KUTLU FORUM
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.
KUTLU FORUM

Bilgi ve Paylaşım Platformuna Hoş Geldiniz
 
AnasayfaLatest imagesKayıt OlGiriş yap

 

 Alevîlik Nasıl Ortaya Çıkmıştır?, Bir Mezheb midir, Siyasî bir fırka mıdır?

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
Limoni
Co-Admin
Limoni


Mesaj Sayısı : 6150
Rep Gücü : 14991
Rep Puanı : 44
Kayıt tarihi : 27/05/09

Alevîlik Nasıl Ortaya Çıkmıştır?, Bir Mezheb midir, Siyasî bir fırka mıdır? Empty
MesajKonu: Alevîlik Nasıl Ortaya Çıkmıştır?, Bir Mezheb midir, Siyasî bir fırka mıdır?   Alevîlik Nasıl Ortaya Çıkmıştır?, Bir Mezheb midir, Siyasî bir fırka mıdır? Icon_minitimeÇarş. Ekim 24, 2012 5:34 am

Alevîlik Nasıl Ortaya Çıkmıştır?, Bir Mezheb midir, Siyasî bir fırka mıdır?
Alevîlik aslında bir fırka veya mezhep değildir. Âl-i Beyt`in muhabbetini esas alan bir tarikat şeklinde ortaya çıkmıştır.
Konunun tarihî seyrine baktığımızda Alevîliğin bir tarikat şeklinde gelişmesi şöyle olmuştur:
Timur,
Osmanlı Sultanı Yıldırım Bâyezid`i yendikten sonra Anadolu`dan aldığı
otuz bin kadar esiri İran`a götürmüştü. Bunları Erdebil’e
yerleştirmişti. Bunlar zamanla, Erdebil Şeyhi olarak bilinen (Şah
İsmail`in dedesi) Şeyh Ali`ye intisap ettiler ve ondan tarikat dersi
aldılar. Bir süre sonra Timur, ara sıra ziyarete gittiği Erdebil
Şeyhi`nin kendisinden bir arzusu olup olmadığını sorduğunda, şeyh,
“Hiçbir dileğim yok, sadece Anadolu`dan esir olarak getirmiş olduğun
Türkleri serbest bırakmanı istiyorum” dedi. Timur, şeyhin bu arzusunu
memnuniyetle kabul etti ve onları serbest bıraktı. Bu esirlerin, bu
vesile ile, şeyhe olan muhabbetleri aşırı derecede arttı. Şeyhin bu
sofilerinin bir kısmı Anadolu`ya döndü, bir kısmı da Erdebil`de kaldı. [
Prof.Dr. Walter Hinz, Uzun Hasan ve Şeyh Cüneyd, Cev.: Tevfik
Bıyıkoğlu, Türk Tarih Kurumu yayını, IV. Seri, No: 5, s.9. Ayrıca bak:
Bekir Kütükoğlu, Osmanlı-İran Siyasî Münasebetleri, İstanbul
Üniversitesi, Edebiyat Fak. yayını, sh. 7].
Erdebil Şeyhi,
Anadolu`ya dönen bu müritleriyle ilişkilerini devam ettirdi. Erdebil
Şeyhi`nin tarikatında Hz.Ali muhabbeti esas alındığı için, bu tarikata
devam edenler Hz.Ali sevgisi ile tamamen boyandılar. Bunlara bu
özelliklerinden dolayı Alevî denildi. Aslında bu esirlerin büyükleri ve
kendileri, bu tarikat ile bağ kuruncaya kadar, Ehl-i Sünnet itikadında
idiler. Bu tarikatla irtibatlarını yoğunlaştırdıktan sonra, tamamen
Erdebil tekkesinin emrine girdiler. Oradan gelen her emri, harfiyyen
yerine getirmeye gayret gösterdiler. Öyle ki, bu müritler vergi, sadaka
ve zekâtlarını bile Erdebil`e tahsis ettiler. Bunların bu fedakârca
gayretleri ve karşılıklı diyalogları, gidip gelmeleri devam etti. Hattâ
Erdebil`den gönderilen ve şeyhin halifesi olarak isimlendirilen
şahıslar, Anadolu`da nezir ve sadaka namıyla para topluyor ve bu
paraları gizli olarak İran`a gönderiyorlardı.[Dr. Bekir Kütükoğlu,
Osmanlı-İran Siyasî Münasebetleri, s. 7.]
Böylece Erdebil Şeyhi`nin
tekkesi gittikçe genişliyor, müritleri çoğalıyordu. Bu Şeyh`in asıl
maksadı, gerek İran`da, gerekse Anadolu`da müritlerini çoğaltarak irşad
postundan saltanat tahtına, şeyhlikten şahlığa geçmekti. Ancak bu
arzusuna kavuşamadan ölünce, yerine oğlu Şeyh Cüneyd geçti. O da
babasının gizli emelini sürdürmeye devam etti. Bunu hisseden o zamanın
İran hükümdarı Cinahşah, kendisini İran`dan sürdü. Bunun üzerine Şeyh
Cüneyd Anadolu`ya geldi. Onun altı yıl süren bu Anadolu ziyareti,
tarikatına çok mürit kazandırdı. Sadece bir şeyh değil, aynı zamanda bir
"seyyid" ünvanı ile de dolaştığı için umudunun fevkinde taraftar
topladı[ Erdebil, İran`da Tebriz`in takriben 200 km. doğusunda bir
kasabadır. Erdebil tarikatının kurucusu Safiyüddin İshak`ın atası Fîruz
Şah, X. y.y.`da İran`a gelmiş ve yerleşmiştir.]
Artık Erdebil
tekkesi Anadolu`da güçlenmiş, küçümsenmeyecek kadar büyük bir etki
sahasına sahip olmuştu. Şeyh Cüneyd de babasının akıbetine uğradı.
Yerine geçen oğlu Şeyh Haydar da aynı gayeyi takip etti. Bütün gayret ve
ihtiraslarına rağmen o da siyasî maksadına ulaşamadı. Nihayet oğlu Şah
İsmail, babasının ve dedelerinin rüyalarını gerçekleştirmeye maalesef
muvaffak oldu. 13 yaşında iken Anadolu`daki müritlerinden teşkil ettiği
bir orduyla, o gün İran`da hâkim olan Akkoyunlulara savaş ilân etti ve
Akkoyunlu hükümdarını devirerek irşad postundan saltanat tahtına çıkmaya
muvaffak oldu ve Safevîler Devleti`ni kurdu. Bununla beraber Şah İsmail
Anadolu`dan elini çekmedi. Zaman zaman birçok halifeler göndererek
Anadolu`daki nüfuzunu kuvvetlendirmek için çalıştı. Bu çeşit
faaliyetler, Çaldıran Muharebesi`ne kadar artan bir hızla devam etti. Bu
savaştan sonra İran`la Osmanlı Devleti arasında kesin sınırlar çizildi.
Böylece Erdebil sofîleriyle Anadolu arasındaki irtibat kesilmiş
oluyordu. Bunun neticesi olarak Anadolu`daki müritler, pirlerin
etkisinden gitgide uzaklaştılar. Bu tarikatın Anadolu`da kalan
mensupları, Erdebil tekkesinden aldıkları te`sirle, kendilerinin dışında
kalan Müslümanların Ehl-i Beyt`e gerektiği gibi muhabbet beslemedikleri
zannına kapıldılar. Onların bu telâkki ve davranışları diğer
Müslümanlarla aralarında bir soğukluk husule getirdi. Bu soğukluk,
zamanla ihtilâfa dönüştü.
Bu ihtilâf neticesinde, Erdebil tekkesine
bağlı Anadolu Türkleri medreseden uzak kaldılar. İtikada, ibadete ait
birçok hükümleri gereği gibi öğrenemediler. Sadece babadan oğula intikal
eden birtakım telkinlerle iktifa ettiler. Diğer Müslümanlar ise,
bunlarla yakın alâka kuramadı ve onlara karşı görevlerini gerektiği gibi
yerine getiremediler. Dengesiz tartışmalar, yersiz ithamlar ve ölçüsüz
davranışlarla, aradaki soğukluk gittikçe büyüdü ve derin bir ayrılığa
dönüştü. Buna bir de idarecilerin ihmali eklenince, Anadolu Müslümanları
arasında Sünnîlik ve Alevîlik şeklinde bir ikilik ortaya çıktı. Aslında
bir Müslümanın veya bir tarikatın Hz.Ali muhabbetini meslek ve
meşrebine esas almasının dinen hiçbir mahzuru yoktur. Diğer sahâbelere
tecâvüz etmemek, Kur`an ve Sünnet`in ışığında namazını kılmak, orucunu
tutmak ve diğer mükellefiyetlerini yerine getirmek kaydı ile, Hz.Ali ve
Ehl-i Beyt sevgisini ilke edinmenin hiçbir mahzuru yoktur. Gerçek şu ki,
Kitap ve Sünnet`i bilen ve gereği gibi yaşayan hakiki bir Alevî, ancak
Allah-ü Teâlâ`yı ma`bûd olarak tanır. Kendisini, İslâmiyetin bir ferdi
olarak bilir, Peygamberimizi, en son Peygamber, Kur`ân-ı Kerim`i de son
semavî kitap kabul eder.
Bu sunî ayrılığın ortadan kalkmasının tek
yolu, Kur`an ışığı altına girmek ve O`nu biricik ölçü kabul etmektir.
Nitekim Cenâb-ı Hak Kur`ân-ı Kerîm`de “Hepiniz Allah`ın ipine sımsıkı
sarılınız ve ayrılmayınız” buyurmakla, bütün Müslümanlara Kur`an
etrafında toplanmayı emretmektedir.
[Safiyüddin`den sonra Erdebil
tarikatının başında, Sadreddin, Sultan Hoca Ali, İbrahim, Şeyh Cüneyd,
Şeyh Haydar, Sultan Ali ve Şah İsmail bulunmuşlardır. Erdebil Şeyhi
Safiyüddin`in torunlarından olan Şeyh Cüneyd, Erdebil`de irşad postuna
oturduktan kısa bir müddet sonra, pek çok mürid kazanmış ve İran`da
kendisi ve müridleri siyasî bir tehlike arzedince Karakoyunlular`ın 3.
Meliki olan Mirza Cihan Şah zamanında, İran`dan çıkartılmışlardır. Şeyh
Cüneyd, taraftar-larını artırmak için, seyyidlik iddiasında bulunmuş,
kendini Hz.Ali ahfadından saymıştır. Gerçekte Erdebil şeyhlerinin
seyyidlik ile alakası olmayıp Fîruz Şah neslinden geldiği kesin şekilde
ortaya konulmuştur.
İran`dan ayrılan Şeyh Cüneyd, Diyarbakır`a
gelmiş, Akkoyunlü hükümdarı Uzun Hasan`ın himayesine sığınmış ve onun
teveccühünü kazanmıştır. Uzun Hasan`ın kızkardeşi ile evlenen Şeyh
Cüneyd`in, bu evlilikten Şeyh Haydar adlı oğlu doğmuştur. Bu zât, Şah
ismail`in babasıdır. Şeyh Cüneyd`in tahrikiyle Akkoyunlular Azerbaycan`a
savaş açmış ve Azerbaycan`ın alınmasından sonra tekrar Erdebil`e dönen
Şeyh Cüneyd irşad postuna oturarak dinî perde altında si-yasî
faaliyetlere başlamıştır. Şeyh Cüneyd`in müridleri sadece İran`lılara
inhisar etmemiş, Osmanlılardan da pek çok sofîleri kendine celbetmiştir.
Şeyh Cüneyd, adamlarını Anadolu`ya salıyor, bu adamlar gittikleri
yerlerde çeşitli desise ve hilelerle bazı saf insanları kendilerine
raptediyorlardı. Aslında sünnî olan Osmanlı sofîleri, yapılan
telkinlerin te`siriyle bilâhare Şiîler gibi düşünmeye başlıyorlardı.
Hattâ öyle ki birbirini tanıyabilmek, ülfet ve ünsiyet etmek için aynı
tarzda konuşuyorlar, aynı tip ve tarzda elbise giyiyorlardı.] (Prof.
Faruk Sümer: Safevî Devleti`nin Kuruluşu ve Gelişmesinde Anadolu
Türklerinin Rolü, s.2)
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Alevîlik Nasıl Ortaya Çıkmıştır?, Bir Mezheb midir, Siyasî bir fırka mıdır?
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» Alevîlik Nasıl Ortaya Çıkmıştır?, Bir Mezheb midir, Siyasî bir fırka mıdır?
» Bediüzzaman a göre " Dabbet-ül Arz " Dabbet-ül Arz nedir
» allahın egosu var mıdır
» Yeryüzünde 7'ler, 3'ler, 300'ler Gibi Evliyalar Var mıdır?
» Sigara İçmek Caiz midir?

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
KUTLU FORUM :: Din Kültürü Dersi-Eğitim Öğretim :: Din Kültürü Ahlak Bilgisi Dersi :: 7.sınıf :: Alevilik-
Buraya geçin: