KUTLU FORUM
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.
KUTLU FORUM

Bilgi ve Paylaşım Platformuna Hoş Geldiniz
 
AnasayfaLatest imagesKayıt OlGiriş yap

 

 Hristiyana İslamı Nasıl Anlatabiliriz?

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
@bdulKadir
Adminstratör
@bdulKadir


Mesaj Sayısı : 6736
Rep Gücü : 10015190
Rep Puanı : 97
Kayıt tarihi : 17/03/09
Yaş : 61
Nerden : İzmir

Hristiyana İslamı Nasıl Anlatabiliriz? Empty
MesajKonu: Hristiyana İslamı Nasıl Anlatabiliriz?   Hristiyana İslamı Nasıl Anlatabiliriz? Icon_minitimePerş. Tem. 22, 2010 6:50 am

soru
selamün aleyküm hocam
bir arkadaşımız var hristiyan
allaha inanmakta ama islamiyeti kabul etmiyor hatta bir aralar iman edecek konumada geldi ama bir türlü ikna edemedim şimdi yardım talep ediyorum hak geldi batıl zail oldu diyelim be ona islamiyetin hak din olduğunu anlatabileceğimiz bir yardım talep ediyorum emaille haberdar ederseniz sevinirim geceniz hayr olsun zira şu an çıkmam gerekmekte..
hatta bir arada şöyle bi,r soru sordu allah istese kendinden güçlü ne kuvetli birini yaratabilirmi diye..
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://kutluforum.yetkinforum.com
@bdulKadir
Adminstratör
@bdulKadir


Mesaj Sayısı : 6736
Rep Gücü : 10015190
Rep Puanı : 97
Kayıt tarihi : 17/03/09
Yaş : 61
Nerden : İzmir

Hristiyana İslamı Nasıl Anlatabiliriz? Empty
MesajKonu: Geri: Hristiyana İslamı Nasıl Anlatabiliriz?   Hristiyana İslamı Nasıl Anlatabiliriz? Icon_minitimePerş. Tem. 22, 2010 7:49 am

1-Öncelikle soru ve merak,öğrenme azminde olan birine bir şey anlatılabilir
ben zaten biliyorum diyen birine bir şey anlatmakla sadece sen haklısın ben haklısın noktasına varılabilir

2-seni müslüman yapmak istiyorum ,empoze havasının sezildiği konuşmalar karşı tarafı tahrik edebilir
o sebeble zaten hristiyan olan birine sözden daha çok özellikle objektifse davranışalrımız dürüstlüğümüz öncelikli olarak etkili olacaktır..temsil etme noktası yani çok önemli
9 temsil 1 tebliğ olmalı

3- dini bilen bir inanca sahib olan kişilere bir şeyler anlatmak ve ikna etmekten zoru yoktur
atomu parçalamaktan daha zordur
bu bir hristiyan içinde öyledir bir müslüman içinde böyledir

4- bu durumda muhatabımız objektifmi,şartlımı,
konuşma senin dinin daha doğru benimki daha doğru noktasındamı,alıcılar açıkmı
ona çok iyi bakmalı..yani soru sordurttuk o sordu ve bizde çok tatlı dille zülüfü yare dokunmadan anlattık..düşündürttük..sonucu ona bıraktık


5-insanların tabularını kötüleyerek bir şeye inanadırmak çok zordur ve zaten kurana göre de yanlıştır..o güne kadar sevdiği anne babasından hocasından sevdiklerinden duyduklarına ters bir şeyler söylemek aksi tesir yapabilir

6-kafasında şimşekler çaktıracak ve onun sorması üzerine bir şeyler söylenebilir
suya sabuna dokunmadan hıristiyanlığı sorgulatacak bir kaç cümle faydalı olabilir

7- islam ve hristiyanlıkla ilgili çok iyi bilgi donanımına sahib olmak lazım
işin tarihini iyi bilmek lazım

siz hristiyanlıkla ilgili bir şeyler derken -peki senin aklın 9 yaşındaki bir çocukla evlilik yapan bir peygamberi nasıl kabül ediyor yada 12 eşi olan birti peyugamber olabilirmi
yada osman zamanında yada sonrasında kuranın aslı yakılmıştır gibi bir cümle sarfedilince mantıken onu doyuracak cevaplar vermek gerekir
yda terörist dini nasıl gerçek din olabilir
savaşçı katil kan döken biri nasıl peygamber olabilir gibi şeylere hazırlıklı olma
k lazım

8-incilin bozulduğunu gösteren delilleri
kısım ve bölümleriyle gösterilerek
hristiyanlığın bozulduğuna dair deliller
kitablar arasındaki tenakuzları
bilimle çatışmasını
kuranın ve islamın ters düşmeyişini

mesela evrenin merkzi ,her şey onun etrafında dönüyor..yada dünya düz ***dünya çünkü isa dünyada doğmuştur..halbuki dünya güneşin yörüngesi
her doğan çocuğun günahkar doğuşu
peygamberlere yapılan iftiralar luta kızlarına tecavüz üzeyir ve isaya allahın oğlu noktaları


******************

konuyla bazı sitemziden linkler


https://kutluforum.yetkinforum.com/soru-cevaplar-f13/hristiyana-slam-nasl-anlatabiliriz-t2604.htm#4455


https://kutluforum.yetkinforum.com/soru-cevaplar-f13/allah-kendisinden-buyuk-bir-varlk-yaratabilir-mi-t2605.htm


https://kutluforum.yetkinforum.com/din-kulturu-ahlak-bilgisi-dersi-f6/kur-an-kerim-ile-ncil-arasndaki-celikiler-t948.htm
https://kutluforum.yetkinforum.com/din-kulturu-ahlak-bilgisi-dersi-f6/dort-nclde-gorulen-celkler-t946.htm
Kur'an-ı kerim ile İncil arasındaki çelişkiler


DÖRT İNCİLDE GÖRÜLEN ÇELİŞKİLER
https://kutluforum.yetkinforum.com/din-kulturu-ahlak-bilgisi-dersi-f6/kur-an-ve-kitab-mukaddes-t949.htm

MÜSPET İLİM YÖNÜNDEN TEVRAT, İNCİLLER VE KUR’AN

https://kutluforum.yetkinforum.com/din-kulturu-ahlak-bilgisi-dersi-f6/muspet-lm-yonunden-tevrat-ncller-ve-kuran-t950.htm

*********************************************************

Hristiyan din adamlarına ve mensuplarına günümüzde neler anlatılabilir? Hangi konularda istişare zemini oluşturulabilir?

Yazar: Sorularla İslamiyet, 25-5-2010
Muhatapların farklılığı, farklı şeylerin söylenmesini gerektirir. Bütün Hristiyanları bir tek adam gibi düşünemeyiz. Bu sebeple belli başlıkları sırlamak doğru olmayabilir.

Şunu unutmamak gerekir ki, “DİYALOG” konusu sadece dinler arası diyalog değil, medeniyetler arası diyalog ön görülmektedir. Bunun da amacı insanların dünyada barış içerisinde birlikte yaşayabilecekleri bir ortamı hazırlamaktır. Bu da öncelikli olan konuların masaya yatırılmasıyla olur. Bu iş fertlerden çok cemaatlerin, cemiyetlerin, sivil toplum kuruluşların işidir.

Fert olarak bir Hristiyan din adamıyla konuştuğumuzda dikkat etmemiz gereken noktalardan bazıları şunlar olabilir:

a. İslam ile Hristiyanlık arasında müşterek olan iman esaslarını vurgulamak.

b. Teslis akidesine imada bile bulunmamak.

c. İslam’ın Hz. İsa (as) ve Hz. Meryem hakkındaki ifadelerine işaret etmek

d. Bütün dinlerin ortak yönünü teşkil eden evrensel ahlakî değerlere vurgu yapmak

e. İncil’den de bazı güzel pasajları ezberleyip aktarmak.

f. Kur’an’ın mucizeliğine dikkat çekmek ve onları ispat etmek. Tabii önce bilmek..

g. Bütün insanların Hz. Adem (as)’in çocukları olduğuna ve dünyanın da bir şehir hükmüne geçtiğine ve başka bir dünyanın da olmadığına göre, bu yerküresi gezegeninde birlikte yaşamak mecburiyetinin olduğuna işaret edilebilir.

h. Müşterek düşmanımız olan her türlü ahlaksızlık ve her türlü dinsizlik karşısında iman ve ahlak esaslarında birleşen semavî din mensuplarının, birlikte hareket etmelerinin zorunluluğuna işaret edilebilir.

i. Tabii ki “doğru İslamiyeti doğru olarak bilmek ve doğru olarak anlatmak” için doğru bilgilere ihtiyaç vardır.

ı. Önemli bir noktada şu olmalıdır; karşıdaki adamı İslam’a davet eder gibi yanlış bir tavır içerisine girmemek...

j. Ve muhatabın o andaki nabzını iyi tutmak, samimiyeti ortaya koymak, objektif biri olduğumuzu kanıtlamak, bütün semavî dinlere ve peygamberlere iman etmekle mükellef olduğumuzu hatırlatmak…

gibi düşünceler etrafında bazı şeyler söylenebilir. Oradaki mevcut ortamdan doğacak zuhurat, rotayı takip etmede en doğru bir pusuladır.

*************

İncil ve Tevratta Hz. Muhammed'e işaretler var mıdır?


Soru:
din alimleri efendimiz s.a.v in peygamberligiyle ilgili su anki incil de dahi deliller oldugunu soyluyor.faraklit kelimesi gibi.sormak istedigim birinci olarak bozuldugunu iddia ettigimiz bir kitaptan dogrular cikarmak ne kadar dogru?ikinci olarak da faraklit kelimasinin unlulerinin bizim tarafimizdan degistirldigiaslinda incil de degisik oldugu soyleniyor.hristiyanligin veya incilin efendimiz s.a.v i mujedelemesi konusuna bir aciklik getirimisiniz.



Cevap:
Tevrat ve İncil aslen vahiydir. Ancak değişik nedenlerden dolayı bu ilahi kitaplara ilaveler ve çıkarmalar olmuştur. Ayrıca değiştirmeler de yapılmıştır. Ancak göl yerinde su eksik olmaz kabilinden Son Peygamberden bahseden bazı cümlelerkelimeler de kalmıştır.

Bu konuda yapılan en detaylı inceleme Hüseyin-i Cisriye aittir. Hicri 1261-1327 yılları arasında yaşayan ve anne ile babası ehl-i beytten olan bu Suriyeli alim söz konusu mukaddes kitaplardan Efendimizle (s.a.v.) Alakalı 114 işaret çıkartmış ve bunları Türkçeye de çevrilen Risale-i Hamidiyyesinde neşretmiştir.

Eski mukaddes metinler arasında en çok tahrif edilmiş olma özelliğini taşıyan Tevratta bile peygamberimize (asm.) ait şu işaretler vardır: “O iki binici gördü biri merkep üzerinde diğeri deve üzerindeki binicilerdi. O dikkatle dinledi.” (İşaya xxı 7)

Burada peygamber İşaya tarafından bildirilen iki biniciden merkep üzerinde olanı Hz. İsa dır (a.s.). Çünkü İsa peygamberKudüse bir merkep üzerinde girmiştir. Deve üzerinde olan kişiyle de peygamber efendimize (s.a.v.) İşaret edildiği açıktır. Efendimiz Medineye girişte devesinin üstündeydi.

Yeri gelmişken şunu da belirtelim ki İncil tercümelerinde faraklit veya paraklit (perikletos) kelimeleri aynen muhafaza edilirken yakın zamanlarda basılmış olan İncil tercümelerinde bu kelime değiştirilerek Arapça tercümelerinde “muazzi”Türkçe tercümelerinde ise “teselli edici” şeklinde verilmiştir.

Hazreti Şuaybın suhufunda efendimizin ismi müşeffeh şeklinde geçer ki kelime olarak tam karşılığı “Muhammed” dir. Tevrat ta geçen münhemenna isminin karşılığı da yine Muhammeddir. (bilindiği gibi Muhammed kelimesinin lügat karşılığı da “tekrar tekrar methedilmiş” şeklindedir.) Bunların dışında efendimizin (s.a.v.) İsmi Tevratta çoklukla “ahyed”İncilde ise ”Ahmet” olarak geçmektedir.


****************************
İncil ve Tevratta Hz. Muhammed'e işaretler var mıdır?

Soru

din alimleri efendimiz s.a.v in peygamberligiyle ilgili su anki incil de dahi deliller oldugunu soyluyor.faraklit kelimesi gibi.sormak istedigim birinci olarak bozuldugunu iddia ettigimiz bir kitaptan dogrular cikarmak ne kadar dogru?ikinci olarak da faraklit kelimasinin unlulerinin bizim tarafimizdan degistirldigi,aslinda incil de degisik oldugu soyleniyor.hristiyanligin veya incilin efendimiz s.a.v i mujedelemesi konusuna bir aciklik getirimisiniz
Kullanıcı: yolcu-- | Tarih: 10-Nisan-2007, Saat: 13:01:11
Cevap

Değerli Kardeşimiz;
Tevrat ve İncil aslen vahiydir. Ancak değişik nedenlerden dolayı bu ilahi kitaplara ilaveler ve çıkarmalar olmuştur. Ayrıca değiştirmeler de yapılmıştır. Ancak göl yerinde su eksik olmaz, kabilinden Son Peygamberden bahseden bazı cümleler, kelimeler de kalmıştır.

Bu konuda yapılan en detaylı inceleme Hüseyin-i Cisriye aittir. Hicri 1261-1327 yılları arasında yaşayan ve anne ile babası ehl-i beytten olan bu Suriyeli alim, söz konusu mukaddes kitaplardan Efendimizle (s.a.v.) Alakalı 114 işaret çıkartmış ve bunları Türkçeye de çevrilen Risale-i Hamidiyyesinde neşretmiştir.

Eski mukaddes metinler arasında en çok tahrif edilmiş olma özelliğini taşıyan Tevratta bile, peygamberimize (asm.) ait şu işaretler vardır: “O, iki binici gördü, biri merkep üzerinde, diğeri deve üzerindeki binicilerdi. O, dikkatle dinledi.” (İşaya xxı, 7)

Burada peygamber İşaya tarafından bildirilen iki biniciden merkep üzerinde olanı Hz. İsa dır (a.s.). Çünkü İsa peygamber, Kudüse bir merkep üzerinde girmiştir. Deve üzerinde olan kişiyle de, peygamber efendimize (s.a.v.) İşaret edildiği açıktır. Efendimiz Medineye girişte devesinin üstündeydi.

Yeri gelmişken şunu da belirtelim ki, İncil tercümelerinde faraklit veya paraklit (perikletos) kelimeleri aynen muhafaza edilirken, yakın zamanlarda basılmış olan İncil tercümelerinde bu kelime değiştirilerek Arapça tercümelerinde “muazzi”, Türkçe tercümelerinde ise “teselli edici” şeklinde verilmiştir.

Hazreti Şuaybın suhufunda, efendimizin ismi müşeffeh şeklinde geçer ki, kelime olarak tam karşılığı “Muhammed” dir. Tevrat ta geçen münhemenna isminin karşılığı da, yine Muhammeddir. (bilindiği gibi Muhammed kelimesinin lügat karşılığı da, “tekrar tekrar methedilmiş” şeklindedir.) Bunların dışında, efendimizin (s.a.v.) İsmi, Tevratta çoklukla “ahyed”, İncilde ise, ”Ahmet” olarak geçmektedir.

*********

İncildeki paraklit veya faraklit kelimesi tam olarak neye işarettir?

Soru

İncildeki paraklit kelimesi tam olarak neye işarettir?
Kullanıcı: samanyolu | Tarih: 17-Aralık-2006, Saat: 18:47:53
Cevap

Değerli Kardeşimiz;
Yuhanna İncilinden bir âyet: “Mesih: ‘Ben, benim ve sizin Rabb’inize gidiyorum. Ta ki size Tevil’i getirecek olan Faraklit’i göndersin’ dedi.” Faraklit, hakkın ruhu, hak ile bâtılı birbirinden tamamen ayıran mânâlarına gelir. Evet Allah Resûlü, hakkın ruhudur. Çünkü ölü kalbler ancak O’nun getirdiği hak ile hayat bulmuştur. O insanların hidayete ermesi için kendini feda edercesine bir mücadele vermiştir ki; hak ile bâtılın birbirinden ayrılması, ancak böyle bir mücâdele ve mücâhede sonucu vuku bulmuştur. İşte Hz. Mesih’in haber verdiği bir Faraklit gelmiştir. O da Allah’ın (cc) son elçisi İki Cihan Güneşi Hz. Muhammed (sav)’dir. Yuhanna İncili bab: 14. âyet 15 ve 16 da şöyle deniyor: “Eğer beni seviyorsanız, emirlerimi tutarsınız. Ben Rabb’e yalvaracağım ve O size başka bir tesellici, hakikat ruhunu (Faraklit) verecektir; tâ ki daima sizinle beraber olsun.” Şimdi de sırasıyla şu âyetlere bakalım: “Faraklit, öyle bir Ruhu’l-Kudüs’tür ki, Rabb O’nu benim ismimle (yani peygamber olarak) gönderecektir. O size her şeyi öğretecek ve benim size söylediklerimi de tekrar hatırlatacaktır.” (Yuhanna, Bab: 14, Âyet 26). “Faraklit geldiğinde benim için şahitlik edecektir ve siz de bana şahitlik edersiniz.” (Yuhanna, Bab: 15, Âyet, 26-27). “Ben size hakkı söylüyorum. Benim gitmem sizin için hayırlıdır. Çünkü ben gitmezsem Faraklit size gelmez. Ama ben gidersem O’nu gönderirim.”(Yuhanna, Bab: 16, Âyet, 7). “Faraklit geldiğinde bütün âlemi, hataları sebebiyle kınar ve onları terbiye eder.” (Yuhanna, Bab: 16, Âyet, Cool. İncil’in ilk gelişi İbrânice’dir. Daha sonra Yunanca’ya tercüme edilmiştir. Bizim elimizdeki Arapça tercümeler ise, Yunanca’dan yapılan tercümelerdir. “Faraklit” ismi, Yunanca’ya yapılan ilk tercümelerde geçtiği için, İbranice asıllarında bu kelimenin karşılığı nedir onu bilemiyoruz. Faraklit, Yunanca bu kelimenin Arapça karşılığıdır. Yani ta’rîb yoluyla Arapça’ya girmiştir. Ancak biz sadece bu kelime üzerinde durup meselemizi ona binâ etmeyeceğiz. Belki, İncil’de müjdelenen gelecek nebînin, bütün hususiyetlerini, Efendimiz’de tahakkukunu görmeye çalışacağız. M.F.GÜLEN

*****************

Tevrat Ve İncil Peygamberimizin Nübüvvetine Delildir

Yazar: M. Fethullah Gülen, 00-0-0000
Tevrat Ve İncil Peygamberimizin Nübüvvetine Delildir
Geçmiş peygamberlerle birlikte, geçmiş mukaddes kitaplardan Tevrat ve İncil, Hâtem-i Enbiyânın peygamberliğine birer delil ve şâhiddir. Tahrif edilmiş olmalarına rağmen, Hüseyin Cisrî gibi allâmeler, elimizdeki Tevrat ve İncil nüshalarında, bu mevzû ile alâkalı pek çok işaretler bulmuşlardır. Bunlardan sadece dört tanesini vermekle iktifâ edeceğiz:
1. “Onlar için kardeşleri arasından, senin gibi bir peygamber çıkaracağım ve sözlerimi onun ağzına koyacağım” (Kitab-ı Mukaddes, Tesniye Bâbı, âyet: 18).

“Gerçek, Mûsa demiştir: “Rab size kardeşleriniz arasından benim gibi bir peygamber çıkaracak, her ne söylerse onu dinleyeceksiniz. Ve bütün peygamberler, Semuel (İsmail) ve sıra ile gelenler, hep söylenen bu günleri ilân ettiler” (Rasullerin İşleri, Bâb: 3, âyet: 22).

“... ve Rabbin... Mûsa gibi bir peygamber daha İsrailde çıkarmadı.” (Tesniye, Bâb: 34, âyet: 12).

Kitab-ı Mukaddesin Ahd-i Atik (Tevrat) ve Ahd-i Cedid (İncil) bölümlerinden alınan yukarıdaki âyetlerde:
a) Hz. İbrahimin oğlu Hz. İshakın soyundan gelen İsrail Oğullarına Hz. Mûsanın “kardeşleriniz” şeklindeki hitabı, Hz. İshakın kardeşi Hz. İsmailin soyuna, yani İsmail Oğullarına işarettir. İsmail Oğullarından gelecek olan peygamber ise ancak Hz. Muhammed (sav) olabilir; çünkü İsmail soyundan yalnızca Efendimiz (sav) gelmiştir. Hz. Yûşa ve Hz. İsa, Hz. İsmailden değil, İsrail Oğullarındandır.

b) Hz. Mûsa, “benim gibi” sözüyle Peygamberimizi kasdetmektedir; çünkü, cihad, getirdiği kanun ve hükümler, koyduğu cezalar, cemaati arasında sözünün dinlenir olması.. gibi yirmi kadar hususta Hz. Mûsaya benzeyen, Hz. Yûşa ve İsa değil, Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav)dir.

c) Hz. Mûsa gibi bir nebînin İsrail Oğullarından bir daha çıkmayacağı açıkça ifade olunmaktadır.

d) “Sözlerimi ağzına koyacağım” ifadesi, Efendimizin ümmî olup, okuma-yazması bulunmadığı halde Allahın Kelâmını kolayca hıfzedip insanlara okuyacağına işarettir.

2. “Rab, Sinadan geldi ve onlara Sâirden doğdu; Paran dağlarında parladı ve mukaddeslerin onbinleri içinden geldi. Onlar için sağında ateşli ferman vardı” (Tesniye, Bab: 33, âyet: 2).

a) “Sinadan gelme”, Hz. Mûsaya Tûr-ı Sînada ilâhî hükümlerin verilmesini; “Sâirden doğma”, Hz. İsaya İncilin verilmesini ve “Paran dağlarında parlama” ise, Efendimizin Mekkede çıkacağını ifade eder. Paran, Arapça okunuşuyla Faran, Mekkenin eski isimlerinden olduğu gibi, Kitab-ı Mukaddesin Tekvin Bölümünde de Hz. İsmailin Paran çölünde oturduğu anlatılmaktadır (Bâb: 21, âyet: 21).

b) İçinden gelindiği belirtilen mukaddeslerle, Peygamberimizin her türlü ayıptan uzak bulunan Âline, Ehl-i Beytine ve Ashâbına işaret olunmaktadır.

c) “Sağda ateşli ferman”, İslâm Dininde Cihada işarettir.

3. “Taş, köşenin başı oldu... ve o, gözlerimizde şaşılacak iştir... Allahın melekûtu sizden alınacak ve Onun meyvelerini yetiştirecek bir millete verilecek ve bu taşın üzerine düşen parçalanacak; o da kimin üzerine düşerse onu toz gibi dağıtacaktır” (Matta, Bâb: 21, âyet: 42).

a) Yukarıdaki âyette geçen “köşe taşı” Hz. İsa (as) olamaz; çünkü, Hz. İsa ve getirdikleri altında parçalanma, toz gibi olma meydana gelmemiş, bu Peygamberimizle olmuştur. Zâten, hükmeden Hz. İsa değil, Efendimiz (sav)di; hükmetmek için gelmediğini söyleyen de bizzat Hz. İsa (as)nın kendisidir. (Yuhanna, Bâb: 12, âyet: 47).

b) Buharî ve Müslîmin rivâyetlerinde, Peygamberimiz (sav), kendisinin Peygamberlik binasının köşe taşı olduğunu bizzat ifade etmekte ve dolayısıyle köşe taşı konmakla, yani Peygamberimiz (sav)le Peygamberlik tamamlanmış olmaktadır.

4. “Rab, size başka bir Faraklit verecektir; ta ki, daima sizinle beraber olsun” (Yuhanna, Bâb: 14, âyet: 15).

“... O, size herşeyi öğretecek ve size söylediğim herşeyi hatırınıza getirecektir.” (Yuhanna, bab: 14, ayet: 26).

“... Benim için o şehâdet edecektir...” (Yuhanna, Bâb: 15, âyet: 26).

“... gitmezsem, Faraklit gelmez... ve O geldiği zaman günah, salâh ve hüküm için dünyayı ilzâm edecektir” (Yuhanna, Bâb: 15, âyet: 7-Cool.

Yukardaki âyetlerde Faraklit olarak geçen kelimenin aslı Yunancada Piriklitos olup, Arapça Ahmed kelimesinin karşılığıdır. Ahmed, Efendimiz (sav)in ismi olduğu gibi, Kurân-ı Kerimde de Onun İncilde Ahmed olarak geçtiği açıkça ifade edilir. Ve, burada sayılan bütün vasıflar sadece Efendimiz (sav)de vardır. Kaldı ki, Efendimiz (sav)in geleceğini ve vasıflarını açıkça anlatan pek çok İncil bugün elimizde mevcud değildir.

**************


islamiyet ile hırisiyanlığ'ın karşılaştırılması (tablo)

Terminoloji Hristiyanlık
İslamiyet
Yaşam Sonrası
Hristiyanlar dirilmiş bedenlerinde (1. Kor. 15:50-58) Cennette Rab ile birlikte olacaklar (Filipililer 1:21-24), Hristiyan olmayanlar Cehenneme sonsuza dek atılacaklar (Matta25:46).
Ölüm sonrası yaşam vardır (75:12), Cennet sadık Müslümanlar için ideal yaşam yeri olacaktır (29:64), diğerleri ise Cehenneme gidecekler.
Melekler
Yaratılmış varlıklardır, insan değildirler, bazıları günaha düştü ve kötülükle doldular. Çok güçlüdürler. Günaha düşmemiş melekler Tanrı’nın isteğini yerine getirirler. (İbraniler 1:14)
Özgür iradeye sahip olmayan, Tanrı’ya hizmet etmek için yaratılmış varlıklardır. Melekler ışıktan yaratıldılar.
Kefaret
Günahkar Mesih’in çarmıhtaki işine iman ettiğinde (Rom. 5:1),, Mesih’in çarmıhta Kendini kurban vermesi (1. Pet.2:24), Kendi kanını bizim günahlarımız için dökmesi, Tanrı’nın gazabını (1 Yuhanna 2:2) {Cehennemle sonuçlanacak olan} (Yuhanna 1:12), bizden uzaklaştırmasına neden oldu.
Günahkarın içten tövbesi ve günahın itirafının dışında İslamiyette kefaret yoktur.
Kutsal Kitap
Orijinal el yazmalarında Tanrı Sözü esinlenmiştir ve hatasızdır (2. Tim.3:16).
Peygamberlerin sözleri önemlidir fakat Kutsal Kitap yüzyıllar içinde bozulmuştur ve şu ana dek tek doğru olan Kuran’dır.
Çarmıh
İsa dünyanın günahları için kefaret ödedi. Kişiyi Tanrı’nın gazabından kurtaracak tek şey, Mesih’in o kişinin yerine çarmıhta kurban olarak ölmesidir (1. Pet. 2:24).
İsa çarmıhta ölmedi. Tersine, Tanrı Yahuda’yı İsa gibi görünmesini sağladı ve İsa’nın yerine o çarmıha gerildi.
Şeytan
Tanrı’ya her yolla karşı gelen günaha düşmüş bir melektir. İnsanlığı da yok etmeyi amaçlar (Yeşaya 14:12-15; Hezek. 28:13-15).
İblis, günaha düşmüş bir cin. Cinler melekler veya insanlar değildir. Özgür iradeleri olan yaratılmış varlıklardır. Cinler ateşten yaratılmışlardır, (2:268; 114:1-6).
Tanrı
Üç kişilikten oluşan tek Tanrı: Baba, Oğul ve Kutsal Ruh. Üçlübirlik üç tanrıdan oluşan tek Tanrı veya tek kişinin üç şekilde görünmesi değildir. Üçlübirlikçilik, tek Tanrıcıdır (monoteisttir). Varolmuş tek Tanrı dışında hiçbir Tanrı yoktur ve herşeyin hakimidir.
Tanrı Allah olarak bilinir. Allah’ın tek kişiliği vardır. Varolan başka Tanrı yoktur. Evrenin yaratıcısı (3:191) ve herşeye hakimdir (6:61-62).
Cennet
Tanrı’nın bulunduğu yer. Tanrı’nın lütfuyla kurtulmuş olan Hristiyanların sonuçta gidecekleri yerdir. Cennet Tanrı’nın olduğu yer olduğu için Cennettir ve sonsuza dek Tanrı’yla ilişkilerinde sevinç duyacaklardır.
Müslümanlar için Cennet hayaledilemeyecek derecede mutluluk yeri (32:17), yemeklerin ve ağaçların olduğu (13:35;15:45-48), sadık Müslümanların arzularının karşılandığı yerdir (3:133; 9:38; 13:35; 39:34; 43:71; 53:13-15).
Cehennem
Tanrı’nın huzurunun bulunmadığı, ateşle işkence edilen bir yerdir. Cehennem’den kaçış yoktur (Matta25:46).
Cehennem sonsuza dek imanlarının ve işlerinin yetersiz kaldığı kişiler (14:17; 25:65; 104:6-7) ile Müslüman olmayanların (3:131), ateşte (104:6-7), cezanın ve işkencenin çekildiği bir yerdir.
Kutsal Ruh
Üçlübirliğin üçüncü kişisidir. Kutsal Ruh tamamen Tanrı’dır.
Muhammed’e Kuran’ın sözlerini ulaştıran başmelek Cebrail’dir.
İsa
Üçlübirliğin ikinci kişisidir. Beden almış Söz’dür (Yuhanna 1:1, 14). Hem Tanrı hem İnsan’dır (Kol. 2:9).
Muhammed’ten sonraki, çok büyük bir peygamberdir. İsa Tanrı’nın oğlu değildir (9:30) ve kesinlikle Tanrısallığı yoktur (5:17, 75) ve çarmıha gerilmedi (4:157).
Yargı Günü (Mahşer)
Tanrı’nın herkesi yargılayışı, Diriliş gününde olacaktır (Yuhanna 12;48). Hristiyanlar Cennete gidecektir. Geri kalan herkes Cehenneme gidecektir (Matta 25:46).
Tanrı’nın herkesi yargılayacağı diriliş gününde olacaktır. Müslümanlar Cennete gidecekler. Geri kalan herkes Cehenneme gidecektir (10:26; 34:37). Yargı kişinin iyi işlerine göre yapılacaktır (14:47-52; 45:21-22).
Kuran
Muhammed kendisi yapmıştır. Esinlenmemiştir veya Kutsal Yazı değildir. Orijinallerinden bugüne doğru geldiği kanıtlayacak deliller yoktur.
Muhammed’e 23 yıl boyunca Tanrı tüm insanlık için son esinini, Cebrail aracılığıyla verdi. Hatasızdır ve Allah tarafından hatalardan korunmuştur.
İnsan
Tanrı’nın benzerliğinde yaratıldı. (Yar. 1:26). Bu Tanrı’nın bedeni olduğu anlamına gelmez, fakat bu insanın Tanrı’nın yeteneklerine sahip olduğu anlamına gelir (neden arama, iman, sevgi, vs.)
Tanrı’nın benzerliğinde yaratılmadı (42:11). Dünyanın toprağından yaratıldı (23:12) ve Allah insana yaşam yaşam üfledi (32:9; 15:29).
Muhammed
İslamiyet dinini başlatan, Tanrı’dan esin almayan, Mekke’de 570 yılında doğdu.
Allah’ın en son ve en büyük peygamberidir. Kuran da bütün esinlenmiş kitapların en büyüğüdür.
Orijinal Günah
Bu terim, Adem’in günahının soyuna geçişini anlatmak için kullanılır (Rom. 5:12-23). Özellikle, günahlı bir doğaya sahip olmamızın nedeni, onu Adem’den miras almamızdır. Günahlı doğa Adem’den kaynaklandı ve aileden çocuklarına geçmeye başladı. Bizler doğal olarak Tanrı’nın gazabının çocuklarıyız (Efes.. 2:3). Orijinal günah yoktur. Tanrı’ya isyan edene dek herkes günahsızdır. İnsanların günahkar doğası yoktur.
Diriliş
Hristiyan olmayanlar yıkım {ölüme}, Hristiyanlarda sonsuz yaşam için herkes bedensel olarak dirilecektir. (1. Kor. 15:50-58).
Bazıları Cennete, bazıları da Cehenneme gitmek üzere bedensel diriliş vardır. (3:77; 15:25;75:36-40; 22:6).
Kurtuluş
Mesih’e ve O’nun çarmıhtaki kurban oluşuna güvenen herkese Tanrı’nın karşılıksız bir armağanıdır (Efes. 2:8-9) O bizim aracımızdır (1. Tim. 2:5). Kurtuluşu kazanmak için iyi işlerimiz yetersizdir ve Tanrı’nın huzurunda kabul edilmez (Yeşaya 64:6).
Günahların bağışlanması, herhangi bir aracı olmaksızın Allah’ın lütfuyla alınır. Müslüman Allah’ın varlığına, İslamiyetin temel öğretişlerine, Muhammed’in Allah’ın peygamberi olduğuna ve Allah’ın Kuran’daki emirlerine inanmalıdır.
Tanrı’nın Oğlu
Bu terim İsa’nın fiziksel anlamdaki Tanrı’nın Oğlu değil ruhsal anlamda İsa’nın Tanrısallığını anlatmak için kullanılır (Yuhanna 5:18).
Allah’nın Oğlu terimi İsa’nın fiziksel oğlu olduğu anlamına gelir. Bundan dolayı, İsa Allah’ın Oğlu olamaz.
Söz
"Başlangıçta Söz vardı. Söz Tanrı’yla birlikteydi ve Söz Tanrı’ydı...ve Söz insan olup aramızda yaşadı..." (Yuhanna 1:1, 14).
Allah varetme emri, İsa’nın Meryem’in rahminde şekil alması ve yaratılmasına neden oldu.
.
*************

Günümüz Batı Dünyasında Bilim Ve Din
Dr. Selim AYDIN

Hakiki mânâda ilim ve din, tarih boyunca kendi güzelliklerini insanlığa sunmuşlardır. Ne var ki, bir hakikatin iki yüzü olan ilim ve dini bazıları, birbirine zıt göstererek güzelliklerini zaman zaman ört bas etmişlerdir. Tahrif edilmiş dinlerin bazı mensupları da, çeşitli sebeplerle zaman zaman bilime ters düşmüşlerdir. 18. asırdan önce doğuda, batıda bilim dînî bir faaliyet olarak görüldüğünden, bilim ve din adamı şeklinde çok kesin bir ayırım yoktu. Bölünmeler, genelde dindar-dinsiz, âlim-filozof şeklindeydi. “Bilim”e dönüştürülmemiş ilim, Yaratıcı’nın yeryüzü ve gökyüzündeki ayetlerini okuyup anlayarak sanattan Sanatkâr’a giden yolu da temsil ediyordu. 13. asırda Avrupalılar İslâm kaynakları vasıtasıyla Yunan bilimini yeniden keşfettiklerinde, dönemin ilahiyatçılarından Robert Grosseteste, hem Lincoln başpapazı hem de Oxford Üniversitesi’nin ilk rektörüydü. Galileo ve Newton, yaptıkları ilmî çalışmaları, Yaratıcı’nın varlığını göstermek amacıyla kullanmalarından aldıkları ruhanî hazzı hiç birşeyden elde edemediklerini yazmışlardı. Ne var ki, batıda tahrif edilmiş Hristiyanlığı temsil eden kilisenin otoriter uygulamaları ve ortaya çıkan ilim ve kilise uyuşmazlığı batıda Aydınlanma çağı ile zirveye çıkmış, bilim ve din birbirinden ayrılmış ve toplumda bilim adamları ve din adamları şeklinde birbirine düşman yeni sınıflar oluşmuştur. 18. asırdan itibaren de ilim ve din birbirine zıt yapılanma sürecine girmiştir. Bu süreçte ilim “bilim” olmuş ve din de maddî dünyadan koparılıp sembolik bir değer halinde vicdanlara hapsedilmiştir. Batıda 18. asrın sonlarından itibaren Hristiyanlık yeniden formüle edilerek, insanî değerlerin sembolik ifadeleri olarak ele alınmış ve maddî dünyadan koparılmıştı. Buna paralel olarak da ahlâkî ve ruhî bilgi kümelerinden uzaklaşan bilim, kendini nesnel dünya ile sınırladı. 19. ve 20. asırda batıda ve batılılaşma sürecine giren toplumlarda birbirine düşmanca tavır içinde olan bilim ve din adamları toplumun genel karakteristiğini oluşturmuştu.

20. asra gelindiğinde mekanik fiziğin yıkılıp, atom fiziğinin ön plâna çıkmasıyla bilim ve dinin uyuşamaz oldukları düşüncesinin yanlışlığı gözler önüne serildi. Charles Townes (laser ve maser’in gelişimine katkılarından dolayı fizik dalında 1964 yılı Nobel ödülünü almış kişi) Partikül fizikçisi Carl York ve uzay-zaman konusunda dünyanın sayılı uzmanlarından George Ellis, bilim ve dinin birbiriyle uyuşamaz olduğu düşüncesinin yanlışlığına inanan birinci sınıf bilim adamlarıdır. George Ellis, fizikteki son ilerlemelerin, Allah’ın varlığına en sağlam delil oluşturduğuna inanmaktadır. O, fizikteki temel sabiteler hakkındaki bilgilerimizin, bir plânlayıcı ve organize edicinin varlığına en sağlam delil olduğuna inanır. Çünkü modern fiziğe göre tabiattaki temel sabitelerin çoğu (proton-nötron kütle farkı gibi) son derece sağlam değerlerdir. Eğer bu değerler çok az oranda farklılaşsaydı, dünyamızda biyolojik zenginliğin ortaya çıkması imkânsız hale gelirdi. George Ellis’e göre kâinatın ve tabiatın kuruluşundaki “gayelilik”, açıkça bir gayeye yönelik olarak çalışan bir Plânlayıcıyı göstermektedir. Hayatta sadece nesnel bilgiler yeterli olmamakta ve ahlâkî değerlere ihtiyaç duyulmaktadır. Genişleyen kâinatın izafiliğini tahmin etmeyi ciddiye alan ilk fizikçi Georges Lamitrie hem fizikçi hem de ilahiyatçıdır. Fizikle uğraşan yukarıdaki bilim adamları, fiziğin ve imanın birbiriyle uyuşamaz olduğu düşüncesini çürütmüş yaşayan örneklerdir.

20. asrın ikinci yarısından itibaren batı toplumlarında bilim ve dini birbiriyle diyalog sürecine sokan gelişmeler artarak devam etmektedir. Son yıllarda bilim ve dini birlikte ele alıp değerlendiren bilim adamları ve ilahiyatçılardan oluşan bu topluluklar, ABD toplumunda değişik isimler altında organize olmaktadır. Böyle bir topluluğun 1950’li yıllarda ABD’de kurduğu ilk merkez, Şikago Bilim ve Din Merkezi’dir. Bu merkezin aynı şehirdeki bir diğer kardeş kuruluşu da, Bilim Çağında Din Üzerine Enstitü (The Institute on Religion in an age of Science (IRAS)) isimli bir kuruluştur. Bu iki kuruluş, bilim ve din konusunda İngilizce süreli tek akademik yayın olan “Zygon; Journal of Religion and Science” isimli dergiyi ortaklaşa çıkarmaktadırlar. IRAS tarafından düzenlenen konferansların konuları Bilim ve Dinde Gerçeklik ve Doğruluk; Termodinamik, Entropi ve Değer Hükümleri gibi mevzulardan oluşmaktadır.

Amerikanın Berkeley şehrinde bulunan Kalifornia Üniversitesi kampüsünde 1981 yılında bu merkezlere, İlahiyat ve Tabiî Bilimler Merkezi (Center for Theology and The Natural Sciences- CTNS) isimli bir yenisi daha eklendi. Merkezin kurucusu Robert Russell, fizik ve ilahiyat dalında uzmanlık yapmış birisidir. Birbirine zıt gibi görünen bu iki ayrı dalda kariyer yapmış Robert Russell, bilim ve dini birbirine zıt gören pek çok kimse için, kafa karıştırıcı bir örnek iken, ilmî düşünce ile dinî inançları birbirini tamamlayan bir bütünün parçaları olarak gören dindar bilim adamları ve ilahiyatçılar için ise güçlü bir dayanaktır. Robert Russeli, merkezin kuruluş gayesini şu şekilde özetlemektedir:

“Bizler, bilim ve dinin savaş halinde olduğuna inanan bir kültür içinde yetiştirildik. Toplumun iki parçası olan bilim topluluğu ile dinî toplulukları biraraya getirip, birbirlerinin güzelliklerini kendi aralarında değiş tokuş yapmalarını sağlayarak fert ve toplum plânında yeni bir armoninin oluşmasına katkıda bulunmak en büyük gayemiz. Ayrıca, günümüzde hızla yayılan disiplinlerarası yaklaşımların ve kurumlaşmaların müşahhas örneğini uluslararası boyutta bilim ve din için göstermek istiyoruz.”

Russell böyle bir merkezin kurulmasına yol açan gelişmeleri de şöyle özetlemektedir:

“Fizik dalında 1970’li yıllarda Kalifornia Üniversitesi’nde yüksek lisans yapıyordum. Tez danışmanım bana dinî inançlarımı bıraktığım takdirde birinci sınıf bilim adamı olmaya namzet bir kişi olacağımı sürekli söylemekteydi. Bu düşünceler bende aksine dine daha derinden yönelme arzusu uyandırdı. Aynı üniversitenin ilahiyat dalında yüksek lisansa başladım. 1978 yılında Kalifornia Üniversitesinden Fizik dalında doktora derecemi aldım. İlahiyatta yüksek lisans yaptığım için de Birleştirilmiş Kiliseye yetkili olarak atandım. İngiliz Biyolog Arthur Peacocke tarafından kurulan Dindar Bilim Adamları Cemiyeti’ne de üye seçildim. Bu cemiyete pozitif bilim dallarında akademik kariyer yapmış ve aynı zamanda dine ilgi duyan ve dinî eğitim almış kişiler üye olabilmekteydi. Carleton Kolejinde birkaç yıl fizik öğrettikten sonra hayatımda bütünleştirdiğim bilim ve din gerçeğini daha kalıcı hale getirmek için kurumlaştırmaya karar verdim. Çünkü çevremde pek çok kimse ilmî ve dinî olan pek çok şeyin iç içe olduğunu görüyordu ama, bunu bir türlü gündeme getiremiyorlardı. Niyetim, bu insanlara tercüman olmak ve bu düşüncelerin yeşermesini sağlamaktı, içimi dolduran bu arzu, daha sonra “bilim dine düşmandır, din de bilime kapalıdır” şeklindeki yaygın anlayışın yanlışlığını ortaya koymaya dönüştü. Sonunda düşüncelerim ve arzularım bu merkezi ortaya çıkardı.”

Kalifornia’daki İlahiyat ve Tabiî Bilimler Merkezi, Vatikan Gözlemevi ile birlikte her yıl, iki defa olmak üzere ortak konferans düzenlemektedir. Konferansların konusu, “Dünyada Yaratıcı’nın İcraatları” üzerine olup, konuşmacılar, bilim adamlarından, ilahiyatçılardan ve filozoflardan seçilmekte, bilimin dine bakan yönleri ve bilim ve dinin etkileştiği konular müzakere edilmektedir. Meselâ, 1993 yılındaki konferansın konusu, Kaos ve Komplekslilik üzerineydi. 1991 yılında Kuantum Kozmolojisi ve Tabiatın Kanunları üzerinde durulmuştu. Bu akademik faaliyetlerin yanında merkez, halka yönelik olarak seri konferanslar düzenlemekte, dinî kurum ve kuruluşlarda veya bilim kurumlarında çalışan kişileri her iki alanda bilgi sahibi yapmak ve bilim-din ahengini göstermek için seminerler ve yaz okulları tertip etmektedir. Merkez, akademik seviyede üç ayda bir yayınlanan bir mecmua ile aylık haber bülteni çıkarmaktadır. Bu merkezin üyesi olan Astrofizikçi ve papaz William Stoeger (halen Vatikan Gözlemevinde çalışmaktadır) bilim olarak yaptığımız şeyin, hakikatte, Yaratıcı’nın tabiatta nasıl icraatta bulunduğunu anlamaya çalışmak olduğunu söyler. Bilimin başarılarının kâinatta nizam ve mizanla icraatını sergileyen Yaratıcı’nın fiillerini anlayabilme derecemizle doğru orantılı olduğunu belirtir.

Bilimle dinin etkileşmesini hızlandıran bulgular sadece fizikten gelmemekte, biyolojik bilimler, özellikle genetik, dinî ve ahlâkî boyutu olan mes’eleleri uygulamaya koymaktadır. Bu noktadan merkez, ABD’nin Milli Sağlık Enstitüsü(NIH) tarafından finanse edilen üç yıllık bir projeyi ele almış ve yürütmektedir. Projenin konusu, insanın gen haritasını ortaya çıkarma çalışmalarının (insan kromozomlarında genleri deşifre etme) dinî ve ahlâkî yansımalarının neler olabileceği üzerinedir. Projede genetik konusunda uzman bilim adamları, ilahiyatçılar ve pedagoglar görev almaktadır. Projenin hedefleri, aşağıdaki hususları aydınlığa kavuşturmaktır:

1- Genetikle alâkalı problemlerin ve konuların ne olup olmadığını dinî kurumlara ve cemaatlere anlatma stratejileri geliştirme.

2-Dindar kimselerin kendilerine danışmaya gelen kişilere, dinin muhtevasına sadık kalarak, bütünlüğünü ve anlamını bozmadan ilmî meseleleri nasıl anlatacaklarını öğretmek. Çünkü dinî metinlerde ilmin husûsî konulan karşısında pratikte nasıl yapsa bir tavır alınacağı çok net belirtilmediği için bunların acilen uygun şekilde tefsir edilmesi gerekmektedir. Zira bilimin ürünleri giderek artan miktarlarda hayatımızda kullanım alanı bulmaktadır.

3-“Cüzî iradeyi ve şuuru genetik bilgi ve program” içinde nereye yerleştireceğiz gibi soruların açıklığa kavuşturulması.

4- Bir grup biyolog tarafından benimsenen, “insan, DNA tarafından kodlanmış biyolojik makineden(genlerden) başka bir şey değildir, düşüncesine karşılık insanın sağlıklı veya hasta olacağının genetik bilgi ile çevrenin karşılıklı etkileşiminin neticesinde belirlendiği görüşünü birlikte sorgulama. İç ve dış çevre faktörlerini hesaba katmadan tek başına genetik bilgi ve programın belirleyici olamayacağı biyologlar arasında hâkim görüş olmasına rağmen, projeyi yürüten ekibin başkanı Peters, bu iki boyutlu yaklaşımın da eksik olduğuna inanmaktadır. O, insanı ortaya çıkaran ve durumunu sürekli belirleyen üç unsurun olduğuna ve bunların sürekli birbirleriyle etkileştiklerine inanmaktadır. Bunlar, genetik bilgimiz, iç ve dış çevre ile, irade melekemizdir. Herşeye rağmen kararlarımızı veren genler değil, bizdeki ruhun fonksiyonu olan iradedir. Cüzî irade sadece genlerin ve çevrenin etkileşiminin bir sonucu mudur? İşte bu noktada dinin tanımları ve açıklamaları biliminki ile birlikte ele alınmalıdır ki, sağlıklı stratejiler geliştirilebilsin. Dolayısıyla, sorumluluk hissiyle birlikte cüzî iradenin anlaşılması çok önemli olmaktadır. İnsanoğlu sadece programlanmış bir makine ise ve bizim hasta veya sağlıklı olacağımız sadece genlere bağlı ise, sorumluluk duygusunu nereye koyacağız?

Peters’a göre, bütün bu soruların sağlıklı çözümü iki ön şartın yerine getirilmesine bağlıdır. Birincisi, İlahiyatçıların bilimi ve onun verilerini, ürünlerini ciddiye alıp, doğru şekilde değerlendirebilmeyi öğrenmeleri. İkincisi, aynı şekilde bilim adamları da dine ve onun meselelerine soğuk durmayı bırakmalı ve dini anlamaya çalışmalı, dinin prensiplerini ilmin ışığında nasıl hayata geçirebilecekleri konusunda düşünmelidirler. Bu iki şartın batıda gerçekleşmeye başladığı yönünde önemli işaretler var. Bütün dünyada genel kamuoyu ve akademik çevrelerde eline duyulan ilgi giderek artmaktadır. Tabiî Bilimler ve İlahiyat Merkezinin yönetim kurulu başkanı ve Kalifornia’da Hristiyan felsefesi doçenti olan Nancey Murphy, bu konuda şu hatıratını nakletmektedir:“1992 yılında Berkeley’de Kalifornia Üniversitesinde, Fizikçi Paul Davies ve Roger Penrose ile birlikte bilim ve dinin etkileşimini tartışmak üzere bir panele katıldım. Yaklaşık 2000 kişi bu paneli kesintisiz izledi. 20 yıl önce doktora yaparken böyle toplantıların düzenlenebilmesi ve bu kadar dinleyici bulması imkânsızdı ve bu bilime ihanet olarak görülürdü. Yine aynı şekilde Bilimin ilerlemesi için Amerikan Cemiyetinin (American Association for Advancement of Science- (AAAS) 1993 yılı toplantısında birkaç oturum bilim ve dinin etkileşimine ayrılmıştı. En fazla ilgiyi de bu oturumlar görmüştü. Hatta ilgiyle izlenen bu oturumlar karşısında bazı bitim adamları rahatsız olmuşlar ve dinin ülkenin böyle geniş katılımlı bir bilimsel toplantısında ne işi olduğunu mırıldanmaya başlamışlardı. Ayrıca birçok arkadaşımın ve benim gözlemlerim, son yıllarda bilim adamlarından dine ilgi duyanlarının sayısının giderek arttığıdır.”

Bu tür faaliyetler özellikle bilime ters düşmüş, tahrif edilmiş bir dinin temsilcisi (Hristiyanlık)olan bu insanlar için ayrı bir öneme sahiptir. Bizim dinimiz, değil bilime ters düşmek aksine her zaman ilmi ve ilmî düşünceyi desteklemiş ve herşeyin netice itibariyle ilme bağlı olduğu hakikati üzerinde sürekli durmuştur. Ama ne var ki, son iki-üç asırdır batının tesiri altında kalan aydınımız Hristiyanlık için kurulan darağacında İslâm’ı mahkûm etme yanlışlığına düşmüşlerdir. Burada bahsedilenler, insanlığa tekrar bilim ve dinin birlikteliğini göstermek için batıda yapılan faaliyetlerden bir demettir. Benzeri faaliyetler, 5-6 asırdır bilimi terketmiş ve aydını dine küsmüş İslâm dünyası için de söz konusu olup bizim dünyamızda da çözülmeler başlamıştır. Aydınımız kendi dinlerine dönmeye başlamışlardır. Tahrif edilmiş bir dinin mensubu insanların faaliyetleri bu kadar ilgi görüyorsa, elinde Kur’an gibi ebedî bir hakikati taşıyan bizlerin bu konuda yapacağı faaliyetlerin neticelerinin ne olacağını siz düşünün! Bizler iki kere iki dört eder derecesinde inanıyoruz ki, 21. asırda bütün insanlık ilimlerin diliyle ve işaretleriyle dine yönelecek, bu yöneliş ilmin ışığında ve onun nimetleriyle olacağı için önceki asırlardan çok farklı ve daha muhteşem olacaktır. Bu noktada bize düşen târihî görev ise, bu olumlu değişim ve dönüşümü hızlandıracak faaliyetlerde bulunarak, kaderin yoluna su serpmek olmalıdır.

KAYNAK:

-Wertheim M..,(1994). Science and Reigion: Bluring the baundaries. OMNI vol. 17(1) October-1994. USA. sh:37-43
*****************


En son @bdulKadir tarafından Perş. Tem. 22, 2010 8:09 am tarihinde değiştirildi, toplamda 2 kere değiştirildi
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://kutluforum.yetkinforum.com
@bdulKadir
Adminstratör
@bdulKadir


Mesaj Sayısı : 6736
Rep Gücü : 10015190
Rep Puanı : 97
Kayıt tarihi : 17/03/09
Yaş : 61
Nerden : İzmir

Hristiyana İslamı Nasıl Anlatabiliriz? Empty
MesajKonu: Geri: Hristiyana İslamı Nasıl Anlatabiliriz?   Hristiyana İslamı Nasıl Anlatabiliriz? Icon_minitimePerş. Tem. 22, 2010 7:49 am


Kuran'a göre Kitab'ı Mukaddes te tahrif var mı?


Kur·ân·da Yeralan Yahudiler ve Hristiyanlar İle İlgili Suçlamalar ·Tahrif· İle İlgili Değildir “Onlardan bir grup var ki, Kitâbda olmayan bir şeyi, siz Kitâbdan sanasınız diye dillerini Kitab’a eğip büker

(uydurdukları sözleri, vahiymiş gibi göstermek için kelimeleri dillerinde bükerek okur, onları, kitâbın sözlerine benzetmeğe çalışır)lar ve: ‘O Allah katındandır.’ derler. Oysa o, Allah katından değildir. Bile bile Allah’a karşı yalan söylerler.” (Al-i İmrân 3:78)

Bu bölümde Kur’ân-ı Kerîm’in Yahudi ve Hristiyanların Kutsal Kitabı ile ilgili eleştiri ayetlerine bakacağız. Şu bir gerçek ki, Kur’ân’da bu ayetler incelenirse, Tevrât’ın ve İncîl’in değiştirildiği ile ilgili değil, ona inanan insanların sadece yaptığı hatalarla ilgili olduğu anlaşılır.

Gizlemek ve “tahrif etmek” aynı şey değildir. Unutmak ve “tahrif etmek” aynı şey değildir. Bilmemek ve “tahrif etmek” aynı şey değildir. İnanmamak ve “tahrif etmek” aynı şey değildir. İnkâr etmek ve “tahrif etmek” aynı şey değildir. İnsanları Tanrı’nın yolundan çevirmek ve “tahrif etmek” aynı şey değildir. Yanlış aktarmak ve “tahrif etmek” aynı şey değildir. Yanlış yorumlamak ve “tahrif etmek” aynı şey değildir.

Birçok kişi, Kur’ân-ı Kerîmi yanlış aktararak, Kutsal Kitab’ın değiştirildiğni ispat etmeye çalışıyor. Aslında Kur’ân-ı Kerîm tam tersini öğretmektedir.

“Allah’ın kelimeleri değişmez. İşte bu, büyük kurtuluştur.” (Yûnus 10:64)

Kur’ân’da bulunan bu suçlamalar Tevrât ve İncîl’in kendisiyle, yani metinle ilgili değil, bu kitaplara “sözde inanan” kişilerin yaptıkları yorumlarla ve işlerle ilgilidir. Eğer insanlar bu hatayı yapıyorlarsa bunun faturasını Tanrı’nın sözlerine çıkarmamak lazım. Tanrı bir emir verir de insanlar buna uymaz veya yanlış uygularlarsa bu Tanrı’nın sözünün yanlışlığını göstermez. Yani bu suçlamalar Kutsal Kitaba değildir, bu kişilere yöneliktir. Mesela bir Müslüman Kur’ân’a aykırı birşey yaparsa, biz de o kişinin yaptıklarına, sözlerine bakarak Kur’ân tahrif edilmiştir diyebilir miyiz? Bu kabul edilir bir tavır olamaz. Çünkü mantık çift taraflı çalışır. O zaman Kur’ân-ı Kerîm’in Yahudi ve Hristiyanların Kutsal Kitapları ile ilgili eleştirilerine yeniden bakalım:

A. Bazı Yahudiler ve Hristiyanlar Kitab-ı Mukaddes’in ayetlerini gizliyorlardı. Arapça’da “karama” en çok kullanılan eylem olan gizlemek demektir. Bu Kutsal Kitab’ın metinlerinin “tahrif”i ile ilgili bi şey değildir.

Bakara 2:42.......gerçeği bâtılla bulayıp hakkı gizlemeyin.
Bakara 2:159......belirttikten sonra- gizleyenler (var ya)
Bakara 2:174......indirdiği Kitabdan bir şey gizleyip...
Al-i İmrân 3:71...niçin...bile bile gerçeği gizliyorsunuz?
Mâide 5:15........gizlediğiniz şeylerin çoğunu size açıklıyor...
Mâide 5:61........Allah onların gizlediklerini daha iyi bilir.
En’âm 6:91........parça parça kağıtlar...çoğunu da gizliyorsunuz.


“Ben dünyada misafirim; Emirlerini benden gizleme.” (Mezmur 119:19)
“Sözünüzü ister gizleyin, ister onu açığa vurun (farketmez) çünkü O, göğüslerin özünü bilir. Allah yarattığını bilmez mi? O lâtiftir (bilgisi her şeyin içine geçen, herşeyi) haber alandır. (Mülk 67:13-14)
“Hiç kimse kandil yakıp bunu bir kapla örtmez, ya da yatağın altına koymaz. Tersine, içeri girenler ışığı görsünler diye onu kandilliğe koyar. Çünkü açığa çıkarılmayacak gizli hiçbirşey yok; bilinmeyecek, aydınlığa çıkmayacak saklı hiçbirşey yoktur. Bunun için, nasıl dinlediğinize dikkat edin.” (Luka 8:16-18)


B. Bazı Yahudiler ve Hristiyanlar Kitab-ı Mukaddes’in ayetlerini bir kaç para karşılığında satıyorlardı. Arapça’da “iştara” ucuz satmak anlamına geliyor.

Bakara 2:41.......benim âyetlerimi birkaç paraya satmayın...
Bakara 2:79.......Kitâbı elleriyle yazıp, az bir paraya satmak...
Bakara 2:174......Kitâbdan...onu birkaç paraya satanlar var ya...
Al-i İmrân 3:187..attılar ve ona karşılık birkaç para aldılar.
Nisâ 4:44.........Sapıklığı satın alıyorlar...
Mâide 5:44........ve benim âyetlerimi az bir paraya satmayın!
Tevbe 9:9.........Allah’ın âyetlerini az bir paraya sattılar...

Prof. Dr. Süleyman Ateş’in Bakara 2:79’üncü ayet üzerindeki tefsiri şöyle: “Burada Yahudilerin, elleriyle yazdıkları Kitâp, Tevrât değil, onun ayetleri üzerinde yaptıkları tefsirler, şehler, Tevrât âyetlerini arzuları doğrultusunda yorumlayarak meydana getirdikleri ahkâm kitâplarıdır. Yani Tevrât’ın tefsiri - ki, Talmud en meşhurdur - ve Mişhnâ gibi fıkıh kitaplarıdır. Özetle Bakara Süresinin 79’ncu ayetinde geçen kitâp, Tevrât’ın kendisi değil, ona yazılan şerlerdir. Cenabı Hak, Musâ’ya vahyedilen Tevrât’ın dışında, insanların kendi elleriyle yazdıkları kitapların, Allah’ın sözü olmadığını vurgulamaktadır. Tevrât kendisine gelince Kur’ân-ı Kerim, indiği sırada Yahudilerin ellerinde bulunan Tevrât’ın Hakk’ın Kitâbı olduğunu söylemekte, onu doğrulayıcı olarak indiğini belirtmektedir. “1

Gerçekçi olarak düşünmemiz lazım ki, gerçek mü’minler asla Tanrı’nın sözünü satamazlar. Ogüstin bu konuda şöyle demişti: “İncîl, onu açıklayanların geçim kaynağıymış gibi satılacak bir meta değildir. Aksi halde büyük bir değer, yok pahasına satılmış olur. Halktan gerekli yardımı görsünler, ama kahyalıklarının karşılığını Tanrı’dan alsınlar. Halka İncîl’i tanıtarak hizmet edip, bu hizmeti Tanrı uğruna yapanların ücretini ödemek halka düşmez. Bu kimseler hakkettiklerini Tanrı’dan bekler ve Tanrı onlara salameti bağışlar.”2 Kitab-ı Mukaddes’te aynı konuda şunu diyor:

____________________
1. Ateş, Yeniden İslâma I, ss. 32-34.
2. İannitto, Kilise Babalarından, ss. 484-485; Ogüstin, Çobanlar Üstüne Vaaz, 46,5. “Senin şehadetlerinin yolunda her zenginlik benim imiş gibi ferahlandım. Bana senin ağzının şeriati binlerce altından ve gümüşten iyidir. Bunun için senin emirlerini altından, ve saf altından daha çok severim. (Mezmur 119:14, 72 & 128)
“Biz birçokları gibi, Tanrı sözünü ticaret aracı yapanlar değiliz. Tanrı’dan gönderilen ve Mesih’e ait olan kişiler olarak Tanrı’nın önünde içtenlikle konuşuyoruz.” (2 Korintliler 2:17)

C. Bazı Yahudiler ve Hristiyanlar Kutsal Kitab’ın bir bölümünü unutuyorlardı. Arapça’da “nasa” unutmak anlamına geliyor, ama bu Kutsal Kitap metinlerinin “tahrif”i ile ilgili bir şey diğildir.

Mâide 5:13-14.....Uyarıldıkları şeyden pay almayı unuttular.

“Kanunlarından zevk alırım; Sözünü unutmam. Kötülerin ipleri beni sardı; Fakat senin şeriatini unutmadım. Vesayanı ebediyen unutmam; çünkü onlarla beni dirilttin. Canım daima avucumdadır; Fakat senin şeriatini unutmuyorum. Senin sözün çok saftır; ve kulun onu sever. Küçüğüm ben, ve hakirim; Fakat vesayanı unutmuyorum. Düşkünlüğüme bak, ve beni kurtar; Çünkü senin şeriatini unutmuyorum. Kaybolmuş koyun gibi yoldan saptım; kulunu ara; Çünkü emirlerini unutmuyorum. (Mezmur 119:16, 61, 93, 109, 140-141, 153 & 176)

Hatırlayalım ki, “hepsi bir değildir.” (Al-i İmrân 3:113) Her zaman Tanrı’nın gerçek mü’minleri vardır. Mü’minler Tanrı’nın sözünü asla unutmazlar. Tanrı’nın sözü onların yanında bulunur.

“Allah’tan korkanlar, kendilerine şeytandan gelen vesvese dokunduğu zaman (Allah’ın emir ve yasaklarını) hatırlarlar, hemen (gerçeği) görürler.” (A’râf 7:201)

D. Bazı Yahudiler ve Hristiyanlar Kutsal Kitab’ı bilmezler; sadece hayal ve kuruntu bilirler. Yine bu Kutsal Kitab’ın metinlerinin “tahrif”i ile ilgili bir şey değildir.

Bakara 2:78......içinde de ümmîler var ki, Kitabı bilmezler
Al-i İmrân 3:66..ama hiç bilginiz olmayan şey hakkında neden tartışıyorsunuz?
En’âm 6:91.......bilmediği şeylerin size öğretildiği Kitâbı kim indirdi?
“Sizler ise kutsal Olan tarafından meshedildiniz; hepiniz bilgilisiniz. Gerçeği bilmediğinizden değil, ama gerçeği ve hiçbir yalanın gerçekle ilgisi olmadığını bildiğinizden ötürü size yazdım. İsa’nın Mesih olduğunu inkâr eden yalancı değilse, yalancı kimdir?” (1 Yunanna 2:20-22)
“Ne var ki, bilgelik, ortaya koyduğu işlerle doğrulanır.” (Matta 11:19)


E. Bazı Yahudiler kendi Kitaplarına pek inanmıyorlar. Bu da Kitab-ı Mukaddes’in metinlerinin “tahrif”i ile ilgili bir şey değildir.

Bakara 2:100.....Zaten onların çoğu inanmaz.
Al-i imran 3:23..onlardan bir topluluk yüz çevirerek dönüyorlar.
Al-i İmrân 3:187.onlar, verdikleri sözü arkalarına attılar
Mâide 5:42-43....Onlar inanıcı değillerdir.
Mâide 5:62.......Onlardan çoğunun günah... yarıştıklarını görürsün.
Mâide 5:68.......size indirileni uygulamadıkça bir esas üzerinde değilsiniz.


“İman karşılığında inkâr satın alanlar, Allah’a hiçbir zarar veremezler. Onlar için acı bir azâb vardır.” (Al-i İmrân 3:177)

Bazı Yahudiler veya Müslümanlar, Kutsal Kitab’a inanmak istemiyorlarsa, bu inkârları Tanrı’nın kitab’ına asla zarar veremez. Zararı onların kendilerinedir.

“Eğer gerçekten saptımsa, sapıklığım bende kalır.”(Eyub 19:4)

F. Bazı Yahudiler ve Hristiyanlar Kitab-ı Mukaddes’in bir kısmına inanıp bir kısmını ise inkâr ediyorlardı. Bu Kutsal Kitab’ın metinlerinin “tahrif”i ile ilgili bir şey değildir.

Bakara 2:85......Yoksa siz Kitâbın bir kısmına inanıp bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz?
Al-i İmrân 3:98..Allah’ın âyetlerini inkâr ediyorsunuz?
Nisâ 4:150-152..."Kimine inanırız, kimini inkâr ederiz!" derler;
Ra’d 13:36.......onun bir kısmını inkâr edenler vardır.
“İnkâr edip (insanları) Allâh yolundan çevirenler...Allah’a hiçbir zarar veremezler. (Allâh) onların işlerini boşa çıkaracaktır. (Muhammed 47:32)
“Kim inkâr ederse, inkârı kendi aleyhinedir.” (Rum 30:44)


G. Bazı Yahudiler gerçeği bildiği halde, Tanrı’nın yolunu eğri göstermeye yeltenerek mü’minleri Tanrı yolundan çevirmeye çalışıyorlardı. Bu da Kitab-ı Mukaddes’in metinlerinin “tahrif”i ile ilgili bir şey değildir. Yolundan çevirmek ve “tahrif etmek” aynı şey değildir.

Al-i İmrân 3:99..Allah’ın yolunu eğri göstermeye yeltenerek mü’minleri Allah yolundan çevirmeye çalışıyorsunuz?
Evet, bazı günahkârlar, inanlıları Tanrı’nın doğru yolundan çevirmeye çalışıyorlar. Her zaman, her devirde bunun örnekleri vardır. Ama gerçek nedir? İnsanların tüm yaptıklarına rağmen, Tanrı güvenilirdir. İmanda sadık kalabilebilmek için Tanrı’nın sözü gerekmektedir. “Vahiy olmayınca kavm dizginsiz olur; fakat şeriati tutana ne mutlu!” (Süleyman’ın Meselleri 29:18)

İnanlıların imanda kalabilmesi için Tanrı’ya güvenmelidirler. Tanrı, kendi sözünün “tahrif edilmesine” asla izin vermez. Norcya’lı Keşiş Benediktus (M.S. 480-547) bu konu hakkında şöyle demişti: “Sevgili kardeşlerim, bizi davet eden Rab’bin sesinden daha tatılı bir şey olabilir mi? İşte bizi sevdiği için yaşam yolunu gösteriyor bize. Bu yüzden belimizi inanç ve iyiye yönelik çalışmalarla kuşatıp İncîl’in rehberliği altında onun yolunda ilerleyelim ki, bizi çağıranı krallığında görmeye hak kazanalım.”3

H. Bazı Yahudiler, Tanrı sözünü yanlış aktarmakta ve yanlış yorumlamaktaydılar diye iddia edilmektedir. Arapça’da “lava” kelimesi dili yuvarlamak anlamına geliyor, “tahrif” değildir.

Al-i İmrân 3:78...Onlardan bir grup var ki, Kitâbda olmayan bir şeyi, siz Kitabdan sanasınız diye dillerini Kitab’a eğip bükerler...
A’râf 7:162.......İçlerinden zulmedenler, (söylediğimiz) sözü, kendilerine söylenmeyen bir sözle değiştirdiler

____________________
3. İannitto, Kilise Babalarından, s. 570;
Benediktus, Kural Önsözünden, 4, 12.
Yani, ((“Hıtta” (bizi affet) kelimesini “Hınta” (buğday) şekline soktular)).4 Aslında bu yanlış anlamanın gerçek nedeni açıkca vurgulanıyor. Bir grup insan var ki hâlâ aynı şeyi söylemekte: “Kitab-ı Mukaddes değiştirildi.” Bu insanlar sadece Kur’ân’ı Kerim’in söylediği gibi “dillerini eğip bükmekteler.” Aslı olmayan fikirler uydurmaktalar.

Fakat Kur’an’ın 4 ayetinde “harrafa” eylemi kullanılıyor: değiştirilmek değiştirmek, veya ters döndürmek anlamına geliyor.5 Bu noktada hemen şu soru akla geliyor: “tersine döndürme” yani tahrif işlemi ayetlerle mi, yoksa bu ayetlerin yorumlarıyla mı (tefsir) ilgilidir?

Bakara 2:75.......Oysa bunlardan bir grup vardı ki, Allah’ın sözünü işitirlerdi de düşünüp akıl erdikten sonra, bile bile onu değiştirirlerdi.


Nisâ 4:46.........Yahudilerden öyleleri var ki, kelimeleri yerlerinden değiştiriyorlar: “İşittik ve isyân ettik”, “Dinle, dinlemez olası” ve dilleri eğip bükerek: “râinâ” diyorlar, dini taşlıyorlar.


Mâide 5:13........Sözlerini bozdukları için onları lânetledik ve kalblerini katılaştırdık. Kelimeleri yerlerinden değiştiriyorlar.


Mâide 5:41........kelimeleri yerlerinden değiştirirler; “Eğer size bu verilirse alın, bu verilmezse sakının!” derler.

Yukarıdaki ayetleri dikkatle okursak, Yahudilerin esas suçu, Kutsal Kitab’a bağlı kalmadan yorum yapmalarıdır. Yani bazı Yahudiler Tevrât’ın ayetlerini Hz. Muhammed’in istediği gibi açıklamamışlardır. Nitekim gerek Er-Râzî, gerekse El-Beydâvî tahrife dair ayetler tefsir ederlerken bu hususa değinirler.6 Aksi takdirde Medeni’deki sürelerle Mekki’deki sûreler arasında çelişki bulunması gerekirdi.

Yusuf Celil, Hindistan Pencaplı mütercim Mavlavi Muhammed Sa’id şöyle aktarıyor: “Bazı Müslümanlar Kitab-ı Mukaddes’in tahrif edildiğini düşünüyorlar. Ama Kur’ân-ı Kerîm’de tek bir ayet bile bu hayali destekleyemez. Söz konusu yazılmış olan ayetlerde, Yahudiler, evet Yahudiler, (Hristiyanlar değil)

____________________
4. Aydın, Kur’ân-ı Kerîm ve Yüce Meali, s. 172.
5. Romain, Kur’an...Derken Haksız Değildir, s. 19.
6. Gabriel, Din Alimleri Tartışıyor, s. 12; Bkz. 20. Bölüm.
ayetleri yorumlarken anlamını değiştiriyorlar. En azından Hristiyanlar bu iddialardan tamamen temize çıkıyorlar. Esasen ne İncîl ne de Tevrât tahrif edilmiştir. Çünkü bazı bilgisiz insanların iddiaları dolayısıyla bu kitaplar tahrif olamaz.”7
Türkiye’nin son dönem tefsircilerinden Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır’a (ö. 1942) göre tahrifin ekserisi, ayetlerin gizlenmesi veya manalarının yanlış verilmesi suretiyle olmuştur. Yahudiler, bazı âyetlerin mânâsını gizlemek suretiyle tahrifatta bulunmuşlardır. Mesela, onlara “hıtta” deyiniz, yani orada yükünüzü yıkıp ikamet ve istiğfar ediniz denildiği halde, güya “annıtu” deyiniz denilmiş gibi, “hannıthu hannıthu” diye bağırmaya başlamış ve Tevrât’ı böyle tahrif etmişlerdir. Fakat bunun yapanlar, Yahudilerin hepsi değildir. İçlerinden bir grup bunu yapmıştır. (Yazır, IV 2310) Bunlar kendi yazdıkları fikirleri, tevilleri, tercümeleri, asıl Tevrât ile karıştırmış, seçilmez bir hale getirmiş ve bazan da, Hz. Muhammed’in sıfatları hakkında yaptıkları gibi, kitaplardaki ayetleri saklamışlardır.8

Elmalılı Hamdi Yazır, bu sözleriyle, Yahudilerin, Tevrât’ı yorumda ve başka dillerde tercümede tahrif ettiklerini ifade etmektedir.9

Yanlış yorumların da her dönemde olması mümkündür. Her devirde Yahudilerden olsun, Hristiyanlardan olsun, veya Müslümanlardan olsun, örneklerini aktarmak mümkün olur. İlginç olanı Kur’ân, yanlış yorum ile ilgili tespitinde Hristiyanları suçlamamaktadır. Yalnız Yahudiler söz konusudur. Kur’ân’da “Hristiyan”ların bir ayeti yanlış aktardıkları veya yanlış yorumladıklarına dair tek bir ayet bile yoktur! Ayrıca, yukarıdaki ayetlerde, her ne kadar bazı Yahudilerin “kelimeleri yerinden kaydırmasından” söz ediliyorsa da, hemen ardından “dillerini eğip bükmelerinden” söz edildiği için, kitaplarda metinsel bir değiştirme değil, yine sözlü “değiştirmeden” söz edildiği anlaşılıyor. Ancak Hristiyanlar için, İncîl’in değiştirilmesi veya tahrif edilmesi konusunda herhangi bir suçlama yoktur.

Kur’ân hiçbir ayetinde, Yahudiler veya Hristiyanlar “Kutsal Kitab’ın metinlerini tahrif ettiler” demiyor. Kur’ân

____________________
7. Celil, “The Authenticity of Scripture”, s. 50.
8. Yazır, Hak Dini Kur’ân Dili, I-336 & 506.
9. Adam, “Tevrât’ın Tahrifi Meselesine Müslüman ve Yahudi Cephesinden Bir Bakış”, s. 382.
Kutsal Kitab’ın değiştirildiğini anlatmak isteseydi açıkça Kutsal Kitab’ın değiştirildiğini belirtir ve bu yüzden hükmünün kalmadığını belirtirdi. Yeniden yazılma ya da değiştirilerek yazılma ile ilgili ayet Kur’ân’da yoktur. Koçyiğit’in Al-i İmrân 3:78 üzerine tefsiri şöyle:
“Yahudiler...kitaptan olmayan sözleri, dillerini eğip bükerek okuyan ve böylece onlara Allah’ın sözü imiş gibi bir hava veren sahtekârlardır. Buhârî (Sahîh, VII. 133, 165) ve Müslim (Sahîh, IV. 1706)’in Hazreti Aişe’den naklettikleri bir hadîsten öğrendiğimize göre, Yahudîler, Hazreti Peygambere selâm verdikleri zaman “es-Selâmu aleykum” demek yerine, kasıtlı olarak “es- selâm” kelimesindeki “lâm” harfini ağızlarında geveleyip yok ederler ve “es-Sâmu aleykum” derlerdi. “Es-Sâmu” demekle ona ölüm temenni etmiş olurlardı, Hazreti Peygamber de “ve aleykum” diyerek onlara bu temennilerini iade ederdi.

Daha önce işaret ettiğimiz Nisâ sûresinin 46’ıncı âyetinde açıklanan hususlar da, Tevrât’tan olmayan bir takım sözlerin, kitaba benzetmek için dillerin eğilip bükülmek sûretiyle nasıl okunduğunu gösteren başka bir örneği teşkil eder. Bu yahudîler “işittik ve itaat ettik; dinle bize de bak” sözlerini tahrif etmişler ve “işittik, ısyan ettik; işit işitemez olası”; “bizi de dinle; bak” yerine “sözü dinlenmeyecek adam” manâsında “râinâ” demişlerdir.10

Kur’ân’a göre “Rabb’inin sözü hem doğrulukça, hem de adaletçe tamamlanmıştır. O’nun sözlerini değiştirebilecek hiç kimse yoktur. O işitendir, bilendir.” (En’âm 6:115) Tüm semavî dinlerin kitaplarına göre, Yüce Tanrı’nın sözlerinin değişmesi veya değiştirilmesi olanaksızdır. Bu mantıklı ve tutarlı bir sonuçtur.

“Kutsal Kitap Değiştirildi” diyenler, Kutsal Kitab’ı ve onda açıklanan sonsuz, değişmeyen Tanrısal planı ve özellikle Mesih’i gerçek kimliğiyle bilmemelerinden kaynaklanmaktadır.11

____________________
10. Koçyiğit, Kur’ân-ı Kerîm Meal ve Tefsiri, 2. Cilt, ss. 123- 124; Bkz. Yusuf Ali, The Holy Qur’an, Notes 565 & 566, s. 194.
11. Bristow, Vaat: Eski Antlaşmada (Tevrât, Zebûr ve Peygamberlerin Yazıları) Tanrı’nın Değişmez Amacı, s. 8.
--------------------------------------------------------------------------------
"Yahudi, Hristiyan ve İslâm Kaynaklarına Göre Kutsal Kitab’ın Değişmezliği" isimli kitaptan yazarın izni ile alıntı yapılmıştır.
Yazar: Daniel Wickwire
1999

**********************

İSLÂM DÜNYASINDA YAPILAN ÇALIŞMALAR


Hıristiyanlar Hıristiyanlık propagandası incil Kitab-ı Mukaddes tahrifat Tevrat Yahudiler
Yedinci yüzyıla kadar Hristiyanlar, bir yandan kendi iç problemleri ile uğraşırken, öbür yandan dinlerini yaymak için azamî gayreti göstermişler ve ulaşabildikleri her yere Kitâb-ı Mukaddesi yaymaya çalışmışlardır. Hristiyanlar bu çalışmalarında oldukça başarılı sonuçlar almışlar ve dinlerini Asya, Avrupa ve Afrika'da hızla yaymışlardır. Ancak yedinci yüzyılın başında Hristiyanlığı yayma çalışmaları çok ciddi bir engelle karşılaşmıştır. İslâmiyetin ortaya çıkışı ile bu hızlı yayılma birdenbire durdu ve kısa süre sonra da Asya ve Afrika'da gerilemeye başladı. Çünkü İslâmiyetin kutsal kitabı Kur'an-ı Kerim, Kitâb-ı Mukaddese karşı ciddi bir rakip olarak ortaya çıkmış ve Tevrat ve İncillerde birtakım tahrifat ve değişikliklerin olduğunu belirterek, Kitâb-ı Mukaddesin kutsallığı ve sıhhati üzerinde insanları düşünmeye davet etmiştir.

Kur'an-ı Kerimin, Tevrat ve İnciller üzerindeki bu tesbitleri üzerinde araştırma yapan müsteşrik Goldziher, Semavî kitaplara, yani Kitâb-ı Mukaddeste yer alan kitaplara tahrifat isnadında bulunan ilk kitabın, Kur'an-ı Kerim olduğunu söylemektedir. Halbuki biraz önce belirttiğimiz gibi, daha Hristiyanlık bir din olarak ortaya çıkmadan önce, miladdan önceki asırlarda ortaya çıkan bazı Yahudi mezhepleri, sadece kendi ellerindeki Tevratın doğru olduğunu, diğer mezheplerin ellerindeki Tevratlarda birtakım tahrifat ve değişikliklerin olduğunu söylemişlerdi. M.S. ilk asırlarda bu defa Yahudiler, kendi ellerindeki Tanah ile Hristiyan Eski Ahidi arasında farklılıklar bulunduğunu beyan etmişlerdi. Yine İslâmiyet ortaya çıkmadan önce Celcus vb. bir çok müellif, eserlerinde incillerde birtakım tahrifatın olduğunu beyan ettikleri gibi, birbirine rakip durumunda olan ilk dönem Hristiyan mezheplerinin herbiri de, sadece kendi ellerindeki İncilin doğru, diğer İncillerin sahte olduğunu iddia etmişlerdi. Goldziher'in, Kur'ân hakkında bu hükmü verirken, anlaşılan "Bible" tarihlerine fazla gözatmadığı anlaşılıyor.

Yine Müsteşriklerden Hrschfield, Kur'an-ı Kerimin Tevrata bakışının, Yahudi Karaim mezhebinin Tevrata bakışma benzediğini söylüyor. O, Karaîlerin, Yahudi hahamlarının Tevratı tahrif ettiklerini iddia ettiklerini, Karaî eserlerde geçen bu iddianın, Kur'an-ı Kerimde de aynen tekrarlandığını söylemek sureti ile Tevratın tahrif edilmesi ile ilgili ifadeleri, Kur'an-ı Kerimin, Karaî eserlerden iktibas ettiğini ileri sürüyor(64). Hrschfield'in gözünden kaçan bir hususu belirtmekte fayda görüyoruz. Karaim mezhebi, İslâmiyetin zuhurundan sonra ortaya çıkmış bir Yahudi mezhebi olup, bu mezhep ortaya çıkmadan önce Kur'anın nazil oluşu tamamlanmıştı. Dolayısı ile Kur'anın, bu mezhepden herhangi bir şeyi alması imkânsızdır. Hadise belki de Hrschfield'in iddiasının tamamen aksine olabilir. Belki de Karaim mezhebi, bu konuda Kur'andan istifade etmiş olabilir. Şayet Hrschfield'in kasdi, Karaim mezhebi ortaya çıkmadan önce bu mezhebin dayandığı temel esaslara dayanan ve İslâmdan önce mevcut olan bazı Yahudi mezhebleri ise, Hrscfield bu defa Goldziher'i yalanlamış olur. Çünkü Goldzi-her, Tevrata ilk tenkidi Kur'anın yönelttiğini iddia etmektedir. Hrschfield ise, daha önce Tevrata yöneltilen tenkidleri, Kur'an-ı Kerimin, kendinden önceki Yahudi mezheplerinin eserlerden aldığını ileri sürmektedir.

Kur'an-ı Kerimin isim zikretmek sureti ile Tevrat ve İncilde tahrifat olduğunu belirtmesi, Hristiyanlığın yayılmasında ciddi bir engel teşkil etmeye başlamıştı. Kur'anda olduğu gibi Hadis-i Şeriflerde de aynı tema işlenmiş, Hz. Muhammed (S.A.S.), Mekke ve Medine'de bulunan Yahudi ve Hristiyanlarla konuşurken, Tevrat ve İncilde birtakım tahrifatın olduğunu onlara söylemiştir. Hz Muhammed'in irşad çalışmaları sadece Mekke ve Medineli Müşriklere yönelik değildi. O, Müşriklerle birlikte Mekke ve Medinedeki Hristiyan ve Yahudileri de İslâma davet ediyordu. Hristiyan ve Yahudilerin İslâma davet edilmeleri esnasında onun en çok temas ettiği husus, Tevrat ve İncilde tahrifat ve değişikliklerin olduğu, dolayısı ile bunların hükümlerinin ortadan kalktığı ve Kur'an-ı Kerimin bu kitaplardaki hata ve tahrifatı düzeltici olarak gönderildiği gerçeği idi. Hz.Muhammed(S.A.S.), Hristiyan ve Yahudileri ikna etmek için zaman zaman İncil ve Tevrattaki hata ve tahrifleri örneklerle açıklıyor, bu kitaplardaki tutarsızlıkları ve çelişkileri gözler önüne seriyordu. Onun bu etkili faaliyetleri sonunda, birçok Yahudi ve Hristiyan/ İslâmî kabul ederek Sahabe-i Kiram arasına dahil olmuşlardır. Hz. Muhammed'den sonra Sahabe, Tabiîn ve onlardan sonra gelenler, hep onun metodu ile, yani Kur'an-ı Kerimi Tevrat ve İncille karşılaştırmak sureti ile İslâmî yaymaya devam etmişlerdir. Onların ayet ve hadislere dayanarak yaptıkları bu çalışmalar, bilhassa Necran, Filistin ve Suriye'de birçok Hristiyanın kendi dinlerini terkederek Islâmiyete girmelerine sebep olmuştur. Hicrî üçüncü asra kadar bu şekilde yürütülen çalışmalar, gitgide daha sistemli bir hale gelmiş, bu asrın ortalarından itibaren İslâm dünyasında Hristiyanlık ve Kitâb-ı Mukaddes ile ilgili olarak eserler yazılmaya başlanmıştır. Bu yüzyılda daha önce Hristiyan iken bilâhere müslüman olan Ali b. Rabban et-Taberî isimli bir müellif, "ed-Din ve'd-Devle" adlı bir eser yazarak, Kur'an-ı Kerimi Tevrat ve İncille karşılaştırmış ve İslâmiyetin Hristiyanlığa karşı üstünlüğünü ortaya koymuştur.

İslâm dünyasında Hristiyan inancının yanlışlığını belirtmek üzere sık sık Hristiyan din adamları ile diyaloglara girilmiş, Hristiyan krallar ve diğer ileri gelenler zaman zaman mektuplarla İslâma davet edilmişlerdir. Bu tür mektupla davetlerden biri, Hicrî 208 yılında Abdullah b. İsmail el-Haşimî'nin, Abdülmesih b. İshak el-Kindî'ye yazmış olduğu mektupla yaptığı davettir. Hâşimî, bu mektubu ile Hristiyan olan el-Kindî'yi İslâma davet etmiştir. İslâm âleminde bu mektup, Kur'ân ve Hadisten sonra Hristiyanları İslâmiyete davet eden ilk eser olarak kabul edilmektedir. Bu asırdan itibaren Müslümanların yazdıkları eserlerin genellikle isimleri, "er-Redd ale'n-Nasârâ" (Hristiyanlara Reddiye) şeklindedir. Bu eserlerde başta Tevrat ve İnciller olmak üzere Kitâb-ı Mukaddesin içinde yer alan bütün eserler incelenmiş, bu incelemelere dayanılarak, Hristiyanlığın muharrefliği ispatlanmaya çalışılmıştır.

Hicrî üçüncü asırdan itibaren Hristiyanlığa reddiye yazarak Eski ve Yeni Ahid üzerinde çalışmalar yapan İslâm âlimlerinden bazıları şunlardır: Darar el-Amr (190/806); Ebû Sehl b. el-Mu'temir (210/825); Ebû Musa b. Sabih el-Merdan el-İskafî (240/854); el-Kasım b. İbrahim el~Hüsnî er-Ressî (öl. 246/860); Ebû Yusuf Yakub b. İshak el-Kindî (252/866); Ebû Osman Amr b. Bahr el-Cahiz (255/869); Muhammed b. Sahnun (256/869); Ebu'1-İyaz el-İranşeh-rî(259/873); Ebu'l-Huzeyl el-Haf (266/840); en-Naşiu'1-Ek-ber (293/906); Ebû İsa Muhammed b. Harun el-Varrak (297/910); Ahmed b. Muhammed el-Kahtebî (300/912); Ebu'l-Kasım el-Belhî el-Kâ'bî (319/931); Ebû Haşim el-Cübaî(321/933); el-Hasen b. Eyyûb (378/988); Ebu'l-Hasen Ali b. İsa er-Romanî (384/994); Ebû Süleyman el-Mantıkî (391/1000); Ebû Bekr Muhammed b. et-Tayyib el-Bakillanî (403/1013); vb. kimseler. Bu kimseler ya direkt olarak Hris-tiyanlığı ele alarak Kitâb-ı Mukaddes üzerinde çalışmış ve bu konuda müstakil eserler vermişler veya yazdıkları hacimli eserlerde konu ile ilgili olarak kısmî çalışmalar yapmışlardır.

Hicrî beşinci asırdan itibaren Kitâb-ı Mukaddes üzerinde çalışmalar yapan İslâm âlimlerinin daha sistematik çalıştıklarına ve daha derli toplu eserler verdiklerine şahid oluyoruz. Bu tür eserler veren âlimlerden bazıları şunlardır: Ebû Muhammed Ali b. Ahmed b. Hazm (456/1063); Abdülmelik b. Abdil-lah el-Cüveynî (478/1085); Huccetü'l-İslâm Ebû Hamid Muhammed b. Muhammed el-Gazalî (505/1117); Ebu'1-Beka Salih b. el-Hüseyn el-Caferî (618/1221); Şihabuddin Ebu'l-Abbas Ahmed b. İdris el-Karafî {684/1285); Said b. Hasen el-İskenderanî (720/1320); Ebu'l-Abbas Ahmed b. Teymiye (728/1327); Şem-suddin Ebû Abdillah Muhammed b. Ebi Bekr b. Kayyım el-Cevziye" (751/1350); Abdullah b. Abdillah et-Tercuman (823/1420); İbrahim Müteferrika (1747); Hacı Abdi Bey (1886); Rahmetullah Efendi (1306/1888); Harputlu İshak Hoca (1892) Şeyh Muhammed Ali b. Abdurrahim et- Tiybî (1317/1899); Yusuf b. İsmail en-Nehbanî (1932) vb. kimseler. Bilhassa XIX ve XX. yüzyıllarda eser yazanlar, daha ziyade kendi dönemlerinde artan misyoner faaliyetlerine karşılık, îslâmiyeti savunma maksadı ile Kitâb-ı Mukaddesi inceleyerek, bu kitap üzerinde çalışmışlardır. Bu isimlere misyoner faaliyetlerine karşı, konu üzerinde çalışarak eserler veren şu isimleri ilâve etmek mümkündür. Sırrı Paşa (1895); Ahmet Kemal; Ahmet Midhat Efendi (1911); Abdülahad Davud; Hasan Sabri vb. isimler . Son olarak ismi zikredilen bu ilim adamları Hristiyan misyonerlerinin İslâm Dünyasındaki tahriblerini önlemek için Eski ve Yeni Ahidler üzerinde çalışarak eserler vermişlerdir.

Görüldüğü gibi Hristiyanlık ve Kitâb-ı Mukaddes üzerinde İslâm dünyasında yapılan çalışmalar Kur'ân ve Hadis ile başlamış, Hicrî ikinci asrın sonlarından itibaren, önce reddiye türünden eserler verilmiş, daha sonra Hicrî dördüncü asırdan itibaren, bilhassa Tevrat ve İncilleri sistematik bir şekilde inceden inceye tetkik eden eserler ortaya konmuştur. M.S. XV. asra kadar İslâm dünyasında çok canlı bir şekilde yürütülen Kitâb-ı Mukaddes üzerindeki çalışmalar, XVI. yüzyılda hızını kaybetmiş, bundan sonra üç asra yakın bir süre bu alanda kayda değer bir eser yazılamamıştır. İbrahim Müte-ferrika'nın eseri istisna edilirse, XIX. yüzyıla kadar üç asra yakın sürelik bir boşluk olduğunu, İslâm dünyasında bu üç asır zarfında Hristiyanlık ve Kitâb-ı Mukaddes ile ilgili bütün çalışmaların ihmal edildiğini tesbit ediyoruz. Ancak XIX. yüzyılın ikinci yarısında İslâm dünyasında yeniden bir kıpırdanma meydana gelmiştir. Hristiyan misyonerlerinin Uzak Doğu'da, Hindistan'da, Endenozya'da, Afrika'da, hatta Arap topraklarında İslâmiyet aleyhine yoğun bir propaganda faaliyetine girişip, Müslümanlar arasında Hristiyanlık ve Kitâb-ı Mukaddes propagandası yapmaya başlamaları üzerine, bu yüzyılın ikinci yarısından itibaren başta Hindistanlı Rahme-tullah Efendi olmak üzere birçok islâm âlimi, İslâma yapılan hücumları karşılamak ve misyonerlerin ithamlarının doğru olmadığını ispatlamak üzere, Kitâb-ı Mukaddes üzerinde ciddi çalışmalar yapmışlar ve bu kitaptaki çelişki ve tutarsızlıkları ortaya koymuşlardır.


*********

Hrsitiyanlık dininin gerçekleri

Hristiyanlık tahrif edilmiş ilahi bir dinin adı bile değildir.Hz İsa(AS) ile gönderilen dinin ismi İsevilik dini idi ve hristiyanlık sadece siyasi birlik ve halkı istenildiği gibi yönetmek amacıyla MS.325 de toplanan içlerinde kral konstantin'inde bulunduğu bir toplukda oluşturuldu olay "Cevap Veremedi"(papazlar hiçbir zaman kitaba cevap verememişlerdir) ya da Dıya-ul Kulub kitabında şöyle nakledilir:
"İsa(AS) 'ın hak dini az zaman sonra düşmanları tarafından sinsice değiştirildi. Bolüs(Pavlos) adındaki bir yahudi İsa (AS)'a inandığını söyliyerek ve İseviliği yaymaya çalışıyor görünerek Allah-üTeala'nın indirdiği incili yoketti. Daha sonra İseviliğe teslis(trinite) fikri sokuldu.Baba-oğul-Ruh-ül Kudus diye aklın mantığın kabule demiyeceği bir iman sistemi kuruldu. Hakiki inciller gayb olduğu için sonradan bazı kimseler inciller yazdılar.M 325 senesinde toplanan iznik ruban meclisi mevcut olan 54 incilden 50 adedini ibtal etti. Geriye 4 incil kaldı. Bunlar Matta,Markos,Luka,Yuhannanın yazdığı incillerdir. Bolüsün yalanları ve eflatunun ortaya attığı teslis fikri bu incillerde de yer aldı. Barnabas adındaki bire havari İsa(AS)' dan gördüklerini ve işittikerini doğru olarak yazdı ise de bu Barnabas incili yokedildi.
Not1:Barnabas incili yokedilmemiştir ancak papazlar onu saklamışlardır avrupalı araştırmacı taylor bu incili bulup yayınlamıştır incili şöyle bulmuştur:incili saklayan papazlardan biri barnabas incilini okurken uyukuya dalıyor ondan kitabı alıp hızlıca içeriğini başka yere geçirip geri koyuyor-link verilecektir
Büyük Konstantin putperes iken Ms 313 de hristiyanlığı kabuletmişdi. 325 de iznikde 318 papaz toplayıp bütün incillerin birleştirilerek bir incil yazılmasını emretmiş ise de papazlar 4incil bırakmışlardı. bunlara eski putpereslikten de çok şeyler sokulmuştu. Noel gecesinin de yılbaşı olmasını kabuletmiş hristiyanlık resmi bir din olmuştu. [İsa(AS)' ın incilinde ve Barnabas incilinde Allah'ın bir olduğu yazılı idi] İstanbul piskoposu Atnas teslis taraftarıydı. Aryüs ismindeki bir papaz 4 incilin yanlış olduğunu Allah-ü Tealan'nın bir olduğunu, İsa (AS)'ın O'nun oğlu değil kulu ve peygamberi olduğunu söyledi ise de dinlemediler. Hatta afaroz ettiler. Aryüs tevhidi neşretti ise de çok yaşamadı. Yıllarca Atnas ve Aryüs taraftarları birbileri ile mücadele ettiler. Sonradan birçok meclisler toplanarak mevcud 4 incilde yeni yeni değişiklikler yapıldı.........
"kitabın muhtelif yerinde görüleceği gibi papazlar kendilerine yöneltilen suallere cevap verememişlerdir Bunun için kitabımıza Cevap Veremedi ismini vermeyi uygun bulduk..."
Barnabas incilinde Hz Peygamberimiz(SAV) hakkında yazanlardan biri şudur:"o olmasaydı alemleri yaratmazdım" Biz büyük velilerin keşiflerinden biliyoruz Kudsi Hadis olarak

"Ey insan adını taşıyan varlık
Kendine gel uyan gafletten artık
Seadet yolunu görmezsen nadan
Niye vermiş sana bu aklı Yezdan?
Niçin geldin fani cihana böyle
Yalnız yimek içmek için mi söyle
Biirsin bir ruhda vardır insanda
Psikoloji olayları meydanda
Muhakkak dünyaya gelen ölüyor
O zeman ruhlar acep ne oluyor
İleriyi görmek elbette insanlık
Bunu sağlar sanma Hristiyanlık
İslamı kötüler onlar daima
İncilde böylemi söyledi İsa?
İslamı bilmiyorum dersin
Nasıl müneverlik iddia edersin
Gençlik geçri sanki tatlı bir rüya
Bütün ömürde bir sattır güya
İslamı tahikr ediyorsun bugün
Anlamadan verilir mi hiç hüküm
Din dersine lüzum yokmuş lisede
Böylemi söyleniyor kilisede
Biraz müslümanlığı da et merak
Din büyüklerinin sözüne bir bak
Okursan anlarsın sende o zaman
Ne diyor MUHAMMED Aleyhisselam
Diyor ki herşeyi yaratan birdir
İsa da anasıda aciz kuldur
Kuran-ı Kerim kelam-ı Rahmandır
Ayetleri alemlere ihsandır
İlim,fen cümle fezail kaynağı
Ona uy,dilersen felah bulmağı
Hergün okuyorsun gazete kitap
Bunları kim yazmış iyice bir bak
Çoğunu dinsizler düzmüş gizlice
İslama iftira saçıyor nice
Kurana mantıkla çatamıyanlar
Alçakça yalanlar uyduruyorlar
Doğru din kitabı okuyan insan
Hakikatı anlar olur müslimân!

Barnaba İncili
Fethullah Gülen

Barnaba İncili'nin Müslümanlar tarafından uydurulduğunu iddia eden Hıristiyanlık dünyası, esas itibariyle bu tavırlarıyla havarisi oldukları ilim ve araştırma rûhuyla zıtlaşma içinde olduklarının farkında değiller. Zira, bulunan Barnaba İncili'nin karbon tahlili yapılmış, 16 ya da 17 asır öncesine âit olduğu ortaya çıkmış. Ne var ki, İncil gökten yeniden inse ve bu orijinal nüshada Efendimizi müjdeleyen ayetler apaçık görülse de, onlar, bu eski inatları yüzünden inkarlarında ısrar edeceklerdir.

Tabii, bir gün bulunan bu İncil nüshası gün yüzüne çıktığında, tarihin yeniden yazılması da kaçınılmaz olacak.. ve o gün bazıları şimdiye kadar yazdıklarından, söylediklerinden utanarak saklanacak birer delik arayacaklardır.

************
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://kutluforum.yetkinforum.com
 
Hristiyana İslamı Nasıl Anlatabiliriz?
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» Işid'e İslami yanıt nasıl olmalı?
» Hristiyan birine islamı nasıl anlatan kitaplar
» Prostat Kanserinde Bitkisel Tedavi
» IP Adresinizi Gizlemenin ve Anonim Kalmanın 4 Kolay Yolu
» İslami msn nickleri

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
KUTLU FORUM :: YENİ VE EN SON :: Soru --Cevaplar-Tartışmalı Konular-
Buraya geçin: