Allah neden çok nimet verdikleriyle az verdiklerini bir arada yaşatıyor?
Bu tür tasavvurlar, gerçek anlamda Allah’ı tanımamaktan kaynaklanıyor.Haddini bilmeyen bir yıldız böceğinin, bir kıl kadar olan ışığını, gerçek yıldızların hatta güneşlerin ışıklarıyla karşılaştırmaya kalkması, ne kadar komik olduğu malumdur.
Aynen bunun gibi, o küçücük bir cep feneri olan sönük aklını, bilgisini, bütün kâinatı ilim denklemi içerisinde, hikmet pergeliyle eşsiz bir sanat estetiğinde yaratan ve aynı zamanda bu haddini aşmış zavallının bütün organları gibi, aklını da yaratan
Allah’ın sonsuz ilim, hikmet ve kudretine meydan okurcasına böyle bir eleştiriye cüret etmesi, o misalden bin kat daha komiktir.
Niye mi? İşte konuyu kısaca beraber görelim:
a) Kafa feneri: “Zenginlerle fakirlerin aynı yerde/dünyada yaratılıp yaşatılması haksızlıktır. Çünkü fakirler zenginlere bakıp üzülürler.”
İlahi hikmet: “Zenginlerle fakirlerin aynı yerde olmaları bir zorunluluktur. Eğer -kafa fenerinin dediği gibi-, zenginler ayrı yerde, fakirler ayrı yerde olsaydı, büyük bir zulüm olurdu. Bütün fertleri fakir olan bir toplumda kim onlara yardım eder?”
Zenginlik-fakirlik mefhumu, yalnız mali değil, başka boyutları da var. Mesela, bütün akıl fukaraları, geri zekâlılar, hastalar, güçsüzler, cahillerin bulunduğu bir dünyada huzurdan eser bulunabilir mi?
b) Kafa feneri: “Bütün insanlar eşit olmalıydı, herkes zengin olmalıydı...”
İlahi hikmet: “Bütün insanların fakir veya zengin olmaları, sosyal hayatın devamına imkân vermediği için böyle bir eşitlik anlayışı, kargaşa ve anarşi anlayışıyla eşittir. Çünkü insan fıtraten medenidir. Yani, başka insanlarla birlikte yaşayacak toplumsal bir hayata muhtaçtır."
"Zira yiyecek, içecek, giyecek, barınma gibi yüzlerce şeye muhtaç olan insanlardan her biri, yalnız bir veya iki konuda mahir olabilir. Örneğin, bir kişinin hem fırıncı, hem ayakkabıcı, hem tekstilci olması, bunların hepsini
-bilse bile- üretmesi imkânsızdır. O halde aynı toplumda değişik maharet sahibi insanların bulunması şarttır."
"Böyle bir sosyal hayatın tahakkuku ise, aynı zamanda fakir-zengin sınıflarının bulunmasını da zaruri kılar. Çünkü böyle âdil bir toplumda zengin fakirin iş gücüne, fakir ise zenginin parasına muhtaçtır…"
- Evet, herkes patron olsa, kim iş yapacak?
- Veya herkes işçi olsa, kim işçinin alın teri kurumadan hakkını verecek? - Alıntı :
- “(Resulüm!) Rabbinin rahmetini onlar mı paylaştırıyorlar? Onların dünya hayatındaki rızıklarını / geçimliklerini aralarında biz taksim ettik. Birbirlerine işleri gördürsünler diye, biz onların kimini diğerinden derecelerle üstün kıldık. Rabbinin rahmeti ise, onların biriktirdikleri şeylerden daha üstündür.” (Zuhruf, 43/32)
mealindeki ayette, zengin ile fakirin varlığı ve aynı yerde ikamet etmelerinin hikmetiyle ilgili açıklamaya çalıştığımız gerçeğin altı çizilmiştir.
c) Kafa feneri: “Bazı insanların işi hep zordan ve ters giderken bazıları hep kazanıyor. Fakirlikten küfre düşen insanın hali ne olacak?” diye şikâyette bulunuyor.
İlahi hikmet diyor ki: “Bu dünya bir imtihan salonudur. Her imtihanda olduğu gibi, bu imtihanda da çeşitli sorular sorulmakta ve onlara cevaplar istenmektedir. Bolluğun, sağlığın, mutluluğun cevabı şükürdür. Fakirliğin, hastalığın, musibetin, mutsuzluğun cevabı ise sabırdır."
"Her insan az, çok bu her iki çeşit sorulara muhatap olmaktadır. Nice zenginler var ki, bollukta olmalarına rağmen mutlu değiller. Nice fakirler de var ki, yoksulluk içinde mutlu yaşarlar. Sağlıklı çocuklarıyla mutlu bir hayat yaşayan fakirlerin yanında, engelli çocuklarıyla mutlu hayalleri yıkılan pek çok zenginler vardır…”
Demek ki, mutluluk ölçüsü sadece zenginlik olmadığı gibi, mutsuzluk ölçüsü de yalnız fakirlik değildir. At gözlüğü takanlar, sağa-sola bakamadıkları için hayatın geniş caddesini göremiyorlar.
d) Kafa feneri: “Devlet maaşıyla hocalık yapıp mürit toplayıp nasihat anlatanla işsiz kalan muhtaç olan bir mi?” diyor.
İlahi hikmet: “İşini yapan insanların aldığı maaş haram değildir. Asr-ı saadetten beri maaş ve benzeri ücretler vardı. Maaşını almakla beraber, Allah rızası için insanlara dinlerini öğreten ve hocalık yapan kimsenin işsizle aynı derecede olmadığı bir gerçektir. Ancak
-kafa fenerinin sandığı gibi- üstünlük ölçüsü işsizlik değil, Allah’ın emirlerini öğrenip amel eden ve başkasına da öğreten hocalık ve irşat mesleğidir.”
Evet,
“Allah katında en değerliniz, en çok takvalı olanlarınızdır.” mealindeki ayette işaret edildiği gibi, Allah katında değer ölçüsü, işsizlik, hocalık veya şeyhlik değil, onun emir ve yasaklarına karşı saygılı olmanın unvanı olan
“takva”dır.
Takvalı bir işsiz, takvasız bir hocadan veya bir şeyhten daha değerli olduğunda şüphe yoktur. Fakat bunun tersi de doğrudur.
Demek ki, “işsiz bir adamı, bir hoca veya bir şeyh ile karşılaştırmak ve işsiz adamın daha iyi olduğunu ima etmek, cehaletin ötesinde dindar kesime zımni bir düşmanlık, bir kin ve nefrete işaret ediyor.
e) Kafa feneri: “Türkiye’de söylendiği gibi; ‘Fakire şükretmeyi öğreteceksin ki zenginin düzeni bozulmasın.’ mı?” diyor...
İlahi hikmet: “Bu Maocu ve Marksist herzeyi -
dolaylı da olsa- İslam’a ve Müslümanlara mal etmeye çalışmak, ancak ateizmi, materyalizmi içine sindirmekle mümkündür.
Ayet ve hadislerde onlarca defa vurgulanan zekât ve sadakaların zorunlu bir vecibe olması, zenginlerin fakirlerin yardımına koşmalarını sağlamaya yönelik birer emirdir. Bu emirlere göre, her zengin adam malının belli bir miktarını fakirlerle paylaşmayı ön görmektedir..”
- Alıntı :
- “(Resulüm!) Altın ve gümüşü biriktirip de onları Allah yolunda (her türlü ihtiyaç olan yerlere) harcamayanlara gelince, işte sen onlara, elem verici bir azabı müjdele! O gün o altın ve gümüşler cehennem ateşinde kızdırılıp bunlarla onların alınları, böğürleri ve sırtları dağlanacak. Onlara: ‘İşte bu kendiniz için biriktirdiğinizdir! Şimdi tadın bakalım, o yığmakta olduğunuz şeylerin azabını.’(denilir)” (Tövbe, 9/34-35)
mealindeki ayet ve benzerlerindeki ifadelere bakan kimse, elbette ki yukarıda söz konusu edilen
“Fakire şükretmeyi öğreteceksin ki zenginin düzeni bozulmasın.” şeklindeki ateist patentli palavranın ne İslam’la ne de Müslümanlarla yakından uzaktan bir alakasının olmadığını, bilakis bunun bir hezeyan-ı küfri olduğunda asla tereddüt etmeyecektir.
f) Kafa feneri: “Herkese hayatta eşit fırsat mı tanınıyor. Yalıda yaşayanla çadırda yaşayan aynı dünyada birbirini görerek yaşıyor.”
İlahi hikmet: Yukarıda değişik ifadelerle, bu konuya cevap teşkil eden açıklamalar olmakla beraber, burada şunu söylemeliyiz ki;
İslam dinindeki imtihanlarda fırsat eşitliği son derece önemlidir. Bu cümleden olarak, imtihana tabi tutulan herkes için erginlik, akıl ve bilgi şart koşulmuştur.
Bu kuralın gereği olarak, hiçbir çocuk, hiçbir deli, İslam’ın mesajını alamayan hiçbir kimse imtihana tabi tutulmaz. Bilakis bu gibi insanlar imtihandan muaf tutulmaktadır.
Keza,
“Hiç kimseye gücünün üstünde bir imtihan sorusu sorulmaz.” (bk. Bakara, 2/286)Bu kuralın bir gereği olarak, hastaya oruç; fakire hac-zekât, maddi cihad farz kılınmamıştır. Bunun gibi onlarca misal verilebilir ki, bu misallerin hepsi, İslam’ın imtihanı adaletin zirvesinde tahakkuk ettiğinin birer göstergesidir.
Son olarak, iman şuurundan şefkat hissini almış vicdanımızın sesine kulak vererek şu uyarıyı yapmalıyız:
Bu soruyu soran, onu tasavvur eden ve seslendirilen eleştirilere inanan kimsenin bir an önce tövbe-istiğfar etmesi, bu yanlış tasavvurdan pişmanlık duyması, kendisi açısından büyük önem arz etmektedir.
Umarız ki, yazdığımız bu gerçekleri gördükten sonra nefis ve egosuna uymaz, hakkın hatırını her şeyin üstünde tutar…
Rabbimiz, cümlemizi hidayete erdirsin İnşallah!