KUTLU FORUM
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.
KUTLU FORUM

Bilgi ve Paylaşım Platformuna Hoş Geldiniz
 
AnasayfaLatest imagesKayıt OlGiriş yap

 

 Kuran Hükümleri Tarihsel mi Evrensel mi? Yüksel Çayıroğlu

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
Limoni
Co-Admin
Limoni


Mesaj Sayısı : 6150
Rep Gücü : 14991
Rep Puanı : 44
Kayıt tarihi : 27/05/09

Kuran Hükümleri Tarihsel mi Evrensel mi?  Yüksel Çayıroğlu Empty
MesajKonu: Kuran Hükümleri Tarihsel mi Evrensel mi? Yüksel Çayıroğlu   Kuran Hükümleri Tarihsel mi Evrensel mi?  Yüksel Çayıroğlu Icon_minitimeSalı Eyl. 28, 2021 1:38 pm

Kuran Hükümleri Tarihsel mi Evrensel mi? 

Yüksel Çayıroğlu
@yukselcayiroglu


https://twitter.com/yukselcayiroglu/status/1391671034936504320







Kuran Hükümleri Tarihsel mi Evrensel mi? 1. Modern zihnin kodlarıyla ve popüler kültürün hayat görüşüyle çatışan, mevcut şartlarda uygulama imkanı oldukça zor olan, uygulandığında tartışma ve çatışmaları tetikleyecek olan dinî hükümler “tarihsel” olduğu gerekçesiyle reddediliyor.






Kuran Hükümleri Tarihsel mi Evrensel mi?  Yüksel Çayıroğlu ZqhRCzX9_bigger


Yüksel Çayıroğlu
@yukselcayiroglu

·
10 May

81. Kendilerini Kur’an naslarıyla bile bağlamak istemeyen, akla ve yoruma sınırsız bir alan açmaya çalışan, dinin alanını olabildiğince dar tutmaya çalışan modernistlerin bu tutumunu anlamak hiç de zor değildir. Fakat bu ayrıca ele alınması gereken bir konudur.



Kuran Hükümleri Tarihsel mi Evrensel mi?  Yüksel Çayıroğlu ZqhRCzX9_bigger


Yüksel Çayıroğlu
@yukselcayiroglu

·
10 May

82. Şunun da altını çizmek istiyoruz: Modern aklı Kur’an üzerinde hakem kılan, zamana uymadığı ve tarihsel olduğu gerekçesiyle onun muhkem hükümlerini reddeden/değiştiren tarihselciliğin durabileceği muayyen bir nokta ve sınır yoktur.


Kuran Hükümleri Tarihsel mi Evrensel mi?  Yüksel Çayıroğlu ZqhRCzX9_bigger


Yüksel Çayıroğlu
@yukselcayiroglu

·
10 May

83. Nitekim bir kısım tarihselciler kendilerini alan açma ve ayetler hakkında daha rahat yorum yapma adına “Kur’an’ın lafız olarak Allah’tan gelmediğini bilakis Efendimiz’e ait olduğunu” iddia edecek kadar ileriye gitmiş ve uçlarda dolaşmışlardır.


Kuran Hükümleri Tarihsel mi Evrensel mi?  Yüksel Çayıroğlu ZqhRCzX9_bigger


Yüksel Çayıroğlu
@yukselcayiroglu

·
10 May

84. Allah’ın ezeli bir kelamı olan Kur’an’ı, beşere ait edebi bir metin gibi ele alma, olgu-nas ilişkisini kuracağım diye onun muhkem hükümlerini ölçüsüz ve sınırsız bir yoruma tabi tutma, meşru ve sahih bir metot olarak görülemez.


Kuran Hükümleri Tarihsel mi Evrensel mi?  Yüksel Çayıroğlu ZqhRCzX9_bigger


Yüksel Çayıroğlu
@yukselcayiroglu

·
10 May

85. Kur’an’ın ailevi, ticari, cezai, siyasi vs. alana ait hükümlerinin sadece karşılaşılan somut problemlere çözüm üretmediğini, aynı zamanda mü’minlere belli bir hayat tarzı, dünya görüşü ve ahlaki değerler telkin ettiğini de unutmamak gerekir.


Kuran Hükümleri Tarihsel mi Evrensel mi?  Yüksel Çayıroğlu ZqhRCzX9_bigger


Yüksel Çayıroğlu
@yukselcayiroglu

·
10 May

86. Kur’an, koyduğu hükümlerle belli bir zaman ve mekanda yaşayan insanların örfüne mümaşat etmemiş ve sadece onların hayatını düzenlememiştir; bilakis bu hükümlerle kıyamete kadar gelecek insanlığın önüne ulaşılması gereken ideal bir toplum düzeni koymuştur.


Kuran Hükümleri Tarihsel mi Evrensel mi?  Yüksel Çayıroğlu ZqhRCzX9_bigger


Yüksel Çayıroğlu
@yukselcayiroglu

·
10 May

87. Bu sebeple sınırsız bir yorum faaliyetinin önünü açma ve hüküm istinbatında akla sınırsız bir yetki verme adına müteal ve kutsal bir metin olan Kur’an’ın hükümlerini izafileştiren, beşerileştiren, daraltan ve atıl duruma düşüren tarihselcilik din açısından meşru görülemez.


Kuran Hükümleri Tarihsel mi Evrensel mi?  Yüksel Çayıroğlu ZqhRCzX9_bigger


Yüksel Çayıroğlu
@yukselcayiroglu

·
10 May

88. “Kur’an’ın ahlaki hükümleri evrensel, hukuki hükümleri tarihseldir” demenin hiçbir gerçekçi yönü yoktur. Zira bu iki alan birbiriyle son derece irtibatlı olup, bağımsız iki küme değildir. Kur’an’ın hukuki hükümlerinin nihai maksadı da yüce ahlaki değerleri gerçekleştirmektir.


Kuran Hükümleri Tarihsel mi Evrensel mi?  Yüksel Çayıroğlu ZqhRCzX9_bigger


Yüksel Çayıroğlu
@yukselcayiroglu

·
10 May

89. Kur’an’ın Ehl-i Kitab’ı en çok eleştirdiği konulardan biri, onların kutsal kitaplarının bir kısmıyla amel edip diğer kısmıyla amel etmemeleridir. Tarihselci anlayışın da Kur’an’ın bu eleştirisinden nasibi olduğunda şüphe yoktur. Zira yapılan tam olarak budur.


Kuran Hükümleri Tarihsel mi Evrensel mi?  Yüksel Çayıroğlu ZqhRCzX9_bigger


Yüksel Çayıroğlu
@yukselcayiroglu

·
10 May

90. “Allah ve Resûlü herhangi bir meselede hüküm bildirdikten sonra, hiçbir erkek veya kadın müminin, o konuda başka bir tercihte bulunma hakları yoktur. Kim Allah’a ve Resulüne isyan ederse besbelli bir sapıklığa düşmüş olur.” (Ahzab suresi, 33/36)


Kuran Hükümleri Tarihsel mi Evrensel mi?  Yüksel Çayıroğlu ZqhRCzX9_bigger


Yüksel Çayıroğlu
@yukselcayiroglu

·
10 May

91. Dolayısıyla ilmi seviyesi, fikri derinliği, konum ve makamı her ne olursa olsun, hiç kimsenin vahiy bilgisine dayanmadan (ayet ve hadislerden delil getirmeden) akli çıkarımlarla ayetlerin içini boşaltma ve Kur’an hükümlerini geçersiz kılma hakkı ve yetkisi olamaz!


Kuran Hükümleri Tarihsel mi Evrensel mi?  Yüksel Çayıroğlu ZqhRCzX9_bigger


Yüksel Çayıroğlu
@yukselcayiroglu

·
10 May

92. Tarihselci görüşün zihin kotlarını ve modernist yaklaşımların altında yatan sebepleri daha detaylı anlayabilmek için daha önce hazırladığım şu iki floodun okunması faydalı olacaktır.
Alıntı Tweet
Kuran Hükümleri Tarihsel mi Evrensel mi?  Yüksel Çayıroğlu ZqhRCzX9_mini
Yüksel Çayıroğlu
@yukselcayiroglu
· 18 Kas 2018
1- Batı’da eğitim almış olan entelektüel ve akademisyenlerle İslâm coğrafyasında yetişenlerin dine, dinî meselelere, cemaatlere, metafiziğe, bireye, topluma vs. bakışları arasında niçin çok derin ve esaslı farklar vardır. En temel farklara maddeler halinde işaret etmek istiyorum.



En son Limoni tarafından C.tesi Ağus. 12, 2023 10:53 am tarihinde değiştirildi, toplamda 1 kere değiştirildi
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Limoni
Co-Admin
Limoni


Mesaj Sayısı : 6150
Rep Gücü : 14991
Rep Puanı : 44
Kayıt tarihi : 27/05/09

Kuran Hükümleri Tarihsel mi Evrensel mi?  Yüksel Çayıroğlu Empty
MesajKonu: Geri: Kuran Hükümleri Tarihsel mi Evrensel mi? Yüksel Çayıroğlu   Kuran Hükümleri Tarihsel mi Evrensel mi?  Yüksel Çayıroğlu Icon_minitimeSalı Eyl. 28, 2021 1:44 pm

Kur'an, o dönemin koşullarına göre mi inmiştir?

https://sorularlaislamiyet.com/kuran-o-donemin-kosullarina-gore-mi-inmistir

Kur’an evrensel ve ezeli bir kitaptır. Yani, hem tüm dünyaya hem de tüm zamanlara hitap eden bir kitaptır. Bu noktadan hükümleri tüm zamanları kapsamaktadır. Dolayısıyla getirdiği hükümler sadece belirli bir kavme veya zamana bağlı değil, tüm zamanlara ve milletlere hitap etmektedir.
Diğer taraftan, Allah’ın iki şeriatı vardır.
1. Tekvini şeriat ki, kainattaki kanunlardır.
2. Teşrii şeriat ki, Kur’anın hükümleridir.
Birinci şeriata herkes yaratılışından gelen bir mecburiyetle uymak zorundadır. Uymazsa cezasını peşin çeker. Su içmeye mecbur olması gibi. Fakat ikinci şeriata herkes uymak zorunda değildir. Buna uymak iradidir. Yani uymazsa yaşamı sona ermez.
İşte kainatta geçerli olan şeriat için, birisi “Bu diğer asırlara hitap ediyordu, bizim asrımıza hitap etmiyor.” derse, o zaman, Allah'ın yarattığından başka bir su, hava, güneş bulması gerekiyor.
Aynen öylede Kur’an'ın hükümleri, her asrı doyurmaktadır ve kıyamete kadar geçerlidir. "Bundan gıdalanmam." diyen birisinin, onun hükümleri gibi canlı ve taze hükümler ve kanunlar getirmesi gerekir. Bu da zaten mümkün değildir.
Peygamber Efendimiz (asm)'in tebliğ edip açıkladığı Allah kelamı Kur’an; varlığını ve rehberliğini dünya durdukça sürdürecek olan, çağları kucaklayan ve aşan, daima tazeliğini ve güncelliğini koruyan, insanları geriye değil daima ileriye götüren, bilimsel ve teknik gelişmelerle çatışmayan, bir kitaptır. Bu kitabın insanlığa sunduğu öğüt ve ilkeler, hüküm ve tavsiyeler, helal ve haramlar, emir ve yasaklar, misal ve kıssalar ve bildirdiği gerçekler zamanın geçmesiyle değişmez, eskimez ve değerini yitirmez.
Yüce Rabb’imiz bu hususu Kur’an-ı Kerîm’de şöyle bildirmektedir:
Alıntı :
“Rabb’inin sözü (Kur’an), hem doğruluk hem de adalet bakımından tamamlanmıştır. Onun sözlerini değiştirebilecek kimse yoktur.” (En’am, 6/115)
Geçmişi ve geleceği kuşatan Allah’ın kelamı olan Kur’an’ın değişmezliğine, evrenselliğine, çağları kucaklayan insanları her zaman en doğruya götüren bir kitap olduğuna inancımız tamdır. Kur’an âyetleri değişmez. Ancak insanlar ilim, kültür ve teknik bakımından geliştikçe Kur’an’ın anlaşılması ve hayata geçirilmesi de gelişip değişebilir. Kur’an’ın hedeflediği amaçlar değişmez ancak araçlar değişebilir. Mesela Kur’an’da “temizlik” emredilmiştir. Bu bir ilkedir. Bu ilke değişmez. Ama temizlik vasıtaları her zaman gelişip değişebilir. İnsanın avret yerlerini örtmesi farzdır. Bu farz değişmez fakat avret yerlerini örtecek giysilerin kumaşı, şekli ve biçimi değişebilir. Kur’an’da
Alıntı :
“Düşmanlara karşı gücünüz yettiği kadar kuvvet ve cihat için bağlanıp beslenen atlar hazırlayın.” (Enfal, 8/60)
buyurulmuştur. Ayette geçen “at” bir vasıtadır. Bu vasıta değişebilir. Çağımızda atın yerini motorlu vasıtalar, tanklar, uçaklar ve füzeler almıştır, dolayısıyla bu vasıtalar her zaman gelişip değişebilir.
Bu misalleri çoğaltmak mümkündür. Vurgulamak istediğimiz gerçek, âyet ve hadislerin değişmezliğidir. Ancak amaçlara götüren vasıtalar ile âyet ve hadislerde açıkça zikredilmeyen, yorum ve içtihada dayanan hükümler değişebilir.
İslam’ın bütün emir ve yasakları insanların mutluluğu içindir. Dünya ve âhirette mutlu olmak için İslam’ı iyi öğrenmeli, iyi anlamalı, emir ve yasaklarına tam uymalıyız.  Peygamber Efendimiz (asm) şöyle buyurur:
Alıntı :
"Ey İnsanlar! Size sımsıkı sarılıp ahkamını uyguladığınızda asla sapıtmayacağınız iki şey bıraktım. Bu iki şey; Allah’ın Kitabı ve Peygamberinizin sünnetidir.” (el-Münzirî, et-Tergîp ve’t-Terhib, I, 80.Beyrut, 1968)
Böyle sonsuz bir ilim ve hikmet sahibi tarafından kıyamete kadar devam etmek üzere gönderilen Kur’an için “şimdi indirilseydi farklı olurdu” demek hiç de isabetli değildir.
İlave bilgi için tıklayınız:
- Kur'an-ı Kerim'in evrenselliğini örneklerle açıklar mısınız?
- Kuran-ı Kerim Her Zaman Taze ve Gençtir.


****



*******

SORU:

Kur’an’ın evrensel bir kitap olduğunu söylüyorsunuz. Oysa Kur’an’da Nebî’nin eşleriyle evlenmeyi yasaklayan ve onun evine girerken uyulması gereken kurallardan bahseden ayetler var. Bu ve benzeri ayetler tarihsel değil mi? O gün için konulduğu belli olan hükümler bugün bizler için ne anlam ifade edebilir ki?
Tarih: 19 Aralık 2018


http://www.fetva.net/kuran-yazili-fetvalar/kuran-tumuyle-evrensel-bir-kitap-mi-icinde-hic-tarihsel-bir-hukum-yok-mu.html



CEVAP:

Kur’an’ın evrensel bir kitap olması, içerisinde indirildiği günkü ilk muhataplarına mahsus hiçbir hüküm olmadığı anlamına gelmez. Aynı şekilde Kur’an’da, indirildiği dönemde yaşayanları muhatap alan ve yalnızca onların uygulayabileceği hükümlerin olması Kur’an’ın evrensel bir kitap olmasının önünde bir engel teşkil etmez. Verdiğiniz örnekteki ayetler de dahil olmak üzere bazı ayetlerin sadece o gün yaşamış kişilerin uyabilecekleri hükümler içerdikleri çok açıktır. Bu da bu ayetleri tarihsel saymamız için birilerinin iznine, söylemine, çalışmasına veya fetvasına ihtiyaç duymaya gerek olmadığını gösterir. Oysa Kur’an’ın tarihsel bir kitap olduğunu söyleyenler içindeki hükümlerin günümüzde uygulanamayacağını insanlığın gelişmiş olmasına, günümüz modern dünyasının gereklerine v.s. dayandırmaktadırlar. Ne var ki bu ayetler için böyle bir gerekçe öne sürmeye gerek yoktur. Ayetlerin belli kişilere hitap ettiği zaten çok açıktır:
 “Ey iman etmiş kimseler! Yemek için izin verilmeden, vakitli vakitsiz Nebî’nin evlerine girmeyin; davet edilirseniz girin, yemeği yiyince dağılın. Orada bir sohbet ortamı da aramayın. Bu haliniz Nebî’yi üzüyor ama sizden çekiniyor. Allah gerçeği söylemekten çekinmez. Onun eşlerinden bir şey istediğinizde perde arkasından isteyin. Bu sizin gönülleriniz için de, onların gönülleri için de daha nezih olur. Allah’ın elçisini üzmeye ve onun arkasından eşlerini nikâhlamaya asla hakkınız yoktur. Böyle yapmanız Allah katında ağır bir kusur olur.” (Ahzâb, 33/53)
Görüldüğü gibi ayet, kendisinin bugün uygulanamayacak bazı hükümler içerdiğini birilerinin onayına bırakmamıştır. Nebîmizin ölümüyle bu ayetin pek çok hükmü otomatik olarak uygulanamaz olmuştur. Eşleri öldüğünde de ayetin onlarla evlenme yasağı getiren hükmü artık uygulanamaz olmuştur. Bunun için teknolojinin gelişmesi, insanlığın ilerlemesi gibi bir takım durumların ortaya çıkmasına gerek kalmamıştır. Bu sebeple bu ve benzeri ayetlerin varlığı, ayetleri zamanın değişmesi, coğrafyanın ve şartların o günkünden farklı olması gibi gerekçelerle tarihe gömen tarihselciler için mazeret olamaz.
Ayrıca ayette verilen hüküm o gün yaşayan herkesi bağlayıcı olacaktır. Peki, o gün yaşayan herkesi bağlayacak bir hükmü getirmenin bunu ayet olarak Kur’an’a koymak dışında bir yolu var mıdır? Yani eğer sadece Nebîmize indirilmiş Kur’an’da yer almayan bir gayrimetluv  vahyin (Kur’an dışı vahiy) olduğunu kabul etsek bile o vahiyle söylenenler Nebîmiz dışında hiç kimseyi ilgilendirmeyecek ve bağlayıcı olmayacaktır. Çünkü elçilik görevinin yapılmış olması için risalete konu olan vahyin insanlığa ulaştırılması yani tebliğ edilmesi gerekir. Böylece ulaştığı kişi(ler) için bağlayıcı olacaktır. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
 “Ey Elçi! Rabbinden sana ne indirildiyse onu tebliğ et. Tebliğ etmezsen vazifeni yapmış olmazsın. Allah, seni insanlardan korur. Allah, kâfirler topluluğunu yola getirmez.” (Mâide, 5/67)
Dolayısıyla o gün yaşayan müminlerin tamamına bir emir verilecekse bu elbette Kur’an ile olmak zorundadır. Nebîmiz vefat ettikten sonra bile, eşleri hayatta olduğu sürece yeryüzünde yaşayan hiç kimse onlarla evlenemeyecekse bu durumun ancak bir ayetle bildirilmiş olması gerekir. Başka nasıl olabilirdi ki!
Şunu da özellikle vurgulamak gerekir ki bu gibi ayetlerin varlığı, onların bugün bizim için gereksiz olduğu anlamına da kesinlikle gelmez. Zira Kur’an’dan hüküm çıkarmanın bizzat Rabbimiz tarafından belirlenmiş bir metodu vardır. Bu metoda göre ayetler, Kur’an’ın başka yerlerindeki kendileri ile benzeşik (müteşabih) başka ayetlerle açıklanırlar. Böylece her konuda açıklamayı (tafsil) bizzat Allah yapmış olur. Kur’an üzerinde çalışanların görevi, bu metodu iyi öğrenip uygulayarak Allah’ın yaptığı açıklamaya ulaşmaktır. Hükümlerinin o günün insanı ile sınırlı olduğu çok açık olan bu gibi ayetlerin metin olarak Kur’an’da bulunuyor olmaları, Kur’an’ı anlama metodunu uygularken mutlaka işe yarayacaklarını ve birçok konunun tafsilatında başka ayetlerle olan benzeşmeleri sebebiyle doğru hükme ulaşmada ilgili ayet kümelerinin bir elemanı olacaklarını gösterir. Mesela Nebimizin özel hayatına ilişkin ayetlerde “Resûl/elçi” kelimesi kullanılmaz; Nebî kelimesi kullanılır. Böylece bu ayetler “resûl” ve “nebi” gibi son derece önemli iki kavramı doğru anlamamızda ve aralarındaki farkı tespit edebilmemizde kilit rol oynamışlardır.
Ayrıca, Kur’an’da sadece indirildiği güne hitap ettiği görülen ayetlerin bugün bizler için ve yarın yaşayacak olanlar için hiçbir bilgi, öğüt, ibret içermediğini söylemek nasıl mümkün olabilir? Hiçbir şey söylemeseler Nebîmizin hayatı, uygulamaları ve Allah’ın Nebîmize verdiği emir ve görevlerle ilgili bugün hiçbir yerde bulamayacağımız bilgileri en güvenilir kaynaktan öğrenmemizi sağlamaktadırlar. Mesela bu ayette Nebîmizin insanların uzun süreli sohbetlerinden duyduğu rahatsızlığı dile getirmek konusunda çekingen davrandığını yani insanî bir yönünü ve özelliğini bizzat Allah’tan öğrenmiş olmaktayız.
Sonuç olarak bu gibi ayetler, Kur’an’ın indirildiği döneme hitap eden ayetlerinin bile bugün mutlak manada işlevsiz oldukları anlamına gelmeyeceğini görebileceğimiz en güzel örneklerdir. Kur’an’ın asla tarihsel bir kitap olarak düşünülemeyeceğinin, tarihsel bir kitabın Allah’ın Kitabı olamayacağının detaylarını aşağıda bağlantısı verilen yazımızda bulabilirsiniz.
www.suleymaniyevakfi.org/kuran-arastirmalari/allahin-kitabina-ilahiyatci-iftirasi-tarihselcilik-.html
HAZIRLAYAN: Erdem Uygan
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Limoni
Co-Admin
Limoni


Mesaj Sayısı : 6150
Rep Gücü : 14991
Rep Puanı : 44
Kayıt tarihi : 27/05/09

Kuran Hükümleri Tarihsel mi Evrensel mi?  Yüksel Çayıroğlu Empty
MesajKonu: Kur'an-ı Kerim'in evrenselliğine örneklerl 1   Kuran Hükümleri Tarihsel mi Evrensel mi?  Yüksel Çayıroğlu Icon_minitimeSalı Eyl. 28, 2021 1:45 pm

Kur'an-ı Kerim'in evrenselliğini örneklerle açıklar mısınız?

https://sorularlaislamiyet.com/kuran-i-kerimin-evrenselligini-orneklerle-aciklar-misiniz-0


nsanlığa doğru yolu gösterip, onları dünya ve ahiret saadetine eriştirmek için, Yüce Allah’ın indirmiş olduğu son ilâhî kitap, Kur’an’dır. Kur’an, Allah’ın ezeli kelamıdır. On dört asırdan beri insanlığın bütün ihtiyaçlarına cevap vermiş, kıyamete kadar gelecek olan insanların ihtiyaçlarına da cevap verecektir. Yeter ki insan, O’nu kabul etsin, inansın, gerektiği şekilde O’nu okuyup anlasın ve hayatında uygulasın.
İnsanlık Kur’an’a sarıldığı, onu doğru anlayıp yorumladığı ve hayatına uyguladığı müddetçe, doğru yoldan sapmayacaktır. Çünkü en doğru ve en sağlam yol, Kur’an yoludur. O, Allah’ın sağlam, kopmayan ipi ve sırat-ı müstakimidir.
Kur’an’ın Biz İnsanlar İçin Getirmiş Olduğu Evrensel Prensipler Nelerdir?
Kur'an-ı Kerim'in evrenselliği geniş bir konudur. Bu bakımdan bu konu geniş bir kitap mahiyetindedir. Burada kısaca bir kaç noktaya değineceğiz.
Peygamber Efendimiz (asm) O’nu şöyle tarif buyurmuştur:
Alıntı :
“Allah’ın kitabı olan Kur’an’da sizden öncekilerin kıssaları, sizden sonrakilerin haberleri, kendi aranızda olanların hükümleri vardır. O, doğruyu eğriden ayıran kitaptır. O, hiçbir zaman anlamsız konuşmaz. O, Allah’ın sağlam ipidir. O, zikr-i hakimdir. O, dosdoğru yoldur. Kötü arzular asla O’nu hedefinden saptıramaz. Diller O’nu karıştırıp bozamaz. Âlimler O’na doyamaz. Müttakîler O’ndan usanmaz. O tekrar tekrar okunmakla eskimez. O, cinlerin işitir işitmez: “Biz acayip bir Kur’an işittik ki, doğruya iletir. Derhal ona inandık.”(Cin, 72/1-2) dedikleri kitaptır. O’nun ölçülerine göre konuşan doğruyu söyler. O’na göre davranan sevap kazanır. O’nunla hükmeden âdil olur. O’na çağıran doğru yola çağırmış olur." (Tirmizî, Fedâilü’l-Kur’an, 14; Dârimî, Fedâilü’l-Kur’an, 1)
Kur’an, yüceler ve hak hedefler için indirilmiş bir kitaptır. Bizzat Kur’an’ın kendisi açık bir şekilde ne için indirildiğini yine kendisi bize haber veriyor. Şu ayet mealleri bunun en çarpıcı örnekleridir:
Alıntı :
“Elif. Lam. Mim. O kitap (Kur’an); Onda asla şüphe yoktur. O, muttakîler için yol göstericidir.”(Bakara, 2/1-2)
“(Ey Muhammed!) İşte bu (Kur’an), ayetlerini inceden inceye düşünsünler, akıl sahipleri (aklını kullananlar)da öğüt alsınlar diye sana indirdiğimiz mübârek (feyiz kaynağı) bir Kitaptır.”(Sâd, 38/29)
Yani Kur’an muttakîlere hidayet kaynağı olsun, insanlar üzerinde düşünsün ve düşüncelerini geliştirsin ve öğüt alsınlar için indirilmiştir. Bir başka deyişle Kur’an, biz insanlardan şunları istemek üzere indirilmiştir: Okunması, üzerinde düşünülmesi, anlaşılması, ihlâsla açıklanması ve ibret alınıp hayatta tatbik edilmesi.
İnsanın yaratılışından beri var olan ve çağımızda baş döndürücü bir hal alan değişim karşısında, 1.400 küsur yıl önce inmiş olan Kur’an, bugünün problemlerine çözüm getirebilecek ve çağımız insanını da bağlayacak prensiplere sahip bir kitaptır.
Bu prensipleri incelediğimizde, bunların genel prensipler olduğunu ve her zaman bütün insanların uygulayabileceği türden ilkeleri içinde barındırdığını görmekteyiz. Kur’an’ın getirmiş olduğu bu evrensel prensiplerden, emir manasını teşkil eden, evrensel beş prensip üzerinde kısa kısa açıklamalarda bulunacağız.
Bu evrensel prensiplerden yerine getirilmesi emredilen beş şey şunlardır: 1) Çalışmak, 2) Adil olmak, 3) Doğru olmak, 4) Ahde vefalı olmak, 5) Emanetin hakkını korumak.
Çalışmak, Allah’ın ezeli kanunudur. Yüce Allah, Kur’an’ında çalışmanın önemini belirterek şöyle buyurmaktadır:
Alıntı :
“İnsana çalışmasından başka bir şey yoktur. Onun çalışması yakında görülecektir. Sonra ona tastamam karşılığı verilecektir.” (Necm, 53/39-41)
Bu ayetler insanın ancak çalışmak suretiyle ilerleyebileceğini, dünya ve ahiret saadetinin anahtarlarının meşru yolda çalışmak olduğunu ifade etmektedir.
İslamın temeli adalettir. Adalet, düzgün hareket etmek, hak yememek, dengeyi gözetmek, doğruluktan ayrılmamak, doğru yoldan sapmamak gibi insani ve sosyal değerlerin bir bileşkesidir. Kur’an mutlak bir adaleti emreder. Bu hususta inanan inanmayan, yakın uzak, zengin fakir ayırımı yapmaz. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
Alıntı :
“...Yakınınız dahi olsa söylediğiniz zaman adaletten ayrılmayınız...” (En’am, 6/152) 
“Ey iman edenler! Allah için adaletle şahitlik ediniz. Kendinizin, ana, babanızın ve yakınlarınızın aleyhine bile olsa, (şahitlik ettiğiniz kimseler) zengin veya fakir de olsalar (adaletten ayrılmayınız.) Çünkü Allah ikisine de daha yakındır. Onun için nefsinizin hevasına uyup da adaletsizlik etmeyiniz. Eğer (şahitlik ederken) dilinizi eğip bükerseniz veya doğruyu söylemezseniz, muhakkak ki Allah yaptıklarınızdan haberdardır.” (Nisa, 4/135)
(Doğru olmak), Kur’an’da bizlere emredilen prensiplereden bir diğeri doğruluktur. Nitekim Kur’an’da bu hususta şöyle buyurulmaktadır:
Alıntı :
“Ey iman edenler! Allah’tan korkun ve doğru söz söyleyin. (Böyle davranırsanız) Allah işlerinizi düzeltir ve günahlarınızı bağışlar. Kim Allah ve Resulüne itaat ederse büyük bir kurtuluşa ermiş olur.” (Ahzab, 33/70-71)
“Emrolunduğun gibi dosdoğru ol. Aşırı da gitmeyiniz. Çünkü Allah, sizin yaptıklarınızı çok iyi görendir.” (Hud, 11/112)
(Ahde vefa), Kur’an’ın ısrarla üzerinde durduğu evrensel prensiplerden biri de ahde vefadır. Ahd, “bir şeyin yerine getirilmesini emretmek, talimat vermek, söz vermek, emir, talimat, taahhüt, antlaşma, yükümlülük, itimat veren söz” anlamlarına gelir. Kişinin verdiği söz ister Allah’a isterse insanlara karşı olsun, mutlaka kişi verdiği sözde durmalı ve sözünün gereğini yerine getirmelidir. Çünkü Yüce Allah,
Alıntı :
“Ey iman edenler! Yaptığınız akitlerin gereğini yerine getirin...” (Mâide, 5/1)
“Her kim sözünü yerine getirir ve kötülükten sakınırsa, bilsin ki Allah sakınanları sever.” (Âl-i İmran, 3/76)
“...Verdiğiniz sözü de yerine getirin. Çünkü verilen söz, sorumluluğu gerektirir.” (İsra, 17/34)
(Emanetin hakkını korumak), Üzerinde duracağımız son evrensel Kur’an prensibi ise, emanette olmaktır. Genelde emanet, “bir kimseye koruması için bırakılan mal ve eşya” anlamında kullanılmaktadır. Fakat bu anlamın yanında insanın sahip olduğu ve kendisine geçici olarak verilmiş bulunan ruhî, bedenî, ve malî imkanları da kapsar. İslam Hukukunda ise emanet, Allah Teala'nın gerek kendi hukuku, gerekse yaratıklarının hukuku ile ilgili olarak insana yüklediği vazifelerin tamamına verilen bir isim olarak tarif edilmektedir.
Alıntı :
“Mü’minler, emanetlerini ve verdikleri sözü yerine getirirler.” (Mü’minun, 23/Cool
Kur’an’ın her zaman ve şartta insanların uygulayabileceği türden evrensel emirlerine örnekler verdik. Bu prensiplerin her birisi ister Müslümanlar tarafından, isterse Müslüman olmayanlar tarafından uygulansın farketmez, o topluma mutlaka saadet getirir. Bu prensiplerin uygulanmadığı dünyada ise, -bu gün yeryüzünde olduğu gibi- insanlar mutsuz ve umutsuz olur. Kur’an’a gönül vermiş insanlar olarak, önce bizim bu güzel prensiplere uygun bir hayat tarzına kavuşmamız ve insanlığa örnek olmamız gerekir. Çünkü hayrın ve iyiliğin insanlığa ulaştırılması, bizim görevimizdir.
Kur’an’ın her zaman ve şartta insanların uygulayabileceği türden evrensel emirlerine örnekler verdik. Kur’an’ın getirdiği bir takım yasaklar var ki, bu yasaklardan sadece beş tanesini kısaca açıklamak istiyoruz. Bunlar: 1. Allah’a ortak koşmak; 2. Anne ve babaya asi olmak; 3. Haksız yere cana kıymak; 4. Rüşvet almak; 5. Dedi-kodu ve gıybet etmek.
Kur’an’a göre en büyük günah, Allah’a ortak koşmaktır. Allah’a ortak tanımak, taş, ağaç, güneş, ay, yıldız, melek, peygamber, şeyh veya Allah’tan başka bir varlığa tapmaktır. Kur’an, Allah’a eş ve ortak koşmayı şirk ve en büyük haksızlık; zulüm olarak tanımlamaktadır. Nitekim şu iki ayet-i kerimeler bunun en çarpıcı örneklerini teşkil etmektedir:
Alıntı :
“Allah, kendisine ortak koşulmasını asla bağışlamaz; ondan başka günahları dilediği kimse için bağışlar. Kim Allah’a ortak koşarsa büsbütün sapıtmıştır.”(Nisa, 4/116);
“...Şüphesiz ki şirk, büyük bir zulümdür.” (Lokman, 31/13)
Zulüm, bir şeyi gerekli olan yerden kaldırıp başka bir yere koymak, maksattan ayrılmaktır. Allah, dirilten, öldüren, rızık veren, nimetlendiren ve ortağı olmayan Rab’dir. Başka bir şey Allah’a ortak koşulduğu zaman, en büyük zulüm işlenmiş olur. Onun için de Kur’an, şirk koşanların şiddetli azaba çarpılacaklarını ve cennete girmelerinin mümkün olamayacağını şöylece ifade buyurmuştur:
Alıntı :
“Kim Allah’a ortak koşarsa şüphesiz Allah ona cenneti haram kılar; artık onun yeri ateştir ve zalimler için yardımcılar yoktur.”(Maide, 5/72)
Kur’an, bizlere anne babamıza iyilik etmemizi emretmekte onlara asi olmaktan bizleri sakındırmakta ve şöyle buyurmaktadır:
Alıntı :
“Rabbin, sadece kendisine kulluk etmenizi, ana-babanıza da iyi davranmanızı kesin bir şekilde emretti. Onlardan biri veya her ikisi senin yanında yaşlanırsa, kendilerine ‘of’ bile deme; onları azarlama; ikisine de güzel söz söyle. Onları esirgeyerek alçak gönüllülükle üzerlerine kanat ger ve: ‘Rabbim! Küçüklüğümde onlar beni nasıl yetiştirmişlerse, şimdi de sen onlara öyle rahmet et’ diyerek dua et.”(İsra, 17/23-24)
Bu ayetlerde Yüce Allah, kendisine ibadetten sonra ana-babaya iyilik etmeyi, hatta onlara “öf” bile denmemesini emretmektedir. Çünkü insanı yaratan Allah’tır, ana baba da yaratmanın sebebidir.
İnsan, yeryüzünde Allah’ın değer verdiği ve bütün canlılardan üstün kıldığı yüce bir varlıktır. Her ne sebep ve hangi şekilde olursa olsun, onun küçümsenmesi, ayıplanması, kusurlarının sağa sola taşınması, yasak olduğu gibi, haksız yere canına kıyılması da şiddetle yasaklanmıştır. Şu ayetlerde olduğu gibi, haksız bir insanın öldürülmesi bütün insanlığı öldürmek olarak kabul edilmiş, müminlerin özellikleri sayılırken de "cana kıymazlar" diye vasıflandırılmışlardır.
Alıntı :
“Kim bir insana veya yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaya karşılık olmaksızın bir insanı öldürürse, bütün insanları öldürmüş gibi olur.” (Maide, 5/32);
“Müminler, Allah ile beraber başka bir tanrıya yalvarmazlar, Allah’ın haram kıldığı cana haksız yere kıymazlar ve zina etmezler. Bunları yapan, günahının cezasını bulur.” (Furkan, 25/68)
Son iki evrensel yasak prensip ise, toplumu içten içe kemiren ve güven duygusunu yok eden insani ve sosyal iki hastalıktan oluşmaktadır. Bunlar rüşvet ve dedikodudur. Bu iki kötü şey Kur’an’da şu ifadelerle yasaklanmıştır:
Alıntı :
“Ey inananlar, mallarınızı aranızda batıl sebepler ile yemeyin, ancak karşılıklı rıza ile yaptığınız ticaretle yiyebilirsizin.” (Nisa, 4/29),
“Mallarınızı batıl sebepler ile yemeyin. Bile bile insanların mallarından bir kısmını günah bir biçimde yemeniz için onları hakimlerin önüne atmayın.” (Bakara, 2/188)
“Biriniz diğerinin arkasından çekiştirmesin (gıybet etmesin.) Biriniz ölmüş kardeşinin etini yemeyi sever mi? İşte bundan iğrendiniz. O halde Allah’tan korkun, şüphesiz Allah tövbeyi çok kabul eden, çok esirgeyendir.” (Hucurat, 49/12)
Kur’an, insanları mutlu kılmak için indirilmiş bir kitaptır; prensipleri evrenseldir ve her zaman ve şartta uygulanabilecek özelliğe sahiptir. Herkes iyice düşünsün bakalım; acaba bu ilke ve prensiplerden hangisi bu çağda geçersizdir?
Not: Konuyla ilgili şu makaleyi de okumanızı önemle tavsiye ederiz:
KUR'AN-I KERİM'İN EVRENSELLİĞİ
Dünya varolduğu andan günümüze kadar ortaya çıkan her düşüncenin bir karşıtı olmuş, her tezin bir antitezi öne sürülmüştür. Kısaca belirtmek gerekirse, her şey çift olarak yaratılmıştır:
Alıntı :
“Her şeyi de çift yarattık ki düşünüp ders alasınız.” (Zariyat, 51/49)
Yer-gök, hayat-ölüm, aydınlık-karanlık, melek-şeytan, artı-eksi, iyi-kötü, kadın-erkek vs. bunları çoğaltmak mümkündür. Her Âdem (as)’in karşısında, bir şeytanın varlığı; her dinin karşısında, dinsizliğin mevcudiyeti, kabul edilen bir vakıadır. Ancak bu karşı olma, zaman zaman değişiklik göstermekte, farklı şekillerde ortaya çıkmaktadır. Ve bu karşı oluş, dünya durdukça da sürüp gidecektir.
Kurulan bu dünya düzeninde Allah, insanları uyarmak, dünyaya geliş gayelerini öğretmek, eğri yolun encamından sakındırmak, ahlâklı ve faziletli olmanın yollarını bildirmek, böylece hem insanlığa, hem de kendilerine yararlı birer fert konumuna gelebilmeleri için insanlara, yine onların kendi içlerinden peygamberler göndermiştir:
Alıntı :
“Evet, Biz seni gerçeğin ta kendisine malik olarak, rahmetle müjdeleyen ve kâfirleri azapla uyaran bir Peygamber olarak gönderdik. Zaten uyaran bir peygamber gelmiş olmayan hiç bir ümmet yoktur.” (Fâtır, 35/24)
İnsanlık, ilim ve teknik yönünden ne kadar ilerlerse ilerlesin, ne kadar ilmî keşifler yaparsa yapsın, vahiy olmaksızın gerçek saadeti elde etmesi mümkün değildir. Bunun için de insanların, doğuştan fıtratlarında var olan dînî inanca dönmeleri en uygun ve tabiî bir yoldur. Bu yolun müşahhas olarak ismini verecek olursak, öteden beri bütün peygamberlerin üzerinde durup, kavimlerine anlatmaya çalıştıkları ve son olarak da âhir zaman peygamberi Hz. Muhammed’in (s.a.s), tebliğiyle mükellef olduğu İSLÂM dinidir.
Aslında dinlerin özü birdir. Bütün peygamberlerin getirdiği inanç esasları aynıdır. Çünkü bütün dinlerin kaynağı, Yüce Yaratıcı olan Allah’tır:
Alıntı :
“O, 'Dini doğru anlayıp hükümlerini uygulayın ve o hususta tefrikaya düşmeyin:' diye, din esasları olarak Nuh’a emrettiğini, hem sana vahyettiğimizi, keza İbrahim’e, Musa’ya, İsa’ya emrettiğimizi sizin için de din kıldı.” (Şura, 42/13)
Burada adı geçen peygamberler, ulu’l-azm peygamberler olup, bunların dışında kalanlar da aynı kategoride incelenmelidir. Yani özde ve esasta dinler birleşmektedir. Ayrılıklar teferruata dair meselelerdir. Rasûlullah (s.a.s.)’ın şu sözü de bu konuya açıklık getirmektedir:
Alıntı :
“Peygamberler baba bir kardeşlerdir. Anneleri ise muhteliftir. Dinleri birdir.”
Kur’ân’ın mesajı, ilk insan ve ilk peygamber Hz. Âdem (as)’den itibaren başlayan vahyin bir devamıdır. Zira Allah katında bütün dinlerin esası bir olup, o da İSLÂM’dır:
Alıntı :
“Allah katında din, İslâm’dır.” (Âl-i İmran, 3/19)
Değişik dönem ve yerlerde gelen peygamberler, birbirlerini reddetmedikleri gibi, Hz. Muhammed (s.a.s) de bunlardan hiçbirini reddetmemektedir:
Alıntı :
“Peygamber, Rabbi tarafından kendisine ne indirildi ise ona iman etti, müminler de. Onlardan her biri Allaha, meleklerine, kitaplarına ve resûllerine iman etti. 'O’nun resûllerinden hiç birini diğerinden ayırt etmeyiz.' dediler ve eklediler: 'İşittik ve itaat ettik ya Rabbena, affını dileriz, dönüşümüz Sanadır...'” (Bakara, 2/285)
“De ki:“Allah’a, bize indirilen (Kur'ân)e,İbrâhim’e, İsmâil’e, İshâk’a, Ya’kûb’a ve torunlarına indirilene, Mûsâ’ya, Îsâ’ya ve peygamberlere Rablerinden verilenlere inandık. Onların arasında hiçbir fark gözetmeyiz, biz O’na teslim olmuşlarız.” (Âl-i İmran, 3/84)
Hz. Muhammed (s.a.s.), bilakis bütün önceki peygamberlerin bir devamı, risaletlerinin tamamlayıcısı gibidir. Ancak şu farkla ki, kendisinden sonra bir peygamberin gelmesi mümkün olmayıp, o, peygamberlerin sonuncusu ve dolayısıyla İlâhî Mesaj’ı evrensel boyutlara taşıyandır.
Esasları itibariyle aynı olan dinlerin, zaman ve mekân açısından, teferruata ait meselelerde bir kısım farklılıklar göstermesi elbette gayet normal bir hâdisedir. Dünya değişmekte, insanlar değişmekte, ihtiyaçlar değişmekte, hasılı her şey zamanla farklılık arz etmektedir. İlk insanın ihtiyaç duyduğu şeylerle, daha sonraki dönemlerde yaşayanlar arasında büyük farklılıkların olduğunu söylemek malûmu i’lamdan ibaret olacaktır.
İnsanı yaratan, onu en ince noktalarına kadar bilen, ihtiyaçlarını karşılayan Allah, her dönemdeki insanlara gerekli mesajı ulaştırmış, son noktayı Hz. Muhammed (s.a.s.) ile koymuştur. Demek ki bundan sonra peygamber gelmeyecek, vahiyde değişiklik olmayacak ve insanlar bu son vahiyle hayatlarını sürdüreceklerdir:
Alıntı :
“...Bugün, dininizi kemâle erdirdim. Size ni’metimi tamamladım. Ve din olarak size İslam’ı seçtim...” (Mâide, 5/3)
“Kim İslam’dan başka bir din ararsa, (bu din) ondan asla kabul edilmeyecektir. O kimse âhirette de hüsrana uğrayanlardan olacaktır.” (Âl-i İmran, 3/85)
“Muhammed, sizin adamlarınızdan hiçbirinin babası değildir. Ama Allâh'ın Resûlü ve peygamberlerin sonuncusudur. Allah her şeyi hakkıyla bilendir.” (Ahzab, 33/40)
Yani Hz. Muhammed (s.a.s.), hem peygamberleri sona erdiren son peygamberdir, peygamberlerin en sonuncusudur; hem de bütün peygamberleri tasdik eden ve belgeleyen İlahî bir mühürdür. Eğer o gelmeseydi, diğer peygamberler unutulup gidecek, tarihte onların varlıklarını ve peygamberliklerinin gerçekliğini ilmen ispat etmek mümkün olmayacaktı. Hz. Muhammed’in (s.a.s.) peygamberliği ile insanlık, din açısından, ilerlemenin son noktasına erişmiştir. O’ndan sonra başka peygamber beklememeli, Muhammedî nuru izlemelidir.
İslâm’dan sonra bir din, Hz. Peygamber (s.a.s.)’den sonra da bir peygamber gelmeyeceğine göre, bu dinin, kıyamete kadar gelecek insanların ihtiyaçlarına cevap vermesi ve getirdiği esasların sonuna kadar geçerli olması gerekmektedir. Daha kısa bir ifade ile bu dinin, evrensel olması zaruridir. İşte biz de bu incelememizde, dine kaynaklık eden Kur’ân’ın bu yönüne bakacak, evrenselliğin olabilmesi için gerekli şartları tartışacak ve bunların Kur’ân-ı Kerim’de olup olmadığını araştırmaya çalışacağız. Âlemşümul, cihanşümul, tüm insanlığı ilgilendiren, dünya ölçüsünde, dünya çapında gibi anlamlara gelen evrenselliği, herhangi bir düşünce, fikir veya inancın, bütün zaman ve mekânlara şamil olması ve herkese hitap etmesi şeklinde tarif edebiliriz.
EVRENSELLİĞİN ŞARTLARI
Her fikrin, her ideolojinin, kendisinin evrensel olduğunu iddia etmesi, gayet tabiî bir şeydir. Çünkü devam etmeleri ve kabul edilebilir olmaları, ancak evrensel olmalarıyla mümkündür: Ancak bu iddialarında ne kadar doğrudurlar? Gerçekten iddia ettikleri gibi, evrensellik şartlarını taşımakta mıdırlar? Konumuz olan Kur'ân'ın evrenselliği hususuna gelince, Kur'ân'ın evrenselliğinin temel niteliklerini şu şekilde sıralamak mümkündür:
1. Kaynağının İlahî Olması
Allah, kâinatı yaratmış, ancak bundan sonra da onu kendi hâline bırakmamıştır. İddia edildiği gibi kâinat, bir saat gibi kurulup, kendi hâline terkedilmiş değildir. Onda devamlı bir faaliyet, bir canlılık vardır. Onda her an Allah’ın iradesi hakimdir. İşte hakim olan bu irade, insanları kendi başlarına bırakmamış, en doğru yolun hangisi olduğunu göstermiştir. Çünkü beşer aklı, çoğu zaman kendisi için faydalı olan prensipleri kavrayamamakta, bir kısım yanlış yollara sürüklenmektedir.
İnsanı Allah yaratmıştır. Onu en iyi tanıyan da yine O’dur. İnsanın ihtiyaçları, yaşantısı, hayatta karşılaşacağı bir takım güçlükler, bu güçlükleri aşma yolları vs. Yaratıcı tarafından belirtilmiştir. Başka bir kısım kimselerin kalkıp, “insanlar en iyi şu prensiplerle yönetilir.” demeleri, akl-ı selîme uygun değildir. Kaynağı İlahî olmayan, insanın mutluluğu ve huzuru için, ne kadar fikir, düşünce akımı ortaya çıkarsa çıksın, bunların evrensel olmaları mümkün değildir. Bunlar ancak belli bir süre ve yer için geçerli olsa da, kısa bir süre zarfında eskitilip, yüzüne bakılmaz hâle gelmişlerdir. Bu çerçevede Yahudilik ve Hristiyanlık bile, temeli İlâhî olmakla birlikte, hemen belli zaman ve kavimle sınırlı olmaları, hem de aslî hüviyetlerini aynen koruyamadıkları gibi, yerlerini kâmil şekliyle Hz. Muhammed’in (s.a.s.) tebliğ ettiği İslâm’ın almış olması açısından evrensel değildirler.
Ortak özellikleri yaratılmışlık olan varlıklardan hiçbirinin, insanları hakka ulaştırması mümkün değildir. Gerçi enfüste ve âfakta Hakk’ın varlığına delâlet eden âyetler ve düşünenler için belgeler, melekler ve peygamberler ve bunlar aracılığıyla hidâyet büsbütün yok değildir; fakat bunların hiçbiri “Her şeye şâhid olan” (Hac, 22/17; Sebe’, 34/47; Fussilet, 41/53; Mücâdele, 58/6...) Allah tarafından hidâyet almadıkça kendi kendine ne hidâyet edebilir, ne de hidâyeti bulabilir.
Alıntı :
“...O halde hakka hidâyet eden kimse mi uyulmaya daha layıktır; yoksa hidâyet olunmadıkça asla kendiliğinden hidâyeti bulamayacak olan kimse mi?” (Yûnus, 10/35)
âyetinde de bu, gayet açık bir şekilde ifade edilmiştir.
Herhangi bir düşünce, fikir veya ideoloji, kaynağını sağlam vahye dayandırmıyorsa, onun her zaman ve her çeşit kimsenin ihtiyaçlarını karşılaması bir hayli zordur. Kaynağı İlâhî olmayan, akıllarına göre insanlara yön vermeğe çalışan bir kısım kimseler, tarih sahnesinde bir yere tutamamış, sadece insanların nazarında gülmeye vesile olan sözleriyle kalmayı başarmışlardır! Meselâ XX. asrın önemli halk liderlerinden Gandhi’den şu sözleri duymak, herhalde çokları için şaşkınlık sebebi olacaktır:
Alıntı :
“Ben ineği gördüğümde, onu inek olarak telâkki etmiyorum. Çünkü ben ona ibadet ediyorum. Ve bunu bütün dünyanın huzurunda müdafaa etmeye de hazırım. İnek annem, gerçek annemden pek çok yönüyle daha üstündür. Meselâ: Gerçek dediğimiz anne, bizi bir veya iki sene emziriyor. Ancak buna karşılık, bütün bir ömür boyu bizden hizmet istiyor. İnek annemize gelince o, devamlı olarak süt vermesine mukabil, bizden basit bir yiyeceğin dışında istediği herhangi bir şey yoktur...”
Hz. Muhammed’in (s.a.s.), insanlara tebliğ ettiği Kur’ân, İlahî kaynaktan gelmektedir. O, bir başkasının sözü olmayıp, bizzat Allah tarafından insanlara ulaştırılmaktadır. Bizzat bu Kitap, yani Kur’ân, kendisinin, Hz. Muhammed’in (s.a.s.) olmayıp,
Alıntı :
“Kur’an, değerli bir Elçinin, Cebrail’in getirip okuduğu sözdür! O Elçi ki çok kuvvetlidir. Yüce Arş sahibi Allahın nezdinde pek itibarlıdır. Göklerde ona itaat edilir, vahiyler ona emanet edilir.” (Tekvir, 81/19-21)
olduğunu bildirir. Bu elçi de Cebrail olup, Alîm, Hakîm olan Rabbü’l-âleminden O’nu almış, sonra da Hz. Muhammed’in (s.a.s.) kalbine açık bir Arapça hâlinde indirmiştir. Kur’ân’ın pek çok âyetinde, O’nun kaynağının, sadece ve sadece Allah olduğu üzerinde ısrarla durulmuş ve bu meseleye bir hayli tahşidat yapılmıştır:
Alıntı :
“Hâ Mîm. Bu Kur'ân, Rahman ve Rahîm olan Allah tarafından indirilmiştir. Bu, Arapça bir Kur'ân olarak, âyetleri bilen bir kavim için ayırt edilip açıklanmış bir kitaptır. O, müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderilmiştir. Artık onlar gerçeği işitmezler. Onlar: 'Ey Muhammed! Senin bizi davet ettiğin şeye karşı kalplerimiz kapalıdır. Kulaklarımızda da bir ağırlık vardır. Sen istediğini yap, çünkü biz yapıyoruz.' dediler. Ey Muhammed! De ki: 'Ben sadece sizin gibi bir insanım, ancak bana ilahınızın bir tek ilah olduğu vahyediliyor. Artık hep O’na yönelin ve O’ndan bağışlanma dileyin.'  Kâfirler: 'Bu Kur'ân (Muhammed’in uydurduğu) iftiradan başka bir şey değildir. Başka bir topluluk da kendisine yardım etmiştir.' dediler. Böylece haksızlığa ve yalancılığa saptılar. 'Kur'ân, öncekilerin efsaneleridir. (Muhammed) onu başkalarına yazdırmış da, sabah-akşam kendisine tekrarlanıp okunuyor.' dediler. (Ey Muhammed!) Sen onlara şöyle de: 'O’nu, göklerde ve yerdeki sırları bilen Allah indirdi. Şüphesiz ki O, çok affeden, çok merhamet edendir.'” (Fussilet, 41/1-6)
“Kâfirler: 'Kur’ân onun uydurduğu bir yalan olup, bu hususta başkaları da kendisine yardımcı olmuşlardır.' diye iddia ettiler. Onlar böylece, kesin bir yalan söyleyip zulmettiler. Ayrıca: 'Onun söyledikleri, kendisi için yazdırtmış olduğu ve sabah akşam kendisine dikte ettirilen önceki nesillerin efsanelerinden başka bir şey değildir.' dediler. De ki: 'Onu, göklerdeki ve yerdeki bütün sırları bilen Yüce Allah indirdi. O, gerçekten Gafurdur, Rahimdir.' (Furkan. 25/4-6)
Evrenselliğin ilk ve en önemli şartlarından İlahî kaynaklı olma ilkesini, bugün ancak Kur’ân taşımaktadır. Zaten Musevîlik, İsevîlik, Budizm gibi dinler, şahıslara nispet edilerek adlandırıldıkları hâlde, Kur’ân’ın getirmiş olduğu prensipler hiç kimseye nispet edilmeyip, Cenab-ı Hak tarafından geldiği üzerinde vurgu yapılmış ve adı da Muhammedîlik değil, İslâm olmuştur. Günümüzde insanlığın saadeti ve mutluluğunu temin ve bütün insanlığa ışık tutma iddiasıyla ortaya çıkan bir kısım izmlerin, insanları nerelere götürdüğü ve bu iddialarında ne kadar isabetli oldukları hepimizin malumudur. Ancak Kur’ân’ın kurduğu medeniyet, kaynağı vahye dayandığındandır ki, inanmayanların dahi (bir kısım art niyetliler hariç), dikkatini çekmiş, hak olduğunu tasdik ettirmiştir.
2. Kaynağının Sağlam Olması
Kaynağının sağlam olmasından maksadımız, kendisinin İlahî patentli olduğunu iddia eden bir sistemin, başlangıcından günümüze kadar, her türlü müdahaleden berî olmasıdır. Yani ortaya çıktığı zaman, kaynağının İlahî olması yetmeyip; bu özelliğini sonuna kadar koruması gerekmektedir. İnsanlık tarihi, Allah’ın görevlendirdiği elçilerle doludur. Bunlardan her biri, vazifelerini hakkıyla yapmış ve insanlığın mutluluğu adına çaba sarfetmişlerdir. Ancak hepsinin istediği neticeye vardığı söylenemez. Bir kısmı değil gelmiş olduğu coğrafyadaki kimseler, yakınlarındaki insanlar tarafından dahi tasdik edilmemeiş, bazısının hayatına kastedilmiş, bazısı da küçük bir topluluğa ancak kendisini dinletebilmiştir. Elbette buradaki hata, görevli peygamberin değil; karşısındaki inatçı topluluğundur. Ancak biz burada bir vakıayı tespit etmek için bunu hatırlatıyoruz. Yoksa peygamberler arasında, bu yönden bir üstünlük olduğunu söylemiyoruz.
Evet, öteden beri, peygamberlerle birlikte, insanların hayatlarını tanzim edecek bir de vahiy müessesesi vardır. Kendilerine indirilen vahiyle her peygamber insanlara yol göstermiştir:
Alıntı :
“Onları, mu’cizelerle ve kitaplarla gönderdik. Sana da Kur'ân'ı indirdik ki, insanlara vahyedilenleri açıklayasın. Belki düşünürler.” (Nahl, 16/44),
“Şu kesindir ki Biz, resûllerimizi açık delillerle gönderdik ve insanların adaleti gerçekleştirmeleri için, resûllerle beraber Kitap ve adalet terazisi indirdik...” (Hadîd, 57/25)
Ancak her peygamber vefat edince, bu vahiy ya kaybolmuş, ya tahrif edilmiş, ya da daha sonra gelen bir peygamber tarafından yürürlükten kaldırıldığı için unutulup gitmiştir. Dolayısıyla bize kadar bozulmadan ulaşan (Kur’ân dışında), herhangi bir peygamberin kitabı mevcut değildir. Şu anda elimizde bulunan Tevrat ve İncil’in, ilk şekliyle aynı olduğu(!) iddia edilse bile bu, sadece bir iddiadan ibaret kalır. Çünkü Kur’ân’ın kendisi bunu açıkça ifade etmektedir:
Alıntı :
“Kitabı elleriyle yazıp sonra onu az bir değerle değiştirmek için: “Bu, Allah katındandır” diyenlerin vay haline! Ellerinin yazdığından dolayı vay hallerine! Kazandıkları günahtan dolayı vay hallerine!” (Bakara, 2/79)
“...Böylece onlar kelimeleri yerlerinden oynatarak tahrif ederler...” (Maide, 5/13)
“..Kelimeleri konuldukları yerlerden çıkarıp tahrif ederler...” (Maide, 5/41)
Bugün elimizde bulunan İnciller, hususî bir durum arz ederler. Tarihî gerçekler muvacehesinde, her bir İncil, Hz. İsa (as)’ın “dediği” yahut “yaptığı” ve söz konusu İncil yazarının diğer kaynaklardan öğrenebildiği diğer bir çok şeyi bize nakilden ibaret bir “Hz. İsa biyografisidirler...” Bu duruma göre Yeni Ahit (İnciller), ne Kur’ân-ı Kerim’e ve ne de hadîs eserlerine benzer; fakat bunlar Hz. Muhammed (s.a.s.)’in sîresi ile ilgili biyografi kitapları gibidirler ki, Resûlullah (s.a.s.)’ın bu sîrelerinden bazıları, ya Hz. Peygamber (s.a.s.)’in sahabileri devrinde, yahut onlardan az sonraki devirlerde kaleme alınmışlardır. Tarihte dört değil, çok daha fazla sayıda İncil kitabının olduğu, sadece eldeki dördün İS. 325 İznik konsilinde kabul edildiği bilinen bir gerçektir.
Kaynağının sağlamlığı bakımından Kur’ân’a baktığımızda O, hiçbir semavî kitaba nasip olmayan bir konuma sahiptir. Evvela O, ilahî te’yîdat altındadır:
Alıntı :
“Hiç şüphe yok ki o zikri, Kur’anı Biz indirdik, onu koruyacak olan da Biziz.” (Hicr, 15/9)
“Öyle bir kitaptır ki batıl ona ne önünden, ne ardından yol bulamaz.Tam hüküm ve hikmet sahibi, bütün hamdlerin ve övgülerin sahibi o Hakîm ve Hamîd tarafından indirilmiştir.” (Fussılet, 41/42)
“Eğer Kur’an Allah’dan başkasına ait olsaydı, elbette içinde birçok tutarsızlıklar bulurlardı.”(Nisa, 4/82)
Yeterince dikkat çekicidir ki, ne Tevrat’ta ne İncil'de benzeri âyetleri, yani onların mutlaka korunacağına dair bir ifadeyi bulmak mümkün değildir. Bu kitapların tebdil ve tahriften masun kalamayıp, Kur’an’ın mutlak manâda korunması, bu konudaki Rasûlüllah (s.a.s.)’ın, ashabının ve İslâm âlimlerinin gayretleri mahfuz, kader nokta-i nazarından, Rasûlüllah (as)’ın son peygamber, İslâm’ın İlâhî dinin son, mükemmel ve evrensel şekli, Kur’an’ın da, artık bir başka kitabın inmesine ihtiyaç hissettirmeyecek evrensel bir kitap oluşundandır ve O’nun böyle olduğunu gösterir.
Kur’ân’ın bize kadar aktarılması, sebepler açısından, birbirinden ayrı düşünülemeyecek şu iki vesileyle olmuştur: Hafızalara kaydedilmesi (ezberlenmesi) ve yazıyla tesbiti. Kur’ân-ı Kerim’in herhangi bir parçası nazil olduğunda, Rasûlüllah (s.a.s.) okuma-yazma bilen sahabîlerinden birisini çağırıp, onun evvelce nazil olmuş bulunan âyetler topluluğu içinde nereye yerleştirileceğini bizzat gösterdikten sonra, inen âyet veya âyetleri yazıyla tespit ettiriyordu. Bu imlâ işi bittikten sonra da vahiy katibinden, yazdığı şeyi bir kere kendisine okumasını istiyor ve şayet vuku bulmuş ise herhangi bir tespit hatasını düzeltiyordu.
Rasûlüllah (s.a.s.)’dan sonra Kur’ân, onu daha Rasûlüllah (s.a.s.) döneminde ferden toplayanlar ve tamamını ellerinde bulunduranlar olmuşsa da ve ayrıca çok sayıda sahabî onu bütünüyle ezberlemiş bulunuyor idiyse de, Hz. Ebû Bekir (r.a.) döneminde tamamen ve resmen toplatılmış, kitap hâline getirilmiştir. Bundan sonra da çoğaltılarak günümüze kadar her türlü tahrifattan uzak olarak bize ulaştırılmıştır. Kur’ân, nazil olduğu günden bu yana, ne itirazlara ne tenkitlere uğramıştır ama; bu mevzuda kurulan bütün mahkemeler Kur’ân’ın beraatiyle neticelenmiş ve mücadeleler O’nun zaferiyle noktalanmıştır. Demek ki evrenselliğin önemli şartlarından olan kaynağın sağlamlığı ilkesi, Kur’ân’da tamamıyla var olan bir özelliktir. Ve böyle bir özelliğe sahip, ikinci bir kitap göstermek de asla mümkün değildir.
3. Tebliğcinin, Davasında Samimi Olması
Bir düşüncenin ya da bir dinin evrensel olması için, onu temsil eden şahsın evvelâ anlattığı şeyleri kendi hayatında yaşaması ve göstermesi gerekir. Ta ki ikinci şahıslar, bu hayat tarzının yaşanılabilirliğine gönülden inansınlar ve ona sahip çıksınlar. İkincisi de, tebliğ ile mükellef kişinin, hayatta iken bu prensipler doğrultusunda bir toplum meydana getirmeye muvaffak olması gerekmektedir. Böylece bu düşünce ya da dinin, sadece fertlere ait olmayıp, aynı zamanda bir toplum meydana getirecek ve idare edecek kapasite de olduğu anlaşılmış olsun.
Beşer tarihine göz attığımızda, pratik ile teorinin her zaman aynı gitmediğini görürüz. Pek çok defa değişik zaman ve yerlerde bir lider ortaya çıkmış, insanları bazı prensipler etrafında toplamaya çalışmış, ancak her defasında ya benimsetmek istediği şeyleri kendisi yaşamamış, ya da yaşasa bile bu doğrultuda bir toplum meydana getirememiş, dolayısıyla hareketi uzun ömürlü olmamıştır.
Söylemek çok kolaydır. Ancak onları tatbik etmeye gelince o, başarılması çok zor bir iştir. Çok sayıda, kurtarıcı görüntüsünde şahsiyet ortaya çıkmıştır; yaldızlı laflar etmişlerdir; insanlar bir anda ona kurtarıcı nazarıyla bakmıştır. Ancak kısa bir süre geçmeden ya bu şahsın anlattığı şeylerle uzaktan yakından ilgisinin olmadığı veyahut da söylediği doğrultuda bir toplum meydana getiremediği görülmüştür. Böylece de hem bu kurucu veya kurtarıcı konumundaki şahıs, hem de fikirleri, tarihin yapraklan arasında eskiyip gitmiş ve unutulmaya yüz tutmuştur.
Evet lider, söylediğini yaşamalı, yaşadığını, yaşanabileceği söylemelidir. Bir başka ifadeyle, insanları davet ettiği prensipleri, faziletleri, vecîbeleri bizzat fiiliyatıyla ve ahlâkıyla ortaya koymuş olmalıdır. Sözleriyle davet ettiği bütün şeyleri, içtimaî, ailevî ve şahsî hayatında özellikle yaşamalıdır ki, daha sonra gelecik insanlar için, yaşantısı bir numune teşkil etsin.
Özellikle XIX. ve XX. asırlarda ortaya çıkan bir kısım akımları incelediğimizde, bunlardan hiçbirinin yukarıdaki özellikleri taşımadığını görürüz. Bunların durumu, gece karanlığında yanıp sönen ateş böceklerine benzer ki, yıldız olmadıkları er geç anlaşılıverir. Ve bütün çıplaklığıyla gerçek hüviyetleri anlaşılınca da, herkes tarafından terk edilip, unutuluverirler.
Bu yönlerden tarihe baktığımızda, yukarıda söylediğimiz şartları kendisinde en mükemmel biçimde toplayan zatın Hz. Muhammed (s.a.s.) olduğu görülecektir. O, tebliğ etmeye çalıştığı evrensel Kur’ân ahkâmını önce kendi hayatında tatbik etmiş ve bu ahkâm üzerinde mükemmel bir toplum meydana getirmiştir. Tebliğ ettiği prensipleri sadece kendi hayatında yaşaÂmakla kalmamış, aynı zamanda bu prensiplerin tamamen yaşandığı bir devlet ve toplum örneğini de ortaya koymuştur.


En son Limoni tarafından C.tesi Ağus. 12, 2023 10:51 am tarihinde değiştirildi, toplamda 1 kere değiştirildi
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Limoni
Co-Admin
Limoni


Mesaj Sayısı : 6150
Rep Gücü : 14991
Rep Puanı : 44
Kayıt tarihi : 27/05/09

Kuran Hükümleri Tarihsel mi Evrensel mi?  Yüksel Çayıroğlu Empty
MesajKonu: 2   Kuran Hükümleri Tarihsel mi Evrensel mi?  Yüksel Çayıroğlu Icon_minitimeSalı Eyl. 28, 2021 1:45 pm

Konuyla ilgili çok sayıda misâl vermemiz mümkün ise de, burada birkaç misalle yetineceğiz.
a. “Bilakis, sen yalnız Allah'a kulluk et ve Ona şükredenlerden ol!” (Zümer, 39/66)
Bu âyet Rasûlüllah (s.a.s.) ’a, aynı zamanda bütün ümmete, sadece ve sadece Allah’a ibadet etmelerini, diğer şeylerin ibadete layık olmadığını ve şükredenlerden olmalarını emretmektedir. Biz Rasûlüllah (s.a.s.)’ın hayatında, bu âyetin gayet açık bir şekilde, hem de çok ileri bir seviyede tezahürlerini görmekteyiz. Hz. Aişe’den (r.anhâ) bununla ilgili olarak şu rivayeti aktarmak, her hâlde konumuzu aydınlatmak bakımından yeterli olsa gerektir:
Alıntı :
“Hz. Peygamber namaz kılmak için geceleyin kalkar ve ayakları şişinceye kadar namaz kılardı. Bunun üzerine kendisine: 'Ey Allah’ın Resulü! Allah senin geçmiş ve gelecek bütün günahlarını bağışladığı hâlde, neden bu kadar çok ibadet yapıyorsun?' dedim. Bunun karşısında O, şöyle buyurdu: 'Allah’a karşı şükreden bir kul olmayayım mı?'”
Evet O, ümmetin Allah’ın, "kulluk edin.” mesajını ulaştırırken, kendisi bu kulluğu fiiliyatıyla gösteriyor; normal bir kulluğun ötesinde, belki de kimsenin yapamayacağı sevideki bir kulluk örneğini sergiliyor ve böylece tebliğ ettiği şeyleri ilk önce kendi hayatında yaşamış oluyordu.
b. “Ey iman edenler! Haktan yana olup var gücünüzle ve bütün işlerinizde adaleti gerçekleştirin. Allah için şahitlik eden insanlar olun. Bu hükmünüz ve şahitliğiniz isterse bizzat kendiniz, ana ve babanız ve yakın akrabalarınız aleyhinde olsun. İsterse onlar zengin veya fakir bulunsun; çünkü Allah her ikisine de sizden daha yakındır. Onun için, sakın nefsinizin arzusuna uyarak adaletten ayrılmayın. Eğer dilinizi eğip bükerek hakkı olduğu gibi söylemekten çekinir veya büsbütün şahitlikten kaçarsanız, iyi bilin ki Allah bütün yaptıklarınızdan haberdardır.” (Nisa, 4/135)
Alıntı :
“Aralarında, Allah’ın sana indirdiği ahkâm ile hükmet. Sakın onların keyiflerine uyma ve Allah’ın indirdiği hükümlerin bir kısmından seni caydırmalarından sakın...” (Maide, 5/49)
Bu âyetlerde, adalet, insanlar arasında hüküm verirken veya şahitlik yaparken doğruluktan ayrılmama, hiçbir şeyi hakkın önüne geçirilmeme emrolunmaktadır. Bunu insanlara tebliğ ile mükellef olan Allah Rasûlü (s.a.s.), aynı zamanda bu emirleri kendi hayatında da uygulayarak örnek olmuş ve başkalarından yapmalarını istediği davranışları sıkı sıkıya bizzat yapmıştır.
Meselâ, bir hırsızlık olayı ile ilgili olarak Rasûlüllah (s.a.s.)’a müracaat edilmişti. Bu işi yapan soylu bir kabileye ait olduğundan affı isteniyordu. Hattâ araya hatırlı insanlar sokulmuştu. Ancak Allah Rasûlü (s.a.s.) böyle bir aracılık karşısında, kaşlarını çattı, yüzü renkten renge girdi ve daha sonra da şöyle buyurdu:
Alıntı :
“Sizden önceki milletlerin mahvolmasının sebebi şudur: İçlerinden şerefli biri hırsızlık suçunu işlediğinde onu cezasız bırakırlar; zayıf biri hırsızlık edince de, onu cezalandırırlardı. Allah’a yemin ederim ki, Muhammed’in kızı Fatıma da hırsızlık etse, elini ben keserdim ve cezasız bırakmazdım.”
Yine aynı konuyla ilgili olarak şu rivayet de, gayet güzel bir misaldir:
Alıntı :
“Ensardan çokça şaka yapan birisi vardı. Bu sahabî, cemaatı güldürdüğü bir hengâmede, Rasûlüllah elindeki bir değnekle onu dürttü. Onun da birazcık canı incindi. Bu durum karşısında adam Rasûlüllah’a kısas talebinde bulundu. Rasûlüllah da hemen ona kısas için izin verdi. Daha sonra adam: 'Senin üzerinde elbise var, halbuki benim üzerimde yoktu.' diye itiraz edince, Rasûlüllah (s.a.s.) da entarisini yukarıya kaldırdı. Bunun üzerine adam hemen atılarak Rasûlüllah (s.a.s.)’ı sırtından, bilhassa Nübüvvet mührünü öpmeye başladı ve şöyle dedi: 'Ey Allah’ın Rasulü! Aslında benim istediğim bu idi.'”
c. “...Bir de senden ne infak edeceklerini sorarlar. De ki: İhtiyacınızdan artanı harcayın.” (Bakara, 2/219)
Alıntı :
“Onlardan bazı zümrelere, sırf kendilerini denemek için verdiğimiz dünya hayatının süslerine gözünü dikme. Rabbinin sana verdiği nimet, hem daha hayırlı ve değerli, hem de daha devamlıdır.” (Taha, 20/131)
Bu âyetlerde, Allah yolunda infakta bulunma ve inananların kâfirlere gıpta ile bakmamaları tavsiyesi yapılmıştır. Ancak Rasûlullah (s.a.s.), buradaki ölçüyü en ileri bir seviyede kendisi uygulamış; o kadar infakta bulunmuş ki, günlerce ağzına bir tek lokma koymadığı olmuş; hattâ hayatı boyunca, arpa ekmeği ile dahi karnını doyuramamış, aylar geçtiği hâlde O’nun evinde bir çorba kaynatmak için ateş yanmamıştır. Kendisinden bir şey istenildiğinde varsa verir, olmadığı takdirde de va’d ederdi. Bazen üzerine giydiği tek elbisesini bile isteyen olur, O da hiç çekinmeden hemen verirdi.
Bir bedevi gelip O’ndan bir şey istemişti; Allah Resûlü (s.a.s.) ona istediği şeyi vermişti. Bir başkası gelip istemiş, ona da vermişti. Üçüncü bir şahıs isteyince Allah Resûlü (s.a.s.) bu defa verecek bir şey bulamadı da, eline ilk fırsatta mal geçtiğinde vermeyi va’d buyurdu. Bu durum Hz. Ömer (s.a.s.)’i üzmüş, Rasûlüllah (s.a.s.)’ın bu derece rahatsız edilmesinden rahatsız olmuştu. Ayağa kalkarak şöyle dedi: “İstediler verdin. Bir daha istediler yine verdin. Bir daha istediler va’d ettin. Yani bu kadar kendini eziyete sokma Ya Rasûlullah!”
Ancak bu sözler Rasûlüllah (s.a.s.)’ın hoşuna gitmemişti. Tam bu esnada Abdullah b. Huzafetü’s-Sehmî ayağa kalkarak şöyle dedi:“Ver Ey Allah’ın Resûlü; sakın Allah’ın seni fakir bırakacağını ve senden nimetlerini kesivereceğini zannetme!” Hz. Peygamber (s.a.s.) bir süre sustuktan sonra şöyle buyurdu: “İşte zaten ben de bununla emrolundum.”
Bu konuyla ilgili Rasûlüllah (s.a.s.)’ın hayatında pek çok misal görmemiz mümkündür. O, her konuda Kur’ân’ın emrettiği şeyleri hassas bir şekilde kendi hayatına uygulamış ve bu doğrultuda da bir ümmet yetiştirmiştir. Gerçek mânâda Kur’ân’ın yaşandığı dönemlerdeki Müslümanların hayatlarına baktığımızda, Peygamber’in hayatında olan pek çok şeyin, ümmet tarafından yerine getirildiği görülecektir. Burada sadece O’na yakın olan birisinin hayatından bir misalle iktifa edeceğiz.
Hz. Ebû Bekir (r.a.), gayet sade ve fakirane bir hayat yaşıyordu. Halife iken uzun zaman başkalarının koyunlarını sağarak ailesinin nafakasını temin etmeye çalıştı. Neden sonra kendisine maaş bağlandı ama, bu defa da verileni çok buldu. O, Medine’nin en fakir insanının geçimini kendine ölçü kabul etmişti. Bu itibarla da artan parayı bir testiye atıyor ve orada biriktiriyordu; iki buçuk senelik hilafeti süresince, aldıklarını hep böyle biriktirmişti. Vefat edeceği zaman da, kendisinden sonra gelecek halifeye teslim edilmek üzere, bu testiyi vasiyet ediyordu. Hz. Ömer (ra) halife olup da testiyi kırdırınca içinden küçük küçük paracıklar çıktı ve bir de mektup vardı. Bu mektupta, yeni halifeye hitaben şöyle deniyordu:
Alıntı :
“Bu paralar, bana verilen maaştan arta kalanlardır. Ben Medine’nin en fakirini kendime ölçü kabul etmiştim. Artan miktarı bu testiye koydum. Binaenaleyh, bu paralar hazineye aittir ve oraya konulmalıdır.”
Buna benzer, insanı şaşkınlığa çeviren hâdiseler nadirattan vak’alar değildir. İslâm tarihini incelediğimizde, bunun benzeri sayısız olayla karşılaşırız ki, bunlar sadece bilinenleridir. Bir de bunun yanında hiç bilinmeyen, sadece Allah ile o şahıs arasında sır olarak kalanlar vardır ki, işte bütün bunlar, söylediklerini harfiyyen yaşayan ve bu doğrultuda bir toplum meydana getiren Hz. Muhammed’in (s.a.s.) durumunu gösterir.
4. Peygamber’in (s.a.s.) Bütün Yönlerinin Tesbiti
Bir dinin, bir düşüncenin evrensel olmasının şartlarından birisi de, o dini temsil eden şahsın (peygamberin), hayat hikâyesinin en teferruatlı ve sağlam bir şekilde bilinmesidir. Hayatı, ne zaman, nerede, nasıl, hangi şartlarda yaşadığı bilinmeyen insanların temsil ettiği düşüncenin evrensel olması düşünülemez. Çünkü insanların, bu tür kimselerden, hayatlarının bütün yönleriyle ilgili prensipler edinmeleri mümkün değildir. Hayatları tam olarak bilinmeyen bir kısım kimseler etrafında toplanılsa bile, bu toplanma kısa süreli olup, süreklilik kazanmayacaktır. Zira insanlarda, arkasından gittikleri şahısların, bütün yönleriyle hayatlarını öğrenme merakları vardır. Belli bir süre bu, bazı hikâyelerle oyalama şeklinde devam ettirilse bile, bu oyalama sürekli olmayacak, çok geçmeden her şey ortaya çıkıverecektir. Bu açıdan tarihe baktığımızda, yukarıdaki özelliklere sahip tek şahsiyet vardır ki, o da Hz. Muhammed’dir (s.a.s.).
Hayatının bütün yönlerinin tespiti bakımından, diğer peygamberler bu özelliğe sahip olmadığı gibi onların dışındaki diğer bir kısım şahsiyetler içinse hiç söz konusu değildir. Tarihe mâl olmuş hangi şahsiyeti ele alırsak alalım; pek çok yönlerinin kapalı kaldığına şahit oluruz.
Meselâ, Zerdüşt, kendisine tâbi olanların çoğunluğu tarafından büyük bir peygamber olarak tanınmaktadır. Ancak tarih, henüz onun gerçek şahsiyetinin üzerindeki karanlık perdeyi kaldırabilmiş değildir. Budizm en eski dinlerden olup, farklı bölgelerde yayılmış vaziyettedir. Ancak onun kurucusu Budha hakkında da tam ve teferruatlı bir bilgiye sahip değiliz. Yine tarihte her kavme bir peygamber gönderilmiştir. Bunlardan bazılarının isimlerini ve hayat hikâyelerini bize Kur’ân haber vermektedir. Bu peygamberlerin hayatlarının tamamını bilme imkânına sahip değiliz. Tevrat ve İncil’de birbirine zıt ve çelişkili bazı bilgiler verilse bile, bunlar hiçbir zaman doğruyu ifade etmemektedirler. Çünkü bu kitaplar, o peygamberlerden çok sonraları kaleme alınmıştır.
Her hâlde diğer peygamberlerin hayat hikâyelerinin teferruatlı bir şekilde bilinmemesinin hikmeti şu olsa gerektir: Bu peygamberler, yalnızca kendi zamanları ve kendi kavimlerine gönderilmiş peygamberlerdir. O peygamberlerin döneminde kendi kavimleri, onları görüp hayatları için alacakları örnekleri almışlardır. Ancak daha sonra gelecek dönemler için, bu peygamberlerin hayatlarının detaylı olarak bilinmesine gerek kalmamıştır. Çünkü bütün bu peygamberlerin nübüvvetleri, bütün zaman ve mekânlara şamil olan Hz. Muhammed’in (s.a.s.) peygamberliğiyle son bulacaktır. Dolayısıyla hayatının her yönünün bilinmesi zarurî olan peygamber de yine O olmuş oluyordu.
Bu açıdan Resûlüllah (s.a.s.)’ın hayatına bakacak olursak, hiç kimseye nasip olmayan bir durumun söz konusu olduğunu görürüz. Sözlerinden davranışlarına, ondan olaylar karşısındaki tutumlarına, ikrar ve sükûtlarına kadar, hattâ özel hayatının en ince detaylarına kadar bütün hayatının kaydedildiğini ve daha sonraki nesillere aktarıldığını görürüz. O’nun hayatının inananlar tarafından kaydedilmesi ve takip edilmesi, evvelâ Kur’ân tarafından emredilmektedir. Kur’ân’ın pek çok yerinde, Allah’a itaat anlatılırken, Peygamber’e itaat da emredilmiş ve ikisi âdeta birbirinden ayrılmaz bir bütün gibi ele alınmıştır. Bu âyetlerde, Allah’ı sevmenin şartı, Hz. Peygamber’e itaate bağlanmış ve ondan yüz çevirme küfür alâmeti olarak kabul edilmiştir. (1) Ayrıca Allah’a ve Resûlü’ne itaat edenlerin, altından ırmakların aktığı cennetlere konulup orada ebedî kalacakları, itaat etmeyenlerin ise sonsuza dek Cehennem’de kalacakları (Nisa, 4/13-14); itaat edenlerin, Cennet’te peygamberler, sıddîklar, şehidler ve salihlerle beraber olacakları, (Nisa, 4/69); Peygamber’in, kendisine itaatin dışında başka bir şey için gönderilmediği, (Nisa, 4/64–65); aynı zamanda itaatin bir mü’minlik vasfı olduğu (Tevbe, 9/71) gibi hususlar da açık bir şekilde belirtilmiştir. İşte bütün bu hususlar, Hz. Peygamber’in (s.a.s.) hayat ve şahsiyetinin bütün yönleriyle bilinmesini gerektirmiştir ve bilinmesinin neticesidir.
İkinci olarak, gerek Kur’ân’ın tefsiri ve gerekse Kur’ân’da açıkça sözü edilmeyip, Hz. Peygamber (s.a.s.) tarafından konulan birtakım hükümlerle ilgili olarak Resûlüllah (s.a.s.)’ın söyledikleri, yaptıkları ve takrirleri de dinin bir parçası olduğundan, onlar da tespit edilmiş, üzerlerinde çalışılmış ve daha sonraki nesillere mükemmel bir şekilde aktarılmıştır. Ve bu aktarma işi de öyle sıkı bir gözetim altına alınmış ve prensiplere bağlanmıştır ki, O’na ait olmayan ve başkaları tarafından uydurulması ihtimali bulunan her şey ayıklanmıştır. Hattâ bundan da öte, bu aktarma işinde bulunan insanların dahi durumları göz önüne alınmış, mükemmel bir rivâyet silsilesi takip edilmiştir. Batılıların bile hayran kalıp, hayranlıklarını gizleyemedikleri bu sistem, yani Hadis İlmi’nin benzerini tarihte göstermek mümkün değildir. (2)
Başa dönecek olursak, şunları söyleyebiliriz: Diğer dinlerin bütün müessislerinin hayatlarına ait tarihler hep eksiktir. Meselâ Hz. Mesih (as)’in 33 sene devam eden hayatının vak’alarından ancak üç seneye ait olanını biliyoruz. İran’ın dinî mücedditlerini ancak Firdevsi’nin Şehname’siyle tanıyoruz. Hindistan’da yetişen dinî mürşidlerin tarihi, efsanelere bürünmüştür. Hz. Musa (as9 hakkındaki malûmatımızın menbaı ise, kaybolup, ancak onun irtihalinden asırlarca sonra, Babil esaretinin ardından toplanan Tevrat’tır. Belki bu durum, onların evrensel olmayışları şeklinde yorumlanabilir. Çünkü bütün bu peygamberlerin, bu müceddit ve mürşitlerin telkinatı her zaman için lâzım değildi. Belki bunun için onların bütün tarihi payidar olmamış, yalnız onların hayatından malûm olması lâzım gelen kısımlar korunagelmiştir.
Biz bütün dünyaya bir soru sorsak ve desek ki:
“Dinlerin kurucuları arasında en mükemmel bir varlığa sahip olan kimdir?”
Şüphesiz çeşit çeşit cevaplar alırız. Sorumuzun sözlerini biraz değiştirerek:
“Bir taraftan, getirdiği kitap, bütün mukaddes kitaplara nasip olmayan bir muvaffakiyetle ve tam bir sadakatle kayd ve tespit olunan, diğer taraftan hayatının bütün vak’aları, bütün harekâtı, bütün seferleri, hattâ elbisesinin biçimi ve giyim tarzı, simasının bütün çizgileri, söz söyleyişi ve yürüyüşü, tabiatı, muaşeret tarzı, hattâ yemesi, içmesi, uyuması, gülmesi, çalışması, bütün teferruatıyla nakledilen ve kaydolunan yegâne insan kimdir?” diyecek olursak, o zaman alacağımız cevap mutlaka şudur: “Bu zât, ancak Hz. Muhammed’dir(s.a.s.).” (3)
O’nun hayatı sadece insanlar tarafından nakledilmekle kalmamış, aynı zamanda Kur’ân–ı Kerim tarafından da en teferruatlı bir şekilde ele alınmıştır. O’nun yaşantısı, ahlâkı, olaylar karşısındaki tavrı, inananlarla, inanmayanlarla, bu arada hanımlarıyla ve diğer aile ferdleriyle olan münasebeti gibi, hayat, misyon ve şahsiyetinin daha başka yönleri de, bize açık bir şekilde Kur’ân tarafından bildirilmektedir. Demek ki, Hz. Muhammed’e (s.a.s.) nasip olan bu durum, başka hiçbir kimseye nasip olmamıştır.
Evet, 63 yıllık hayatının son 23 yılını peygamber olarak geçiren Hz. Muhammed (s.a.s.), bu zaman zarfında gelen ilâhî vahyi, sadece insanlara tebliğ etmekle kalmamış, bunların hayata nasıl geçirileceğini de bizzat göstermiştir. Binaenaleyh, bugün herhangi bir Müslüman’ın ibadetiyle Hz. Peygamber (s.a.s.)’inki arasında mahiyetçe, şekilce hiçbir fark yoktur. Aynı şeyi, diğer semavî din mensupları için söylemek mümkün değildir.
Önceki peygamberlerin gerek dinî, gerek özel hayatları hakkında otantik bilgilere rastlamak çok güç olduğu hâlde; hamd olsun Allah’a, bu gün bizler, Hz. Peygamber’in (s.a.s.) kullandığı özel eşyaya dahi sahibiz. Öyle sanıyorum ki, bir takım Yahudî ve Hıristiyanların zaman zaman İslâm’a ve Hz. Peygamber’e (s.a.s.) saldırmalarının altında yatan psikoloji, bir bakıma buradan kaynaklanan bir kıskançlık psikolojisi olsa gerektir. (4)
5. Herkese Hitap Etmesi
Herhangi bir fikrin, düşüncenin veya dinin evrensel olabilmesi için, yalnızca belli bir cemaat, grup, topluluk, ırk veyahut da millete mahsus olmayıp, herkesi kucaklaması, davetinin kapsamına alması ve her seviyedeki insana hitap etmesi lâzımdır. Aksi takdirde böyle bir düşünce veya din, millî ve yöresel bir özelliğe sahip demek olup, evrensel değildir. Bu açıdan İslâm dışındaki dinlerin, ideolojilerin veya izmlerin evrensel olduğu söylenemez.
Acaba Hz. Muhammed’den (s.a.s.) başka, bütün insanlığa şamil, umumî bir risalet ile gönderilmiş başka bir peygamber var mıdır? Veya İslâm’dan başka, daveti herkesi kucaklayan başka ilâhî bir din, Allah tarafından bildirilmiş midir?
İsrailoğulları, dünyayı sadece kendilerine mahsus kılmışlar ve dünyayı yalnızca kendi ülkelerinin sınırlarıyla mahdut saymışlardır. Hattâ daha da ileri giderek, bütün âlemlerin Rabb’i olan Allah’ın, başkalarının değil, sadece kendi milletlerinin ilâhı olduğu zannına kapılmışlardır. Bunun içindir ki Benî İsrail peygamberlerine ve Tevrat’a baktığımızda, onların davetlerinin sadece kendilerine münhasır kalıp, diğer milletlere şamil olmadığını görürüz. (5) Bugün bile Hz. Musa (as)’ın şeriatının ve Yahudiliğin, yalnızca Benî İsrail’e has olduğunu ve başkalarına hitap etmediğini rahatlıkla söyleyebiliriz. (6) Hattâ Hz. İsa (as) bile, sadece İsrailoğulları’nın koyunlarını gütmüş, (7) risaletini ancak onların köylerine ve mensup oldukları topraklara tebliğ ile meşgul olmuş ve –onlara göre– evlâtlarının ekmeğini köpeklere vermemeye gayret sarfetmiştir. (Cool
Hintlilerin kutsal kitapları Vedalar’ın da bundan farkı yoktur. Hindular, onların semâdan peygamberlerine inmiş mukaddes kitaplar olduklarını iddia ederler. Ve onların tilâvet ve nağmelerinin de, Arî milletlerinin dışındakilerin kulaklarına duyurulmayacağına inanırlar. Çünkü Arî milletlerin dışındaki diğer bütün insanlar temiz olmayıp, necistir ve kulakları pistir. Dolayısıyla mukaddes kitabın nağmelerine onlar lâyık değildir. Vedalar’ın âyetlerini işittikleri zaman, o kulaklara erimiş kurşun dökmek gerekir. (9)
Cenab–ı Hakk’ın, kulu ve elçisi Hz. Muhammed’e (s.a.s.) gönderdiği Kur’ân–ı Kerim, bütün insanlığa, güzeli göstermek, onları dalâletten kurtarıp, hidayete erdirmek, bâtıldan hakka ulaşmalarını sağlamak, kötüyü bırakıp iyiye yönelmelerini temin etmek, putlara tapmaktan, tevhide, insanların ve zalim idarecilerin baskılarından İslâm’ın adaletine kavuşmalarını sağlamak için gönderilmiştir. İnsanlığın saadetini temin etmek amacını güden Kur’ân–ı Kerim, belli bir zümre, muayyen bir ırk, özel bir zaman, memleket ve yalnızca o dili konuşan insanlar için değil, tam aksine bütün bir beşere gönderilmiştir. (10) Dolayısıyla Kur’ân’ı tebliğ ile mükellef olan Peygamber Efendimiz (s.a.s.) de meselâ: belli bir zamanın, mekânın ve zümrenin değil, bütün zamanların, mekânların ve insanlığın peygamberidir. Ve evrensel bir peygamberdir. Bu evrenselliği, Kur’ân’ın pek çok âyetinde görmemiz mümkündür:
Alıntı :
"De ki: “Ey insanlar ben sizin hepinize Allah tarafından gönderilen Peygamberim. O ki, göklerin ve yerin hâkimiyeti O’na aittir. O’ndan başka ilâh yoktur. Hayatı veren de, ölümü yaratan da O’dur.” Öyleyse siz de Allah’a ve O’nun bütün kelimelerine iman eden Nebiyy–i Ümmi olan o Resûlü’ne inanın. O’na tabi olun ki, doğru yolu bulasınız." (A’raf, 7/158)
"İşte bunun içindir ki ey Resûlüm, Biz seni bütün insanlar için sırf bir rahmet vesilesi olman için gönderdik." (Enbiya, 21/107)
"Ey Resûlüm, Biz seni bütün insanlığa rahmetimizin müjdecisi, azabımızın uyarıcısı olarak gönderdik, lâkin insanların ekserisi bunu bilmezler." (Sebe’, 34/28)
Bunların dışında da birtakım âyetler vardır ki, orada kullanılan kelimelerin de ortaya koyduğu üzere, Kur’ân–ı Kerim, herkese şamil olup, herkese hitap etmektedir. Çünkü, nâs (2/21; 4/79, 7/158; 10/1; 31/33; 35/5; 105, 170), insan (75/3–10; 80/17, 24; 89/15; 100/6–8; 103/1–3), abd ve ibad (2/186; 7/32; 15/49; 17/96; 39/7,10; 89/29), beşer (74/31, 36), benîâdem (7/26, 27, 31, 35; 36/60), âlemîn (21/107; 25/1; 32/2; 38/87; 45/36) gibi kelimeler umum ifade etmektedirler. Resûlüllah (s.a.s.)’ın nübüvveti ve insanlara vahyi tebliğ etmesiyle ilgili olarak kullanılan bu kelimelerden de anlaşıldığına göre, O’nun peygamberliği zaman, mekân ve bir kavim ile mukayyet olmayıp, herkesi içine almaktadır.
Resûlüllah (s.a.s.) da kendisinin yalnızca bir kavmin değil, bütün insanlara gönderilen bir peygamber olduğunu bildirmiştir:
“Benden önceki peygamberlerden hiçbirisine verilmeyen beş şey bana verildi. Ben, bir aylık mesafeden korkuyla yardım edildim. Bütün yer yüzü bana (ümmetime) mescit ve temizleyici kılındı. Benim ümmetimden birisi, namaz vaktine nerede denk gelirse orada kılsın. Bana ganimetler helâl kılındı. Benden önceki peygamberler sadece kendi kavimlerine gönderildikleri hâlde, ben bütün insanlığa gönderildim. Ve bana şefaat hakkı verildi.” (11)
“Bir gün Hz. Ömer, Resûlüllah’a gelerek şöyle dedi: “Ya Resûlallah! Ben, Benî Kureyza Yahûdilerinden birisine söyledim de, bana Tevrat’tan bazı parçalar yazıverdi. Onları sana okuyayım mı?” Bunun üzerine Resûlüllah (s.a.s.)’ın yüzünün rengi değişti. Oradakilerden birisi: “Görmüyor musun Resûlüllah’ın yüzünü?” deyince, Hz. Ömer (ra) şöyle dedi: “Ben Rab olarak Allah’a, din olarak İslâm’a, peygamber olarak da Muhammed’e (s.a.s.) razıyım.” Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.s.)’in yüzünde sevinç belirdi ve şöyle buyurdu:
Alıntı :
“Nefsim kudret elinde olan Allah’a yemin olsun ki, şayet içinizde Hz. Musa (as) zuhur etse, siz de beni bırakıp ona tabî olsanız, dalâlete düşmüş olursunuz. Siz, ümmetlerden benim payıma düşensiniz; ben de peygamberlerden sizin payınıza düşenim.” (12)
Bütün bunlardan anlaşılmaktadır ki Kur’ân–ı Kerim, bütün insanlara şâmil olup, kıyamete kadar da geçerli olacaktır. Ondan sonra bir kitap gelmeyeceği gibi, onun getirmiş olduğu dinden başka bir din de, Allah katında geçerli olmayacaktır. Çünkü onun getirdiği prensipler, herkes tarafından uygulanması mümkün olan ve her türlü ihtiyacı karşılayan bir özelliğe sahiptir. Yeter ki, onu yorumlayanlar, gerektiği gibi ondan anlasınlar ve insanların ihtiyaçlarına uygun cevaplar çıkarabilsinler.
6. İnsanların Bütün İhtiyaçlarını Karşılaması
Herhangi bir düşünce ya da dinin evrensel olabilmesi için, hitap etmiş olduğu bütün insanların ihtiyaçlarını, isteklerini ve arzularını karşılıyor olması lâzımdır. Bunu yerine getiremeyen bir düşünce ya da dinin evrenselliğinden söz edilemez. Bu açıdan diğer din ve düşüncelere baktığımızda, insanların her yönleriyle değil, ancak sınırlı bazı yönleriyle ilgilendiklerini, hayatlarının bazı yanlarını ihmal ettiklerini görmekteyiz. Ancak Kur’ân, bu türlü bir eksiklikten tamamen uzaktır. O, insanın ihtiyaç hissedeceği hiçbir şeyi eksik bırakmamıştır. En önemlisinden, daha az önemlisine kadar her şeyi ele almış, en güzelini insanlara bildirmiştir. Kısacası düşünen, anlayan ve kavrayabilen için Kur’ân’da her şey vardır. Şu âyet de buna işaret etmektedir:
Alıntı :
“...ne kuru ve ne de yaş hiçbir şey yoktur ki, o her şeyi açıklayan Kitap’ta bulunmasın.” (En’âm, 6/59)
Meselâ, inançla ilgili şeyler, insanın asla vazgeçemeyeceği şeylerdir. Bununla ilgili Kur’ân–ı Kerim’de teferruatlı prensipler konulmuş, Yaratıcı’nın isimleri ve sıfatlan genişçe ele alınmıştır (2/255; 6/102; 20/14; 21/22; 23/91; 42/11; 59/22–24; 67/1–2; 112/1–4); ayrıca ibadete yalnızca Allah’ın lâyık olduğu vurgulanmış (7/191–195; 16/17; 22/73–74; 46/4–6); meleklere, peygamberlere ve indirilen kitaplara inanma tavsiyesi yapılmış (2/136; 4/136); öldükten sonra dirilme, insanın dünyadayken yaptıklarından hesaba çekilip mutlaka karşılığını göreceği bildirilmiştir (21/104; 30/27; 32/10; 34/7; 36/78–79; 50/3, 15; 56/47–50; 64/7; 75/3–4).
Namaz, oruç, zekât, hac gibi ibadetlerle ilgili esaslar va’z edilmiş, insanların yaşantılarında ihtiyaç hissedecekleri kurallar konmuştur. Bu cümleden olarak helâl–haram olan şeyler belirtilmiş (2/188, 275; 3/130; 4/10; 6/152), alış–verişlerdeki esaslar üzerinde durulmuş (2/282; 4/6; 5/106), yetimler ve onların vasileriyle ilgili hükümler belirtilmiş (4/2–10), evlilik, boşanma, nafaka, iddet, süt emzirme gibi konular dile getirilmiştir. Yine bazı suçlara uygulanacak olan cezalar açıklanmıştır meselâ, kasden adam öldürmede uygulanacak kısas cezası (2/178), hatâen öldürmedeki ceza (4/92), yol kesenlere verilecek ceza (5/33), hırsızlık cezası (5/38, 94; 24/2), zina cezası (24/2), iffetli kadınlara zina isnadı cezası (24/4), gibi müeyyideler konulmuştur. Yine insanların arası bozulduğunda takip edilmesi gereken yol belirtilmiş (49/9–10), ailevî problemlerle ilgili çözüm yollan sunulmuş (4/34–35), Müslümanların gayr–i müslimlerle münasebetlerindeki kurallar, sulh anındaki (4/90; 8/61), veya savaş esnasındaki münasebetler (2/190), devamlı olarak savaşa karşı hazırlıklı olma (8/60), düşmanla karşı karşıya gelince çekinmeme, onlardan kaçmama (4/104; 8/15–16), siyasî sığınma isteyenin durumu (9/6), savaş esirlerine uygulanacak muamele (47/4), antlaşma hükümleri (8/58; 9/4; 16/91) gibi prensipler üzerinde durulmuştur.
Ayrıca üzerinde önemle durulan hususlardan bir diğeri de ahlâkî prensiplerdir. Meselâ, akrabalara nasıl davranılacağı (4/36), kötülüğün iyilikle savılacağı ve affetmenin güzel bir haslet olduğu (3/133–134; 5/13; 42/40), doğruluğa teşvik (9/119), emanete saygılı olma (4/58,107; 8/27; 23/1–11), adalete teşvik, (16/90), mütevazi olup, kibir ve çalımdan kaçınma (17/37; 25/63–75; 31/18–19), alay etmenin ve lâkap takmanın hoş bir şey olmadığı (49/11), sû–i zandan, gıybetten ve tecessüsten kaçınma (49/12), başkalarının evlerinin gizliliklerine saygı, oraya girerken dikkat edilmesi gerekli prensipler (24/27–29, 58–59), kadınların namuslarına göstermeleri gereken ehemmiyet (24/31; 33/32, 33, 59), misafirlikle ilgili kurallar (33/53) gibi pek çok konu ele alınmıştır. Kısaca söylemek gerekirse Kur’ân, çok geniş bir konu çeşitliliğine sahiptir. Ve bütün bu işlenen konular, insanların hayatlarında mutlaka önlerine çıkacak meselelerden ibarettir. Dolayısıyla insanlar, kendilerinin ihtiyaç duyacakları şeyleri rahatlıkla buradan çıkarıp alabilirler. Bu da Kur’ân–ı Kerim’in evrensel bir özelliğe sahip olduğunu gösterir.
7. Getirilen Prensiplerin Kabul Edilebilir Olması
Öteden beri pek çok fikir ortaya çıkmış, pek çok felsefî akım meydana getirilmiş ve pek çok sistem insanlığa sunulmuştur. Ancak bunların hiçbiri uzun ömürlü olmamış, en yıkılmaz gibi görünenler bile çok kısa denecek bir zaman diliminde silinip gitmiş, sadece adları kalmış, hattâ bazılarının adları bile unutulmuştur. Onları bu duruma düşüren sebeplerin başında, ortaya koymuş oldukları ilkelerin herkes tarafından kabul edilebilecek bir özelliğe sahip olmamaları gelmektedir. Kur’ân–ı Kerim’e gelince, onun getirmiş olduğu gerek i’tikadî, gerek ahlâkî ve gerekse amelî prensipler, herkes tarafından kabul edilebilir bir niteliğe sahiptir. Çünkü o prensiplerin sahibi, insanın yaratıcısı ve dolayısıyla kimin ne kadar yükü kaldırabileceğini en iyi bilen Yüce Allah’tır. Kabul edilebilirlik, evvelâ öne sürülen kuralların uygulanabilmesine ve akla uygunluğuna bağlıdır. Cenab–ı Hak, insanları zora koşmamış, kimsenin altından kalkamayacağı bir yükü de yüklememiştir:
“...Allah size kolaylık diler, zorluk dilemez...” (Bakara, 2/185) beyanı da bunu göstermektedir.
Ancak bazı kimseler Kur’ân–ı Kerim’de bildirilen özellikle hükümlerin bazılarına itiraz etmiş, bunların ancak Kur’ân’ın indiği asırda geçerli olabileceğini, günümüzde bunların yerine yeni bazı prensiplerin konulması gerektiğini savunmuşlardır. Bu düşünceler, daha çok oryantalistler tarafından ileri sürülmüş, onlardan da bazı kişiler etkilenmişlerdir.
Meselâ, bir hırsızlık cezası olan el kesmenin, çok evliliğin, miras hukukunda kadına erkeğe nazaran daha az pay verilmesinin vs. günümüz için geçerli olamayacağı iddia edilmiştir. Biz bu makalemizde bunları tek tek ele alacak değiliz. Ancak tenkit edilen bu hükümler tarafsız bir gözle, temiz bir vicdanla, şartlanmışlıktan öte bir yaklaşımla ve insanlığın çok büyük çoğunluğunu bedbaht etmiş, dünyayı kana boyamış mevcut sefih medeniyetin kriterlerine göre değil, İslâm’ın bütünlüğü içinde incelendiği zaman, bu hükümlerin de ne ölçüde mükemmeliyet ifade ettiği görülecektir ve zaten bunlar, ehillerince açıklanmıştır.
İnsan, bir emir veya yasağı incelediğinde, onu önce kendi nefsinde düşünerek, aynı şartlarda kendisinin olduğunu kabul etse ve meseleye öyle yaklaşsa, olayları daha farklı değerlendirecektir. Bunun yerine birtakım kavramlara sığınıp, başkalarının tesirinde kalarak meseleye yaklaşmak ise, kişiyi hatalı görüşlere götürür.
Bu çalışmada evrenselliğin belli başlı şartları üzerinde durulmuştur. Neticede bütün bu şartların Kur’ân–ı Kerim’de varlığını yakînen görmüş olduk. Bütün bunlardan sonra rahatlıkla Kur’ân–ı Kerim’in evrensel olduğunu ve bunda hiçbir şüphenin bulunmadığını söylememiz mümkündür. Ve bu durum, kıyamete kadar da devam edecektir. Çünkü ondan başka kitap indirilmeyecek ve onu insanlığa ulaştıran Peygamber’den (s.a.s.) başka da bir peygamber gönderilmeyecektir.
(Doç. Dr. Muhittin AKGÜL)
Dipnotlar:
1. “Ey Resûlüm, de ki: “Ey insanlar, eğer Allah’ı seviyorsanız, gelin bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah Ğafurdur, Rahimdir. De ki: Allah’a ve Rasûlullah’a itaat ediniz. Şayet yüz çevirirlerse, bilsinler ki Allah kâfirleri sevmez.” (Âl–i İmran, 3/31–32)
2. Meşhur bir Alman âlimi olan Dr. Sprenger 1853–1864 yılları arasında Kalkuta’da basılan İbn Hacer el–Askalâni’nin el–İsabe’sine yazmış olduğu İngilizce mukaddimede şöyle demektedir: “Daha önce yaşamış olan milletler arasında, hiçbir millet yoktur ki –nasıl ki şimdi de muasır milletler arasında böyle bir millet bulunmamaktadır– esma–i rical (biyografi ilmi) adıyla anılan kişilerin terceme–i hâlleri hakkında, Müslümanların yaptıklarını yapmış olsunlar. Bu çok önemli ilimde 500.000 kişinin biyografisini toplamışlardır.” Nedvî, Süleyman, er–Risaletü’l–Muhammediyye Daru’s–Suûdiyye. Cidde 1984, s. 62 (1. dipnot).
3. Şiblî, Mevlâna, Asr–ı Saadet (Ter: Ömer Rıza Doğrul), Eser Neşriyat ve Dağıtım, İst. 1977, 1/18–19.
4. Kaya, Mahmud, İslâm’ın Evrenselliği Üzerine Ebedî Risalet Sempozyumu l. İzmir 1993, s. 306.
5. Tevrat’ın bölümlerinin hepsini okuyan bir kimse, ne Hz. Musa’nın, ne de İsrailoğulları’nın başkalarını kendi dinlerine davete memur olduklarını gösteren bir şey bulamaz. Bütün bölümlerde yazılanlar, Yahûdîliğin kendilerine has bir din, Rabb’in de yine onlara ait Tanrı olduğu fikrini te’yîd eder. Derveze, Muhammed İzzet, Tarîhu Benî İsraîl Min Esfârihim’den naklen Çelebi, Ahmet, Mukayeseli Dinler Açısından Yahudilik (Çev: Ahmet M. Büyükçınar, Ömer Faruk Harman), Kalem Yayınevi, İst. 1978. s. 186. Ayrıca bkz: Farukî, İsmail Raci, İbrahimî Dinlerin Diyaloğu (Çev: Mesut Karaşahan), Pınar Yayınları, İst. 1993, s. 35 vd.
6. Yahûdîlerin, dinlerini sadece kendilerine tahsis etmeleri ve yabancıların bu dine girmesine karşı çıkmaları, bir nevî benlik ve kendini üstün, mümtaz görme duygusu sebebiyledir. Bu, öyle bir duygudur ki, sanki diğer insanlara karşı Yahudilerin değerini yükseltmekte ve kendileri dışındaki bütün insanları vahşî veya hayvan kabul etmelerine sebep olmaktadır. Çelebi, Ahmet, a.g.e. s. 187.
7. Fakat İsa cevap verip dedi: “Ben, İsrail evinin kaybolmuş koyunlarından başkasına gönderilmedim.” (Matta, 15/24) ifadesi de bunu göstermektedir.
8. Nedvî, Seyyid Süleyman, er–Risaletü’l–Muhammediyye 165–166. Ayrıca bkz: Kahraman, Ahmet, Mukayeseli Dinler Tarihi s. 159–160.
9. Nedvî, Seyyid Süleyman, er–Risaletü’l–Muhammediyye s. 166. Ayrıca bkz: Kahraman, a.g.e. s. 106.
10. Abdulhalim Mahmud, Ali, Âlemiyyetü’d–Da’veti’l–İslâmiyye Daru’l–Vefa, Kahire 1992, s. 161.
11. Buharî, teyemmüm 1, salat 56; Müslim, mesacid 3; Nesaî, gusül 26; Darimî, siyer 28, salat 111.
12. Darimî, mukaddime 39; Müsned 3/471, 4/276.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Limoni
Co-Admin
Limoni


Mesaj Sayısı : 6150
Rep Gücü : 14991
Rep Puanı : 44
Kayıt tarihi : 27/05/09

Kuran Hükümleri Tarihsel mi Evrensel mi?  Yüksel Çayıroğlu Empty
MesajKonu: Tarihselci olmak günah mı?   Kuran Hükümleri Tarihsel mi Evrensel mi?  Yüksel Çayıroğlu Icon_minitimeC.tesi Ağus. 12, 2023 10:56 am

https://sorularlaislamiyet.com/tarihselci-olmak-gunah-mi
Tarihselci olmak günah mı?




Kur'an, metin olarak tarihsel, mesaj olarak ise evrenseldir. Tarihsel olması, belli bir zaman ve belli bir coğrafyada inmesidir. Evrensel olması ise zaman ve mekân kayıtlarının fevkinde bütün insanlara gönderilmesidir.
Bu nedenle, Kur'an ayetlerini, hükümlerini ve mesajlarını belli bir zaman dilimine hapsetmek ve geçici olduğunu iddia etmek anlamında bir tarhselcilik anlayışı, sadece günah değil aynı zamanda dini ve imani bir risk taşır.
Kur'an'ın ilk muhatapları Arap kavmidir, bundan dolayı Arapça olarak nazil olmuştur. Deve, onların en iyi bildikleri hayvanlardan biri olduğundan ayette şöyle denilmiştir:
Alıntı :
اَفَلاَ يَنْظُرُونَ اِلَى اْلاِبِلِ كَيْفَ خُلِقَتْ
“Şimdi, deveye bakmıyorlar mı, nasıl yaratılmış!..” (1)
Öte yandan dikkat çekecek şekilde o devirde yaşanan olaylara yer verilmiştir. Mesela, Enfal suresi, yetmiş beş ayetiyle Bedir Savaşını anlatır.
Âl-i İmran suresinde, yüz yirmi birinci ayetten itibaren altmış ayet Uhud Savaşından bahseder.
Ahzab suresinde dokuzuncu ayetten itibaren on dokuz ayet Hendek Savaşını tasvir eder.
Yirmi dokuz ayetten müteşekkil Fetih suresi, Hudeybiye Barışı münasebetiyle inmiştir.
Tevbe suresinde otuz sekizinci ayetten sure sonuna kadar doksan bir ayet, Tebük Seferiyle alakalıdır.
Bütün bunlar Kur'an'ın metin olarak tarihsel olduğunu gösterir. Ama onun tarihsel olması mesajının evrensel olmasına engel değildir. Çünkü o bir kavme değil bütün milletlere, bir devre değil bütün zamanlara gönderilmiştir.
Hz. Peygamber (asm), kendisine diğer peygamberlere verilmeyen beş şeye dikkat çekerken birisini de şöyle ifade buyurur:
Alıntı :
“Her peygamber sadece kendi kavmine gönderilirdi, ben ise bütün beşeriyete gönderildim.”(2)
Kur'an, son ilahi mesajdır. Belli bir kavme değil bütün insanlara gönderilmiştir. Belli bir zamana değil bütün zamanlara hitap etmektedir.
Araplar her ne kadar Kur'an’ın ilk muhatapları ise de tek muhatabı değillerdir. Güneş on dört asır evvelinde dünyayı aydınlatıyordu, bugün yine aydınlatıyor, yarın da aydınlatmaya devam edecek.
Benzeri bir durum Kur'an güneşi için geçerlidir.
Kur'an’ın evrenselliğinde şu gibi noktalar öne çıkmaktadır:
1) Kur'an, dayanağı itibarıyla evrenseldir, çünkü alemlerin Rabbinin kelamıdır.
2) Kur'an, hitabında evrenseldir. İlk muhatapları Arap olmakla beraber “Ey Araplar” diye hitap etmez, “Ey insanlar!”, “Ey iman edenler!” şeklinde umuma hitap eder.(3)
3) Kur'an, fıtrata hitap ettiği için evrenseldir. Fıtrat ise bütün zamanlarda aynı özellikler gösterir. Mesela yalanı yasaklar.(4) Bu yasak, bütün zamanlarda geçerli olan bir yasaktır. Çünkü yalan, her devirde kötüdür.
4) Kur'an, meseleleri çözmesinde evrenseldir. Mesela ilk nazil olduğunda ırkçılık problemini çözmüş, günümüzde de aynı esaslarla çözmeye devam etmektedir.(5)
5) Kur'an, nasslar dışında aklı ve içtihadı devreye sokmasıyla evrenseldir. Çünkü ayet ve hadisler sınırlı, olaylar ise adeta sınırsızdır. Bu sınırsız olaylara Kur'anî bir akılla, yani onun esaslarından yola çıkan aydınlanmış bir akılla çözüm üretmek mümkündür.
Mesela Kur'an’ın nassıyla hamr (sarhoşluk veren şeyler) haramdır.(6) Günümüzde bira ve benzeri bütün sarhoşluk verici şeyler, bu haramlık çerçevesinde değerlendirilir. Hz. Peygamber (asm) şöyle bildirir:
Alıntı :
“Çoğu sarhoş eden nesnenin azı da haramdır.”(7)
“Sarhoş eden her şey hamrdır ve sarhoş eden her şey haramdır.”(Cool
Bediüzzaman, konuyla ilgili şöyle der:
Kur'an’ın düsturları, kanunları, ezelden geldiğinden ebede gidecektir. Medeniyetin kanunları gibi ihtiyar olup ölüme mahkum değildir. Daima gençtir, kuvvetlidir.(9)
Her asırda taze nazil oluyor gibi tazeliğini, gençliğini muhafaza ediyor. Evet, Kur'an, bir hutbe-i ezeliye olarak umum asırlardaki umum tabakat-ı beşeriyeye birden hitap ettiği için öyle daimî bir şebabeti bulunmak lazımdır. Hem de öyle görülmüş ve görünüyor. Hatta efkârca muhtelif ve istidatça mütebayin asırlardan her asra göre güya o asra mahsus gibi bakar, baktırır ve ders verir.
Beşerin asar ve kanunları, beşer gibi ihtiyar oluyor, değişiyor, tebdil ediliyor.
Fakat Kur'an’ın hükümleri ve kanunları, o kadar sabit ve rasihtir ki, asırlar geçtikçe daha ziyade kuvvetini gösteriyor.(10)
Özetle, Kur'an belli bir zaman diliminde indirilmiştir, ancak hükümleri kıyamete kadar geçerlidir.
İlave bilgi için tıklayınız:
- Nesh / nesih ve tarihsellik nedir, aralarında bir ilişki ve bağlantı var mı ...
Dipnotlar:
1) Gaşiye, 88/17.
2) Müslim, Mesacid, 3. Diğer dördü şunlardır: Bir aylık mesafeden düşmanın kalbine korku salmak, yeryüzünün bir mescid kılınması, ganimetlerin helal olması ve şefaat hakkı verilmesi.
3) Mesela bk. Bakara 2/22, 104, 153, 168, 172, 178, 183, 208, 254, 264; Nisa 4/1, 133; A’raf 7/158; Hac 22/1; Yunus 10/57, 104, 108; Hucurat 49/1, 2, 6, 10, 11, 12, 13…
4) Hac, 22/31.
5) bk. Hucurat 49/10 ve 13. ayetlere.
6) Maide, 5/90.
7) Ebû Dâvud, Eşribe, 5; Tirmizî, Eşribe, 3.
Cool Müslim, Eşribe, 73-75; Tirmizî, Eşribe, 1-2.
9) bk. Sözler, s. 408.
10) bk. age., s. 407.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Kuran Hükümleri Tarihsel mi Evrensel mi? Yüksel Çayıroğlu
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» Tarihsel ci olmak günah mı? Kuran tarihseldir demek
» SÜNNETİN KUR’AN’DA YER ALAN BAZI HÜKÜMLERİ NESHETMESİ
» LGBTİ eş cinsel Eşcinsellik konusunda dinimizin hükümleri
» İNSAN HAKLARI EVRENSEL BEYANNAMESİ maddeleri ....islam
» Eşcinsellik -homoseksüellik- lezbiyenlik konusunda İslam'ın hükümleri nelerdir?Muhacirlerin tavrı ne olmalı?

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
KUTLU FORUM :: İslami ilimler ve dini kültür :: Kuran-Tefsir-
Buraya geçin: