Limoni Co-Admin
Mesaj Sayısı : 6150 Rep Gücü : 14991 Rep Puanı : 44 Kayıt tarihi : 27/05/09
| Konu: Alevîlik Nasıl Ortaya Çıkmıştır?, Bir Mezheb midir, Siyasî bir fırka mıdır? Çarş. Ekim 24, 2012 5:36 am | |
| Alevîlik Nasıl Ortaya Çıkmıştır?, Bir Mezheb midir, Siyasî bir fırka mıdır?
Alevîlik aslında bir fırka veya mezhep değildir. Âl-i Beyt`in muhabbetini esas alan bir tarikat şeklinde ortaya çıkmıştır.
Konunun tarihî seyrine baktığımızda Alevîliğin bir tarikat şeklinde gelişmesi şöyle olmuştur:
Timur, Osmanlı Sultanı Yıldırım Bâyezid`i yendikten sonra Anadolu`dan aldığı otuz bin kadar esiri İran`a götürmüştü. Bunları Erdebil’e yerleştirmişti. Bunlar zamanla, Erdebil Şeyhi olarak bilinen (Şah İsmail`in dedesi) Şeyh Ali`ye intisap ettiler ve ondan tarikat dersi aldılar. Bir süre sonra Timur, ara sıra ziyarete gittiği Erdebil Şeyhi`nin kendisinden bir arzusu olup olmadığını sorduğunda, şeyh, “Hiçbir dileğim yok, sadece Anadolu`dan esir olarak getirmiş olduğun Türkleri serbest bırakmanı istiyorum”dedi. Timur, şeyhin bu arzusunu memnuniyetle kabul etti ve onları serbest bıraktı. Bu esirlerin, bu vesile ile, şeyhe olan muhabbetleri aşırı derecede arttı. Şeyhin bu sofilerinin bir kısmı Anadolu`ya döndü, bir kısmı da Erdebil`de kaldı. [ Prof.Dr. Walter Hinz, Uzun Hasan ve Şeyh Cüneyd, Cev.: Tevfik Bıyıkoğlu, Türk Tarih Kurumu yayını, IV. Seri, No: 5, s.9. Ayrıca bak: Bekir Kütükoğlu, Osmanlı-İran Siyasî Münasebetleri, İstanbul Üniversitesi, Edebiyat Fak. yayını, sh. 7].
Erdebil Şeyhi, Anadolu`ya dönen bu müritleriyle ilişkilerini devam ettirdi. Erdebil Şeyhi`nin tarikatında Hz.Ali muhabbeti esas alındığı için, bu tarikata devam edenler Hz.Ali sevgisi ile tamamen boyandılar. Bunlara bu özelliklerinden dolayı Alevî denildi. Aslında bu esirlerin büyükleri ve kendileri, bu tarikat ile bağ kuruncaya kadar, Ehl-i Sünnet itikadında idiler. Bu tarikatla irtibatlarını yoğunlaştırdıktan sonra, tamamen Erdebil tekkesinin emrine girdiler. Oradan gelen her emri, harfiyyen yerine getirmeye gayret gösterdiler. Öyle ki, bu müritler vergi, sadaka ve zekâtlarını bile Erdebil`e tahsis ettiler. Bunların bu fedakârca gayretleri ve karşılıklı diyalogları, gidip gelmeleri devam etti. Hattâ Erdebil`den gönderilen ve şeyhin halifesi olarak isimlendirilen şahıslar, Anadolu`da nezir ve sadaka namıyla para topluyor ve bu paraları gizli olarak İran`a gönderiyorlardı.[Dr. Bekir Kütükoğlu, Osmanlı-İran Siyasî Münasebetleri, s. 7.]
Böylece Erdebil Şeyhi`nin tekkesi gittikçe genişliyor, müritleri çoğalıyordu. Bu Şeyh`in asıl maksadı, gerek İran`da, gerekse Anadolu`da müritlerini çoğaltarak irşad postundan saltanat tahtına, şeyhlikten şahlığa geçmekti. Ancak bu arzusuna kavuşamadan ölünce, yerine oğlu Şeyh Cüneyd geçti. O da babasının gizli emelini sürdürmeye devam etti. Bunu hisseden o zamanın İran hükümdarı Cinahşah, kendisini İran`dan sürdü. Bunun üzerine Şeyh Cüneyd Anadolu`ya geldi. Onun altı yıl süren bu Anadolu ziyareti, tarikatına çok mürit kazandırdı. Sadece bir şeyh değil, aynı zamanda bir "seyyid" ünvanı ile de dolaştığı için umudunun fevkinde taraftar topladı[ Erdebil, İran`da Tebriz`in takriben 200 km. doğusunda bir kasabadır. Erdebil tarikatının kurucusu Safiyüddin İshak`ın atası Fîruz Şah, X. y.y.`da İran`a gelmiş ve yerleşmiştir.]
Artık Erdebil tekkesi Anadolu`da güçlenmiş, küçümsenmeyecek kadar büyük bir etki sahasına sahip olmuştu. Şeyh Cüneyd de babasının akıbetine uğradı. Yerine geçen oğlu Şeyh Haydar da aynı gayeyi takip etti. Bütün gayret ve ihtiraslarına rağmen o da siyasî maksadına ulaşamadı. Nihayet oğlu Şah İsmail, babasının ve dedelerinin rüyalarını gerçekleştirmeye maalesef muvaffak oldu. 13 yaşında iken Anadolu`daki müritlerinden teşkil ettiği bir orduyla, o gün İran`da hâkim olan Akkoyunlulara savaş ilân etti ve Akkoyunlu hükümdarını devirerek irşad postundan saltanat tahtına çıkmaya muvaffak oldu ve Safevîler Devleti`ni kurdu. Bununla beraber Şah İsmail Anadolu`dan elini çekmedi. Zaman zaman birçok halifeler göndererek Anadolu`daki nüfuzunu kuvvetlendirmek için çalıştı. Bu çeşit faaliyetler, Çaldıran Muharebesi`ne kadar artan bir hızla devam etti. Bu savaştan sonra İran`la Osmanlı Devleti arasında kesin sınırlar çizildi. Böylece Erdebil sofîleriyle Anadolu arasındaki irtibat kesilmiş oluyordu. Bunun neticesi olarak Anadolu`daki müritler, pirlerin etkisinden gitgide uzaklaştılar. Bu tarikatın Anadolu`da kalan mensupları, Erdebil tekkesinden aldıkları te`sirle, kendilerinin dışında kalan Müslümanların Ehl-i Beyt`e gerektiği gibi muhabbet beslemedikleri zannına kapıldılar. Onların bu telâkki ve davranışları diğer Müslümanlarla aralarında bir soğukluk husule getirdi. Bu soğukluk, zamanla ihtilâfa dönüştü.
Bu ihtilâf neticesinde, Erdebil tekkesine bağlı Anadolu Türkleri medreseden uzak kaldılar. İtikada, ibadete ait birçok hükümleri gereği gibi öğrenemediler. Sadece babadan oğula intikal eden birtakım telkinlerle iktifa ettiler. Diğer Müslümanlar ise, bunlarla yakın alâka kuramadı ve onlara karşı görevlerini gerektiği gibi yerine getiremediler. Dengesiz tartışmalar, yersiz ithamlar ve ölçüsüz davranışlarla, aradaki soğukluk gittikçe büyüdü ve derin bir ayrılığa dönüştü. Buna bir de idarecilerin ihmali eklenince, Anadolu Müslümanları arasında Sünnîlik ve Alevîlik şeklinde bir ikilik ortaya çıktı. Aslında bir Müslümanın veya bir tarikatın Hz.Ali muhabbetini meslek ve meşrebine esas almasının dinen hiçbir mahzuru yoktur. Diğer sahâbelere tecâvüz etmemek, Kur`an ve Sünnet`in ışığında namazını kılmak, orucunu tutmak ve diğer mükellefiyetlerini yerine getirmek kaydı ile, Hz.Ali ve Ehl-i Beyt sevgisini ilke edinmenin hiçbir mahzuru yoktur. Gerçek şu ki, Kitap ve Sünnet`i bilen ve gereği gibi yaşayan hakiki bir Alevî, ancak Allah-ü Teâlâ`yı ma`bûd olarak tanır. Kendisini, İslâmiyetin bir ferdi olarak bilir, Peygamberimizi, en son Peygamber, Kur`ân-ı Kerim`i de son semavî kitap kabul eder.
Bu sunî ayrılığın ortadan kalkmasının tek yolu, Kur`an ışığı altına girmek ve O`nu biricik ölçü kabul etmektir. Nitekim Cenâb-ı Hak Kur`ân-ı Kerîm`de “Hepiniz Allah`ın ipine sımsıkı sarılınız ve ayrılmayınız” buyurmakla, bütün Müslümanlara Kur`an etrafında toplanmayı emretmektedir.
[Safiyüddin`den sonra Erdebil tarikatının başında, Sadreddin, Sultan Hoca Ali, İbrahim, Şeyh Cüneyd, Şeyh Haydar, Sultan Ali ve Şah İsmail bulunmuşlardır. Erdebil Şeyhi Safiyüddin`in torunlarından olan Şeyh Cüneyd, Erdebil`de irşad postuna oturduktan kısa bir müddet sonra, pek çok mürid kazanmış ve İran`da kendisi ve müridleri siyasî bir tehlike arzedince Karakoyunlular`ın 3. Meliki olan Mirza Cihan Şah zamanında, İran`dan çıkartılmışlardır. Şeyh Cüneyd, taraftar-larını artırmak için, seyyidlik iddiasında bulunmuş, kendini Hz.Ali ahfadından saymıştır. Gerçekte Erdebil şeyhlerinin seyyidlik ile alakası olmayıp Fîruz Şah neslinden geldiği kesin şekilde ortaya konulmuştur.
İran`dan ayrılan Şeyh Cüneyd, Diyarbakır`a gelmiş, Akkoyunlü hükümdarı Uzun Hasan`ın himayesine sığınmış ve onun teveccühünü kazanmıştır. Uzun Hasan`ın kızkardeşi ile evlenen Şeyh Cüneyd`in, bu evlilikten Şeyh Haydar adlı oğlu doğmuştur. Bu zât, Şah ismail`in babasıdır. Şeyh Cüneyd`in tahrikiyle Akkoyunlular Azerbaycan`a savaş açmış ve Azerbaycan`ın alınmasından sonra tekrar Erdebil`e dönen Şeyh Cüneyd irşad postuna oturarak dinî perde altında si-yasî faaliyetlere başlamıştır. Şeyh Cüneyd`in müridleri sadece İran`lılara inhisar etmemiş, Osmanlılardan da pek çok sofîleri kendine celbetmiştir. Şeyh Cüneyd, adamlarını Anadolu`ya salıyor, bu adamlar gittikleri yerlerde çeşitli desise ve hilelerle bazı saf insanları kendilerine raptediyorlardı. Aslında sünnî olan Osmanlı sofîleri, yapılan telkinlerin te`siriyle bilâhare Şiîler gibi düşünmeye başlıyorlardı. Hattâ öyle ki birbirini tanıyabilmek, ülfet ve ünsiyet etmek için aynı tarzda konuşuyorlar, aynı tip ve tarzda elbise giyiyorlardı.] (Prof. Faruk Sümer: Safevî Devleti`nin Kuruluşu ve Gelişmesinde Anadolu Türklerinin Rolü, s.2) | |
|