KUTLU FORUM
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.
KUTLU FORUM

Bilgi ve Paylaşım Platformuna Hoş Geldiniz
 
AnasayfaLatest imagesKayıt OlGiriş yap

 

 Alevîlik Nasıl Ortaya Çıkmıştır?, Bir Mezheb midir, Siyasî bir fırka mıdır?

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
Limoni
Co-Admin
Limoni


Mesaj Sayısı : 6111
Rep Gücü : 14922
Rep Puanı : 44
Kayıt tarihi : 27/05/09

Alevîlik Nasıl Ortaya Çıkmıştır?, Bir Mezheb midir, Siyasî bir fırka mıdır? Empty
MesajKonu: Alevîlik Nasıl Ortaya Çıkmıştır?, Bir Mezheb midir, Siyasî bir fırka mıdır?   Alevîlik Nasıl Ortaya Çıkmıştır?, Bir Mezheb midir, Siyasî bir fırka mıdır? Icon_minitimeÇarş. Ekim 24, 2012 5:36 am

Alevîlik Nasıl Ortaya Çıkmıştır?, Bir Mezheb midir, Siyasî bir fırka mıdır?


Alevîlik aslında bir fırka veya mezhep değildir. Âl-i Beyt`in muhabbetini esas alan bir tarikat şeklinde ortaya çıkmıştır.

Konunun tarihî seyrine baktığımızda Alevîliğin bir tarikat şeklinde gelişmesi şöyle olmuştur:

Timur, Osmanlı Sultanı Yıldırım Bâyezid`i yendikten sonra
Anadolu`dan aldığı otuz bin kadar esiri İran`a götürmüştü. Bunları
Erdebil’e yerleştirmişti. Bunlar zamanla, Erdebil Şeyhi olarak bilinen (Şah İsmail`in dedesi)
Şeyh Ali`ye intisap ettiler ve ondan tarikat dersi aldılar. Bir süre
sonra Timur, ara sıra ziyarete gittiği Erdebil Şeyhi`nin kendisinden bir
arzusu olup olmadığını sorduğunda, şeyh, “Hiçbir dileğim yok, sadece
Anadolu`dan esir olarak getirmiş olduğun Türkleri serbest bırakmanı
istiyorum”dedi. Timur, şeyhin bu arzusunu memnuniyetle kabul
etti ve onları serbest bıraktı. Bu esirlerin, bu vesile ile, şeyhe olan
muhabbetleri aşırı derecede arttı. Şeyhin bu sofilerinin bir kısmı
Anadolu`ya döndü, bir kısmı da Erdebil`de kaldı. [
Prof.Dr. Walter Hinz, Uzun Hasan ve Şeyh Cüneyd, Cev.: Tevfik
Bıyıkoğlu, Türk Tarih Kurumu yayını, IV. Seri, No: 5, s.9. Ayrıca bak:
Bekir Kütükoğlu, Osmanlı-İran Siyasî Münasebetleri, İstanbul
Üniversitesi, Edebiyat Fak. yayını, sh. 7
].

Erdebil Şeyhi, Anadolu`ya dönen bu müritleriyle ilişkilerini devam ettirdi. Erdebil Şeyhi`nin tarikatında Hz.Ali muhabbeti esas alındığı için, bu tarikata devam edenler Hz.Ali sevgisi ile tamamen boyandılar. Bunlara bu özelliklerinden dolayı Alevî denildi.
Aslında bu esirlerin büyükleri ve kendileri, bu tarikat ile bağ
kuruncaya kadar, Ehl-i Sünnet itikadında idiler. Bu tarikatla
irtibatlarını yoğunlaştırdıktan sonra, tamamen Erdebil tekkesinin emrine
girdiler. Oradan gelen her emri, harfiyyen yerine getirmeye gayret
gösterdiler. Öyle ki, bu müritler vergi, sadaka ve zekâtlarını bile
Erdebil`e tahsis ettiler. Bunların bu fedakârca gayretleri ve karşılıklı
diyalogları, gidip gelmeleri devam etti. Hattâ Erdebil`den gönderilen
ve şeyhin halifesi olarak isimlendirilen şahıslar, Anadolu`da nezir ve sadaka namıyla para topluyor ve bu paraları gizli olarak İran`a gönderiyorlardı.[Dr. Bekir Kütükoğlu, Osmanlı-İran Siyasî Münasebetleri, s. 7.]

Böylece Erdebil Şeyhi`nin tekkesi gittikçe genişliyor,
müritleri çoğalıyordu. Bu Şeyh`in asıl maksadı, gerek İran`da, gerekse
Anadolu`da müritlerini çoğaltarak irşad postundan saltanat tahtına,
şeyhlikten şahlığa geçmekti.
Ancak bu arzusuna kavuşamadan
ölünce, yerine oğlu Şeyh Cüneyd geçti. O da babasının gizli emelini
sürdürmeye devam etti. Bunu hisseden o zamanın İran hükümdarı Cinahşah,
kendisini İran`dan sürdü. Bunun üzerine Şeyh Cüneyd Anadolu`ya geldi.
Onun altı yıl süren bu Anadolu ziyareti, tarikatına çok mürit
kazandırdı. Sadece bir şeyh değil, aynı zamanda bir "seyyid" ünvanı ile
de dolaştığı için umudunun fevkinde taraftar topladı[
Erdebil, İran`da Tebriz`in takriben 200 km. doğusunda bir kasabadır.
Erdebil tarikatının kurucusu Safiyüddin İshak`ın atası Fîruz Şah, X.
y.y.`da İran`a gelmiş ve yerleşmiştir.
]

Artık Erdebil tekkesi Anadolu`da güçlenmiş, küçümsenmeyecek kadar büyük bir etki sahasına sahip olmuştu. Şeyh Cüneyd de babasının akıbetine uğradı. Yerine geçen oğlu Şeyh Haydar da aynı gayeyi takip etti. Bütün gayret ve ihtiraslarına rağmen o da siyasî maksadına ulaşamadı. Nihayet oğlu Şah İsmail,
babasının ve dedelerinin rüyalarını gerçekleştirmeye maalesef muvaffak
oldu. 13 yaşında iken Anadolu`daki müritlerinden teşkil ettiği bir
orduyla, o gün İran`da hâkim olan Akkoyunlulara savaş ilân etti ve Akkoyunlu hükümdarını devirerek irşad postundan saltanat tahtına çıkmaya muvaffak oldu ve Safevîler Devleti`ni kurdu.
Bununla beraber Şah İsmail Anadolu`dan elini çekmedi. Zaman zaman
birçok halifeler göndererek Anadolu`daki nüfuzunu kuvvetlendirmek için
çalıştı. Bu çeşit faaliyetler, Çaldıran Muharebesi`ne kadar artan bir
hızla devam etti. Bu savaştan sonra İran`la Osmanlı Devleti arasında
kesin sınırlar çizildi. Böylece Erdebil sofîleriyle Anadolu arasındaki
irtibat kesilmiş oluyordu. Bunun neticesi olarak Anadolu`daki müritler,
pirlerin etkisinden gitgide uzaklaştılar. Bu tarikatın Anadolu`da kalan
mensupları, Erdebil tekkesinden aldıkları te`sirle, kendilerinin dışında
kalan Müslümanların Ehl-i Beyt`e gerektiği gibi muhabbet beslemedikleri
zannına kapıldılar. Onların bu telâkki ve davranışları diğer
Müslümanlarla aralarında bir soğukluk husule getirdi. Bu soğukluk,
zamanla ihtilâfa dönüştü.

Bu ihtilâf neticesinde, Erdebil tekkesine bağlı Anadolu Türkleri
medreseden uzak kaldılar. İtikada, ibadete ait birçok hükümleri gereği
gibi öğrenemediler. Sadece babadan oğula intikal eden birtakım
telkinlerle iktifa ettiler. Diğer Müslümanlar ise, bunlarla yakın alâka
kuramadı ve onlara karşı görevlerini gerektiği gibi yerine
getiremediler. Dengesiz tartışmalar, yersiz ithamlar ve ölçüsüz
davranışlarla, aradaki soğukluk gittikçe büyüdü ve derin bir ayrılığa
dönüştü. Buna bir de idarecilerin ihmali eklenince, Anadolu Müslümanları arasında Sünnîlik ve Alevîlik şeklinde bir ikilik ortaya çıktı. Aslında
bir Müslümanın veya bir tarikatın Hz.Ali muhabbetini meslek ve
meşrebine esas almasının dinen hiçbir mahzuru yoktur. Diğer sahâbelere
tecâvüz etmemek, Kur`an ve Sünnet`in ışığında namazını kılmak, orucunu
tutmak ve diğer mükellefiyetlerini yerine getirmek kaydı ile, Hz.Ali ve
Ehl-i Beyt sevgisini ilke edinmenin hiçbir mahzuru yoktur. Gerçek şu ki,
Kitap ve Sünnet`i bilen ve gereği gibi yaşayan hakiki bir Alevî, ancak
Allah-ü Teâlâ`yı ma`bûd olarak tanır. Kendisini, İslâmiyetin bir ferdi
olarak bilir, Peygamberimizi, en son Peygamber, Kur`ân-ı Kerim`i de son
semavî kitap kabul eder.


Bu sunî ayrılığın ortadan kalkmasının tek yolu, Kur`an ışığı altına
girmek ve O`nu biricik ölçü kabul etmektir. Nitekim Cenâb-ı Hak Kur`ân-ı
Kerîm`de “Hepiniz Allah`ın ipine sımsıkı sarılınız ve ayrılmayınız” buyurmakla, bütün Müslümanlara Kur`an etrafında toplanmayı emretmektedir.

[Safiyüddin`den sonra Erdebil tarikatının başında, Sadreddin, Sultan
Hoca Ali, İbrahim, Şeyh Cüneyd, Şeyh Haydar, Sultan Ali ve Şah İsmail
bulunmuşlardır. Erdebil Şeyhi Safiyüddin`in torunlarından olan Şeyh
Cüneyd, Erdebil`de irşad postuna oturduktan kısa bir müddet sonra, pek
çok mürid kazanmış ve İran`da kendisi ve müridleri siyasî bir tehlike
arzedince Karakoyunlular`ın 3. Meliki olan Mirza Cihan Şah zamanında,
İran`dan çıkartılmışlardır. Şeyh Cüneyd, taraftar-larını artırmak için,
seyyidlik iddiasında bulunmuş, kendini Hz.Ali ahfadından saymıştır.
Gerçekte Erdebil şeyhlerinin seyyidlik ile alakası olmayıp Fîruz Şah
neslinden geldiği kesin şekilde ortaya konulmuştur.

İran`dan ayrılan Şeyh Cüneyd, Diyarbakır`a gelmiş, Akkoyunlü
hükümdarı Uzun Hasan`ın himayesine sığınmış ve onun teveccühünü
kazanmıştır. Uzun Hasan`ın kızkardeşi ile evlenen Şeyh Cüneyd`in, bu
evlilikten Şeyh Haydar adlı oğlu doğmuştur. Bu zât, Şah ismail`in
babasıdır. Şeyh Cüneyd`in tahrikiyle Akkoyunlular Azerbaycan`a savaş
açmış ve Azerbaycan`ın alınmasından sonra tekrar Erdebil`e dönen Şeyh
Cüneyd irşad postuna oturarak dinî perde altında si-yasî faaliyetlere
başlamıştır. Şeyh Cüneyd`in müridleri sadece İran`lılara inhisar
etmemiş, Osmanlılardan da pek çok sofîleri kendine celbetmiştir. Şeyh
Cüneyd, adamlarını Anadolu`ya salıyor, bu adamlar gittikleri yerlerde
çeşitli desise ve hilelerle bazı saf insanları kendilerine
raptediyorlardı. Aslında sünnî olan Osmanlı sofîleri, yapılan
telkinlerin te`siriyle bilâhare Şiîler gibi düşünmeye başlıyorlardı.
Hattâ öyle ki birbirini tanıyabilmek, ülfet ve ünsiyet etmek için aynı
tarzda konuşuyorlar, aynı tip ve tarzda elbise giyiyorlardı.] (Prof. Faruk Sümer: Safevî Devleti`nin Kuruluşu ve Gelişmesinde Anadolu Türklerinin Rolü, s.2)
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Alevîlik Nasıl Ortaya Çıkmıştır?, Bir Mezheb midir, Siyasî bir fırka mıdır?
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
KUTLU FORUM :: Din Kültürü Dersi-Eğitim Öğretim :: Din Kültürü Ahlak Bilgisi Dersi :: 7.sınıf :: Alevilik-
Buraya geçin: