- Alıntı :
- "Bu ümmette hasf (yere batırma), mesh (suret değişmesi) [ve kazf = (taş yağması)] olacak. Bu musibetler kaderi inkâr edenlere gelecek." [Ebu Davud, Sünnet 7, (4613); Tirmizî,Kader 7, (2153, 2154).]
Hasf, çöküntü demektir. Bu özellikleri gösteren bir toplulukta elbette bir çökme olacaktır. Ülkemizde de yaşanan maddi-manevi çöküntülere bir zaviyeden bakılabilir. Toplumun pek çok kesiminde aile mefhumu çökmüştür, Ahlaki değerler çökmüştür, namus mefhumu çökmüştür, millet için fedakarlık çökmüştür...3. Mesh, insanın hayvana çevrilmesidir. Kur'an'ı Kerim'de bazı toplulukların maymun ve domuz hâline çevrildiği anlatılır. Bu çevrilme, maddeten olması mümkün olduğu gibi, ma'nen olması da mümkündür.Malum maymun taklitçi bir hayvandır. Domuz ise, hayvanlar içinde eşini kıskanmayan tek hayvan... Bu açıdan bakıldığında dinsiz eğitimin tesiriyle bu mübarek vatanda maymun tabiatında nice Batı taklitçileri, domuz tabiatında nice namus mefhumunu yitiren insanlar görülecektir. Kıblemiz güneyde Kâbe'dir. Ama taklitçi ortamda yetişenlerin bir kısmının kıblesi Kuzeyde Moskova, bir kısmının Batı'da Paris veya Washington'dur.Kanuni Sultan Süleyman, zamanın Fransa kralına yazdığı bir mektubla Fransa'da dansı yasaklatırken, şimdi bazı liselerimizin yıl sonu eğlencelerine kadar bu İslam dışı âdetin girmesi, cidden üzücü ve ehl-i hamiyeti düşündürücüdür.4. Taş yağması diye tercüme ettiğimiz "kazf"tan murad, Lut kavminin maruz kaldığı çeşitten bir beladır.(bk. Prof. Dr. İbrahim CANAN, Kütüb-ü Sitte Tercüme ve Şerhi)MESH (“AŞAĞILIK MAYMUNLAR OLUN!”)
https://kutluforum.yetkinforum.com/t14494-mesh-asagilik-maymunlar-olun-maide-60-araf-166-bakara-65-maymun-lar-domuzl-ara-cevrilme?highlight=mesh
Mesh; Anlam ve Mâhiyeti
Kur’ân-ı Kerim’de Mesh Kavramı
Tarihten Günümüze; Efsâne ve Destanlara Kadar Mesh’in Yansıması
Maymun Soyu, İnsandan mı Oluşmuştur?
İnsandan Maymuna; Maymundan İnsana Değil!
Maymunlaşmak ve İslâmî KişilikMaymunlaşmanın Bir Göstergesi: Taklitçilik
Maymunlaşmanın, Taklidin Uzantısı: Bâtıllara Benzemek
Maymunlaşma Sebebi: Hîle-i Şer’iyye Denilen “Hîle-i Şerriyye”
“İçinizden Cumartesi günü azgınlık edip de, bu yüzden kendilerine: ‘Aşağılık maymunlar olun!’ dediklerimizi elbette bilmektesiniz. Biz bunu (maymunlaşmış insanları), hâdiseyi bizzat görenlere ve sonradan gelenlere bir ibret dersi, müttakîler için de bir öğüt vesilesi kıldık.” (2/Bakara, 65-66)
Mesh; Anlam ve Mâhiyeti
“Mesh” (mim, sin, hı –noktalı h-): Şeklin bozulması, cismin kendi aslî şeklinden çıkması, kılık değiştirmek, hilkat garibesi anlamlarına gelir. “Mesh”, bir sûreti, kendisinden daha kötü ve çirkin bir şekle çevirme veya o şekle girme demektir. Bir insan şeklinin değiştirilip hayvan şekline konulmasına “mesh” denir. Türkçeye “başkalaşım” diye tercüme edebileceğimiz mesh’e, batı dillerinde “memamorfoz” (metamorphose) denilir.
Mesh, yalnız mânevî veya hem sûret (görünüş olarak), hem de sîret (mânevî durum, hal ve hareketler, ahlâk ve karakter) olmak üzere iki türlüdür. Mânevî mesh, ahlâk ve karakterlerdeki düşüklükle sonuçlanan psikolojik değişme; hakiki ve tam mesh de ahlâkî çöküntü ile birlikte hayatî ve şekil/beden değişikliğini de doğuran dönüşümdür. Tam ve gerçek değişime uğrayanlarda tenâsül/üreme olmaz. Geçmiş ümmetlerde, özellikle İsrâiloğullarında mesh vuku bulmuştur. Hıristiyanlarda da, Hz. İsa’nın mâide/sofra mûcizesi konusunda inkârcıların meshe uğradıkları rivâyet edilir. Hz. Muhammed ümmetinden, peygamberimiz’in âlemlere rahmet olarak gönderildiği için tam meshin kaldırıldığı hadis rivâyetleriyle belirtilir.
İsrâiloğullarından Allah'a isyanda ısrar eden ve Allah’la alay eder gibi yasakları hevâları istikametinde te’vil edenlerin, Allah’ın lânet ve gazabının bir sonucu olarak mesh cezasına çarptırıldıkları Kur’an’da açıklanır. Bu insanların ibâdet ve istirahat günleri olan cumartesi gününün kutsiyet ve yasağını çiğnediklerinden, içlerinden bazılarının ısrarlı öğütlerini de kibirlerinden dolayı dinlemeyip bile bile isyanda bulunmaya devam ettiklerinden dolayı böylesine dehşetli bir cezaya çarptırıldıklarını Kur’an haber vermektedir.
Mesh olayının nasıl olduğu konusunda görüş ayrılıkları vardır. Âlimlerin çoğu onların fiziksel olarak maymuna çevrildikleri görüşündedirler. Bazı az sayıda bazı müfessir ise, onların o zamandan itibaren maymun gibi davranmaya başladıklarını, yani zihniyet ve karakter olarak maymunlaşmış olduklarını söylerler. Bunların başında, tâbiîn’in meşhurlarından müfessir Mücâhid gelir. Mücâhid’e göre Allah onların fizyolojik yapılarını değil; sadece kalplerini döndürmüştür.
Fahreddin Râzî, maymunlaşmanın hem fizyolojik hem karakter yönüyle, yani tam bir mesh olduğunu kabul ederek Mücâhid’in görüşünü delilleriyle çürütmeye çalışır. Meshin delillerle sâbit olduğunu, âyeti zahirî manasına almak mümkün olduğu müddetçe te’vile ihtiyaç olmadığını belirtir. Fakat şu ilâveyi de yapar: “Bununla beraber, Mücâhid’in zikrettiği husus da gerçekten pek uzak olan bir ihtimal değildir. Çünkü insan, mûcizelerin ve delillerin ortaya çıkmasından sonra da câhilliğinde devam ederse, örfte böyle olana bazen, ‘o eşektir, maymundur veya maymun kafalıdır’ denilir. Bu mecaz, zâhir ve meşhur mecazlardan olunca, bu manaya varmak mahzurlu değildir. ” (1)
İbn Kesir de, âyetin zâhirine aykırı düştüğü için Mücâhid’in görüşünü garip görür. İbn Abbas’dan nakiller yaparak meshin tam ve gerçek anlamda olduğunu belirtir. (2)
Elmalılı Hamdi Yazır, çok kesin ifadelerle olmasa da, meshin mânevî ve mecâzî olduğu anlayışını tercih etmektedir. O, bu olayı şöyle yorumluyor: Onlar verdikleri sözde durmadılar. Ahde vefâ etmek, insanlık borcu ve gereği iken ona yanaşmadılar. İşte bu sebeple insanlığın gereklerinden olan ilim ve idrâk, mârifet ve iz’andan mahrum edilerek maymun kılıklı, sefil, boynu bükük ve sürünen kimseler oldular ki, buna mesh tâbir olunur. Bunlar, dış görünüşüyle kuyruklu maymunlara mı döndüler? Yoksa dış görünüşüyle insan şeklinde oldukları halde, iç dünyaları ve huyları itibariyle mânen maymun gibi mi oldular? Bunun tefsirinde iki görüş vardır. Tefsircilerden pek çoğu, âyetin lafzına ve zâhirine nazaran tam ve gerçek bir mesh (şekil değişikliği) olduğunu söylemişlerdir. Mücâhid’in görüşü olan neshin mânevî olduğu, zamanımızın anlayışına daha uygun görünmektedir. Gerçi hakikate nazaran, sûretçe değişiklik mânevî değişmeden daha müşkil ve daha mühim değildir. İnsanlık şiarlarının söndüğü bir bedenin dış yüzüyle dahi maymun sûretini alıvermesi, iyi düşünülürse, hemen hemen normal bile görülebilir. Allah korusun, çeşitli hastalıklar ile kılığını değiştirmiş nice bedenlere tesadüf edilegelmiştir.
Fakat hayvan şekilleri içinden özellikle maymun sûretinin zikredilmesi, herhalde mânevî meshin ehemmiyetine bir karîne gibidir. Aslında insan ile maymun arasındaki gerçek fark, yalnızca bir kıl, bir kuyruk farkı değildir. Akıl, mantık, huy ve ahlâk farkıdır. Maymunun bütün hüneri, taklit hissinin gelişmişliğindedir. Ama maymunun önünde günlerce ateş yakın, soğuk günlerde karşısında ısınmayı gösterin, sonra onu alıp bir kıra götürün, yanına kibrit, çıra, odun, kömür koyun, o yine de üşüdüğü zaman bunları bir araya getirip bir ateş yakamaz ve ısınmayı başaramaz. Bu kadarcık bile mantık ilişkisi gösteremez. Artık bunun üzerine terettüp edecek aklî işlemlerin derecesini tasavvur edin. İşte mânevî dünyası meshe uğramış olan insanlar da böyledir: Onlar kör bir taklitten başka bir şey yapamaz ve hayvanî duygularından öteye geçemezler. Bir bakıma insan gibi görünürler, hakikatte ise maymundan başka bir şey değildirler. Fındığı kırar yerler de bir fındık ağacı dikmeyi akıl edemezler. “Onlar hayvanlar gibidirler. Hatta daha da aşağıdırlar.” (7/A’râf, 179) (3)
Eğer âyet, ahlâkî bir dejenerasyona/bozulmaya işaret ise bu, her zaman ve her toplumda olur. İnsanlar nefislerinin kölesi oldukları zaman şeklen, sûreten değil; fakat sîreten, yani huy ve karakter itibariyle herhangi bir hayvanın karakterine girmiş olurlar. Bunlar şeklen insan görünseler de mânâda hayvan mertebesindedirler. Eğer âyet, şeklen bir değişim bildiriyorsa, o takdirde bazı insanların bozula bozula maymun kılığına dönmüş oldukları düşünülmelidir. Ancak, eski ümmetlerde vukû bulduğu kabul edilen bu şeklî dönüşüm, yani mesh olayı, bu ümmetten kaldırılmıştır. Yalnız insan, ahlâkını korumalıdır ki, nefsinin tutsağı olmasın; insan ahlâk ve sıfatından çıkıp herhangi bir hayvanın huy ve sıfatına bürünmesin.
Maymun taklitçidir; düşünce ile hareket etmez, ancak gördüklerini taklit eder. İşte, düşünmeden, gördükleri her hareketi taklit edenler de görünüşte olmasa bile gerçekte maymun huyuna, karakterine girmiş, maymun sîretine bürünmüş olurlar. Bazı İsrâiloğulları kabileleri, Allah’tan gelen bunca âyetleri düşünmeden, sıradan insanlardan gördükleri kötü hareketleri taklit ettikleri için maymun karakterini almış, maymun sîretine büründürülüp süründürülmüştür. Böylece hak yoldan çıkanların ne kötü bir sonuca düşeceklerine dair tüm toplumlara ibret olmuşlardır. (4)
Eskiden Afrika’da maymun avcıları ormana, içinde fındık dolu olan ağzı dar çömlekler bırakırlarmış. Maymun gelir, çömleğin içine elini uzatır, fındığı avuçlarmış. Eli dolu olunca çömleğin ağzından çıkamazmış. Fındık kıymetli olduğu için bırakmayı da düşünemezmiş, böylece avcı onu rahatlıkla yakalarmış.
Yahudiler tarih boyunca altının peşinde koşmaları nedeniyle topyekün katliamlara uğramışlar. Para için yapmadıkları aşağılık iş kalmamış; bu da, sonunda ırklarının bir avuç kalmasına sebep olmuştur. A’râf sûresinin 163. âyetinin açıklamasına göre yahudiler, deniz kenarında yaşıyorlar. Cumartesi günleri balıklar daha çok geliyor. Cumartesi günü de avlanmak yasak. Balıkları cumartesi günü denizden özel havuzlara alıyorlar, pazar günü de o havuzdan yakalıyorlar. Böylece insanlara yaptıkları hileyi Allah’a da yapmaya kalkıyorlar ama o cumartesi gününün önemini kavrayamamanın cezasını çekiyorlar.
Tarihin en eski milletlerinden olmalarına rağmen, nüfusları İspanyol çingenelerinin nüfusuna ulaşamıyor. Bu insanlar, siyaset de bilmiyorlar. Siyaset yapacağız derlerken bütün insanların kinini üzerlerine çekiyorlar ve ara ara topyekün imha ediliyorlar. Siyaset, aslında Peygamber Efendimiz’in yaptığı gibi bedevîyi medenî yapmak ve dünyaya adalet dağıtmaktır; böyle olmalıdır siyaset.
Biz de ne zaman cuma’nın değerini yitirdik, bugünkü durumlara düştük ve Batı’nın kötü bir taklitçisi olduk çıktık. Halbuki yahudilerin durumu bizim için iyi bir nasihat olmalıydı. Allah’ın günleriyle oynamanın, Allah’ın kullarıyla oynamanın, Allah’ın âyetleriyle oynamanın cezası, bazen bu dünyada acele veriliyor, bazen acıklı azabı âhirete bırakılıyor. Bu dünyada verilmesi, başkalarını caydırmak, müttakî mü’minlere de nasihat olması içindir. (5)
Seyyid Kutub bu konuda şunları söyler: Allah'a verdikleri sözden dönmelerinden dolayı cezaya müstahak olup, insanlıktan çıkıp hayvanlar derekesine düştüler. Evet, midesinin sesinden başka bir ses duymayan irâdesiz hayvanların derekesine... İnsanı insan kılan ve ulvîleştiren Allah verdiği söze itaatkâr kılan özelliklerden koparak o derekeye düştüler. Mutlak şekilde vücutlarıyla maymun olmaları gerekmez. Ruhları ve fikirleriyle maymunluğa çevrilmiş olabilirler. Fikir ve şuurun izleri umumiyetle yüzlere akseder. Temâyüllerin belirtileri de çok kere insanın dışına tesir ederek, ışığı temellere kadar ulaşabilir.
Bu kıssa ilk vuku bulduğu zaman, nasıl Hakk’a muhâlif olanları dizginlemiş ise, sonraki devirlerde de hakikatlere sırt çevirenleri susturan ibret ve nasihatlerle dolu bir hâdise olarak sürüp gelmektedir. Mü’minler için şüphesiz ki bu hâdiselerde büyük dersler vardır. (6)
Mevdûdî, olayın fiziksel bir değişim olduğu, yani meshin tam ve gerçek olduğu kanaatindedir: “Kur’an’ın ifadesi, bunun fiziksel bir değişme olduğuna işaret eder. Bence, onların mevcutları maymuna çevrilmiş, azabın en şiddetlisini çekmeleri için zihinleri insan olarak bırakılmıştır.” (7)
İsrâiloğulları, dünyaya aşırı şekilde meyl etmiş, para ve madde sevgisi gönüllerini kaplamıştı. Allah’tan sadece ibadete ayıracakları, hiçbir dünya işiyle meşgul olmayacakları özel bir gün istemişlerdi. Allah da onların dünyevîleşen hayatlarını dinîleştirmek için cumartesi gününü seçti. Onlar, toplumsal zaaf halinde kendilerini saran dünyevîleşmenin ahtapot kollarının arasında bu yasağı da çiğnediler. Hâşâ Allah’ı kandırmak istercesine hile yoluyla te’villere saptılar. Cuma akşamından ağlarını denize geriyorlar, Cumartesi günü yasak sona erince balıkları topluyorlardı. Allah’a isyan etmenin, ilâhî yasağa uymamanın cezası da benzer şekilde ağırdı: “Aşağılık maymunlar olun!”
Mesh denilen bu cezanın mâhiyeti konusunda farklı tefsirler yapılmıştır. Bazılarının yaptığı gibi Kur’an’ın haber verdiği bu olayı, bin dereden su getirerek fizikî değil de, sadece karakter ve huylarının maymuna benzediği gibi te’viller yapmak doğru olmaz. Bazıları da olayın, Allah’ın bir cezası olarak gerçekleşen bir tür reenkarnasyon olduğunu ileri sürer. Ancak bu ve benzeri olaylar için daha açıklayıcı bilimsel bir bulgu şöyledir: Tarihin farklı dönemlerinde ender görülen bir belâ ve musîbet olarak kan kimyasındaki bozulma sonucunda insan şeklinin olağanüstü deforme olarak tıpkı hayvanlara benzer hale geldiği, British Colombia Üniversitesi profesörlerinden kan kimyacısı Dr. David Dolphi tarafından keşfedilmiştir. Buna tıpta Progeria hastalığı deniliyor. Batıda yaygın olan “kurt adam” ve hayvana dönüşen insan efsanelerinin kaynağını araştıran Dr. Dolphi’nin tesbitine göre, kanda meydana gelen bir hastalık sonucunda insanın organları şekil değiştiriyor, yüz ve beden tamamen hayvanlarda olduğu gibi kıllanıyor, bu illete yakalanan biri her haliyle insandan çok, bilinen bir hayvana benziyordu.
Allah bu olağanüstü alçaltıcı cezayı, ihanetlerine bir karşılık ve insanlığa bir ibret olsun diye vermişti onlara (2/Bakara, 66; 7/A’râf, 166). Allah’ın İsrâiloğullarına verdiği bu cezanın “maymunlaşma” biçiminde tecellî etmesinin hikmeti, İsrâiloğullarının tıpkı bir maymun gibi etraflarındaki putperest kavimleri körü körüne taklit etmeleri, peygamberleri tarafından uyarılmalarına karşın her seferinde düşmanlarının inancını ve kültürünü taklit pahasına öz kimlik ve kişiliklerini terk etmeleri olsa gerek. ( Kur’ân-ı Kerim’de Mesh Kavramı
“Mesh” kelimesi, Kur’ân-ı Kerim’de sadece bir âyette, Yâsin sûresi, 67. âyetinde geçer. Bu âyetin dışında “mesh” kelimesi kullanılmamasına rağmen, meshin mâhiyeti, yani insanların çirkin bir şekle dönüşmesi olayı, Kur’an’da 3 yerde gündeme gelir. Bunlardan biri, Bakara, 65; diğeri aynı olayın daha ayrıntılı şekilde ele alındığı A’râf sûresi, 163-166. âyetleri; bir diğeri de Mâide sûresi 60. âyetidir. Bunların dışında, bir âyette de bu “mesh”e işaret edilip atıfta bulunularak, Allah tarafından birtakım yüzlerin silinebilecceğinden sakınılması gerektiği vurgulanır.
Allah, dilemiş olsa, insanı daha başka şekilde yaratabilirdi. Dilese, onun şeklini ve yapısını değiştirir. Tıpkı, dünya hayatındaki organların eski görevlerini göremeyecek hale getirilip, farklı organlara değişik fonksiyonlar vereceği âhiret âleminde insanın yapısını istediği kadar istediği şekilde değiştireceği gibi. “O gün onların ağızlarını mühürleyeceğiz; neler yaptıklarını ise elleri söyleyecek ve ayakları konuşacak. Eğer dileseydik gözlerini kör ederdik de, yolu bulmak için koşuşup dururlard; o zaman nasıl görebileceklerdi? Dileseydik, oldukları yerde mesh eder/kılıklarını değiştirirdik de, ne ileri gidebilirler, ne de geri dönebilirlerdi. Kimin ömrünü uzatıyorsak, yaratılışını tersine çevirip onu çocuk gibi yaparız. Hâlâ akıllanmayacaklar mı?” (36/Yâsin, 65-68)
Allah, kötülük ve isyanda bilinçli olarak ısrar edenleri dünyada da rezil ve rüsvay eder, maskara maymunlara çevirir. Onlar, bir şey anlamayan, doğruyu bulamayan atalarına uydukları (2/Bakara, 170) ve bâtıl yol mensuplarının ya da zâlim tâğutların izini körü körüne tâkip ve taklit ettikleri için, maymunlaşırlar. Cezalar, suç cinsindendir. Bâtıl zihniyetlere uyup itaatte ve izini takip edip taklit etmekte aşırı gidenler de bu suçlarının cezasını bizzat maymunlaşarak çekerler; veya maymun gibi her gördüğünü bilinçsizce taklit eden ve başkalarına benzeyen kişiliksiz karakterle cezalandırılırlar. “İçinizden Cumartesi günü azgınlık edip de, bu yüzden kendilerine: ‘Aşağılık maymunlar olun!’ dediklerimizi elbette bilmektesiniz.” (2/Bakara, 65)
Mesh olayının Hz. Dâvud zamanında meydana geldiği ve Kudüs yakınlarında deniz kenarında bulunan “Eyle” ismindeki bir yerleşim yerinde meydana geldiği rivâyet edilir. Ama, Kur’an’da böyle bir açıklama yoktur. Zaten Kur’an, bu ve benzer olayları, kıssaları tarih ve coğrafyanın dar kafesleri arasına sokmaz; evrensel bir anlayışla ele alır ve her zaman için, her yerde vuku bulabilecek ibret vurgusunu öne çıkarır. Bu olay, tarihî bir bilgi olsun diye anlatılmıyor Kur’an’da. Mesh hâdisesi, o dönemde gözleri önünde cereyan eden bu dehşet verici olayın şahitleri için nasıl ibret dersi ise, bu olayı görmeyen taklitçi isyankârlar için de ibrettir; İsyandan sakınan müttakî mü’minler için de bir nasihattir, öğüttür: “Biz bunu (maymunlaşmış insanları), hâdiseyi bizzat görenlere ve sonradan gelenlere bir ibret dersi, müttakîler için de bir öğüt vesilesi kıldık.” (2/Bakara, 66)
Bu maymun kılığına sokulma, maymunlaşma olayı, A’râf sûresinde daha tafsilâtlı olarak anlatılır: “Onlara, deniz kıyısında bulunan şehir halkının durumunu sor. Hani onlar cumartesi gününe saygısızlık gösterip haddi aşıyorlardı. Çünkü cumartesi tatili yaptıkları gün, balıklar meydana çıkarak akın akın onlara gelirdi, cumartesi tatili yapmadıkları gün de gelmezdi. İşte böylece Biz, fıskları/yoldan çıkmalarından dolayı onları imtihan ediyorduk. İçlerinden bir topluluk: ‘Allah’ın helâk edeceği yahut şiddetli şekilde azap edeceği bir kavme ne diye öğüt veriyorsunuz?’ dedi. (Öğüt verenler) dediler ki: ‘Rabbinize mâzeret beyan edelim diye, bir de sakınırlar ümidiyle (öğüt veriyoruz). Onlar kendilerine yapılan uyarıları unutunca, Biz de kötülükten men edenleri kurtardık, zulmedenleri de yapmakta oldukları kötülüklerden ötürü şiddetli bir azap ile yakaladık. Kibirlenip de kendilerine yasak edilen şeylerden vazgeçmeyince onlara: ‘Aşağılık maymunlar olun!’ dedik.” (7/A’râf, 163-166)
Allah, bu şekil ve huy değişikliğinin ne denli fecî olduğunu, dehşet veren kötülüğünü vurgulayarak, bu “mesh”in sadece maymunlaşma ile sınırlı olmadığını, bazılarının sîret veya sûretlerini domuza çevirdiğini de belirtir. Fahreddin Râzi ve Elmalılı’nın verdiği bilgilere göre ashâb-ı sebt, yani cumartesi yasağını ihlâl edenler maymun; Hz. İsa’nın mûcizesi olan sofrayı (mâide) inkâr edenler ise domuz olmuştur. Diğer bir rivâyete göre, her iki mesih de Cumartesi yasağını çiğneyenlere yapılmıştır. Bunların gençleri maymun kılığına, yaşlıları da domuz kılığına sokulmuşlardır. (9) “De ki: Allah katında yeri bundan daha kötü olanı size haber vereyim mi? Allah’ın lânetlediği ve gazap ettiği, aralarından maymunlar, domuzlar ve tâğuta tapanlar çıkardığı kimseler. İşte bunlar, yeri (durumu) daha kötü olan ve doğru yoldan daha ziyade sapmış bulunanlardır.” (5/Mâide, 60) Bu âyette “mesh”le birlikte bir vurgu daha yapılır; bazı kimselerin “tâğuta tapanlar kılınması”. Allah’a itaat edip O’na hakkıyla kul olmayı kendilerine yakıştıramayanlar, tâğutların kulu olacaklar; böylece de Allah’a teslim olup O’na ibadet yerine; ilke ve prensiplerine, hüküm ve yasalarına itaat ettikleri tâğutlara tapmış olacaklardır.
Gerçek anlamda iman etmeyen ve Kitab’ın hükümlerini uygulamayan nankör ve yüzsüz insanlara, Allah’tan utanmadıkları ve bile bile isyan edip, doğruluk taslayarak yüzsüzlük yapanlara ceza olarak Allah dilerse cumartesi ashabına yaptığı gibi onların da yüzlerini dümdüz edecek, yüzsüzlüklerinin cezası olarak onları yüzsüz hale koyacaktır. Allah, dilerse, nankörlerin cezasını bu dünyada vermeye başlar ve verdiği nimetleri geri alır. En güzel şekilde yarattığı insana en güzel yeri olan yüzün güzelliğini siler, suratını ensesine benzetir (4/Nisâ, 47). Eğer insan, yaratılış güzelliklerine (fıtratına) uymaz, sözlerin ve kanunların en güzeli olan Kitab’a tâbi olmazsa suratsız olmaktan korkmalıdır. Sîreti bozuk olanların suratlarını da Allah bozacaktır; âhirette ve ibret olarak bazılarını bu dünyada. Örnek olarak, zikirden (Kur’an’dan) yüz çevirenler, kıyamet günü kör olarak haşredileceklerdir (20/Tâhâ, 124).
En güzel şekilde yaratılan insan, bu üstün ruh ve beden yeteneklerini serbest iradesiyle kötüye kullandığında, varlıkların en aşağı mertebesinde yer alacaktır (95/Tîn, 5). Hayvanlar, ilimden kültürden mahrum yaşarlar. İnsanlar ise, ilimsiz, eğitimsiz, güzel faaliyet ve faydalı davranışlardan uzak yaşayamazlar. İman, ilim ve kültür, insan davranışına etki etmiyorsa, okuduğu Allah’ın kitabı bile olsa, onu aşağılık durumdan kurtarmayacaktır. Kitap, insanlara amel edilmesi için gönderilmiştir; aksi takdirde yük olmaktan öte bir fayda sağlamayacak, cahil hayvanlar gibi o da kültürlü bir hayvan, kitap yüklü bir eşek olacaktır (62/Cum’a, 5).
Gökteki ve yerdeki varlıkları hizmetine musahhar kıldığı insan (31/Lokman, 20), verilen emanetlere ihanet edip şükredeceği yerde nankörlük ettiğinde, iman etmesi gerektiği halde kâfir olduğunda, yürüyen canlıların en şerlisi/kötüsü damgasını yiyecektir (8/Enfâl, 55). Bu gibi kimseler, akıllarına ve kendilerine ulaşan ilâhî tebliğe uymayıp, sırf hayvanî duygularına göre hareket etmeleri bakımından hayvanlara benzetilmiştir. Hayvanların hareketlerinin kendilerine verilen güç ve yeteneklerin yaratılış amaçlarına uygun olmasına karşı, böyle kimselerin davranışlarının bu özellikten yoksun bulunmasından ötürü de onlardan gidişçe daha sapık oldukları belirtilmiştir. Bu durumda, düşünmedikleriz ve ömürlerini hep gafletle tükettiklerinden, duyu organlarını doğruyu bulmak ve hakka uymak yönünde kullanmadıkları için, yaratılış amaçlarına uyan hayvanlardan daha aşağı olacaklardır (7/A’râf, 179; 25/Furkan, 44).
Benî İsrâil’den yahudileşen ve Allah’ın yasaklarını mantık oyunlarıyla çiğneyen insanları maskara maymuna çevirdiği gibi; Allah, dilerse benzer şekilde isyanlara dalan kitaplı ve kitapsız toplumları da yine benzer şekilde rezil ve rüsvay eder: “Ey ehl-i kitap! Biz, birtakım yüzleri silip dümdüz ederek arkalarına çevirmeden, yahut onları, cumartesi adamları (bu güne saygı göstermeyenler) gibi lânetlemeden önce (davranarak), size gelenleri doğrulamak üzere indirdiğimize (Kitab’a) iman edin; Allah’ın emri mutlaka yerine gelecektir.” (4/Nisâ, 47)
“Andolsun, Biz cinler ve insanlardan birçoğunu cehennem için yarattık. Onların kalpleri vardır, onunla düşünüp kavramazlar; gözleri vardır, onlarla görmezler; kulakları vardır, onlarla işitmezler. İşte onlar hayvanlar gibidir; hatta daha da aşağıdırlar (şaşkındırlar). İşte asıl gâfiller onlardır.” (7/A’râf, 179)
“Yoksa sen, onların çoğunun gerçekten (söz) dinleyeceğini, yahut düşüneceğini mi sanıyorsun? Hayır, onlar hayvanlar gibidir, hatta onlar yolca daha da sapıktırlar.” (25/Furkan, 44)
“Tevrat’la yükümlü tutulup da onunla amel etmeyenlerin durumu, ciltlerce kitap taşıyan merkebin durumu gibidir. Allah’ın âyetlerini yalanlamış olan kavmin durumu ne kötüdür! Allah, zâlimler topluluğunu doğru yola iletmez.” (62/Cum’a, 5)