KUTLU FORUM
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.
KUTLU FORUM

Bilgi ve Paylaşım Platformuna Hoş Geldiniz
 
AnasayfaLatest imagesKayıt OlGiriş yap

 

 Peygamberlerin ismet sıfatı var mıdır?

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
@bdulKadir
Adminstratör
@bdulKadir


Mesaj Sayısı : 6736
Rep Gücü : 10015190
Rep Puanı : 97
Kayıt tarihi : 17/03/09
Yaş : 61
Nerden : İzmir

Peygamberlerin ismet sıfatı var mıdır? Empty
MesajKonu: Peygamberlerin ismet sıfatı var mıdır?   Peygamberlerin ismet sıfatı var mıdır? Icon_minitimePaz Mayıs 23, 2010 9:52 am

Peygamberlerin ismet sıfatı var mıdır?

Geçenlerde "İslam ve Hayat" isimli programınızda bir soruyu cevaplarken peygamberlerin "ismet" sıfatı bulunduğunu, dolayısıyla onların masum/günahsız olduklarını söylemiştiniz.
1. Bu sıfatın kaynağı nedir?
2. Kuran'da Hz. Muhammed, kör sahabeye yaptığı yanlıştan dolayı birçok defa tehdit edilmişken, nasıl olur da peygamberlerin günahsız olduğu iddia edilebilir?
3. Peygamberler günahsızsa Hz. Âdem’in yasak ağaçtan yahut onun meyvesinden yiyerek cennetten kovulmasına ne diyeceğiz?
Elbette peygamberler insanlığın zirveleridir ancak bunca ayete rağmen hiç günah işlemedikleri iddiası Kuran ayetleriyle çelişmiyor mu?

bizim cevabımız
Faruk BEŞER yanıtladı

Bu konuda şunları söyleyebiliriz: Arapçada ism ile zenb kelimeleri arasında fark vardır. Oysa bunların her ikisi de Türkçeye "günah" diye çevrilmek zorundadır. Peygamberlerden zenb anlamında hatalar sadır olmuştur, olabilir. Bu tıpkı Cüneyd'in: "İyi insanların güzel fiilleri Allah'a yakın olanların günahları sayılır" demesi gibidir. Hz. Muhammed de (sa), mesela Tebük Seferinden geri kalmak isteyenlere izin verdiği, Bedir esirlerini fidye ile bağışladığı ya da âma bir sahabîden yüz çevirdiği için Allah tarafından uyarılmıştır.
(Burada, kör sahabe, ifadesinin çok çirkin olduğunu vurgulamalıyız. Ayrıca bu defalarca değil, bir kez olmuştur. Hiç bir peygamber aynı konuda defalarca uyarılmaz. Sonra bunun adı tehdit değil, dostun dosta sitemidir, en nihayet uyarmadır).
Ama bütün bu durumlar bilerek bir günah işleme, yani ism değildir. Ya bir yanılmadırlar, ya da Allah'a göre en iyinin yerine iyinin yapılması anlamında bir hatadırlar.
Hz. Adem yasak ağaçtan yemiştir, Hz. Musa kavgada birisen bir yumruk atmış ve onun, istemeyerek ölümüne sebep olmuştur... Bunlar birer zenb'dirler yani hata ile yapılan ve niyet taşımayan günahlardır. Ya da, henüz peygamber olmadıkları zamanlarında işledikleri fiillerdir ki, bazı âlimlere göre peygamberlerin peygamber olmadan önce günah işlemeleri mümkündür.
Peygamberlerde ısmet / günahlardan korunmuşluk sıfatı, pek çok ayeti kerimenin doğrudan olmasa da dolaylı işaretinden anlaşılanlar üzerine ümmetin icması ile sabittir. Yani ısmet sıfatının delili, açık naslar değil, icmadır. Bilindiği gibi icma bir nassın anlamına dayanmak zorundadır. Bu işareti taşıyan bir değil, birden çok nas vardır:
1.Pek çok ayette peygamberlerin seçilmiş ve diğer insanlardan üstün kılınmış oldukları vurgular. Bunun tabii sonucu, onların diğer insanların işledikleri günahlardan korunmuş olmalarıdır.
2.Allah, insanlara iyiliği emrettikleri halde kendileri bunu yapmayanları kınar. Peygamberler bu kınamanın dışındadır.
3.Kuranı Kerim'de defalarca peygamberlerin seçilmiş ve hayırlı insanlar olduğu vurgulandığına göre, onların diğer insanlardan farkları, zorunlu olarak masum olmalarıdır.
4.Hz. Peygambere baktığımızda Allah (cc): "onda sizin için güzel bir örnek vardır" buyurur. Masum olmasaydı onun günahları da örnek olurdu ki, bunun caiz olmadığı açıktır.
Ayrıca
5.Diğer peygamberlerin sözü edilen hatalarını, onların peygamber olmadan önceki hayatlarına verirsek, onlardan hiçbir günahın sadır olmadığı da bilinmektedir.
6.Peygamberin hayatı dindir. Bu sebeple günah işlemesi durumunda, dinle günah birbirine karışır ve bu da dinin din olmayandan ayırt edilemeyeceği sonucunu doğurur.
Bütün bu ve daha pek çok benzerini Fahrettin Razi'nin zikrettiği ayetlerin işaretinden İslam Ümmeti peygamberlerin, özellikle de peygamber olduktan sonra, günahlardan korunmuşluğunu anlamıştır. Tarihte Rafizîler gibi, aksini söyleyenler vardır. Bu gün de olması yadırganmamalıdır.

******************

http://www.ilahiyat.selcuk.edu.tr/?tid=2366

http://www.feyizlersofrasi.com/Peygamberlik%20ve%20Ismet%20Sifati%20(Necati%20Sahin%20YL).htm

***************
Peygamberlerin ismet sıfatı

Ağrı’dan : “Peygamberlerin ismet sıfatının sınırı nereye kadardır? Bilmeyerek, kastî olmayan hatâlarına günah denilir mi?”

Peygamberler Allah’ın kelâmını, vahyini, mesajlarını, emirlerini ve yasaklarını insanlara eksiksiz ulaştırmış olan ve tebliğ vazîfelerini hakkıyla yapmış olan Allah elçileridirler. Bizim şartlarımızda yaşarlar; yerler, içerler, konuşurlar, uyurlar, yorulurlar, dinlenirler, yaralanırlar, aç kalırlar, susuzluk çekerler, soğuktan ve sıcaktan müteessir olurlar...

Ancak onlar Allah tarafından seçilmiş ve seçkin kılınmış olmaları itibâri ile sâir insanlara göre üstün sıfatlara sahiptirler. Bu üstün sıfatların en belirgin olanları şunlardır:

1-Emânet: Peygamberler emîn ve güvenilir kimselerdir. Peygamberlerin güvenilir oldukları, kendi kavimlerinin inansın-inanmasın tüm fertlerince de tasdik edilmiştir.

2-Fetânet: Peygamberler akıllı ve yüksek zekâ sahibi kimselerdir.

3-Sıdk: Peygamberler doğrulukta istikâmet üzeredirler, aslâ yalan söylemezler.

4-İsmet: Peygamberler günah işlemekten mâsumdurlar, küçük-büyük, günah, küfür ve çirkin hallerden uzaktırlar.1

5-Tebliğ: Peygamberler Allah’ın vahyine mazhar olmuşlar ve bu İlâhî vahyi insanlara eksiksiz tebliğ etmişlerdir. Vazifeleri esnasında ihtiyaç hâsıl oldukça, kavimlerinin anlayışlarına, kültür yapılarına ve seviyelerine uygun olarak mu’cize göstermişlerdir. Zor günlerde vazifelerinde sebatkâr olacaklarına dâir Cenâb-ı Hakka söz vermişlerdir.2

Allah’a kulluk makâmı nasıl insanlığın hem en şerefli makâmı, hem en önemli hedefi ise; peygamberlerin de öyledir. Peygamberler insandırlar. Davranışları davranışlarımıza benzer. Peygamberlerin bu şerefli makamda ve bu davranışlar içerisinde “örnek ve model kul olma” gibi bir sorumlulukları da vardır. Görevlerinin zorluğu buradan kaynaklanıyor. İmtihana tâbîdirler. Her an hatâ yapabilme riskini onlar da taşırlar. Fakat örnek kişiliklerini zedeleyecek şekilde günah işlemekten ve tebliğe dönük hatâ yapmaktan korunmuşlardır.

Hal böyle olunca; onların insan olduklarından ve davranışları davranışlarımıza benzediğinden hareketle, onları sıradan birer insan saymak ve saygıda kusur etmek hiçbir şekilde câiz olmadığı gibi; vahye ve İlâhî teveccüh ve muhafazaya mazhar olduklarından hareketle onların her hareketlerini beşer üstü görmek de câiz değildir. Üstad Bedîüzzaman’ın (ra) beyanıyla hem beşerdirler; beşeriyet îtibariyle beşer gibi muâmele ederler; hem resûldürler, risâlet îtibariyle Cenâb-ı Hakk’ın tercümânıdırlar, elçisidirler, vahye mazhardırlar, risâletleri vahye dayanır.3

Açık ve gizli günah işlemekten mâsûm olan peygamberlerin, insanlık gereği “sürçme, sehiv ve zelle” tabir edilen küçük hatâlarının vâki olduğunu Kur’ân’dan öğreniyoruz. Hazret-i Âdem (as) şeytan tarafından yanıltıldı ve Cennet’te yasak ağaçtan yedi;4 Hazret-i Yûnus (as), kavmine kızarak çekip gitti;5 Hazret-i Mûsâ (as) Mısır’da yanlışlıkla bir Kıptî’nin ölümüne sebep oldu, sonra “Bu şeytan amelidir” dedi, pişman oldu ve Allah’tan mağfiret istedi.6 Kur’ân Peygamber Efendimiz (asm) hakkında da; “Allah, böylece senin geçmiş ve gelecek günahlarını bağışlar”7 buyurarak, Hazret-i Peygamber’in (asm) farkında olmayarak yaptığı sehivlerden dolayı bağışlanmış olduğunu beyan eder. Peygamberler bilmeyerek ellerinden çıkan sehiv ve küçük hatâlardan dolayı da, Cenâb-ı Hak tarafından ânında uyarılmışlar ve hatâları düzeltilmiştir.

Ancak peygamberlerin küçük sehivlerinin, tamamıyla kendileri ile Rab’leri arasında vâki olduğu; tebliğ ettikleri dîn, ilâhî vahiy ve mesajlarla ilgili ne haberlerinde, ne sözlerinde, ne fiillerinde ve ne de hallerinde küçük de olsa hiçbir hatânın ve sehvin aslâ vâki olmadığı, aslâ unutulmamalıdır.

Bize düşen, peygamberleri hatâsız görmektir ve kusursuz kabul etmektir. Çünkü bizi ilgilendiren tarafta en küçük bir sehvin izine bile rastlanmaz. Onların her tavırları ve davranışları bizim yaşadığımız dînin önemli bir kaynağını teşkil eder. Meselâ Peygamber Efendimizin (asm) sevinçli haldeki sözleri de, öfkeli haldeki sözleri de, üzüntülü haldeki sözleri de bizim için dînin vazgeçilmez bir kaynağıdır ve tüm bu haller vahyin kuşattığı alandan aslâ ayrı değildir! Bunu Kur’ân şöyle bildirir: “O hevâsından konuşmaz; O ancak kendisine vahyedilen vahiyle konuşur.”8

Dolayısıyla, peygamberlerin hatâ yapıp yapmadıkları aslında bizi direkt olarak ilgilendiren bir konu da değildir. Onların Allah elçisi oldukları ve her sözlerinin vahiy eseri olduğunu bilmek zâten kâmil bir îmanın da gereğidir ve bu îman bizim için yeterlidir.

Peygamberlerin küçük sehivlerini de “mutlak rehber” olmalarına bağlamak daha doğru olur. Bizler ibâdeti, itaati, duâyı, namazı, niyâzı peygamber eliyle öğrendiğimiz gibi; günah işlediğimizde tevbe etmemiz gerektiğini de, hatâ yaptığımızda hatâmızı itiraf edip dönmenin erdem ve fazîlet olduğunu da, tevbe etmenin âdâbını da, günahtan pişman olup Allah’a dönmenin zevk ve lezzetini de peygamberlerden öğrenmeye muhtâç ve mecbûruz. Önümüzde canlı örnekler olmalı ki, kendimize tam rehber alabilelim. Yoksa Cenâb-ı Hak, hiç günahsız ve sıfır hatâsız melek de gönderebilirdi. Ama doğrudan melekten dinlediğimiz bilgiler bizim için gerçekçi ve uygulanır olmaktan uzak olurdu. Siz, balığın karnından kurtulmuş bir melek düşünün ki, kurtuluşu ve duâsı bizim için örnek olsun; mümkün mü? Ama kurtulan da bizim cinsimizden bir insan olduğunda, Üstad Saîd Nursî Hazretlerinin (ra) ifâdesiyle, hevâ-i nefsimizin de bizim için bir balık mâhiyetinde olduğunu, ebedî hayatımızı sıkıp mahvetmeye çalıştığını düşünebilir; buradan, onun balığından bin derece muzır bir balık içinde bulunduğumuza geçer ve nefsimiz idâresi altında bulunan Yaratıcımıza bir kul olarak sığınabiliriz.9

Netîce olarak; Hazret-i Âdem’in (as) tevbesi ve affı, Hazret-i Yûnus’un (as) balığın karnındaki tevbe ve duâsının makbûliyeti ve Hazret-i Mûsâ’nın (as) bağışlanma talebine mağfiretle cevap verilmiş olması10, bize, tevbe kapısının ne denli açık bulunduğunu ve bir kul olarak hatâlarımızı itiraf edip Allah’ın dergâhına sığınmamızın ne ölçüde ehemmiyetli olduğunu anlatmaya yetecek mesajlar taşır.

HaşiyeDipnot:
1- Ebû Hanîfe, Fıkhu’l-Ekber, s. 68;
2- Âl-i İmrân, 3/81;
3- Mektûbât, s. 94;
4- A’râf Sûresi, 7/20,21,22;
5- Enbiyâ Sûresi, 21/87;
6- Kasas Sûresi, 28/15;
7- Fetih Sûresi,48/2;
8- Necm Sûresi, 53/3,4;
9- Lem’alar
10- Kasas Sûresi, 28/16



**************
İSMET



Ma'sum olma, kötülük ve günahlardan korunmuş olma, peygamberlerde bulunması vacip olan sıfatlardan biri. Peygamberler, insan olmaları itibariyle günah işleme gücüne sahip oldukları halde, Allah tarafından korunmuşlardır. İşte, onların bu özellik ve sıfatlarına ismet denir. Zira Peygamberler, gerek sözlerinde ve gerek fiillerinde kendilerini lekeleyecek, değerlerini düşürecek hatalardan korunmuşlardır. Meselâ; peygamberler, peygamberliklerinden önce ve sonra en büyük günah olan Allah'a şirk (ortak) koşmaktan korunmuşlardır. Yine İlâhî vazifelerini yerine getirip, Allah'tan aldıkları vahyi insanlara bildirirken unutmaları ve hata etmeleri, onlar hakkında câiz değildir. Peygamberlikten önce çok nâdir olarak küçük hatalar yapmaları mümkün ise de peygamber olmalarıyla birlikte halleri Allah tarafından düzeltilir. Peygamber olduktan sonra ise kesin olarak büyük günah işlemezler. Ancak, birtakım hikmetlere uygun olarak kendilerinden sehven zelle* denilen küçük hatalar meydana gelebilir, fakat onlar kendi hallerine bırakılmazlar. Peygamberler de bunda ısrar etmezler. Peygamberlerin amel defterleri tertemizdir. Onlara günah adına bir şey yazılmaz (Nureddin es-Sabûnî, Mâturidiyye Akaidi, Terc. Bekir Topaloğlu, Ankara 1979, s. 121-122; Ali Arslan Aydın, İslâm'da İman ve Esasları, İstanbul 1975, s. 195-196).

Peygamberlerin ismet sıfatı yani ma'sum olmaları hususunda bazı farklı görüşler vardır. Bir kısım, insanlar içinde ma'sum olanın, yani Peygamberlerin, isyan etme ve günah işleme gücüne sahip olmadığını iddia ederler. Bir diğer grup ise, isyan ve günahın onlar için de mümkün olduğunu düşünürler. Bunlar hür iradeyi inkâr etmezler. Ma'sum olmanın; zorla yaptırmaya varmamak şartıyla, Allah'ın insanda yarattığı bir şey olduğu ve insanın onunla isyana kalkışmayacağını bildiği şeklinde ortaya koyarlar. Bu görüşe sahip olanlar, ismet sıfatının, günah işleme gücüne sahip olmama tarzındaki birinci anlayışın yanlışlığına akıldan şöyle bir delil getirirler. Eğer durum onların dediği gibi olsaydı, ma'sum olan bu ismetinden dolayı övülmeye hak kazanamazdı ve emir, yasak, sevap, ceza gibi hususlar anlamsız olurdu. Bu görüş taraftarları nakli delil olarak da Kur'an-ı Kerîm'den "De ki, ben de sizin gibi bir insanım..." (el-Kehf, 18/110). "... Ve Allah katında başka ilah tutma" (el-İsrâ, 17/39); "Eğer biz seni sağlamlaştırmamış olsaydık andolsun, onlara neredeyse yaklaşacaktın" (el-İsrâ, 17/74) ve"Ben kendimi tebriye (temize çıkarma) edemem..." (Yusuf, 12/53) ayetlerini gösterirler.

Ma'sum olmanın yani ismet sıfatının mümkün olduğuna dair de dört sebeb gösterilir:

1- İsmet sıfatına sahip olan peygamberin bedeninde veya nefsinde, kötülükten alıkoyan bir alışkanlığı gerektiren bir özelliğin bulunması.

2- İsyanların yerilmesi ve itaatın övülmesini bilmeleri.

3- Bu bilgilerin Allah'tan devamlı gelen açıklama ve vahy ile desteklenmesi.

4- Unutma veya uygun ve doğru olanı terketme kabilinden bir şey kendisinden meydana gelmiş olsa, uyarılır ve kendisine doğru olan gösterilir.

İşte, bu dört özellik biraraya geldiğinde de şüphesiz kişi günahlardan ma'sum olur (Muhammed b. Hüseyin Fahreddin er-Râzî, Kelâm'a Giriş (el-Muhassal), çev. Hüseyin Atay, Ankara 1978 s. 221-222).

Necip TAYLAN

Naci YENGİN

*************

asame köklü kelimenin geçtiği ayetler
maide 68
ahzab 17
hud 43
nisa 146
nisa 175
aliimran 101
aliimran 103
hacc 78
yusuf 32
yunus 27
hud 43
fatır 33

ısame
mümtehıne 33

zelle köküyle kelimesinin geçtiği ayetler

bakara 209
nahl 94
bakara 36
aliimran 155


En son @bdulKadir tarafından Paz Mayıs 23, 2010 10:19 am tarihinde değiştirildi, toplamda 1 kere değiştirildi
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://kutluforum.yetkinforum.com
@bdulKadir
Adminstratör
@bdulKadir


Mesaj Sayısı : 6736
Rep Gücü : 10015190
Rep Puanı : 97
Kayıt tarihi : 17/03/09
Yaş : 61
Nerden : İzmir

Peygamberlerin ismet sıfatı var mıdır? Empty
MesajKonu: Geri: Peygamberlerin ismet sıfatı var mıdır?   Peygamberlerin ismet sıfatı var mıdır? Icon_minitimePaz Mayıs 23, 2010 10:10 am

4- İsmet Sıfatı
İsmet, peygamberlerin gizli ve aşikâr her türlü masiyetten, günahtan ve peygamberlik şerefiyle bağdaşmayacak hareketlerden uzak bulunmalarıdır. İsmet'in, yani nezâhet ve mâsumiyetin zıddı olan, her türlü günah ve âdi davranışlar, peygamberler hakkında muhaldir. Çünkü, eğer peygamberlerin günâh ve suç işlemeleri veya ismet ve nezahete yaraşmayan uygunsuz hareketler yapmâları onlar hakkında caiz olsaydı, biz insanların da onlara uyarak çirkin şeyler yapmamız normal karşılanır ve günah sayılmazdı. Zira peygamberler bizim uymamız gereken güzel örneklerimizdir. Bu bakımdan, peygamberlere uymak ve onlara itaatla emredildik. Halbuki Allah Teâlâ, kullarına günah işlemeyi ve günahkârlara itaatı emretmez ve bu gibileri peygamber olarak seçip göndermez. Bu sebeble, Ehl-i sünnete göre; peygamberler asla büyük günah işlemezler. Sehven (yanılarak) "zelle" cinsinden küçük günah işlemeleri caizdir. Ancak, bunda ısrar etmezler, derhal ikaz edilirler ve bir daha aynı hataya düşmezler.
İsmet'in peygamberlerde bulunması gereken bir sıfat olduğunda, tüm İslâm bilginleri görüş birliği işindedir. Ancak niteliği ve kapsamı üzerinde han görüş ayrılıkları mevcuttur.
Maturidilere göre, peygamberin günahtan korunmuş olması, onu tâate zorlamadığı gibi; günah işlemekten de aciz bırakmaz. Ancak ismet, Allah'ın bir lütfu olup, peygamberi hayır yapmaya sevkeder, kötülükten de alıkor. Fakat ilâhi imtihanın gerçekleşmesi için onda yine de irâde mevcuttur (Sabunî, el-Bidâye, terc. Bekir Topaloğlu, Ankara 1979, s. 121-122). İsmet, peygamberler iğin gerekli bir sıfattır. Çünkü peygamberlerin günah işlemeleri, yalan söylemeleri caiz olsaydı; verdikleri haberlerin doğruluğuna güvenilmezdi. Bu durum, onların Allâh'ın hucceti olma özelliklerine gölge düşürürdü.
Peygamberlerden günah (fısk) sâdır olsaydı, bu onların şâhitlik ehliyetini ortadan kaldırırdı. Kur'an'da: "Ey iman edenler! Size bir fâsık haber getirirse, onun doğruluğunu araştırın" (Hucurat, 49/6) buyurulur. Yüce Allah fâsığın şehâdetini kabulde tedbirli olmayı ve duraksamaya emrediyor. Peygamberden fıskın sudûru halinde dünyadaki şahitliği düşünce; ahiretteki ümmetine olan şahitliği de düşer. Halbuki Kur'an'da, "Böylece sizi orta bir ümmet yaptık ki, insanlara şâhit olasınız. Peygamber de size şâhit olsun " (el-Bakara, 2/ 143). Kıyamette şâhitliği bildirilen kimsenin, dünya şâhitiği de teyid edilmiş olmaktadır (er-Râzî, İsmetü'l-Enbiyâ, Kahire 1986, s. 41-42; Mefatih'ul Gayb, III, Cool.
Peygamberler iyiliği emir ve kötülükten sakındırmaya çalışırlar. Kendileri tâatı terkedip, masıyeti işleselerdi, şu ayetlerin muhatabı olurlardı:
"İnsanlara iyiliği emredip kendinizi unutuyor musunuz?" (el-Bakara, 2/44); "Ey insanlar, niçin yapmayacağınız şeyi söylüyorsunuz! Yapamayacağınız şeyi söylemek Allah nezdinde en sevilmeyen bir şeydir" (es-Sâf, 61/2-3). Diğer yandan, uyanlarının onları kötülükten menetmeleri gerekirdi ki bu, peygambere karşı bir zorlama ve eziyet olurdu. Kur'an'da bu yasaklanmıştır. "Allâh ve Resulüne eziyet edenleri, o, dünya ve ahirette lanetledi" (el-Ahzâb, 33/23; er-Râzî, Mefâtihu'l-Gayb, III, 8; İsmetü'l E'nbiyâ, s. 42, 43).
Ehl-i sünnete göre, peygamberlerin masum oluşu vahiyden sonra sabittir. Kur'an-ı Kerim'de bazı peygamber kıssaları anlatılırken, onların günah işlediklerini düşündüren örneklere rastlanır. Hz. Adem'in cennette yasak meyveyi yemesi (el-Bakara, 2/35-37; el-A 'râf. 7/20, 21, 23); Nuh aleyhiselâmın iman etmeyen oğlunu gemiye almak iğin duâ etmesi (Hud, 11/45-47); Hz. İbrahim'in putları kendi kırdığı halde, kavmine kimin kırdığını büyük puttan sormalarını istemesi (el-Enbiyâ, 21/57, 62, 63); Hz. Lût'un eş cinsel erkeklere kendi toplumunun kızlarını teklif etmesi (Hud, 11/77-79); Hz. Musa'nın bir şahsın ölümüne sebep olması (Kasas, 28/15); Hz. Yunus'un kavmini izinsiz terketmesi (el-Enbiyâ, 21 /87-88); Hz. Davud'un davacıyı dinleyip davalıyı dinlemeden davacı lehine hüküm vermesi (Sâd, 38/21-25); Hz. Muhammed'in kâfirlerin reislerini İslâm'a davet ettiği sırada gelip, soru soran ve bir ama olan Abdullah b. Ümmü Mektûm'a yüzünü buruşturması ve sırtını dönmesi (Abese, 80/1-12) örnek verilebilir. Ancak bu ve benzeri peygamber kıssalarında görülen hallerin bazıları ya peygamberlikten önceye aittir veya bunlarla ilgili nakiller muteber değildir. Bazıları da peygamberlerin şanına yakışacak biçimde açıklanmıştır. Çünkü eğer peygamberlerin günah işlemesi mümkün olsaydı, onların sözüne güvenilmez ve böylece ilâhî huccet gerçekleşmiş olmazdı.

http://www.edatur.com.tr/islami_bilgiler.php?makale=20
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://kutluforum.yetkinforum.com
@bdulKadir
Adminstratör
@bdulKadir


Mesaj Sayısı : 6736
Rep Gücü : 10015190
Rep Puanı : 97
Kayıt tarihi : 17/03/09
Yaş : 61
Nerden : İzmir

Peygamberlerin ismet sıfatı var mıdır? Empty
MesajKonu: Geri: Peygamberlerin ismet sıfatı var mıdır?   Peygamberlerin ismet sıfatı var mıdır? Icon_minitimePaz Mayıs 23, 2010 10:29 am

http://www.feyizlersofrasi.com/Peygamberlik%20ve%20Ismet%20Sifati%20(Necati%20Sahin%20YL).htm


PEYGAMBERLİK VE İSMET SIFATI
Şahin, Necati, Peygamberlik ve İsmet Sıfatı, Yüksek Lisans Tezi, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Temel İslam Bilimleri Anabilim Dalı Kelam Bilim Dalı, Danışman: Prof. Dr. Şerafeddin Gölcük, Konya, 2006, V+104 sf.
ÖZET
İslam inancının üç temel esası olarak bilinen uluhiyet, nübüvvet ve ahiret konuları içinde en çok tartışılanı nübüvvet yani peygamberlik konusudur. Özellikle peygamberlerin insanlara ilettiği ilahi mesajlar ve peygamberlerin fonksiyonuyla ilgili tartışmalar güncelliğini korumaktadır. Buradan hareketle konumuzun adı "Peygamberlik ve İsmet Sıfatı" olarak belirlenerek, peygamberliğin gerekliliği ve peygamberlerin masumiyeti ortaya konulmaya çalışılmıştır. Bundan maksat, ilahi mesajları insanlara iletmek üzere gönderilen peygamberlerin her konuda ortaya koydukları dürüstlük ve masumiyet sınırlarını belirlemektir. Böylece insanların peygamberlik müessesesine olan saygı ve bağlılıkları da güçlendirilmiş olacaktır.
İslâm ve Kur’ân perspektifinde sınırlandırılarak ele alınan çalışmamız üç bölümden oluşmaktadır. Giriş bölümünde Nebi, Resul ve Peygamber kavramlarının sözlük ve terim anlamları üzerinde durulmuştur. Birinci bölümde peygamberliğin önemi üzerinde durularak, insanların peygamberlere ihtiyaç duyduğu noktalar aktarılmaya çalışılmıştır. İkinci ve son bölümde peygamberlerin özellikleri ve sıfatları hakkında genel bilgiler verilmiş, özellikle peygamberlere has olan, hakkında birçok tartışmaların yapıldığı ismet konusu üzerinde durulmuş, peygamberlerin ismeti hakkında mezheplerin görüşlerine değinilmiştir. Son olarak uyarı niteliği taşıyan ayetler ve ismet bağlamında, bazı peygamberlerle ilgili görüşler ortaya konulmuştur.
SONUÇ
Allah’ın insanlarla olan iletişimini sağlayan peygamberlik, İslâm inançlarının temel esaslarından biridir. Çünkü Allah her topluma peygamber göndermiş ve bunun sebebini de insanların dünyada yaptıkları eylemler yüzünden Allah’a karsı bir mazeret üretmelerini engellemek olarak belirtmiştir. Çünkü Allah “peygamber göndermediği toplumlara azap etmeyeceğini” ilan etmiştir. Böylece insanların Allah’a karşı sorumlu olmalarına peygamberlerin varlığını şart koşmuştur.

Allah’ın gönderdiği peygamberler bazen resul, bazen de nebi olarak bulundukları toplumda görevlerini icra etmişlerdir. Peygamberlerin, nebi olarak gönderildikleri toplumlara kendinden önceki peygamberlerin mesajlarını ilettikleri, yeni bir kitap ve şeriat ortaya koymadıkları dikkatlerden kaçmamaktadır. Resul olarak gönderilenlerin ise yeni bir kitap ve şeriat ortaya koydukları görülmektedir. Buradan varılan sonuç ise nebi olarak görev yapanların bulundukları toplumlarda fazla büyük toplumsal sorunların yaşanmaması, küçük dini ihtilaflardan dolayı nebiler doğruyu göstermek üzere bulundukları topluma yön vermişlerdir. Resul olarak gönderilen peygamberler ise, büyük ihtilafların yaşandığı ve dini emirlerin insanlar tarafından unutulduğu toplumlara gönderildikleri için yeni bir sistem ortaya koymuşlardır.

Peygamberliğin önemi konusunda geniş mülahazalar yapılmış ve ciltler dolusu eserler ortaya konmuştur. Bilindiği gibi insan, Allah’ın varlığını aklı ile bulabilmesine karşın O’na karşı olan görevleri yerine getirme noktasında aciz kalmaktadır. Hatta insanın fıtratında bulunduğu halde ilah fikri konusunda bile bir hatırlatıcıya ihtiyaç duymaktadır. Kaldı ki insan, iyiyi kötüden ayırt edecek ve ona doğru yolu gösterecek bir rehbere mutlaka ihtiyaç duymuştur. İşte Allah, insanın bu mertebeye ulaşmasında ve önüne çıkacak engelleri asmasında ona yol gösterecek olan peygamberleri göndermiştir. Peygamberler Allah ile kulları arasında elçilik görevini ifa eden; Allah’ın emir ve nehiylerini, dinin ana hükümlerini onlara ileten, yine onlara saadet yolunu gösteren önder kişiliklerdir. Buradan hareketle peygamberlik, Allah’ın dilediği kimselere ihsan ettiği bir lütfu olup; çalışma, çabalama ve ibadet gibi şeylerle elde edilecek bir görev değildir. Şunu da unutmamak gerekir ki peygamberler insanlara ilettikleri ilahi emir ve yasakları öncelikle kendi hayatlarında bizzat tatbik etmişlerdir. Dolayısıyla insan oldukları halde ilahi emirleri insanlara ulaştıran peygamberlerin insanlar açısından değeri büyüktür ve insanlar her zaman peygamberlere muhtaçtırlar.

Kur’ân açısından bakıldığında peygamberlerin korunmuş oldukları ortaya çıkmaktadır. Ancak Kur’ân’da onların kendilerine nübüvvet görevi verilmeden önce korunmuş olduklarını belirten ifadelere rastlanmamaktadır. Bu dönemle ilgili olarak peygamberler hakkında Kur’ân’ın üzerinde durduğu husus, onların yaşadıkları toplumda güvenilir ve saygın insanlar olduklarıdır. Peygamberler yaptıkları bazı işlerin iyi olmadığını anladıklarında hemen pişman olup tövbe etmişler ve Allah da onların tövbelerini kabul etmiştir. Kur’ân’dan öğrendiğimiz kadarıyla bu tür fiilleri çok fazla cereyan etmemiştir.

Kur’ân’ın hassas olarak ele aldığı konu, peygamberlerin nübüvvetten itibaren tebliğiyle sorumlu oldukları konularda hakikate aykırı beyanlarda bulunmaları mümkün değildir. Ayrıca onlar vahyi gizlemekten, şirke ve küfre düşmekten kesin olarak korunmuşlardır. Yine onlar, güvenilirliklerini sarsacak hareketlerden ve tebliğ etkileri hususlarda çelişkili davranmaktan sakınmaktadırlar. Çünkü peygamberler insanların önünde duran örnek şahsiyetlerdir.

İnsanlara önderlik eden peygamberlerin, onlardan farklı bir kısım özellikleri bulunmaktadır. Onlar huy, zekâ, doğruluk, güvenilirlik vb. konularda en üst seviyede olup çok hassastırlar. İnsanların kendilerinden uzaklaşmasına sebep olacak her türlü kusurdan yine uzaktırlar. Çünkü onlar Allah’ın özel koruması altında olup; hata, kusur ve günah gibi fiilleri işlemekten uzak olup ismet sahibidirler. Ehl-i Sünnet ve Mu'tezile'ye göre bu sıfat sadece peygamberlere has olmasına rağmen, Şia imamların da masumiyetini iddia etmiştir. Tabi ki burada Şiilerin görüsü pek haklı görünmemektedir. Çünkü imamların Allah nezdinde bir elçilikleri bulunmadığından onlar normal insanlar gibi günah islemekten korunmamışlardır.

İtikadi mezhepler peygamberlerin günahtan korunmuş olduklarında görüş birliği içinde olmalarına rağmen, bu korunmuşluğun yani ismetin mahiyeti ve kapsamı noktasında görüş ayrılığına düşmüşlerdir. Maturidiler ismeti, peygamberin iradesini devreye koyarak onu kötü fiillerden caydırıp hayırlı şeylere sevk eden bir sıfat olarak tanımlamışlardır. Zira bu tanımlama ismetin en iyi şekilde anlaşılmasını sağlamaktadır. Çünkü peygamberlerin tamamen irade dışı bir şekilde yaşamalarını değil, iradelerini kullanarak kendilerini korudukları anlaşılmaktadır. Eş'ariler ise ismet konusunda adeta peygamberleri melek konumunda göstermekte ve onlarda Allah’ın masiyeti yaratmaması seklinde görüş ileri sürmüşlerdir.

Şia ise peygamberlerin ve imamların doğumlarından vefatlarına kadar bilerek ya da bilmeyerek hiçbir günah islemeyeceklerini, hata ve yanılmadan uzak olduklarını iddia etmiştir ki bu görüş akli ve nakli nasslar açısından uygun görünmemektedir.

Hariciler tamamen işi ileriye götürerek Allah’ın küfre düşmüş kimselerden de peygamber gönderebileceğini ileri sürmüşlerdir ama bu görüşün kabul edilmesi ne ilahi hikmete ve nasslara ne de insan fıtratına uygun bir durumdur.

Haricilerin dışındaki İslâm alimleri peygamberlerin nübüvvet öncesi ve sonrası küfür ve şirkten korunduklarında görüş birliği içindedir. Bu durum zaten Kur’ân ayetlerinde açıkça ortaya konmaktadır. Ancak sunu unutmamak gerekir ki nübüvvet öncesi korunma ile nübüvvet sonrası korunma arasında büyük bir farklılık vardır. Yine peygamberlerin tebliğ ettikleri hususlarda yalan söylemekten korunmuş oldukları hususunda İslâm alimleri hemfikirdirler. Ancak fiil ve uygulamalar noktasında ismeti nübüvvetle başlatan Ehl-i Sünnet alimlerinin çoğunluğu, peygamberlerin peygamberlik öncesi günah işlemelerinin mümkün olduğunu söylerken, peygamberlik sonrası kasten büyük günah işlemekten korundukları kanaatindedirler.

Ehl-i Sünnet kelamcıları ise peygamberlik öncesi ve sonrasında bilerek veya bilmeyerek yüz kızartıcı günahlardan korundukları noktasında görüş birliği içindedirler. Mu’tezile'nin büyük çoğunluğu salah-aslah ve hüsün-kubuh prensibinden hareketle peygamberlik öncesi ve sonrasında bilerek veya bilmeyerek büyük günahları işlemekten korunduklarını öne sürmüşlerdir. Kuran ayetlerine dayanarak ortaya koymaya çalıştığımız Peygamberlerin ismeti konusunda daha çok şeyler söylenebilir. Nihai olarak peygamberlerin insan olmaları yönüyle irade sahibi, peygamber olmaları yönüyle ilahi koruma altında ismet sahibi kişiler olarak anlaşılması en doğrusudur.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://kutluforum.yetkinforum.com
@bdulKadir
Adminstratör
@bdulKadir


Mesaj Sayısı : 6736
Rep Gücü : 10015190
Rep Puanı : 97
Kayıt tarihi : 17/03/09
Yaş : 61
Nerden : İzmir

Peygamberlerin ismet sıfatı var mıdır? Empty
MesajKonu: Geri: Peygamberlerin ismet sıfatı var mıdır?   Peygamberlerin ismet sıfatı var mıdır? Icon_minitimePaz Mayıs 23, 2010 11:07 am

Soru
Peygamberlerin sıfatlarından bir taneside günah işlemezler sıfatıdır. Ancak Peygamberler Tarihini okuduğumuzda şu örneklerle karşılaşıyoruz. Şöyle: Hz.Yunus(A.S.) Allah'tan izinsiz tebliğ bölgesini terk etmesi ve ceza olarak balığın karnına alınması, Hz.Adem ile Havva'nın Yasak olan meyveden cennette yemeleri bu gibi davranışlar günah olmuyor mu? Günah işlemezler sıfatına aykırı değil mi? Değilse bundan murad nedir? Ayrıca bazı ayetlerde, Peygamber efendimizin günahından af dilemesi istenmektedir. Bunları nasıl anlamak gerekir?

Cevabımız

Değerli Kardeşimiz;

Cevap 1:

Bütün peygamberler gerek peygamberliklerinden önce, gerekse peygamberliklerinden sonra hiçbir şekilde büyük günah işlememişlerdir.

Ancak, bazı peygamberler hata yoluyla, unutmak veya daha iyiyi terk etmek suretiyle bizim bildiğimiz şeklin dışında "zelle" denen bazı hatalar işlemişlerdir. (Muvazzah ilm-i Kelâm, s.184; Fıkh-ı Ekber Şerhi, s.154)

Hz. Adem'in Cennette iken yasak ağacın meyvelerinden yemesi zelleye misal olarak verilebilir. Hz. Âdem, yasak meyvelerden yemekle bizim bildiğimiz mânâda bir günah işlememiş, daha iyi olanı terk etmiştir. Çünkü, ağaçtan yemeleri kendilerine haram kılınmamıştı ki, bir günah şeklinde düşünülsün. Neticede de, bu hatalarından dolayı Cennet nimetlerinden mahrum kaldılar. Cennette günah ve sevap mefhumunun olmaması bu günahın, bilinenden başka bir şeklinin olduğu da anlaşılır.

Cennet nimetlerinden birisi de, orada "tuvalete gitme" gibi bir ihtiyacın mevcut olmadığıdır. (Müslim, Cennet: 15) Cennette yenip içilen şeylerin artıkları olmadığından Hz. Âdem ve Havva, Cennette büyük ve küçük abdest yapmıyorlardı. Avret mahalleri elbise veya bir nurla kendilerinden gizlenmişti. (Tefsîr-i Kebir, 14/49; Hak Dini Kur'ân Dili, 3/2140) Yasak ağacın meyvelerinden yemeleri avret yerlerinin açılmasına, küçük ve büyük abdest gibi eza verecek şeylere sebep olacağı için Cenab-ı Hak o ağaçtan yemelerini men etmişti. (Hülasatül-Beyan, 2/ 4748)

Nitekim, yasak ağacın meyvelerini yedikleri anda, daha önce hiç görmedikleri avret yerleri açılıverdi. O yerlerin açılması uygun olmadığı için yaprakla örtünmeye başladılar. (A'raf Sûresi, 22)

Hz. Âdem'in yasak ağacın meyvesinden yiyerek Cennetten çıkarılmasında kaderin hissesini unutmamak gerekir. Çünkü, Cenab-ı Haklan insanı yaratmasındaki hikmet ve maksadın gerçekleşmesi, ancak Hz. Âdem ve Havva'nın Cennetten yeryüzüne inmesiyle mümkün olmuştur. Ebu'1-Hasen-i Şâzelî, Hz. Âdem'in zellesi hakkında şöyle der:

"Ne hikmetli bir günah ki, kıyamete kadar gelecek insanlara tevbenin meşru kılınmasına sebep olmuştur." (Risa1e-i Hamidiye, s. 611)

Hz. Yunus'un (a.s.) zellesine gelince:

Hz. Yunus (a.s.) peygamberlikle vazifelendirildikten sonra, kavmini îmâna davet etmeye başladı. 33 yıl gibi uzun bir müddet tebliğde bulunduğu halde, yine de halk üzerinde bir tesir vücuda gelmemişti. Bu durum Yunus Aleyhisselâmın canını sıktı. Bu sıkıntıdan kurtulma ümidiyle, Cenab-ı Hakkın izni olmadan kavmini bırakıp ayrıldı. Bir peygamber, Rabbinden izin almadan bulunduğu yerden ayrılamazdı. Hz. Yunus (a.s.) bu hareketiyle efendisinden kaçmış bir köle durumuna düşmüştü. (Hülâsatü'l-Beyan , 2: 4748)

Ancak Hz. Yunus'un (a.s.) bu hareketi vazifeden kaçış veya vazifeyi verene karşı bir isyan mânâsında anlaşılmamalıdır. Yunus (a.s.) sadece İlâhî davete uymayan halktan uzaklaşmıştır. Bu hareket peygamberlerin dışındaki insanlar için hata sayılmaz. Peygamber için de azabı gerektirecek bir günah değildir.

Bununla beraber, Cenab-ı Hak, zor şartlar altında kalsa da Hz. Yunus (a.s.) gibi davranmamasını Peygamberimize (a.s.m.) tavsiye etmiş ve şöyle buyurmuştur: "Ey Muhammedi Sen Rabbinin hükmüne kadar sabret. Balık sahibi Yunus gibi olma." (Kalem Sûresi, 48)

Evet, peygamberlerin "zelle"lerine bir günah gözüyle bakmamak gerekir. Çünkü, günah azabı gerektiren bir şeydir. Peygamberler ise zellelerinden dolayı herhangi bir cezaya uğramayacaklardır.

Cevap 2:

Esasen bütün peygamberler gibi bizim peygamberimiz de ismet (Allah tarafından günah işlemekten korunmuş olma) özelliğine sahiptir, dolayısıyla zaten günahsızdır. Şu halde Peygamberimiz, “Senin geçmiş gelecek bütün günahını Allah'ın bağışlaması…” (Fetih, 1-3) mealindeki ayette bağışlandığı bildirilen günahı, fiilen işlediği yahut işleyeceği bir günah olmayıp, beşer olması hasebiyle kendisinde bulunan günah işleme potansiyelidir. İsmet sıfatı, peygamberlerdeki bu potansiyel günah işleme imkânının fiiliyata geçmesini önleyen ilâhî bir koruma ve esirgemedir; âyetteki af bu anlamdadır.

Peygamberler ümmetlerine örnek olduklarından Allah onları günah işlemekten korumuştur. Buna rağmen Peygamberimiz gece gündüz nafile ibadetler yaparak ve özellikle çok namaz kılarak hem bu konuda da ümmetine örnek olmuş hem de ibadetin cennet ümidi veya cehennem korkusundan değil, Allah buna lâyık olduğu, kul bununla manevî hayat ve huzur bulduğu için yapılacağını göstermiştir. Nitekim kendisine, günahlarının peşinen bağışlanmış olduğu hatırlatılarak niçin bu kadar çok namaz kıldığı soruldukça şu cevabı vermişlerdir: "Elimden geldiğince Allah'a şükreden bir kul olabilmem için" (Buhârî, Tefsir, 48/2)

“Günahının bağışlanmasını iste ve sabah akşam Rabbini hamd ile tesbih et.” (Mü’min, 40/55) mealindeki ayette Hz. Peygamber'den, günahının bağışlanması için dua etmesi istenmektedir; Fetih sûresinde ise ona gelmiş geçmiş bütün günahlarının bağışlandığı müjdelenmiştir. (bk. Fetih 48/1-7) Müfessirler bu durumu, Mü’min süreninin Fetih sûresinden önce inmiş olduğuna delil göstermişlerdir. Bu sûrenin Fetih'ten önce indiği kesin olmakla birlikte gösterilen bu delil isabetli değildir. Nitekim en son inen sûrelerden olan Nasr sûresinde de Resûlullah'a, Allah'ı hamd ile tesbih ederek O'ndan mağfiret dilemesi emredilmektedir.

İslâm inancına göre diğer peygamberler gibi bizim peygamberimiz de masum (günah işlemekten korunmuş) olduğu için bazı müfessirler "Günahının bağışlanmasını dile" buyruğunun, peygamberlikten önceki hatalarıyla ilgili olduğunu veya bu buyruğun asıl muhatabının Resûlullah'm şahsında onun ümmeti olduğunu ileri sürmüşlerdir. Bu yorumlar doğru olmakla beraber, Peygamber'i bu buyruğun dışına çıkarma çabaları pek anlamlı görünmemektedir. Zira her şeyden önce tövbe ve istiğfar da birer ibadettir. Nitekim Resûlullah, kendisinin günde yetmiş veya yüz kere istiğfar ettiğini yeminle ifade etmiştir. (Buhârî, Da'avât, 3; Müsned, IV, 211)

Öyleyse, Mü’min suresi 55. ayetteki “günahının bağışlanmasını iste” ifadesi ile Muhammed, suresi 19. ayette geçen “kendi günahın için, erkek, kadın müminler için Allah'tan af dile.” ifadelerindeki “günah” ne demektir?

Peygamberler masumdurlar; ümmetlerine örnek olacakları için Allah onları günah işlemekten korumuştur, hatalarını da zamanında tashih ederek kalıcı olmasını engellemiştir. İslâm inancının önemli bir ilkesi olan ismet (peygamberlerin masumluğu), Hz. Peygamber'in günah işlediğini kabul etmemizi engellemektedir. Bu sebeple âyette geçen "Günahının... bağışlanmasını dile" cümlesini bu inanç esası çerçevesinde anlamlandırmak gerekmektedir. Yapılan yorumlar şöyledir:

1. Sözün muhatabı Hz. Peygamber olmakla beraber asıl hedefi ümmettir.

2. Hz. Peygamber tevazu gereği kendi hata ve günahından bahseder ve devamlı Allah'tan af diler olduğu için bu güzel davranışa uygun bir ifade kullanılmıştır.

3. Hz. Peygamber İçin günah olan veya onun günah saydığı şey, sıradan insanlar için tabii ve mubah olan davranışlardır. Nitekim kendisi şöyle buyurmuştur: "Kalbimin perdelendiği oluyor ve ben günde yüz defa Allah'tan af ve mağfiret diliyorum" (Müslim, Zikr, 41) Burada "perdelenme" diye çevirdiğimiz kelime, "Allah'ı anma ve hatırda tutma konusundaki kesiklik" olarak açıklanmıştır. Yani Hz. Peygamber her an Allah şuuru içinde yaşamaktadır, bu şuurda anlık kesintileri günah sayıp onlara da tövbe etmektedir.

Hz. Peygamber'in, bütün müminler için Allah'tan af dilemesinin istenmesi, onun şefaat yetkisinin bir delili olarak da değerlendirilmiştir. (İsmet konusunda geniş bilgi için bk. Mehmet Bulut, "İsmet", DM, XXIII, 134-136)


*****
Soru
Peygamberlere ait ismet sıfatı yani günahsız ve temiz yaradılışları karsısında bazıları, o günahsız yaratılmış tabi hata yapmaz, günah islemez, normal insanlardan farklı, bizim gibi günaha açık değiller doğuştan temizler, biz öyle yaratılmadık günah isleriz, diye düşünüyorlar, onlara nasıl anlatabiliriz...

Cevabımız

Değerli Kardeşimiz;

Maneviyatta ilerlemiş büyük zatlar, mübarek bir nefse sahip olduklarından ilerlemiş değillerdir. Onlarda da aynı mahiyette kötülükleri isteyen birer nefis vardır. Hatta “Dağına göre kışı olur” hükmünce onlardaki nefis diğer insanlara göre daha asi, daha şaki, daha azgındır. Ama onlar nefisleriyle daima mücadele etmişler, bunun sonunda maneviyat önderleri olabilmişlerdir.

Her şeyin bir bedeli olduğu gibi, maneviyat büyüğü olmanın da bedeli vardır. Bugün spor-sanat alanlarında zirvede yer alan isimler, ciddi çalışmaların sonucunda oralara gelebilmişlerdir. Belli bir program, yoğun bir çalışma, daimi bir disiplin olmaksızın zirve yolcusu olmak mümkün değildir.

Kur’an-ı Kerim’e baktığımızda peygamberlerin de çetin imtihanlardan geçtiğini görürüz. Mesela şu ayete bakalım:

“İbrahimi, Rabbi bazı kelimelerle imtihana tabi tuttu, O da bunları başarıyla tamamladı. Allah şöyle buyurdu: Seni insanlara imam/ önder yapacağım.” (Bakara, 124)

Görüldüğü gibi Hz. İbrahim’in insanlara önder kılınması çetin imtihanlardan başarıyla geçmesi sonucu olmuştur. Gerçi peygamberlik çalışılarak elde edilen bir netice olmayıp tümüyle İlahi bir mevhibedir. Fakat bu mevhibe, o peygamberlerin çalışma ve liyakatlerine terettüb eden İlahi bir lütuftur. Zira “Allah kime risalet görevini vereceğini en iyi bilendir.” (En’am, 124)

Şüphesiz bin metrelik bir dağa tırmanmanın zorluğu ile Everest’in zirvesine tırmanmanın zorluğu aynı değildir. Everest’in zirvesine tırmanmak için profesyonel bir eğitim almak ve bir takım özellikler taşımak gerekir. Ayrıca, Everest’e tırmanma uğraşısı veren herkesin zirveye ulaşamadığı da tarihi bir gerçektir. Bu yolun yolcularından nicesi yarı yoldan dönmüş, nicesi de yolda hayatını kaybetmiştir.

Peygamberlik vasfı kesbi olmayıp sırf Allah’ın bir lütfu olduğu gibi, Ismet vasfı da peygamberler için Allah’ın özel bir ihsanı ve peygamberliğin de ayrılmaz bir kriteridir.

İnsan olarak bizim, peygamberlerin peygamberlik vasfına ortak olmaya hakkımız olmadığı gibi, onların özel konumlarının bir gereği olan ismet ve benzeri hususî vasıflarına sahip olmayı istemek hakkına da sahip değiliz.

Herkes peygamber olmadığı gibi, herkes masum da olamaz. Zaten Allah, masum insanlar istemiyor. Çünkü masum olan meleklerin varlığı bu hususta insanların masum olmalarına ihtiyaç bırakmıyor. İnsanın yaratılış gayesi, Allah’ı tanımak, kulluk yapmak, günah işlediği zaman tevbe ve istiğfar etmektir. Herkes masum olsaydı, Allah’ın affediciliğini, bağışlayıcılığını, tevbeleri kabul ediciliğini gösteren Afuv, Gafur, Tevvab gibi isimlerin tecellileri nasıl olacaktı? Allah’ın şifa veren Şafi ismini hastalıklarla tanıdığımız gibi, Onun affedici isimlerini de günahlarımızla tanımaktayız.

Ancak şu bir gerçektir ki, peygamberler hayatları boyunca herkesten daha çok sıkıntılar, belalar, musibetler görmüşler ve özgür iradeleriyle bunlara karşı dayanmışlar ve Allah’ın imtihanlarını rıza ile karşılamışlardır. Büyüklerin imtihanları da o nispette büyüktür.

Peygamberler melek değil, birer insandır. İnsan olarak onların da nefisleri ve şeytanları vardır. Onlarla her zaman mücadele etmişlerdir. Sözgelimi insanların saygısızlıkları karşısında sinirlenmişler, fakat öfkelerini içlerine sindirebilmişler. Bir hadiste Efendimiz “Benim de bir şeytanım vardı, fakat ister istemez telsim oldu” (Tirmizi, Rada 17; Müsned, III. 309) buyurmuştur.

Kendi günahlarımızın mazeretini masum bir varlık olmadığımıza bağlamak çok yanlış bir yargıdır. Çünkü eğer masum olsaydık, melekeler gibi biz de imtihana tabi olmazdık.

“Doğrusu insan türlü, türlü mazeretler öne sürse de, aslında o kendisi hakkında çok iyi bilgi sahibidir” (Kıyamet, 75/13-14).

Allah dilediğine Peygamberlik verir. Ancak bu vazifeyi yüklenecek özelliği taşıyanlara vermiştir. Eğer başka birisi o özellikleri taşımaya müsait olsaydı ona verirdi. Demek ki, kendilerine paygamberlik verilenlerin dışındakiler o özelliklere sahip değillermiş.

Herkesin kaldıracağı yük bellidir. 50 kilo kaldıran bir adama niye 500 kile verilsin. Ya da çınar ağacının yükü niye bir filize yüklensin. Allah kendi iradesiyle bu görevi dilediğine verir. Fakat bu görevi yürütecek olanlara vermesi de hikmetinin gereğidir.

Peygamberlik görevi Allah’ın ihsanı ise de, bu vazifeyi Peygamberler kendi iradeleriyle kabul etmişlerdir. Zorla ve cebren almış değillerdir.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://kutluforum.yetkinforum.com
 
Peygamberlerin ismet sıfatı var mıdır?
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» Peygamberlerin Sayısı Ne Kadardır? Hepsi Erkek midir? Niçin?
» Alevîlik Nasıl Ortaya Çıkmıştır?, Bir Mezheb midir, Siyasî bir fırka mıdır?
» Alevîlik Nasıl Ortaya Çıkmıştır?, Bir Mezheb midir, Siyasî bir fırka mıdır?
» peygamberlerin hayatları
» Peygamberlerin meslekleri

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
KUTLU FORUM :: İslami ilimler ve dini kültür :: Efendimize(sav) Dair Her Şey-
Buraya geçin: