1-Öncelikle soru ve merak,öğrenme azminde olan birine bir şey anlatılabilir
ben zaten biliyorum diyen birine bir şey anlatmakla sadece sen haklısın ben haklısın noktasına varılabilir
2-seni müslüman yapmak istiyorum ,empoze havasının sezildiği konuşmalar karşı tarafı tahrik edebilir
o sebeble zaten hristiyan olan birine sözden daha çok özellikle objektifse davranışalrımız dürüstlüğümüz öncelikli olarak etkili olacaktır..temsil etme noktası yani çok önemli
9 temsil 1 tebliğ olmalı
3- dini bilen bir inanca sahib olan kişilere bir şeyler anlatmak ve ikna etmekten zoru yoktur
atomu parçalamaktan daha zordur
bu bir hristiyan içinde öyledir bir müslüman içinde böyledir
4- bu durumda muhatabımız objektifmi,şartlımı,
konuşma senin dinin daha doğru benimki daha doğru noktasındamı,alıcılar açıkmı
ona çok iyi bakmalı..yani soru sordurttuk o sordu ve bizde çok tatlı dille zülüfü yare dokunmadan anlattık..düşündürttük..sonucu ona bıraktık
5-insanların tabularını kötüleyerek bir şeye inanadırmak çok zordur ve zaten kurana göre de yanlıştır..o güne kadar sevdiği anne babasından hocasından sevdiklerinden duyduklarına ters bir şeyler söylemek aksi tesir yapabilir
6-kafasında şimşekler çaktıracak ve onun sorması üzerine bir şeyler söylenebilir
suya sabuna dokunmadan hıristiyanlığı sorgulatacak bir kaç cümle faydalı olabilir
7- islam ve hristiyanlıkla ilgili çok iyi bilgi donanımına sahib olmak lazım
işin tarihini iyi bilmek lazım
siz hristiyanlıkla ilgili bir şeyler derken -peki senin aklın 9 yaşındaki bir çocukla evlilik yapan bir peygamberi nasıl kabül ediyor yada 12 eşi olan birti peyugamber olabilirmi
yada osman zamanında yada sonrasında kuranın aslı yakılmıştır gibi bir cümle sarfedilince mantıken onu doyuracak cevaplar vermek gerekir
yda terörist dini nasıl gerçek din olabilir
savaşçı katil kan döken biri nasıl peygamber olabilir gibi şeylere hazırlıklı olmak lazım
8-incilin bozulduğunu gösteren delilleri
kısım ve bölümleriyle gösterilerek
hristiyanlığın bozulduğuna dair deliller
kitablar arasındaki tenakuzları
bilimle çatışmasını
kuranın ve islamın ters düşmeyişini
mesela evrenin merkzi ,her şey onun etrafında dönüyor..yada dünya düz ***dünya çünkü isa dünyada doğmuştur..halbuki dünya güneşin yörüngesi
her doğan çocuğun günahkar doğuşu
peygamberlere yapılan iftiralar luta kızlarına tecavüz üzeyir ve isaya allahın oğlu noktaları
******************
konuyla bazı sitemziden linkler
https://kutluforum.yetkinforum.com/soru-cevaplar-f13/hristiyana-slam-nasl-anlatabiliriz-t2604.htm#4455https://kutluforum.yetkinforum.com/soru-cevaplar-f13/allah-kendisinden-buyuk-bir-varlk-yaratabilir-mi-t2605.htmhttps://kutluforum.yetkinforum.com/din-kulturu-ahlak-bilgisi-dersi-f6/kur-an-kerim-ile-ncil-arasndaki-celikiler-t948.htmhttps://kutluforum.yetkinforum.com/din-kulturu-ahlak-bilgisi-dersi-f6/dort-nclde-gorulen-celkler-t946.htm Kur'an-ı kerim ile İncil arasındaki çelişkiler
DÖRT İNCİLDE GÖRÜLEN ÇELİŞKİLER
https://kutluforum.yetkinforum.com/din-kulturu-ahlak-bilgisi-dersi-f6/kur-an-ve-kitab-mukaddes-t949.htm MÜSPET İLİM YÖNÜNDEN TEVRAT, İNCİLLER VE KUR’AN
https://kutluforum.yetkinforum.com/din-kulturu-ahlak-bilgisi-dersi-f6/muspet-lm-yonunden-tevrat-ncller-ve-kuran-t950.htm*********************************************************
Hristiyan din adamlarına ve mensuplarına günümüzde neler anlatılabilir? Hangi konularda istişare zemini oluşturulabilir?
Yazar: Sorularla İslamiyet, 25-5-2010
Muhatapların farklılığı, farklı şeylerin söylenmesini gerektirir. Bütün Hristiyanları bir tek adam gibi düşünemeyiz. Bu sebeple belli başlıkları sırlamak doğru olmayabilir.
Şunu unutmamak gerekir ki, “DİYALOG” konusu sadece dinler arası diyalog değil, medeniyetler arası diyalog ön görülmektedir. Bunun da amacı insanların dünyada barış içerisinde birlikte yaşayabilecekleri bir ortamı hazırlamaktır. Bu da öncelikli olan konuların masaya yatırılmasıyla olur. Bu iş fertlerden çok cemaatlerin, cemiyetlerin, sivil toplum kuruluşların işidir.
Fert olarak bir Hristiyan din adamıyla konuştuğumuzda dikkat etmemiz gereken noktalardan bazıları şunlar olabilir:
a. İslam ile Hristiyanlık arasında müşterek olan iman esaslarını vurgulamak.
b. Teslis akidesine imada bile bulunmamak.
c. İslam’ın Hz. İsa (as) ve Hz. Meryem hakkındaki ifadelerine işaret etmek
d. Bütün dinlerin ortak yönünü teşkil eden evrensel ahlakî değerlere vurgu yapmak
e. İncil’den de bazı güzel pasajları ezberleyip aktarmak.
f. Kur’an’ın mucizeliğine dikkat çekmek ve onları ispat etmek. Tabii önce bilmek..
g. Bütün insanların Hz. Adem (as)’in çocukları olduğuna ve dünyanın da bir şehir hükmüne geçtiğine ve başka bir dünyanın da olmadığına göre, bu yerküresi gezegeninde birlikte yaşamak mecburiyetinin olduğuna işaret edilebilir.
h. Müşterek düşmanımız olan her türlü ahlaksızlık ve her türlü dinsizlik karşısında iman ve ahlak esaslarında birleşen semavî din mensuplarının, birlikte hareket etmelerinin zorunluluğuna işaret edilebilir.
i. Tabii ki “doğru İslamiyeti doğru olarak bilmek ve doğru olarak anlatmak” için doğru bilgilere ihtiyaç vardır.
ı. Önemli bir noktada şu olmalıdır; karşıdaki adamı İslam’a davet eder gibi yanlış bir tavır içerisine girmemek...
j. Ve muhatabın o andaki nabzını iyi tutmak, samimiyeti ortaya koymak, objektif biri olduğumuzu kanıtlamak, bütün semavî dinlere ve peygamberlere iman etmekle mükellef olduğumuzu hatırlatmak…
gibi düşünceler etrafında bazı şeyler söylenebilir. Oradaki mevcut ortamdan doğacak zuhurat, rotayı takip etmede en doğru bir pusuladır.
*************
İncil ve Tevratta Hz. Muhammed'e işaretler var mıdır?Soru:
din alimleri efendimiz s.a.v in peygamberligiyle ilgili su anki incil de dahi deliller oldugunu soyluyor.faraklit kelimesi gibi.sormak istedigim birinci olarak bozuldugunu iddia ettigimiz bir kitaptan dogrular cikarmak ne kadar dogru?ikinci olarak da faraklit kelimasinin unlulerinin bizim tarafimizdan degistirldigiaslinda incil de degisik oldugu soyleniyor.hristiyanligin veya incilin efendimiz s.a.v i mujedelemesi konusuna bir aciklik getirimisiniz.
Cevap:
Tevrat ve İncil aslen vahiydir. Ancak değişik nedenlerden dolayı bu ilahi kitaplara ilaveler ve çıkarmalar olmuştur. Ayrıca değiştirmeler de yapılmıştır. Ancak göl yerinde su eksik olmaz kabilinden Son Peygamberden bahseden bazı cümlelerkelimeler de kalmıştır.
Bu konuda yapılan en detaylı inceleme Hüseyin-i Cisriye aittir. Hicri 1261-1327 yılları arasında yaşayan ve anne ile babası ehl-i beytten olan bu Suriyeli alim söz konusu mukaddes kitaplardan Efendimizle (s.a.v.) Alakalı 114 işaret çıkartmış ve bunları Türkçeye de çevrilen Risale-i Hamidiyyesinde neşretmiştir.
Eski mukaddes metinler arasında en çok tahrif edilmiş olma özelliğini taşıyan Tevratta bile peygamberimize (asm.) ait şu işaretler vardır: “O iki binici gördü biri merkep üzerinde diğeri deve üzerindeki binicilerdi. O dikkatle dinledi.” (İşaya xxı 7)
Burada peygamber İşaya tarafından bildirilen iki biniciden merkep üzerinde olanı Hz. İsa dır (a.s.). Çünkü İsa peygamberKudüse bir merkep üzerinde girmiştir. Deve üzerinde olan kişiyle de peygamber efendimize (s.a.v.) İşaret edildiği açıktır. Efendimiz Medineye girişte devesinin üstündeydi.
Yeri gelmişken şunu da belirtelim ki İncil tercümelerinde faraklit veya paraklit (perikletos) kelimeleri aynen muhafaza edilirken yakın zamanlarda basılmış olan İncil tercümelerinde bu kelime değiştirilerek Arapça tercümelerinde “muazzi”Türkçe tercümelerinde ise “teselli edici” şeklinde verilmiştir.
Hazreti Şuaybın suhufunda efendimizin ismi müşeffeh şeklinde geçer ki kelime olarak tam karşılığı “Muhammed” dir. Tevrat ta geçen münhemenna isminin karşılığı da yine Muhammeddir. (bilindiği gibi Muhammed kelimesinin lügat karşılığı da “tekrar tekrar methedilmiş” şeklindedir.) Bunların dışında efendimizin (s.a.v.) İsmi Tevratta çoklukla “ahyed”İncilde ise ”Ahmet” olarak geçmektedir.
****************************
İncil ve Tevratta Hz. Muhammed'e işaretler var mıdır?
Soru
din alimleri efendimiz s.a.v in peygamberligiyle ilgili su anki incil de dahi deliller oldugunu soyluyor.faraklit kelimesi gibi.sormak istedigim birinci olarak bozuldugunu iddia ettigimiz bir kitaptan dogrular cikarmak ne kadar dogru?ikinci olarak da faraklit kelimasinin unlulerinin bizim tarafimizdan degistirldigi,aslinda incil de degisik oldugu soyleniyor.hristiyanligin veya incilin efendimiz s.a.v i mujedelemesi konusuna bir aciklik getirimisiniz
Kullanıcı: yolcu-- | Tarih: 10-Nisan-2007, Saat: 13:01:11
Cevap
Değerli Kardeşimiz;
Tevrat ve İncil aslen vahiydir. Ancak değişik nedenlerden dolayı bu ilahi kitaplara ilaveler ve çıkarmalar olmuştur. Ayrıca değiştirmeler de yapılmıştır. Ancak göl yerinde su eksik olmaz, kabilinden Son Peygamberden bahseden bazı cümleler, kelimeler de kalmıştır.
Bu konuda yapılan en detaylı inceleme Hüseyin-i Cisriye aittir. Hicri 1261-1327 yılları arasında yaşayan ve anne ile babası ehl-i beytten olan bu Suriyeli alim, söz konusu mukaddes kitaplardan Efendimizle (s.a.v.) Alakalı 114 işaret çıkartmış ve bunları Türkçeye de çevrilen Risale-i Hamidiyyesinde neşretmiştir.
Eski mukaddes metinler arasında en çok tahrif edilmiş olma özelliğini taşıyan Tevratta bile, peygamberimize (asm.) ait şu işaretler vardır: “O, iki binici gördü, biri merkep üzerinde, diğeri deve üzerindeki binicilerdi. O, dikkatle dinledi.” (İşaya xxı, 7)
Burada peygamber İşaya tarafından bildirilen iki biniciden merkep üzerinde olanı Hz. İsa dır (a.s.). Çünkü İsa peygamber, Kudüse bir merkep üzerinde girmiştir. Deve üzerinde olan kişiyle de, peygamber efendimize (s.a.v.) İşaret edildiği açıktır. Efendimiz Medineye girişte devesinin üstündeydi.
Yeri gelmişken şunu da belirtelim ki, İncil tercümelerinde faraklit veya paraklit (perikletos) kelimeleri aynen muhafaza edilirken, yakın zamanlarda basılmış olan İncil tercümelerinde bu kelime değiştirilerek Arapça tercümelerinde “muazzi”, Türkçe tercümelerinde ise “teselli edici” şeklinde verilmiştir.
Hazreti Şuaybın suhufunda, efendimizin ismi müşeffeh şeklinde geçer ki, kelime olarak tam karşılığı “Muhammed” dir. Tevrat ta geçen münhemenna isminin karşılığı da, yine Muhammeddir. (bilindiği gibi Muhammed kelimesinin lügat karşılığı da, “tekrar tekrar methedilmiş” şeklindedir.) Bunların dışında, efendimizin (s.a.v.) İsmi, Tevratta çoklukla “ahyed”, İncilde ise, ”Ahmet” olarak geçmektedir.
*********
İncildeki paraklit veya faraklit kelimesi tam olarak neye işarettir?Soru
İncildeki paraklit kelimesi tam olarak neye işarettir?
Kullanıcı: samanyolu | Tarih: 17-Aralık-2006, Saat: 18:47:53
Cevap
Değerli Kardeşimiz;
Yuhanna İncilinden bir âyet: “Mesih: ‘Ben, benim ve sizin Rabb’inize gidiyorum. Ta ki size Tevil’i getirecek olan Faraklit’i göndersin’ dedi.” Faraklit, hakkın ruhu, hak ile bâtılı birbirinden tamamen ayıran mânâlarına gelir. Evet Allah Resûlü, hakkın ruhudur. Çünkü ölü kalbler ancak O’nun getirdiği hak ile hayat bulmuştur. O insanların hidayete ermesi için kendini feda edercesine bir mücadele vermiştir ki; hak ile bâtılın birbirinden ayrılması, ancak böyle bir mücâdele ve mücâhede sonucu vuku bulmuştur. İşte Hz. Mesih’in haber verdiği bir Faraklit gelmiştir. O da Allah’ın (cc) son elçisi İki Cihan Güneşi Hz. Muhammed (sav)’dir. Yuhanna İncili bab: 14. âyet 15 ve 16 da şöyle deniyor: “Eğer beni seviyorsanız, emirlerimi tutarsınız. Ben Rabb’e yalvaracağım ve O size başka bir tesellici, hakikat ruhunu (Faraklit) verecektir; tâ ki daima sizinle beraber olsun.” Şimdi de sırasıyla şu âyetlere bakalım: “Faraklit, öyle bir Ruhu’l-Kudüs’tür ki, Rabb O’nu benim ismimle (yani peygamber olarak) gönderecektir. O size her şeyi öğretecek ve benim size söylediklerimi de tekrar hatırlatacaktır.” (Yuhanna, Bab: 14, Âyet 26). “Faraklit geldiğinde benim için şahitlik edecektir ve siz de bana şahitlik edersiniz.” (Yuhanna, Bab: 15, Âyet, 26-27). “Ben size hakkı söylüyorum. Benim gitmem sizin için hayırlıdır. Çünkü ben gitmezsem Faraklit size gelmez. Ama ben gidersem O’nu gönderirim.”(Yuhanna, Bab: 16, Âyet, 7). “Faraklit geldiğinde bütün âlemi, hataları sebebiyle kınar ve onları terbiye eder.” (Yuhanna, Bab: 16, Âyet,
. İncil’in ilk gelişi İbrânice’dir. Daha sonra Yunanca’ya tercüme edilmiştir. Bizim elimizdeki Arapça tercümeler ise, Yunanca’dan yapılan tercümelerdir. “Faraklit” ismi, Yunanca’ya yapılan ilk tercümelerde geçtiği için, İbranice asıllarında bu kelimenin karşılığı nedir onu bilemiyoruz. Faraklit, Yunanca bu kelimenin Arapça karşılığıdır. Yani ta’rîb yoluyla Arapça’ya girmiştir. Ancak biz sadece bu kelime üzerinde durup meselemizi ona binâ etmeyeceğiz. Belki, İncil’de müjdelenen gelecek nebînin, bütün hususiyetlerini, Efendimiz’de tahakkukunu görmeye çalışacağız. M.F.GÜLEN
*****************
Tevrat Ve İncil Peygamberimizin Nübüvvetine DelildirYazar: M. Fethullah Gülen, 00-0-0000
Tevrat Ve İncil Peygamberimizin Nübüvvetine Delildir
Geçmiş peygamberlerle birlikte, geçmiş mukaddes kitaplardan Tevrat ve İncil, Hâtem-i Enbiyânın peygamberliğine birer delil ve şâhiddir. Tahrif edilmiş olmalarına rağmen, Hüseyin Cisrî gibi allâmeler, elimizdeki Tevrat ve İncil nüshalarında, bu mevzû ile alâkalı pek çok işaretler bulmuşlardır. Bunlardan sadece dört tanesini vermekle iktifâ edeceğiz:
1. “Onlar için kardeşleri arasından, senin gibi bir peygamber çıkaracağım ve sözlerimi onun ağzına koyacağım” (Kitab-ı Mukaddes, Tesniye Bâbı, âyet: 18).
“Gerçek, Mûsa demiştir: “Rab size kardeşleriniz arasından benim gibi bir peygamber çıkaracak, her ne söylerse onu dinleyeceksiniz. Ve bütün peygamberler, Semuel (İsmail) ve sıra ile gelenler, hep söylenen bu günleri ilân ettiler” (Rasullerin İşleri, Bâb: 3, âyet: 22).
“... ve Rabbin... Mûsa gibi bir peygamber daha İsrailde çıkarmadı.” (Tesniye, Bâb: 34, âyet: 12).
Kitab-ı Mukaddesin Ahd-i Atik (Tevrat) ve Ahd-i Cedid (İncil) bölümlerinden alınan yukarıdaki âyetlerde:
a) Hz. İbrahimin oğlu Hz. İshakın soyundan gelen İsrail Oğullarına Hz. Mûsanın “kardeşleriniz” şeklindeki hitabı, Hz. İshakın kardeşi Hz. İsmailin soyuna, yani İsmail Oğullarına işarettir. İsmail Oğullarından gelecek olan peygamber ise ancak Hz. Muhammed (sav) olabilir; çünkü İsmail soyundan yalnızca Efendimiz (sav) gelmiştir. Hz. Yûşa ve Hz. İsa, Hz. İsmailden değil, İsrail Oğullarındandır.
b) Hz. Mûsa, “benim gibi” sözüyle Peygamberimizi kasdetmektedir; çünkü, cihad, getirdiği kanun ve hükümler, koyduğu cezalar, cemaati arasında sözünün dinlenir olması.. gibi yirmi kadar hususta Hz. Mûsaya benzeyen, Hz. Yûşa ve İsa değil, Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav)dir.
c) Hz. Mûsa gibi bir nebînin İsrail Oğullarından bir daha çıkmayacağı açıkça ifade olunmaktadır.
d) “Sözlerimi ağzına koyacağım” ifadesi, Efendimizin ümmî olup, okuma-yazması bulunmadığı halde Allahın Kelâmını kolayca hıfzedip insanlara okuyacağına işarettir.
2. “Rab, Sinadan geldi ve onlara Sâirden doğdu; Paran dağlarında parladı ve mukaddeslerin onbinleri içinden geldi. Onlar için sağında ateşli ferman vardı” (Tesniye, Bab: 33, âyet: 2).
a) “Sinadan gelme”, Hz. Mûsaya Tûr-ı Sînada ilâhî hükümlerin verilmesini; “Sâirden doğma”, Hz. İsaya İncilin verilmesini ve “Paran dağlarında parlama” ise, Efendimizin Mekkede çıkacağını ifade eder. Paran, Arapça okunuşuyla Faran, Mekkenin eski isimlerinden olduğu gibi, Kitab-ı Mukaddesin Tekvin Bölümünde de Hz. İsmailin Paran çölünde oturduğu anlatılmaktadır (Bâb: 21, âyet: 21).
b) İçinden gelindiği belirtilen mukaddeslerle, Peygamberimizin her türlü ayıptan uzak bulunan Âline, Ehl-i Beytine ve Ashâbına işaret olunmaktadır.
c) “Sağda ateşli ferman”, İslâm Dininde Cihada işarettir.
3. “Taş, köşenin başı oldu... ve o, gözlerimizde şaşılacak iştir... Allahın melekûtu sizden alınacak ve Onun meyvelerini yetiştirecek bir millete verilecek ve bu taşın üzerine düşen parçalanacak; o da kimin üzerine düşerse onu toz gibi dağıtacaktır” (Matta, Bâb: 21, âyet: 42).
a) Yukarıdaki âyette geçen “köşe taşı” Hz. İsa (as) olamaz; çünkü, Hz. İsa ve getirdikleri altında parçalanma, toz gibi olma meydana gelmemiş, bu Peygamberimizle olmuştur. Zâten, hükmeden Hz. İsa değil, Efendimiz (sav)di; hükmetmek için gelmediğini söyleyen de bizzat Hz. İsa (as)nın kendisidir. (Yuhanna, Bâb: 12, âyet: 47).
b) Buharî ve Müslîmin rivâyetlerinde, Peygamberimiz (sav), kendisinin Peygamberlik binasının köşe taşı olduğunu bizzat ifade etmekte ve dolayısıyle köşe taşı konmakla, yani Peygamberimiz (sav)le Peygamberlik tamamlanmış olmaktadır.
4. “Rab, size başka bir Faraklit verecektir; ta ki, daima sizinle beraber olsun” (Yuhanna, Bâb: 14, âyet: 15).
“... O, size herşeyi öğretecek ve size söylediğim herşeyi hatırınıza getirecektir.” (Yuhanna, bab: 14, ayet: 26).
“... Benim için o şehâdet edecektir...” (Yuhanna, Bâb: 15, âyet: 26).
“... gitmezsem, Faraklit gelmez... ve O geldiği zaman günah, salâh ve hüküm için dünyayı ilzâm edecektir” (Yuhanna, Bâb: 15, âyet: 7-
.
Yukardaki âyetlerde Faraklit olarak geçen kelimenin aslı Yunancada Piriklitos olup, Arapça Ahmed kelimesinin karşılığıdır. Ahmed, Efendimiz (sav)in ismi olduğu gibi, Kurân-ı Kerimde de Onun İncilde Ahmed olarak geçtiği açıkça ifade edilir. Ve, burada sayılan bütün vasıflar sadece Efendimiz (sav)de vardır. Kaldı ki, Efendimiz (sav)in geleceğini ve vasıflarını açıkça anlatan pek çok İncil bugün elimizde mevcud değildir.
**************
islamiyet ile hırisiyanlığ'ın karşılaştırılması (tablo)
Terminoloji Hristiyanlık
İslamiyet
Yaşam Sonrası
Hristiyanlar dirilmiş bedenlerinde (1. Kor. 15:50-58) Cennette Rab ile birlikte olacaklar (Filipililer 1:21-24), Hristiyan olmayanlar Cehenneme sonsuza dek atılacaklar (Matta25:46).
Ölüm sonrası yaşam vardır (75:12), Cennet sadık Müslümanlar için ideal yaşam yeri olacaktır (29:64), diğerleri ise Cehenneme gidecekler.
Melekler
Yaratılmış varlıklardır, insan değildirler, bazıları günaha düştü ve kötülükle doldular. Çok güçlüdürler. Günaha düşmemiş melekler Tanrı’nın isteğini yerine getirirler. (İbraniler 1:14)
Özgür iradeye sahip olmayan, Tanrı’ya hizmet etmek için yaratılmış varlıklardır. Melekler ışıktan yaratıldılar.
Kefaret
Günahkar Mesih’in çarmıhtaki işine iman ettiğinde (Rom. 5:1),, Mesih’in çarmıhta Kendini kurban vermesi (1. Pet.2:24), Kendi kanını bizim günahlarımız için dökmesi, Tanrı’nın gazabını (1 Yuhanna 2:2) {Cehennemle sonuçlanacak olan} (Yuhanna 1:12), bizden uzaklaştırmasına neden oldu.
Günahkarın içten tövbesi ve günahın itirafının dışında İslamiyette kefaret yoktur.
Kutsal Kitap
Orijinal el yazmalarında Tanrı Sözü esinlenmiştir ve hatasızdır (2. Tim.3:16).
Peygamberlerin sözleri önemlidir fakat Kutsal Kitap yüzyıllar içinde bozulmuştur ve şu ana dek tek doğru olan Kuran’dır.
Çarmıh
İsa dünyanın günahları için kefaret ödedi. Kişiyi Tanrı’nın gazabından kurtaracak tek şey, Mesih’in o kişinin yerine çarmıhta kurban olarak ölmesidir (1. Pet. 2:24).
İsa çarmıhta ölmedi. Tersine, Tanrı Yahuda’yı İsa gibi görünmesini sağladı ve İsa’nın yerine o çarmıha gerildi.
Şeytan
Tanrı’ya her yolla karşı gelen günaha düşmüş bir melektir. İnsanlığı da yok etmeyi amaçlar (Yeşaya 14:12-15; Hezek. 28:13-15).
İblis, günaha düşmüş bir cin. Cinler melekler veya insanlar değildir. Özgür iradeleri olan yaratılmış varlıklardır. Cinler ateşten yaratılmışlardır, (2:268; 114:1-6).
Tanrı
Üç kişilikten oluşan tek Tanrı: Baba, Oğul ve Kutsal Ruh. Üçlübirlik üç tanrıdan oluşan tek Tanrı veya tek kişinin üç şekilde görünmesi değildir. Üçlübirlikçilik, tek Tanrıcıdır (monoteisttir). Varolmuş tek Tanrı dışında hiçbir Tanrı yoktur ve herşeyin hakimidir.
Tanrı Allah olarak bilinir. Allah’ın tek kişiliği vardır. Varolan başka Tanrı yoktur. Evrenin yaratıcısı (3:191) ve herşeye hakimdir (6:61-62).
Cennet
Tanrı’nın bulunduğu yer. Tanrı’nın lütfuyla kurtulmuş olan Hristiyanların sonuçta gidecekleri yerdir. Cennet Tanrı’nın olduğu yer olduğu için Cennettir ve sonsuza dek Tanrı’yla ilişkilerinde sevinç duyacaklardır.
Müslümanlar için Cennet hayaledilemeyecek derecede mutluluk yeri (32:17), yemeklerin ve ağaçların olduğu (13:35;15:45-48), sadık Müslümanların arzularının karşılandığı yerdir (3:133; 9:38; 13:35; 39:34; 43:71; 53:13-15).
Cehennem
Tanrı’nın huzurunun bulunmadığı, ateşle işkence edilen bir yerdir. Cehennem’den kaçış yoktur (Matta25:46).
Cehennem sonsuza dek imanlarının ve işlerinin yetersiz kaldığı kişiler (14:17; 25:65; 104:6-7) ile Müslüman olmayanların (3:131), ateşte (104:6-7), cezanın ve işkencenin çekildiği bir yerdir.
Kutsal Ruh
Üçlübirliğin üçüncü kişisidir. Kutsal Ruh tamamen Tanrı’dır.
Muhammed’e Kuran’ın sözlerini ulaştıran başmelek Cebrail’dir.
İsa
Üçlübirliğin ikinci kişisidir. Beden almış Söz’dür (Yuhanna 1:1, 14). Hem Tanrı hem İnsan’dır (Kol. 2:9).
Muhammed’ten sonraki, çok büyük bir peygamberdir. İsa Tanrı’nın oğlu değildir (9:30) ve kesinlikle Tanrısallığı yoktur (5:17, 75) ve çarmıha gerilmedi (4:157).
Yargı Günü (Mahşer)
Tanrı’nın herkesi yargılayışı, Diriliş gününde olacaktır (Yuhanna 12;48). Hristiyanlar Cennete gidecektir. Geri kalan herkes Cehenneme gidecektir (Matta 25:46).
Tanrı’nın herkesi yargılayacağı diriliş gününde olacaktır. Müslümanlar Cennete gidecekler. Geri kalan herkes Cehenneme gidecektir (10:26; 34:37). Yargı kişinin iyi işlerine göre yapılacaktır (14:47-52; 45:21-22).
Kuran
Muhammed kendisi yapmıştır. Esinlenmemiştir veya Kutsal Yazı değildir. Orijinallerinden bugüne doğru geldiği kanıtlayacak deliller yoktur.
Muhammed’e 23 yıl boyunca Tanrı tüm insanlık için son esinini, Cebrail aracılığıyla verdi. Hatasızdır ve Allah tarafından hatalardan korunmuştur.
İnsan
Tanrı’nın benzerliğinde yaratıldı. (Yar. 1:26). Bu Tanrı’nın bedeni olduğu anlamına gelmez, fakat bu insanın Tanrı’nın yeteneklerine sahip olduğu anlamına gelir (neden arama, iman, sevgi, vs.)
Tanrı’nın benzerliğinde yaratılmadı (42:11). Dünyanın toprağından yaratıldı (23:12) ve Allah insana yaşam yaşam üfledi (32:9; 15:29).
Muhammed
İslamiyet dinini başlatan, Tanrı’dan esin almayan, Mekke’de 570 yılında doğdu.
Allah’ın en son ve en büyük peygamberidir. Kuran da bütün esinlenmiş kitapların en büyüğüdür.
Orijinal Günah
Bu terim, Adem’in günahının soyuna geçişini anlatmak için kullanılır (Rom. 5:12-23). Özellikle, günahlı bir doğaya sahip olmamızın nedeni, onu Adem’den miras almamızdır. Günahlı doğa Adem’den kaynaklandı ve aileden çocuklarına geçmeye başladı. Bizler doğal olarak Tanrı’nın gazabının çocuklarıyız (Efes.. 2:3). Orijinal günah yoktur. Tanrı’ya isyan edene dek herkes günahsızdır. İnsanların günahkar doğası yoktur.
Diriliş
Hristiyan olmayanlar yıkım {ölüme}, Hristiyanlarda sonsuz yaşam için herkes bedensel olarak dirilecektir. (1. Kor. 15:50-58).
Bazıları Cennete, bazıları da Cehenneme gitmek üzere bedensel diriliş vardır. (3:77; 15:25;75:36-40; 22:6).
Kurtuluş
Mesih’e ve O’nun çarmıhtaki kurban oluşuna güvenen herkese Tanrı’nın karşılıksız bir armağanıdır (Efes. 2:8-9) O bizim aracımızdır (1. Tim. 2:5). Kurtuluşu kazanmak için iyi işlerimiz yetersizdir ve Tanrı’nın huzurunda kabul edilmez (Yeşaya 64:6).
Günahların bağışlanması, herhangi bir aracı olmaksızın Allah’ın lütfuyla alınır. Müslüman Allah’ın varlığına, İslamiyetin temel öğretişlerine, Muhammed’in Allah’ın peygamberi olduğuna ve Allah’ın Kuran’daki emirlerine inanmalıdır.
Tanrı’nın Oğlu
Bu terim İsa’nın fiziksel anlamdaki Tanrı’nın Oğlu değil ruhsal anlamda İsa’nın Tanrısallığını anlatmak için kullanılır (Yuhanna 5:18).
Allah’nın Oğlu terimi İsa’nın fiziksel oğlu olduğu anlamına gelir. Bundan dolayı, İsa Allah’ın Oğlu olamaz.
Söz
"Başlangıçta Söz vardı. Söz Tanrı’yla birlikteydi ve Söz Tanrı’ydı...ve Söz insan olup aramızda yaşadı..." (Yuhanna 1:1, 14).
Allah varetme emri, İsa’nın Meryem’in rahminde şekil alması ve yaratılmasına neden oldu.
.
*************
Günümüz Batı Dünyasında Bilim Ve Din Dr. Selim AYDIN
Hakiki mânâda ilim ve din, tarih boyunca kendi güzelliklerini insanlığa sunmuşlardır. Ne var ki, bir hakikatin iki yüzü olan ilim ve dini bazıları, birbirine zıt göstererek güzelliklerini zaman zaman ört bas etmişlerdir. Tahrif edilmiş dinlerin bazı mensupları da, çeşitli sebeplerle zaman zaman bilime ters düşmüşlerdir. 18. asırdan önce doğuda, batıda bilim dînî bir faaliyet olarak görüldüğünden, bilim ve din adamı şeklinde çok kesin bir ayırım yoktu. Bölünmeler, genelde dindar-dinsiz, âlim-filozof şeklindeydi. “Bilim”e dönüştürülmemiş ilim, Yaratıcı’nın yeryüzü ve gökyüzündeki ayetlerini okuyup anlayarak sanattan Sanatkâr’a giden yolu da temsil ediyordu. 13. asırda Avrupalılar İslâm kaynakları vasıtasıyla Yunan bilimini yeniden keşfettiklerinde, dönemin ilahiyatçılarından Robert Grosseteste, hem Lincoln başpapazı hem de Oxford Üniversitesi’nin ilk rektörüydü. Galileo ve Newton, yaptıkları ilmî çalışmaları, Yaratıcı’nın varlığını göstermek amacıyla kullanmalarından aldıkları ruhanî hazzı hiç birşeyden elde edemediklerini yazmışlardı. Ne var ki, batıda tahrif edilmiş Hristiyanlığı temsil eden kilisenin otoriter uygulamaları ve ortaya çıkan ilim ve kilise uyuşmazlığı batıda Aydınlanma çağı ile zirveye çıkmış, bilim ve din birbirinden ayrılmış ve toplumda bilim adamları ve din adamları şeklinde birbirine düşman yeni sınıflar oluşmuştur. 18. asırdan itibaren de ilim ve din birbirine zıt yapılanma sürecine girmiştir. Bu süreçte ilim “bilim” olmuş ve din de maddî dünyadan koparılıp sembolik bir değer halinde vicdanlara hapsedilmiştir. Batıda 18. asrın sonlarından itibaren Hristiyanlık yeniden formüle edilerek, insanî değerlerin sembolik ifadeleri olarak ele alınmış ve maddî dünyadan koparılmıştı. Buna paralel olarak da ahlâkî ve ruhî bilgi kümelerinden uzaklaşan bilim, kendini nesnel dünya ile sınırladı. 19. ve 20. asırda batıda ve batılılaşma sürecine giren toplumlarda birbirine düşmanca tavır içinde olan bilim ve din adamları toplumun genel karakteristiğini oluşturmuştu.
20. asra gelindiğinde mekanik fiziğin yıkılıp, atom fiziğinin ön plâna çıkmasıyla bilim ve dinin uyuşamaz oldukları düşüncesinin yanlışlığı gözler önüne serildi. Charles Townes (laser ve maser’in gelişimine katkılarından dolayı fizik dalında 1964 yılı Nobel ödülünü almış kişi) Partikül fizikçisi Carl York ve uzay-zaman konusunda dünyanın sayılı uzmanlarından George Ellis, bilim ve dinin birbiriyle uyuşamaz olduğu düşüncesinin yanlışlığına inanan birinci sınıf bilim adamlarıdır. George Ellis, fizikteki son ilerlemelerin, Allah’ın varlığına en sağlam delil oluşturduğuna inanmaktadır. O, fizikteki temel sabiteler hakkındaki bilgilerimizin, bir plânlayıcı ve organize edicinin varlığına en sağlam delil olduğuna inanır. Çünkü modern fiziğe göre tabiattaki temel sabitelerin çoğu (proton-nötron kütle farkı gibi) son derece sağlam değerlerdir. Eğer bu değerler çok az oranda farklılaşsaydı, dünyamızda biyolojik zenginliğin ortaya çıkması imkânsız hale gelirdi. George Ellis’e göre kâinatın ve tabiatın kuruluşundaki “gayelilik”, açıkça bir gayeye yönelik olarak çalışan bir Plânlayıcıyı göstermektedir. Hayatta sadece nesnel bilgiler yeterli olmamakta ve ahlâkî değerlere ihtiyaç duyulmaktadır. Genişleyen kâinatın izafiliğini tahmin etmeyi ciddiye alan ilk fizikçi Georges Lamitrie hem fizikçi hem de ilahiyatçıdır. Fizikle uğraşan yukarıdaki bilim adamları, fiziğin ve imanın birbiriyle uyuşamaz olduğu düşüncesini çürütmüş yaşayan örneklerdir.
20. asrın ikinci yarısından itibaren batı toplumlarında bilim ve dini birbiriyle diyalog sürecine sokan gelişmeler artarak devam etmektedir. Son yıllarda bilim ve dini birlikte ele alıp değerlendiren bilim adamları ve ilahiyatçılardan oluşan bu topluluklar, ABD toplumunda değişik isimler altında organize olmaktadır. Böyle bir topluluğun 1950’li yıllarda ABD’de kurduğu ilk merkez, Şikago Bilim ve Din Merkezi’dir. Bu merkezin aynı şehirdeki bir diğer kardeş kuruluşu da, Bilim Çağında Din Üzerine Enstitü (The Institute on Religion in an age of Science (IRAS)) isimli bir kuruluştur. Bu iki kuruluş, bilim ve din konusunda İngilizce süreli tek akademik yayın olan “Zygon; Journal of Religion and Science” isimli dergiyi ortaklaşa çıkarmaktadırlar. IRAS tarafından düzenlenen konferansların konuları Bilim ve Dinde Gerçeklik ve Doğruluk; Termodinamik, Entropi ve Değer Hükümleri gibi mevzulardan oluşmaktadır.
Amerikanın Berkeley şehrinde bulunan Kalifornia Üniversitesi kampüsünde 1981 yılında bu merkezlere, İlahiyat ve Tabiî Bilimler Merkezi (Center for Theology and The Natural Sciences- CTNS) isimli bir yenisi daha eklendi. Merkezin kurucusu Robert Russell, fizik ve ilahiyat dalında uzmanlık yapmış birisidir. Birbirine zıt gibi görünen bu iki ayrı dalda kariyer yapmış Robert Russell, bilim ve dini birbirine zıt gören pek çok kimse için, kafa karıştırıcı bir örnek iken, ilmî düşünce ile dinî inançları birbirini tamamlayan bir bütünün parçaları olarak gören dindar bilim adamları ve ilahiyatçılar için ise güçlü bir dayanaktır. Robert Russeli, merkezin kuruluş gayesini şu şekilde özetlemektedir:
“Bizler, bilim ve dinin savaş halinde olduğuna inanan bir kültür içinde yetiştirildik. Toplumun iki parçası olan bilim topluluğu ile dinî toplulukları biraraya getirip, birbirlerinin güzelliklerini kendi aralarında değiş tokuş yapmalarını sağlayarak fert ve toplum plânında yeni bir armoninin oluşmasına katkıda bulunmak en büyük gayemiz. Ayrıca, günümüzde hızla yayılan disiplinlerarası yaklaşımların ve kurumlaşmaların müşahhas örneğini uluslararası boyutta bilim ve din için göstermek istiyoruz.”
Russell böyle bir merkezin kurulmasına yol açan gelişmeleri de şöyle özetlemektedir:
“Fizik dalında 1970’li yıllarda Kalifornia Üniversitesi’nde yüksek lisans yapıyordum. Tez danışmanım bana dinî inançlarımı bıraktığım takdirde birinci sınıf bilim adamı olmaya namzet bir kişi olacağımı sürekli söylemekteydi. Bu düşünceler bende aksine dine daha derinden yönelme arzusu uyandırdı. Aynı üniversitenin ilahiyat dalında yüksek lisansa başladım. 1978 yılında Kalifornia Üniversitesinden Fizik dalında doktora derecemi aldım. İlahiyatta yüksek lisans yaptığım için de Birleştirilmiş Kiliseye yetkili olarak atandım. İngiliz Biyolog Arthur Peacocke tarafından kurulan Dindar Bilim Adamları Cemiyeti’ne de üye seçildim. Bu cemiyete pozitif bilim dallarında akademik kariyer yapmış ve aynı zamanda dine ilgi duyan ve dinî eğitim almış kişiler üye olabilmekteydi. Carleton Kolejinde birkaç yıl fizik öğrettikten sonra hayatımda bütünleştirdiğim bilim ve din gerçeğini daha kalıcı hale getirmek için kurumlaştırmaya karar verdim. Çünkü çevremde pek çok kimse ilmî ve dinî olan pek çok şeyin iç içe olduğunu görüyordu ama, bunu bir türlü gündeme getiremiyorlardı. Niyetim, bu insanlara tercüman olmak ve bu düşüncelerin yeşermesini sağlamaktı, içimi dolduran bu arzu, daha sonra “bilim dine düşmandır, din de bilime kapalıdır” şeklindeki yaygın anlayışın yanlışlığını ortaya koymaya dönüştü. Sonunda düşüncelerim ve arzularım bu merkezi ortaya çıkardı.”
Kalifornia’daki İlahiyat ve Tabiî Bilimler Merkezi, Vatikan Gözlemevi ile birlikte her yıl, iki defa olmak üzere ortak konferans düzenlemektedir. Konferansların konusu, “Dünyada Yaratıcı’nın İcraatları” üzerine olup, konuşmacılar, bilim adamlarından, ilahiyatçılardan ve filozoflardan seçilmekte, bilimin dine bakan yönleri ve bilim ve dinin etkileştiği konular müzakere edilmektedir. Meselâ, 1993 yılındaki konferansın konusu, Kaos ve Komplekslilik üzerineydi. 1991 yılında Kuantum Kozmolojisi ve Tabiatın Kanunları üzerinde durulmuştu. Bu akademik faaliyetlerin yanında merkez, halka yönelik olarak seri konferanslar düzenlemekte, dinî kurum ve kuruluşlarda veya bilim kurumlarında çalışan kişileri her iki alanda bilgi sahibi yapmak ve bilim-din ahengini göstermek için seminerler ve yaz okulları tertip etmektedir. Merkez, akademik seviyede üç ayda bir yayınlanan bir mecmua ile aylık haber bülteni çıkarmaktadır. Bu merkezin üyesi olan Astrofizikçi ve papaz William Stoeger (halen Vatikan Gözlemevinde çalışmaktadır) bilim olarak yaptığımız şeyin, hakikatte, Yaratıcı’nın tabiatta nasıl icraatta bulunduğunu anlamaya çalışmak olduğunu söyler. Bilimin başarılarının kâinatta nizam ve mizanla icraatını sergileyen Yaratıcı’nın fiillerini anlayabilme derecemizle doğru orantılı olduğunu belirtir.
Bilimle dinin etkileşmesini hızlandıran bulgular sadece fizikten gelmemekte, biyolojik bilimler, özellikle genetik, dinî ve ahlâkî boyutu olan mes’eleleri uygulamaya koymaktadır. Bu noktadan merkez, ABD’nin Milli Sağlık Enstitüsü(NIH) tarafından finanse edilen üç yıllık bir projeyi ele almış ve yürütmektedir. Projenin konusu, insanın gen haritasını ortaya çıkarma çalışmalarının (insan kromozomlarında genleri deşifre etme) dinî ve ahlâkî yansımalarının neler olabileceği üzerinedir. Projede genetik konusunda uzman bilim adamları, ilahiyatçılar ve pedagoglar görev almaktadır. Projenin hedefleri, aşağıdaki hususları aydınlığa kavuşturmaktır:
1- Genetikle alâkalı problemlerin ve konuların ne olup olmadığını dinî kurumlara ve cemaatlere anlatma stratejileri geliştirme.
2-Dindar kimselerin kendilerine danışmaya gelen kişilere, dinin muhtevasına sadık kalarak, bütünlüğünü ve anlamını bozmadan ilmî meseleleri nasıl anlatacaklarını öğretmek. Çünkü dinî metinlerde ilmin husûsî konulan karşısında pratikte nasıl yapsa bir tavır alınacağı çok net belirtilmediği için bunların acilen uygun şekilde tefsir edilmesi gerekmektedir. Zira bilimin ürünleri giderek artan miktarlarda hayatımızda kullanım alanı bulmaktadır.
3-“Cüzî iradeyi ve şuuru genetik bilgi ve program” içinde nereye yerleştireceğiz gibi soruların açıklığa kavuşturulması.
4- Bir grup biyolog tarafından benimsenen, “insan, DNA tarafından kodlanmış biyolojik makineden(genlerden) başka bir şey değildir, düşüncesine karşılık insanın sağlıklı veya hasta olacağının genetik bilgi ile çevrenin karşılıklı etkileşiminin neticesinde belirlendiği görüşünü birlikte sorgulama. İç ve dış çevre faktörlerini hesaba katmadan tek başına genetik bilgi ve programın belirleyici olamayacağı biyologlar arasında hâkim görüş olmasına rağmen, projeyi yürüten ekibin başkanı Peters, bu iki boyutlu yaklaşımın da eksik olduğuna inanmaktadır. O, insanı ortaya çıkaran ve durumunu sürekli belirleyen üç unsurun olduğuna ve bunların sürekli birbirleriyle etkileştiklerine inanmaktadır. Bunlar, genetik bilgimiz, iç ve dış çevre ile, irade melekemizdir. Herşeye rağmen kararlarımızı veren genler değil, bizdeki ruhun fonksiyonu olan iradedir. Cüzî irade sadece genlerin ve çevrenin etkileşiminin bir sonucu mudur? İşte bu noktada dinin tanımları ve açıklamaları biliminki ile birlikte ele alınmalıdır ki, sağlıklı stratejiler geliştirilebilsin. Dolayısıyla, sorumluluk hissiyle birlikte cüzî iradenin anlaşılması çok önemli olmaktadır. İnsanoğlu sadece programlanmış bir makine ise ve bizim hasta veya sağlıklı olacağımız sadece genlere bağlı ise, sorumluluk duygusunu nereye koyacağız?
Peters’a göre, bütün bu soruların sağlıklı çözümü iki ön şartın yerine getirilmesine bağlıdır. Birincisi, İlahiyatçıların bilimi ve onun verilerini, ürünlerini ciddiye alıp, doğru şekilde değerlendirebilmeyi öğrenmeleri. İkincisi, aynı şekilde bilim adamları da dine ve onun meselelerine soğuk durmayı bırakmalı ve dini anlamaya çalışmalı, dinin prensiplerini ilmin ışığında nasıl hayata geçirebilecekleri konusunda düşünmelidirler. Bu iki şartın batıda gerçekleşmeye başladığı yönünde önemli işaretler var. Bütün dünyada genel kamuoyu ve akademik çevrelerde eline duyulan ilgi giderek artmaktadır. Tabiî Bilimler ve İlahiyat Merkezinin yönetim kurulu başkanı ve Kalifornia’da Hristiyan felsefesi doçenti olan Nancey Murphy, bu konuda şu hatıratını nakletmektedir:“1992 yılında Berkeley’de Kalifornia Üniversitesinde, Fizikçi Paul Davies ve Roger Penrose ile birlikte bilim ve dinin etkileşimini tartışmak üzere bir panele katıldım. Yaklaşık 2000 kişi bu paneli kesintisiz izledi. 20 yıl önce doktora yaparken böyle toplantıların düzenlenebilmesi ve bu kadar dinleyici bulması imkânsızdı ve bu bilime ihanet olarak görülürdü. Yine aynı şekilde Bilimin ilerlemesi için Amerikan Cemiyetinin (American Association for Advancement of Science- (AAAS) 1993 yılı toplantısında birkaç oturum bilim ve dinin etkileşimine ayrılmıştı. En fazla ilgiyi de bu oturumlar görmüştü. Hatta ilgiyle izlenen bu oturumlar karşısında bazı bitim adamları rahatsız olmuşlar ve dinin ülkenin böyle geniş katılımlı bir bilimsel toplantısında ne işi olduğunu mırıldanmaya başlamışlardı. Ayrıca birçok arkadaşımın ve benim gözlemlerim, son yıllarda bilim adamlarından dine ilgi duyanlarının sayısının giderek arttığıdır.”
Bu tür faaliyetler özellikle bilime ters düşmüş, tahrif edilmiş bir dinin temsilcisi (Hristiyanlık)olan bu insanlar için ayrı bir öneme sahiptir. Bizim dinimiz, değil bilime ters düşmek aksine her zaman ilmi ve ilmî düşünceyi desteklemiş ve herşeyin netice itibariyle ilme bağlı olduğu hakikati üzerinde sürekli durmuştur. Ama ne var ki, son iki-üç asırdır batının tesiri altında kalan aydınımız Hristiyanlık için kurulan darağacında İslâm’ı mahkûm etme yanlışlığına düşmüşlerdir. Burada bahsedilenler, insanlığa tekrar bilim ve dinin birlikteliğini göstermek için batıda yapılan faaliyetlerden bir demettir. Benzeri faaliyetler, 5-6 asırdır bilimi terketmiş ve aydını dine küsmüş İslâm dünyası için de söz konusu olup bizim dünyamızda da çözülmeler başlamıştır. Aydınımız kendi dinlerine dönmeye başlamışlardır. Tahrif edilmiş bir dinin mensubu insanların faaliyetleri bu kadar ilgi görüyorsa, elinde Kur’an gibi ebedî bir hakikati taşıyan bizlerin bu konuda yapacağı faaliyetlerin neticelerinin ne olacağını siz düşünün! Bizler iki kere iki dört eder derecesinde inanıyoruz ki, 21. asırda bütün insanlık ilimlerin diliyle ve işaretleriyle dine yönelecek, bu yöneliş ilmin ışığında ve onun nimetleriyle olacağı için önceki asırlardan çok farklı ve daha muhteşem olacaktır. Bu noktada bize düşen târihî görev ise, bu olumlu değişim ve dönüşümü hızlandıracak faaliyetlerde bulunarak, kaderin yoluna su serpmek olmalıdır.
KAYNAK:
-Wertheim M..,(1994). Science and Reigion: Bluring the baundaries. OMNI vol. 17(1) October-1994. USA. sh:37-43
*****************