KUTLU FORUM
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.
KUTLU FORUM

Bilgi ve Paylaşım Platformuna Hoş Geldiniz
 
AnasayfaLatest imagesKayıt OlGiriş yap

 

 Cemaat,meşreb,mezhebler ..ayrılıklar nedir.sahabede varmıydı?

Aşağa gitmek 
2 posters
YazarMesaj
@bdulKadir
Adminstratör
@bdulKadir


Mesaj Sayısı : 6736
Rep Gücü : 10015190
Rep Puanı : 97
Kayıt tarihi : 17/03/09
Yaş : 61
Nerden : İzmir

Cemaat,meşreb,mezhebler ..ayrılıklar nedir.sahabede varmıydı? Empty
MesajKonu: Cemaat,meşreb,mezhebler ..ayrılıklar nedir.sahabede varmıydı?   Cemaat,meşreb,mezhebler ..ayrılıklar nedir.sahabede varmıydı? Icon_minitimePerş. Ekim 29, 2009 5:16 am

İslâm'da Meşrepçilik Var mıdır? Sahabe-i Kiram Arasında Böyle Ayrılıklar Oluyor muydu? Birleştirici

Meşrep kelimesi, Arapça'dır ve içmek mânâsına gelen "şürb" kökünden gelir. Halk arasındaki mânâsı ile, insanların, aynı hakikatleri teferruatta değişik anlaması demektir. Hususiyle bugün, İslâm, iman ve Kur'ân'a hizmet etme davasında, maksatta hedefte bir olmakla beraber, vesile ve yollarda farklı mülahaza ve farklı düşüncelere "meşrep" nazarıyla bakabiliriz.
Dünyanın şarkında ve garbında, kim dine, imana hizmet eder; kim âli olan İslâm dinini âli gösterirse, meşrebi ne olursa olsun o kabul edilmeli, takdir görmeli ve alkışlanmalıdır. Yollar metotlar bir olmayabilir. Önemli olan hedef ve maksat birliğidir.
Bu yolların değişik değişik olmasına tesir eden çeşitli sebepler vardır. İnsanın yetiştiği muhitin, aldığı kültürün, onun üzerinde tesiri olduğu gibi, aynı zamanda, Esmâ-i İlâhiye'ye mazhariyet keyfiyetinin de tesiri vardır. Buna göre ayrı ayrı meşreplerin zuhur etmesi normaldir ve öteden beri de zuhur ede gelmiştir.
Hz. Ali'nin meşrebi hiçbir zaman Hz. Ebu Bekir'le kâbil-i kıyas değildi. Faruk-u Azam Hz. Ömer'le Ebu Zer'in meşrepleri de tamamen birbirinden farklıydı. Halbuki ikisi de aynı celâdet ve şehâmet içinde idi. Fakat Hz. Ömer'de fevkâlâde bir devlet ve idâre anlayışı, mükemmel bir teşkilatçılık bulunmasına mukabil, Hz. Ebu Zerr, daha çok ferdi bir insandı...
Bundan anlaşılıyor ki, bütün dinleri tevhid, bütün meşrepleri telif eden ve bütün mizaç ve merakları aşan Resul-i Ekrem (sav) devrinde dahi, meşrepler ve mizaçlar tamamen ortadan kalkmadı; meşreplerin tevhidine gidilemedi ve gidilmedi...
Aslında, bunları tevhid etmek fıtrata da aykırıdır. Zira, farklı farklı yaratılan kimselerin aynı şekilde düşünmesine imkân yoktur. Tabii, zorlamanın da çeşitli komplikasyonları olma ihtimâli vardır.
Denebilir ki, mezhepleri telif etmek isteyenler, fıtrattaki bu ince hususu kavrayamamış, insanın mâhiyetini tanıyamamış ve dolayısıyla, beşeri ve beşerdeki istidatları görmezlikten gelen veya göremeyen kimselerdir. Allah'ın yarattığı kâbiliyetler, eğer O'nun hikmetlerinin iktizâsına göre faaliyet gösterecek ve fonksiyonlarını tam ifâ edeceklerse, elbette ayrı ayrı mezhepler de olacaktır.
Binâenaleyh, istidatlardaki bu farklılık fıkıhta, Hanefî, Şâfiî, Malikî, Hanbelî, Evzâî, Sevrî ve Zührî... ilâmaşallah mezhepler halinde zuhur edecektir. İnsanların gönlüne. hissiyatına, kalbine, vicdanına hitap eden ve şeriat-ı garrâ, din-i mübin-i İslâm'a hizmet etme maksadıyla, tâ devr-i risâlet penâhiden, bu güne kadar kurulmuş, kalp ve ruhun inkişâfının hedeflendiği sistemlerde de değişik tarikatlar şeklinde ortaya çıkacaktır.
İlk tarikatçılar, Süfyân-ı Sevrî, İbrahim bin Ethem bilhassa hemen her sofinin itimat ettiği Beyâzid-i Bistâmi, daha sonraları Cüneyd-i Bağdâdî.. hususiyle açtığı çığırla dev bir insan olarak, bütün ehl-i hak tarafından sevilip sayılan Gavs-ı Âzâm Abdülkâdir Geylanî ve şahlar şahı Şah-ı Nakşibendî Hazretleri ayrı ayrı meşrepleri, ayrı ayrı mizaçları temsil ederek, hep aynı rengin değişik tonlarında, Hz. Muhammed (sav) hakikatini canlandırmaya çalışmışlardır.
Muhyiddin İbni Arabi'nin târikatını, İmam-ı Rabbanî Hazretlerininki ile yan yana koyacak olursanız, birbirinden çok uzak oldukları görülecektir. Büyük veli İmam-ı Rabbanî, sahabi mesleğinin büyük temsilcisi ve fark mezhebinin de kutbudur. Herkesin . ittifâkıyla Hakikat-ı Ahmedîye'yi (sav) çok iyi anlamıştır. Zâhir ve bâtın-ı Ahmedî'yi (sav) te'lif etmiş ve O'nun iç-dış bütünlüğünü en mükemmel şekilde anlatanlardan birisi belki de birincisi olmuştur. Dört yüz seneden bu yana neşrettiği envârın aydınlığını hâlâ kalplerimizde hissetmekteyiz...
İşte bu dev insan, yer yer Muhyiddin İbni Arabi'ye karşı: "Fütuhat-ı Mekkiye değil, Fütuhat-ı Medeniye..." diyerek peygamber yolu ve sahabi mesleğini nazara verir ki, bu yol ehl-i sünnet ve'l-cemaat yolu ve bu cemaat de hakikat-ı Ahmediyenin (sav) temsilcileridirler. Haddi zatında bu mesele, bir meşrep meselesidir. İbn-i Arabi "Vahdet-i Vücud"a kâil ama, bu, bir ölçüde, "Allah'tan başka varlık yok" mânâsına değil de, "Allah'tan başka varlıkların bizzat vücudları yok" manasına "Vahdet-i şuhud"u işmam eden bir vahdet-i vücud demektir.
Ben, bu dolambaçlı ve karmakarışık yollara, meşreplerin ittihad edemediğini anlatmak için sizleri çektim ve dolaştırdım.
Soruya esas teşkil eden meseleye gelince, dünya durdukça, meşrepler ve mezhepler de ihtilaf edecek ve kimse bunun önüne geçemeyecektir. Ama, vesilelerde ayrılmalara rağmen, maksatta birleşilebileceği de her zaman mümkün olabilecektir. Diller ayrı ayrı da olsa, anlattıkları hakikat tektir ve tek olacaktır. Arap şairin dediği gibi:
"Bizim ifadelerimiz çok çeşitli ve dağınıktır.
Ama senin güzelliğin birdir.
Hepsi senin o güzelliğine işaret etmektedir"
Sözler başka başka, ibâreler değişik; edâlar, havalar hepsi ayrı ayrı ama, hepsinin anlattığı da o biricik güzellik... Evet, ruhlarda, Allah rızası, gönüllerde Şeriat-ı Ahmediye (sav) sevgisi ve ruh bu esasa pervane olduktan sonra, ihtilâflar, sürtüşmeler bulunsa bile, anlaşıp, ittihat etme her zaman mümkün olacaktır.
Bugün, gerçek İslâm anlayışı ile, bir ittihâd ve vifâkın meydana gelmesi için lâzım gelen bir kısım şeyler varsa, ki bence vardır; onların üzerinde durmamız icap edecektir.
İttihad ve ittifak, birleşip bütünleşme ve meşrep anlayışını aşabilme, ya hissî planda veya fikrî ve mantıkî planda olur. Bir seviyede hissi plândaki bu ittihad ve ittifâk anlayışı, çeşitli cemaatlerin bir araya gelmelerine, sûrî dahi olsa bir vahdet tesis etmelerine kâfi gelebilir. Ama, insanlar belli bir seviyede sabit kalmadıkları, daima fikir ve ruh plânında inkişâf ettikleri için, çok zayıf ve pamuktan bir iplik mesabesinde olan bu hissî vahdet ve bu vahdeti meydana getiren bağ, bazan kâfi gelmeyebilir. Onun için insanlar hissî bağın kâfi geleceği noktaya kadar hissî bağlarla bağlansalar da, onun kâfi gelmediği noktada, bir masanın etrafında oturup fikrî ve mantıkî bir vahdet temin etmeleri şarttır. Evet, hakkı, bâtılın savletinden kurtarmak; kefere ve fecere karşısında zilletten kurtulmak; Ümmet-i Muhammed'in insanlığın kaderine hakim olmasını temin etmek; Kur'ân-ı Muciz'ül-Beyan'ın yeryüzünde hakim olmasını sağlamak için, fikir ve mantık planında anlaşma mecburiyetindedirler.
Meseleyi bir ölçüde misâllerle müşahhaslaştıracak olursak, insanlarımız arasında, 20-30 sene öncesine kadar hissî bir ittifâk ve ittihad vardı. Bu ittihad ve ittifâk, Müslümanların karşısında alternatif olarak komünizm, ve inkârcılık gibi cereyanlar bulunduğundan dolayı idi... Yâni karşı tarafta, (hâşâ) Allah ve Resulullah (sav) kabul etmeyen, Kur'ân-ı Kerim'i kökten inkâr eden bir zümre; beride de ne kadar anti komünist varsa -komünizm karşısında hür devletlerin ittifâkı gibi- bir araya gelip birleşmişlerdi. Meselâ, milliyetçilik esaslarıyla yürüyen, yeniden doğuş ve diriliş felsefesiyle yürüyen, iman esaslarının neşrini prensip olarak benimseyip öyle hareket eden, siyasî sahada işe vaziyet etmeyi düşünüp ve bu plâna göre hizmet veren ne kadar siyasî ve gayrî siyasî klik varsa, hemen hepsi, anti komünist bir birlik teşkiliyle, ittihâd ve ittifâk etmişlerdi. onun için ateizme karşı olan herhangi bir kişi, Sebilü'r-Reşat okuduğu gibi, Yeni İstanbul, Hür Adam, Büyük Doğu, hatta Orkun ve Millî Yol da okuyordu. O günlerde inananlar cephesi adına münteşir gazete ve mecmuaların marufları bunlardı. Ama bunlardan birisi daha çok Altaylar ve Sübhan Dağı etrafında dolaşıyor, diğeri, Gâr-ı Hira'dan, Sevr mağarasından ve mukaddes şehir Medine'den bahsediyordu. Birisi gönülden, bir diğeri de dimağdan bahisler açıyordu. Bu hissî hava içinde, hemen pek çok kimse diyordu ki; "Ne olursa olsun, karşımızda Allah'ı inkâr edenlerin terâküm ettiği bir zamanda, vahdetimizi zedelememeliyiz."
Görüldüğü gibi, ittifâk o sıralarda böyle tamamen hissîlik üzerine müessesti. Bu itibarla, bir an geldi ki, artık, mevcut uhuvvet anlayışı kâfî gelmez oldu. Müslümanlar fikir plânında, kalp planında ilerlediler. Düşünüp, araştırıp, okuyup, terâkki ettiler. Neyin ve hangi fikirlerin İslâm'a zıt olduğunu görüp öğrendiler veya büyük bir kısmı itibâriyle öyle zannettiler. Bir müşterek müdafaa, müşterek mülâhâzâ, müşterek hamle o güne kadar onları bir araya getirmişti. ve uzun zaman da beraber yatıp-kalkmış, aynı çatının altında beraber bulunmuş.. tıpkı, Allah'a Peygamber'e küfredenlerin bir çatı altında toplandığı gibi bunlar da, hissî müttefikleriyle yan yana gelmişlerdi. Kim bilir, belki de işte o zaman, akı-karayı, iyiyi-kötüyü enine boyuna görme imkânı elde ettiler ve her şeyi anladılar. Evet, görüp anladılar ki, kendileri, bütün efkâr ve kalpleriyle Medine medeniyetine doğru ve her plânda Resul-i Ekrem'le (sav) gelen ilâhî gerçekleri hâkim kılmak istikâmetinde hareket ederken, başkaları başka sevdâda ve bu düşüncelerden fersah fersah uzak... Derken, o zamana kadar bağlandıkları hissî bağlar "çatır çatır" kopmaya başladı.. derken, bütün bütün duygu ve hislerin başka başka olduğu ortaya çıktı.
İşte, bu dönemden sonradır ki, hissî bağlar da yetmemeye başlamıştı. Bundan böyle, birbirinden kopup biri Çin'e biri Maçin'e, doğru, ayrı ayrı istikâmetlere giden kimseleri, fikir ve mantık planında bir araya getirecek esaslara, umdelere dinamiklere ihtiyaç vardı...
Biz kendi açımızdan, önce Türkiye, sonra da top yekûn âlem-i İslâm'da yeniden varoluş ve diriliş tablolarını müşahede edip ve herkesin kendine düşeni yaparak, istikbâl örfânesine bir şeyler hazırladığı inânç ve kanaatini muhafaza etsek bile, riâyetinde zâruret olan bir kısım esasların kulakardı edilmemesi gerektiğini hatırlatmakta da fayda mülahaza ediyoruz.
Evvelâ bugün herkesin, başkalarını kendi meşrebine sokmaya çalışmadan vazgeçerek, Hak yolundaki her hizmeti alkışlaması şarttır. Nasıl ki, değişik meslek erbâbı, sanatkâr ve zanaatkârlar birbirlerini kabullenip, semere-i sa'ylerini, çalışmalarının neticelerini mübâdele edip değiştiriyorlar ve umûmî maksat istikâmetinde birbirlerine destek oluyorlar. Öyle de, değişik meşrep ve mezhep mensupları arasında aynı anlayışın yolları araştırılmalı, maksat ve neticenin yumuşatıcılığıyla, sebep ve vesilelerin sertliği mutlaka kırılmalıdır. Bunun için de yapılması gerekli olan tek şey; herkesi, kendi hizmet sahası içinde alkışlamak ve "Benim Allah'ımın adını anan, Peygamberimi takdir ve tebcil eden herkes kardeşimdir" diyerek başkalarını kabullenmektir.
Kabullenip, kapitalizm ve komünizme yutulmamak, ateistlerin meydana getirdiği korkunç vakuma kapılmamak için, sûrî dahi olsa, bir ittihad ve ittifâk temin edilmelidir. İngiltere insanı, kendi kader ve kendi geleceği için (Anglo-sakson ve Galli ) olarak bir vahdet temin etmişlerdir. Bu iki ayrı ırk, birbirlerinden öyle nefret eder, öyle tiksinirler ki, bir Anglosakson'a "Galli" desen ağzına bir yumruk indirir. Galliye de "Anglo-sakson" desen o da sana bir yumruk savuruverir. Bununla beraber, bu iki zümre arasında, zâhir plânda bu güne kadar en ufak bir çekişme, bir mücâdele hissedilmemiştir. Çünkü bir masa başında oturmuş, aralarındaki farklı noktaları görüşmüş, asgarî müşterekleri tespit etmiş, İngiltere'nin kaderi ve istikbâli adına bir kısım fedakârlıkları göze alarak, anlaşma noktalarını bulmuş ve anlaşmışlardır.
Bunun, bizim davamız açısından mânâsı şudur: Her birimiz hangi meşrepten olursak olalım, Allah'ımız bir, Kitabımız bir, Peygamberimiz bir, kıblemiz bir, yolumuz bir, yöntemimiz birdir. Evet işte, böyle bir anlayışla vahdetimizi hissilikten çıkarıp bu (bir bir) üzerine kurmak mecburiyetindeyiz. Zirâ, bütün bu "birler" birliği iktizâ etmekte ve vicdanlarımızı birlik ruhuna çağırmaktadır. Aksini iddiâ, nefsin mazeret mırıltılarından başka bir şey değildir.
Şimdilerde, kıymetli bir hazineyi belli bir noktaya götürmeye azmetmiş olan bizler, onu yerine ulaştırdıktan sonra, ille de bir düello gerekiyorsa, o melun işi, emaneti sahiplerine devrettikten sonra yapalım. Fakat önce mutlaka, bu mübârek milletin bugününü-yarınını düşünelim. Ve şu memleketin, dinsizlere, inkârcılara peşkeş çekilmesine fırsat vermeyelim ve buna imkân hazırlamayalım...
Bu mevzuda ikinci yol da şudur: Hiç kimse, başkalarını kendi yol ve sistemine girmeye zorlamamalıdır. Varsın herkes kendi anlayışı içinde hizmet etsin. Şurası unutulmamalıdır ki, bir kısım kimselerin, içine düştükleri fikirlerden vazgeçmeleri zor, hatta çok defa imkânsızdır. Zor kullanmak ise kat'iyyen çıkar yol olmadığı gibi, kâbil-i iltiyam olmayan inşikâklara da sebebiyet verebilir. Müsâmaha ve tolerans ise, Kur'ân'ın tâvsiyesidir. Toleranslı hareket edip müsâmahalı davrananlar, yarınlara ait önemli bir meseleyi halletmiş sayılırlar.
Üzerinde durulması gerekli olan diğer bir husus da şudur: meşrepler, mizaçlar ittihad etmediği için, herkes kendi meşrebi içinde, Kur'ân ve imana hizmet ederken, oldukça mühim şeyler de yapmaktadır. Bir kısım büyük kalemler, hayat-ı içtimâiyemizle alâkalı meseleleri, problemleri halletmektedirler ki, İslâm'ın bu türlü problemlerinin halledilmesine de ihtiyaç vardır. Binaenâleyh, bırakalım, bazıları içtimâî ve iktisâdî meseleleri halletsinler. Bizler de yapabileceğimiz şeylerle meşgûl olalım. Abbâsîler devrinde olduğu gibi, şimdilik onların adaptasyonlarını yapalım. Ehl-i sünnet kıstaslarıyla ölçüp biçelim, atacağımızı atıp tutacağımızı tutalım ve yeni terkiplerle, yepyeni bir dünyanın kurucuları ve hazırlayıcıları olmaya çalışalım.
Bir başka grup düşünelim ki, ehl-i sünnet açısından tenkit edilecek bazı yanları olabilir. Ama, böyle bir araştırma ve tetkik mevzuunda, değil onların, Batı'nın bile alınacak müspet yönleri olduğunu kat'iyyen hatırdan çıkarmayalım. Bizim izzet ve onurumuz, onların da düşmanlık ve nefretleri hesaba katılarak, alınabilecek şeylerini almada ne zarar var! Aslında her bâtıl mezhep içinde dâhi, tür dâne-i hâkikat vardır ve o mezhep, hayatiyet ve mevcudiyetini ona borçludur. İşte, o tek dâne-i hakikat her zaman alınabilir ve alınmalıdır da...
Bu meseleyi izah için bir mîsâl arz edeyim. Ehl-i sünnet ve'l-cemaatten ayrı Müslümanlar içinde, öteden beri devam ede gelen, birbirine zıt iki kutbun temsilcisi iki mezhep vardır.. Mûtezile ve Cebriye. Mûtezile mezhebi, "Kul fiilinin hâlıkıdır" prensibine göre hareket eder.. Cebriye mezhebi ise "Her şeyi Allah yaratır, kul robot gibidir" düşüncesiyle hareket eder. Bunlar, insanın irâdesi ve Allah'ın yaratması mevzuunda, bir birine zıt kutuplarda bulunmaktadırlar.
Mûtezile: "İnsan kendi fiilini kendi yaratır, Allah müdâhale etmez" şeklinde düşünmüştü. Günümüzde, rasyonalistlerin çoğu da Mûtezile gibi düşünmektedir.
Cebriye ise, bunun aksine, insana hiç bir pay ayırmamakta, hiçbir irâde tanımamaktadır. Onlara göre mükellefiyetleri ve irâdesizliğiyle insan, eli kolu bağlı, sırtından yediği bir tekme ile, suya düşürülmüş ve kendisine "sakın ıslanma!" denmiş gibi bir durum arz etmektedir.
Ehl-i sünnet, ondan aldığı bir dâne-i hâkikatle öbüründen aldığı başka bir hakikatı birbirine mezcetmiş ve bir sentez yapmıştır. Mûtezile'ye demiştir ki: "Evet insanın irâdesi vardır. Kur'ân'ın pek çok âyeti buna delâlet eder. İnsanın irâdesi vardır ki, insan irâdesiyle amel-i salih yapacak ve cennete girecektir. Vardır ki, Kur'ân-ı Kerim "İnsana çalışmasından başka bir şey yoktur." (Necm, 39) demektedir. Fakat "Âlemlerin Rabbi Allah dilemedikçe siz bir şey dileyemezsiniz." (Tekvir, 29) fehvasınca, Allah'ın dilediğinin, bir esas olduğu da katiyyen hatırdan çıkarılmamalıdır. Evet, sizin irâde dediğiniz şeyin, tasarruf dâiresi o kadar dardır ki, âdetâ varlığı ile yokluğu müsâvidir. Ama, şart-ı âdi olarak o irâde vardır ve günah-sevap, ceza-mükâfat gibi hususlara da bir esastır.
Ben bütün bunlarla şunu anlatmaya çalıştım: Kapitalist bir sistem içinde de bir dâne-i hakikat vardır. Komünist sistem içinde de. Ama, komünizma onu istismâr ediyor. Devletçiliği, fakiri koruyup, kollamayı istismâr ediyor ve münâfıklık yapıyor. İşte bunlar kitleleri, cemaatleri sürükleyip götürüyorlar. İslam'a gelince, onun bütün meseleleri, bütün prensipleri hak, hakikât, istikâmet ve adâlettir. O, her yönüyle birleştirici prensipler mecmuasıdır.
Meşreplere gelince, her meşrep içinde bir dâne-i hakikât vardır. Cenâb-ı Hakk'ın, farklı mizaç, meşrep ve mezaklarda yarattığı şeyleri görmemezlikten gelerek, fıtrat hakikatına karşı çıkıp, ayrı ayrı cetvellerden fışkıran suları karıştırarak, hayâlî vahdet yolları araştırmayalım. Herkes kendi sahasında envâr-ı Kur'ân ve imanı neşretsin ve başkaları ile uğraşmasın.. İttifâk edemiyorsa da hiç olmazsa ihtilâfa düşmesin. En azından Müslümanları çekiştirip durmasın. Her Müslüman'ı alkışlamasını bilsin.Her "Allah" diyenin arkasında olsun. -İnşaallahu Teâlâ- o takdirde, kısa zaman sonra, ittihâd ve ittifâk teessüs edebilir.
[Bu yazı Fethullah Gülen Hocaefendinin 25 Mart 1977 tarihinde yapmış olduğu soru-cevap sohbetinden derlendi.]
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://kutluforum.yetkinforum.com
huzeyfe
Süper Moderatör
huzeyfe


Mesaj Sayısı : 7719
Rep Gücü : 18108
Rep Puanı : 23
Kayıt tarihi : 27/03/09

Cemaat,meşreb,mezhebler ..ayrılıklar nedir.sahabede varmıydı? Empty
MesajKonu: Geri: Cemaat,meşreb,mezhebler ..ayrılıklar nedir.sahabede varmıydı?   Cemaat,meşreb,mezhebler ..ayrılıklar nedir.sahabede varmıydı? Icon_minitimePtsi Kas. 28, 2011 8:24 am

Hak bir cemaate bağlanmak lazım mıdır?



Cemaat,meşreb,mezhebler ..ayrılıklar nedir.sahabede varmıydı? Yaprak
Kuvvetli bir hortum, etrafındaki çiçek ve yaprakları içine çeker, yok eder.

Böyle bir hortumdan kurtulabilmenin yegâne çaresi, kökü sağlam bir ağaca bağlanmaktır.

Evet, ağaçtan kopan yaprak değil, dal bile olsa kendisini hortuma
düşmekten kurtaramaz. Ağaca intisabı olan küçük bir yaprak ise hayatını
muhafaza eder. Ama ağaçta ağaç olmalı. Kökü toprağa sağlamca yapışmış
olmalı. Yoksa hortum, kökü toprağa yapışmamış ağaçları dahi bir yaprak
gibi yutar.

Aynen bunun gibi, zamanımızın küfür ve haram hortumuna yem olmamak için ağaç hükmündeki bir cemaate bağlanmak gerekli.

Lakin bu cemaatinde kökünün Ehl-i Sünnet toprağında olması lazımdır.
Bu toprakta yetişmemiş bir ağaç ne kadar azametli görünürse görünsün,
yaprağı olan talebesini günah hortumundan ve cehennem kasırgasından
kurtaramaz.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
huzeyfe
Süper Moderatör
huzeyfe


Mesaj Sayısı : 7719
Rep Gücü : 18108
Rep Puanı : 23
Kayıt tarihi : 27/03/09

Cemaat,meşreb,mezhebler ..ayrılıklar nedir.sahabede varmıydı? Empty
MesajKonu: Geri: Cemaat,meşreb,mezhebler ..ayrılıklar nedir.sahabede varmıydı?   Cemaat,meşreb,mezhebler ..ayrılıklar nedir.sahabede varmıydı? Icon_minitimePtsi Kas. 28, 2011 8:43 am

Adamın Biri Sordu Bigün ;

Cemaatten misin?

-Evet dedim.
...
Dedi ki ;
-Ne gerek var cemaate tek namaz ve ibadet edilmiyormu ki illa bir cemaate bağlanıyorsunuz"

Dedim ;

-Peki Urfa'ya mı yoksa Ordu'ya mı, ya da Belgrat ormanına mı yoksa Sahra çölüne mi daha çok yağmur yağıyor?

Dedi -Ordu ve Belgrat ormanına

Dedim -Niye peki ?

Dedi - Oralarda çok ağaç var

Dedim -Bak işte ağaçlar bile cemaat yapınca rahmeti çekiyor yani cemaat rahmet vesilesidir. . . !!

*********0o0************

Cemeatle namaz ısrarla emrdilmiş

3 / ÂLİ İMRÂN - 104
وَلْتَكُن
مِّنكُمْ أُمَّةٌ يَدْعُونَ إِلَى الْخَيْرِ وَيَأْمُرُونَ
بِالْمَعْرُوفِ وَيَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنكَرِ وَأُوْلَئِكَ هُمُ
الْمُفْلِحُونَ

İçinizden hayra çağıran, iyiliği emredip kötülükten men'eden bir topluluk olsun; işte onlar kurtuluşa erenlerdir.
ayetinde" olsun " neden var ...
Hem insan sosyal varlık..işi gücü tahribat,fesat olanlar karşısında ıslahçılar da yekvucut planlı mücadele etmemelimi
Hem dinin,neslin muhafazası başka türlü nasıl olacak
vs vs vs
Cemaat,meşreb,mezhebler ..ayrılıklar nedir.sahabede varmıydı? 181349_179254602116750_176887895686754_407199_6858279_n
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Cemaat,meşreb,mezhebler ..ayrılıklar nedir.sahabede varmıydı?
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» DinAnlayışındaki Farklılık Sebebleri..mezhebler tasavvuf
» Jinsei Kolye, radyo aktivite testinden de olumlu rapor almış
» İslam da Meşrebçilik Varmıdır? Tarikat mezhebler açısından
» sUNUMLAR-AİLE -DİN EĞİTİMİ-ÖĞRETMENLİK-PEYGAMBERİMİZ-İHL- MEZHEBLER
» Letaif nedir İnsana dercedilen letaifler nelerdir; Letaif-i aşere nedir? tanımları

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
KUTLU FORUM :: YENİ VE EN SON :: Soru --Cevaplar-Tartışmalı Konular-
Buraya geçin: