| KUTLU FORUM Bilgi ve Paylaşım Platformuna Hoş Geldiniz |
|
| KURANDA ÇELİŞKİ YOKTUR...ateist ve msiyonerlere cevaplar | |
| | Yazar | Mesaj |
---|
@bdulKadir Adminstratör
Mesaj Sayısı : 6736 Rep Gücü : 10015190 Rep Puanı : 97 Kayıt tarihi : 17/03/09 Yaş : 61 Nerden : İzmir
| Konu: KURANDA ÇELİŞKİ YOKTUR...ateist ve msiyonerlere cevaplar Cuma Ara. 25, 2009 11:59 pm | |
| ATEİST SİTELERDE BAZI AYETLER ARASINDA ÇELİŞKİ VEYA ZITLIK OLDUĞU İDDİA EDİLMEKTEDİR.ÖNYARGI VE BİLGİSİZLİK ÜRÜNÜ BU YORUMLARIN YANLIŞLIĞINI KISACA SİZLERE SUNMAK İSTİYORUZ 4/82- Onlar hâlâ Kuran'ı iyice düşünmüyorlar mı? Eğer o, Allah'tan başkasının katından olsaydı, kuşkusuz içinde birçok aykırılıklar(çelişkiler, ihtilaflar) bulacaklardı. Kaç tane melek Meryem’le konuşuyordu? Sonra onlardan yana (kendini gizleyen) bir perde çekmişti. Böylece ona ruhumuz (Cibril'i) göndermiştik, o da, düzgün bir beşer kılığında görünmüştü. Demişti ki: "Gerçekten ben, senden Rahman (olan Allah)a sığınırım. Eğer takva sahibiysen (bana yaklaşma)."Demişti ki: "Ben, yalnızca Rabbinden (gelen) bir elçiyim; sana tertemiz bir erkek çocuk armağan etmek için (buradayım)." (19 Meryem Suresi, 17/19) (Zekeriya) "Rabbim, bana bir alamet (ayet) ver." dedi. "Sana alamet, işaretleşme dışında, insanlarla üç gün konuşmamandır. Rabbini çokça zikret ve akşam sabah O’nu tesbih et." dedi. Hani melekler: "Meryem, şüphesiz Allah seni seçti, seni arındırdı ve alemlerin kadınlarına üstün kıldı," demişti. "Meryem, Rabbine gönülden itaatte bulun, secde et ve rüku edenlerle birlikte rüku et." (3 Ali İmran 41/43) Bu iki ayet grubu okunduğunda farklı iki olay anlatıldığı görülmektedir. Meryem suresindeki ayetlerde Meryem’in Cebrail ile karşılaşmasında söz edilir. Ali İmran suresindeki ayetlerde ise anlatılan farklı bir olaydır. Bu başka bir yerde, başka bir zamanda Meryem ile meleklerin konuşmasından söz edilmektedir. Dolayısıyla bir yerde çoğul meleklerden söz edilmesi diğer yerde ise tek ruhtan (Cebrail) söz edilmesi arasında bir çelişki yoktur. Allah’ın bir günü dünyadaki kaç güne eşittir? Herhalde ayetler okunurken sadece rakamlara odaklanıldığından ve rakamlar arasında bir fark bulunduğundan bir çelişki varmış gibi gözüküyor. Oysa ayetler dikkatli okunursa ortada bir çelişki yoktur. Çünkü ayetlerde anlatılan zamanların dışında olaylarda farklıdır. Olaylar farklı olduğu için, zamanların farklı olması son derece doğaldır. Şimdi bu ayetleri bir daha dikkatli bir şekilde okuyalım: Gerçekten, senin Rabbinin katında bir gün, sizin saymakta olduklarınızdan bin yıl gibidir. (22 Hac, 47)Burada Allah katında bir gün insanların saymakta olduğu bin yıl gibi olduğu bildiriliyor. İkinci ayet şöyle: Gökten yere her işi O evirip düzene koyar. Sonra (işler,) sizin saymakta olduğunuz bin yıl süreli bir günde yine O'na yükselir.(32 Secde Suresi , 5) Burada bildirilen ise işlerin bizim saymakta olduğumuz bin yıl süreli bir günde Allah’a yükseleceğidir. Burada dikkat edilecek nokta olaya konu olan şey “iş”lerdir. Yani yükseldiği söylenen “iş”lerdir.Üçüncü ayet ise şöyle: Melekler ve Ruh (Cebrail), ona, süresi elli bin yıl olan bir günde çıkabilmektedir. (70 Mearic Suresi,4) Burada ise “meleklerin ve ruhun” ona elli bin yıl süreli bir günde çıkabildiği bildirilmektedir. Şimdi önceki ayette dikkat ederseniz yükselen “iş”lerdir. Bunlar bin yıl olan bir günde çıkarlar. Son ayette olan ise yükselen “melekler ve ruhtur”. Yani iki farklı sürenin söz konusu olması iki farklı nesneden kaynaklanır. Birincisinde “iş” lerdir. İkincisinde ise “Melekler” ve “ruh”tur. Burada şunu sorabilirsiniz, bizim için bir gün nasıl işler için bin yıl ve melekler için 50 bin yıl sürer? Burada da zamanın izafi olmasıyla ilgili bir gerçek saklıdır. İzafiyet teorisi bize zamanın da izafi olduğunu söyler. Bir cismin hızı arttıkça onun için zaman yavaşlar. Bu teorik ve deneysel olarak ta ispatlanmış bir gerçektir. Yapılan bir deney var. İki tane çok hassas atom saati alınıyor. Birisi yüksek hızlı bir uçağa konuyor diğer ise yerde tutuyor. Uçak bir süre uçup döndüğünde uçaktaki saat yerdekine göre biraz daha yavaş ilerlemiş olduğu görülüyor.Hızlar arttıkça zaman daha da yavaşlar. Örneğin 30 yaşında iki ikiz kardeş düşünelim. Birisini bir uzay gemisine koyalım. Işık hızında yada buna yakın bir hızla bu uzay gemisinin bir saat gittiğini düşünelim. Bu gemi dünyaya geri döndüğünde gemideki kişi için zaman sadece bir saat olsa da, yeryüzünde geçen zaman 30-40 yıl boyutunda bir zaman olacaktır. Uzay gemisindeki ikiz kardeş hala 30 yaşında iken, yeryüzünde yaşayan ikiz kardeş 60 yaşına gelmiş olacaktır. Yani bu durumu ifade edersek, geçen süre yeryüzündekine göre 30 yıl süren bir saatlik bir gemi yolculuğu söz konusudur. İşte buradaki ayetlerde sizin için 50 bin yıl olan bir gün de çıkar ifadesi bunu anlatmaktadır. İnsanlar için geçen süre 50 bin yıl iken son derece yüksek hızda hareket eden birisi için bu sadece bir gün olacaktır. Melekler 50 bin yıl olan bir günde çıkarlarken, işler ise bin yıl süreli bir günde çıktığı ayetlerden bildirilmektedir. Örneğin hızların değişik olduğu iki cisim düşünün. İkisi de kendileri açısından aynı süre hareket etseler de hızları farklı olduğu için onlara göre yeryüzünde geçen süre daha yavaş olacaktır. Ölürken ruhu kim alır? Bu iddiaya göre bazı ayetler insanların canlarını alan olarak de tek bir melekten söz edilirken, bazı ayetlerde ise bir çok melekten söz edildiği, dolayısıyla iki ayet arasında çelişki olduğudur. Ayetlere bakarsak ortada bir çelişkinin olmadığı daha rahat anlaşılacak.Secde suresindeki ayet şöyledir: De ki: "Size vekil kılınan ölüm meleği, hayatınıza son verecek, sonra Rabbinize döndürülmüş olacaksınız." (32 Secde Suresi, 11) Burada vekil kılınan ölüm meleğinden söz ediliyor. Yani herkesin ölüm meleği bir tanedir. Herkese tek melek vekil kılınmakta ve o melek bizzat canı almaktadır. Bu yüzden buradaki ölüm meleği ifadesi tekil. Muhammed suresindeki ifade ise şöyledir: Öyleyse melekler, yüzlerine ve arkalarına vura vura canlarını aldıkları zaman nasıl olacak? (47 Muhammed Suresi, 27) Burada canları alınan bir çok inkarcıdan söz edilmektedir.Onların canlarını alanda bir çok melek vardır. Her biri için vekil kılınmış ölüm meleği farklı olduğu için çoğul bir ifade burada kullanılmıştır. Yer ve gök kaç günde yaratılmıştır? Bir çok ayette göklerin ve yerin 6 günde yaratıldığından söz edilir. Fussilet suresinde ise göğün ve yerin yaratılış ve düzenlenme safhalarından söz edilirken toplam 8 günün ortaya çıktığı öne sürülmekte ve bunun çelişki olduğu düşünülmektedir. Oysa belirtilen yaratma aşamalarının yanlış hesaplanması sonucundan ötürü çelişki var gibi görünmektedir. Eğer ayetteki ifadeler dikkatli okunursa yaratılış kısmının sadece 6 günde olduğu anlaşılacaktır. Şimdi Fussilet Suresindeki ayetleri görelim: De ki: "Gerçekten siz mi yeri iki günde yaratanı inkâr ediyor ve O'na birtakım eşler kılıyorsunuz? O, alemlerin Rabbidir." Orda (yerde) onun üstünde sarsılmaz dağlar var etti, onda bereketler yarattı ve isteyip-arayanlar için eşit olmak üzere ordaki rızıkları dört günde takdir etti. Sonra, duman halinde olan göğe yöneldi; böylece ona ve yere dedi ki: "İsteyerek veya istemeyerek gelin." İkisi de: "İsteyerek (İtaat ederek) geldik" dediler. Böylece onları iki gün içinde yedi gök olarak tamamladı ve her bir göğe emrini vahyetti. Biz dünya göğünü de kandillerle süsleyip-donattık ve bir koruma (altına aldık). İşte bu, üstün ve güçlü olan, bilen (Allah)'ın takdiridir. (41 Fussilet Suresi, 9/12) Burada 9. ayette yerin yaratılmasının iki günde olduğu bildirilmektedir. 10. ayette ise dağların ve besinlerin takdir edilmesinin 4 günde olduğu söylenmektedir.Yerin ve göğün yaratılış süreci beraber gerçekleşmiştir. Allah göklerin ve yerin birlikte iken onları birbirinden ayırdığını ayette bildirmektedir: O inkâr edenler görmüyorlar mı ki, (başlangıçta) göklerle yer, birbiriyle bitişik iken, biz onları ayırdık …… (21 Enbiya Suresi, 30) Yer yaratıldığında gökte diğer yandan aynı zamanda yaratılmaktadır. 11. ayete bakarsanız burada sonra duman halinde olan göğe yönelindiğinden söz edilir. Bu ifadeden de anlaşılacağı gibi bir gök vardır. Daha önceden var edilmiştir. Dolayısı ile bundan sonra bir yaratma söz konusu değildir. 12. ayete bakılırsa burada var olan göğün 7 kat olarak düzenlendiğinden söz edildiği görülecektir. Bu ayette geçen ifade yaratmaktan farklıdır. Yaratmak için “haleke” (خلق)fiili kullanılırken, bu ayette geçen kelime farklıdır. Bu kelime karşılığı yaratma değil düzenleme anlamına gelen “Qadeyehune” (قضيهن) kelimesidir. Yani burada yaratılmış var edilmiş bir şeyin daha sonradan düzenlenmesi söz konusudur. Bu düzenleme 2 gün sürmüştür. Bu bir yaratılma değil bir düzenlemedir sadece. O yüzden 6 günde yaratmanın dışında bir süreci ifade eder. Yaratılmanın olduğu kısım 9 ve 10. ayete bildirilen 6 günde tamamlanmıştır. Dolayısıyla yaratmanın 8 gün sürmesi söz konusu değildir. Yukarıda ki ayetlere göre düşünülürse, ilk iki günde yer yaratılmaya başlanmıştır. Sonraki dört günde yeryüzündeki dağlar oluşmaya başlarken bir yandan da atmosfer oluşmaya başlamıştır. Bu esnada yeryüzünde ilk besinlerin de oluşmaya başlandığı anlaşılmaktadır.Bu besinleri günümüzdeki bitkiler vs olarak düşünmemek gerekir. Bu ilk canlılığın yeryüzünde oluşmaya başlanmasıdır. Ayetteki ifade dikkatli edilirse “isteyip arayanlar” için besinlerin yaratıldığı söylenmektedir. Yani yeryüzünün ilk taratılmasından sonra yerde var olan canlı türleri hangisiyse ( Örneğin o dönemki atmosfer şartlarına göre bakteriler olabilir) onların ihtiyacı olan yani ayetteki ifadeyle onların isteyip aradığı besinler de aynı anda var edilmiştir. Bu süreç 4 gün sürmüştür. Toplam olarak yerlerin ve göklerin yaratılması bu 6 günde meydana gelmiştir. Burada yaratma süreci bitmiş ve düzenleme süreci başlamıştır. Son iki günde ise daha önceden var olan, yaratılmış olan gökyüzünün günümüzde olduğu gibi 7 kat olarak düzenlenmesidir. Ayrıca gün kelimesinin Kur'an'da " Çağ,dönem,..." anlamlarında kullanıldığını da unutmayalım!Yani Dünya 6 dönemin sonunda var edilmiş, yaratılmıştır ! Gök mü yer mi önce yaratıldı? Naziyat ve Fussilet suresinde geçen ifadelerden yola çıkarak iki farklı yerde yerin ve göğün yaratılışıyla ilgili farklı bir sıralamanın olduğu iddia edilmektedir. Bu farklılığın bir çelişki olduğu söylense de, gerçek iddia edildiği gibi değildir. Aslında yerler ve göklerin yaratılmasında bir sıralama yoktur. İkisi de aynı anda yaratılmıştır. Enbiya suresindeki bir ayette şöyle bildirilmektedir: O inkâr edenler görmüyorlar mı ki, (başlangıçta) göklerle yer, birbiriyle bitişik iken, biz onları ayırdık . (21 Enbiya, 30). Görüldüğü hem gök hem de yer birlikte vardı. Yaratılışlarında bir sıralama olmadığı gibi birlikteyken ayrılma söz konusu olmuştur. Diğer ayetler de dikkatli okunduğunda. Böyle bir sıralama yapılmadığı görülecektir. İlk önce Fussilet suresindeki ayetlere bakarsak bunu daha iyi görebiliriz. Orda (yerde) onun üstünde sarsılmaz dağlar var etti, onda bereketler yarattı ve isteyip-arayanlar için eşit olmak üzere ordaki rızıkları dört günde takdir etti. Sonra, duman halinde olan göğe yöneldi; böylece ona ve yere dedi ki: "İsteyerek veya istemeyerek gelin." İkisi de: "İsteyerek (İtaat ederek) geldik" dediler. (41 Fussilet Suresi, 10/11) 10. ayete bakarsak yerin yaratılmasından söz edilir. 11. ayette ise “sonra duman halinde göğe yöneldi” ifadesi vardır. Yani burada göğün daha sonradan yaratılması söz konusu değildir. Gök zaten vardır. Olan duman halindeki göğe yönelmedir. Eğer 11. ayete bakarsanız konu şöyle devam eder: Böylece onları iki gün içinde yedi gök olarak tamamladı ve her bir göğe emrini vahyetti. Biz dünya göğünü de kandillerle süsleyip-donattık ve bir koruma (altına aldık). İşte bu, üstün ve güçlü olan, bilen (Allah)'ın takdiridir. (41Fussilet Suresi, 12) Burada duman halinde var olan gök yerin yaratılmasından sonra 7 kat gök olarak tabaklandırılmasıdır. Yeni bir yaratılış söz konusu değildir.Sadece düzenleme söz konusudur.Şimdi atmosferin oluşumuyla ilgili bilimsel teorilere bakarsak bu ifadenin onunla örtüştüğünü de görürüz. Sadece şunu söyleyeyim, atmosferin ilk başta duman halinde olması daha sonradan tüm atmosferin 7 değişik katman şeklinde şekillendiğini bilimsel bazda zaten ifade edilmektedir. Şu anda atmosferimizde ayette bildirildiği gibi 7 ayrı katmandan oluşmaktadır. Bu ayetlerdeki anlatımlar bilimsel gerçekler açık bir şekilde ifade edilmektedir. Naziyat suresindeki ayetlere bakarsak da benzer bir durum olduğunu görürüz.Burada göğün yaratılmasından bahsedilir. Bunlar anlatıldıktan sonra ise yer ile ilgili şöyle bildirilir: 'Bundan sonra da yeryüzünü düzenledi.'(79 Naziat-30) Burada da yerin yaratılmasından söz edilmez. Zaten yer vardır. Burada söz edilen yerin düzenlenmesidir. Yani bir yaratılış yoktur. Naziyat ve fussilet surelerindeki ayetlerde anlatılan yer ile gökler birlikte yaratılmıştır. Daha sonra da yer ve gök düzenlenmişlerdir. Fussilet Suresinin 11. ayetinde yerlerin ve göklerin birlikte hareket etmesi “böylece ona ve yere dedi ki: "İsteyerek veya istemeyerek gelin." İkisi de: "İsteyerek (İtaat ederek) geldik" dediler.” Böyle ifade edilir. Yine yerin ilk oluşumuyla ilgili bilimsel çalışmalara bakılırsa, tüm kıtaları birlikte tek bir kara parçası olduğu daha sonra karaları oluşturan tabakaların hareket ettiği, bu hareketler sırasında kıtaların birbirinden uzaklaşarak yeryüzünde yayıldığı, dağların zaman içinde şekillendiği anlatılır. Konuyu fazla dağıtmamak için o kısımdan fazla söz etmek istemiyorum. Sadece yerin yayılmasıyla ilgili şu ayeti belirteyim: Yeri de Biz döşeyip-yaydık; ne güzel döşeyici(yiz).(51 Zariyat, 48) Bu ayette de bu bilimsel gerçek ifade edilmektedir. Görüldüğü gibi iki grup ayette göklerin ve yerin yaratılmasının birbirinden önce yada sonra yaratıldığı söylenmez. Burada bahsedilenler yaratılmış olan göğün ve yaratılmış olan yerin düzenlenmesidir. Bu düzenlenme de tıpkı bilimsel araştırmalar sonucunda ortaya çıkan gerçeklerde de söylendiği gibi oluşmuş olmasıdır. Bu ayetler de bırakın çelişki olmasını, ancak son yüzyılda ortaya çıkan bilimsel gerçekler ifade edilmektedir. Şer-kötülük Allah’tan mı gelir? Bu konuda eleştiri yapılmaya çalışılan Nisa Suresindeki iki ayettir. İlk başta bu ayetlere bakalım: Her nerede olursanız, ölüm sizi bulur; yüksekçe yerlerde tahkim edilmiş şatolarda olsanız bile. Onlara bir iyilik dokunsa: "Bu, Allah'tandır" derler; onlara bir kötülük dokunsa: "Bu sendendir" derler. De ki: "Tümü Allah'tandır." Fakat, ne oluyor ki bu topluluğa, hiç bir sözü anlamaya çalışmıyorlar? Sana iyilikten her ne gelirse Allah'tandır, kötülükten de sana ne gelirse o da kendindendir. Biz seni insanlara bir elçi olarak gönderdik; şahid olarak Allah yeter. (4 Nisa Suresi, 78/79) 78. ayette tümü Allah katındandır derken, 79. ayete ise kötülüklerin kendinden olduğu bildirilmektedir. Bu iki mealde mana aynı gibi gözükürken, orijinal arapçasında birbirinden farklı olarak geçen bir kelime vardır. 78. ayete tümü Allah’tandır derken burada Arapça “ indi” (عند) (tarafından) kelimesi geçer. Fakat 79 ayette bu kelime geçmez. Bu kelime önemli bir anlam farkı ortaya çıkartır. Her şey Allah tarafından (indi Allah) dır. Her şey sonuçta Allah’ın dilemesi ve takdiriyledir. Başlara gelen kötülükler ise kendi elleriyle kazanılması sonucundadır.Örneğin bir insan elini ateşe soksa eli yanar. Elinin yanması Allah’ın yarattığı kanunlar gereğidir. Fakat elini yakan buna elini sokandır. Sorumluluk elini sokan insandandır ama onun elini yakan bu doğa kanunlarını yaratan Allah’tır. Ahirette insanların aralarında konuşma olacak mı? Bu konudaki iddia ile ilgili ayetler okunsa durum açıkça anlaşılacaktır. Kimi kimine dönüp sorarlar; (52 Tur Suresi, 25) Kimi kimine yönelmiş olarak birbirlerine soruyorlar: (37 Saffat Suresi, 27) Böylece Sur'a üfürüldüğü zaman artık o gün aralarında soylar (veya soybağları) yoktur ve (üstünlük unsuru olarak soyluluğu veya birbirlerine durumlarını) soruşturmazlar da. (23 Mümminun Suresi, 101) Görüldüğü gibi Cennet halkı birbiriyle konuşmasından ilk iki ayette söz edilirken, Müminun suresinin 101 . ayetinde ise insanların soyları hakkında soruşturulmadığı söylenir. Yani bu ayette insanlar kendi aralarında konuşamazlar diye bir açıklama yoktur. Ayrıca 52/25 de bulunulan ve konuşmanın olduğu yer cennettir. Oysaki 23/101 de henüz cennete girilmemiş sadece sura üfürülmüştür. Sur’a üfürüldükten sonra artık dünyada önemli olarak kabul edilen bir çok değerin hiçbir anlamı kalmayacaktır. Hangi ırktan olduğu, yada ne kadar varlık sahibi olunduğu hiç kimse için bir anlam ifade etmez Hüküm gününde inkar edenlerin kitapları hangi tarafından verilir? Cehennem ehlinin hesap günü kitaplarının verilmesiyle ilgili ayetlerde bir çelişki olduğu iddia edilmektedir. İnşikak ve Hakka suresindeki bu konuyla ilgili ayetler şöyledir: Kimin de kitabı ardından verilirse, (84 İnşikak Suresi, 10) Kitabı sol eline verilen ise; o da, der ki: "Bana keşke kitabım verilmeseydi." (69 Hakka Suresi, 25) İnşikak suresinin 10. ayetinde kitabı ardından verilenlerden söz edilmektedir. Burada cehennem ehlinin kitabının arkalarından uzatıldığı anlaşılmaktadır. Hakka suresinin 25. ayetinde ise kitabın cehennem ehlinin sol ellerine verileceği söylenmiştir. Bu iki ayet arasında hiç bir çelişki yoktur. Birinde kitabın uzatıldığı yön yani arkalarından uzatılmasından söz edilmiştir, diğerinde ise kitabın cehennem ehlinin sol ellerine verilmesinden söz edilmektedir. Yani cehennem ehlinin kitabı arkalarından uzatılarak sol ellerine verilecektir. Çelişki bir yana iki ayette söylenen ifadeler birbirini tamamlamaktadır. Kuran saf arapçadır. Ancak neden kuran içerisindeki bazı kelimeler arapça kökenli değildir? Kuran apaçık arapça bir kitaptır. Yani Arap dilini bilen herkes Kuran’da söylenenleri anlarlar. Kuran’da Arap diline daha önceden başka dillerden geçmiş kelimeler olabilir ama bunlar da zaten Arapça dır. Arapça dilinde olan kelimelerdir.Burada dil bilimi düşünülmeden, sadece bir iddiada bulunmak için ortaya atılmış bir suçlama vardır. Bu özellik sadece arap dilinde değil her dilde vardır. Her dile başka dillerde kelimeler geçer ve bu dile yerleşir. Aynı şey Türkçe’de de geçerlidir. Örneğin “ Kemal final imtihanında kopya çektiği için fakülte konseyi kararıyla üniversiteden uzaklaştırıldı”. Bu cümle Türkçe bir cümledir. Her okuyan bu cümleyi anlar fakat bu cümledeki kelimelerin tamamına yakını başka dillerden Türkçeye geçmiş kelimelerdir.Kelimelerin başka dillerden geçmiş olması bu cümlenin Türkçe olmadığı anlamına gelmez. Aksine bu cümle içindeki kelimelerin hemen hemen hepsi yabancı dillerden geçmiş kelimeler olsa da, herkesin anlayabileceği açık bir Türkçedir.Kuran’da bu şekilde anlaşılır bir Arapça ile yazılmış bir kitaptır. Ayetlerde de Kuran’ın bu yönü açıkça vurgulanmaktadır. Allah hem adalet bakımından hem de hüküm bakımından verdiği sözleri zaman içerisinde değiştirebilir mi? Allah verdiği sözleri hiçbir zaman değiştirmez. Daha önceden bir vaadi değiştirip daha sonra başka bir şey vaad etmez. Benzer şekilde Kuran’da Allah söylediği bir şeyi daha sonradan başka bir ayetle değiştirmemiştir. Nesh konusu son derece yanlış anlaşılan ve bu yönde kullanılan bir konudur. Bu konuya delil olarak kullanılan Nahl suresinin 101. ayetindeki bir kelime yanlış meallendirilip bu yöndeki yorumlarda kullanılmaktadır. Bu ayetteki manayı daha iyi anlayabilmek için “ayet” (اية) kelimesinin karşılığını tam olarak vermemiz gerekir. Ayet kelime anlamı olarak “ delil, mucize” anlamına gelir Kuran ayetleri de Allah’ın delilleri olduğu için bu kelimeyle ifade edilir. Kuran’da ayet ve bunun çoğulu olan ayetler (ayat) (اياة) kelimesinin farklı kullanımları vardır. Tekil ayet kelimesi Kuran boyunca mucize, delil anlamlarında kullanılır. Örneğin: Andolsun, biz Musa'ya apaçık dokuz ayet (mucize) vermiştik; işte İsrailoğullarına sor; onlara geldiği zaman Firavun ona: "Gerçekten ben seni büyülenmiş sanıyorum" demişti (17 İsra Suresi, 101) "Elini koltuğuna sok, bir hastalık olmadan, başka bir mucize (ayet) olarak bembeyaz bir durumda çıksın." (20 Taha Suresi,22) (Musa) Ona büyük mucizeyi (ayeti) gösterdi.Fakat o, yalanladı ve isyan etti.(79 Naziat Suresi, 20- 21) Bu şekilde Kuran’da geçen tüm tekil ayet kelimesi mucize delil anlamında olup, hiç birisi Kuran ayetleri anlamında kullanılmaz.Çoğul ayetler ( ayat) kelimesi ise Kuran’da Kuran ayetleri anlamında kullanılır. "İnkâr edip de ayetlerimizi yalanlayanlar ise; onlar, ateşin halkıdırlar ve orada süresiz kalacaklardır." (2 Bakara Suresi, 39) Yanınızda olan (Tevrat)ı, doğrulayıcı olarak indirdiğime (Kur'an'a) iman edin; onu inkâr edenlerin ilki siz olmayın ve ayetlerimizi az bir değer karşılığında değişmeyin. Ve yalnızca benden korkun. (2 Bakara Suresi, 41) Ona ayetlerimiz okunduğu zaman: "Geçmişlerin masallarıdır" dedi. (83 Mutafiffin Suresi, 41) Bu örnekleri de çoğaltabiliriz. Bu ayetlerden de görülebileceği gibi çoğul ayetler kelimesi Kuran ayetleri olarak kullanılmaktadır.Şimdi ayet ve ayetler ( ayat) kelimelerinin bu anlamlarıyla nahl suresinin 101. ayetine bakarsak, konu daha iyi anlaşılacaktır.Biz bir delili (ayeti), bir (başka) delilin (ayetin) yeriyle değiştirdiğimiz zaman, -Allah neyi indirdiğini daha iyi bilir.- “Sen yalnızca iftira edicisin" dediler. Hayır, onların çoğu bilmezler. (16 Nahl Suresi, 101) Bu ayette Allah kendi varlığının gösteren bir delil verdiğini daha sonra gönderdiği başka bir delille yada mucize ile bunu değiştirdiğini söylemektedir. 102 ayet okunduğunda ise bu delilin yada mucizenin ne olduğu anlaşılacaktır. De ki: "İman edenleri sağlamlaştırmak, müslümanlara bir müjde ve hidayet olmak üzere, onu (Kur'an'ı) hak olarak Rabbinden Ruhu'l-Kudüs indirmiştir." (16 Nahl Suresi, 102) Burada verilen delil Kuran’dır. Allah geçmiş kitapların yerine Kuran’ı vermiştir. Yani ayetler arasında bir değişiklik değil, aksine Kuran’ın önceki kitapların yerine gönderilmesinden söz edilmektedir. Dolayısıyla Kuran’da ne birbirinin hükmünü kaldıran bir ayet vardır, nede böyle bir durumun olduğunu söyleyen bir Kuran ayeti bulunmaktadır. İçki konusu: Nesih konusuna delil olarak gösterilmeye çalışılan iddialardan birisi içki hakkındadır. İçki hakkındaki bazı ayetlerden yola çıkarak bazı ayetlerin diğer ayetlerin hükmünü kaldırdığı iddia edilir oysa durum böyle değildir. Şimdi bu konudaki ayetlere bakalım: Hurmalıkların ve üzümlüklerin meyvelerinden kurdukları çardaklarda hem sarhoşluk verici içki, hem güzel bir rızık edinmektesiniz. Şüphesiz aklını kullanabilen bir topluluk için, gerçekten bunda bir ayet vardır. (16 Nahl Suresi, 67) Nahl suresindeki bu ayette bir durum tespiti vardır. Meyvelerden hem sarhoşluk veren şeyler üretildiğinden hem de güzel rızk üretildiğinden söz edilmektedir. İçki içmek helaldir diye bir ifade yoktur. Sadece bir durum tespiti söz konusudur. Sana içkiyi ve kumarı sorarlar. De ki: "Onlarda hem büyük günah, hem insanlar için (bazı) yararlar vardır. Ama günahları yararlarından daha büyüktür." Bakara suresindeki bu ayette de içkinin ( Şarap ve sarhoşluk) bazı faydaları olabileceğini fakat günahının yararından daha fazla olduğu bildirilmektedir Yani kısmen kısıtlama söz konusu değildir. Tümüyle yasak olduğu bu ayette açıkça ifade edilmektedir. Ey iman edenler, sarhoş iken, ne dediğinizi bilinceye ve cünüp iken de -yolculukta olmanız hariç- gusül edinceye kadar namaza yaklaşmayın. Eğer hasta veya yolculukta iseniz ya da biriniz ayak yolundan (hacet yerinden) gelmişseniz yahut kadınlara dokunmuş da su bulamamışsanız, bu durumda, temiz bir toprakla teyemmüm edin, (hafifçe) yüzlerinize ve ellerinize sürün. Şüphesiz, Allah, bağışlayandır, esirgeyendir. (4 Nisa Suresi, 43) Nisa suresindeki bu ayette ise içkili durumda olan bir insanın nasıl namaz kılabileceği anlatılmaktadır. Bir insan içki içebilir, sarhoş olabilir bu haramdır fakat böyle olması onun namaz kılmayacağı anlamına gelmez. Bir insan bu haramı işlese de, ibadetlerini nasıl yapacağı anlatılmaktadır. Bu ayette sarhoş olan bir kişinin eğer namaz kılmak isterse kendini bilene kadar namaza yaklaşmamasını emreder. Yoksa içkinin helal kılınması diye bir şey söz konusu değildir. Ey iman edenler, içki, kumar, dikili taşlar ve fal okları ancak şeytanın işlerinden olan pisliklerdir. Öyleyse bun(lar)dan kaçının; umulur ki kurtuluşa erersiniz.(5 Maide Suresi,90) Bu ayette de açıkça içkinin haram olduğu ifade edilir. Sonuç olarak bu ayetlerin hiçbiri diğeriyle çelişmediği gibi, hiç biri diğerinin hükmünü ortadan kaldırmaz. Aksine birbirini tamamlayan ayetlerdir. Nesh olayını tedricilik olarak ele alıp " Toplumun zihnen ve ruhen altyapısı aşama aşama içkinin yasak olmasına alıştırılmış ve içki haram kılınmıştır ..." sonucuna varmakta mümkündür ! Kuran’da içki haram kılınırken, cennette içki içilmesinin helal olması çelişki değil midir? Bu iddianın temel sebebi içki ve içecek kelimelerinin Arapça karşılığı ile Türkçe karşılığının karıştırılmasıdır. Bu karışıklılıkla orijinal metinde olmayan ifadeler sanki Kuran’da varmış gibi zannedilmektedir. İlk başta bu konuyla ilgili olan ayetlere bakam. Takva sahiplerine va'dedilen cennetin misali (şudur): İçinde bozulmayan sudan ırmaklar, tadı değişmeyen sütten ırmaklar, içenler için lezzet veren şaraptan ırmaklar ve süzme baldan ırmaklar vardır ve orda onlar için meyvelerin her türlüsünden ve Rablerinden bir mağfiret vardır. Hiç (böyle mükafaatlanan bir kişi), ateşin içinde ebedi olarak kalan ve bağırsaklarını 'parça parça koparan' kaynar sudan içirilen kimseler gibi olur mu? (47 Muhammed Suresi, 15) Bu ayette çevrilen “şaraptan ırmaklar” kelimesinden yola çıkarak şarabın bir içecek olarak cennette olduğu ve dolayısıyla övüldüğü iddia edilmektedir. Fakat bu ayette geçen kelimenin karşılığı ve bunun anlamına bakıldığında hatanın nerede yapıldığı anlaşılacaktır. Ayetin orijinalinde de “şarap” kelimesi geçer ve türkçeye direk olarak “şarap” olarak tercüme edilir. Fakat arapçadaki “şarap” kelimesinin karşılığı ile türkçedeki “şarap” kelimesinin karşılığı aynı değildir. “Şarap” kelimesi Arapça “içmek” anlamına “şerebe” (شرب) fiilinde türer. Şarap içecek her şeydir. İçilecek her şeydir. Fakat bu kelime arapçadan türkçeye geçerken anlam kaymasına uğramış ve “içki” anlamında “şarap” olarak anlamlandırılmıştır. Arapçada ise “şarap” ve “alkollü diğer içecekler” için “Hımır” (خمر) kelimesi kullanılmaktadır. Kuran’da da “alkollü içecek” (türkçedeki şarap) anlamında bu kelime kullanılmaktadır. Ey iman edenler, içki ( Hımır) (خمر), kumar, dikili taşlar ve fal okları ancak şeytanın işlerinden olan pisliklerdir. Öyleyse bun(lar)dan kaçının; umulur ki kurtuluşa erersiniz. Gerçekten şeytan, içki ve kumarla aranıza düşmanlık ve kin düşürmek, sizi, Allah'ı anmaktan ve namazdan alıkoymak ister. Artık vazgeçtiniz değil mi? (5 Maide Suresi, 90-91) Ayrıca Allah Kuran’da cennet içeceğinin sarhoşluk vermediğini başka bir ayette ayrıca şöyle ifade etmektedir. Kaynağından (doldurulmuş) testiler, ibrikler ve kadehler ki bundan ne başlarını bir ağrı tutar, ne de kendilerinden geçip akılları çelinir. (56 Vakıa Suresi, 18-19) Dolayısıyla iki dil arasındaki bu anlam karmaşasından faydalanılarak bu eleştiriler yapılmaktadır. Oysa ayette geçen kelimelerin gerçek anlamları bulunup, kelimeler buna göre düşünülürse sonuçta ortada bir çelişki söz konusu olmadı görülmektedir. Bir Müslüman kaç kişiye eşittir? Enfal suresindeki iki farkı ayette sabreden kişilerin kafirlerden farkı sayılarda kişileri yenebileceğini söylemektedir. İki ayette farklı oranların söylenmesinden yola çıkarak bu iki ayet arasında bir çelişki olduğu iddia edilmektedir. Fakat ayetler dikkatli olarak okunursa iki ayet arasında bazı farklılıktan dolayı bu farklı oranların söylendiği anlaşılacaktır. Bu konudaki iddialara delil olarak kullanılan iki ayet şöyledir: Ey Peygamber, mü'minleri savaşa karşı hazırlayıp-teşvik et. Eğer içinizde sabreden yirmi (kişi) bulunursa, iki yüz (kişiyi) mağlub edebilirler. Ve eğer içinizden yüz (sabırlı kişi) bulunursa, kâfirlerden binini yener. Çünkü onlar (gerçeği) kavramayan bir topluluktur. (8 Enfal Suresi, 65) Şimdi, Allah sizden (yükü nüzü) hafifletti ve sizde bir za'f olduğunu bildi. Sizden yüz sabırlı (kişi) bulunursa, (onların) iki yüzünü bozguna uğratır; eğer sizden bin (kişi) olursa, Allah'ın izniyle (onların) iki binini yener. Allah, sabredenlerle beraberdir. (8 Enfal Suresi, 66) İki ayet dikkatli okunduğunda farklı iki durumdan söz edildiği anlaşılacaktır. 65.ayette bir Müslüman kişi inkar eden 10 kişiye bedel olduğu bildirilmektedir. Bu kişilerin zaafsız olmaları halinde bu oran geçerlidir. Fakat 66. ayette ise zaaf halinde olanlar için farklı bir durum bildirilir. Zaaf halinde olan yüz kişinin, iki yüz kişiyi yeneceği bildirilir. İki ayet arasında bir çelişki yada bir birinin hükmünü kaldırması diye bir şey söz konusu değildir. Zaaf olmaması durumunda 65. ayetteki hükümler geçerli iken, zaaf durumunda ise 66. ayetteki hükümler geçerlidir.Kısaca Müslümanın şuur seviyesine göre ayet , Mü'minin şuurunu kafir sayısı ile kıyaslamaktadır.Şuurlu Mü'min 10 kafire bedelken , iman ve şuuru azaldıkca bu sayı aşağı doğru inmektedir! Günümüz " adı Müslümanlarının " kıyasını ise ayet hiç belirtmeye değer bulmamıştır...! Allah sadece dilediğini mi doğru yola iletir? Allah dilediğini hidayete ulaştırır dilediğini ise saptırabilir. Her şey onun kudret eli altındadır. her şeyi yapabilecek güce sahip olması, her şeyi yaptığı anlamına gelmez. Biz hiç bir elçiyi, kendi kavminin dilinden başkasıyla göndermedik ki, onlara apaçık anlatsın. Böylece Allah, dilediğini şaşırtıp saptırır, dilediğini hidayete erdirir. O, üstün ve güçlü olandır, hüküm ve hikmet sahibidir. (14 İbrahim Suresi, 4) İbrahim suresindeki bu ayette açıkça Allah dilediğini saptırıp dilediğini de doğru yola iletebileceğini söylemektedir. Fakat aynı zamanda Allah kimseye haksızlıkta yapmaz. Onun sıfatlarından birisi de adil olmasıdır. Allah’ın insanları saptırmasıyla ilgili ayetlere bakılırsa, bu insanların sapmayı istedikleri ve inkarda oldukları görülecektir. Allah sapmayı isteyene bu yönde sapkınlığını arttırmaktadır. De ki: "Sizin şirk koştuklarınızdan hakka ulaştırabilecek var mı?" De ki: "Hakka ulaştıracak Allah'tır. Öyleyse, hakka ulaştıran mı uyulmaya daha hak sahibidir, yoksa doğru yola ulaştırılmadıkça kendisi hidayete ulaşmayan mı? Ne oluyor size? Nasıl hükmediyorsunuz?" (10 Yunus Suresi, 35) Nisa :155 " Sözlerini bozmalarından,Allah'ın ayetlerini inkar etmelerinden ,haksız yere peygamberleri öldürmelerinden ve " kalplerimiz mühürlü " demelerinden ötürü onları lanetledik, tam aksine inkarlarından ötürü Allah onların kalplerini mühürlemiştir." Bakara: 88 " Kalplerimiz perdelidir" dediler. Hayır ; küfür ve isyanları sebebiyle Allah onlara lânet etmiştir. O yüzden çok az inanırlar. " Bakara :93 " Onlar: İşittik ve isyan ettik, dediler. İnkârları sebebiyle kalplerine buzağı sevgisi dolduruldu " Yunus :74 . " Onlar daha önce yalanladıkları şeye inanacak değillerdi. İşte haddi aşanların kalplerini biz böyle mühürleriz. " Nahl : 104 " Allah'ın âyetlerine inanmayanlar yok mu, kuşkusuz Allah onları doğru yola iletmez " Sâf :5 " Onlar yoldan sapınca, Allah da kalplerini saptırmıştı " Mutaffifin . 14 " Onların işlemekte oldukları (kötülükler) kalplerini kirletmiştir Şura suresi ayet 30: " Sizin başınıza gelen kötülükler ancak elinizle kazandıklarınızın, yaptıklarınızın sonucudur. " Cennetin genişliği ne kadardır? Bu iddiaya delil olarak kullanılan ayetlere ilk başta bakalım: Rabbinizden olan mağfiret ve eni göklerle yer kadar olan cennete (kavuşmak için) yarışın; o, muttakiler için hazırlanmıştır. (3 Ali İmran Suresi, 133) Rabbinizden olan bir mağfirete ve cennete (kavuşmak için) 'çaba gösterip-yarışın,' ki (o cennet) genişliği gök ile yerin genişliği gibi olup Allah'a ve Resûlü’ne iman edenler için hazırlanmıştır. İşte bu, Allah'ın fazlıdır ki, onu dilediğine verir. Allah büyük fazl sahibidir. (57 Hadid Suresi, 21) Cennet mekan olarak tek bir yer değildir. Kuran’da birden fazla cennet olduğundan söz edilir: Rabbin makamından korkan kimse için ise iki cennet vardır. (55 Rahman Suresi, 46) Bu-ikisinin ötesinde iki cennet daha var. (55 Rahman Suresi, 62) Görüldüğü gibi bir den farklı cennetlerden söz edilir. Bu cennetlerin farklı özelliklerinden rahman suresinde de söz edilir.Ali İmran ve Hadid suresinde geçen cennet kelimelerinin bir özelliği vardır. Bu özellik Arapça dilinin bir özelliğidir. Bu ayetlerde geçen cennet kelimesi “Cennetin” ikisinde de aynıdır. Bu kelime belirli bir cenneti ifade etmez. Böyle olması için “El cennet” kelimesi kullanılması gerekir. Burada kullanılan kelimenin karşılığı herhangi bir cennet demektir. - Arapça'daki " El " kelimesinin İngilizcedeki karşılığı " The " - Yani yukarıdaki ayetlerde anlatılan bu cennetlerden herhangi birisinin özellikleridir. Birisinde farklı özellik varken, diğerinde farklı bir özellik vardır. Allah’a ve ahiret gününe inanmayanlarla savaşmak mı lazım yoksa onları affetmek mi lazım? Kuran’daki savaş ile ilgili ayetler inkarcılar tarafından kasıtlı olarak çarpıtılıp kullanılmaya çalışılmaktadır. Ayetlerdeki ifadeler metnin ana akışından koparılarak farklı anlamlara çekilmeye çalışılmakta ve konu tümüyle farklı şekilde yorumlanmaktadır. Oysa bu ayetler Kuran’ın genel mantığı ve konunun akışına göre değerlendirilse durum daha net anlaşılacaktır. Tövbe suresinde ki ayet şöyledir: Kendilerine kitap verilenlerden, Allah'a ve ahiret gününe inanmayan, Allah'ın ve Resûlü’nün haram kıldığını haram tanımayan ve hak dini (İslam'ı) din edinmeyenlerle, küçük düşürülüp cizyeyi kendi elleriyle verinceye kadar savaşın. (9 Tövbe Suresi, 29) Ayetteki ifadeye dikkat edilirse burada savaşmanın emredildiği insanlar tüm kitap ehli değildir. Bunlar kitap verilenlerden bir gruptur. Bunlarla savaşmak istenmesinin nedeni yine onları Müslümanlarla savaşmalarından dolayıdır. Eğer tövbe suresi başından itibaren okunursa konu anlaşılacaktır. Savaş ile ilgili ayetler Kuranın bütünlüğü içinde değerlendirmek lazımdır. Bu iddiaların aksine Kuran’a göre savaş savunma amaçlı yapılmalıdır. Başka insanların topraklarını fetih etmek için yapılan savaş Kuran’a göre dini bir savaş olamaz.Allah bu tarz bir savaşı yasaklamaktadır. Bakara suresinde şöyle buyrulmaktadır: Sizinle savaşanlara karşı Allah yolunda savaşın, (ancak) aşırı gitmeyin. Elbette Allah aşırı gidenleri sevmez.Onları, bulduğunuz yerde öldürün ve sizi çıkardıkları yerden siz de onları çıkarın. Fitne, öldürmekten beterdir. Onlar, size karşı savaşıncaya kadar siz, Mescid-i Haram yanında onlarla savaşmayın. Sizinle savaşırlarsa siz de onlarla savaşın. Kafirlerin cezası işte böyledir. Onlar, (savaşa) son verirlerse (siz de son verin); şüphesiz Allah, bağışlayandır esirgeyendir. (2 Bakara Suresi, 190/192) Bu ayetlerden anlaşıldığı gibi savaş ancak savaşanlara karşı yapılır. Üstelik bu savaşta aşırılığa gidilmemesi için Allah inananları uyarmaktadır. Savaş esnasında karşı taraf savaşa son verip aman dilerse, Müslümanlar buna uyar ve savaşa son verirler.Kuran’da savaş ancak savunma amaçlı olduğunu yukarıdaki ayetlerde görmüştük. Bunun dışında saldırı olduğunda ise Allah Müslümanların bu saldırganlığa karşı cevap vermelerini ve tüm güçleriyle bu mütecavizlerle savaşmalarını ister.Allah Müslümanlardan zayıf bırakılmış, eziyet gören, muhtaç insanlar için yine onları koruma amaçlı savaşa izin vermektedir: Size ne oluyor ki, Allah yolunda ve: "Rabbimiz, bizi halkı zalim olan bu ülkeden çıkar, bize katından bir veli (koruyucu sahip) gönder, bize katından bir yardım eden yolla" diyen erkekler, kadınlar ve çocuklardan zayıf bırakılmışlar adına savaşmıyorsunuz? (4 Nisa Suresi, 75) Bu tür bir savaşta şiddetten değil aksine merhametten doğmaktadır. Zalimliğe karşı İslam mazlumu, kuşatıcı ve koruyucu olunmasını inananlara öğütler.Barış durumunda ise Allah İman edenlerden iyiliği ve adaleti ister. Burada amaç savaşa karşı barışın korunup muhafaza edilmesidir: Allah, sizinle din konusunda savaşmayan, sizi yurtlarınızdan sürüp-çıkarmayanlara iyilik yapmanızdan ve onlara adaletli davranmanızdan sizi sakındırmaz. Çünkü Allah, adalet yapanları sever. (60 Mümtehine Suresi, Karşınızdaki grup hangi dinden olursa olsun eğer barış içinde yaşamak istiyorsa, bunlara karşı inananların yaklaşımı Kuran’a göre sadece dostane bir yaklaşım olabilir. İnsan neden yaratılmıştır? İnsanın yaratılışı hakkında bir çok ayet vardır. Bu ayetlerde Allah insanın farklı şeylerden yaratıldığını ifade etmektedir. Bazılarında insanın topraktan bazılarında kuru balçıktan bazılarında sudan bazılarında ise alaktan yaratıldığı ifade edilmektedir. Bu farklı ifadelerin olması, bir çelişki gibi gösterilmeye çalışılsa da, burada bir çelişki yoktur. Bu farklı anlatımların hepsi gerçeği ifade etmektedir. İnsanın yaratılışı farklı adımlarda ve farklı safhalar içinde olmuştur. Bu safhaların farklılığından dolayı ayetler de bu adımlar farklı farklı ifade edilmiştir. Şimdi ayetlere teker teker bakalım: Adem’in ilk yaratılışı temel olarak topraktandır. Şüphesiz, Allah katında İsa'nın durumu, Adem'in durumu gibidir. Onu topraktan yarattı, sonra ona "ol" demesiyle o da hemen oluverdi(3 Ali İmran Suresi, 59) Allah ademi ilk başta toprağı kullanarak yapmıştır. İnsanda var olan tüm atomlar toprakta da vardır. Allah toprağı kullanırken insanın belli bir şekilde planlamış ve bir suret vermiştir. Bu safhada yine toprak kökenli olan onun su ile karışımı olan balçığı kullanmış ve bu daha sonra bir ısı etkisi altında kurutulmuştur. Temel olarak köken topraktır, bu toprak balçık halinde insan olarak biçimlendirilip kurutulmuştur. Bu diğer bir safhadır: Hani Rabbin meleklere demişti: "Ben, kuru bir çamurdan, şekillenmiş bir balçıktan bir beşer yaratacağım." (15 Hicr Suresi, 28) Adem’in yaratılışının dışında genel olarak insanın ayrı bir yaratılışı vardır. Bu yaratılışın başlangıcı ise rahimlere dökülen menidir. Ayetlerde ifade edilen insanın bu yaratılışıdır. Allah sizi topraktan yarattı, sonra bir damla meniden (nutfeden). Sonra da sizi çift çift kıldı. O'nun bilgisi olmaksızın, hiç bir dişi gebe kalmaz ve doğurmaz da. Ömür sürene, ömür verilmesi ve onun ömründen kısaltılması da mutlaka bir kitapta (yazılı)dır. Gerçekten bu, Allah'a göre kolaydır. (35 Fatır Suresi, 11) Meryem suresindeki ayette ise ortada hiç bir şey yokken insanın bu şekilde gözle görülmeyecek kadar küçük sperm ve yumurta hücrelerinden yaratmasından dolayı, “önceden hiç bir şey değilken ifadesini kullanmaktadır: İnsan önceden, hiç bir şey değilken, gerçekten bizim onu yaratmış bulunduğumuzu (hiç) düşünmüyor mu? (19 Meryem Suresi, 67) Gerçekten ortada bir insan yokken Allah mucizevi bir plan içinde insanı yaratmıştır.Meninin sperm ile birleşimsiyle anne karnında alak ( cenin - Embriyo ) oluşmaktadır. Bu da insanın yaratılışındaki diğer bir safhadır. İnsanlar bu safhadan geçerek yaratılırlar. Yaratan Rabbin adıyla oku. O, insanı bir alak'tan yarattı (96 Alak Suresi, 1/2) Sonuç olarak insanın ve Ademi yaratılışında geçirdiği safhalar düşünüldüğünde yukarıda bildirilen ayetlerin hepsinin bir gerçekliği ifade ettiği ve kesinlikle aralarında bir çelişki olmadığı açıkça görülmektedir. Kuran ayetlerinde bildirilen miras paylaşımın da bir hata var mı? Bu iddiayı öne sürenler bir örnek verirler ve bu örnekten yola çıkarak Kuran’da bir hata olduğunu iddia ederler. Örnek şöyledir. Bir kişi ölür. Mirasçı olarak 3 kızı, anne babası ve karısı kalır. Bunlar nasıl mirası bölüşürler? Ayette bildirilen oranlardan yola çıkılarak bir hesaplama yapılmakta ve toplam oranların 1.25 olduğu yani 1 den büyük olduğu iddia edilmektedir. Bu da matematiksel olarak bir hesap hatası olduğunu ortaya koyar. Fakat konu yakından incelendiğinde yapılan hesaplamada bir hata yapıldığı görülecektir. Bu konuyla ilgili tarafların mirastan alacakları oranlar Nisa suresinin 11 ve 12. ayetlerinde anlatılmaktadır: Çocuklarınız konusunda Allah, erkeğe iki dişinin hissesi kadar tavsiye eder. Eğer onlar ikiden çok kadın ise (ölünün) geride bıraktığının üçte ikisi onlarındır. Kadın (veya kız) bir tek ise, bu durumda yarısı onundur. (Ölenin) Bir çocuğu varsa, geriye bıraktığından anne ve babadan her biri için altıda bir, çocuğu olmayıp da anne ve baba ona mirasçı ise, bu durumda annesi için üçte bir vardır. Onun kardeşleri varsa o zaman annesi için altıda bir'dir. (Ancak bu hükümler, ölenin) Ettiği vasiyet veya (varsa) borcun düşülmesinden sonradır. Babalarınız, oğullarınız, onların hangilerinin yarar bakımından size daha yakın olduğunu bilmezsiniz. (Bunlar) Allah'tan bir farzdır. Şüphesiz Allah, bilendir, hüküm ve hikmet sahibi olandır. (4 Nisa Suresi, 11) Eşlerinizin, eğer çocukları yoksa, geride bıraktıklarının yarısı sizindir. Şayet çocukları varsa, -onunla yapacakları vasiyetten ya da (ayıracakları) borçtan sonra- bu durumda bıraktıklarının dörtte biri sizindir. Sizin çocuğunuz yoksa, geriye bıraktıklarınızdan dörtte biri onların (kadınlarınızın)dır. Eğer sizin çocuğunuz varsa geriye bıraktıklarınızdan sekizde biri onların (kadınlarınızın)dır. (Yine bu hükümler,) Edeceğiniz vasiyet veya (varsa) borcun düşülmesinden sonradır. Mirası aranan erkek ya da kadın, çocuğu ve babası olmayan bir kimse olup erkek veya kız kardeşi bulunursa onlardan her biri için altıda bir vardır. Eğer bundan fazla iseler, bu durumda -kendisiyle yapılan vasiyette ya da (varsa) borçtan sonra- üçte bir'de -zarara uğratılmaksızın onlara ortaktırlar. (Bu size) Allah'tan bir vasiyettir, Allah, bilendir, (kullara) yumuşak olandır. (4 Nisa Suresi, 12) Çocuklar 3 kız olduğuna göre: Eğer onlar ikiden çok kadın ise (ölünün) geride bıraktığının üçte ikisi onlarındır.(4 Nisa Suresi,11) Alınan oran 2/3tür. Geride bir eş bıraktığına göre: Eğer sizin çocuğunuz varsa geriye bıraktıklarınızdan sekizde biri onların (kadınlarınızın)dır. (4 Nisa-12) Alınan oran 1/8 Anne babanın alacağı oran: Onların alacağı oran hesaplanırken bir hata yapılıyor. İki durumda anne baba mirastan hak sahibi oluyor: Bir çocuğu ( veledün) (ولدﱞ) varsa, geriye bıraktığından anne ve babadan her biri için altıda bir, çocuğu olmayıp da anne ve baba ona mirasçı ise, bu durumda annesi için üçte bir vardır. (4 Nisa Suresi, 11) Şimdi ya ölenin bir çocuğu olması gerekir ya da ölenin geride bıraktığı çocuğu olmaması gerekir. Burada geride bırakılanın bir çocuk ( veledün) (ولدﱞ) ifadesine dikkat edilmeli. Bu örneğimizde ikisi de değildir. 3 tane çocuk vardır. Bu durumda anne ve babanın mirastan hak alması söz konusu değildir. Böyle bu durumda anne babaya bir pay verileceği ayette söylenmez. Açıklanan çocuksuz ve tek çocuklu olma durumlarıdır. Buna göre toplanırsa 2/3 +1/8=19/24 olur. Bundan sonra artan 5/24 lük hisse ise Nisa suresinin 8. ayetinde belirtilen kişiler arasında paylaşılır.: (Mirası) Bölüşme sırasında yakınlar, yetimler ve yoksullar da hazır olursa, onları ondan rızıklandırın ve onlara güzel (maruf) söz söyleyin. (4 Nisa Suresi, Dolayısıyla bu miras paylaşımındaki oranlarda herhangi bir hesap hatası yoktur. Yapılan hata farklı durumlar için geçerli olan oranlara göre yanlış hesap yapılmasıdır. Kuran’da güneşin suyu içinde battığı iddiası mı vardır? Kehf suresi 86. ayetindeki “onu kara çamurlu bir gözede batmakta ( garabe) (مغرب) buldu,” ifadesinden yola çıkarak Kuran’da güneşin suyun içine battığını söylendiği iddia edilmektedir. Yine bu ayetlerdeki ifadenin dünyanın düz olduğu sonucunu çıkartmaktadırlar. Oysa diğer tüm iddialar gibi bunlar da doğru olmayan iddialardır. Bu eleştirilerdeki en büyük hata kelimelerin anlamlarını kavrayamamak ve anlayış eksikliğinden kaynaklanıyor. Bu gösterdiğiniz ayette iki yerde geçen ve türkçeye “batmak” olarak çevrilmiş iki kelime var. Bunlara bir daha bakalım: Sonunda güneşin battığı ( mağrib) (مغرب) yere kadar ulaştı ve onu kara çamurlu bir gözede batmakta ( Garabe) (غرب) buldu, yanında bir kavim gördü. (18 Kefh Suresi, 86) Yukarıdaki ayette güneşin suyun içine batıyormuş gibi bir ifade olduğunu iddia ediliyor. Şimdi “güneşin batması” ile, “bir şeyin suda batması” türkçede aynı kelime olabilir, fakat bu kelimeler arapçada ayrı kelimelerdir. Bu farkı bilmemesi veya karmaşadan yararlanmak istemesi bu son derece yanlış iddiada bulunmasına neden oluyor. Güneşin batması “Garebe” fiiliyle ifade edilir. Hatta bu kökten türeyen kelimeler türkçeye‘de geçmiştir. Örneğin “garb”(غرب) ya da “mağrib”(مغرب) aynı kökten türeyen kelimelerdir, “batı” (yön) anlamlarına gelir. Bir nesnenin suda batması ise “gareke”(غرق) fiilidir ve “garabe” (غرب)den farklı bir fiildir. Bu kelime de aslında türkçeye geçmiştir. Suya gark oldu derken bu fiili kullanırız. Kuran’da, da bir şeyin suyun içine batması anlamında bu kelime kullanılır, mesela Kehf suresinde: …. "İçindekilerini batırmak ( garake) (غرق) için mi onu deldin?..... denmektedir (18 Kefh Suresi, 71) Şimdi güneşin batmasıyla, bir şeyin suda batmasının türkçede batmak fiiliyle kullanıldığını, arapçada ise farklı kelimeler olduğunu anladık. Dolayısıyla Yukarıdaki ayette de güneşin suyun içinde bir cisim gibi batmasından bahsedilmesi söz konusu değildir. Bizim anladığımız (normal muhakemesi olanların anladığı) şekildeki güneşin batışıdır. Aslında buradaki batmak fiilini arapça karşılıklarını bilinmese bile yukarıdaki eleştirileri yapan arkadaşların anladığı gibi anlamak bir art niyet sonucudur. Acaba biri “ Ben dün deniz kıyısında gittim ve güneşin denizde batışını seyrettim” dese bundan siz güneşin suyun içine battığını mı anlarsınız? Ya da “güneş her sabah doğuyor” derken sen güneşin bir annesi var, her sabah bu anne doğum yapıp, güneşi doğurduğunu mu düşünüyorsunuz? J ... Zaten kelimelerin Arapça karşılıklarına baktığımızda konunun çok açık olduğu farkedilmiştir. Güneşin battığı yer olarak ayette geçen kelimenin orijinali “mağrib” (مغرب) kelimesidir. Bu kelime batıda bir yer anlamına gelir. Bu ifade batıda gidilecek en uzak yeri ifade etmektedir. Mesela Kuzey Afrika ülkesi Fas’a Araplar “Mağrip “ derler. Çünkü batı yönünde gittikleri bir yer olduğu için böyle isimlendirmişlerdir. Buradan da dünya düz anlamı nasıl çıkar anlamıyorum. Mesela günümüzde de türkçede ya da diğer dillerde benzer ifadeler kullanılır. Japonya bir uzak doğu ülkesidir (İngilizcede de türkçedekiyle aynı anlama gelen “Far East”). Doğu da gidilebilecek en uzak ülke Japonya’dır. Japonya’nın dünyanın en doğudaki ülke denmesi dünyanın düz olduğunu mu gösterir? İnsanlar ne için yaratılmışlardır? Bu iddiada kullanılan iki ayet vardır. Zariyat suresindeki ayette insanların kulluk için yaratıldığından söz edilirken, Araf suresindeki ayette ise çoğunun cehennem için yaratıldığından söz edilmektedir. Bu iki ayette arasında bir çelişki olduğu iddia edilse, burada küçük bir meal hatası ve ardından gelen yanlış bir yorumlama vardır. Zariyat suresinde yaratma ( haleka) (خلق ) fiili geçerken, Araf suresindeki ayette ise yaratma ( haleka) (خلق ) değil, türeyip çoğaltma (zareena) ( ذرا) fiili geçmektedir.İlk başta ayetlere bakalım: 51/56- Ben, cinleri ve insanları yalnızca bana ibadet etsinler diye yarattım ( haleka) (خلق ). 51/57- Ben, onlardan bir rızık istemiyorum ve onların beni doyurup-beslemelerini de istemiyorum. Burada söz konusu olan durum ilk yaratılmadır. İnsanların yaratılması için “haleka (خلق ) fiili kullanılmaktadır ve ilk yaratmayı bildirmektedir. Ayetin devamına da bakılırsa, insanın yaratılışından beklenen, ona verilenlere göre Allah’a kulluk etmektir. Allah insanlardan bu yaratma karşılığında kulluk dışında bir şey beklemediğini de 57. ayette bildirmektedir. Araf suresindeki ayete ise, önceki birkaç ayetle birlikte bakalım: 7/175- Onlara, kendisine ayetlerimizi verdiğimiz kişinin haberini anlat. O, bundan sıyrılıp-uzaklaşmış, şeytan onu peşine takmıştı. O da sonunda azgınlardan olmuştu. 7/176- Eğer biz dileseydik, onu bununla yükseltirdik. Ama o yere meyletti (veya yere saplandı), hevasına uydu. Onun durumu, üstüne varsan dilini sarkıtıp soluyan, kendi başına bıraksan dilini sarkıtıp soluyan köpeğin durumu gibidir. İşte ayetlerimizi yalanlayan topluluğun durumu böyledir. Artık gerçek haberi onlara aktar. Ki düşünsünler. 7/177- Ayetlerimizi yalanlayanlar ve yalnızca kendi nefislerine zulmedenlerin örneği ne kötüdür. 7/178- Allah kime hidayet verirse o artık hidayeti bulmuştur; kimi şaşırtıp-saptırırsa artık onlar da hüsrana uğrayanlardır. 175. ayette Allah bir kişiden bahsetmektedir. Kendisine Allah’ın ayetleri ulaşmış bir kişi bundan yüz çevirmiştir. 176. ayette Allah dilerse onu hidayete erdirebileceğinden söz eder. Fakat bu kişi hidayeti değil küfrü seçtiği için, Allah ona hidayet vermemiş ve sapkınlığını arttırmıştır. Bu kişi küfrü seçmiş, Allah da onun sapkınlık içinde bırakmıştır. Zariyat suresindeki ayette insanların yaratılış amacının Allah’a kulluk olduğu söylenirken, Araf suresinde ise bunlardan büyük çoğunluğunun, yaratılış amacının dışına çıkarak sapkınlığı seçtiği bildirilmektedir. 179. ayette şöyle devam etmektedir: 7/179- And olsun, cehennem için cinlerden ve insanlardan çok sayıda kişi türetip çoğalttık (zareena) ( ذرا). Kalbleri vardır bununla kavrayıp anlamazlar, gözleri vardır bununla görmezler, kulakları vardır bununla işitmezler. Bunlar hayvanlar gibidir, hatta daha aşağılıktırlar. İşte bunlar gafil olanlardır. Burada söylenen ilk yaratılma değil, türetip çoğaltılmadır (ذرا). Yaratma(خلق ) ve türetip çoğaltma (ذرا) fiilleri farklıdır ve farklı anlamlara gelmektedir. Zariyat ve Araf suresindeki ayetler beraber düşününce anlatılan şudur: Allah, tüm cinleri ve insanları kulluk etmeleri amacıyla yaratmıştır. Onlardan beklenen bu amaca göre yaşamaktır. Fakat bir kısmı kendi yaratılışı dışında küfrü seçmiştir, Allah’ın türeyip çoğalttıklarının içinde cehenneme gidecekler vardır. Meallerdeki bir kelimenin yanlış çevrilerek, yaratma ve türetme fiillerini yaratma şeklinde anlamlandırmalarından dolayı bu durum ortaya çıkmaktadır. Görüldüğü gibi kelimelerin doğru karşılıkları verildiğinde ortada bir çelişki söz konusu olmamaktadır. Allah'ın Resul'ü İsa, yoksa cehennemde mi? Enbiya suresindeki ayette Allah’ın dışında tapılanlar ve onlara tapanların cehennem odunu olduğu bildirilmektedir. Yine başka ayetlerde Hıristiyanların Hz. İsa’yı ilah edindikleri de söylenmektedir. Bu iki anlatım arasında bir çelişki olduğu ve bu ayetlere göre Hz. İsa’nın da cehenneme gitmesi gerektiği iddiasında bulunulmaktadır. Oysa ayetler, konunun akışından koparılmayıp bir bütün olarak okunduğunda, bu konunun açıklandığı görülecektir. Şimdi bu iddiaya gerekçe olarak sunulan Enbiya suresinin 98. ayetini ve ondan sonraki birkaç ayeti birlikte okuyalım: 21/98- Gerçekten siz de, Allah'ın dışında taptıklarınız da cehennemin odunusunuz, siz ona varacaksınız. 21/99- Eğer onlar (gerçek) ilahlar olsalardı, ona girmeyeceklerdi. Oysa onların tümü içinde temelli kalıcıdırlar. 21/100- Orda kendileri için, 'kemikleri çatırdatan inlemeler' vardır. Onlar orda işitmezler de. 21/101- Ama bizden kendilerine güzellik geçmiş bulunanlar; işte onlar, ondan uzaklaştırılmışlardır. 98. ayette Allah dışında başka ilahlar edinenler ve taptıklarının hepsinin cehennem odunu olduğu açıkça söylenmektedir. Kendisine putları, insanları yada başka varlıkları put edinenler cehennemde yanacaktır. Fakata bazı peygamberleri de insanlar ilahlaştırmış ve onlara tapmışlardır. Allah onların durumunu ayetin akışında, 101. ayette açıklamaktadır. Bu tapılanlar için Allah’tan bir güzellik geçilen yani hidayet sahibi olanlar, bu ateşten uzaklaştırılacaklardır. Hz. İsa ve onun gibi diğer salih olan kişiler kendilerine Allah’ın sıfatlarının verilmesinden ve tapınılmasından masumdurlar. Onların bir sorumluluğu yoktur. Allah işte onları cehenneme gideceklerin dışında tutmaktadır. Bu iddiada görülen mantık aslıdan inkarcılar tarafında sürekli kullanılan bir mantıktır. Ayetteki bir ifade konunun akışından çıkartılarak, anlamı kaydırılır ve bu tarz iddialara mesnet olarak kullanılır. Oysa ayetler birlikte okunduğunda konu çok farklıdır. Ortada hiç bir tezat olmayan, normal muhakemeye sahip bir insanın okuduğunda rahatlıkla anlayabileceği bir konu, bu örnekteki gibi bir çelişkiymişçesine ortaya atılır.
En son @bdulKadir tarafından C.tesi Ara. 26, 2009 12:03 am tarihinde değiştirildi, toplamda 1 kere değiştirildi | |
| | | @bdulKadir Adminstratör
Mesaj Sayısı : 6736 Rep Gücü : 10015190 Rep Puanı : 97 Kayıt tarihi : 17/03/09 Yaş : 61 Nerden : İzmir
| Konu: KURANDA ÇELİŞKİ YOKTUR ...atesit ve misyonerlere cevaplar C.tesi Ara. 26, 2009 12:00 am | |
| Kıyamet Günü İnsanlar Kaç Grup olacak? Vakıa ve Beled suresindeki bazı ifadelerden yola çıkarak bu konuyla ilgili eleştiriler getirilmektedir. Bu eleştirilere göre cennet ehli 3 farklı grupken, diğer anlatımda 2 farklı gruptur. Bu ayetlere bakıp eleştirilerin ne derece haksız olduğunu görelim: Ve sizler de üç sınıf olduğunuz zaman, Sağdakiler, ne mutlu o sağdakilere! Soldakiler, ne bahtsızdırlar onlar! (Hayırda) önde olanlar, (ecirde de) öndedirler. İşte bunlar, (Allah'a) en yakın olanlardır, Naîm cennetlerinde . (56 Vakıa Suresi 7-12) Allah, burada insanların kıyamet günü, kitabı sağından verilenler ve kitabı solundan verilenler olmak üzere iki gruba ayrıldığını söylemektedir. 3. grup ise önde olanlardır. Fakat burada dikkat edilmesi gereken “önde gidenler” aynı zamanda kitabı sağdan verilenlerdendir. Onlar da cennet ehlidirler, fakat diğer cennet ehlinden farklı olarak diğer iman edenlere önderlik yapmışlardır. Beled suresinde ise, hesap gününde insanların genel olarak sağdakiler ve soldakiler olarak ikiye ayrılacağını Allah bildirmektedir.İşte bunlar sağdakilerdir. Ayetlerimizi inkâr edenler ise işte onlar soldakilerdir. Cezaları, kapıları üzerlerine sımsıkı kapatılmış bir ateştir. ( 90 Beled Suresi18-20) Bu iki ayet birlikte düşünüldüğünde, kıyamet günü insanların cennetlik ve cehennemlikler olarak ikiye ayrılacağı, cennetlik olanların ise önde gidenler olarak ayrı bir grup oluşturacağı anlaşılmaktadır. Dolayısıyla Vakıa suresi ile Beled suresi arasında bir çelişki söz konusu değildir. Ay kültü iddiası: Bu iddianın ilk çıkış noktası fanatik Hıristiyanlardır. İslam dinin karalama çalışmasıyla bu iddiaları ortaya atmaktadırlar. Buna göre Allah ismi, Kuran’ın gelişinden de önce vardı. Araplar, İslam dininden önce de Allah’ı biliyorlardı. Bu iddiaya göre Allah yani El- İlah Ay tanrısının adıydı. İslam inancı da Ay kültünden gelmekteydi. Bu iddiaların ışığında diğer semavi dinlerle hiçbir ilgisinin olmadığını, arkeolojik bulgularda bulunmuş bazı kabartma resimleri delil olarak öne sürmektedirler. Bu iddiaların tümü açık bir saptırmadır. Bu iddialar detaylı incelendiğinde gerçek bir temelinin olmadığı ortaya çıkacaktır. Şimdi madde madde bu iddialara bakalım: 1-Arapların İslam öncesi Allah inancı olduğu fikri yeni bir buluş değildir. Peygamberimizin babasının adı bizzat “Abdullah” ( Allah’ın kulu) dur. Kuran’da bu gerçek, bir çok ayette ifade edilir. Bunlarda birisi şöyledir: 39/3- Haberin olsun; halis (katıksız) olan din yalnızca Allah'ındır. O'ndan başka veliler edinenler (şöyle derler:) "Biz, bunlara bizi Allah'a daha fazla yaklaştırsınlar diye ibadet ediyoruz." Bu ayetten de anlaşılacağı gibi peygamberimizin döneminde müşrikler Allah’ı biliyordu; ama “Putlara bizi Allah’a yakınlaştırsın diye tapıyoruz” diyorlardı. Onlarda Allah’ı tümüyle bir inkar söz konusu değildi. Sadece bazı putları ona ortak koşuyorlardı. Allah inancı İslam öncesi diğer hak dinlerden geliyordu. İslam dininin ilk geldiği dönemde İbrahim dininden gelen “Hanef” dini de bu ortamda bulunmaktaydı. Bunlar dinlerini dejenere etseler de İbrahim’in dininden gelen birçok ibadeti ve inancı korumayı başarmışlardı. O yüzden İslam öncesinde de Allah inancı ve hac, namaz, oruç gibi ibadetler de bozulsa da hala mevcuttu. Dolayısıyla İslam geldiğinde bu kavram ve ibadetleri onlardan almamış, aksine onları ilk defa insanlara buyuran Allah, hataları düzelterek tekrar Hz. Muhammed vasıtasıyla tüm insanlara emretmiştir. 2-Bu konuda delil olarak gösterilmeye çalışılan arkeolojik bulgularda kasıtlı olarak çarpıtılmaktadır. Bu bulgular Mekke bölgesinde değil oradan çok daha uzak güney Arabistan bölgesinde bulunmuştur. Bu bulgular kasıtlı olarak Kuzey Arabistan’da bulunmuş gibi gösterilmeye çalışılmaktadır. 3- Ay tanrısı Arkeolojik bulgularda “Sin” olarak geçer. Allah (el-ilah) kelimesinin ay tanrısı olduğu iddiasını destekleyecek hiçbir kanıt yoktur. Buna rağmen bu tarz iddialarda birkaç resim koyup altına böyle bir yorum yazarak Ay tanrısının Allah olduğunu iddia ederler. Eğer biraz bunun kökeni soruşturulsa, bu iddiaların fanatik din düşmanlarının vehmi olduğu ortaya çıkacaktır. 4- Camilerin Kubbesinde ay sembolünün bulunması Ay kültünün bir uzantısı olduğunun delili olarak sunulmaktadır. Bu da oldukça desteksiz bir iddiadır. Camilerin tepesine ay sembolü konması Peygamberimizin döneminde kullanılan bir sembol değildir. Hatta halifeler döneminde de kullanılmamıştır. Bu adeti ilk yapanlar Emeviler de olmamıştır. Bu adet ilk defa Araplar tarafından değil, Türkler tarafından uygulanmıştır. Alparslan 1064'te Ani'yi fethedince camiye çevrilen katedralin kubbesindeki büyük haç indirilip yerine büyük bir hilal konulmuştur. Ve bundan sonra bu uygulama gelenek haline gelmiştir. Müslümanların ay takvimi kullanmasının yine Ay kültüyle alakası yoktur. İslam geldiğinde var olan takvim budur. Ve Müslümanlar da bunu kullanmışlardır. Sonradan bu takvime geçmemişlerdir. Bu iddiaların hiç birinin temeli yoktur. Sadece akla gelen her şey, temelsizce bu şekilde vehimlerle açıklanmaya çalışılmıştır. Yoksa herhangi bir akli ve bilimsel bir dayanağı yoktur. 5- Bu konuda en açıklayıcı nokta ise Allah kelimesinin kökeni ile ilgilidir. Allah kelimesi “El-İlah”tan gelir. “El” takısı İngilizcedeki “the” gibidir. Allah (El- İlah) “The God” anlamına gelir. Yani Allah El- İlah belli bir ilahtır. Bu kelime sadece Arap dilinde yoktur. Arapçanın mensubu olduğu Sami dillerinde de bu kelime vardır. Örneğin İbranice’de “Elohim” ( Tanrı) kelimesi bu kökten gelir. Ayrıca yine aynı dil ailesinden gelen ve Hz.İsa’nın ana dili olan Aramicede de aynı kelime vardır. Hem de Arapçadaki “İlah” kelimesiyle aynı kelimedir. Okunuşu da aynıdır. Bu konuda Aramice bir sözlüğe ulaşamayanlara bir filmi kaynak olarak gösterebiliriz. Mel Gibson’un yönettiği “Passion” filminde, konu orijinali gibi olması için o dönemde konuşulan diller seçilmiştir. Filmde, İsa rolünde oynayan kişi de Aramice konuşmaktadır. Bu filmde bir çok yerde Tanrı kelimesi kullanırken Aramice “İlah” şeklinde telaffuz edilir. ( Bu filmi seyretme imkanı bulunanlar, Hz. İsa rolündeki kişinin çarmıha gerildiği sahnede, Aramice Allah’a dua ederken “İlah” diye seslendiğini duyabilirler, yine benzer bir şeyi Yahudi rolündeki kişinin Hz. İsa’yı sorgularken, “Sen Allah’ın oğlu musun?” diye sorarken, yine Aramice “ilah” kelimesini söylediğini duyabilirsiniz.”) Bu gerçek Fanatik Hıristiyanların iddialarını tümüyle boşa çıkartmaktadır. Eğer El- İlah ay tanrısıysa, Hz. İsa’da bu tanrıya inanıyordu. Ona bu isimle dua ediyordu. Böyle bir şey söz konusu değildir. Hz. Muhammed’in seslendiği Allah ile Hz. İsa’nın seslendiği Allah aynıydı. Ve o her şeyin yaratıcısı olan eşi ve benzeri olmayan yüce Allah’tır.Dolayısıyla bu iddiada bulunan Hıristiyanlar bilmeden kendi kendilerini yalanlamaktadırlar. Bu iddialarda bulunanlar kendi dinlerini bilmeden, Aramicede tanrının ne demek olduğundan haberleri olmadan, İsa’nın konuştuğu dilin farkında olmadan bu vehimleri söylemişlerdir. 6-Bu tip çalışmalar yukarıda da söylediğim gibi fanatik Hıristiyanlar tarafından ortaya atılmaktadır. Bağımsız bilim adamları bu iddialara destek vermez. Bu konuda Türkiye’de ateist çevrelerin destek olmasının sebebi, olayın bilimsel temellerine dayanması değildir. Adeta “Düşmanıma atılan çamur benim çamurumdur.” mantığında bu iddialara sahip çıkmaktalar. Bu çevreler için söylenenlerin bilimsel olup olmaması önemli değildir. Önemli olan dine bir saldırıda bulunulmasıdır. Aynı çevreler İslam’ın kökeni “güneş kültü”dür diye de iddialarda bulunmaktadırlar. İşine geldiğinde işine gelen şeyleri söylemekten çekinmezler. Onlara göre, bunların bilimsel bir alt yapısı olmasına gerek yoktur. Sonuç olarak, bu iddialar tümüyle gerçek dışıdır. İslam tevhid dinidir. Bu din Adem’den günümüze kadar yeryüzünde hep var olmuştur. Allah elçileri vasıtasıyla bu dini İnsanlara ulaştırmıştır. Allah Kuran’da insanları aya güneşe değil sadece Allah’a tapmaları gerektiğini şöyle vurgulamaktadır: 41/37- Gece, gündüz, güneş ve ay O'nun ayetlerindendir. Siz güneşe de, aya da secde etmeyin. Alah’a secde edin, ki bunları kendisi yaratmıştır. Eğer O'na ibadet edecekseniz. Tarık Suresinde bahsedilen meni mi ? İnsan mı? Bu iddiaya göre Tarık suresindeki 7. ayette geçen ifadede meninin kaburga ve bel kemiği arasından çıktığı fakat bunun bilimle çeliştiği söylenmektedir. Çünkü bilimsel olarak meninin testislerde üretildiği bilinmektedir.İlk başta bu konuyla ilgili ayetlere bakıp sonra üzerinde tartışalım. Tarık suresindeki ayetler şöyle: 86/5- İnsan bir baksın, hangi şeyden yaratıldı? 86/6- Dökülüp atılan bir sudan yaratıldı. 86/7- Bel kemiği ile kaburgalar arasından çıkar. 86/8- Şüphesiz (Allah), onu yeniden-döndürmeye güç yetirendir. 5. ayette Allah insanın neden yaratıldığını sorar. 6. ayette ise onun dökülüp atılan meniden yaratıldığını söyler. 7. ayette ise onun belkemiği ile kaburga arasından çıktığı ifade edilir. 7.ayette çıkan şeyin meni olduğunu söyleyenler varsa da burada söylenen insanın çıkışıdır. Yani belkemiği ile kaburga arasında tarif edilen yer anne rahmidir. İnsan anne rahminden çıkar. Bir sonraki ayette “o” zamiri insana gittiği açıktır. Eğer 8. ayete dikkatli bakılırsa “onu tekrar döndürmeye güç yetirendir” ifadesiyle, insanın tekrar öldükten sonra yaratılacağından söz edildiği görülür. Yani buradaki “o” ifadesi insandır. 7. ayette de “çıkan” olarak söylenenin insan olduğu açıklamış olur. 7. ayetteki ifadede çıkan şeyin meni olduğu düşünülmüş ve bu şekilde açıklanmaya çalışılmıştır. Oysa ayetin geliş ve gidişi dikkatli okunduğunda burada kaburga ve belkemiği arasından çıkan şeyin insan olduğu, yani anne karnında insanın oluşumu ve doğumunun anlatıldığı anlaşılmaktadır. Dolayısıyla bu ayetin bilimle çelişmesi söz konusu değildir www.kurandaceliskiyoktur.com
KUR'AN'DA TEZAT YOKTUR " Kur'an'ı düşünmüyorlar mı?Eğer o Allah'tan başkası tarafından indirilmiş olsaydı ,onda birbirini tutmayan çok şeyler bulunurdu."( Nisa :82 ) Kur'an bilime kılavuzluk eden bir din kitabıdır . Yani Kur'an'ı anlamak ta bir bilim ve emek,gayret gerektirir. Kur'an'ı anlama ve anlatma ilmine tefsir ilmi denir ve bu ilmin kürsüsü ,profesörleri , usûl - metodları , detayları vardır.bu detaylardan birisi de "Müşkilü'l-Kur'an " adlı bölümdür. Okuyucunun alt yapısı yoksa ayetlerde anlayamayacağı farklı anlamları daha açık ve detaylı okuyucuya açıklayan bilim dalıdır . Okuyuculara tezatmış gibi gelen ve temelde tefsir ilminin bilinmemesinden kaynaklanan bazı meselelerin dört ana sebebi vardır : - BİLDİRİLEN MESELENİN SAFHALARININ BULUNMASI :Mesela insanın yaratılış safhaları : Toprak( Âli imran :59 ),balçık ( Hicr :26 ),nutfe ( nahl :4 )...gibi yaratılışın çeşitli safhalarından bahsedilmesi ( DETAY ; KUR'AN VE ZAMAN BAŞLIKLI YAZIDA ) - KONU FARKLILIĞININ BULUNMASI :Mesela " Kadınlar arasında adaleti gerçekleştiremeyeceğinizden endişe ederseniz ,bir kadınla evlenin ." ( Nisa :3 ) ayeti ile " Ne kadar isteseniz de kadınlarınız arasında adalet yapamazsınız ." ( Nisa : 129 ) arasında bir fark yoktur :birinci ayet hukuki bir meseleyi anlatırken ikinci ayet kalbte duyulan bir temayüle işaret etmektedir ve aslında her iki ayette sonuçta tek eşliliği tavsiye eder.( DETAY; İSLAM VE KADIN ) - İŞİN İKİ AYRI YÖNÜNÜN OLMASI :" Attığın zaman sen atmadın ,lakin Allah attı."( ENFAL:17) :Yani ey Muhammed kumu sen attın ama isabet ettiren Allah'tı !hedefi tam onikiden vuran ve vurdurtan ,o olayı - mucizeyi asıl sana yaptırttan ,hatırlatan Allah'tır , O'nu unutma ve O'nu an ! ( OLAYIN DETAYI ;TÜM TEFSİRLER) - KELİMENİN HAKİKİ VE MECAZİ ANLAMDA KULLANILMASI :Mesela :" Kıyamet günü insanları sarhoş görürsün, halbuki onlar sarhoş değillerdir." ( Hac :2 ): " Sarhoş " kelimesi birinci de mecazi( sarhoş gibi ;korkudan yalpalar,titrer,akıl dışı fiiller yapar...), ikincide gerçek manada ( yani onlar sarhoş değil ,ürkek ,korkak ;o nedenle öyle görünüyorlar...) kullanılmıştır! TEMELİ OLMADAN KUR'AN'A YAKLAŞMAK YA KÜFÜR YA SAPIKLIĞA GÖTÜRÜR !
http://www.islamustundur.com/celiskiyoktur.html | |
| | | @bdulKadir Adminstratör
Mesaj Sayısı : 6736 Rep Gücü : 10015190 Rep Puanı : 97 Kayıt tarihi : 17/03/09 Yaş : 61 Nerden : İzmir
| Konu: Geri: KURANDA ÇELİŞKİ YOKTUR...ateist ve msiyonerlere cevaplar C.tesi Ara. 26, 2009 12:04 am | |
| MİSYONERLERE CEVAPLAR : KUR'AN'DA ÇELİŞKİ YOKTUR ! "KUR'AN'DA ÇELİŞKİ YOKTUR 1" ADLI DOSYAMIZ ATEİST SİTELERİNDEKİ İFTİRALARA CEVABI OLUŞTURURKEN BU DOSYAMIZDA İSE MİSYONERLERİN SİTELERİNDEKİ KUR'AN'DA ÇELİŞKİ OLDUĞUNA DAİR YAPTIKLARI İFTİRALARA - İDDİALARA DEĞİL ! - CEVAP VERMEK ÜZERE HAZIRLANMIŞTIR. AŞAĞIDAKİ İFTİRALARI OKUMADAN ÖNCE ÜÇ HUSUSUN ALTINI ÇİZMEK İSTİYOR VE AŞAĞIDAKİ YAZILARIN BU GÖZLE OKUNMASINI İSTİYORUZ: 1-BİR KERE KENDİ KİTAPLARINDA VAR OLAN VE ASLA İNKAR EDEMEDİKLERİ ÇELİŞKİLERİN HINCI İLE KUR'AN'DA DA ÇELİŞKİ OLDUĞUNU İLERİ SÜRMELERİ BİZCE SADECE VE SADECE İÇLERİNDEKİ GARAZIN, HUSUMETİN , ÖFKENİN DIŞA VURUMU OLDUĞUNU DÜŞÜNÜYORUZ ... TIKLAYINIZ:HIRISTIYANLIK,HZ. İSA,K. MUKADDES, MISYONERLERE SORULAR 2-KUR'AN'DA BİR KONU ARANIRKEN O KONU İLE İLGİLİ TÜM AYET VEYA HADİSLERİ BİR ARAYA GETİRMEK GEREKİR. ÇÜNKÜ AYNI KONUDAKİ AYETLER BİR ARAYA GETİRİLİNCE GÖRÜLECEKTİR Kİ BAZI AYETLER DAHA SONRA GELEN AYETLE HÜKMÜ GENİŞLETİLMİŞ, ONA YENİ BİR BOYUT GETİRİLMİŞ VEYA HÜKMÜ DARALTILMIŞ OLABİLİR... KUR'AN'DA BİR KONUDAKİ AYETLER GENELLİKLE BİR ARADA BULUNMAZ VE KUR'AN'DA FARKLI YERDE DAĞITILMIŞ OLARAK BULUNUR. ONLARI TOPLAMAK İÇİN İSE TÜM KUR'AN'I ARAŞTIRMAK GEREKİR Kİ BİR KONU İLE İLGİLİ AYETLERİN BİR ARADA BULUNMAMASININ SEBEBİ DE BUDUR ! ZATEN KUR'AN AYETLERİNİN BİRBİRİ İLE SIKI BAĞLANTISI VARDIR. TEMİZLİKTEN İMANA, NAMAZDAN ANNE BABAYA İTAATE DİREK GEÇİŞ YAPILABİLMEKTE, ARALARINDA SIKI BAĞLANTILAR KURULABİLMEKTEDİR. YANİ KUR'AN DÜNYA-AHİRET, AHLAK-İBADET-TOPLUM HAYATI İLE... BİR BÜTÜNDÜR! 3-BİR ÖRNEK VERELİM: İÇKİ AŞAMA AŞAMA , TOPLUM BİLİNÇLENDİRİLEREK ZAMANLA YASAKLANMIŞ, TOPLUM BİLİNCİ VE EĞİTİM DÜZEYİNİN BELLİ BİR SEVİYEYE GELİNMESİ BEKLENMİŞ, TOPLUM BUNA HAZIRLANMIŞTIR. MESELA BİR AYETTE " İÇKİLİ İKEN NAMAZA YAKLAŞMAYIN " BUYRULUR. HAYATLARININ HER ANINDA İÇEN İNSANLAR BELLİ ZAMANLARDA İÇKİDEN UZAK DURMAYA ZİHİNLERİNİ AÇARLAR. SONRA AŞAMA AŞAMA PERDER PEY AYETLERLE İÇKİ TAMAMEN YASAKLANIR. ÇÜNKÜ TOPLUM BİLİNCİ BU DÜZEYE GELMİŞTİR ARTIK...ŞİMDİ AŞAĞIDA KULLANILAN MANTIĞA BİR ÖRNEK VERELİM . İÇKİLİ İKEN NAMAZA YAKLAŞILMAMASI AYETİNİ ALIP " KUR'AN İÇKİYİ YASAKLAMADI SADECE NAMAZDA İKEN YASAK " DENSE, VEYA " YAHU NAMAZDA MI HER ZAMAN MI YASAKLANDI , BU ÇELİŞKİDİR " DENSE BİZ BU MANTIĞA NEYİ NASIL ANLATALIM...!? BİZ ASLA ÇEKİNMİYOR, " İSLAM ÜSTÜNDÜR "SLOGANIMIZI HER ORTAMDA İLERİ SÜRÜYORUZ. İŞTE İSPATI : İFTİRALARINI AYNEN SİTEMİZE ALIYOR VE CEVABIMIZI SUNUYORUZ .
Şeriat ortaminda ve din adami'nin elinde yetisen kisilerin ortak özelligi, birbirine ters, birbirine zit ve birbirini cerheden seyleri ayni zamanda benimseyebilmek veya benimsemis görünmektir. Bundan dolayidir ki müslüman kisi, hem bir yandan "Islam dini hosgörü dini'dir" diyebilir ve hem de ayni zamanda Kur'an'in: "Islam'dan gayri bir din'e inananlar sapiktirlar" seklindeki hükmünü benimseyebilir. Bu iki düsüncenin birbirine zit, birinin tersi oldugunu düsünmez. Hem bir yandan Kur'an'in "Din'de zorlama olmaz" seklindeki hükmüne sarilabilir ve hem de ayni Kur'an'in, "müsrikleri" (puta tapanlari) Islam'a zorlamak için, "Müsrikleri öldürünüz" seklindeki emrini rahatlikla uygulayabilir. Bu iki davranisin çeliskili ve bagdasmaz oldugunu farketmez. Farketse bile günah isleme korkusundan farketmemis görünür. İSLAM DİNSİZ SAPIKLARA BİLE HOŞ GÖRÜLÜ . BUNDA NE VAR ...!? HELE ZORLAMAK HİÇ VE ASLA SÖZ KONUSU DEĞİL ! SON AYETTE ( TEVBE : 5) İSE SÖZ KONUSU OLAN, HZ. PEYGAMBERİN VE İLK MÜSLÜMANLARIN MÜŞRİKLERLE OLAN SAVAŞ HALİDİR. MEKKE'Yİ ELİNDE TUTAN BU MÜŞRİKLER İLE MÜSLÜMANLAR ARASINDAKİ İLİŞKİLERİN YİRMİ İKİ YILLIK BİR GEÇMİŞİ VARDI. BU SÜRE İÇİNDE MÜSLÜMANLAR, MÜŞRİKLERE ÇAĞRI YAPAR, AÇIKLAMADA BULUNURKEN MÜŞRİKLERDEN ÇEŞİTLİ EZİYETLER, DİNLERİNDEN DÖNDÜRME GİRİŞİMLERİ, SAVAŞ GİRİŞİMLERİ VE YENİ DEVLETLERİNİ YIKMAYA YÖNELİK ORTAK KOMPLOLAR GÖRMÜŞLERDİ. BUNA RAĞMEN GEREK PEYGAMBER'DEN, GEREK BU DİNDEN VE GEREKSE BU DİNİN BAĞLILARINDAN HEP MÜSAMAHA GÖRMÜŞLERDİ. BU SÜRE OLDUKÇA UZUN BİR TARİHTİ. BÜTÜN BUNLARA RAĞMEN İSLÂM, ONLARA KOLLARINI AÇIYORDU. YÜCE ALLAH EZİYETLERE UĞRAYAN, DİNLERİNDEN DÖNSÜNLER DİYE İŞKENCELER ALTINDA İNLETİLEN; SAVAŞLARA, SÜRGÜNLERE VE ÖLDÜRÜLMELERE MARUZ BIRAKILAN MÜSLÜMANLARA VE PEYGAMBERİMİZ'E EĞER MÜŞRİKLER TEVBE EDİP YÜCE ALLAH'A DÖNERLERSE, BU DİNE TESLİM OLDUKLARINI, ONUN GÖREVLERİNİ YERİNE GETİRMEYE YÖNELDİKLERİNİ, KISACASI BU DİNE GİRDİKLERİNİ KANITLAYACAK BİÇİMDE ONUN FARZLARINI YAPMAYA BAŞLARLAR İSE KENDİLERİNE İLİŞMEMEYİ, ONLARI CEZALANDIRMA İŞLEMİNİ DURDURMAYI EMREDİYORDU. ÇÜNKÜ YÜCE ALLAH, NE KADAR GÜNAH İŞLEMİŞ OLURSA OLSUN, TEVBE EDEN HİÇ KİMSEYİ REDDETMEZ. "O BAĞIŞLAYICIDIR VE MERHAMETLİDİR." ... BU KÖTÜLÜK MERKEZİ, MEDİNE'YE DURMADAN SALDIRI YAPAN ( UHUD, HENDEK,.. DİĞER DÜŞMAN KAVİMLERİN DESTEKLENMESİNE SON VERMEK İÇİN ) BU SİVRİSİNEK BATAKLIĞININ KURUTULMASI GEREKİYORDU... NASIL Kİ, BİR DEVLET TERÖRİSTLERE ŞÖYLE BİR ÜLTİMATOM VEREBİLİR: “SİZE DÖRT AY MÜDDET. YA BU MÜDDET ZARFINDA TESLİM OLURSUNUZ, YA DA GÖRÜLDÜĞÜNÜZ YERDE ÖLDÜRÜLÜRSÜNÜZ” ONUN GİBİ, TEVBE SÛRESİNİN İLK AYETLERİNDE BELİRTİLDİĞİ ÜZERE, MÜŞRİKLERE DÖRT AY SÜRE VERİLMİŞTİR. BU MÜDDET ZARFINDA ONLARA İLİŞİLMEYECEKTİR. FAKAT ESKİ HALLERİNE DEVAM EDERLER , İSLAM'A DÜŞMANLIKLARI SÜRERSE CEZALARI AÇIKCA KENDİLERİNE BİLDİRİLİR ! “ONLARI NEREDE BULURSANIZ ÖLDÜRÜN” MEALİNDEKİ AYETİN SON KISMI “ALLAH GAFUR VE RAHİMDİR’’ DİYEREK BİTER. BUNUNLA “ALLAH BAĞIŞLAYICIDIR, MERHAMET EDİCİDİR. SİZ DE ÖYLE OLUN” MESAJI VERİLMEKTEDİR. BİR SONRAKİ AYETTE İSE ŞÖYLE DENİLİR:“EĞER MÜŞRİKLERDEN BİRİ EMAN İLE SANA GELİRSE ONA EMAN VER. TA Kİ ALLAH’IN KELAMINI DİNLESİN. (MÜSLÜMAN OLMAZSA) SONRA ONU GÜVEN İÇİNDE BULUNACAĞI BİR YERE ULAŞTIR. ÇÜNKÜ ONLAR BİLMEYEN BİR KAVİMDİR” ZATEN BİR SONRAKİ AYETTE ( 7. AYET) : " MESCİD İ HARAM'IN, KABE'NİN YANINDA ANTLAŞMA YAPTIKLARINIZ DIŞINDAKİ MÜŞRİKLERE KARŞI ALLAH'IN VE PEYGAMBER'İN NASIL TAAHHÜDÜ OLABİLİR? ONLAR SİZE KARŞI DÜRÜST DAVRANDIKÇA SİZ DE ONLARA KARŞI DÜRÜST DAVRANINIZ. HİÇ ŞÜPHESİZ ALLAH KÖTÜLÜKTEN SAKINANLARI SEVER." BUYRULUR. KISACA SALDIRMAYANA SALDIRILMAZ, DÜŞMAN OLMAYANA DÜŞMAN OLUNMAZ ! HELE HELE MÜSLÜMAN OLSUN İYE ÖLÜMLE TEHTID İSLAM'LA ASLA BARISMAZ. TIKLAYINIZ : İSLAM BARIŞ DINIDIR - TIKLAYINIZ . İSLAM TEK HAK DİN, DİĞER DİNLER İSE BATIRL, BOZULMUŞ DİNLERİDR.YOKSA İSLAM NEDEN GELSİN KI. AMA İSLAM DİĞER DİNLERE DE HOŞGÖRÜ İÇİNDE BAKAR VE ONLARA BASKI, SALDIRIYI YASAKLAR. " ONLARIN TANRISINA HAKARET ETME" DER. TARIH BU BASKININ OLMADIGININ ŞAHİTİDİR. BALKANLAR, ANADOLU YUZLECE YIL SERİATLA YÖNETİLMİŞ, AMA 2000 YILINDA BILE HER ÇEŞİT DİNİ HALA BÜNYESİNDE BARINDIRMAKTA, KORUMAKTADIR. TIKLAYINIZ
Bir yandan "Tanri dileseydi puta tapmazlardi" seklindeki seriat hükmüne inanirken diger yandan puta tapanlarin Cehenneme atilacaklarina dair hükmü dogal kabul etmekten geri kalmaz ve bu iki hükmün çelisir seyler oldugunu düsünmez. Düsünse bile düsünmemis görünür.Bir yandan "Allah kimi dogru yola koymak isterse onun kalbini Islamiyete açar, kimi de saptirmak isterse ... kalbini dar ve sikintili kilar" seklindeki hükme inanir fakat ayni zamanda bu hükmün uzatmasi olan "Allah, inanmayanlari küfür batakliginda birakir" seklindeki satirlari dogal bulur. Bu iki hüküm arasinda çelisme oldugunu aklindan geçirmez. Gecirse bile, gecirmemis görünür. KÜFÜR VEYA PUTA TAPMA... TÜM BUNLAR İNSANIN KENDİ HÜR İRADESİ İLE YAPTIĞI EYLEMLERDİR. KİŞİ KENDİ İRADESİ İLE BUNLARI YAPAR , ALLAH'TA İNSANIN BU İSTEDİĞİ YAPMASINA İZİN VERİR. ÇÜNKÜ İYİLİK YAPSA CENNET'E GİRECEK OLANDA , KÖTÜLÜK YAPINCA CEHENNEME GİDECEK OLANDA...TÜM BUNLARA KARAR VEREN İNSANIN KENDİSİDİR. İNSAN DİLER İSTER , YOLA ÇIKAR , ALLAH ONA ENGEL OLMAZ, ÇÜNKÜ SONUCUNDAN DA MESUL OLACAK OLAN YINE INSANIN KENDISIDIR. TIPKI ALLAH'IN İYİLİK YAPANA ENGEL OLMADIĞI GİBİ... KISACA CENNETE VEYA CEHENNEME İNSAN KENDİ GİDER , ÇÜNKÜ İNSAN HÜR'DÜR, HÜR YARATILMIŞ , YOLUNU, HEDEFİNİ KENDİSİNİN SEÇMESİNE İZİN VERİLMİŞTİR. İZİN VEREN İSE ALLAH ( CC) 'DIR. İYİLİK VE KÖTÜLÜĞÜ YAPMAYI SEÇMEK İSE İNSANIN TERCİHİDİR. ALLAH (CC) KALPLERİ MÜHÜRLER Mİ ?: TEVBE : 87 :" ...KALPLERİNE MÜHÜR VURULDU. BUNDAN DOLAYI ONLAR ANLAYIŞSIZDIRLAR "EN'AM :46 :" EĞER ALLAH KULAKLARINIZI VE GÖZLERİNİZİ ALIR DA KALPLERİNİZE MÜHÜR VURURSA..."A'RAF :101 " İŞTE KÂFİRLERİN KALPLERİNİ ALLAH BÖYLE MÜHÜRLER. "NAHL :108 " İŞTE ONLAR ALLAH'IN, KALPLERİNİ, KULAKLARINI VE GÖZLERİNİ MÜHÜRLEDİĞİ KİMSELERDİR. " BU VE BENZERİ AYETLER HEP AYNI SORUYU GÜNDEME GETİRMEKTEDİR, ALLAH 'U TEALA İNSANLARIN İRADESİNE MÜDAHALE EDİP ONLARI - HAŞA - SAPIKLIK İÇİNDE Mİ BIRAKMAKTADIR ...? ASLA ! KUR'AN'IN AYETLERİNİ BİR BÜTÜN İÇİNDE DEĞERLENDİRDİĞİMİZ ZAMAN , AYNI KONUDAKİ AYETLERİ YAN YANA GETİRDİĞİMİZ ZAMAN SORUN KENDİLİĞİNDEN HALLOLMAKTADIR... AŞAĞIDAKİ AYETLERİ OKUYUNCA GÖRÜLECEKTİR Kİ " İNSANLARIN KENDİ DAVRANIŞLARININ SONUCUNDA " ALLAH'U TEALA BÖYLE YAPMAKTADIR... NİSA :155 " SÖZLERİNİ BOZMALARINDAN,ALLAH'IN AYETLERİNİ İNKAR ETMELERİNDEN ,HAKSIZ YERE PEYGAMBERLERİ ÖLDÜRMELERİNDEN VE " KALPLERİMİZ MÜHÜRLÜ " DEMELERİNDEN ÖTÜRÜ ONLARI LANETLEDİK, TAM AKSİNE İNKARLARINDAN ÖTÜRÜ ALLAH ONLARIN KALPLERİNİ MÜHÜRLEMİŞTİR." BAKARA: 88 " KALPLERİMİZ PERDELİDİR" DEDİLER. HAYIR ; KÜFÜR VE İSYANLARI SEBEBİYLE ALLAH ONLARA LÂNET ETMİŞTİR. O YÜZDEN ÇOK AZ İNANIRLAR. " BAKARA :93 " ONLAR: İŞİTTİK VE İSYAN ETTİK, DEDİLER. İNKÂRLARI SEBEBİYLE KALPLERİNE BUZAĞI SEVGİSİ DOLDURULDU " YUNUS :74 . " ONLAR DAHA ÖNCE YALANLADIKLARI ŞEYE İNANACAK DEĞİLLERDİ. İŞTE HADDİ AŞANLARIN KALPLERİNİ BİZ BÖYLE MÜHÜRLERİZ. " NAHL : 104 " ALLAH'IN ÂYETLERİNE İNANMAYANLAR YOK MU, KUŞKUSUZ ALLAH ONLARI DOĞRU YOLA İLETMEZ " SÂF :5 " ONLAR YOLDAN SAPINCA, ALLAH DA KALPLERİNİ SAPTIRMIŞTI " MUTAFFİFİN . 14 " ONLARIN İŞLEMEKTE OLDUKLARI (KÖTÜLÜKLER) KALPLERİNİ KİRLETMİŞTİR " KISACASI ALLAH'U TEALA İNSANLARIN KENDİ DAVRANIŞLARININ SONUCU OLARAK , KENDİ İRADELERİ İLE YAPTIKLARININ SONUCU, KENDİ İSTEKLERİNİN SONUCUNDA ONLARIN KALPLERİNİ MÜHÜRLEMEKTEDİR...ÇÜNKÜ KENDİLERİ BUNU İSTEMEKTEDİR! YOKSA ALLAH DAİMA BİZLER İÇİN İYİLİK İSTER, HATTA KÖTÜLÜKLERİNDEN DOLAYI CEZAYI HAK EDİP CEZA VERDİKLERİNE BİLE ALLAH ACIR VE DOĞRU YOLU BULMALARINI İSTER AMA İNSANIN DA BİZZAT BUNU İSTEMESİ ŞEYTANA UYMAMASI GEREKMEKTEDİR : EN'AM : 42-43 " ... (İNKÂRLARINDAN DÖNÜP BİZE) YALVARSINLAR DİYE ONLARI DARLIK VE SIKINTI İLE YAKALAYIP CEZÂLANDIRMIŞTIK. HİÇ OLMAZSA, ONLARA BU ŞEKİLDE AZABIMIZ GELDİĞİ ZAMAN BOYUN EĞSELERDİ! FAKAT KALPLERİ İYİCE KATILAŞTI VE ŞEYTAN DA ONLARA YAPTIKLARINI CÂZİP GÖSTERDİ. " TIKLAYINIZ ALLAH DİLERSE HER ŞEY OLUR. YER VE GÖKLERİN YARATICISI ALLAH HER ŞEYE KADIRDIR. AMA İNSANI DA BİZZAT SERBEST BIRAKAN, AKIL VEREN, KITAP-PEYGAMBER GÖNDEREN DE O DUR. İSTİYOR Kİ KENDİ İSTEĞİ İLE İSLAM'A GİRSİN, TEMİZ BİR HAYAT YAŞASIN VE KENDİ CENNETİ HAK ETSİN. AMA İLAHİ MESAJLRA KARŞI ÇIKAR, PUTA, İNEĞE, İSA HEYKELLERİNE TAPARSA, BU AKIL DIŞI İŞİ KENDİ İRADESİ İLE YAPARSA SONUNU DA YİNE İZLERE HABER VERİR İNDIRDIGI KITAPLARDA...TIKLAYINIZ
Bir yandan "Seriat dini, kadini yüceltmistir, yirminci yüzyilin ulasamadigi haklara eristirmistir; kadinin sahsiyet haklarina saygilidir, kadin erkek esitligini öngörür" seklinde konusurken diger yandan: "Kadinlar aklen ve dinen dûn yaratiklardir; erkeklerin kadinlardan bir üstün dereceleri vardir; iki kadinin tanikligi bir erkegin tanikligina bedeldir; mirasta erkegin payi iki disinin payi kadardir; namazi bozan seyler esek, kara köpek, domuz ve kadin'dir; kadinlar insanin karsisina seytan gibi çikarlar; Cehennem'in çogunlugu kadinlardan olusur, vs..." seklindeki hükümleri öne sürebilir ve bunu yaparken çeliskiye düstügünü bilmez. Bilse bile, bilmemis görünür. HEP AYNI SALLAMALAR... CEVAP İÇİN TIKLAYINIZ: İSLAM'DA KADIN HAKLARI. EKLEYECEK TEK ŞEY VAR. ŞAHİTLİK KONUSUNUN , GÜNÜMÜZ DEYİMİ İLE " VADELİ BORÇLAR " KONUSU İLE SINIRLI OLDUĞUDUR. O DÖNEMDE KADINLAR TİCARET İLE İÇLİ DIŞLI DEĞİLLERDİ ... - HATTA HZ. HATİCE ANNEMİZ , TİCARİ İŞLERİNİ ERKEKLERE ( BU ARADA HZ. RESUL'E ) YAPTIRIYORDU VE ONUNLA BU SAYEDE TANIŞIP , TEMİZ, DÜRÜSTLÜĞÜNÜ GÖRÜP ONUNLA EVLENMİŞTİR... - GÜNÜMÜZDE İSE DURUM DEĞİŞMİŞ , YANİ KISACA SEBEP - TİCARİ İŞLERLE İLGİLENMEME VE PARA İLE DİREK MUHATAP OLMAMA -ORTADAN KALKMIŞ , DOLAYISI İLE ŞAHİTLİK MESELESİ DE YENİDEN DÜZENLENMESİ GEREKEN BİR KONU HALİNE GELMİŞTİR. DETAYLAR İSLAM ALİMLERİNİN ALANINA GİRMEKTEDİR...
Sayisiz denecek kadar çok bu örneklerin ortaya vurdugu sonuç sudur ki seriat verileriyle yetisen kisi birbiriyle çeliski halinde bulunan din verilerini gerçegin ta kendisi olarak kabul etmekten geri kalmaz. Bu hükümlerin "kutsalligina" ve "mutlak gerçekligine" öylesine inanmistir ki bunlarda "çelisme", "tutarsizlik" ya da "bagdasmazlik" diye bir sey olabilecegini kabul etmez. Kabul etmek söyle dursun fakat kabul edenleri dinsizlikle suçlamaga hazirdir. DİNSİZLİKTEN DAHA ÇOK " MÜFTERİ- İFTİRA EDEN - , ÇEKEMEMEZLİK " KELİMELERİ UYGUN DÜŞÜYOR...! BU ARADA BİLİMSEL HİÇ BİR ALT YAPISI OLMADIĞI HALDE, DARWİNİZMİ ELEŞTİRİYE HİÇ TAHAMMÜL EDEMEYEN ATEİSTLERİN KUTSALLIK VE ÇELİŞKİLERE DİKKAT ÇEKMESİ DE HAYLİ İLGİNÇ. İKİ DE BİR DARWİNİZMİ GÜNDEME GETİRİYORUZ ÇÜNKÜ ATEİSTLERİN SAVUNDUĞU BAŞKA ELLE TUTULUR BİR ŞEY YOK!
Cünkü zekasi, seriat'in olusturdugu ortam içerisinde körletilmistir ve bu ortami olusturan da esas itibariyle din adamidir. BİR DE BUNU YAZANLAR " KİLİSEYE GİRERKEN AKLIMI DIŞARIDA BIRAKIRIM, " DEDİRTEN, DÜNYANIN DÖNDÜĞÜNÜ SÖYLEYENLERİ ENGİZİSYONDA YARGILAYAN BİRİ OLMASA, ... KURANDAKI AKLI KULLANMAYI EMREDEN AYETLERE GIRMIYOZ!
Din adami'nin ona belettigi sudur ki Kur'an: "Dogrulugu süphe götürmeyen kitab'tir" (K.2 Bakara 2) ve "Eger o, Allah'tan baskasi tarafindan gelmis olsaydi onda bir çok tutarsizlik (bulunurdu)" (K. 4 Nisa 82) AMENNA !
Ancak ne var ki akilci bir gözle Kur'an'i okumaga basladigimiz an, daha ilk satirlarindan itibaren çelismeli hükümleri karsimizda bulur ve okumaga devam ettikçe bunlarin çoklugu içerisinde kayboluruz. Sadece bir kaç örnekle yetinmek üzere En'am Suresi''nden bazi hükümlere göz atmakla ise baslayalim: 107ci ayet söyle der: "Tanri dileseydi puta tapmazlardi" (K. 6 En'am 107). Bir kaç ayet ilerde su vardir: "Allah dilemedikçe inanmazlar" (K. 6 En'am 111) . Bundan anlasilan sudur ki inanmak ya da puta tapmak Tanri'nin dilegine baglidir ve eger Tanri dilemis olsaydi kisiler puta tapmazlardi. OLAYIN KISACA FORMÜLÜ ŞU : İNSAN KENDİ HÜR OLAN İRADESİ İLE İSTER - DİKKAT İSTEYEN İNSAN ! - , ALLAH İZİN VERİR, AMA SONUCUNA DA - ÖZGÜR İRADESİ İLE O İŞE YÖNELDİĞİ İÇİN - KATLANIR...! KONU YUKARIDA AÇIKLANDI!
Ancak ne var ki bu ayni En'am Sure'sinde: "... puta tapanlardan yüz çevir" (K. 6 En'am 106) diye yazilidir.Bunu pekistirir nitelikte olmak üzere Tevbe suresi'nde de puta tapanlarin öldürülmelerini emreden su ayet vardir:"...Müsrikleri (puta tapanlari) buldugunuz yerde öldürün,.." (K. 9 Tevbe 5). Bir baska deyisle, Kuran'a gore, Tanri kisiyi hem "putperest" (müsrik) birakmistir, ve hem de "putperest'tir" diye cezalandirmaktadir. BIRAKMADI. O İNSAN KENDİ AKLINI KULLANIP , HÜR İRADESİ İLE MÜŞRİK- PUTPEREST OLDU - TIPKI HRİSTİYANLARIN PUTTAN İSA HEYKELLERİNE TAPTIKLARI GİBİ ...- ALLAH'TA , INSANLARI HÜR, SERBEST YARATTIĞI İÇİN , ONLARI O HAL ÜZERE SERBEST BIRAKTI.YOKSA ALLAH ISTESE HERKESI INANAN HERKESI TAŞ, HEKESI MELEK... YARATIRDI. ALLAH INSAN ISTERDI ONU PUTOEREST OLMASINA İZİN VERDI AMA ALLAH BUNDAN MEMNUN DEĞİL ,VERDİĞİ AKIL, GÖNDERDİĞİ KİTAP, RESULLER İLE DOĞRU YOLA ÇAĞIRIR, CEHENNEMI HATIRLATIR, CENNETLE ÜMİTLENDİRİR AMA HALA İSLAMA GİRMEZ, BİR DE ÜSTÜNE KARŞI ÇIKAR, SAVAŞA KALKARLARSA, BİZE DE ONLARDAN YÜZ ÇEVİR VE ANLAŞMAYI YAPTIĞINIZ ANLAŞMALARI BOZARLARSA CEZALARINI ANLAŞMA ŞARTLARINA GÖRE VER, ŞARTLARDA OLAN İDAM CEZASINI DA GEREKİRSE TATBİK ET DIYOR. DETAY YUKARIDA ! AYRICA TEVBE SURESININ ACIKLAMASI SITEMIZDE , AYRICA BU KONU SOLCULARA CEVAP VEREN YAZILARIMIZDA DEFALARCA İŞLENDİ!
Yukardakine benzer bir diger örnek En'am Suresi'ndeki su ayet'dir: "Allah kimi dogru yola koymak isterse onun kalbini islamiyete açar, kimi de saptirmak isterse... kalbini dar ve sikintili kilar. Allah inanmayanlari küfür batakliginda birakir" (K. 6 En'am 125). Dikkat edilecegi gibi ilk iki tümce ile son tümce çeliski halindedir. Cünkü ilk iki tümceye göre kisi'yi "Müslüman" ya da "Kafir" yapan Tanri'dir; fakat Tanri, kafir yaptiklarini Cehennem'e atmaktadir. YİNE AYNI TERANE... İNANMAYAN İNSANIN KENDİSİ ...KENDİ İSTEĞİ İLE GİRDİĞİ BATAKLIKTA BIRAKILIYOR AMA İSTESE KENDİ YİNE ÇIKABİLİR, ALLAH ONA DA İZİN VERİYOR VE TEŞVİK EDİYOR - AKIL,KUTSAL KİTAP, RESUL İLE - AMA KARARI VERECEK OLAN İNSANDIN, BİZZAT KENDİSİDİR ! ALLAH'TA İNSANIN KARARINA GÖRE ONA MUAMELE EDİYOR. NE DİYOR AYET; İNANMAYANLARI KÜFÜR BATAKLIĞINDA BIRAKIR, YA İNANIRSA ; BIRAKMAZ. YANI OLAY İNSANIN İRADESİNDE BİTİYOR. TIKLAYINIZ
Yine Bakara Sure'sinin 6.ayet'i söyle der: "Süphe yok ki, inkar edenleri (kafir olanlari), baslarina gelecekle (azab ile) uyarsan da uyarmasan da birdir, inanmazlar" (K. 2 Bakara 6). Bu ayet'in hemen arkasindan su ayet gelir: "Zira Allah onlarin kalblerini ve kulaklarini mühürlemistir; gözlerinde de perde vardir ve büyük azab onlar içindir" (K. 2 Bakara 7). Görülüyor ki kisileri "kafir" yapan, onlarin kalblerini ve kulaklarini mühürleyen Tanri'dir. Fakat böyle oldugu halde Tanri kendisinin "kafir" yaptiklarini, büyük bir azab'a sokacaktir.Söylemeye gerek yoktur ki Tanri'nin insanlari, hem gözlerini ve kulaklarini mühürleyip kafir yapmasi ve hem de cezalandirmasi çelismeli ve tutarsiz bir davranistir. Fakat islamcilar bu hükümleri, sanki ortada çelisme yokmus gibi müslüman kisinin beynine sokusturuverir. CEVAP YUKARIDA ! TIKLAYINIZ
Yine bunun gibi Bakara Sure'sinde "Dinde zorlama yok" (K. 2 Bakara 256) diye yazilidir. Islamcilar buna dayanarak Islam'in hösgörü dini oldugunu söyler. Söylediklerini pekistirmek maksadiyle: "Süphe yok ki bu (Kur'an) bir ögüttür. O halde dileyen Rabbine götüren yolu tutsun..." (K. 73 Müzemmil 19) ya da "Muhakkak ki bu kitap bir ögüttür. Kim dilerse ondan ögüt alir..." (K.74 Müddessir 54-55) seklindeki ayetleri okur. Buna benzer diger ayet'leri ya da hadis'leri okuyarak seriat dininde inanç özgürlügü oldugunu savunur.Fakat bunu yaparken, söyledikleriyle çeliskiye düsercesine, Islam'dan baska "gerçek din" olmadigini, bildiren, baska din ve inanca yönelenleri "sapik" ya da "kafir" olarak ilan eden, ya da Tanri'ya es kosanlari (müsrik'leri) ölüme götüren, daha baska bir deyimle inanç özgürlügünü ve hosgörüyü kökünden silen hükümleri siralar. Ornegin Kur'an'daki "Müsrikleri nerede bulursaniz öldürün" (K. Tevbe 5; Al-i Imran 85) seklindeki emirleri açiklar. Ya da "Kitab Ehli" olanlara (yani Yahudilere ve Hiristiyanlara) karsi savas açilmasini, Islami kabul ettirene ya da "Cizye" (kafa parasi) alinana kadar bu savasin sürdürülmesini öngören hükümleri belletmekten geri kalmaz. Islam dini'nin bu hükümlere dayali olarak yayildigini, Muhammed'in bu maksatla savaslar yaptigini, ölüm döseginde iken "Arap ceziresinde iki din bir arada bulunmayacak" diye vasiyette bulundugunu anlatmaktan bikmaz. Dinde "zorlama" olmadigini bildiren hükümlerle, "zorlamayi" öngören hükümlerin (ve eylemlerin) yan yana, içiçe bulunmasini çeliski saymaz. AL-İ İMRAN : 85: " İSLAM'DAN BAŞKA DİN YOK " ... AL-İ İMRAN 86: "ALLAH ZALİM OLAN TOPLUMU DOĞRU YOLA İLETMEZ . " HAK DİN OLMASA DA İSLAM ONLARA HOŞGÖRÜLÜ YAKLAŞIYOR !BUNUN NERESİ ZITLIK...AMA İŞİN ASIL DİKKAT ÇEKİCİ YÖNÜ BU BAKIŞ AÇISINA SAHİP OLAN KENDİLERİNİN İÇYÜZLERİNİ BU MANTIK VE BAKIŞ AÇISI İLE DIŞARI VURMALARI... HRİSTİYAN DEĞİL Mİ : KAFİR, YOK ET, İŞKENCE ET, ÖLDÜR... ÖRNEK : HAÇLI SEFERLERİNDEN ... IRAK İŞGALİNE İNSANLIK TARİHİ...! BU FİKİR ÖZGÜRLÜĞÜNÜ AKILLARI ALAMIYOR :" HEM KENDİNDEN KABUL ETMEYECEKSİN HEM YAŞAMASINA İZİN VERECEKSİN...?!" "ARAP CEZİRESİNDE İKİ DİN BİR ARADA BULUNMAYACAK" ...VASİYETİNİ YILLARIN AŞIRI DİNCİSİ ( ! ) BEN NASIL DUYMADIM...! KAYNAK NE ... ? CİZYE MESELESİNE GELİNCE . ASKERE ALINMAMA, CAN-MAL-NAMUS-AKIL VE DİNİNİN KORUNMASI KARŞILIĞINDA GAYRİ MÜSLİMLERDEN ALINAN VERGİNİN NERESİ ZULÜM, ZORLAMA , KÖTÜLÜK...BATI MEDENİYETİNDE VERGİSİ ALINMAYAN MÜSLÜMAN VAR MI , HEM DE CAN- MAL... NAMUS EMNİYETİ YOKKEN ... İSLAM SAVAŞ HUKUKUNUN TEMELİ NEFSİ MÜDAFAAYA DAYANIR...SALDIRMAYANA SALDIRILMAZ...DETAY ISLAM SAVAS HUKUKU, ISLAM BARIS DINIDIR DOSYALARIMIZ! KAFİRLERİ ÖLDÜRME İLE İLGİLİ AYETLER :YA ONLARIN SALDIRILARINA KARŞILIK, BİZE YAPILANIN AYNISINI ONLARA YAPMAK ŞEKLİNDE OLMUŞTUR Kİ , İLK SALDIRAN ONLARDIR , YA DA ARADA ANLAŞMA VARKEN ONLARIN BOZUP ARKADAN SALDIRI YAPMA ÇABALARI SONUCU, ANLAŞMAYA GÖRE BELİRLENEN CEZA ŞARTLARININ UYGULAMAYA SOKULMASININ HATIRLATILMASIDIR KI YINE LIK YANLIŞ KARSIDAN GELMIŞTIR.YUKARIDA DEFALARCA ACIKLANDI, UZANTILAR VERILDI.
Bir yandan: "Iyilik ve fenalik bir degildir... Sen fenaligi en güzel sekilde sav; o zaman seninle arasinda düsmanlik bulunan kisinin yakin bir dost oldugunu görürsün..." (K. 41 Fussilet 34) seklindeki hükümler, diger yandan bunlara tersdüsen: "Ey inananlar...size kısas farz kilindi...Ey akil sahipleri kisas'ta sizin için hayat vardir..." (K. 2Bakara 178-9), ya da ":Bir kötülügün karsiligi, ayni sekilde bir kötülüktür..." (K. 42 Sura 40) seklindeki hükümler bulunur Kuran'da. Hangi kötülüge hangi kötülükle karsi konulacagini da : "... hür ile hür insan, köle ile köle,kadin ile kadin..." (K.2 Bakara 178) ya da "... onlara can cana, göze göz, buruna burun, kulaga kulak, dise disle ve yaralara karsilikli ödesme yazdik...Allah'in indirdigi ile hükmetmeyenler, iste onlar zalimlerdir..."(K.5 Maide 45 ayrica bkz. Bakara 179) seklindeki hükümler de bulunur Kuran'da. Bir yandan öç almayi farz kilan bu emirlerle, ya da: "Sen de müsrikleri hicvü zemmet, yahud onlarin hicivlerine mukabelede bulun, Cibril'de seninle beraberdir" seklindeki Hadis'lerle 186 hasir nesir olurken diger yandan: "Her kim öç almayip bagislarsa iste bu hareket büyüklerin karidir" (K.42 Sura 43) seklindeki hükümler bulunur Kuran'da. İLK AYET TAKVA ÜZERİNE YAPILASI TAVSIYE EDILEN BIR KURALDIR. IKINCI AYETTE ISE GENEL OLARAK İSLAM'IN BIR KURALI BELIRTILIR. ILKINI YAPARSAN, BU OZEL BIR DURUMDA EKSTRA SEVAP KAZANIRSIN, AMA IKINCI YAPILIRSA BU GENEL BIR KURALDIR, BU HAKKIN VARDIR, DENMEKTEDIR. KISASTA ISE ÜÇ ŞIK VARDIR. BİRİDE İYİLİK İLE AFETMEK...DİĞERİ AYNEN CEZANIN BİR MÜKABELE VERİLMESİ , SON ŞIK İSE KAN BEDELİDİR...BURADA ZITLIK YOK BÜTÜNLÜK VAR! MESELA KAN DAVASINI ELE ALALIM: BİRİNİ HAKSIZ YERE ÖLDÜRENİ İSLAM DEVLETİ YAKALAR VE MAKTULÜN YAKINLARINA ÜÇ ŞIK SUNULUR : AF MI EDİYORSUNUZ, AYNEN MAKTULE YAPILAN MI YAPILIP İDAM EDİLSİN, YOKSA KAN BEDELİ - BİZ ONU AF EDİYORUZ AMA MAKTUL - ÖLDÜRÜLEN - BİZİM NAFAKAMIZI KARŞILIYORDU , BELLİ BİR MİKTAR BİZE KAN PARASI VERSİN ...DER - İSTERLER... BÖYLECE NE KAN DAVASI KALIR - AF EDEN, ÖLÜMÜNÜ İSTEYEN... KARAR VEREN , ÖLDÜRÜLENİN AİLESİDİR - NE DE ADALETSİZLİK OLUR . .KISACA KISASIN ESASLARI ICINDEDIR, FENALIGI EN GÜZELİ İLE SAVMAKTA !
Kur'an'daki Sure'lerin ya da ayet'lerin ve bunlarda yer alan konularin bilimsel bir siralamasi diye bir sey yoktur. Bir konu'nun biteviye islenmesi diye de bir sey yoktur. Birbirleriyle ilgisi bulunmayan çesitli sorunlar ve konular birbirlerinin içine girmistir. Ornegin ibadet'le ilgili hükümler hukuk'la ilgili hükümlerle, ya da efsanevi olaylarla karma karisik bir sekilde, iç içedir. Belli bir konuyla ilgili olay anlatilirken hiç yeri ve ilgisi olmadan bir baska olaya geçiliverir. BU BİR METOTTUR VE BU KUR'AN'IN METODUDUR. AMAÇ YUKARIDA AÇIKLANMIŞTIR. BU SAYEDE HER KUR'AN'DA BİR KONU ARAYAN TÜM KUR'AN'I BAŞTAN SONA BİR DAHA TÜM GENEL BAKIŞ AÇISINI TEKRARDAN KAVRAYARAK ARAŞTIRIR, OKUR, ZATEN TÜM AYETLER İÇ İÇE , BİR BÜTÜNÜN BİRER PARÇASIDIR...! YETER Kİ BİLİMSEL, AÇIK YÜREKLİ, ÖNYARGISIZ YAKLAŞILSIN O YÜCE KİTABA......KUR'AN , İNCİL GİBİ BİR EL YAZMASI DEĞİL Kİ , HZ. İSA'NIN HAYATINI - HEM DE BİR SÜRÜ ÇELİŞKİLERLE - ANLATAN , 4 KİŞİ TARAFINDAN YAZILAN ( ... ) BİR KİTAP OLSUN. KISACA KURANDA NE ARARSANIZ ARAYIN, KURAN ÖNCE GENEL BAKIŞ AÇISINI YAKALATMAK İSTER İNSANA, SONRA BU GENEL BAKIŞI YAKALAYANA, O GENELIN BIR PARÇASINI SERPİSTİRDİĞİ AYETLERDEN CIKARTTIRIR VE GENELE AYKIRI OLMAYAN DETAY HUKUMLERI BUNYESINDEN ÇIKARTTIRMAYI SAĞLAR.
Bu tür tutarsizliklar, uyumsuzluklar ve çeliskiler hemen her Sure'de kendisini gösterir. Bundan dolayidir ki, Kuran'in "Allah/Tanri sozu olmayip", bir insan, yani Muhammed tarafindan yazilmis oldugu sonucu cikmaktadir...Kuran'da gorulen çeliskiler ne gökten inmedir ve ne de din adaminin dedigi gibi "Tanri'ya göre degil, bize göredir".Bu çeliskiler, Kuran'in yaraticisi olan Muhammed ve onun yardimcilarindan kaynaklanmaktadir. (Bilindigi gibi, Muhammed, okur-yazar degildi ve Kuran'i olustururken okur-yazar yardimcilardan faydalandi). Kuran'i "Gökten indi" diyerek yarattigi dine taraftar toplamak isteyen Muhammed ve yardimcilarinin, çesitli durumlara ve farkli olaylara çözüm saglama siyasetinden dogmustur. BAKLA AĞIZDAN ÇIKTI. SORALIM HZ. RESUL KUR'AN'DAKİ O BİLİMSEL AYETLERİ NEREDEN BİLİYORDU... BAZEN KENDİNİ UYARAN AYETLERE NE DEMELİ...VS . TIKLAYINIZ : Ümmi Resul ... AYRICA TIKLAYINIZ : KUR'AN;YAZILMASI,ESKIMEZLIĞI, KUR'AN VE BILIM , CEMI. KENDİ İNCİL'LERİ İLE KARIŞTIRDILAR HERHALDE...BİLİNDİĞİ GİBİ İNCİL'İ MATTA, MARKOS,LUKA , YUHANNA YAZMIŞTIR... KİTAPLARI KARIŞTIRDILAR GALİBA...!BU ARADA YARDIMCILAR-RAHIPTEN ALDI, KOLEDEN ALDI ..FALAN- KONUSUNA DA CEVAPLAR ATEISTLERE CEVAPLAR BASLIKLI YAZILARDA, TIKLAYINIZ VE TIKLAYINIZ
Kuran Ve Seriat hükümlerindeki çeliskiler, ve tutarsizliklar konusunda Islamcilar'in tutarsız tutumu: Seriat hükümleri içerisindeki çelismeler ve tutarsizliklar konusunda din adaminin bilim disi ve olumsuz bir tutumu vardir ki o da her seyden önce insan aklinin yetersizligini öne sürmek ve örnegin : "Celiskiler bize göredir, Tanri'ya ve Peygambere göre degildir" deyip isin içinden siyrilmaktir. Hani sanki "çelismeler", insanlarin gözünde "serab" gibi bir seydir ve aslinda yoktur da insanlar "çelisme varmis" gibi görüyorlardir!Seriat verileri içerisindeki çelismelerin varligini inkar etmek üzere din adami'nin basvurdugu diger bir yol, Kur'an'in Tanri'dan gelen "son ve tek gerçek" Kitab olduguna, ve "geçmiste ve gelecekte onu batil kilacak olmadigina" (K. 41 Fussilat 41-2), ve Kitab'da bulunanlarin "kesin gerçekler olup bunun disinda baskaca gerçek olamayacagina" (K. Meariç 51), ve "yeryüzündeki her seyin apaçik Kitab'da tespit olunduguna" (K. Necm 75) dair ya da buna benzer hükümleri siralamaktir. Bunu yaparken sirtini özellikle su ayete dayar: "... Allah katindan gayri bir yerden gelseydi,(Kur'an'da) birbirini tutmaz bir çok seyler bulurlardi..." (K. 4 Nisa 82). ÇELİŞKİNİN ( ... ! ) KAYNAĞI ÖNYARGILI, MİSYONER BAKIŞ AÇISIDIR! ... AYRICA İNSAN AKLININ AYNI OLAY, FİKİR,... HATTA BİR RESİMİ BİLE FARKLI YORUMLADIĞI BİR GERÇEK,BU İNSAN DOĞASININ DOĞAL BİR İZ DÜŞÜMÜDÜR. BU DURUM HER ŞEY İÇİN SÖZ KONUSUDUR, HIRİSTİYANLIK İÇİN BİLE ( HATTA BİRBİRİNİ HIRİSTİYAN BİLE KABUL ETMEYEN MEZHEPLERİNİ DÜŞÜNÜNCE..., AYNI MEZHEPLERİNİN BİLE FARKLI TARİKATLARI YOK MU HIRİSTİYANLARIN... ) BU DURUM TERCÜME SANATINDA DA , ANAYASA YORUMLARINDA DA , KAHVE SOHBETLERİNDE DE VARDIR. YUKARIDA CELISKI DEDIKLERININ NE OLDUĞU GÖRÜLDÜ ÇÜNKÜ...!
Ote yandan Islamcilar, çeliskilerin ve tutarsizliklarin ortaya çikmasini önlemek üzere sunu hatirlatir ki Kur'an ve Hadis hükümlerini tartismak, yalanlamak ve bunlar üzerinde süpheci olmak ya da bunlarda çeliski ve tutarsizlik oldugunu söylemek "günahtir", "dinsizliktir", "Tanri'ya ve peygamberine karsi gelmektir". Bu hükümler çeliskili görünse de, akla ve müspet ilme ters düsse de, bunlari hiç bir elestiriye ve tartismaya girismeden olduklari gibi kabul etmek gerekir. KUR'AN'DA ALLAH'U TEALA KENDİ VARLIĞINI BİE TARTIŞMAYA AÇIYOR VE AKLÎ ÖRNEKLERLE VARLIĞINI BİZZAT KENDİ İSPAT EDİYOR... BUNU BİZ DE SİTEMİZDE RAHATLIKLA TARTIŞMAYA AÇTIK VE HATTA ATEİST SİTELERİ, FORUMLARI DOLAŞTIK... TARTIŞMA DENDİ DE, TANRIYI ÜÇ İKEN BİR KABUL ETMEYİ DAHA SİZLER AÇIKLAYAMADINIZ... " 1+1+1 " YERINE " 1*1*1( CAPMA) " FORMÜLÜ GİBİ AÇIKLAMALARINIZ DA DAHİL...İNSAN İKNA OLUR, MÜSLÜMAN OLUR, YOLA DEVAM EDER, ATEİST, MİSYONERLE BİR ORAYA BİR BURAYA BODASLAMA DALAR,SALDIRI, ÇARPAR, AĞIZ BURUN YARA BERE, PERMU PERİŞAN ZAMANINI DOLDURUR İŞTE...! BİLMEZKİ İSLAM GÜNEŞİ ÇAMURLA SIVANAMAZ !
Bunun böyle oldugunu anlatmak üzere din adami: "Allah ve peygamberine karsi gelenler ... alçaltilacaklardir... Biz apaçik ayet'ler indirmisizdir, bunlari inkar edenlere alçaltici ceza var..." (58 Mücadele 5), ya da: "Allah ve Resulü bir ise hükmettigi zaman (inananlara) artik islerinde baska yolu seçmek yarasmaz. Allah'a ve Peygambere baskaldiran süphesiz apaçik bir sekilde sapmis olur..." (K. 33 Ahzab 36) seklinde hükümleri gösterirken "Allah'in hükmüne uygun hüküm vermeyen kafirdir" (K. 5 Maide 44) ayet'ini ekler, ve benzer ayet'lerle "süphe" etmenin ya da Kur'an'da çeliski oldugunu söylemenin dinsizlik sayilacagini bildirir. SÖZÜ EDİLEN AYETLER İNKAR EDENLER ALÇALTILIR AMA MÜSLÜMANLAR ALLAH'IN SÖZÜNDEN ÇIKMAZ ANLAMINDADIR. BURADA ÇELİŞKİ , TUTARSIZLIK YOK! AMA KAFİR OLAN BU AYETLERİ ÇELİŞKİLİ GÖRÜR O ZATEN KAFİRDİR , NORMALDİR. NE DE OLSA AYETLERİN UCU ONLARA DOKUNUYOR! İSLAM'DA SORU VARDIR, ARAŞTIRMA VARDIR- BİZZAT KURANIN EMRIDIR- AMA İFTİRA, ÇAMUR ATMA, KENDİ İÇİN GİBİ HERKESİ ZELİL ZANNETME, BEN ÇÖPTEYİM, KARŞIMDAKİNE DE PİSLİK ATAYIM MANTIĞI, KISKANÇLIĞI YOKTUR! VARSA SORUN SOR, AL CEVABINI OTUR BEYNININ UZERINE- BEYNININ KAFANDA OLMADIGI BELLI!- , AMA SALYA SUMUK SALDIR, ÇAMUR AT, HAKARET ET, SONRA DA, CEVAPLARA BAKMADAN , ÇELİŞKİLERİ SÖYLEDİK, KAFİR İLAN EDİLDİK DİYE SU UZTUNE ÇIKMYA ÇALIŞ. HAYIR ZATEN KAFİRSİN, HATA ARIYON BULAMIYON, KIVRANMAN BUNDAN. ÇATLA-PATLA, HATTA YIRTIN...!
"Dini islerde asiri inceleyip sik dokuyanlar helak olacaklardir" seklindeki hadis hükümlerini belirterek soru sormanin ve soru yolu ile din verilerine karsi gelmenin yasak oldugunu anlatir BU SADECE " ALLAH 'IN MAHIYETI, ÖZUNU DÜŞÜNMEK " GİBİ GİRİFT VE İNSAN AKLININ ALAMAYACAĞI AZ BIR ALANI KAPSAR. YOKSA İSLAM TARTIŞMAYA AÇIK BİR DİNDİR VE HER TARTIŞMA DA İSLAM ÜSTÜN ÇIKAR... YANİ SİTEYİ BİZ KURMASAK SAHİDEN GERÇEK ZANNEDECEĞİZ BU SALVOLARI...!
Kur'an'da çeliski olmadigini savunmak maksadiyle Islamcilarin basvurdugu bir diger yol, bazi ayet'lerin bazi ayet'lerle kaldirildigini öne sürmektir. Oysa ki hangi ayet'lerin hangileriyle kaldirildigi hususundaki görüs ayriliklari bir yana ve fakat böyle bir iddia, hani sanki Tanri her seyi diledigi gibi önce'den düzenleyemezmis ya da bilmezmis ve bazi ayet'leri yanlislikla yerlestirmiste sonradan hatasinin farkina varip düzeltmis gibi bir anlam tasir ki Tanri'yi küçültmek sonucunu doğurur. BAHSI OLAN KONU " NESH " MESELESİDİR VE BU DA HALKI BELLİ BİR DÜZEYE AŞAMA AŞAMA , KADEMELİ OLARAK GETİRMEK İÇİN UYGULANAN BİR METOTTUR. BİR TOPLUMSAL EĞİTİM STARATEJİSİDİR. ÖRNEK OLARAK İÇKİYİ YUKARIDA VERDİK... YANI ALLAH İNSANI DÜŞÜNEREK BI AYETLERI BELLI SIRALAMA ILE GONDERMISTIR.BU YUCE YARATICI DA EKSIKLIK DEGIL, KULUNA OLAN SEVGISININ GÖSTERGESİ, DOLAYISI İLE YÜCELİĞİNİN BELİRİSİDİR!
Kaldi ki Kur'an'daki çelismeler, kaldirilmadigi kesin olarak bilinen ayet'leri kapsar ki bunlardan pek bariz olanlardan biri, Ebu Talib'in ölümü vesilesiyle Muhammed tarafindan Kur'an'a konmus olan su ayet'tir: "Allah kimi dogru yola koymak isterse onun kalbini islamiyete açar, kimi de saptirmak isterse... kalbini dar ve sikintili kilar. Allah inanmayanlari küfür batakliginda birakir" ( 6 En'am 125).Bu ayet'le anlatilmak istenen sudur ki Ebu Talib'in kalbini müslümanliga açmayan Tanri'dir ve Tanri onun müslüman olmadan ölmesini uygun bulmustur. Ancak gerçek bundan çok farklidir.Bilindigi gibi Muhammed, kendisini bir baba gibi yetistiren Ebu Talib'i müslüman yapmak istemis fakat yapamamistir.Yapamayinca sorumlulugu sirtindan atmak üzere Tanri'nin keyfiligini öne sürmüs ve amcasinin müslüman olmayisini bu keyfilige baglamak üzere yukardaki formülü bulmustur. Ancak ne var ki ayet kendi içerisinde çeliskilidir, çünkü bir yandan Tanri'nin kisileri diledigi gibi saptirdigini belirtirken diger yandan saptirdiklarini Cehennem'e attigini anlatmaktadir. HEP AYNI YERE DÖNÜLÜYOR. KONU YUKARIDA AÇIKLANDI. EBU TALIP MESELESINE GELINCE; MÜSLÜMAN OLMASINI İSTEYEN HZ. RESUL , VE İNANMAYAN EBU TALİB.... SONUCTA - KENDİ İSTEĞİ İLE - MÜSLÜMAN OLAMAYAN EBU TALİB ( SON NEFESİNDE , " MÜSLÜMAN OL" DİYEN YEĞENİ HZ. RESUL'E EBU TALİB " MEKKELİ KADINLAR ÖLÜMDEN KORKTU DA EBU TALİB SON NEFESINDE MÜSLÜMAN OLDU DEDİRTMEM " DİYEREK - YANİ KİBİRLENEREK ; ŞEYTANI DA MELEKLERİN HOCALIĞINDAN İBLİS'E DÖNDÜREN AYNI KARAKTERİSTİK ÖZELLİK İDİ ! - CAN VERİR) ONUN İMANINI İSTEYEN HZ. RESUL, VE İSTEĞİ ÜZERİNE , KÜFÜR BATAKLIĞINDA KALMAYI TERCİH EDEN EBU TALİB'İ ORADA BIRAKAN ALLAH'U TEALA. MESELEYİ ANLAMAMAK İÇİN SADECE MİSYONER OLMAK YETİYOR GALİBA...! VEYA SADECE ÖNYARGILI OLMAK BELKİ DE...HZ RESUL'UN SORUMLULUGU TEBLIĞ İLE SINIRLIDIR. GERISI INSANA KALMIŞTIR. KIMSE DE HZ RESUL'U BU NEDENLE HAYIFLMAMIS, AKILLARINA BİLE GETİRMEMİŞTİR. AMA YUZLERCE YIL SONRA HATA ARAMA GAYRETI BAZI ŞEYLERİ TEMCIT PILAVI GİBİ DÖNDÜRMEYİ GEREKTİRMİŞ OLABİLİR, O ATEİST-MİSYONERİN SORUNU!
Diyanet Isleri Baskanligi'nin yayinladigi Sahih-i Buhari Muhtasari... adli yapitin 4.cildinin 536.sayfasinda Muhammed'in, kendi öz anasi Emine için dua ("istigfar") etmek üzere Tanri'dan izin istedigine ve fakat Tanri'nin ona bu izni vermedigine ve vermedigi için anasina magfiret dilemedigine dair Ebu Hüreyre' nin rivayet ettigi bir Hadis vardir. Bunu okuyan bir kimse, hakli olarak kendi kendisine: "Pek iyi ama, Muhammed bir çok vesilelerle -'Analariniz sizi binbir fedakarlik ve zahmete katlanarak yetistirmistir, onlara dua edin... Analarin ayaklari altindan Cennet'ler geçer-' seklinde konusurken, kendi anasina neden dua etmez?" diye sormak ve bunun cevabini almak ihtiyacindadir. Ancak ne var ki böyle bir soruyu tartismak ve buna akilci bir yanit aramaktan islamcilar kacinirlar, günah islemekten korkarlar dusundukleri icin bile.. ANNE HAKKI TABİİ Kİ İSLAM'DA ÇOK ÖNEMLİDİR. AMA PEYGAMBER ANNESİ BİLE OLSA - Kİ İSLAM ÖNCESİ İNSANLARIN TEK OLAN BİR YARATICIYA İNANMALARI ŞART İDİ - İNANMAYAN BİR ANNE İÇİN İSTİĞFAR VE ARKASINDAN DUA ETMEK DEMEK DEĞİLDIR BU...AF EDİLMESİNİ İSTEMEK , CENNETE GİRMESİNİ İSTEMEK - İSLAM'DA KABUL EDİLMEZ. PEYGAMBER ANNESINE BİLE TORPİL YOKTUR Kİ BUNU HZ. RESUL KIZ FATIMA'YA DA DEMİŞTİR " EY KIZIM FATIMA , PEYGAMBER KIZIYIM DİYE GÜVENME , SENİ AHİRETTE BEN BİLE KURTARAMAM ..." YANİ HER İNSAN KENDİSİ CENNET'E VEYA CEHENNEM'E GİRECEKTİR...ANNEYE SAYGI, SEVGİ ONA " ÖF " BİLE DEMEME İSLAM'IN EMRİ AMA AYNI İSLAM " ANNE BABAN SANA " İSLAM'A AYKIRI BİR SEY EMREDİNCE ONA İTEAT ETME " DE DER, DURUMA GÖRE , YENİ ŞARTLARA GÖRE HÜKMÜN DEĞİŞMESİ DOĞAL BİR OLAYDIR... ÖLENE DEK ANNE BABANA SAYGI GÖSTER, TA Kİ YA SANA İSLAM DIŞI ŞEY EMREDER, VEYA İSLAM DIŞI OLARAK ÖLÜRLERSE. TÜM İNANANLARA TEBLİĞ GÖREVİ VERİLMİŞTİR VE BU EN YAKINDAN BAŞLAR.ANLATIR, YAŞAYARAK GÖSTERİR, YAŞADIKLARI MÜDDETÇE SAYGILI DAVRANIRSIN, AMA CENNETİ BİZZAT İNSAN KENDİ İSTEYECEK, HİDAYETİ İSTEYECEK, YOKSA ARKADAN ÖLENİ YAŞAYANLAR CENNETE SOKAMAZ!
simdilik deginmek istedigimiz sudur ki seriat ortami içerisinde ve Islamcilarin elinde yetistirilen insanlarimizin seriat verileri konusunda süpheci olmalari, bu verileri elestiri konusu yapmalari ya da tartismalari mümkün degildir. Mümkün olmadigi içindir ki fikirsel gelisme yoluna girmeleri ve akilci düsünceye yönelmeleri güçtür. SİTEMİZ VE İLKELERİMİZE BİR BAKINIZ LÜTFEN ,...ELEŞTİRİ, TARTIŞMA... VS KENDİN ÇALIP KENDİN DİNLIYOR. GIY GIY DA GIY GIY... CEVAPLAR SILSILESI KAFANDA TAHRIBAT YAPTI HERHALDE...!
Ote yandan din adami, sadece sorulari "uygun" ya da "uygunsuz" ayirimina baglayarak degil fakat bir de fazla soru sormanin günah olacagini hatirlatmak suretiyle sizi susmusluga zorlar; dayanagi yine seriat verileridir. Gerçekten de din adami'nin belletmesine göre Muhammed, Tanri'nin igrenç bildigi üç seyden birinin "Kesret-i sual" (fazla soru) oldugunu bildirmis ve: "Ben sizi bir seyden nehyedersem, ondan içtina ediniz, bir seyin ifasini emredersem , onu da ...yerine getiriniz" demis ve dini islerde asiri inceleyip sik dokuyanlarin helak olacaklarini eklemistir. Din adami, bundan baska bir de Kur'an'nin: "Size açiklaninca hosunuza gitmeyecek seyler sormayin" (K. Maide 101-102) seklindeki ya da buna benzer diger ayet'lerini öne sürerek mü'min kisileri soru sormak ve hele tartismak hevesinden uzak kilar 191. Cünkü soru sorma ve tartisma geleneginin islam dini'ni temellerinden sarsabilecegi görüsüne saplidir. MAİDE :101-102. AYETLERİN İNİŞ SEBEBİ : SURAKE İBNİ MALİK, HAC AYETİ İNİNCE " HER SENE Mİ DİYE " SORAR VE ISRARLA BU SORUSUNU TEKRARLAR... HZ. RESUL HAYIR DER VE SONRA DA EVET DESE İDİM BUNU YAPAMAYACAKTINIZ, SİZİN SERBEST BIRAKILDIĞINIZ KONULARDA SORULAR İLE İLERDE SİZİ ZOR, MÜŞKİL DURUMA DÜŞECEK ORTAMLARI DOĞRUMAYIN DER HZ RESUL... AYNI ŞEYİ YAHUDİLERDE YAPMIŞTI. ALLAH ONLARDAN BİR KURBAN İSTER AMA ONLAR PEYGAMBERLERINE SORARLAR " CINSI NE OLSUN, RENGI NE OLSUN...VS" SONUNDA AZ DAHA BOYLE BİR KURBAN BULAMAYACAKLARDI , DENİR... HALBUKİ BAŞTA İSTENEN SADECE BİR KURBAN İDİ. AMA GEREKSİZ , SONUNU DÜŞÜNMEDEN SORULAN SORULAR , ZAMANLA KENDİLERİNİN KOLAYLIKLA YAPABİLECEKLERİ ŞEYLERİ ZOR YAPILABİLECEK HALE SOKMUŞTU. HALBUKI ALLAH BUNU İSTEMİYOR... VE AYETTE BUNU DİLE GETİRİYOR. MİSYONERİN YORUMU TAMAMEN ALAKASIZ BİZ SONUÇ ÇIKARIMI...! SORU SORMA OGRENMENIN ILK ADIMIDIR. AMA CAHILCE SORULAN, VEYA SADECE SORMAK ICIN SORULAN, MUHATABI KOSEYE SIKISTMEK ICIN SORULAN ..SORULAR..ISTE BUNLARDAN KACININ, DENIYOR! AMAÇ ÜZÜM YEMEK OLMALI. YOKSA NİYET KÖTÜ, SONUÇTA KÖTÜ OLUR, SORANA TABİİ !
Bundan dolayidir ki islamcilar, 20.yüzyilin bitmek üzere bulundugu bu uygarlik döneminde dahi insanlarimiza, yemek yerken yemek kabina sinek düsecek olursa, sinegin disarda kalan kanadini yemegin içine batirip sonra çikarip atmalarini, ve çünkü bunun bir "Peygamber emri" oldugunu, "peygamberin söylemesine göre" sinegin iki kanadinin birisinde hastalik,öbüründe sifa bulundugunu ve "idrak sahibi" olan sinegin önce zehirli kanadini yemege soktugunu ve bu nedenle eger diger kanat iyice yemege batirilacak olursa hastalik olmayacagini belirtirlerken, bazi kimselerin: "Bir sinegin iki kanadinda nasil olur da hem da (hastalik) hem deva (hastalik giderici ilaç, çare vs...) olan iki zid hassiyet bir arada toplanmis? Sonra hakir bir sinek nasil olur da yiyecek içine önce zehirli kanadini sokmayi, deva olan kanadini geri birakmayi bilebilir?" seklinde soru sormalarini "günah" saymakta ve soranlari en azindan "inatci cahil" olarak tanimlamaktadirlar .Buna benzer daha nice örnekleri siralamak mümkün Kisi özgürlügü bakiminda önemli olan sey sadece soru sormak degil fakat din emirlerini tartismak ve gerektiginde kinamaktir. Iste Islam'in, daha ilk anlardan itibaren önlemek istedigi sey, asil bu olmustur. ÇÖL ORTAMINDA SU VE YİYECEK BULMAK HER ZAMAN MÜMKÜN OLMAZ ...HELE O DÖNEMLERDE...HZ. RESUL BÖYLE SIKIŞIK BİR ANDA SU VEYA YİYECEĞİNİZDE SİNEK Mİ GÖRDÜNÜZ, ONU DÖKMEK YERİNE BİR KANATINDA ZEHİR VAR EVET AMA DİĞERİNDE PANZEHİR VAR , SİNEĞİ İYİCE BATIRIN , ZEHİR PANZEHİR İLE NÖTÜRLEŞSİN BUYURMUŞTUR - Kİ BU BİLİMSEL OLARAK TA KANITLANMIŞTIR ! - AMA GÜNÜMÜZDE YİYECEK-İÇECEĞİN VARKEN DÖK, İÇİNE SİNEK DÜŞMÜŞ SUYU GİTSİN...YOKSA İSLAM'DA TEMİZLİK BIRAKINIZ AMELLE BİRLİKTE ANILMAYI, " TEMİZLİK İMANDAN " KABUL EDİLECEK KADAR ÖNEMLİ BİR MAHIYETE KAVUŞTURULMUŞTUR !... HELE TEMİZLİK KONUSUNDA AYAKKABISI İLE EVİNE GİREN, SİLME İLE TUVALET TEMİZLİĞİ YAPTIĞINI ZANNEDENLERİN ... VS , İSLAM'I ELEŞTİRME HAKKI HİÇ YOKTUR !
(Bakara 62) Bu ayette yahudi ve hiristiyanların cennete girebileceğinden bahsediyor, fakat (Ali imran 19,85) ayetlerinde ise hak dinin islam olduğundan bahsediyor. İSLAM ÖNCESİ TEVHİD AKIDESİ ÜZERİNDE OLAN , VEYA İLK HIRİSTİYANLAR, YAHUDİLER TABİİ Kİ CENNET'E GİRECEK. AMA İSLAM'DAN SONRA HEPSİNİN HÜKMÜ KALKMIŞTIR. VE PUTA - İSA, MERYEM, ERMİŞ ( ...! ) HEYKELLERİNE - TAPAN GÜNÜMÜZ ADI ISEVİ OLAM HIRİSTİYANLAR ELBETTE HAK DİN ÜZERE DEĞİLLER... ONLAR PUTPEREST OLMUŞLARDIR!
(Nahl 67) Bu ayette içki helal kılınıyor, fakat (Maide 90) ayetinde ise içki haram kılınıyor. İÇKİ HELAL KILINMIYOR. İKİ ZITLIK AYNI MERKEZDEN- AYNI ÜRÜNDEN- CIKIYOR BU ALLAH'IN ÜSTÜN YARATICILIĞININ DELİLİ OLARAK SUNULUYOR. SARHOŞLUK EDEN HER ŞEY ZATEN HARAM ! 1- “HURMA AĞAÇLARININ MEYVESINDEN VE ÜZÜMLERDEN HEM BIR IÇKI YAPIYOR, HEM DE GÜZEL RIZK EDINIYORSUNUZ. BUNDA AKLI EREN KAVIM IÇIN ELBETTE IBRET VARDIR.” (NAHL SÛRESI, 67) BU AYETTE IÇKININ GÜZEL RIZK OLMADIĞI AÇIKLANMIŞTIR. BU AYETIN NÜZULÜ ILE, IÇKININ DINEN TASVIP EDILMEYEN BIR MADDE OLDUĞU ANLAŞILDIĞINDAN, BAZI SAHABELER IÇKIYI TERK ETMIŞLERDI. ASLINDA BU AYETIN INZALI ILE, IÇKININ ILERIDE HARAM OLACAĞI DA ANLAŞILMIŞTI. 2- “SANA IÇKIYI VE KUMARI SORUYORLAR. DE KI: ONLARDA HEM GÜNAH, HEM INSANLAR IÇIN FAYDALAR VARDIR. GÜNAHLARI ISE FAYDALARINDAN DAHA BÜYÜKTÜR.” (BAKARA SÛRESI, 219) - ICKI ILE SUSUZLUGUNU KISMEN GIDERIR, KUMARDA KAZANINCA PARA ELDE EDERSIN AMA ZARARLARI KAT VE KAT DAHA FAZLA! - 3- “EY IMAN EDENLER! SIZ SARHOŞKEN, NE SÖYLEYECEĞINIZI BILINCEYE KADAR NAMAZA YAKLAŞMAYIN.” (NISA SÛRESI, 43) BU AYET-I KERIME, SARHOŞKEN NAMAZ KILMAYI MEN ETMIŞTIR. BU DURUMDA, BEŞ VAKIT NAMAZINI HIÇ GEÇIRMEKSIZIN KILAN BIR SAHABENIN, GÜNDÜZ IKI NAMAZ ARASINDA IÇKI IÇMEMESI GEREKIYORDU. AKSI TAKDIRDE, YANI GÜNDÜZ IKI NAMAZ ARASINDA IÇKI IÇECEK OLSA, ALKOLLÜ IÇKININ SARHOŞLUK EDICI TESIRI GEÇMEYECEĞI IÇIN NAMAZI KILAMAYACAKTI. BELKI YATSI NAMAZINDAN SONRA IÇKI IÇEBILECEKTI. BU DURUMDA BÜYÜK BIR SAHABE KITLESI DAHA IÇKIDEN TAMAMEN VAZGEÇMIŞLERDI. ÇÜNKÜ ALKOLE ALIŞMIŞ OLAN VÜCUTLAR, ARTIK YAVAŞ YAVAŞ ONDAN UZAKLAŞIYORDU. 4 -“EY IMAN EDENLER! İÇKI, KUMAR, TAPMAYA MAHSUS DIKILI TAŞLAR, FAL OKLARI ANCAK ŞEYTANIN AMELINDEN BIRER MURDARDIR. ONUN IÇIN BUNLARDAN KAÇININ KI, MURADA ERESINIZ.” (MAIDE SÛRESI, 90) 5- “ŞEYTAN, IÇKIDE VE KUMARDA ARANIZA DÜŞMANLIK VE KIN DÜŞÜRMEK, SIZI ALLAH’I ANMAKTAN VE NAMAZ KILMAKTAN ALIKOYMAK ISTER. ARTIK SIZ HEPINIZ VAZGEÇTINIZ DEĞIL MI?” (MAIDE SÛRESI, 91) BU SON AYET ILE ALKOLLÜ IÇKILER KESIN OLARAK HARAM EDILMIŞTIR. SAHABELERDEN HZ. ENES (RA.) ANLATIYOR:" BIZ IÇKI ALEMINDEYDIK. BEN DAĞITIYORDUM. BIR ADAM GELDI “İÇKI HARAM EDILDI.” DEDI. ARKADAŞLAR DERHAL “ŞU IÇKI KAPLARINI DÖK, TEMIZLE.” EMRINI VERDILER. O HABERDEN SONRA KIMSE AĞZINA IÇKI ALMADI." Bilimdışı Ayetler (Bakara 102) İki melek gelip insanlara büyü öğretiyor. ÖĞRETMİYOR, ONLAR İNSANLARI IMTİHAN İÇİN GÖNDERİLEN BİR İMTİHAN VESİLESİ İDİLER AMA İNSANLAR "MELEKLER TARAFINDAN UYARILDIKLARI HALDE" İMTİHANI KAYBEDİYORLAR. YANİ GÖNDERİLİŞ AMAÇLARI DENEME İDİ HATTA AÇIKCA ONLAR TARAFINDAN UYARILDIKLARI HALDE İNSANLARIN BAZISI GÖZ GÖRE GÖRE SINAVI KAYBETTİLER ... BU, POLİSİN RÜŞVET ALAN MEMURLARI SUÇÜSTÜ YAKALAYABİLMEK İÇİN İŞARETLENMİŞ PARALARI SUÇLULARA TESLİM ETMEK GİBİDİR. NASIL BUNDA GARİPSENECEK BİR ŞEY YOKSA, DEJENERE OLMUŞ YAHUDİLERİ SINAMAK İÇİN MELEKLERİN YAPTIĞI ŞEYDE DE BİR TUHAFLIK YOKTUR... "BİZ ANCAK VE ANCAK SİZİ DENEMEK İÇİN GÖNDERİLDİK, SAKIN SİHİR YAPIP DA KÂFİR OLMAYIN!" DEMEDEN KİMSEYE BİR ŞEY ÖĞRETMEZLERDİ. KISACA GÖNDERİLİŞ AMAÇLARI BÜYÜ ÖĞRETMEK DEĞİL, SINAMA ARACI OLMAKTI. KAZANAN OLDU , KAYBEDEN OLDU...
(Zariat 49) Bütün hayvanlar çift yaratılmıştır deniliyor fakat bakteri ve virüslerin dişisi ve erkeği yoktur. Bölünerek ürerler. DAHA ÖNCE DE ATOM İÇİN AYNI ŞEY SÖYLENİYORDU AMA SONRA ELEKTRONLARIN " + VE - " YÜKLÜ OLDUĞU GÖRÜLDÜ...ŞİMDİ BİLİM HENÜZ BELLİ BİR SEVİYEYE GELEMEDİ DİYE AYET İNKAR EDİLMEZ...NEYSE AYETE DÖNELİM , AYET HER HAYVANI ÇİFT YARATTIK DEMİYOR " HER ŞEYDEN ÇİFT YARATTIK " BUYRULUYOR Kİ BU DA DOĞRU YANİ ZITTI İLE ÇİFT : ERKEK-DİŞİ, YER-GÖK,DENİZ-KARA,YAZ-KIŞ,HAYAT-ÖLÜM,TATLI-EKŞİ,AYDINLIK-KARANLIK,ARTI-EKSİ,İNSAN-CİN, ... SORU ŞÖYLE SORULMALI . BAKTERİ VE YA VİRÜSÜN ÇİFTİ - ZITTI - NE ? BİLİM DAHA BEYİNİ ÇÖZEMEDİ, MAHİYETİ DAHA ÇÖZÜLEMEYEN ŞEYİN HER ŞEYİ AÇIKLADIĞINI ZANNETMEK KOMIK OLUR. DÜŞÜNSENİZE BU KİŞİLER 100 SENE ÖNCE YAŞIYOR VE :" BİLİM HER ŞEYİ AÇIKLADI, ŞU NEDEN ÖYLE, BÖYLE..." DİYORLAR. ŞİMDİ ONLARA ŞEYİMİZLE GÜLERDİR, İŞİN İLGNÇ YÖNÜ 100 SENE ÖNCE BİLİM KABUL EDİLENLER ŞİMDİ ÇÖPE ATILIYOR. GELECEĞİ DE DÜŞÜNÜP, TARİHE KOMIK TIPLER OLARAK GEÇMEMEK GEREKİR !
(Bakara 65), (Maide 60,166) İnsanlar ceza olarak maymuna dönüştürülüyor. TÜRKÇEDE BİLE VAR. " MAYMUN İŞTAHLI " DİYE.ORADA BAHSEDİLEN MECAZİ ANLATIMDIR Kİ KUR'AN'DA SIKÇA KULLANILIR. TIKLAYINIZ : ATEIST YAZARLARA CEVAPLAR 5 .YANİ KARAKTER OLARAK MAYMUN GİBİ OLDULAR... TIKLAYINIZ
(Bakara 259) Bir adamın öldükten sonra dirilmesinden bahsediyor. YAHU BUNU DİYEN BARİ HIRİSTİYAN SİTESİ OLMASA... HZ. İSA ÖLÜYÜ DİRİLTTİ DİYE ÖVÜNEN ONLAR DEĞİL Mİ... BUNU ALLAH ( CC) YAPINCA MI BİR ANDA BİLİMSEL KESİLDİLER... HA BUNU BAŞKA BİRİ SORARSA VERECEK CEVABIMIZ: YER VE GÖKLERİ YOKTAN VAR EDEN Mİ VAR OLANI ÖLDÜRÜP DİRİLTEMEYECEK Kİ, İLK HAYATINI VEREN DE O İDİ... BİLİM ŞİMDİ İNSANLARI DONDURUP İLERİDE İLİM İLERLEYİNCE YENİDEN ÇÖZMEK ÜZERE ÇALIŞMALAR YAPIYOR... BUNU İLİM YAPINCA (!) OKEY'DE VASITASIZ YARATICIM YAPINCA MI İNKAR EDECEĞİM... HADİ ORADAN , TANRISINI - İÇERİĞİ DURMADAN DEĞİŞEN - BİLİM YAPMIŞ, MATERYALİST KAFALI POZİTİVİST, BİLİMSEL (!) DARWİNCİLER... ALIN SİZE DAHA DA İLGİNCİ ,MARX'IDA , LENİN, TROÇKİ, MAO'YU DA ALLAH YARATTI, MORTLADINIZ MI?
(Ankebut 14) Nuh peygamberin 250 yıl yaşamasından bahsediyor. 950 YIL BİR KERE...AYRICA GÜNÜMÜZDE BİLE ÖMÜR FARKLI FARKLI OLABİLİYOR. AFRİKA'DA ORTALAMA OMUR 40, AVRUPA DA 60-70...İKİ KATI... ÖMÜRÜ ARTIRACAK İLAÇ ARAYAN BİLİM ADAMLARINA AĞZI SULANARAK İÇTENLİKLE İNANALAR , BUNUN DAHA ÖNCE OLDUĞUNU NEDEN REDEDER ANLAMAK ZOR...
(Ahzab 53) muhammed, eve gelen misafirlerini Allahın sözleriyle kovuyor. AYET SADECE EVE İZİNSİZ GİRMEMEYİ İNSANLARIN ZİHNİNE BİR GÖRGÜ KURALI OLARAK YERLEŞTİRİYOR. NE KOVMASI..." EVE İZİNSİZ GİRMEYİN ... YEMEK YİYİNCE DE GEREK YOKSA ORADAN AYRILIN " BUYURULUYOR. BU SADECE HZ. RESUL'UN EVİ İÇİN DEĞİL , TÜM EVLER İÇİN SÖZ KONUSU ...NEZAKET, İFFET, YÜZSÜZLÜK YAPMAMAK...AMAÇ BU ! YANİ AYET EVLERE GİRİP ÇIKMAYA İLİŞKİN BAZI EDEP KURALLARINI İÇERİYOR. CAHİLİYE DÖNEMİ ARAPLARININ BU KURALLARDAN HABERLERİ YOKTU. PEYGAMBERİMİZİN EVİNE GİRERKEN BİLE BU TÜR KURALLAR GÖZETMİYORLARDI. HALK, BİRBİRLERİNİN EVLERİNE, SAHİPLERİNDEN İZİN ALMADAN GİRİYORDU. BENZER KONU NUR SURESİ 27-28. AYETLERDE DE İŞLENİYOR...AYNI ŞEYİ HZ RESUL BİZZAT UYGULAR, KIZI FATIMA'NIN EVİNE GİRERKEN , ÖNCE SELAM VERİR, EVDEN CEVAP GELMEZSE GİRMEZDİ...ÖRNEK ÇOK !
Kadın-Erkek Eşitsizliği (Bakara 228,282), (Nisa 11) Bu ayetlerde erkeklerin kadınlardan üstün oldukları belirtiliyor.(Nisa 34) Bu ayet, erkeklerin kadınları dövebileceğinden bahsediyor. TIKLAYINIZ : İSLAM'DA KADIN HAKLARI
Irkçılık (Casiye 16), (Bakara 47,122) Bu ayetlerde İsraillilerin dünyaya üstün kılındığı anlatılıyor. ÜSTÜNLÜK ONLARA VERİLEN SORUMLULUKTA İDİ . DİNİ YAŞAMA VE TEBLİĞ ETME SORUMLULUĞU... AMA BU GÖREVİ YERİNE GETİREMEDİLER DOLAYISI İLE O GÖREV VE SORUMLULUĞUN GEREĞİ OLAN ÜSTÜNLÜK VASFI ONLARDAN ALINDI ...ONLARDA ÜSTÜNLÜĞÜ HALA IRKTA ZAN EDİP FAŞİST BİR DİN ANLAYIŞLARINA DEVAM ETMEKTEDİRLER...BU ONLARIN MANTIK HATASI VE SORUNU... ÖZETLE: SIRF YÜCE ALLAH'A YÖNELMEK ANLAMINA GELEN İSLÂM, İLK PEYGAMBERLİK MİSYONUNUN ÖZÜNÜ OLUŞTURDUĞU GİBİ SON PEYGAMBERLİK MİSYONUNUN ÖZÜNÜ DE OLUŞTURUR. HZ. ADEM ,...HZ. İBRAHİM'İN İNANCI BU OLDUĞU GİBİ ONDAN SONRA GELEN HZ. İSMAİL'İN, HZ. İSHAK'IN, HZ. YAKUB'UN VE TORUNLARININ DA İNANCI BUDUR. BU İNANÇ DAHA SONRA AYNI ŞEKİLDE HZ. MUSA'YA VE HZ. İSA'YA, BİR SÜRE SONRA DA HZ. İBRAHİM'İN VARİSLERİ OLAN MÜSLÜMANLARA DEVREDİLDİ. DEMEK Kİ, KİM BU DEĞİŞMEZ İNANÇ SİSTEMİNE KARARLILIKLA SAHİP ÇIKARSA HEM BU İNANCIN VE HEM DE BU İNANCIN İÇERDİĞİ TAAHHÜT VE MÜJDELERİN VARİSİ OLUR. BUNA KARŞILIK KİM BU İNANÇ SİSTEMİNDEN SAPAR DA KENDİ İRADESİ İLE HZ. İBRAHİM'İN DİNİNDEN AYRILIRSA YÜCE ALLAH'A VERMİŞ OLDUĞU SÖZDEN CAYMIŞ VE BUNUN SONUCU OLARAK BU İNANÇ SİSTEMİNİN İÇERDİĞİ TAAHHÜT VE MÜJDELERE VARİS OLMA HAKKINI KAYBETMİŞ OLUR.
Muhammedin cinsel hayatı (Ahzab 50,51,52) Bu ayetlerde hemen hemen bütün kadınlar muhammede helal kılınıyor. EL İNSAF ! AHZAB :52 . AYET SU AN EVLİ OLDUKLARINDAN BASKASI İLE EVLENMEN SANA CAİZ DEĞİL DERKEN , AYETTEN TAM ZIDDI BİR ANLAM ÇIKARMAK...! AHZAB :52- "EY MUHAMMED! BUNDAN SONRA ARTIK BAŞKA KADINLARLA EVLENMEN,...SANA HELAL DEĞİLDİR." DENİYOR, YUH YANİ MİSYONER KAFA!
(Ahzab 37) Bu ayette göre muhammed, oğlu zeyd'in karısıyla evlenebiliyor ... TIKLAYINIZ: HZ. RESUL NEDEN ÇOK EVLENMIŞTIR
Zina yapan kadının hali; (Nisa 15), (Nur 2) Zina yapan kadına vahşi cezalar veriliyor. ZİNA EDEN KADININ EV HAPSİNDE TUTULMASI MI VAHŞİ CEZA. DİĞER AYET İSE KADIN VE ERKEĞE VERİLECEK CEZA ( YÜZ SOPA Kİ , KAMÇI DEĞİL ...AMAÇ UTANDIRMAK...BU KONU FIKIH KİTAPLARINDA DETAYLI ANLATILIR...) HAA, MİSYONERİM , BOYNUZ YAKISIYO , DERSEN O SENİN GÖNÜL GENİŞLİLİĞİN ( ... !) | |
| | | @bdulKadir Adminstratör
Mesaj Sayısı : 6736 Rep Gücü : 10015190 Rep Puanı : 97 Kayıt tarihi : 17/03/09 Yaş : 61 Nerden : İzmir
| Konu: Geri: KURANDA ÇELİŞKİ YOKTUR...ateist ve msiyonerlere cevaplar C.tesi Ara. 26, 2009 12:05 am | |
| KILSIZ KUR'AN'I NASIL YORUMLAR ? CENNETTE ŞARAP İÇİLMESİ Bir kısım akılsızların Kuran'da, güya çelişki olarak göstermeye çalıştıkları konulardan biri, şarabın dünyada haram kılındığı halde neden Cennet'te bir ikram olarak sunulduğudur. Tartışma konusu yapmak istedikleri ayet ise şöyledir: Takva sahiplerine va'dedilen cennetin misali (şudur): İçinde bozulmayan sudan ırmaklar, tadı değişmeyen sütten ırmaklar, içenler için lezzet veren şaraptan ırmaklar ve süzme baldan ırmaklar vardır ve orda onlar için meyvelerin her türlüsünden ve Rablerinden bir mağfiret vardır. Hiç (böyle mükafaatlanan bir kişi), ateşin içinde ebedi olarak kalan ve bağırsaklarını 'parça parça koparan' kaynar sudan içirilen kimseler gibi olur mu? (Muhammed Suresi, 15) Daha önceki bölümlerde de bahsettiğimiz gibi bu tür bir anlayış eksikliği Kuran'ın geneline hakim olmamak, akledememek, art niyetli ve ön yargılı bir bakışa sahip olmaktan kaynaklanmaktadır. Şimdi böyle akılsızca bir iddianın niçin mantıksız ve geçersiz olduğunu birkaç yönden inceleyelim: Birincisi, Cennet'te ikram edilen şarapla dünyadaki şarabın farklı özelliklere sahip olduğunu aşağıdaki ayetlerden anlıyoruz: Kaynağından (doldurulmuş) testiler, ibrikler ve kadehler ki bundan ne başlarını bir ağrı tutar, ne de kendilerinden geçip akılları çelinir. (Vakıa Suresi, 18-19) Görüldüğü gibi, Cennet'te sunulan içki dünyadaki şarabın olumsuz etki ve özelliklerinden arındırılmış bir içki türüdür. Ayette belirtildiği gibi ne baş ağrısı verir ne de aklı çeler. Yani keyif ve lezzet verici olmasına rağmen sarhoş edici ve rahatsızlık verici bir niteliği yoktur. Bu özelliklere sahip bir şarabın da Cennet nimetlerinden bir nimet olmasında en ufak bir çelişki yoktur. Dünyadaki içki pek çok yönden Kuran'da kötülenmiş, olumsuzlukları belirtilmiş zararlı bir içkidir. İçkinin zarar ve kötülüklerini anlatan ayetlerden bazıları şöyledir: Ey iman edenler, içki, kumar, dikili taşlar ve fal okları ancak şeytanın işlerinden olan pisliklerdir. Öyleyse bun(lar)dan kaçının; umulur ki kurtuluşa erersiniz. Gerçekten şeytan, içki ve kumarla aranıza düşmanlık ve kin düşürmek, sizi, Allah'ı anmaktan ve namazdan alıkoymak ister. Artık vazgeçtiniz değil mi? (Maide Suresi, 90-91) Sana içkiyi ve kumarı sorarlar. De ki: "Onlarda hem büyük günah, hem insanlar için yararlar vardır. Ama günahları yararlarından daha büyüktür." (Bakara Suresi, 219) Elbette ki bu dünyada haram kılınan içkinin Kuran'da kınanmış kötü özelliklerinin Cennet'teki içkilerde bulunması düşünülemez. Nitekim Allah bir başka ayetinde de Cennet içkisini tarif ederken bu içkinin dünyadaki içkinin kötü özelliklerine sahip olmadığını bir kez daha vurgulamaktadır: Kaynaktan (doldurulmuş) kadehlerle çevrelerinde dolaşılır. Bembeyaz; içenlere lezzet (veren bir içki). Onda ne bir gaile vardır, ne de kendilerinden geçip, akılları çelinir. (Saffat Suresi, 45-47) Allah'ın açıkca belirttiği bu konuyu kendince çelişkili gören bir kimsenin anlayışından şüpheye düşülmesi kaçınılmazdır. Cehalet ve sapkın bir amaçla Kuran'a yaklaşan bir kimsenin aklının bu derece kapanması, en açık konuları dahi anlayamayacak bir acizliğe düşmesi de Kuran'ın mucizelerindendir. Allah bir ayetinde akıl edemeyenlerin düştüğü bu durumu şöyle tarif eder: Allah'ın izni olmaksızın hiç kimse için iman etme (imkanı) yoktur. O, akıl erdiremeyenlerin üzerine iğrenç bir pislik kılar. (Yunus Suresi,100) İkincisi, Kuran'ın Arapça metninde, bildiğimiz şarap ve her türlü alkollü içki anlamına gelen "hamr" sözcüğünün Cennet içkisi anlamında kullanıldığı tek ayet yukarıdaki Muhammed Suresi'nin 15. ayetidir. Bunun dışında, Cennet'teki içecekler için kullanılan "şarap" kelimesi Arapça'da herhangi bir içecek anlamına gelir. Türkçe'de şarap kelimesi bildiğimiz alkollü içki için kullanılsa da gerçekte Arapça'da içmek anlamına gelen "şerebe" kökünden türemiştir ve her türlü alkolsüz içecek için kullanılabilir. Buradan da cennet içkisinin farklı bir içki olduğu anlaşılmaktadır. Yani Kuran'daki Cennet ayetlerinde geçen "şarap" kelimesinin Türkçe'de kullandığımız şarapla bir ilgisi yoktur. Bu kelimenin geçtiği ve içecek anlamında kullanıldığı ayetlerden bazıları şöyledir: İçinde yaslanıp-dayanmışlardır; orda birçok meyve ve şarap istemektedirler. (Sad Suresi, 51) Onlara mühürlü, katıksız bir şaraptan içirilir. (Mutaffifin Suresi, 25) ŞARAP KONUSUYLA İLGİLİ BİR BAŞKA YANLIŞ YORUMLAMA Nahl Suresi'nin 67. ayetinde şöyle buyrulur: "Hurmalıkların ve üzümlüklerin meyvelerinden kurdukları çardaklarda hem sarhoşluk verici içki, hem güzel bir rızık edinmektesiniz..." Akledemeyen bazı cahil kişiler burada kendilerince şarabın övüldüğünü, haram olan bir şeyin övülmesinin de çelişkili olduğunu söylerler. Herşeyden önce, dikkatli bakıldığında ayette şarabın övülmesi gibi bir durum yoktur. Ayette övülen kısım hurmaların ve üzümlerin bizzat kendilerinin güzel rızıklar olduklarıdır. Ayetin birinci bölümünde bahsedilen ise insanların bunlardan elde ettikleri sarhoşluk verici içkidir ki zaten Kuran'ın pek çok yerinde bu içkinin zararları sayılmış ve kötülenmiştir. Ayetin ifadelerinden şarap içmeye, sarhoş olmaya bir teşvik, bir övgü olduğunu çıkarmak da ortada kasıtlı bir yaklaşım ya da önemli bir anlayış ve muhakeme bozukluğu olduğunu göstermektedir. Bu ayette önemli bir gerçeğe dikkat çekilmektedir: Allah'ın rızık olarak verdiği bir nimet, istendiğinde olumlu ve faydalı bir yönde değerlendirilebilir, istenildiğinde de suistimal edilerek zararlı işlerde kullanılabilir. Yani aynı nimet, amaca göre hayır ya da kötülük haline getirilebilir, helal ya da haram yönde kullanılabilir. Burada da imtihan dünyasının bu temel gerçeği üzüm ve şaraptaki tezat örneğiyle vurgulanmaktadır. Allah'ın nimet olarak yarattığı üzüm, sağlık açısından ne kadar faydalı, besleyici, lezzetli bir ürünse, bundan o derece zararlı, insan vücudu üzerinde kalıcı ve olumsuz etkileri olan şarap da üretilebilir. Aynı gerçek mal, para, güzellik, zeka, makam, mevki, güç, iktidar gibi pek çok nimet içinde geçerlidir. Bu nimetler Allah'ın beğendiği hayırlı işlerde değerlendirilebileceği gibi, Allah'ın razı olmadığı, zararlı, olumsuz amaçlar için de kullanılabilir. Görüldüğü gibi, Allah aynı nimeti pek çok hikmet dahilinde farklı yaratılışlara çevirebilir. Bu gerçeği de aynı üstün hikmetle tek bir ayette ifade edebilmektedir. Düşünüp akleden kimseler de Allah'ın ayetlerindeki hikmetleri görür ve anlarlar. Nitekim aynı ayetin devamındaki, "... şüphesiz aklını kullanabilen bir topluluk için, gerçekten bunda bir ayet vardır." (Nahl Suresi, 67) ifadesinde de buna dikkat çekilmektedir. Kısacası, ayet açık bir şuur ve dikkatle okunduğunda ortada herhangi bir çelişki olmadığı rahatlıkla görülür. Artık bu derece açık konularda çelişki aranmaya çalışılması da inkar edenlerin Kuran karşısında düştükleri çaresizliği göstermeye yeterlidir. "DOMUZ ETİ BUGÜNKÜ SAĞLIK KOŞULLARINDA YENEBİLİR" DENMESİ Domuz etinin Kuran indirildiği dönemde yenmesinin sağlığa zararlı pek çok yönleri olduğu gibi bugün de yenmesinin sağlığa zararlı olan çeşitli yönleri vardır. Bir kere domuz, her ne kadar temiz çiftliklerde, bakımlı ortamlarda yetiştirilirse yetiştirilsin, kendi pisliğini yiyen bir hayvandır. Gerek pislikle beslenmesi gerekse biyolojik yapısı nedeniyle domuzun bünyesi diğer hayvanlara oranla çok fazla miktarlarda antikor üretir. Yine domuzun vücudunda diğer hayvanlara ve insana oranla çok yüksek dozda büyüme hormonu üretilir. Doğal olarak bu yüksek dozdaki antikorlar ve büyüme hormonu dolaşım yoluyla domuzun kas dokusuna da geçerek birikir. Bunun yanı sıra domuz eti çok yüksek oranlarda kolesterol ve lipid içerir. Bunların sonucunda tüm bu aşırı düzeydeki antikorlar, hormonlar, kolesterol ve lipidlerle yüklü olan domuz etinin insan sağlığı açısından önemli bir tehdit olduğu bilimsel olarak kanıtlanmıştır. Bugün domuz etinin yoğun olarak tüketildiği ABD, Almanya gibi ülkelerin nüfuslarının önemli bir bölümünü oluşturan normalin çok ötesinde aşırı şişman kimselerin varlığı, artık alışılmış bir manzara olmuştur. Domuz etine dayalı bir beslenme sonucunda aşırı büyüme hormonuna maruz kalan insan bünyesi önce aşırı kilo toplamakta, sonra da vücudu deformasyonlara, şekil bozukluklarına uğramaktadır. Bunların dışında domuz etindeki sağlığa zararlı maddelerden biri de "trişin" mikrobudur. İnsan vücuduna girdiğinde doğrudan kalp kaslarına yerleşerek ölümcül tehlike oluşturan trişin mikrobuna domuz etinde sıklıkla rastlanmaktadır. Günümüz teknolojisiyle trişinli domuzları teknik olarak tesbit etmek mümkünse de önceki asırlarda böyle bir yöntem bilinmiyordu. Bu nedenle domuz eti yiyen herkes için trişin mikrobunu kapma ve ölümle karşı karşıya kalma riski vardı. Görüldüğü gibi tüm bu sebepler domuz etinin Müslümanlara yasaklanmasının ne kadar çok hikmeti olduğunu göstermektedir. Her koşulda sağlığa zararlı etkilerini sürdüren, denetimsiz üretiminde ise ölümcül bile olabilen domuz etinin yenmesi yasaklanarak böyle bir tehlikeye karşı en başından köklü ve keskin bir önlem alınmıştır. Ne var ki burada çok önemli bir noktayı hatırlatmakta fayda vardır. Bir şeyin haram kılınması için mutlaka sağlığa ya da insanlığa zararlı olması gerekmez. Bu konu pek çok kimsenin dikkatinden kaçan, art niyetlilerin de insanların bilgisizliklerinden faydalanarak bununla akıllarını karıştırmayı denedikleri bir konudur. Yani, "bunun ne sakıncası var da, şunun ne zararı var da Kuran yasaklıyor" şeklindeki, düşünüp akledilmeden ortaya atılan cahilce iddialar gerçekte Kuran'ın hükümlerindeki hikmet ve amaçtan habersiz olmaktan kaynaklanmaktadır. Akledemeyen kişiler konuları dar ve sınırlı kalıplar içinde algılamaya çalıştıklarından, daha geniş dairede yer alan hikmetleri ve bunların mantıklarını kavrayamazlar. Allah çok daha farklı nedenlerle de herhangi bir şeyi insanlara yasaklayabilir. İnsanları denemek için, Kendisi'nden gerçekten korkan ve Kendisi'ne samimi olarak itaat edenlerin anlaşılması, sahtekarların da ortaya çıkması için zararı olmayan bir şey de yasaklanabilir. Ceza ve ibret kastıyla ya da nimetlerin kıymetinin hatırlanması ve şükre vesile olması için de bir konuda yasak konabilir. Allah Kuran'da, Allah'tan başkası adına kesilmiş hayvanı yemeyi de haram kıldığını belirtmiştir: O, size ölüyü (leşi)- kanı, domuz etini ve Allah'tan başkası adına kesilmiş olan (hayvan)ı kesin olarak haram kıldı. Fakat kim kaçınılmaz olarak muhtaç kalırsa, taşkınlık yapmamak ve haddi aşmamak şartıyla ona bir günah yoktur. Gerçekten Allah, bağışlayandır, esirgeyendir. (Bakara Suresi,173) Allah'tan başkası adına kesilmeyen hayvanın yenmesinden sağlık yönünden bir sakınca olmadığı açıktır. Aynı otlakta büyüyen iki sığırdan biri Allah adına kesilirse yenmesi helal, diğeri Allah'tan başkası adına kesilirse yenmesi haram olur. Bu hükmün bir hikmeti de insanlar için bir deneme vesilesi olmasıdır. Kuran'da önceki dönemlerde Yahudilere konulan, "Cumartesi günü iş yapma yasağı"nın onların imtihanı için olduğu ise şöyle bildirilmektedir: Bir de onlara deniz kıyısındaki şehri(n uğradığı sonucu) sor. Hani onlar Cumartesi (yasağını çiğneyerek) haddi aşmışlardı. 'Cumartesi günü iş yapma yasağına uyduklarında', balıkları onlara açıktan akın akın geliyor, 'cumartesi günü iş yapma yasağına uymadıklarında' ise, gelmiyorlardı. İşte biz, fıska sapmaları dolayısıyla onları böyle imtihan ediyorduk. (Araf Suresi, 163) Oysa bir dönem Yahudilere yasaklanan Cumartesi günü iş yapmak, Kuran'da Müslümanlara yasaklanmamıştır. Bu da, yasağın herhangi bir toplumsal sakıncadan ya da özellikle o gün şehre akın eden balıkların sağlığa zararından ötürü değil, deneme kastıyla konulduğunu göstermektedir. Nitekim, söz konusu kavmin yasağı çiğneyerek imtihanı kaybettikleri de ayette belirtilmiştir. Böyle bir yasakla o kavmin insanlarının imanlarındaki samimiyetsizlik ve Allah'tan gereği gibi korkup sakınmadıkları ortaya çıkmış oluyordu. Kuran'da müminler için konulan bir yasak da benzer bir hikmet, bir deneme amacı taşımaktadır: Ey iman edenler, Allah görünmezlikte (gaybte) kendisinden kimin korktuğunu ortaya çıkarmak için ellerinizin ve mızraklarınızın erişeceği avdan bir şeyle andolsun sizi deneyecektir. Artık kim bundan sonra haddi aşarsa, onun için acı bir azab vardır. Ey iman edenler, siz ihramlıyken avı öldürmeyin. Sizden kim onu kasıtlı olarak (taammüden) öldürürse, cezası, hayvandan öldürdüğünün bir benzeridir. Buna da, Kabe'ye ulaşmış bir kurbanlık olarak içinizden adalet sahibi iki kişi hükmedecektir. Veya yoksulları doyurmak veya onun dengi oruç tutmak olan bir keffaret vardır. Böylelikle işlediğinin vebalini tadmış olsun. Allah geçmişte olanı bağışladı. Ama kim tekrarlarsa, Allah ondan öç alacaktır. Allah üstün ve güçlü olandır, öç sahibidir. Deniz avı ve onu yemek size ve (yeryüzünde) dolaşanlara bir yarar olarak helal kılındı. İhramlı olduğunuz sürece kara avı ise size haram kılınmıştır. O'na (götürülüp) toplanacağınız Allah'tan korkup-sakının. (Maide Suresi, 94-96) Ayette bu yasağın hikmeti açıkça belirtilmiştir: "Allah görünmezlikte Kendisi'nden kimin korktuğunu ortaya çıkarmak için..." Ellerin ve mızrakların bu ava rahatlıkla erişebilmesi de bu imtihanın bir parçasıdır. Kavimlere getirilen ilahi yasakların bir diğer hikmeti de onların tavır ve davranışlarındaki bozukluk, sapkınlık nedeniyle cezalandırılmaları ve tevbe edip doğru yola dönmelerinin sağlanmasıdır. Geçmiş dönemlerde Yahudilere konulan bazı yasaklar da bunun bir örneğidir: Yahudi olanlara her tırnaklı (hayvanı) haram kıldık. Sığırlardan ve koyunlardan, sırtlarına veya bağırsaklarına yapışan veya kemiğe karışanlar dışında iç yağlarını da onlara haram kıldık. 'Azgınlık ve hakka tecavüzde bulunmaları' nedeniyle onları böyle cezalandırdık. Biz şüphesiz doğru olanlarız. (Enam Suresi, 146) Buraya kadar anlaşılacağı gibi Allah'ın haram kıldığı şeylerin yasaklanmasında pek çok hikmet ve amaç bulunur. Bu hikmeti yalnızca yasaklanan şeyin zararlı ya da sağlıksız olmasıyla kısıtlamak Kuran'ı gereği gibi bilip anlamamaktan, düşünmemekten kaynaklanır. Domuz etinin yasaklanmasının da birden fazla hikmeti vardır. İçinde yaşadığımız asra değin domuz etinin insan sağlığını doğrudan tehdit eden zararları olduğunda kuşku yoktur. Bugünkü tıbbi cihazlarla, biyolojik testlerle somut biçimde ortaya konmuş bu zarara karşı, daha kimsenin mikrop, bakteri, trişin, hormon, antikor gibi kavramlardan haberi olmadığı 14. yüzyılda indirilen Kuran'da kesin önlem alınması da aynı zamanda bu ilahi Kitabın mucizelerindendir. Bugün de domuz üretiminde alınan her türlü önlem ve denetime rağmen, domuz etinin fizyolojik olarak insan vücuduna uygun bir besin türü olmadığı, insan sağlığına kesin zararı olan bir et çeşidi olduğu bilinmektedir. Buna rağmen üretiminin kolaylığı ve maliyetinin düşüklüğü nedeniyle dünya çapında yaygın olarak tüketilmektedir. Aslında, dikkat edildiğinde domuz üretiminin bu derece cazip olmasının, geçmişte Yahudilere çalışma yasağı olan Cumartesi günü balıkların akın etmesinden farkı yoktur. Yeryüzünde kuzu, koyun, tavuk, sığır eti, sayısız kuş çeşidi, av hayvanı ve daha pek çok türde yenebilecek, son derece lezzetli hayvan eti dururken Allah'ın haram kıldığı domuz etine tamah etmenin maksatlı bir tutum olacağı açıktır. Kuran'da belirtilen gerekçeler dışında her ne suretle olursa olsun domuz etini yemek Kuran'ın geçerli olduğu kıyamete kadar haramdır. Bundan 100 yıl sonra, bütünüyle zararsız bir hale getirilse dahi, domuz eti yememek yine müminler için bir ibadet vesilesi olacaktır. O zaman da bunu yiyip yememek yine inkar eden akılsızlar için bir fitne -deneme konusu- olacaktır. En son çıkan domuz gribi salgınını da bu düşünceye sahip arkadaşlara hediye ediyoruz ! KISSALARIN MASAL SANILMASI Kuran'ın üslubunun en önemli özelliklerinden biri de çeşitli konuları örnek ve benzetmelerle açıklamasıdır. Bu örnek ve benzetmeler de çoğunlukla önceden gelmiş peygamberlerin, veya elçilerin hayatlarından, ya da Kuran'ın indirilmesinden önce yaşanmış çeşitli olaylardan aktarılan bilgiler içinde geçer. Dolayısıyla Kuran'da yer alan bu tür kıssalar insanlar için pek çok ibret, örnek, işaret ve mesajlar taşırlar. Bu ilahi hikmeti kavrayamayan kimselerin her devirde Kuran hakkındaki cehaletlerini sergileyen sözleri yine Kuran'da aktarılır: Ayetlerimiz onlara okunduğu zaman; "İşittik" dediler. "İstesek, biz de bunun bir benzerini söyleyebiliriz. Bu, eskilerin efsanelerinden başkası değildir." (Enfal Suresi, 31) Onlara "Rabbiniz ne indirdi?" dendiğinde, "Eskilerin masalları" dediler. (Nahl Suresi, 24) Oysa akledemeyenlerin masal sandıkları kıssalar, müminlere yol gösteren sayısız değerli bilgi ve örneklerle doludur. Allah her devirde müminlerin başlarına gelebilecek her türlü olay ve şartı geçmiş peygamberler ve kavimlerin yaşadıklarından çeşitli örnekler ve kesitler vererek açıklamaktadır. Elbette ki Kuran'daki kıssaların ve örneklerin hikmeti yalnızca insanlara tarih bilgisi vermek değildir. Bu kıssalar sayısız ilahi hikmet içerirler; bunlardan birkaçını şöyle sayabiliriz: - Allah'ın müminlerin ve inkar edenlerin üzerinde işleyen ve dünya kurulduğundan beri değişmeyen kanunlarını göstermek; - Müminlerin her devirde karşılaşabilecekleri olaylar, imtihanlar, sıkıntılar karşısında ne yapacaklarını, nasıl davranacaklarını, ne tür tepkiler vermeleri gerektiğini, nasıl bir ruh ve ahlak yapısı sergileyeceklerini, Allah'a karşı nasıl bir tavır ve üslup içinde olmaları gerektiğini tarif edip açıklamak. Her konuda müminlere yol göstermek. - Müminlerin şevklerini artırmak. - İnkar edenleri uyarıp doğru yola davet etmek ve bu davete uymayanların hüsranla biten sonlarını hatırlatmak. - Kıyamete kadar Kuran'a uyan müminleri dünyada ve ahirette bekleyen güzel sonu müjdelemek... Elbette bunları algılayacak akıl ve kavrayıştan yoksun olan kişiler de Kuran'ı bir hikaye kitabı gibi görür, kıssalardaki hikmetlere erişemezler. Bu kişilerin her türlü öğüt ve açıklamaya kapalı, sabit fikirli, algıları kitlenmiş kimseler oldukları ayetlerde şöyle belirtilir: Onlardan seni dinleyenler vardır; oysa biz, onu kavrayıp anlamalarına (bir engel olarak) kalpleri üzerine kat kat örtüler ve kulaklarında bir ağırlık kıldık. Onlar, hangi 'apaçık-belgeyi' görseler, yine ona inanmazlar. Öyle ki, o inkâr etmekte olanlar, sana geldiklerinde, seninle tartışmaya girerek: "Bu, öncekilerin uydurma masallarından başka bir şey değildir" derler. (Enam Suresi, 25) Bu tür kişiler bu davranışlarıyla Kuran'a ya da İslam'a bir zarar veremezler. Kendileri her ne kadar Kuran'a zarar vermek, insanları dinden saptırmak ya da alıkoymak isteseler de, gerçekte yegane zararı farkında olmadan kendilerine verirler. Bu gerçek yukarıdaki ayetin devamında şöyle bildirilir: Onlar, hem ondan alıkoyarlar, hem kendileri kaçarlar. Onlar, yalnızca kendi nefislerinden başkasını yıkıma uğratmazlar ama şuurunda değildirler. (Enam Suresi, 26) İçinde bulundukları yanılgının farkına vardıklarında ise iş işten geçmiş, çok geç kalmışlardır, artık geri dönüş ve telafi imkanı yoktur: Ateşin üstünde durdurulduklarında onları bir görsen; derler ki: "Keşke (dünyaya bir daha) geri çevrilseydik de Rabbimizin ayetlerini yalanlamasaydık ve mü'minlerden olsaydık." (Enam Suresi, 27) KURAN'I DİĞER İLAHİ KİTAPLARIN BİR KOPYASI, TAKLİDİ SANMA Kuran, Allah'ın tüm insanlara uyarıcı ve öğüt verici olarak indirdiği, kıyamete kadar geçerli olan tek hak kitaptır. Kuran'dan önce gönderilen kitaplar insanlar tarafından tahrif edilmiştir. Ancak Kuran, Allah tarafından korunmuştur. Bu gerçek "Hiç şüphesiz, zikri (Kur'an'ı) biz indirdik biz; onun koruyucuları da gerçekten biziz." (Hicr Suresi, 9) ayetiyle haber verilmiştir. Kuran hakkında akılsızların öne sürdükleri asılsız iddiaların en yaygınlarından birisi de, Hz. Muhammed'in, Kuran'ı Kitab-ı Mukaddes'ten (Tevrat ve İncil) esinlenerek yazdığı yalanıdır. Bu, tamamen hayali ve hiçbir dayanağı olmayan iddianın temeli ise Kuran ile Kitab-ı Mukaddes arasındaki bazı benzerliklerdir. Benzerliklerin bulunması son derece doğal bir durumdur. Çünkü sonuçta hepsi (Tevrat ve İncil'in tahrif edilmiş bölümleri ayrı tutarsak) Allah'ın sözüdür, hepsinin mesajı aynıdır. Allah'ın varlığı, birliği, Allah'ın sıfatları, ahiret inancı, iman edenlerin, inkar edenlerin, münafıkların özellikleri, geçmiş ümmetlerin durumu gibi temel konular, öğütlenen ve sakındırılan hususlar, ahlaki ölçüler hiçbir devirde köklü olarak değişmeyen evrensel gerçeklerdir. Dolayısıyla önceki kitaplarda yer verilen bu konularla Kuran'da anlatılanlar arasında benzerlik ve paralellik bulunması hiç de yadırganacak bir durum değildir. Zaten Kuran'da da İslam dininin diğer dinlerden apayrı bir din olduğu iddiası yoktur. Benzerlik Kuran ayetlerinde de belirtilir: Ve hiç şüphesiz, o (Kur'an), geçmişlerin kitaplarında da vardır. İsrailoğulları bilginlerinin onu bilmesi onlar için bir delil (ayet) değil mi? (Şuara Suresi, 196-197) Göklerde ve yerde ne varsa Allah'ındır. Andolsun, biz sizden önce kitap verilenlere ve sizlere: "Allah'tan korkup-sakının" diye tavsiye ettik... (Nisa Suresi, 131) Dahası Kuran'ın kendisinde, gerçek Tevrat ve İncil'i doğrulayıcı bir kitap olduğu bizzat bildirilmektedir: Sana da (Ey Muhammed,) önündeki kitap(lar)ı doğrulayıcı ve ona 'bir şahid-gözetleyici' olarak Kitab'ı (Kur'an'ı) indirdik. Öyleyse aralarında Allah'ın indirdiğiyle hükmet ve sana gelen haktan sapıp onların heva (istek ve tutku)larına uyma. Sizden her biriniz için bir şeriat ve bir yol-yöntem kıldık. (Maide Suresi, 48) Kendinden önceki kitapları doğrulama özelliği sadece Kuran'a değil, diğer hak kitaplara da verilmiştir. Hz. İsa'ya gönderilen İncil de, kendisinden önce Hz. Musa'ya indirilen Tevrat'ı doğrulamaktadır. Bu gerçek Kuran'da şöyle haber verilir: Onların (peygamberleri) ardından yanlarındaki Tevrat'ı doğrulayıcı olarak Meryem oğlu İsa'yı gönderdik ve ona içinde hidayet ve nur bulunan, önündeki Tevrat'ı doğrulayan ve muttakiler için yol gösterici ve öğüt olan İncil'i verdik. (Maide Suresi, 46) Bu, Allah'ın bir kanunudur ve bu kanun elbette ki Kuran için de geçerlidir. Kuran'da, diğer semavi dinlerin kitaplarında yer alan ortak konuların bir kısmından bahsedilmiştir. Hac Suresi'nin 26. ve 27. ayetlerinde hac ibadetinin Hz. İbrahim'le başladığı, Enbiya Suresi 72. ve 73. ayetlerinde namaz ve zekatın Peygamberimizin döneminden önce de farz olduğu, Mü'minun Suresi 51. ayette diğer elçilere de salih amellerde bulunmalarının emredildiği bildirilmiştir: Hani biz İbrahim'e Evin (Kabe'nin) yerini belirtip hazırladığımız zaman (şöyle emretmiştik:) "Bana hiçbir şeyi ortak koşma, tavaf edenler, kıyam edenler, rükua ve sücuda varanlar için Evimi tertemiz tut." "İnsanlar içinde haccı duyur; gerek yaya, gerekse uzak yollardan (derin vadilerden) gelen yorgun düşmüş develer üstünde sana gelsinler." (Hac Suresi, 26-27) Ona İshak'ı armağan ettik, üstüne de Yakub'u; her birini salihler kıldık. Ve onları, kendi emrimizle hidayete yönelten önderler kıldık ve onlara hayrı kapsayan-fiilleri, namaz kılmayı ve zekat vermeyi vahyettik. Onlar bize ibadet edenlerdi. (Enbiya Suresi, 72-73) Ey elçiler, güzel ve temiz olan şeylerden yiyin ve salih amellerde bulunun; çünkü gerçekten ben yapmakta olduklarınızı biliyorum. (Mü'minun Suresi, 51) Buraya kadar anlattıklarımızdan, niçin Kuran'la önceki kitaplar arasında birtakım konu ve içerik benzerliklerinin bulunduğu ve bunun ne kadar doğal bir durum olduğu rahatlıkla anlaşılmaktadır. Dolayısıyla bu benzerliklerin bulunması Kuran'ı Peygamberimizin yazdığını değil, tam tersine bütün semavi dinlerin kitaplarının aynı kaynaktan geldiğini, yani Allah'ın sözü olduğunu kanıtlar. Bu da hem Kuran'ın bildirdiği, hem de akıl ve mantığın tasdik ettiği bir gerçektir. Allah, Kuran'ın kendi katından indirilmiş hak kitap olduğunu ve bu gerçeği anlayamayan insanların durumunu ayetlerinde şöyle haber vermiştir: Bu Kur'an, Allah'tan başkası tarafından yalan olarak uydurulmuş değildir. Ancak bu, önündekileri doğrulayan ve kitabı ayrıntılı olarak açıklayandır. Bunda hiç şüphe yoktur, alemlerin Rabbindendir. Yoksa: "Bunu kendisi yalan olarak uydurdu" mu diyorlar? De ki: "Bunun benzeri olan bir sûre getirin ve eğer gerçekten doğru sözlüyseniz Allah'tan başka çağırabildiklerinizi çağırın." Hayır, onlar ilmini kuşatamadıkları ve kendilerine henüz yorumu gelmemiş bir şeyi yalanladılar. Onlardan öncekiler de böyle yalanlamışlardı. Zulmedenlerin nasıl bir sonuca uğradıklarına bir bak. (Yunus Suresi, 37-39) Ayrıca, konunun bir diğer yönü daha vardır: Hz. Muhammed, hayatında Tevrat'ı veya İncil'i okumuş ya da araştırmış, onlar hakkında bilgi sahibi olmuş bir kimse değildi. Peygamberimizin daha önce bu kitapları okumaması, yazmaması, bir inceleme, hazırlık ya da çalışma yapmaması, kavminin de yakından şahit olduğu bir gerçekti. Bu konuda hiç kimsenin bir şüphesi yoktu. Öyle ki Kuran'da, inkarcılar için de çok açık ve bilinen bir gerçek olan Peygamberimizin bu özelliği, onlara karşı bir kanıt olarak belirtilmiştir: Bundan önce sen hiç kitap okuyan değildin ve onu sağ elinle de yazmıyordun. Böyle olsaydı, batılda olanlar kuşkuya kapılırlardı. (Ankebut Suresi, 48) Hz. Muhammed'in bu özelliğinden dolayı, önceki ilahi kitaplar hakkında bilgisi olmayan ve bu dinlere mensup olmayan kimseler için kullanılan "ümmi" terimi Kuran'da, Peygamber Efendimiz için de kullanılmıştı. Ayet şöyledir: Onlar ki, yanlarındaki Tevrat'ta ve İncil'de (geleceği) yazılı bulacakları ümmi haber getirici (Nebi) olan elçiye (Resul) uyarlar... (Araf Suresi, 157) Ümmi kelimesinin Kuran'da, Hıristiyan veya Yahudi olmayanlar anlamında kullanıldığı aşağıdaki ayetten anlaşılmaktadır: Eğer seninle çekişip-tartışırlarsa, de ki: "Ben, bana uyanlarla birlikte, kendimi Allah'a teslim ettim." Ve kitap verilenlerle ümmilere de ki: "Siz de teslim oldunuz mu?" Eğer teslim oldularsa, gerçekten hidayete ermişlerdir. (Al-i İmran Suresi, 20) Görüldüğü gibi "ümmi" terimi ayette, kendilerine kitap verilenlerin dışında kalan kimseler hakkında kullanılmıştır. Buradan anlaşıldığı gibi Kuran'da, ümmi kelimesinin klasik yorumdaki, "okuma yazma bilmeyen" anlamında kullanılmadığı açıktır. TEZAT VE FARKLILIKLAR Buraya kadar Kuran ile tahrif edilmiş ilahi kitaplar arasında benzerlikler bulunmasının mantığını açıkladık. Ancak, biraz inceleyen bir kimse için Kuran'la önceki kitapların tahrif edilmiş nüshaları arasındaki tezat ve farklılıklar, benzerliklerden çok daha fazla göze çarpar. Benzerlikleriyle olduğu kadar, önceki kitapların tahrif edilmiş yönleriyle olan farklılıkları ve bu tahrifatları düzeltmesi de Kuran'ın her kelimesiyle ilahi kitap olduğunun bir başka delilidir. Önceki dinlerin kitapları pek çok yönden tahrif edilmiş ve orjinalliklerini kaybetmiş olduklarından, bu kitaplarda Kuran ayetleri ile çok farklı, çelişkili, hatta bazen Kuran ayetlerinin tam zıttı ifade ve mantıklar da bulunmaktadır. Kıssalarda da, çeşitli yerlerde Kuran'ın aktardığı bilgilerden farklılıklar vardır. Bu kitaplar bilgi, mantık ve öğreti açısından tahrif edildikleri gibi, üslup ve kurgu olarak da tahrif edilmişler ve ilahi kitaptan çok mistik hava taşıyan birer dinler tarihi kitabı şekline sokulmuşlardır. Örneğin, Tevrat'ın ilk kitabı olan Tekvin, yaratılışın başlangıcından Hz. Yusuf'un ölümüne kadar İsrailoğulları'nın tarihini anlatır. Bu tarihsel anlatım Tevrat'ın diğer kitaplarında da genel olarak hakimdir. Aynı şekilde resmi dört İncil'in (Matta, Markos, Luka, Yuhanna) giriş kısımlarına dikkat edildiğinde temel konunun Hz. İsa'nın hayat hikayesi olduğu dikkat çeker. Dört İncil'de de Hz. İsa'nın hayatı, söylediği sözler ve yaptığı fiiller hakimdir. Oysa Kuran'ı açtığımızda bunlardan bambaşka bir üslup karşımıza çıkar. Daha ilk sure olan Fatiha'dan itibaren dosdoğru olan bir dine davet vardır. Kuran baştan sona incelendiğinde de en temel konu olarak, Allah'ın tüm noksan sıfatlardan tenzih edildiği ve insanların şirkten arınarak sadece Allah'a teslim olmalarının emredildiğini görürüz. Fakat bugün mevcut olan tahrif edilmiş Tevrat'ta, Allah'a birçok noksan sıfat, insani vasıf (Allah'ı tenzih ederiz) isnad edilir. Örneğin Tevrat'taki Hz. Nuh kıssasında Allah'ın sıfatları hakkında inanılmaz hezeyanlar bulunur. Yorulmak, pişman olmak, sükun bulmak gibi ve burada tekrar etmeyi dahi uygun bulmadığımız birçok beşeri özellik Tevrat'ta Allah'a isnad edilmiştir. Yine Tevrat'ta, (Allah'ı tenzih ederiz) insan gibi gezen, dolaşan, kavga eden, öfke duyan bir varlık olarak tasvir edilerek, Allah'a büyük bir iftirayla iftira edilmiştir. Bu nedenle, Yahudilerin Allah hakkında bu tür yalan ve iftira uydurmaları konusunda Kuran'da açık uyarılar yer alır. Bu iftiralardan birisi de Allah'ı (Allah'ı tenzih ederiz) cimrilikle itham etmeleridir. Kuran'da bu tavır şöyle kınanmıştır: Yahudiler: "Allah'ın eli sıkıdır" dediler. Onların elleri bağlandı ve söylediklerinden dolayı lanetlendiler. Hayır; O'nun iki eli açıktır, nasıl dilerse infak eder." (Maide Suresi, 64) Genel olarak ele alındığında yine Kuran, Tevrat'ın aksine sadece bir milletin değil, birçok kavmin çeşitli devirlerde çöküşünü, yükselişini ele alması ve kendisine tebliği ulaşan tüm insanları ayetlerinden sorumlu tutması açısından da diğerlerinden farklı, evrensel bir kitaptır. Diğer kitaplar ise zaman içinde insanlar tarafından tahrif edilmiş, asıllarından uzaklaştırılmış oldukları için bu özelliğe sahip değillerdir. Kuran'a kaynak teşkil ettiği iddia edilen İncil'deki Hıristiyanlığın birtakım temel inançları da Kuran'da açık bir şekilde reddedilmiştir. Bunların en başında, Hz. İsa'nın Allah'ın oğlu olduğu (teslis) inancı gelir. Bu inanç Kuran'da, Allah'a karşı yapılan açık bir iftira olarak değerlendirilmiştir: "Rahman çocuk edinmiştir" dediler. Andolsun, siz oldukça çirkin bir cesarette bulunup-geldiniz. Neredeyse bundan dolayı, gökler paramparça olacak, yer çatlayacak ve dağlar yıkılıp göçüverecekti. Rahman adına çocuk öne sürdüklerinden (ötürü bunlar olacaktı.) Rahman'a çocuk edinmek yaraşmaz. Göklerde ve yerde olan (herkesin ve herşeyin) tümü Rahman'a, yalnızca kul olarak gelecektir. (Meryem Suresi, 88-93) Yine Hıristiyanlığın temel inançlarından olan Hz. İsa'nın Yahudiler tarafından çarmıha gerilerek öldürüldüğü iddiası, Kuran'da tamamen reddedilir. Yahudilerin Hz. İsa'yı öldüremedikleri, onun yerine ona çok benzeyen birini öldürdükleri, Hz. İsa'nın ise göğe yükseltildiği bildirilir. Sonuç olarak genel bir kıyaslama yaparsak; Kuran'ın insanları davet ettiği önemli gerçek, Allah'ın birliği, Allah'tan başka ilah olmadığı ve O'nun bütün olumsuz ve eksik vasıflardan uzak olduğudur. Kuran'ın her kıssasında, her haberinde, her ayetinde bu önemli gerçekler insanlara hatırlatılır. Aynı şekilde Kuran'daki her kıssada Müslümanlar için bir öğüt, ibret ya da haber niteliği taşıyan ifadeler ve bilgiler vardır. Bütün bunlar Kuran'ın, her ayetiyle, saf ilahi vahiy olduğunun açık birer göstergesidir. | |
| | | @bdulKadir Adminstratör
Mesaj Sayısı : 6736 Rep Gücü : 10015190 Rep Puanı : 97 Kayıt tarihi : 17/03/09 Yaş : 61 Nerden : İzmir
| Konu: Geri: KURANDA ÇELİŞKİ YOKTUR...ateist ve msiyonerlere cevaplar C.tesi Ara. 26, 2009 12:06 am | |
| KURAN'DAKİ BİLİMSEL GERÇEKLERİN ESKİ MEDENİYETLERİN BİLGİLERİNDEN DERLENDİĞİ YANILGISI Kuran'ı akılsızca değerlendirenler tarafından öne sürülen bir diğer iddiaya daha değinmek gerekir. Kuran'da yer alan bilimsel konulardaki haberlerin, dönemin bilim anlayışından yüzyıllarca ileride olduğunu önceki bölümlerde de ifade etmiştik. Bu başlı başına Kuran'ın çok büyük bir mucizesidir. Bu gerçeği açıkça görmelerine rağmen inkarda ısrar edenler, bu ilahi mucizeyi insanlardan saklama çabasıyla Peygamber Efendimiz'in Kuran'daki bilimsel bilgileri dönemin ileri medeniyetlerinin kaynaklarından derlediğini öne sürerler. Söz konusu iddiaya göre Peygamberimiz, Kuran içinde bahsedilen astronomi, embriyoloji, tıp gibi kavramları eski medeniyetlerin bilgilerinden almıştır. Örneğin astronomi ile ilgili bilgileri Sümer kayıtlarında bulmuş, tıp bilgisini ise eski Mısır papirüslerinden alarak Kuran'a geçirmiştir. Bu iddianın birçok yönden geçersiz olduğu açıktır. Öncelikle, Hz. Muhammed'in tüm hayatı boyunca böyle bir araştırmaya girmediği herkesçe bilinmektedir. Bunun aksini iddia eden de çıkmamıştır. Peygamberimizin tarihteki gelişmiş uygarlıkların lisanlarını bilmediği bellidir. Öte yandan, o dönemde böyle bir araştırmanın içine girmek isteyen herhangi bir kişi, büyük zorluklarla kaşılaşırdı. Şüphesiz ki 7. yüzyıl Arabistanı'nda büyük kütüphaneler, yazılı basın, kitapçılar veya internet ağı gibi bilgiye erişimi kolaylaştıran imkanlar mevcut değildi. Bugünün şartlarında bile, örneğin eski Mısır'ın embriyoloji bilgisini araştırmak isteyen bir insanın işi kolay değildir. Mısır uygarlığının kuruluşu günümüzden yaklaşık 5000 yıl öncelerine dayanır. Eski zamanlardan bugüne ulaşan yazılı kaynaklar kısıtlıdır, üstelik bunların hepsinin tercümeleri de mevcut değildir. Tercüme edilebilenler ise, son derece özel bilgiler içerdiklerinden her yerde bulunmazlar. Ayrıca bu tercümeleri kavrayabilmek ve yorumlayabilmek için çok detaylı bir tarih bilgisine de vakıf olmak şarttır. Kısacası böyle bir araştırma günümüz şartlarında bile son derece zordur. Kaldı ki, eski medeniyetlerden miras kalan tüm bilgilerin hepsinin doğru ve sağlıklı oldukları gibi bir durum da söz konusu değildir. Aralarında pek çok yanlış bilgiler, batıl inanışlar, hurafeler de bulunmaktadır. Eğer akılsızların iddia ettikleri gibi Kuran'ın bilimsel ayetlerinin eski medeniyetlerin kültürlerinden derlenmesi gibi bir durum olsaydı, elbette aralarında yanlış ya da tutarsız bilgilerin de bulunması gerekirdi. Oysa, Kuran bu tür eksikliklerden münezzehtir. İçindeki bilimsel ayetlerin hepsinin modern bilim tarafından yüzde yüz doğru oldukları ortaya konmuştur. Bu gerçek, "Onlar hâlâ Kur'an'ı iyice düşünmüyorlar mı? Eğer o, Allah'tan başkasının katından olsaydı, kuşkusuz içinde birçok aykırılıklar (çelişkiler, ihtilaflar) bulacaklardı." (Nisa Suresi, 82) ayetinde de vurgulanmaktadır. Bu nedenle Kuran'daki bilimsel ayetlerin, Peygamber tarafından başka medeniyetlerin kaynaklarından alındığı iddiası da, diğer iddialar gibi tamamen dayanaksızdır. Böyle insanların varlığı ve onlara verilmesi gereken cevap Kuran'da şöyle bildirilmiştir: İnkar edenler dediler ki: "Bu (Kur'an) olsa olsa ancak onun uydurduğu bir yalandır, kendisi düzüp uydurmuş ve ona bir başka topluluk da yardımda bulunmuştur." Böylelikle onlar, hiç şüphesiz haksızlık ve iftira ile geldiler. Ve dediler ki: "Bu, geçmişlerin uydurduğu masallardır, bir başkasına yazdırmış olup kendisine sabah akşam okunmaktadır." De ki: "Onu, göklerde ve yerde gizli olanı bilen (Allah) indirmiştir. Doğrusu O, çok bağışlayandır, çok esirgeyendir." (Furkan Suresi, 4-6) KURAN ARAPLARA İNDİRİLMİŞTİR YANILGISI İnkarcıların, insanları Kuran'dan koparmak ve uzaklaştırmak için öne sürdükleri hezeyanlardan biri de Kuran'ın sadece Araplar'a indirildiği ve Kuran'a uymaktan sorumlu olanın yalnızca Araplar olduğu iddiasıdır. Kuran'ı bir kez okumuş kimse bile böyle bir iddianın ne kadar saçma ve yersiz olduğunu rahatlıkla fark edecektir. Hz. Muhammed'in tüm insanlığa gönderilmiş bir peygamber olduğu ve Kuran hükümlerinden kıyamete kadar tüm insanların sorumlu olduğu pek çok ayette vurgulanmıştır. Bunlardan birkaçını burada vermemiz üstteki iddianın anlamsızlığını göstermek için yeterlidir: Biz seni ancak bütün insanlığa bir müjde verici ve uyarıcı olarak gönderdik. Ancak insanların çoğu bilmiyorlar. (Sebe Suresi, 28) De ki: Ey insanlar, ben Allah'ın sizin hepinize gönderdiği bir elçisi (Peygamberi)yim. Ki göklerin ve yerin mülkü yalnızca O'nundur. (A'raf Suresi, 158) İnkarcılar, bilgisiz insanların kafalarını karıştırmak ve fitne çıkarmak için uydurdukları bu iddiayı aşağıdaki Kuran ayetine dayandırmaya çalışırlar: Biz her elçiyi, kendi kavminin dilinden başkasıyla göndermedik ki, onlara apaçık anlatsın. Böylece Allah dilediğini şaşırtıp saptırır, dilediğini hidayete erdirir. O üstün ve güçlü olandır, hüküm ve hikmet sahibidir. (İbrahim Suresi, 4) Ayet çok açıktır. Elçinin gönderildiği toplum hangi dili konuşuyorsa elçi de aynı dili konuşmaktadır. Bu tarih boyunca böyle olmuştur. Ancak bu şekilde elçiler Allah'ın vahyini çevrelerindeki insanlara eksiksiz ve kusursuzca aktarabilirler. Bu sebeple elçiye vahyedilen kitap da elçinin ve kavminin dilinde gönderilmektedir. Bundan daha doğal bir şey olamaz. Ancak inkarcılar her ne olursa olsun dine uymamak için bu tür bahaneler öne sürerler. Onların bu ters mantıkları Kuran'da, şöyle haber verilmiştir: Eğer biz onu Acemi (Arapça olmayan bir dilde) olan bir Kur'an kılsaydık, herhalde derlerdi ki: "Onun ayetleri açıklanmalı değil miydi? Arap olana, Acemi (Arapça olmayan bir dil)mi?" De ki: "O, iman edenler için bir hidayet ve bir şifadır. İman etmeyenlerin ise kulaklarında bir ağırlık vardır ve o (Kur'an), onlara karşı bir körlüktür. İşte onlara (sanki) uzak bir yerden seslenilir." (Fussilet Suresi, 44) İlahi vahyin kusursuz ve eksiksiz olarak insanlığa aktarılması ayrıca dinin temellerinin sağlam olarak atılmasını güçleştirecek iletişim sorunlarının doğmaması açısından peygamber, kavmi ve kitabı arasında böyle bir uyum olması zorunludur. Elbette ki bu durum başka kavimlere mensup kimselerin Kuran'dan sorumlu olmadıklarını göstermez. Kuran'ın anlamı her milletin kendi dilinde rahatlıkla tefsir edilebilir, açıklanabilir ve hükümleri anlaşılabilir. Nitekim öyle de olmuştur. Bu durum dinin öğrenilmesini ve uygulanmasını engelleyen bir durum değildir. ALLAH'IN KENDİ ZATI İÇİN "BİZ" HİTABINI KULLANMASINI YANLIŞ YORUMLAMA Allah Kuran'ın birçok yerinde Kendi Zatı için "Biz" tabirini kullanmaktadır. Buna örnek birkaç ayet şöyledir: Andolsun, Biz Musa'ya kitabı verdik ve ardından peşpeşe elçiler gönderdik. Meryem oğlu İsa'ya da apaçık belgeler verdik ve onu Ruhu'l-Kudüs'le teyid ettik. Demek, size ne zaman bir elçi nefsinizin hoşlanmayacağı bir şeyle gelse, büyüklük taslayarak bir kısmınız onu yalanlayacak, bir kısmınız da onu öldürecek misiniz, öyle mi? (Bakara Suresi, 87) Kendi nefsini aşağılık kılandan başka, İbrahim'in dininden kim yüz çevirir? Andolsun, Biz onu dünyada seçtik, gerçekten ahirette de O salihlerdendir. (Bakara Suresi, 130) Akledemeyen bazı kimseler, Kuran'da Allah'ın Kendi Zatı için kulandığı "Biz" hitabının çoğul anlamda kullanıldığını sanarak, kendilerince bu sözcüğün kullanılmasının Allah'tan başka ilah olmamasıyla çelişki gösterdiğini iddia ederler. Böylece kendilerince çok büyük bir gerçeği tesbit ettiklerini zannederler. Halbuki, son derece yüzeysel ve cahilce bir yaklaşımdan kaynaklanan bu yanılgının açıklaması çok basittir. Arapça'da "biz" zamiri yalnızca çoğul anlamı vermek için değil, büyüklük, heybet, azamet, yücelik, üstün makam ve mevkiyi vurgulamak amacıyla tekil şahıslar için de kullanılır. Kuran'da Allah için kullanılan "Biz" sözcüğü de bu anlamda kullanılmıştır. "Biz" sözcüğünün Arapça'daki bu kullanımındaki mantık, Türkçe'de ve diğer birçok yabancı dilde "siz" sözcüğünün, çoğunluk belirtmek için değil, karşıdaki bir kişi için nezaket maksadıyla kullanılmasına benzer bir mantıktır. Kuran'ın en önemli ve temel mesajı Allah'tan başka hiçbir ilahın olmadığı ve yalnızca O'na kulluk edilmesi gerektiğidir. Kuran'ın pek çok ayetinde Allah'tan başka ilah olmadığı gerçeği defalarca vurgulanır, bu ayetlerden bazıları şöyledir: Şüphesiz bu, gerçek bir olayın haberidir. Allah'tan başka ilah yoktur. Ve şüphesiz Allah, üstün ve güçlü olandır, hüküm ve hikmet sahibidir. (Al-i İmran Suresi, 62) De ki: "Ben, yalnızca bir uyarıcıyım. Bir olan, kahreden Allah'tan başka bir ilah yoktur." (Sad Suresi, 65) Şu halde bil; gerçekten, Allah'tan başka ilah yoktur... (Muhammed Suresi, 19) Dolayısıyla, Kuran'ın birçok yerinde Allah'ın Zat'ı için kullanılan "Biz" sözcüğünün çoğul anlamda kullanılmadığı, yüceltmek, saygınlık ve kudsiyet ifade etmek için kullanıldığı açıktır. Gerçekte bu sözcüğün kullanılmasındaki hikmeti anlamak için Arapça'daki bu özel kullanımı bilmeye dahi gerek yoktur. Biraz akletme ve düşünme kabiliyeti olan herkes bu kelimenin seçilmesindeki inceliği kolaylıkla görebilir. Bunu kendilerince bir açmaz, itiraz konusu olarak görenlerin durumu, Kuran ayetleri hakkında tartışanların akıl, kavrayış ve zeka seviyelerinin düşüklüğünü göstermesi açısından önemli bir örnektir. KURAN'DA VERİLEN ÖRNEKLERİ ANLAYAMAMA Kuran, ancak akleden, düşünen, samimi insanların anlamını kavrayabileceği bir kitaptır. Bu özelliklere sahip olmayan, yani akledemeyen, düşünmeyi bilmeyen, art niyetli insanlar Kuran'ı bir türlü idrak edemez, sırlarına, inceliklerine erişemezler. Kuran'da öğüt ve ders amacıyla verilen örnekler için de aynı durum söz konusudur. Bir ayette inkar edenlerin Kuran'da verilen örnekleri kavrayamadıkları, hatta bu tür örneklerin onlar için bir sapma vesilesi olduğundan bahsedilir: Şüphesiz Allah, bir sivrisineği de, ondan üstün olanı da, örnek vermekten çekinmez. Böylece iman edenler, kuşkusuz bunun Rablerinden gelen bir gerçek olduğunu bilirler; inkâr edenler ise, "Allah, bu örnekle neyi amaçlamış?" derler. Bununla birçoğunu saptırır, birçoğunu da hidayete erdirir. Ancak O, fasıklardan başkasını saptırmaz. (Bakara Suresi, 26) İman eden bir kimse ayette konu olan sivrisinek örneğinin, Allah'ın yaratmasındaki üstünlüğün bir kanıtı olarak verildiğini hemen anlar. Bu bir santimetrelik küçücük böcek, Allah'ın kusursuz ve eşsiz yaratışının bir örneğidir. En gelişmiş teknolojik cihazlardan, bilgisayarlardan çok daha kompleks sistemlere, mekanizmalara ve yapılara sahiptir. (Detaylı bilgi için bkz. Sivrisinek Mucizesi, Harun Yahya) Yaratıldığından bu yana hiç değişmeden günümüze kadar gelmiştir. Allah, bu mucizevi canlıyı Kitabı'nda Kendi yaratmasının üstünlüğüne örnek vermektedir. Müminler de bu örnekten tek bir sivrisineğin dahi Allah'ın sonsuz ilmini ve gücünü hissetmeye, düşünmeye açılan bir kapı olduğunu anlarlar. Etraflarındaki her yaratığa aynı hikmet gözüyle bakmayı öğrenirler. İnkar eden akılsızlar ise ayetin ifadesiyle, "Allah, bu örnekle neyi amaçlamış?" diyerek şaşırıp kalırlar. KURAN'DAKİ TEKRARLARI ANLAYAMAMA Kuran'daki tekrarlar da akıl erdiremeyen kimselerin hikmetini kavrayamadıkları konulardandır. Kuran'ın çeşitli yerlerinde aynı veya benzer ayetlerin ya da konuların tekrarlandığı görülür. Farklı kıssaların, misallerin, öğütlerin arasında, Allah'ın varlığı, birliği, tevekkül, teslimiyet, dünya hayatının geçiciliği, Allah'ı zikretmenin önemi, şükür, infak gibi dinin temel konularına sık sık değinilir. Kimi zaman, bu konularla ilgili bir ayetin, kelimesi kelimesine aynen başka bir yerde geçtiği bile görülür. Bunun birçok hikmeti vardır. Sık sık vurgulanması gereken önemli konuların değişik vesilelerle tekrarlanması, hatırlatılması insanların zihinlerinde, kalplerinde daha sağlam yer etmelerini, kalıcı etki yapmalarını sağlar. Ayrıca bu hayati konuların birbirinden farklı örnekler, kıssalar içinde tekrarlanması da konuların her yönüyle, çok boyutlu ve derinliğine algılanmasına yardımcı olur. Kuran'daki ayet tekrarlarının en belirginlerinden birisi de Rahman suresindeki, "Şu halde Rabbiniz'in hangi nimetlerini yalanlayabilirsiniz?" ayetidir. Bu ayet, 78 ayetli surede, yaklaşık bir veya iki ayet arayla tam 31 kere tekrarlanır. Allah'ın, cennetteki güzellikleri sıralarken, bunun çok büyük bir lütuf ve nimet olduğunu insanların hakkıyla idrak edebilmeleri, Allah'ın sonsuz ikramı karşısındaki kayıtsız kalmayıp gereken şükür ve tefekkür boyutuna girmeleri açısından son derece hikmetli bir tekrardır bu. Her tekrar kalpteki saygı dolu hayranlığı ve heybeti bir kat daha pekiştirir. Böylece, samimi ve vicdanlı bir kimsenin kalbine verilmek istenen his en mükemmel bir biçimde aktarılmış olur. KURAN'IN ÜSLUBUNU ANLAYAMAMA (MÜMİNLERİN DUALARI, MELEKLERİN SÖZLERİ...) Kuran'daki her ayet Allah'ın sonsuz hikmetinin bir tecellisi olduğu için içerdiği her konu, olabilecek en özlü ve en mükemmel biçimde açıklanmıştır. Kimi yerde bir konu en ayrıntılı ve detaylı biçimde açıklanmış, kimi yerde ise en anlaşılabilecek, kısa ve sade anlatım kullanılmıştır. Örneğin bazı ayetlerde müminlerin, meleklerin ya da başka üçüncü şahısların aktarılan sözleri veya duaları kimi zaman herhangi bir giriş ifadesi kullanılmadan doğrudan verilir. İman edenler de bu sözlerin aktarılmasındaki hikmeti görür ve anlarlar. Ne var ki, Kuran'daki bu üslup bazı akledemeyen kişilerin anlamakta güçlük çektikleri bir üsluptur. Kuran Allah'ın sözü olduğuna göre onda başkalarının sözlerinin yer almasının kendilerince çelişkili bir durum olduğunu düşünürler. Oysa bütün bu sözler müminler için bir ders, örnek ibret niteliği taşır. Kuran'da yer alan bu ifadeleri aktaran da Allah'tır. Dolayısıyla hepsi Allah'ın sözüdür. Örneğin, Kuran'ın ilk suresi olan Fatiha suresinin son dört ayeti müminlerin duasıdır: Biz yalnızca Sana ibadet eder ve yalnızca Sen'den yardım dileriz. Bizi doğru yola ilet; Kendilerine nimet verdiklerinin yoluna, Gazaba uğrayanların ve sapmışlarınkine değil. (Fatiha Suresi, 4-7) Bu suretle, Allah müminlerin yapabilecekleri en güzel dua şeklini doğrudan Kuran'ın başında aktarmıştır. Bu duanın başında, "aşağıdaki gibi dua edin" şeklinde veya benzeri bir giriş açıklaması yer almaz, çünkü durum son derece açıktır. Benzer bir başka örnek Bakara Suresi'nin son ayetindeki müminlerin duasıdır: Allah, hiç kimseye güç yetireceğinden başkasını yüklemez. Kazandığı lehine, kazandırdıkları aleyhinedir. "Rabbimiz, unuttuklarımızdan veya yanıldıklarımızdan dolayı bizi sorumlu tutma. Rabbimiz, bize, bizden öncekilere yüklediğin gibi ağır yük yükleme. Rabbimiz, kendisine güç yetiremeyeceğimiz şeyi bize taşıtma. Bizi affet. Bizi bağışla. Bizi esirge, Sen bizim mevlamızsın. Kâfirler topluluğuna karşı bize yardım et." (Bakara Suresi, 286) Akıl sahibi her insan bu ayetlerde Allah'ın müminler için örnek bir dua şekli aktardığını rahatlıkla görür ve anlar, ona göre de dua eder. Akledemeyen ise bu inceliği göremez ve rahatlıkla şeytanın telkinlerine kapılır bir hale gelir. HAMAN İSMİ HAKKINDAKİ SPEKÜLASYONLAR Kuran'da kendilerince tutarsızlık bulmaya çalışanların öne sürdükleri iddialardan biri de, ayetlerde Firavun'un adamlarından biri olarak geçen "Haman" hakkındadır. Tevrat'ta Hz. Musa'nın hayatını anlatan bölümde, Haman'ın adı hiç geçmez. Fakat Haman ismi İncil'de, Hz. Musa'dan yaklaşık 1100 sene sonra yaşamış ve Yahudiler'e zulmetmiş bir Babil kralının yardımcısı olarak geçmektedir. İşte Kuran'ı Peygamberimizin Tevrat ve İncil'den bakarak yazdığını iddia edenler, Hz. Muhammed'in bu kitaplarda anlatılan bazı konuları Kuran'a yanlış aktardığı gibi bir safsatayı ortaya atarlar. Oysa bu iddianın tümüyle dayanaksız olduğu Mısır hiyeroglifinin bundan yaklaşık 200 yıl önce çözülüp, Eski Mısır yazıtlarında "Haman" isminin bulunmasıyla ortaya çıkmıştır. O zamana kadar Eski Mısır dilinde yazılmış kitabeler ve yazılar okunamıyordu. Eski Mısır dili hiyeroglifti ve çağlar boyunca bu dil varlığını sürdürdü. Fakat MS. 2. ve MS. 3. yüzyılda Hıristiyanlığın yayılması ve kültürel etkisiyle Mısır, dinini olduğu gibi dilini de unuttu, yazılarda hiyeroglif kullanımı azaldı ve sona erdi. Hiyeroglif yazısının kullanıldığı bilinen en son tarih MS. 394 yılına ait bir kitabedir. Bundan sonra bu dil unutuldu ve bu dilde yazılmış yazıları okuyabilen ve anlayabilen kimse kalmadı. Ta ki bundan yaklaşık iki yüzyıl öncesine dek... Eski Mısır hiyeroglifi 1799 yılında, Rosetta Stone adı verilen MÖ. 196 tarihine ait bir kitabenin bulunmasıyla çözüldü. Bu tabletin özelliği üç farklı yazıyla yazılmış olmasıydı: hiyeroglif, demotik (hiyeroglifin el yazısı şekli) ve Yunanca. Yunanca metinin de yardımıyla tabletteki Eski Mısır yazısı çözülmeye çalışıldı. Tabletin tüm çözümü, Jean-Françoise Champollion adlı bir Fransız tarafından tamamlandı. Böylece unutulan bir dil ve bu dilin anlattığı tarih aydınlanmış oldu. Bu sayede Eski Mısır uygarlığı, onların dinleri ve sosyal yaşantıları hakkında birçok şey öğrenildi. Hiyeroglifin çözümüyle konumuzu da ilgilendiren çok önemli bir bilgiye daha erişilmiş oldu: "Haman" ismi gerçekten de Mısır yazıtlarında geçiyordu. Viyana'daki Hof Müzesi'nde bulunan bir anıt üzerinde bu isimden söz ediliyordu. Aynı yazıtta Haman'ın Firavun'a olan yakınlığı da vurgulanıyordu. (Walter Wreszinski, Aegyptische Inschriften aus dem K.K. Hof Museum in Wien, 1906, J C Hinrichsche Buchhandlung) Tüm yazıtlara dayanılarak hazırlanan, "Yeni Krallıktaki Kişiler" sözlüğünde ise Haman'dan "Taş ocaklarında çalışanların başı" olarak bahsedilmektedir. (Hermann Ranke, Die Ägyptischen Personennamen, Verzeichnis der Namen, Verlag Von J J Augustin in Glückstadt, Band I,1935, Band II, 1952) Gerçekten de ortaya çıkan sonuç müthiş bir gerçeği ifade ediyordu. Haman Kuran'a karşı çıkanların aksine aynen Kuran'da geçtiği gibi Hz. Musa zamanında Mısır'da yaşayan bir kişiydi ve Kuran'da bahsedildiği gibi o Firavun'a yakın ve inşaat işleriyle ilgili bir kişiydi. Nitekim Kuran'da, Firavun'un kule yapma işini Haman'dan istemesini aktaran ayet de bu arkeolojik bulguyla tam bir mutabakat içindeydi: Firavun dedi ki: "Ey önde gelenler, sizin için benden başka ilah olduğunu bilmiyorum. Ey Haman, çamurun üstünde bir ateş yak da, bana yüksekçe bir kule inşa et, belki Musa'nın ilahına çıkarım çünkü gerçekten ben onu yalancılardan (biri) sanıyorum." (Kasas Suresi, 38) Sonuçta, Eski Mısır yazıtlarında Haman'ın adının bulunması Kuran aleyhinde birtakım zorlama iddialar getirenlerin bir iddiasını daha boşa çıkarmakla kalmayıp Kuran'ın gerçekten Allah katından olduğunu da bir kez daha ortaya koyuyordu. Zira Kuran Peygamber devrinde ulaşılması ve çözülmesi mümkün olmayan bir tarihi bilgiyi mucize şeklinde bize aktarmaktaydı. NUH TUFANI HAKKINDAKİ SPEKÜLASYONLAR Kuran'da aktarılan Nuh Tufanı da inkar edenlerin akıl erdiremedikleri ve dolayısıyla reddettikleri konular arasındadır. Nuh Tufanı'nın varlığını inkar edenler, bu iddialarına delil olarak dünya çapında bir tufanın gerçekleşmesinin teknik olarak imkansız olduğunu söylerler. Buradan da yola çıkarak, böyle bir olayı doğrulayan Kuran'ın Allah sözü olamayacağını iddia ederler. Oysa bu iddia, Allah'ın indirdiği ve tahrif edilmemiş tek kutsal kitap olan Kuran-ı Kerim için geçerli değildir. Çünkü Kuran'da Tufan olayı, Tevrat'ta ve çeşitli kültürlerde geçen Tufan anlatımlarından çok daha farklı bir biçimde ele alınır. Tahrif edilmiş olan Tevrat'ta bu tufanın evrensel olduğu ve tüm dünyayı kapladığı söylenir. Oysa Kuran'da Tufan'ın evrensel olduğu şeklinde bir ifade yoktur. Aksine ilgili ayetlerden Tufan'ın yöresel olduğu ve tüm dünyanın değil, sadece Hz. Nuh'u yalanlayan kavmin cezalandırıldığı anlaşılmaktadır. Tıpkı Ad kavmine gönderilen Hz. Hud (Hud Suresi, 50) veya Semud Kavmi'ne gönderilen Hz. Salih (Hud Suresi, 61) ve diğer peygamberler gibi Hz. Nuh da yalnızca kendi kavmine gönderilmiştir ve Tufan da Hz. Nuh'un kavmini ortadan kaldırmıştır: Andolsun, Biz Nuh'u kavmine gönderdik. (Onlara) 'Ben sizin için ancak apaçık bir uyarıp korkutucuyum. Allah'-tan başkasına kulluk etmeyin. Ben size (gelecek olan) acıklı bir günün azabından korkarım' dedi. (Hud Suresi, 25-26) Helak olanlar Hz. Nuh'un tebliğini hiçe sayan ve isyanda direten kavimdir. Bu konudaki ayetler hiçbir tartışmaya meydan vermeyecek kadar açıktır: Onu yalanladılar. Biz de onu ve gemide onunla birlikte olanları kurtardık, ayetlerimizi yalan sayanları da suda-boğduk. Çünkü onlar kör bir kavimdi. (A'raf Suresi, 64) Böylece onu ve onunla birlikte olanları katımızdan bir rahmet ile kurtardık. Ayetlerimizi yalan sayarak inanmamış olanların da kökünü kuruttuk. (A'raf Suresi, 72) Görüldüğü gibi Kuran'da tüm dünyanın değil, sadece Nuh kavminin helak edildiği bildirilmektedir. Ayetler bu kadar açıkken hala Kuran'da Nuh Tufanı'nın evrensel olarak geçtiğini iddia etmenin cahil kesimleri aldatmaya, onların aklını karıştırmaya çalışmaktan başka amacı yoktur. Tahrif edilmiş ve insanlar tarafından içlerine pek çok hikaye ve efsane karıştırılmış olan Tevrat ve İncil'deki mantıksızlıkların, hurafelerin hiçbirinin Kuran'da yer almaması, hatta bunların düzeltilmiş gerçek hallerinin aktarılması da Kuran'ın bütünüyle Allah katından gönderilen bir Kitap olduğunu kanıtlamaktadır. Kuran'da Tufan olayından evrensel olarak bahsedilmesi bir diğer açıdan da mümkün değildir: Çünkü Allah, herhangi bir kavme elçi gönderilmedikçe, o kavmin helak edilmeyeceğini söylemektedir. Helak için, kavmin kendisine uyarıcı-korkutucu gelmiş olması ve bu uyarıcının yalanlanmış olması gerekmektedir. Kasas Suresi'nde şöyle denilir: Senin Rabbin, 'ana yerleşim merkezlerine' onlara ayetlerimizi okuyan bir elçi göndermedikçe şehirleri yıkıma uğratıcı değildir. Ve Biz, halkı zulmeden şehirlerden başkasını da yıkıma uğratıcı değiliz. (Kasas Suresi, 59) Yine bir başka ayette de "Kim hidayete ererse, kendi nefsi için hidayete erer; kim de saparsa kendi aleyhine sapar. Hiçbir günahkar, bir başkasının günah yükünü yüklenmez. Biz, bir elçi gönderinceye kadar (hiçbir topluma) azab edecek değiliz." (İsra Suresi, 15) denilmektedir. Ayetlerden anlaşılacağı üzere kendisine uyarıcı gönderilmeyen bir kavmin helak edilmesi, Allah'ın kanununa aykırıdır. Bir uyarıcı olan Hz. Nuh ise sadece kendi kavmine gönderilmiştir. Bu sebeple Allah, uyarıcı gönderilmemiş olan kavimleri değil, sadece Hz. Nuh'un kavmini helak etmiştir. Tufan hakkındaki bir başka tartışma konusu ise, suların bölgedeki bütün yükseltileri, dağları kaplayacak kadar yükselip yükselmediği konusundadır. Bilindiği gibi Kuran'da, geminin Tufan sonrası "Cudi"ye oturduğu bildirilmektedir. "Cudi" kelimesi kimi zaman özel bir dağ ismi olarak alınır, oysa kelime Arapça'da "yüksekçe yer, tepe" anlamına gelmektedir. Ayrıca "cudi" kelimesinin bu anlamından, suların ancak belirli bir yüksekliğe eriştiği, karayı bütünüyle kaplamadığı anlaşılmaktadır. Yani Tufan'ın muharref Tevrat'ta ve diğer efsanelerde anlatıldığı gibi tüm yeryüzünü ve yeryüzündeki tüm dağları yutmadığı, sadece belirli bir bölgeyi kaplamış olduğunu Kuran'dan öğrenmekteyiz. Ayrıca Tufan'ın gerçekleştiği düşünülen arkeolojik bölgede yapılan kazılar da, Tufan'ın tüm dünyayı kaplayan evrensel bir olay değil, Mezopotamya'nın bir bölümünü etkisi altına almış olan çok geniş bir afet olduğunu göstermektedir. (Geniş bilgi için yazarın, "Kavimlerin Helakı" isimli kitabına başvurulabilir.) http://www.harunyahya.org/kitaplar.htm
KUR'AN'DA CELİŞKİ YOKTUR Firavun boğuldu: Pharaoh drowned. (Surah 17:103, 28:40, 43:55) 17:103- Derken Firavun, Musa'yı ve İsrailoğullarını Mısır'dan sürmek istedi. Biz de onu ve beraberindekilerin hepsini suda boğduk. 28:40- Biz de onu ve askerlerini yakalayıp denize atıverdik. Bir bak, zalimlerin sonu nice oldu! 43:55- Nihayet bizi gazaplandırdıkları zaman onlardan intikam aldık. Hepsini suda boğduk. Firavun boğulmadı: Pharaoh did not drown. (Surah 10:92) 10:92- Biz de bugün senin bedenini arkandan gelenlere bir ibret olsun diye kurtaracağız. Bununla beraber, insanların birçoğu âyetlerimizden yine de gafildirler. Yine burada kasıtlı bir yaklaşım görmekteyiz, fravunun boğulduktan sonra, secde eder halde bulunup müzelerde teşhir edilmesi, gözardı edilmiş, burada bu kurtarılan firavunun bedenin canlı olarak olması gerektiği gibi bir yaklaşımla, ortaya komedi boyutunda, işte size bir çelişki denebilek bir yaklaşımdır. Ortada olan gerçek firavunun cesedi kurtarılmıştır.
Nuh'un tüm Oğulları gemiye bindi: All of Noah's sons were aboard the ark. (Surah 21:76-77) 21:76- Nuh da daha önceleri bize yalvarmıştı; biz de onun duasını kabul ettik, kendisini ve ailesini büyük sıkıntıdan kurtardık. 21:77- Âyetlerimizi yalanlayan kavminden onun öcünü aldık. Şüphesiz onlar kötü bir kavimdiler. Biz de hepsini (suda) boğduk. Nuh'un tüm oğulları gemiye binmedi: Not all of Noah's sons were aboard the ark. (Surah 11) 11:42- Gemi içindekilerle birlikte, dağlar gibi dalgalar arasında akıp gidiyordu. Nuh ayrı bir yere çekilmiş olan oğluna bağırdı: "Yavrucuğum, gel, bizimle beraber bin! Kâfirlerle beraber olma!"
11:43- O, dedi ki; "Ben, beni sudan koruyacak bir dağa çıkacağım". Nuh da "Bu gün Allah'ın merhamet ettiğinden başkasını, Allah'ın bu emrinden koruyacak kimse yoktur." dedi. Derken dalga aralarına giriverdi. O da boğulanlardan oldu. ikinci örnekte ayet numarası verilmesede sanırım bahsedilmek istenen ayetler bunlardır. Burada yine meseleye taraflı yaklaşılmıştır, olaya dış çerceveden baktığımızda 21:76'de Nuh'un '' kendisini ve ailesini '' n bu sel felaketinden kurtarılmış olduğunu görmekteyken, 11:43'e baktığımızda Oğullarından birinin boğulduğunu görmekteyiz, burada hani tüm ailesinin kurtarılması sözü verilmişti ve kurtarılmış olduğu belirtilmiştirde diye bir soru oluşmakta gibiysede, alakası yoktur, tarafsız yaklaşıp bu ayetlerin birazcık altına bakarsak, 11:45- Nuh Rabbine niyaz edip dedi ki: "Ey Rabbim! Oğlum benim ehlimdendi senin vaadin de elbette haktır ve gerçektir. Ve sen hakimler hakimisin."
11:46- Allah: "Ey Nuh! O kesinlikle senin ehlin (âilen)'den değildir. Çünkü o salih olmayan bir amelin sahibidir. Hakkında bilgin olmayan bir şeyi benden isteme! Ben, seni, cahillerden olmaktan sakındırırım." gördüğümüz gibi Allah-ı Teala Nuh'un o oğlunu 21:76'de geçen ailesinden bir fert katogorisine koymamıştır. Kısaca ortada bir çelişki yok, hatta kimlerin aileden sayılacağı ile bir öğreti vardır. Allah-ı Teala'ya göre fiziksel bağın haricinde, aile fertlerin salih kişiler olması, yani müslüman kişiler olması gerekmektedir, bu anlamdan yola çıktığımızda da, tüm salih 'müslüman' kişileri kardeşimiz olarak kabul etmemiz gerektiği ortaya çıkmaktadır. ve bundan da tüm müslümanların bir aileyi teşekkül ettiğini söyleyebiliriz. Huzur ve barış içinde yaşamamız için hatırlamamız gereken güzel bir örneği teşkil etmektedir bizce. Meryem'e bir Melek konuştu: One angel spoke to Mary. (Surah 19:17-21) 19:17- Sonra ailesiyle kendisi arasına bir perde koymuştu. Biz ona meleğimiz (Cebrail)i gönderdik de ona tam bir insan şeklinde göründü. 19:18- Meryem: "Ben senden Rahmân (olan Allah) a sığınırım. Eğer Allah'dan korkuyorsan (dokunma bana)" dedi. 19:19- Melek: "Ben, sana temiz bir oğlan bağışlamak için, Rabbinin gönderdiği bir elçiyim" dedi. 19:20- Meryem: "Benim nasıl çocuğum olabilir? Bana hiçbir insan dokunmamıştır. Ben iffetsiz de değilim" dedi. 19:21- Melek: "Bu, dediğin gibidir. Ancak Rabbin buyurdu ki: Bu (babasız çocuk vermek), bana pek kolaydır. Hem biz onu nezdimizden insanlara bir mucize ve rahmet kılacağız. Hem, bu önceden (ezelde) kararlaştırılmış bir iştir." dedi. Meryem'e birden fazla Melek konuştu: Several angels spoke to Mary. (Surah 3:42-45) 3:42 - Hani melekler: "Ey Meryem! Allah seni seçti, seni tertemiz yarattı ve seni dünya kadınlarına üstün kıldı. 3:43- Ey Meryem! Rabbine divan dur ve secdeye kapan ve rüku' edenlerle beraber rüku' et" demişlerdi. 3:44- İşte bu, sana vahyettiğimiz gayb haberlerindendir. (Yoksa) "Meryem'i kim himayesine alıp koruyacak?" diye kalemlerini (kur'a için) atarlarken sen yanlarında değildin. (Bu hususta) Tartışırlarken de yanlarında bulunmadın. 3:45- Melekler şöyle demişti: "Ey Meryem! Allah sana kendisinden bir kelimeyi müjdeliyor ki, adı Meryem oğlu İsa Mesih'dir; dünyada da ahirette de itibarlı, aynı zamanda Allah'a çok yakınlardandır. Yine burada bir gerçek gözardı edilerek ortaya çelişki gibi bir durum yaratılmaya çalışılmıştır. Şayet Meryem'in hayatı boyunca kendisine bu müjdenin verilmesinin haricinde herhangi bir Melek görmedi penceresinden bakarsanız, evet ortaya böylesi bir çelişki çıkarabilirsiniz. Fakat meseleyi derinlemesine araştırdığımızda Meryem'in tabiri müsaitse melekler nerdeyse arkadaşca beraber bir hayat yaşadığı, kısaca onları birden fazla defa gördüğü şu ayetle ortaya çıkmaktadır. Ali İmran (37) Bunun üzerine Rabbi, onu hoşnutlukla kabul buyurdu, onu güzel bir biçimde yetiştirdi ve Zekeriyya'nın himayesine verdi. Zekeriyya, onun yanına mihraba her girdikçe yeni bir yiyecek bulur ve: "Ey meryem, bu sana nereden?" derdi. O da: "Allah tarafından" derdi. Şüphe yok ki, Allah dilediğine sayısız rızık verir. görüldüğü gibi Zekeriyya Meryem'in her yanına girdiğinde yeni bir yiyecek bulmakta olduğunu görmekteyiz, anlaşılan Allah-ı Teala tarafından O'na bu yiyecekleri getirenler Meleklerdir, kısaca, Meryem'in İsa'nın doğumuyla ilgili 19:17'de geçtiği gibi Cebrail'in haricinde diğer Meleklerlede konuşmuş olduğudur. Fakat ortada olan gerçek 19:17'e olan gerçek o haber verilmesinde yanlızca konuşmuş olduğunun Cebrail olduğunu görmekteyiz, 3:42-45'de geçen örnekte ise bir başka Melekler tarafından gerçekleşen ziyarette birden fazla Melek tarafından da O'na bu müjdenin hatırlatıldığıdır.
Cennetin bir bahcesi var: Paradise has one garden. (Surah 39:73, 41:30, 57:21, 79:41) 39:73- Rablerinden korkanlar da bölük bölük cennete sevk edilmektedir. Nihayet oraya vardıkları zaman kapıları açılır ve bekçileri onlara: "Selâm sizlere, ne hoşsunuz! Ebedî olarak içinde kalmak üzere haydi girin oraya!" derler. 41:30- "Rabbimiz Allah'tır" deyip, sonra da doğrulukta devam edenlere gelince, onların üzerine melekler iner ve derler ki: "Korkmayın, üzülmeyin, size vaad edilen cennetle sevinin." 57:21. Rabbinizden bir mağfirete; Allah'a ve peygamberine inananlar için hazırlanmış olup, genişliği gökle yerin genişliği kadar olan cennete koşuşun. İşte bu Allah'ın lütfudur. Onu dilediğine verir. Allah büyük lütuf sahibidir. 79:41- Kuşkusuz onun varacağı yer cennettir. Cennetin birden çok bahcesi vardır: Paradise has many gardens. (Surah 18:31, 22:23, 35:33, 78:32) 18:31- İşte onlara Adn cennetleri vardır; altlarından ırmaklar akar, orada altın bileziklerle süslenecekler, ince ve kalın ipekliden yeşil elbiseler giyerek koltuklar üzerine dayanıp kurulacaklar. O ne güzel karşılık ve ne güzel kalma yeri! 22:23- Şüphesiz Allah iman edip yararlı iş işleyenleri, altından ırmaklar akan cennetlere koyacak, orada altın bilezikler ve inciler takınacaklar. Oradaki elbiseleri de ipektendir. 35:33 - Onlara Adn cennetleri vardır. Onlar oraya gireceklerdir. Orada altın bilezikler ve incilerle süsleneceklerdir. Orada elbiseleri de ipektir. 78:32- Bahçeler var, bağlar var. Yine olay dar bir çerceveden ele alınılıp, sanki Allah-ı Teala vermiş oldukları 39:73, 41:30, 57:21, 79:41 ayet örneklerinde, bir cennet ve cennette olan bir bahce vardır gibi bir yaklaşımdan yola çıkılıp 18:31, 22:23, 35:33, 78:32'de de bu cennetin birden fazla bahçesi olduğu ile ilgili kendilerincede bir çelişki ortaya çıkarmaya çalışılmaktadır, zavallıca bir denemedir. Öncelikle şu ayetlere bakalım: Bakara (25) İman edip iyi amel işleyenleri müjdele! Kendileri için altlarından ırmaklar akan cennetler var. Onlara her hangi bir meyveden bir rızık yedirilince onlar, her defasında: "Bu bizim önceden yediğimiz şeydir." diyecekler; oysa ona benzer olarak sunulacaklar. Kendileri için orada tertemiz zevceler de var. Onlar orada ebedi kalacaklar. Ali İmran(15) De ki: "Size o istediklerinizden daha hayırlısını haber vereyim mi? Korunan kullar için Rablerinin yanında altından ırmaklar akan, içlerinde sonsuza kadar kalacakları cennetler vardır. Ayrıca orada kendilerine tertemiz eşler ve hele bir de Allah'ın hoşnutluğu vardır. Allah o kulları görür." Ali İmran(136) İşte bunların mükafatı Rablerinden bir bağışlama ve sonsuza dek kalmak üzere altından ırmaklar akan cennetlerdir. İyi iş yapanların mükafatı ne de güzeldir! bu ayetlerin bize gösterdiği gerçek, cümlelerden gecen anlatımla cennetin bir tek olmadığı cennetler belirtisinden anlamaktayız, anlaşılan ortada Allah-ı Tealanın çömertliği zenginliği vardır, fakat '' 39:73- Rablerinden korkanlar da bölük bölük cennete sevk edilmektedir....'' bu örneğe baktığımızda bunun çoğul olarak belirtilmediğinden ortaya bir çelişki çıkmakta sanılsa bile değildir, böylesi anlatımlarda, belirtilmek istenen hedeftir o da cennet olarak belirtilmiştir. Bu kazanmış olduğunuz bir parayla değişik şeylere sahip olmanız gibi bir olaydır, örneğin, araba, ev vs. Kısaca şayet size paraya sahip olacaksınız dediğimde, bundan tüm bu dünyavari zenginliklere de sahip olacağınızın anlaşılması gerekmektedir. şimdi siz cennetlik olduğunuzda sizi bekleyen cennetler vardır. Görüldüğü gibi ortada birden çok cennet varken ben size bunu cümleye uygun olarak ancak öyle bildirebilirim, veya şöylesi demem ne kadar mümkündür ki '' siz cennetlerlik olduğunuzda '' gibi. Fakat hiç bir ayet Allah-ı Tealanın bir cenneti ve bu cennetin bir bahçesi olduğundan bahsetmez, ayetlerin bahsettiği, bir çok cennet ve bahçelerdir, '' 79:41- Kuşkusuz onun varacağı yer cennettir. '' işte burası varmanız gereken bitiş çizgisidir ve bu bitiş cizgisinin sonunda o cennete vardığınızda da sizi cennetler beklemektedir, mesele budur. Allah'ın oğlu olabilir: Allah can have a son. (Surah 39:4) 39:4- Eğer Allah bir çocuk edinmek isteseydi, elbette yaratacağından, dileyeceğini seçecekti. Ama o bundan münezzehtir. O, tek ve kahredici olan Allah'tır. Allah'ın çocuğu olamaz: Allah can't have a son. (Surah 6:101) 6:101- Gökleri ve yeri yoktan var eden O'dur. Eşi de olmadığı halde, nasıl olur da çocuğu olur? Her şeyi yaratan O'dur. Ve O, herşeyi bilendir. Yine böylesi bir örneği bize çelişki gibi vermeye çalışanların acizliğini görmekteyiz. 39:4'de zaten Allah-ı Tealanın çocuğu olamayacağı mecazi anlamda belirtilmekte, fakat verilen bu örneği, işte böylesi bir örnek verildi demek Allah'ın oğlu olabilir demek sanırım sağlıksız, hasat kafaların ürünüdür.
İbadet ederken yüzünüz Mekke'ye dönük olsun: Face Mecca while praying. (Surah 2:115, 144) 2:115- Bununla beraber, doğu da Allah'ın, batı da Allah'ındır. Artık nereye dönerseniz dönün, orası Allah'a çıkar. Şüphe yok ki, Allah(ın rahmeti) geniştir, O, her şeyi bilendir. 2:144- Doğrusu, biz, yüzünün semaya yöneldiğini, orada şekilden şekile geçerek, aranıp durduğunu görüyorduk. Artık seni hoşnud olacağın bir kıbleye çevireceğiz. Haydi bakalım, yüzünü Mescid-i Haram'a doğru çevir. Siz de ey müminler, nerede olursanız olun, yüzünüzü o tarafa doğru çevirin! Kendilerine kitap verilmiş olanlar da kesinlikle bilirler ki, Rabblerinden gelen o emir haktır. Ve Allah, onların yaptıklarından ve yapmakta olduklarından gafil değildir. İbadet ederken yüzünüz Kudüs'e dönük olsun: Face Jerusalem while praying. (Surah 2:115, 144) Burada daha önce Kudus'e dönük kılınan namazların Hz. Muhammed'i hoşnut eden Mekke'ye doğru yöneltilmesinin belirtildiğini görmekteyiz. Bunun yanı sıra '' 2:115- Bununla beraber, doğu da Allah'ın, batı da Allah'ındır. Artık nereye dönerseniz dönün, orası Allah'a çıkar. '' kısaca yine ortaya kendilerince çelişki çıkarmaya çalışanların çelişki diye verdikleri alakası olmayan bir örnek. http://www.kutsalkitaplar.net
kaynak http://www.islamustundur.com/celisliyoktur3.html | |
| | | | KURANDA ÇELİŞKİ YOKTUR...ateist ve msiyonerlere cevaplar | |
|
Similar topics | |
|
| Bu forumun müsaadesi var: | Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
| |
| |
| |
|