"Hocaefendi
mest üzerine mesh etme ile alakalı ne diyor?" sorusunu okur-okumaz
tabii bir insiyakla; "Ne desin? Sünnet-i seniyyede alabildiğine net ve
açık hükmü olan bu meselede ne demesini bekliyorsunuz ki?" dedim.
Sonra kendi kendime konuştuğumu fark ettim. Zira ilk etapta bu
sorunun neden sorulduğunu kavramakta zorlanmıştım. Fakat düşününce soru
sahibine hak verdim. Çünkü Hocaefendi mest üzerine mesh üzerinde
çekingen bir tavır sergiliyor, Efendimiz'in (sas) hayatında yeri olması
nedeniyle meste tavrı olmadığını bizatihi göstermek için ara sıra mest
giyse bile bir zaruret söz konusu değilse abdestte ayaklarını yıkamayı
tercih ediyor ve bunu da yüksek sesle etrafındakilere anlatıyor.
Anlaşılan o ki, soru sahibi böylesi bir ortamda bulunmuş ve işin
mahiyetini anlamaya çalışıyor.
Hocaefendi'nin meste karşı bir tavrı yok ve olamaz da zaten. Yukarıda
ifade ettiğim gibi Efendimiz'in uygulamasında kendine yer bulan ve
fukaha tarafından da çerçevesi net olarak belirlenen bir hükme muhalefet
etmesi düşünülemez. O zaman mezkur yaklaşımını nasıl anlayacağız?
Benim bu meseleye yaklaşımım, sünnet tanımı, daha doğrusu sünnet
tasnifi ile alakalı. Malum ilk günden bu yana sünnet hakkında farklı
tanımlar ve tasnifler yapılmıştır. Efendimiz'in kavlî, fiilî ve takrirî
söz, hareket ve tasdiklerine sünnet denildiği herkesin bilgisi
dahilindedir. Arap cahiliye dönemini de dahil eden geniş bir çerçeveye
taşıyıp sünnete yaşam tarzı diyenler de var.
Tasnife gelince; sünen-i hüda ve sünen-i zevâid ilk dönemlerde
yapılan tasniftir. Karafi, tebliğ, fetva, kaza ve imaret başlıkları
altında tasnif etmiştir sünneti. Tahir b. Aşur, Karafi'nin dörtlü
taksimini 13'e çıkarmıştır. Daha başka tasnif çalışmaları da var; var
ama hepsinin temelinde yatan ana nokta bağlayıcılıktır.
Benim sünnetin tasnifi açısından dikkatimi çeken farklı bir yaklaşımı
İ. Kuteybe yapmıştır. O, sünneti üçe ayırır. Bir; kıyamete kadar
değişmeyecek olan ahkâmın yer aldığı sünnet. Bir başka tabirle hükmü
sünnetle tespit edilen hükümler. İki; belli illetlere bağlı olarak
bizzat Efendimiz'in içtihadı ile hayat bulan sünnetler. İpek giyme
erkeklere yasaklanmakla beraber bir hastalığa mebni olarak Abdurrahman
b. Avf'a izin verilmesi gibi. Üçüncüsü ise; insanları kemale ulaştırıcı
sünnetler. Bir başka tabirle eğitim ve öğretimde tedriciliğin esas
alındığı sünnetler. İ.Kuteybe'nin buna verdiği örnek ise, mest üzerine
mesh etmedir. Daha açık ifadeyle, mest üzerine mesh etmek caiz olmakla
birlikte, bunun terki insanı kemale ulaştırır. Şöyle de izah
getirebiliriz: Efendimiz tarafından tatbik edilen ve fukahanın da
sınırlarını belirleyip tecviz ettiği bu amelleri yapma ruhsat, terk etme
ise azimettir.
İşte Hocaefendi, İ.Kuteybe'nin bu tasnifinde olduğu gibi mest üzerine
meshi insanı kemale ulaştıran, ümmet-i Muhammed'e kolaylık sağlayan
ruhsat tabir edebileceğimiz sünnetler içinde görüyor ve varlığını
kabulle beraber içinde bulunduğu hayat şartları itibarıyla kendisinin
uygulamadığını ifade ediyor. Bu satırların yazarının kendisinden
defalarca duyduğu şu sözler bu yaklaşımı isbata yeter. Mealen arz
ediyorum: "Ağır hayat şartlarında çalışırken veya soğuk havalarda
yolculuk yaparken ve benzeri durumlarda mest tabii ki kullanılır ve
kullanılmalıdır. Ama kaloriferli sıcacık ve sıcak suyun olduğu bir evde
ayakları yıkamak yerine mest kullanmak bana çok doğru gelmiyor."
İ.Kuteybe'nin de, Hocaefendi'nin de kısaca söylediği şu: Rahat hayat
şartlarında meste mesh etme yerine ayakları yıkamayı tercih etme kemale
ulaşmada önemli bir eşik.