesine, kendi dışındakileri taklit ederek kişiliksizleşmesine karşı koymaktır. Bu sünnet, günümüzde gayr-ı müslim laiklerle birlikte yaşayan müslümanlar için çok farklı biçimlerde ihyâ edilebilir. Örneğin, bir müslümanın bir laikten ayrılabilmesi için giyiminde küçük bir farklılıkla da olsa kendisini belli etmesi, ya da laiklerin sembolleştirdiği “kimlik tercihi sayılan” birtakım aksesuarlardan uzak durması gibi.
Hz. Peygamber, müslümanlardaki kimlik bilincini diri tutmak için sadece “farklılığı” vurgulamakla kalmıyor, müslümanların taklit batağına saplanmalarına da kesinlikle karşı çıkıyor, câhiliyye âdetlerini bir bir söküp atıyordu. (11)
 

Maymunlaşmanın Bir Göstergesi: Taklitçilik
Taklit, İslâm ümmetini tehdit eden yahûdileşme ve gâvurlaşma alâmetlerinin başında gelir. Taklit, Arapça’da “kılâde” mastarından türetilmiş bir terimdir. Kılâde, Arap dilinde iki anlama gelir: 1-Yular, 2- Gerdanlık. Taklit de ikiye ayrılır: 1- Şuursuz taklit, 2-Şuurlu taklit.
Şuursuz taklit, adamın boynuna geçmiş bir yular gibidir. Onu insan olmaktan çıkarır. İrâdesini, aklını, fikrini, duygu ve düşüncesini iptal eder. Kişiliksizleştirir, şahsiyetini yok eder. Taklidin bu türü “içgüdüsel”dir, insanı insanlıktan çıkarıp hayvanlaştırır. Özetle şuursuz taklit, insanın boynuna geçmiş bir “yular”dır. Bu tür bir taklit, merduttur, çirkindir, zavallılıktır.
Şuurlu taklit, tahkike ulaşıncaya kadar câizdir, kimi zaman gereklidir. Ancak, kötüyü taklit şuurlu da olsa kötüdür, çirkindir. Zaten şuurlu taklitten kasıt, sadece bir bilinçlilik hali değil, iyiyi kötüden ayıracak bir temyiz kabiliyetine de sahip bulunma halidir.
Böylesi bir süzgeçten geçirdikten sonra yapılacak kimi taklitler, bazen bir “gerdanlık” kadar kıymetli olabilir. Çünkü insanın kapasitesi her şeyin hakikatine ermeye, künhüne vâkıf olmaya yetmemekte, en azından bunu herkes mükemmel bir biçimde başarma kabiliyetine sahip bulunmamaktadır. Her bireyin tahkik ehli olmasını dayatmak da, insan fıtratıyla uyuşmayan “ütopik” bir taleptir. Kaldı ki, çoğu zaman taklit, tahkike ulaşan yolun merdivenidir. Her su, kendi yatağını oluşturuncaya kadar başka yataklarda akar. Aslolan, taklitte ısrar etmemek, onu tahkike ulaşmada bir araç kabul etmektir.
Tahkik, bir şeyin hakikatine ermek, sırrını kavramak, aslını bulmak için araştırmak, ondan sonra iyi ise kabul etmek, kötü ise reddetmek; ya da iyi tarafını kabul, kötü tarafını reddetmektir. Çirkin olan taklit, genellikle kişiliği yok eden, musallat olduğu kişi ve toplumları şahsiyet zaafına uğratan, kimlik kaybına sebep olan taklit cinsidir. Bu tür bir taklit, maymunlaşmaktır.
Taklit, önce giyim, kuşam, yeme içme gibi basit şeylerle başlar. Bu, daha sonra tavra yansır. Kişi ya da toplum, taklit ettiği kişi ya da toplumların tabiatını almaya başlar. Onlar gibi davranmaya, onlar gibi düşünmeye başlar. Eylemleri, düşünceleri ve en sonunda da duyguları benzeşir. Çünkü artık “kalpleri (duygu ve düşünceleri) birbirine benzemiştir.” (2/Bakara, 118)
Taklit, söz ve eylemde taklit edenle taklit edilen arasındaki benzerliktir. Sözün ve eylemin benzer olması düşünce ve duygunun aynı olduğunun delilidir. İnsanın sözleri ve eylemleri, duygu ve düşüncelerinin sonucudur. Bütün bunların çıkış yeri ise kalp/akıldır. Davranışların birbirine benzemesi, kalplerin birbirine benzemesi tehlikesini getirir, kalplerin birbirine benzemesi ise aynı davranışları yapmaya sevkeder. Bu taklit, eğer önü alınmazsa yahûdileşme (ve gâvurlaşma) tehlikesiyle karşı karşıya bırakır sahibini.
Bu tehlikeyi ortaya çıkaran en büyük etken, yahûdi, hıristiyan ve müşrikleri dost edinmektir. Çünkü yahûdileşme (ve gâvurlaşma) temâyülü, karantina altına alınması gereken toplumsal bir hastalıktır. Yahûdi, hıristiyan ve müşrikleri dost edinmek, yahûdileşme (ve gâvurlaşma)yı hızlandıran faktörlerin başında gelir. İşte, Nebî dilinden, bu ümmetin, sonu yahûdilişeme (ve gâvurlaşma) ile bitecek olan taklit serüveninin haberi: “Sizden öncekilerin yolunu adım adım, karış karış izleyeceksiniz. Eğer onlar bir sürüngen deliğine girse, siz de gireceksiniz.” ‘Ey Allah Rasûlü, yahudilerin ve hıristiyanların yolunu mu?’ diye sorduk. “Başka kim olacak?” buyurdu. (Buhârî, İ’tisâm 14; Müslim, İlim 6; İbn Mâce, Fiten 17; Ahmed bin Hanbel, 3/84)
Allah Rasûlü’nün dile getirdiği tehlike, yahûdileşme (ve gâvurlaşma) tehlikesiydi ve bu tehlike, taklitle başlıyordu. Hadiste, bu tür taklitçi toplumları bekleyen acı âkıbete de dikkat çekilmektedir. Nebî lisanıyla toplumsal bir “kıyâmet” olarak ifadesini bulan bu âkıbeti, sözkonusu hadisin farklı bir metninde buluyoruz: “Ümmetim, önceki ümmetlerin yolunu adım adım, karış karış izlemeden kıyâmet kopmaz.” ‘Ey Allah Rasûlü, Farslar ve Rumlar gibi mi?’ denildi. “Onlardan başka kim var?” buyurdu. (Buhârî, İ’tisâm 14) Hadiste geçen “kıyâmet” ifadesini sahâbe, hepimizin bildiği âhiret kıyâmeti olarak anlamayıp doğru bir bakış açısıyla toplumsal ve siyasal bir çöküş demeye gelen “dünyevî kıyâmet” olarak anladığı için öyle sormuştu: “Farslar ve Rumlar gibi mi?” Allah Rasûlü bu sözü söylediğinde dünyanın iki süper gücü olan Bizans/ Rum ve İran/Fars imparatorlukları hızlı bir düşüş sürecine girmişlerdi. Nebî de, onu dinleyen mü’minler de, bu çöküşü toplumsal bir kıyâmet olarak algıladılar. Bu nebevî ifadeden de anlaşılıyordu ki, taklit neticesinde yahûdileşme, hıristiyanlaşma ve müşrikleşme sürecine giren toplumları bekleyen âkıbet, kaçınılmaz olarak sosyal, siyasal, akîdevî ve ekonomik bir kıyâmetti.
İsrâiloğullarının düştüğü müşrikleri taklitle başlayan yahûdileşme (ve gâvurlaşma) tuzağının aynısına 250 yıldan beri, genelde tüm İslâm toprakları, özelde bu ülke de düştü. Helen (Yunan) kültür emperyalizmi İsrâiloğullarına karşı fâhişeleri kullandı. Helen putperest kültürünün günümüzdeki temsilcisi olan Batı da putlarını müslüman doğuya dayatabilmek için teknolojiyi, (çeşitli ideolojileri, rejimlerini) ve fikir fâhişeleri olan batıcı aydın ve idarecileri kullandı. Anadolu’da 1830’lardan bu yana devam eden bir serüven olan ve Kemalizm’le kemaline ulaşan “batılılaşma” adlı taklit, aslında bir “maymunlaşma”ydı. Tam şairin dediği gibi:
“Ah, küçük hokkabazlık, sefil aynalı dolap
Bir şapka, bir eldiven, bir maymun ve inkılâp.”
“Maymun, insan bendendir, bu benim devrim dedi.
Başına bir oturak geçirdi, ....... devrim dedi.” (N. Fazıl)
Bugün İslâm ümmeti, iki taklit arasında gidip gelmektedir: Birincisi, yukarıda kısaca değinilen hıristiyan ve yahudileri, batılılar ve ateistleri taklit. İkincisi de, ataları, geleneği taklit. Bu ümmetin düştüğü “geçmişi ve ataları taklit” batağına İsrâiloğulları da düşerek yahûdileşmişti. Allah Rasûlü, yahûdileri İslâm’a dâvet ettiğinde onlardan iki haham Rasûl’e: “Hayır ey Muhammed, bilâkis biz sizden iyi bilen ve bizden hayırlı olan babalarımızın yoluna uyarız” diyerek bu dâveti reddettiler. Bunun üzerine şu âyet indirildi: “Onlara Allah’ın indirdiğine uyun dense, ‘hayır, biz atalarımızı üzerinde bulduğumuz şeye uyarız derler. Peki ya ataları akletmeyen, hidâyeti bulamayan kimseler olsa da mı?” (2/Bakara, 170)
Gelenek, ne tamamıyla süpürülüp atılacak bir zibil; ne de tamamıyla baş tacı edilecek bir mücevherdir. Bu iki tavır da aşırılıktır. Birincisi kadir-kıymet bilmezliktir, sonucu köksüzlüğe yol açar. İkincisi kör taklitçiliktir, geleceğin başına gelenek yularını geçirmektir.
Geleneğe yapılacak en büyük ikram, geleneği ayıklamak, ataların ocağındaki külü atıp varsa közü almak ve onu bir meşaleye dönüştürerek geleceğe taşımaktır. Geleneğin ayıklanmasında en genel geçer ölçü, vahiydir. Vahyin kılavuzluğunda yapılacak bir tasnif ve tashih, tecdid (ve ihyâ/diriliş) için elimize birçok değerli malzeme verecektir. (12)
 

Maymunlaşmanın, Taklidin Uzantısı: Bâtıllara Benzemek
İslâm bir bütündür. Bütün halinde yaşanması zarûrî olan İslâm Dini’nin tatbik edilmesi gereken ana prensiplerinden biri de ferdî, ailevî ve sosyal hayatın her safhasında bâtıl din ve ideoloji mensuplarına teşebbühden/benzemekten sakınmaktır. İslâm, bütün hayatı kuşatmıştır; çizdiği çerçevenin dışına çıkılmasına, bâtıl din ve ideolojilerin bağlılarına benzenilmesine ruhsat vermez. Ruhsat vermediği içindir ki, mü’minlerin yahudi, hıristiyan, materyalist, komünist, dinsiz gibi bâtılperestlerle kaynaşmaya vesile olacak taklitten, benzeşmeden kaçınmaları gerekir. Çünkü basitinden mühimine, âdetlerden itikad esaslarına kadar herhangi bir noktada benzeşme daha büyük benzeşme ve problemlere sebep olmaktadır. Bâtıl zihniyettekileri taklit edip onlara benzemenin doğuracağı önemli sonuçlara dikkatimizi çekmek için Peygamberimiz şöyle buyurmuştur: “(Arzu ederek) Bir topluluğa benzemeye çalışan kişi, benzemeye çalıştığı toplumdandır.” (Mişkâtu’l-Mesâbih, hadis no: 4347) “(İnançta ve amelde) Bizden başkasına benzeyenler, bizden değildir.” (Tirmizî, hadis no: 2696) Bu benzeme ve dolayısıyla gâvurlaşmanın ne kadar büyük ve korkunç boyutlara ulaşacağını açıklamak için de şöyle buyurmuştur: “Onlardan biri kadınıyla yolda cinsî münasebette bulunsa, siz de aynısını yapacaksınız.” (El-Câmiu’s-Sağîr, 2/122)
İsviçre, İtalya, Almanya ve Fransa’dan ithal edilmiş kanunları; materyalist kökenli okul ve üniversiteleri; faiz, içki ve fuhuş yuvaları ile dolu sokak ve caddeleri; bâtıl mesajlarla yüklü gazete, dergi, radyo ve televizyon programları; gayr-ı İslâmî kıyafetler içinde yarı açık insanları ile toplumumuz gerçekten Peygamberimiz’in bildirdiği ölçüde gâvurlara benzeme felâketine uğramıştır. Ancak, bütün bu olumsuz gelişmelere rağmen mü’minler olarak biz, İslâmî esas ve ilkelere dönerek, bâtılperestlere benzeme akımına reaksiyon göstermeye, kendi kimliğimizi şerefle gösterip taşımaya mecburuz.
Bâtıl Din ve İdeoloji Mensuplarına Benzemenin Hükmü: Kur’an ifadesiyle, yaratılmışların en şerlisi olan bâtılperestlere benzemenin sorumluluğu gerektirmeyen tek türü, ilim ve teknikte kullanılan metodlardaki benzeşmeyle, yürümek, araç kullanmak, yemek, içmek gibi benzeşmenin kaçınılmaz olduğu doğal ve beşerî durumlardaki benzeşmedir. Bu tür benzeşmeler mubahtır, günah değildir.
Benzeşmenin, sorumluluğu gerektiren en hafif şekli, mekruh olan benzeşmedir. Meselâ; putperestlere benzeme olduğundan canlı resimlerini içeren duvar halıları, süs yastıkları ve tablolarla ev tefriş edilmesinde veya canlı varlıkların resimleriyle motifli elbise giyilmesinde günah vardır. Böyle bir benzeme özel terimi ile mekruhtur.
Yahudi, hıristiyan, materyalist ve benzeri bâtıl din ve ideolojilerin mensuplarına özgü olan, İslâm’ın emirleri ve yasakları ile çatışan özelliklerinde onlara benzemek, sakınılması gereken haram bir benzemedir. Bu haram benzemeye bazı örnekler verebiliriz:
Peygamberimiz, mü’min erkeklere: “Yahudilere, hıristiyanlara ve müşriklere benzemeyin!” buyurarak sakalın uzatılması ve bıyığın kısaltılmasını emir buyurmuştur. O yüzden mü’minin dış görünüşünden kendi müslüman kimliğini belli edecek, onu kâfirlerden ayıracak alâmet-i fârikasının bulunması gerekir. Mü’min hanımların nasıl örtülerinden dinî kimlikleri belli oluyor ve olması gerekiyorsa, mü’min erkeklerin de, sakal veya kıyafet gibi dışa akseden kimliğini yansıtan özellikleri olması gerekir. Bu özelliklerden dolayı, özellikle Hanefî mezhebi âlimlerinin ictihadlarına göre sakal ve bıyığı traş etmek, ictihadî bir haram kabul edilmiştir. (Sakal-kıravat tartışması veya haram-mekruh damgalandırması yapmaksızın, yargılamada bulunmadan, bugünkü toplum yapısı içinde bunların İslâmî kimlik açısından önemli olduğu bilinmeli ve uygulamaya çalışmalıdır.)
Peygamberimiz, mü’min olmayan toplumların bayramlarının ve kutsal kabul ettikleri günlerinin, onların kutladığı gibi kutlanılmasını yasaklamıştır. Bu sebeple gayr-ı müslimlerce kutsiyeti olan 31 Aralık gecesini çamlarla, hindilerle veya aile toplantıları ile kutlamak, kutlamak maksadıyla televizyon seyretmek haramdır. Gayr-ı müslimlerin yılbaşı kabul ettiği 31 Aralığı yılbaşı olarak kabul ve takdis ederek tebrikleşmek, reklâm vasfındaki hediyelerle de olsa hediyeleşmek haramdır. Yine, kaynağı gayr-ı müslimler olan özel günleri, tâğutların müslümanlara karşı galip geldiği, İslâm’a ihanetin sembolü ilan edilen günleri kutlamak da haramdır.
Haram olan benzemelere; evimize, iş yerimize büst koymak, dükkânlarımızda canlı ve cansız mankenlerle mal teşhir etmek gibi daha pek çok örnekler verilebilir. Hüküm bakımından haram olan taklit ve benzeme, fâilini günahkâr kılar ve azaba uğratır. Çünkü Rabbimiz, kendisine ve Peygamberine isyan edenleri cezalandıracağını bildirmektedir: “Kim (meşrû görerek) Allah'a ve O’nun Rasûlüne isyan eder, Allah’ın koyduğu sınırları aşarsa, Allah onu içinde ebedî kalacağı ateşe sokar. Onun için alçaltıcı bir azap vardır.” (4/Nisâ, 14)
Yahudiler, hıristiyanlar, materyalistler ve her çeşit müşrikler gibi şerli bâtılperestlere benzemenin dünyada kültürel zillet, âhirette ebedî azap doğuracak en felâketli şekli inançta ve değer ölçülerinde onlara benzemektir. Bilinmesi ve kaçınılması son derece önemli olan bu taklit ve benzeme türüne örnek olarak şunları belirtebiliriz:
Allah'a ve O’nun şeriatine inanmayanları, bâtıl sistemlerin kurucusu ve uygulayıcısı olan filozof, politikacı, eylemci, devrimci ve yönetici kişileri ve onların takipçilerini yüceltmek; fotoğrafları ve büstlerini arzuyla evlere ve işyerlerine asmak; kâfirlikleri içinde onları dille veya yazıyla propaganda etmek, mü’mini kâfirliğe götüren bir benzeşmedir.
İslâm Dininin sadece vicdanlarda/gönüllerde kalması gereken bir inanç meselesi olduğunu belirtip, hayatın O’nun ölçülerine göre düzenlenmesine gerek olmadığına inanmak, böylece mü’min olmayanların inançlarını paylaşmak da kâfirliğe götüren bir benzeme türüdür.
Kâfirliğe götüren bu benzeme türünü fâillerinin dilleriyle şöylece örneklendirebiliriz:
İlim ve teknikte ileri gitmiş gayr-ı müslim ve materyalist ülkeler gibi olmalıyız.” “Şeriat eskidendi. Şimdi hıristiyanlığın ve materyalizmin etkisi altındaki ülkelerden; İsviçre’den, İtalya, Almanya ve Fransa’dan getirtilmiş kanunlar var. Laik parlamento kanunlar yapıyor. Sen onlara bak!” “Artık faizsiz ekonomi olur mu? Orduya din eğitimi lazım değildir. Modern eğitim kâfidir.” “Kadın dilediği gibi çalışır, istediği gibi giyinir. Bağnazlığa ne gerek var?”
Örneklerini çoğaltabileceğimiz bu tür inançlar ve değer ölçülerinde benzeme, Allah korusun, kâfirliğe götürür; götürüyor da.
Kâfirliğe götüren benzeşme, mü’mini kâfirlerden kılar. Kâfirler ise ebedî cehennemliktir. Biz, hamdolsun müslüman olarak doğduk ve İslâm’ı öğrendik ve O’na teslim olduk. Rabbimizin ihsanı olan bu nimeti değerlendirmeli, bâtılperestlere benzemekten sakınarak dünyamızı izzetle, âhiretimizi saâdetle yaşamalıyız. Bunun için de İslâm’ı öğrenmeli, bid’atlerden çekinmeli, haramlardan uzaklaşmalı ve bâtılperestlerle kaynaşmaktan kaçınmalıyız. Gayr-ı müslimleri, materyalistleri ve her çeşit müşrikleri inançta ve yaşayışta taklit etmenin, dünyada maymun gibi zillete, âhirette dehşetli azaba sürükleyeceğini unutmamalıyız. (13)
 

Maymunlaşma Sebebi: Hîle-i Şer’iyye Denilen “Hîle-i Şerriyye”
Meshedilen insanlar, dünyevîleştiklerinden, sırf dünya metaını elde etmek ve midelerini doldurmak için Allah’ın emrini yerine getirmediler; irâdelerini kullanmadılar. Allah da onları irâdesi olmayan, sırf midesi için yaşayan zelil ve maskara maymunlara çevirdi. İrâdelerini kullanmadan, Allah’a isyan ederek yaşayanlar, ancak hayvanlara benzerler. Çünkü insanlarla hayvanları birbirinden ayıran temel özelliklerden biri, insanların irâdelerini kullanabilme yeteneğine sahip olmaları, hayvanların ise bu yeteneğe sahip olmamalarıdır. Kim, dünyevîleşerek böyle birtakım dünyevî menfaatler sebebiyle Allah’ın emirlerini te’villerle yerine getirmezse; âkıbeti, mesholunan bu insanlardan farklı olmayacaktır. Allah’ın azâbı er veya geç onları yakalayabilir. Dünyada olmasa da âhirette.
İman, insanın ilâhî emir ve yasakları yüzeysel bir şekilcilikle değil; fikrî, rûhî ve amelî boyutlarıyla derin bir teslimiyet ve itaat bilinci içinde karşılaması gerektirir. Düşünceyi şekilcilikle tasmalamaya çalışmak, itaate dayalı hedefleri açısından düşünceyi düşünce adıyla oyuncak haline sokmaktır. Allah, cumartesi eylemini, verilen söze aykırı bir hareket saymıştır. Halbuki onlar emrin, şeklî ve harfî manasına karşı gelmemişlerdi. Çünkü onlardan istenen, cumartesi günü avlanmamalarıydı ve onlar, bu emre güya karşı çıkmamışlardı. Onu şeklen uygulamışlardı. Fakat onlar, cumartesi günündeki bu avlanmanın neticesini dolaylı bir yolla elde etmenin hilesini bulmuşlardı. İşte bundan dolayı dünyevî ve uhrevî cezaya çarptırılmışlardı.
Çünkü emir ve yasaklara, zâhiren şekilsel olarak uyuyor görüntüsü verip ilâhî emirlere hileyle yaklaşmak, aslında itaatin içeriğini tersyüz edip isyan etmek olduğu gibi, alay anlamı da taşır. Emir ve yasakla ve hatta o hükmü koyan ile dalga geçmek ve onu hafife almak demektir. Sanki Allah’ın, kalplerden geçeni, niyetleri, emredilen hükümdeki hedeflerin saptırıldığını dahil her şeyi bildiğine inanmamak, onun kandırılabileceğini vehmetmektir.
Bütün bu tavırlar, üzülerek belirtelim ki İslâm tarihinde, bazı geleneksel din ve fıkıh yorumunda ve günümüz müslümanlarında da ortaya çıkmaktadır. “Hîle-i şer’iyye” yani, “şeriat’e uygun (!) hile” diye isimlendirilen bu şeytanî anlayış, aslında “hile-i şerriyye” (büyük şer ve kötülüğe sebep olan hile)dir. “Hîle-i şer’iyye” yi câiz görenler, “hîle”nin anlamını çare, çözüm, beceriklilik, çıkış yolu manasında kullandıklarını belirtirler. “Hîle”nin asıl anlamı, başkasını kurnazca aldatmak, yanıltıp kandırmak, sahtekârlık, düzenbazlıktır. İslâm tarihinde ve fıkhî tartışmalarda “hulle” ve “iyne satışı” gibi konularda daha çok görülür, yemin ve talâk konularında çok geniş bir alana yayılarak, hîleden (hîleye sıcak bakan bazı kimselerin daha çok bu konulardaki fetvâlarından) yararlanılır. Kanuna, şeriate karşı hilenin üç unsuru vardır. a) Yapılan muâmelenin şekil bakımından kusursuz ve hukuka uygun olması, b) Kanun koyucunun, şâriin vaz ettiği normun ruhuna ve maksadına aykırı bir sonuç doğurması, c) Hile kasdı.
Meselâ, borç verdiği kişiden faiz almak isteyen bir kimsenin herhangi bir malını ona 1 milyara veresiye satıp, aynı malı 700 milyona peşin satın alması gibi. Burada şekil yönünden hukuka uygun iki alışveriş işlemi arkasına gizlenmiş, alışverişin meşrûiyetinin amacına aykırı bir sonuç (faiz alma) elde edilmiş ve bu muâmele o maksadı gerçekleştirmek üzere yapılmıştır. Bu tür alışverişe “iyne satışı” denir. Peygamberimiz, bu konuda şöyle buyurur: İnsanlar dînar ve dirhemlerin (küçük ve büyük paranın) peşine düşer, iyne satışı yapar, havancılıkla uğraşır ve Allah yolunda cihadı terk ederlerse, Allah onlara bir belâ indirir ve bu belâyı yeniden dinlerine dönünceye kadar da kaldırmaz.” (Ebû Dâvud, Büyû 54, Melâhim 10; Ahmed bin Hanbel, II/42) Mümkündür ki bu belâ, mesh kavramıyla ifade edilen maymunlaşma belâsıdır.
Bu konudaki bir uygulama örneği, Hz. Âişe’den şöyle nakledilir: Zeyd bin Erkam’ın ümmü veledi olan bir kadın O’na dedi ki: “Ey mü’minlerin annesi, Zeyd’e veresiye sekiz yüz dirheme bir köle sattım. Sonra onu ondan altı yüz dirheme peşin satın aldım.” Hz. Âişe bunun üzerine şöyle dedi: “Ne kötü bir satım, ne kötü bir alım yaptın. Zeyd’e şunu bildir ki, eğer tevbe etmezse Rasûlullah (s.a.s.) ile yaptığı cihadın sevabını kaybetmiş olur.” (Ahmed bin Hanbel, 4/469) Günümüzde özel finans kurumlarının faizden (şeklen) kurtulup, faiz geliri gibi kâr elde etmek için iyne satışına tümüyle benzer şekilde kredi verdiğini biliyoruz. Hîle-i şer’iyye için meşhur ve kesinlikle câiz olmayan bir örnek olan hulle için asr-ı saâdetteki şu olayı biliyoruz: Rifâa el-Kurazî hanımını boşadığında kadın tekrar Rifâa’ya dönebilmek için Abdurrahman bin Zebîr ile nikâhlanınca Rasûlullah onun maksadına işaretle fiilen evlilik hayatı yaşamadıkça eski kocasına dönemeyeceğini ifade etmiştir (Buhârî, Şehâdât 3, Talâk 4; Müslim, Talâk 1-2, 4).
Haram olan bir şeyi, hileli yollarla şeklen ve zâhiren helâl görüntüsü vermenin ve bu şekilde haramları işleme suçunun ve cezasının çok büyük olduğunu, “mesh olayı”nın sebebi olan “cumartesi ashâbı”nın yaklaşımından ve daha dünyadayken başlayan feci cezadan öğreniyoruz. Müslüman, Allah’a, O’nun hükümlerine teslim olan demektir. Bu teslimiyet ve itaat bilinci, insanın ilâhî emir ve yasakları yüzeysel bir şekilcilikle değil; fikrî, rûhî ve amelî boyutlarıyla hükümleri yaşamak ve basit çıkarlarına ters düşse bile gönülden gelen rızâ ile boyun eğmektir.
Bunun aksine, itaatteki ruhu görmezden gelip varsa fetvâları istismar etmek, fetvâsını alsa bile selîm kalbine danışmamak, hileli işlere sarılmak, Allah’ın rızâsını ve cenneti riske atmak demektir. Böyle bir anlayışın dünyadaki cezası mesh değilse bile, en azından Peygamber lisanıyla dünyada üzerine bir belâ indirilmesine ve yeniden dinlerine dönünceye kadar da belânın kaldırılmamasına sebep olacaktır. Mümkün ki, bu inen belâ, mesh olmayacak, insan şekil olarak maymunlaşmayacaktır; ama karakter ve ahlâk yönünden, irâdesi olmayan, sırf midesi için yaşayan zelil ve maskara maymunlara benzeyecektir. Dünyevîleşen, sırf dünya metaını elde etmek ve midelerini doldurmak için Allah’ın emrini oyuncak edinenlerin cezası maymunlaşmaktır. Birtakım dünyevî menfaatler sebebiyle Allah’ın emirlerini geçersiz, gayr-ı meşrû te’villerle yerine getirmeyen, zâhiri/görüntüyü kurtarmakla yetinenlerin âkıbeti, mesholunan bu insanlardan farklı olmayacaktır.
 

Mesh’e uğrayan kavmin suçu, kendilerine ibâdet için tahsis edilen/ayrılan güne hile karıştırmaları; şeklen ibâdet gününe uyar görünüp gerçekte uymamalarıydı. Biz de, ibâdet için tahsis edilen zamanları, meselâ namaz vakitlerini, cumâ saatlerini gerektiği gibi değerlendirmez, görevlerimizi yapmazsak bizden önceki toplumların suçunu işlemiş oluruz. İbâdetleri yapar görünür de istenildiği şekilde rûhen icrâ etmeye uğraşmayıp gerçek anlamıyla kulluğumuzu yerine getirmezsek, benzer cezaya uğrama endişe içinde olmalıyız. İbâdete ayırdıkları zamanda bile dünyayı, midelerini düşünüp dünyevîleşenlerin durumu ve başlarına gelenler, sonraki nesillere ibret, muttakîlere de öğüttür (2/Bakara, 66). Onlar, ilâhî yasağa (cumartesi yasağına) uymadıkları için bu cezaya çarptırıldılar; biz de ilâhî yasaklara uymayınca, hele bunlara mâzeret uydurup kılıflar uydurunca, benzer cezalara çarptırılmaktan korkmalıyız.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Limoni
Co-Admin
Limoni


Mesaj Sayısı : 6150
Rep Gücü : 14991
Rep Puanı : 44
Kayıt tarihi : 27/05/09

 MESH (“AŞAĞILIK MAYMUNLAR OLUN!”)   MAİDE-60  araf 166  bakara 65 maymun lar, domuzl ara çevrilme  Empty
MesajKonu: Geri: MESH (“AŞAĞILIK MAYMUNLAR OLUN!”) MAİDE-60 araf 166 bakara 65 maymun lar, domuzl ara çevrilme     MESH (“AŞAĞILIK MAYMUNLAR OLUN!”)   MAİDE-60  araf 166  bakara 65 maymun lar, domuzl ara çevrilme  Icon_minitimeCuma Nis. 06, 2018 11:18 am

Fahreddin Râzi, Mefâtihu’l Gayb (Tefsir-i Kebir) Terc. 3/68

İbn Kesir, Hadislerle Kur’ân-ı Kerim Tefsiri, 2/368

Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, Azim Y. I/317-318

Süleyman Ateş, Kur’an Ansiklopedisi, 8/108-109

Mahmut Toptaş, Şifa Tefsiri, I/145-146

Seyyid Kutub, Fî Zılâli’l Kur’an, 1/159-160

Mevdûdî, Tefhîmu’l Kur’an, I/84

M. İslâmoğlu, Yahudileşme Temâyülü, 80-81

Fahreddin Râzi, a.g.e, 3/64-72; Elmalılı, Hak Dini Kur’an Dili, Eser Y. 3/1725

Fahreddin Râzi, a.g.e. 3/69; İbn Kesir 2/368

M. İslâmoğlu, a.g.e. s. 276-283

A.g.e. s. 275-276; 289-296

A. Rıza Demircan, İslâm Nizamı, 3/281-286 (Geniş bilgi için bkz. A. R. Demircan, İslâm’da Bâtıla Benzemenin Hükmü)

 

 

Alıntı :

Alıntı :

Meshle İlgili Kur’ân-ı Kerim’den Âyetler

a- Allah Dilerse, İnkâr Eden Kâfirleri Mesh Eder/Şekillerini Değiştirir: 36/Yâsin, 67.
b- Allah Dilerse, Yüzleri Dümdüz Ederek Şekilleri Değiştirir: 4/Nisâ, 47.
c- Maymuna Çevrilen İsyankâr İnsanlar: 2/Bakara, 65-66; 5/Mâide, 60; 7/A’râf, 163-166.
d- Domuza Çevrilen İnsanlar: 5/Mâide, 60.

e- İman Etmeyip Akletmeyen, Hakkı Görmeyen Kimseler, Hayvan Gibi, Hatta Daha Aşağıdırlar: 7/A’râf, 179; 25/Furkan, 44.
f- Allah’ın Kitabıyla Amel Etmeyenlerin Durumu, Kitap Yüklü Eşek Gibidir: 62/Cum’a, 5.

 

 

 

 

 

Alıntı :

Alıntı :

Meshle İlgili Hadis-i Şerif Rivâyetleri

Buhârî, Bed’ul Halk 15, Eşribe 6; Tecrid Terc. 9/68-70;
Müslim, Zühd 61, Sayd 48, 51, Kader 32-33;
Ebû Dâvud, Libas 6;
Nesâî, Sayd 26;
İbn Mâce, Sayd 16, Fiten 29;
Ahmed bin Hanbel, I/248.

 

 

 

 

Alıntı :

Alıntı :

Konuyla İlgili Geniş Bilgi Alınabilecek Kaynaklar

Hak Dini Kur’an Dili, Elmalılı Hamdi Yazır, Azim Y. c. 1, s. 317-318
Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, İbn Kesir, Çağrı Y. c. 2, s. 367-372
Mefâtihu’l Gayb (Tefsir-i Kebir), Fahreddin Râzi, Akçağ Y. c. 3, s. 64-72
Fî Zılâli’l Kur’an, Seyyid Kutub, Hikmet Y. c. 1, s. 159-160
Tefhîmu’l Kur’an, Mevdûdi, İnsan Y. c. 1, s. 84
El Câmiu li-Ahkâmi’l Kur’an, İmam Kurtubî, Buruc Y. c. 2, s. 145-150
Kur’ân-ı Kerim Şifa Tefsiri, Mahmut Toptaş, Cantaş Y. c. 1, s. 145-146

El-Mîzân Fî Tefsîri’l Kur’an, Tabatabai, Kevser Y. c. 1, s. 290-298
Kur’an Mesajı, Muhammed Esed, İşaret Y. c. 1, s. 19-20; 207-208
Hulâsatü’l Beyan Fî Tefsîri’l Kur’an, Mehmed Vehbi, Üçdal Neşriyat, c. 1, s. 145-146

Dâvetçinin Tefsiri, Seyfuddin el-Muvahhid, Hak Y. c. 1, s.151-152
Min Vahyi’l Kur’an, M. Hüseyin Fadlullah, Akademi Y. c. 2, s. 75-77
Kur’an Ansiklopedisi, Süleyman Ateş, KUBA Y. c. 8, s. 107-110
Yahudileşme Temayülü, Mustafa İslâmoğlu, Denge Y. s.80-82, 276-279
İslâmî Terimler Sözlüğü, Hasan Akay, İşaret Y. s. 300-301
Kitabu’t-Ta’rîfât (Terimler Sözlüğü), Cürcâni, Bahar Y. s. 210

Tenbihu'l Gâfilin ve Bustânu’l Ârifîn, Ebulleys Semerkandi, Bedir Y. s. 909-911

İslâm’da Bâtıla Benzemenin Hükmü, Ali Rıza Demircan, Eymen Y.
İlimler ve Yorumlar, Hekimoğlu İsmail, H.H. Korkmaz, Türdav Y. s. 69-73
Merak Ettiklerimiz, Adem Tatlı, M. Dikmen, Cihan Y. s. 28-42
Kur’an’da Toplumsal Çöküş, Ejder Okumuş, İnsan Y. s. 99-100
K. K.’den Âyetler ve İlmî Gerçekler, H. Nurbaki, T. D. Vakfı Y. s.170-179
İslâm Nizamı, Ali Rıza Demircan, Eymen Y. c. 3, s. 281-286
İslâm’da Bâtıla Benzemenin Hükmü, Ali Rıza Demircan, Eymen Y.
İslâmî Kimlik -İlkeler ve Hareket- Heyet, Ekin Y.
Kur’an’da Mü’min Şahsiyet, Ramazan Yılmaz, Mücâhede Y.
Müslüman Şahsiyeti, M. Ali Hâşimî, Risale Y.

Kimlik Kuyusu, Hüsrev Hatemi, Arma Y.

Şahsiyet Terbiyesi ve Gazali, Mahmut Çamdibi, Mar. Ün. İlâhiyat F. V. Y.
Kimlik Tercihi, Mehmet Alagaş, İnsan Dergisi Y.
Taklitlerin Çarpışması, Muhammed Kutub, Bir Y.
Hayvansı İnsan, Desmond Morris, İnkılap Kitabevi Y.
İnsanat Bahçesi, Desmond Morris, İnkılap Kitabevi Y.
Hayat Dediğimiz Sır, Hekimoğlu İsmail, H. Hüseyin Korkmaz, Türdav Y.
Hücreden İnsana, Hekimoğlu İsmail, H. Hüseyin Korkmaz, Türdav Y.
Kur’an’da Evrim ve Yaratılış, Bahaddin Sağlam, Tebliğ Y
Yaratılış ve Darwinizm, Abdullah Aymaz, T.Ö.V. (Akyol Neşriyat)
Yaratılış ve Evrim Teorileri, H. Mustafa Genç, Beyan Y.
Evrim Aldatmacası, Harun Yahya, Vural Y.
Hayatın Gerçek Kökeni, Harun Yahya, Vural Y.
Darwinizm’in Karanlık Büyüsü, Harun Yahya, Vural Y.

Darwinizm’in Sonu, Harun Yahya, Vural Y.
Evrimcilerin Yanılgıları, Harun Yahya, Vural Y.
Evrimcilerin İtirafları, Harun Yahya, Vural Y.
Darwin’in Türk Düşmanlığı, Harun Yahya, Vural Y.

Darwin Yalan Söyledi, Harun Yahya, Vural Y.
Darwinizm Dini, Harun Yahya, Vural Y.
Canlılar ve Evrim, Bedir Y.

Evrim Anaforu ve Gerçek
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
huzeyfe
Süper Moderatör
huzeyfe


Mesaj Sayısı : 7719
Rep Gücü : 18108
Rep Puanı : 23
Kayıt tarihi : 27/03/09

 MESH (“AŞAĞILIK MAYMUNLAR OLUN!”)   MAİDE-60  araf 166  bakara 65 maymun lar, domuzl ara çevrilme  Empty
MesajKonu: Geri: MESH (“AŞAĞILIK MAYMUNLAR OLUN!”) MAİDE-60 araf 166 bakara 65 maymun lar, domuzl ara çevrilme     MESH (“AŞAĞILIK MAYMUNLAR OLUN!”)   MAİDE-60  araf 166  bakara 65 maymun lar, domuzl ara çevrilme  Icon_minitimePtsi Mayıs 28, 2018 8:07 am

"Bu ümmette hasf(yere batırma),mesh (suret değişmesi)[ve kazf =(taş yağması)]olacak.Bu musibetler kaderi inkâr edenlere gelecek."[Ebu Davud, Sünnet 7, (4613); Tirmizî,Kader 7, (2153, 2154).]

Hayvanlaşmayı Tr ve dünya aynen yaşıyor

https://sorularlaislamiyet.com/bu-ummette-hasf-yere-batirma-mesh-suret-degismesi-ve-kazf-tas-yagmasi-olacak-bu-musibetler-kaderi

"Bu ümmette hasf (yere batırma), mesh (suret değişmesi) ve kazf (taş yağması) olacak. Bu musibetler kaderi inkâr edenlere gelecek." hadisini açıklar mısınız?

Bu ümmette hasf (yere batırma), mesh (suret değişmesi) [ve kazf = (taş yağması)] olacak. Bu musibetler kaderi inkâr edenlere gelecek." [Ebu Davud, Sünnet 7, (4613); Tirmizî,Kader 7, (2153, 2154).




Hadisin Açıklaması:
1. Ebu Davud'un bir rivayetinde, İbnu Ömer'e selam gönderen Şamlı zatın, İbnu Ömer'le mektuplaşan tanış birisi olduğu belirtilir. İbnu Ömer ona şöyle yazmıştır:


Kulağıma geldiğine göre sen kader hakkında (rastgele) konuşuyormuşsun. Bundan böyle sakın benimle mektuplaşmaya yeltenme. Zîra ben Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın: "Ümmetim içinden kaderi inkâr eden kimseler çıkacak!" dediğini işittim




Hadiste musibetler sayılırken bazı rivayetlerde "veya" mânasına gelen "ev" denmiştir. Alimler umumiyetle, bunu "ve" mânasına anlamışlardır.
2. Hasf, çöküntü demektir. Bu özellikleri gösteren bir toplulukta elbette bir çökme olacaktır. Ülkemizde de yaşanan maddi-manevi çöküntülere bir zaviyeden bakılabilir. Toplumun pek çok kesiminde aile mefhumu çökmüştür, Ahlaki değerler çökmüştür, namus mefhumu çökmüştür, millet için fedakarlık çökmüştür...
3. Mesh, insanın hayvana çevrilmesidir. Kur'an'ı Kerim'de bazı toplulukların maymun ve domuz hâline çevrildiği anlatılır. Bu çevrilme, maddeten olması mümkün olduğu gibi, ma'nen olması da mümkündür.
Malum maymun taklitçi bir hayvandır. Domuz ise, hayvanlar içinde eşini kıskanmayan tek hayvan... Bu açıdan bakıldığında dinsiz eğitimin tesiriyle bu mübarek vatanda maymun tabiatında nice Batı taklitçileri, domuz tabiatında nice namus mefhumunu yitiren insanlar görülecektir. Kıblemiz güneyde Kâbe'dir. Ama taklitçi ortamda yetişenlerin bir kısmının kıblesi Kuzeyde Moskova, bir kısmının Batı'da Paris veya Washington'dur.
Kanuni Sultan Süleyman, zamanın Fransa kralına yazdığı bir mektubla Fransa'da dansı yasaklatırken, şimdi bazı liselerimizin yıl sonu eğlencelerine kadar bu İslam dışı âdetin girmesi, cidden üzücü ve ehl-i hamiyeti düşündürücüdür.
4. Taş yağması diye tercüme ettiğimiz "kazf"tan murad, Lut kavminin maruz kaldığı çeşitten bir beladır.
(bk. Prof. Dr. İbrahim CANAN, Kütüb-ü Sitte Tercüme ve Şerhi)


En son huzeyfe tarafından Ptsi Mayıs 28, 2018 8:13 am tarihinde değiştirildi, toplamda 1 kere değiştirildi
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
huzeyfe
Süper Moderatör
huzeyfe


Mesaj Sayısı : 7719
Rep Gücü : 18108
Rep Puanı : 23
Kayıt tarihi : 27/03/09

 MESH (“AŞAĞILIK MAYMUNLAR OLUN!”)   MAİDE-60  araf 166  bakara 65 maymun lar, domuzl ara çevrilme  Empty
MesajKonu: Geri: MESH (“AŞAĞILIK MAYMUNLAR OLUN!”) MAİDE-60 araf 166 bakara 65 maymun lar, domuzl ara çevrilme     MESH (“AŞAĞILIK MAYMUNLAR OLUN!”)   MAİDE-60  araf 166  bakara 65 maymun lar, domuzl ara çevrilme  Icon_minitimePtsi Mayıs 28, 2018 8:10 am

https://cembey.wordpress.com/2016/02/14/maide-suresi-6-ayet-baglaminda-ayaga-mesh-meselesi/

MÂİDE SÛRESİ 6. ÂYET BAĞLAMINDA AYAĞA MESH MESELESİ
 
İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ TEMEL İSLAM BİLİMLERİ ANABİLİM DALI’NDAN , AYŞE ULYA ÖZEK kardeşimiz “Maide suresi 6.ayet bağlamında abdest alırken ayaklar yıkanmalı mı yoksa mesh etmek yeterli midir? “sorusuyla ilgili geniş bir çalışma yapmış ve şu sonuca ulaşmıştır :

“Mâide 6. âyet bağlamında ayaklara mesh meselesine açıklık getirmek amacıyla yapılan bu çalışmada aşağıdaki sonuçlara varılmıştır. Mesh kelimesine sözlüklerde hicrî 7. asra kadar yıkama anlamı verilmemiştir. Kur’ân ve hadislerde de mesh, yıkama anlamında kullanılmamıştır. Bu kelimeye asıl anlamının yanında, dolaylı olarak “hafif yıkama” anlamının verilmesi ise daha sonraki dönemlerde olmuştur. Abdest alırken ayakları yıkama ya da mesh etme meselesi tefsirlerde genelde kıraat bağlamında ele alımıştır. Buna göre; ercül’ün üstün kıraati yıkama, esre kıraati mesh anlamına gelmektedir. Ayrıca birisi yıkama ile meshi cem’, diğeri yıkama veya mesh arasında muhayyerlik olan iki görüş daha vardır. Taberî’nin görüşünün “ayağın tamamının su ile mesh edilmesi” şeklinde olduğu kanaatine varılmıştır. Yıkama görüşünde olanlar, sahih yıkama rivâyetlerinden ve topuklarla ilgili uyarı içeren hadislerden hareketle ercül’ün üstün kıraatini tercih ederek onu eydiye üzerine atfetmişler ve esre kıraatinin sebebinin civâr olduğunu ileri sürmüşlerdir. Esre kıraatinin ayağa giyilen şeylere mesh anlamına geldiğini söyleyenler de olmuştur. Âyetin “ayakları yıkama” anlamına geldiğine, onlara sınır belirlenmesini gerekçe göstermişlerdir. Temizlik açısından ve yıkama meshi de kapsadığı için ihtiyat olarak yıkamanın daha uygun olduğunu belirtmişlerdir. Âyette “Başınızı mesh edin” cümlesinin araya girmesini ise, tertibe ve suyu iktisatlı kullanmaya işaret saymışlardır. Mesh görüşünde olanlar ise, Arap dili kuralları gereği ercül’ün erse kıraatini tercih ederek onu ruûs üzerine atfetmişler, üstün kıraatinin ruûs’un mahalline atfedilebileceğini söylemiş ve meshi ifade eden hadislerle görüşlerini desteklemişlerdir. Abdestte mesh edilen organların teyemmümde düşmesini ve ayağa giyilenlere mesh edilmesinin çıplak ayağa öncelikle mesh edilebileceği anlamına gelmesini de delil getirmişlerdir. Ercül kelimesinin harekesinin, ulaşılabilen ilk Mushafların bazısında üstün bazısında ise esre olduğu görülmüştür. Mushaflardaki farklı kıraatler, nüshanın bulunduğu merkezdeki kıraat imamlarının okuyuşuyla irtibatlandırılmıştır. Ehl-i Sünnet mezhepleri ile Şîa’dan Zeydiyye mezhebi yıkama görüşünü benimserken, Şîa’dan İmâmiyye mesh görüşünü benimsemiştir. Bu mezheplerin kendi görüşlerini temellendirmek için kullandıkları deliller ile tefsirlerde aynı görüş için kullanılan deliller esas itibariyle birbirine paraleldir. Yapılan inceleme sonucunda ercül kelimesinin üstün okunarak uzağındaki eydiye üzerine atfedilmesi, dolayısıyla araya hüküm içeren yeni bir cümle girmesi ve ercül’ün civâr sebebiyle esre okunması Arap dili kuralları bakımından uygun bulunmamıştır. Yıkama görüşünü savunanların bu hususta âyetlerden verdikleri örnekler ve yaptıkları yorumlar incelenmiş ve isabetli bulunmamıştır. Ayaklara sınır belirlenmesinin âyete yıkama anlamı verilmesinin gerekçesi olamayacağı kanaatine varılmıştır. Dolayısıyla Mâide 6. âyetinin ayaklarla ilgili hükmünün onların mesh edilmesi şeklinde olduğu sonucuna ulaşılmıştır. Abdestte ayakların yıkanmasıyla ilgili rivâyetler sayıca fazla olmakla birlikte mesh edilmesine dair rivâyetler de vardır. Ayrıca kendisinden abdestte ayaklarını yıkadığına dair rivâyetler nakledilen Hz. Osman’dan hilafeti döneminde ayaklarını mesh ettiğine ilişkin sahih rivâyetler nakledildiği de tespit edilmiştir. Ayakların meshine dair Hz. Ali’ye nispet edilen “Bu, abdestli olanın abdestidir” şeklindeki söz isabetli bulunmamıştır. “O topukların ateşten çekeceği var” şeklinde yapılan uyarının ise ayakların yıkanmasıyla ilgili değil, topuklarda olabilecek necasete dikkat çekmek için söylenildiği kanaatine varılmıştır. Mâide 6. âyetin Nisâ 43. âyetle ilişkisi incelenmiş; Nisâ sûresindeki âyetin teyemmüm âyeti olduğu, Mâide sûresindeki âyetin ise abdest konusunda ayakların hükmünü hafiflettiği tespit edilmiştir. İlgili hadisler de göz önüne alınarak Mâide 6. âyetten önce geçmiş şeriatlere göre abdest alındığı ve ayakların yıkandığı, bu âyetten sonra ise ayakların mesh edildiği kanaatine varılmıştır.

Sonuç olarak, abdest alırken çıplak veya giyinik bir halde ayaklarını mesh eden kişi, hem âyete hem de hadislere uygun olarak abdestini tam almış olur. Ancak Şîa’nın iddiasının aksine ayaklarını yıkayan kişinin abdesti de geçerlidir.

Bu çalışma esnasında özellikle Emeviler döneminde idarî baskılar bulunduğuna dair işaretlere rastlanmıştır. Dolayısıyla meselenin tarihî ve siyâsi arka planının araştırılmasında yarar bulunmaktadır.

YAPILAN ÇALIŞMADAN ÖNEMLİ BAZI NOTLAR
1. Âyetten çıkarılan farklı hükümler ercül kelimesinin meşhur ve mütevâtir kabul edilen iki kıraatine dayandırılmaktadır. Üstün kıraatinden yıkama, esre kıraatinden mesh hükmü çıkarılsa da hangi görüş benimseniyorsa diğer kıraat ona göre yorumlandığından burada önemli olan varılacak sonuçtur. Meseleye bu açıdan bakıldığında Arap dili kurallarına göre, âyetin ilgili kısmının anlamı “Başınızı ve ayaklarınızı mesh edin” şeklinde olmalıdır. Çünkü ercül kelimesi mecrur (esreli) olan ruûs üzerine atfedilmiştir ve onun hükmünü alması gerekir. Ercül üstün de okunsa, ruûs’un mahalline atfedilebileceği için hüküm değişmez. Ancak lafza atfı bırakıp mahalle atfetmek de isabetli değildir. Bize göre söz konusu kelime esre de okunsa, üstün de okunsa âyetten tek bir hüküm çıkar; o da ayakların baş üzerine atfedilerek mesh edilmesidir. Sonuçta, abdestte ayaklara yapılacak işlemle ilgili olarak âyetin zâhirî anlamından ayakların mesh edilmesi gerektiği anlaşılmaktadır. Zira Allah Teâlâ “Ey iman edenler, namaza kalktığınızda yüzünüzü ve dirseklere kadar ellerinizi yıkayın; başınızı ve bileklere kadar ayaklarınızı mesh edin” demek suretiyle abdestin farzlarını ve hükümlerini ayrıntılı bir şekilde açıklamıştır.


2. Abdest âyetinden çıkarılan farklı hükümler, ercül (ayaklar) kelimesinin iki farklı kıraatine dayandırılmakta; üstün kıraatinin yıkama, esre kıraatinin mesh anlamına geldiği söylenilmektedir. Yıkama görüşü sahipleri ercül’ün üstün kıraatini tercih ederek onu yıkanan organlardan eydiye (eller) üzerine atfetmişler ve ellerde “dirseklere kadar” denilmesinden hareketle ayaklarda “bileklere kadar” denilerek sınır belirlenmesini bu atfa gerekçe göstermişlerdir. Dil açısından bir kelimenin, yanındaki dururken uzağındakine atfedilmesi ve araya cümle girmesinin isabetli olmadığı açıktır. Sınır belirlenmeden de el ve ayak denildiğinde “bileklere kadar” olan kısım anlaşılacağı için, sınır belirlemenin yıkamanın gerekçesi olması da isabetli değildir. Ercül’ün esre kıraatinin civâr sebebiyle olmasını ise, çoğu dilciler birçok açıdan uygun bulmamaktadır. Esre kıraatinde meshe yıkama anlamı verilmesine gelince, yapılan kavram çalışması sonucunda ne Kur’ân ve hadisler, ne de sözlükler açısından bunun mümkün olmadığı ortaya konulmuştur. Ayrıca ercül’ün üstün kıraatinin yıkama, esre kıratinin ayağa giyilen şeylere mesh anlamına geldiği iddiası, bir fiilin anlam itibariyle birbirinden farklı iki mânâya gelmesine yol açacağından çelişkili bir durumdur. Dolayısıyla eğer ayakları yıkama rivâyetleri esas alınmasaydı üstün kıraati tercih edilip esre kıraati yorumlanamaz ve âyetten “Ayaklarınızı yıkayın” anlamı çıkarılamazdı. Özetle, âyete dil açısından uygun olmayan bir anlamın verilmesi söz konusu olamayacağı için ercül’ün yanındaki ruûs üzerine atfedilerek esre okunması ve ayakların da baş gibi mesh edilmesi gerekir.

3. Âyetin mesh ile nâzil olduğu, Sünnet’in yıkamayı getirdiği ileri sürülmektedir. İslamiyet’in başından beri abdest alındığı kabul edildiği için, Peygamber’in (s.a.v.) yıkamayla ilgili sünnetinin Mâide 6. âyetten sonra geldiği söylenemez. Ancak ilgili âyetten sonra da bazı (ayakların kirli olması v.s.) nedenlerden ötürü ayaklar yıkanmış olabilir. Dolayısıyla abdestte ayakların yıkanması, âyetten önce olduğu gibi sonra da olabilir. Burada önemli olan, mesh rivâyetlerinin âyetten sonraki döneme ait olmasıdır. Abdullah b. Amr’dan gelen rivâyette ayaklara mesh edilmesi Mâide sûresinin nüzûlünden sonradır. Hz. Osman’dan da hilâfeti döneminde ayaklarına mesh ettiğine dair rivâyetler vardır.

4. Kur’ân-ı Kerîm kendisinden önceki kitapları tasdik edici olarak indirilmiştir. Tevrat’ta yer alan ifadelerden de, İslam’daki abdeste benzer bir uygulamanın bulunduğu anlaşılmaktadır. Örneğin; Rab, Musa’ya şöyle demiştir: Yıkanmak için tunç bir kazan yap. Ayaklığı da tunçtan olacak. Buluşma Çadırı ile sunağın arasına koyup içine su doldur. Harun’la oğulları ellerini ve ayaklarını orada yıkayacaklar. Buluşma Çadırına girmeden ya da Rab’be yakılan sunuyu sunarak hizmet etmek üzere sunağa yaklaşmadan önce ölmemek için ellerini ve ayaklarını yıkamalılar. Harun’la soyunun bütün kuşakları boyunca sürekli bir kural olacak bu.” Teyemmüme gelince, Yahudilerde de İslam’daki teyemmüme benzer bir uygulamanın mevcut olduğu ileri sürülmüştür. Nitekim A.J.Wensinck, “Talmud’da su bulunmadığı hallerde kum kullanılmasına dair, Kur’ân’dakine benzer bir cevaz verilir ve Cedranus da bir defa çölde kumla vaftiz yapıldığını anlatmaktadır”

5. Ümmeti için en güzel örnek olan Peygamber, (s.a.v.) her biri birer hikmet olan hadisleri söylemiş ve uygulamıştır. Onun Kur’ân’a uyması, âyet ve hadislerin ayrı olarak değil birlikte ele alınmasını zorunlu kıldığından, herhangi bir meselede âyetin bir şey, hadisin farklı bir şey söylemesi mümkün değildir. Fakat bu göz ardı edildiği ve abdest alırken ayaklara yapılması gereken işlemin ne olduğu hususunda birbirine zıt rivâyetler bulunduğu için, bu noktada âyet ve hadisler birbirinden ayrılmıştır. Bir başka ifadeyle Kur’ân-Sünnet bütünlüğüne dikkat edilmediği için gerek âyetin anlaşılmasında gerekse hadislerin yorumlanmasında farklı görüşler ortaya çıkmıştır. Yıkama görüşüne sahip olanlar mesh hadislerini şâz kabul etmiş ve âyete Arapça kurallarına uygun olmayan yorumlar getirmişlerdir. Mesh görüşünde olanlar da yıkama ve ayağa giyilen şeylere mesh hadislerini dikkate almamış ve âhâd haberlerle âyetin zâhirinden dönmek caiz olmaz demişlerdir.

6. Yıkama görüşü sahipleri, ayağını yıkayan mesh de etmiş olur düşüncesinden hareketle ibadetlerde ihtiyatlı olmak gerektiğini ileri sürmüşlerdir. Ancak ihtiyat, doğası gereği bünyesinde kesinlik değil, şüphe taşıdığı için delil olamaz. Ayrıca Allah’ın emirleri kesin olduğundan orada ihtiyattan bahsetmek, mübîn (açık) olan bir âyetin mücmel (kapalı) olması gibi bir durumun ortaya çıkmasına neden olur. Bu da mücmel âyetin, mübeyyin sünnet tarafından açıklanmasına, diğer bir ifadeyle sübûtu kesin olmayan haberlerle âyetin açık anlamından dönmeye yol açar.

7. Eğer ayağı mesh maddî bir temizlik olsaydı ayağın üstü değil, altı mesh edilirdi. Ayrıca ayaklar en çok kirlenen organ olduğundan, yıkanması gerekir düşüncesiyle âyetin “mesh edin” kısmına “Ayaklarınızı yıkayın” mânâsını vermek, Enes b. Mâlik’in de dediği gibi Allah’ın sözüne aykırıdır. Ayağı mesh tam bir temizlik olmadığı için, ayak kirliyse zaten yıkanır. Nitekim Peygamber (s.a.v.) abdest alırken huffeyn’ini çıkarmaya teşebbüs eden bir sahâbîye “Bırak onları, çünkü ben onları ayaklarım temizken giydim”30 buyurmuştur. Ancak kirli de olsa eğer necis değilse ayağını mesh eden kişi abdest almış sayılır.

8. Abdestte ayakların durumuyla ilgili Mâide 6. âyetin anlaşılmasında farklı yorumların bulunmasının asıl sebebi, hadislerdeki abdestte ayakların yıkanmasıyla ilgili ifadelerin yıkama görüşüne esas alınması ve âyetin de bu anlama gelecek şekilde yorumlanmasıdır. Dolayısıyla yıkama görüşünün asıl dayanağı âyet değil, Peygamber’den (s.a.v.) ayaklarını yıkadığına dair gelen sahih rivâyetler ve ayaklarını mesh edenlere yaptığı iddia edilen uyarılardır.

Abdest âyeti ayakların meshini emretse de yıkama rivâyetleri ve topuklarla ilgili uyarı içeren rivâyetlerin bulunması sebebiyle sanki âyet ve hadisler arasında çelişki varmış gibi görülmüş ve bunu izâle etmek için yıkama görüşünü savunanlar tarafından Sünnet’in yıkamayı getirdiği ileri sürülerek âyete “Ayaklarınızı yıkayın” anlamı verilmiştir. Bu görüş İslam dünyasının büyük çoğunluğuna hâkim olmuştur. Hâlbuki âyetler arası ilişki dikkate alınırsa, Mâide 6. âyette anlatılan abdest ve teyemmümün Nisâ 43’de de bulunduğu görülecektir. Nisâ 43. âyette teyemmüm açıkça tarif edilirken, abdestten üstü kapalı söz edilmekte; daha sonra nâzil olan Mâide 6. âyette ise abdest detaylı bir şekilde anlatılırken, teyemmüm tekrar edilmektedir. Dolayısıyla, Peygamber’in (s.a.v.) ayaklarını yıkayarak aldığı ve öğrettiği abdestin Mâide sûresinde daha hayırlısıyla ile hafifletildiği sonucu çıkarılabilir. Çünkü ilgili âyet ayakların meshini emrettiğine göre, öncesinde daha zor olan yıkama işlemi olmalıdır. Böylece sahih yıkama ve mesh hadisleri ile âyet arasında bir çelişki olmadığı; ilgili âyet öncesinde yıkama, sonrasında ise mesh hükmü bulunduğu ve her iki işleme ait rivâyetlerin bulunmasının tabiî bir durum olduğu anlaşılmaktadır. Âyetin sonunda belirtilen “Allah size zorluk çıkarmak istemez, fakat sizi tertemiz yapmak ve nimetini tamamlamak ister, belki şükredersiniz” şeklindeki ifade de bu duruma uygun düşmektedir. Nimetin tamamlanması daha önce olmayan kolaylıkların getirilmesidir, bu da abdestin sadece namazın şartı olması ve ayağı mesh etmektir.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
huzeyfe
Süper Moderatör
huzeyfe


Mesaj Sayısı : 7719
Rep Gücü : 18108
Rep Puanı : 23
Kayıt tarihi : 27/03/09

 MESH (“AŞAĞILIK MAYMUNLAR OLUN!”)   MAİDE-60  araf 166  bakara 65 maymun lar, domuzl ara çevrilme  Empty
MesajKonu: Geri: MESH (“AŞAĞILIK MAYMUNLAR OLUN!”) MAİDE-60 araf 166 bakara 65 maymun lar, domuzl ara çevrilme     MESH (“AŞAĞILIK MAYMUNLAR OLUN!”)   MAİDE-60  araf 166  bakara 65 maymun lar, domuzl ara çevrilme  Icon_minitimePtsi Mayıs 28, 2018 8:13 am

Yâsîn / 67
 MESH (“AŞAĞILIK MAYMUNLAR OLUN!”)   MAİDE-60  araf 166  bakara 65 maymun lar, domuzl ara çevrilme  Karsilastir   MESH (“AŞAĞILIK MAYMUNLAR OLUN!”)   MAİDE-60  araf 166  bakara 65 maymun lar, domuzl ara çevrilme  Pencere   MESH (“AŞAĞILIK MAYMUNLAR OLUN!”)   MAİDE-60  araf 166  bakara 65 maymun lar, domuzl ara çevrilme  Detay
(Mekkî 41)
وَلَوْ نَشَٓاءُ لَمَسَخْنَاهُمْ عَلٰى مَكَانَتِهِمْ فَمَا اسْتَطَاعُوا مُضِياًّ وَلَا يَرْجِعُونَ۟
Eğer dilesek oldukları yerde onların şekillerini değiştirirdik de ne ileriye gitmeye güçleri yeterdi ne de geri gelmeye!
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
huzeyfe
Süper Moderatör
huzeyfe


Mesaj Sayısı : 7719
Rep Gücü : 18108
Rep Puanı : 23
Kayıt tarihi : 27/03/09

 MESH (“AŞAĞILIK MAYMUNLAR OLUN!”)   MAİDE-60  araf 166  bakara 65 maymun lar, domuzl ara çevrilme  Empty
MesajKonu: Geri: MESH (“AŞAĞILIK MAYMUNLAR OLUN!”) MAİDE-60 araf 166 bakara 65 maymun lar, domuzl ara çevrilme     MESH (“AŞAĞILIK MAYMUNLAR OLUN!”)   MAİDE-60  araf 166  bakara 65 maymun lar, domuzl ara çevrilme  Icon_minitimePtsi Mayıs 28, 2018 8:14 am

https://sorularlaislamiyet.com/biz-onlara-asagilik-maymunlar-olun-demistik-biz-bunu-hem-onu-gorenlere-hem-de-sonra-geleceklere-bir


"Biz onlara, 'Aşağılık maymunlar olun.' demiştik. Biz bunu, hem onu görenlere hem de sonra geleceklere bir ibret kıldık.”(Bakara, 2/65-66) ayetinde geçen ibret olma ne olabilir?..


Paylaş
Facebook'ta Paylaş [url=http://twitter.com/intent/tweet/?text="Biz onlara, 'Aşağılık maymunlar olun.' demiştik. Biz bunu, hem onu görenlere hem de sonra geleceklere bir ibret kıldık.”(Bakara, 2/65-66) ayetinde geçen ibret olma ne olabilir?..&url=https://sorularlaislamiyet.com/biz-onlara-asagilik-maymunlar-olun-demistik-biz-bunu-hem-onu-gorenlere-hem-de-sonra-geleceklere-bir @sorularlaislam]Twitter'da Paylaş[/url] Google+'ta Paylaş [url=http://www.linkedin.com/shareArticle?mini=true&url=https://sorularlaislamiyet.com/biz-onlara-asagilik-maymunlar-olun-demistik-biz-bunu-hem-onu-gorenlere-hem-de-sonra-geleceklere-bir&title="Biz onlara, 'Aşağılık maymunlar olun.' demiştik. Biz bunu, hem onu görenlere hem de sonra geleceklere bir ibret kıldık.”(Bakara, 2/65-66) ayetinde geçen ibret olma ne olabilir?..]Linkedin'dePaylaş[/url] [url=http://pinterest.com/pin/create/button/?url=https://sorularlaislamiyet.com/biz-onlara-asagilik-maymunlar-olun-demistik-biz-bunu-hem-onu-gorenlere-hem-de-sonra-geleceklere-bir&media=https://sorularlaislamiyet.com/misc/logo.png&description="Biz onlara, 'Aşağılık maymunlar olun.' demiştik. Biz bunu, hem onu görenlere hem de sonra geleceklere bir ibret kıldık.”(Bakara, 2/65-66) ayetinde geçen ibret olma ne olabilir?..]Pinterest'te Paylaş[/url] Whatsup'da Paylaş
Soru Detayı
- Maymunların insanlardan türediği dini kaynaklarda geçmekte midir?..
serdar329 tarafından Pa, 17/04/2011 - 02:52 tarihinde gönderildi
Cevap
Değerli kardeşimiz,
İlgili ayetlerin meali şöyledir:
Alıntı :
“İçinizden cumartesi günü haddi aşanları elbette bilirsiniz. Biz böyle yapanlara 'Aşağılık maymun olun!..' dedik. Bunu, hem bu hâdiseye şahit olanlara hem de sonradan gelecek olan nesillere bir ibret ve korunacaklara da bir öğüt kıldık.”(Bakara, 2/65-66).
Önce konuyu bir kez daha hatırlayalım ki, ilgili  ayetler sebt/cumartesi günü yasağını delen Yahudiler hakkındadır. Onlar, hem balıkları avlamak hem de cumartesi günü yasağına uymayı sağlamak için -akıllarınca- şöyle bir hileye baş vurdular: Cumartesi akın akın gelen balıkları avlamıyorlar, fakat onları bir havuzda topluyorlardı, cumartesi günü geçtikten sonra, havuzda toplanmış balıkları alıp götürüyorlardı. Akıllarınca, artık ne şiş ne de kebap yanmıştı.
Allah, onların bu durumunu akılsız canlılardan biri olan maymuna benzetmiştir. Maymunlar -bir çok hayvan gibi- gördükleri yeşilliklerin sırf dış görünüşlerine bakarak hareket ederler; bazen yedikleri yeşillik, zehirli yasemin otu olup onları öldürebilir.
Adı geçen Yahudiler de Allah’ın hükümlerinin iç hikmetine bakmayarak, dış görünüşünü esas alarak hileye baş vurdukları için Allah onları maymuna çevirdi.
Bu çevirme işi alimlerin çoğunluğuna göre bir hakikattir; onlar hem maddî hem manevî duygularıyla maymuna çevrilmiştir. Mücahid gibi diğer bir kısım alimlere göre ise, bu cismanî değil, ruhanî, yani akılsız, hayvanî duygular taşıyan bir surete çevrilmişlerdir(bk. Taberî, İbn Aşur, ilgili ayetin tefsiri).
Diğer hayvanlara değil de maymuna benzetilmesinin “Allahu a’lem/en doğrusunu Allah bilir”, bir hikmeti de şudur:
Söz konusu Yahudilerin bulunduğu bölgede en çok göze çarpan hayvanlar maymunlardı. Onlardan misal vermek daha çarpıcıdır. Ayrıca, hayvanlar içerisinde maymunlar hile yapabilecek bir kurnazlığa da sahiptir. Bu da Yahudilerin yaptıkları kurnazlığa uygun bir misal olmuştur. 
Ayette “aşağılık” manasına gelen “hâsiîn” kelimesi iki şekilde değerlendirilmiştir:
a. Bu kelime, “kıradet=maymunlar” kelimesinin sıfatıdır. Buna göre anlamı: “aşağılık maymunlar” olur.
b. Bu kelime, -kıradet’in sıfatı değil-, Yahudilere işaret eden “Kanû” filinin ismi olan “vav” zamirine hâldir. Buna göre ayetin manası; “aşağılanmış olarak maymun olun” şeklinde olur(krş. Alusî, ilgili ayetin tefsiri).
Beğavî, Şevkanî gibi tefsirciler -bu ikinci anlamı “hâsiîn” kelimesini “kanû” fiilinin ikinci haberi olarak kabul etmek suretiyle- tercih etmişlerdir(bk. Beğavî, Şevkanî, ilgili ayetin tefsiri). Beyzavî ve Nesefî de ifadeyi “yani, hem maymun hem de aşağılanmış mahluk olun” diyerek ikinci manayı tek mana olarak algılamışlardır. Fakat meallerde daha çok “aşağılık maymunlar” olarak ifade edilmiştir.
Biz de bu ikinci manayı tercih ederiz. Dolayısıyla “aşağılık” vasfı  maymunlar için değil, suç işlemiş -ilgili- Yahudiler içindir.
Bununla beraber, şunu tekrar edelim ki; Allah’ın sanatı olarak hiçbir varlık aşağılık değildir. Her varlığın, her canlının kendi konumunda özel bir yeri vardır. Kur’an’da kullanılan bazı ifadeler, bir yandan bazı hikmetlere işaret etmek, bir yandan da insanların algılamalarına uygun hitap etmek içindir.
- Burada söz konusu edilen ibret dersinden maksat, Allah’a karşı isyan edenlerin cezasız kalmayacağıdır. Bu ibret dersi, hiç kimsenin sonsuz ilim ve kudret sahibi yüce Allah’a karşı küçük aklıyla kurnazlık yapmak gibi bir ahmaklığa saplanmaması konusunda yapılan bir uyarıdır. Bu uyarıdan ders almayanlar burada veya öteki dünyada, rezil-rüsvay olmuş, aşağılanmış bir şekilde cezalandırılacaklardır.
Diğer taraftan, insanlık faziletinden mahrum kalmış bir insan, şeklen insan da olsa, manen ameline göre bir hayvanın suretine girmiştir.
Elmalılı'nın izahına göre, insan ile maymun arasındaki fark, bir kıl ve kuyruktan ibaret olmayıp, akıl, mantık ve ahlâk farkı vardır. Maymunun bütün hüneri taklitçiliğidir. Halbuki maymunun önünde günlerce ateş yakılsa, karşısında ısınması öğretilse, sonra da bir kıra götürülüp önüne odun ve kibrit konsa, odunları kendi başına yakıp ısınması mümkün değildir. İşte maneviyatı silinmiş insanlar da böyledir. Onlar kör bir taklitten başka bir şey düşünemezler. İlk bakışta insan gibi görünseler de hakikatte maymundan başka bir şey değillerdir. Fındığı kırar, yer de bir fındık ağacını dikmeyi idrak edemezler. (Hak Dini Kur'ân Dili, ilgili ayetlerin tefsiri)
Demek ki, Allah'a isyan eden kimseler insanlıktan çıkmış sayılırlar. Görünüşte insan suretinde yaşasalar bile, amellerine göre manen bir hayvan sıfatını almışlardır.
Medeniyet maskesi altında insanlıklarını kaybedenleri kastederek,
Alıntı :
"Bu medenilerin çoğu, eğer içi dışına çevrilse, kurt, ayı, yılan, hınzır, maymun postu görülecek gibi hayale gelir." (Tarihçe-i Hayat, s. 116)
diyen Bediüzzaman herhalde bu âyetlerden ilham almıştır.
- İslam kaynaklarında, insanlardan maymun veya maymunlardan insan türetildiğine dair herhangi bir bilgiye rastlayamadık, böyle bir düşünce doğru da değildir. Eşyanın hakikati sabittir. İnkılab-ı hakakik ise muhaldir. Yani, bir varlığın hakikati diğer varlığın hakikatine dönüşmesi muhaldir, imkânsızdır. Maymun ile insan arasında mahiyet ve hakikat farkı, doku uyuşmazlığı vardır.
İlave bilgi için tıklayınız:
- İnsanla maymun arasındaki genetik benzerlik %98 midir? Bu benzerlik evrime delil olabilir mi?
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
huzeyfe
Süper Moderatör
huzeyfe


Mesaj Sayısı : 7719
Rep Gücü : 18108
Rep Puanı : 23
Kayıt tarihi : 27/03/09

 MESH (“AŞAĞILIK MAYMUNLAR OLUN!”)   MAİDE-60  araf 166  bakara 65 maymun lar, domuzl ara çevrilme  Empty
MesajKonu: Geri: MESH (“AŞAĞILIK MAYMUNLAR OLUN!”) MAİDE-60 araf 166 bakara 65 maymun lar, domuzl ara çevrilme     MESH (“AŞAĞILIK MAYMUNLAR OLUN!”)   MAİDE-60  araf 166  bakara 65 maymun lar, domuzl ara çevrilme  Icon_minitimePtsi Mayıs 28, 2018 8:15 am

https://sorularlaislamiyet.com/maide-suresinin-60-ayetinde-bazi-insanlarin-maymun-ve-domuza-donusturulmelerinden-bahsediliyor-bunu

Maide suresinin 60. ayetinde bazı insanların maymun ve domuza dönüştürülmelerinden bahsediliyor. Bunu açıklar mısınız?


Paylaş
Facebook'ta Paylaş [url=http://twitter.com/intent/tweet/?text=Maide suresinin 60. ayetinde bazı insanların maymun ve domuza dönüştürülmelerinden bahsediliyor. Bunu açıklar mısınız? &url=https://sorularlaislamiyet.com/maide-suresinin-60-ayetinde-bazi-insanlarin-maymun-ve-domuza-donusturulmelerinden-bahsediliyor-bunu @sorularlaislam]Twitter'da Paylaş[/url] Google+'ta Paylaş [url=http://www.linkedin.com/shareArticle?mini=true&url=https://sorularlaislamiyet.com/maide-suresinin-60-ayetinde-bazi-insanlarin-maymun-ve-domuza-donusturulmelerinden-bahsediliyor-bunu&title=Maide suresinin 60. ayetinde bazı insanların maymun ve domuza dönüştürülmelerinden bahsediliyor. Bunu açıklar mısınız?]Linkedin'dePaylaş[/url] [url=http://pinterest.com/pin/create/button/?url=https://sorularlaislamiyet.com/maide-suresinin-60-ayetinde-bazi-insanlarin-maymun-ve-domuza-donusturulmelerinden-bahsediliyor-bunu&media=https://sorularlaislamiyet.com/misc/logo.png&description=Maide suresinin 60. ayetinde bazı insanların maymun ve domuza dönüştürülmelerinden bahsediliyor. Bunu açıklar mısınız?]Pinterest'te Paylaş[/url] Whatsup'da Paylaş
cemsit408 tarafından Cu, 12/01/2007 - 14:54 tarihinde gönderildi
Cevap
Değerli kardeşimiz,

Alıntı :
"De ki: 'Allah katında bir ceza olarak bundan daha beterini bildireyim mi? O kimseler ki Allah onlara lânet etmiş, gazabına uğratmış, içlerinden bir kısmını maymun, domuz ve tâgut’a tapan kimseler yapmıştır. Yerleri en fena olanlar, doğru yoldan büsbütün sapanlar, işte onlardır.' ” (Maide, 5/60)
İnsanların hayvan haline getirilmesine "mesh" denir. Bu da surî ve manevî olarak iki türlü olabilir. Manevî olunca ahlâkî düşüklük doğuran bir dönüştürme olur. Surî ve manevî olursa ahlâkî düşüklüğün yanında hayatî düşüklük de gerçekleşir. Bu durumda nesilleri devam etmez. Allah dilediğini yapar.
"Nebe'", mühim haber demektir. Buradaki ism-i işaretin muşârun'ileyhi hakkında ve şerriyyet (şerlik, kötülük) hususunda söz edilmiştir. Bir rivayete göre yahudilerden bir kısmı gelmişler, Resulullah'a dinini sormuşlar, Resulullah
Alıntı :
"Allah'a, bize indirilene, İbrahim'e, İsmail'e, İshak'a, Yakub'a ve torunlarına indirilene, Musa ve İsa'ya verilene ve diğer peygamberlere Rableri tarafından verilene inandık, onlar arasında ayırım yapmayız, biz Allah'a teslim olanlarız." (Bakara, 2/136)
diye cevap vermiş. İsa'yı işittikleri zaman, "Biz, sizin dininizden daha kötü dini bilmiyoruz." demişler. Bu âyet bunun üzerine inmiş. Şu halde bunlar dine "şer" (kötü) dediklerinden dolayı, "Sizin şer dediğinizden daha kötüsünü size haber vereyim ki, o sizin din adını verdiğiniz kendi halinizdir." mânâsına mücârat yoluyla şer denilmiş ve de ayıplanan dine işarettir denilmiş ise de, biz bu iniş sebebine karşı çıkmamakla beraber şu mânâyı daha açık buluyoruz: Ey Muhammed, o kitap ehline şöyle de: Daha kötüsünü çok önemli bir şekilde haber vereyim mi? İşte Allah'ın lanetlediği (bk. Bakara, 5/13) ve kendilerine gazab ettiği, ve kendilerinden maymunlar ve domuzlar yaptığı, ve bir de tağuta tapan, tağuta kulluk eden kimseler. işte bunlar mevkice daha fena ve doğru yoldan daha çok sapmış kimselerdir.
"Kırade" (maymunlar) ve "hanâzir" (domuzlar) yapılanların, yani görünüş ve manevî bakımlarından mesih (çirkin bir şekle giriş) denilen, bu hale getirilenlerin "ashâb-ı sebt" (cumartesi günü ehli) olduğu, bunların gençlerinin maymun, ihtiyarlarının da domuz kılığına konulmuş bulunduğu söyleniyor ki, geçmiş ümmetlerde ve özellikle İsrailoğullarında böyle mesh (başka bir hayvan kılığına çevrilme) ler bilinmektedir. Hristiyanlarda da İsa'nın sofra arkadaşları hakkında mesih rivayet edilmiştir. Bunun için bazı tefsirciler, kırade (maymun) cumartesi ehli; hanâzir (domuzlar), İsa'nın sofra arkadaşlarıdır, demişlerdir ki, Bakara sûresinde ashâb-ı sebt hakkında yalnız "Aşağılık maymunlar olun." (Bakara, 2/65) buyurulduğuna göre, bu daha uygun olsa gerektir.
Memsûh olanlar (değişime uğrayanlar) da üreme (tenâsül) olmaz. Şu halde, "maymun ve domuz oldular" demek, "hayvan cinslerinden maymun ve domuz üremesi yapan bir çeşit oldular" demek değil, tamamı sefalet içinde tükenmeye ve sonuçsuzluğa mahkum oldular demektir.
Bununla birlikte insanın maymundan genesation (doğma, doğum) yoluyla tekamül ettiğini iddia edenlerin yine insanın da doğum yoluyla maymuna döneceğini bir kanun gibi düşünmeleri gerekir. Ve bu âyet bunlara da bir cevap ve inzar (korkutmay)ı içerir. Âyette, lanetten gadab (kızmay)e, kızmadan mesh (hayvana döndürmey)e, mesihden tağuta ibadet (şeytana kulluğ)e doğru giden beyan silsilesi gösteriyor ki, bunların hepsinin toplamı değil, her biri bir şerdir. Ve bunlar içinde en aşağısı lanet, en yukarısı da şeytana tapmaktır.
Demek ki şeytana tapmak, bunların hepsini gerekli kılan bir şer başlangıcıdır. Bunlar önce melûn olur, Allah'ın rahmetinden uzaklaştırılırlar. İkinci olarak uzaklaştırılmakla kalmaz Allah'ın gazabı başlarına çöker, elemler ve belalar içinde kıvranırlar. Üçüncü olarak maymun gibi bir insan taklitçisi, kararsız, değişken, sahtekâr, bir bakıma zeki, insanın her yaptığını derhal taklit eder, fakat gerçekte ne yaptığını bilmez, taklid derdiyle her felakete atılır, sevkedilir, gayet çirkin, suratsız bir maskaralık örneği veya domuz gibi canavar, boynu bükülmez, kafası tuttuğuna gider, her kötülüğü yapar, her pisliği yer, derisi bile debâğat (tabaklama) kabul etmez, çirkin, nefret edilen, kahredilmiş bir cinayet ve alçaklık timsali olur giderler.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
MESH (“AŞAĞILIK MAYMUNLAR OLUN!”) MAİDE-60 araf 166 bakara 65 maymun lar, domuzl ara çevrilme
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» Maymunlaşmak ne demek Hasf mesh kazf hasf (yere batırma), mesh (suret değişmesi) ve kazf (taş yağması)
» BEŞ MAYMUN
» Araf nedir?
» Hocaefendi ve meste mesh
» Mesh Hz Ali rivayeti Domuzlaşma Maymunlaşma

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
KUTLU FORUM :: İslami ilimler ve dini kültür :: Kuran-Tefsir-
Buraya geçin: