@bdulKadir Adminstratör
Mesaj Sayısı : 6736 Rep Gücü : 10015190 Rep Puanı : 97 Kayıt tarihi : 17/03/09 Yaş : 61 Nerden : İzmir
| Konu: Dil Belâsı Çarş. Eyl. 29, 2010 7:15 am | |
| Dil Belâsı Fethullah Gülen
Çok konuşmak, aklî ve ruhî dengesizliğe delâlet eden bir hastalıktır. Makbul söz, en kestirme bir yolla, muhatabın kafasını karıştırmadan ona bir şey anlatan sözdür. Muhataba bir şeyler anlatabilmek için uzun boylu konuşmaya gerek yoktur ve hatta çok defa uzun bir konuşma, beraberinde bir kısım zararlar da getirir. Zira çok söz tenâkuzdan (çelişki), tenâkuzlar ise karşı tarafın kafasında çeşit çeşit yeni sorular meydana getirmekten hâli değildir. Böyle bir durum ise, faydadan daha ziyade muhatap için zararlı olabilir..
Akıllı insan, konuşmak yerine, hem kendisi hem de başkaları için faydalı olabilecek şahısların konuşturulmasını sağlayan insandır. Aslında, aklı kâinat fen ve ilimleriyle; kalbi de ilâhî mevhibelerle doymuş ve olgunlaşmış kimselerin yanında başkalarının konuşması saygısızlık ve o kâmil ruhların susması da toplum adına bir mahrumiyettir.
Az söylemek, çok dinlemek bir fazilet ve ermişlik nişânesi, devamlı kendini dinlettirmek arzusu da, her zaman bir cinnet eseri sayılmasa da, mutlak bir dengesizlik ve hayâsızlık olduğunda şüphe yoktur.
Söylenecek her söz, bir meseleyi halletmeye ve bir soruya cevap olmaya yönelik bulunmalıdır. Söylerken de hem sorana hem de dinleyenlere bıkkınlık vermekten kat'iyen kaçınılmalıdır.
İnsanın, konuşmaması gerektiği yerde susması ve konuşması icap ettiği yerde de konuşması normal ve tabiîdir. Ne var ki, daha istifadeli olabilecek kimselerin konuşmaları, her zaman tercih edilmelidir. Bu ise, her şeyden evvel bir edep işi ve susmanın faziletini idrak etmeye bağlıdır. Atalarımız ne hoş söylemişlerdir: "Konuşman gümüş ise, sükûtun altındır."
İnsan, çok söz söylemekle değil, söylediği sözlerin yerinde ve faydalı olmasıyla kadrini, kıymetini yükseltir. Aksine, her yerde ulu orta konuşan kimse, hele konuştuğu şeyler de yüce mefhumlara ve uzmanlık isteyen mevzulara dairse, hem bir sürü hatalara düşer, hem de kendi değerini düşürmüş olur. "Çok konuşanın çok sakatatı olur" sözü ne kadar yerinde ve kıymetli bir sözdür.
İnsan konuşmalarıyla kendini gösterir ve davranışlarıyla da ruhunun yüceliğini aksettirir. Her sözü mutlaka onun söylemesi lâzım geliyormuş gibi lafı kimseye bırakmayan gevezeler, zamanla bütün dostlarından nefret ve tahkir görmeye başlarlar. Böyle bir durum ise, zaman zaman onların da söylemeye muvaffak olabilecekleri güzel sözlerin dinlenmemesini ve dolayısıyla da çok yüksek hakikatlerin -bir geveze söylediği için- küçümsemesini netice verir ki, bu da, o yüce hakikatlere karşı hürmetsizlik ve saygısızlık demektir.
Az yeme, az uyuma gibi az konuşma da, öteden beri olgun kimselerin şiarı olagelmiştir. Ruhî melekelerin gelişmesinde insana ilk tavsiye edilen şey, diline hakim olup, lüzumsuz ve münâsebetsiz sözlerden sakınma olmuştur. Zira, her yerde ağzını açıp saçma sapan söz edenlerin, kafa ve gönüllerinden daha büyük olan dilleri, ihtimal ki, onların sürekli kaybetmelerine sebep olacaktır; hem burada, hem de öteki âlemde.
Hele yapmadıkları şeyleri söyleyenlerin hâli, bütün bütün acı ve onlar hesabına düşündürücüdür. Bu itibarladır ki, En Doğru Sözlü'nün beyanında dil ve apış arasını muhafaza etme, cennetlere uçmanın birinci vesilelerinden sayılmıştır.
Bir insan, çok konuşma, kendi beyanını beğenme ve başkalarına söz hakkı tanımama hastalığından uzak kaldığı nispette, Yaratan ve yaratıklara yakın ve onların nazarında sevimli olur. Aksine, ne Hak katında, ne de halk katında umduğunu bulamaz.
Sızıntı, Temmuz 1982, Cilt 4, Sayı 42
***************
Öz doğru olmayınca,söz de doğru olmaz.Kalp dilin aynası olduğu gibi dil de kalbin aynasıdır.Nasıl kararmış bir kalp,dili kullanarak incitici ve nahoş sözlerle etrafını rahatsız eder ve onu kendi çirkinliğine tercüman yaparsa;haram helal demeden vizesiz her sözcüğü kullanan dil de kalbin manevi rahatsızlıklarının artmasına ve fesada uğramasına sebep olabilir.Bu anlamda iki dil (gönül ve lisan)arasında menfi dairede cereyan eden fasit bir daire söz konusudur. Birbirlerini fitleyen ve kötülüğe teşvik eden yapıları vardır bu iki uzvun.Tabii bu etkileşime müspet yönden bakılırsa durum tam tersi olur.İyi bir kalbin tercümanı olan dil,iyi şeyleri seslendirdiği güzellikler kalbe de tesir eder.Bu iki uzvun iki candan arkadaşı gibidir.Kötü arkadaşlar nasıl birbirlerini kötülük konusunda cesaretlendirir ve teşvik ederlerse iyi arkadaşlar da birbirlerini müspet manada etkiler ve birbirine hayır yolunda müşevvik olurlar.
*****
Dil,bazen nimet bazen nıkmettir;bazen rahmet bazen de bela ve musibettir.Bazen tatlılığı ile yılanı deliğinden çıkarır bazen de zehri ile onulmaz yaralar açar.Ondandır ki dil yarası üzerine ne yazılar yazılmış ne türküler söylenmiştir.Söz bir oktur ve yayından çıktıktan sonra geriye dönmesi imkansızdır.Tahrip kolaydır,tamir ise çok zordur.Bir dost kazanmak için bir yıl yetmez ama bir dost kaybetmek için bir saat yeter.Binaenaleyh dil,yeni dostluklar inşa etme ve var olan dostlukları devam ettirme yolunda kullanılmalı;gönüldaşları küstürecek cinayetlerden uzak durulmalıdır.
**************
Selametul insan hıfzullisan.insanın selameti dilinin muhafazasındadır
***************
Allah Tealâ şöyle buyurmuştur:
"İnsan bir söz söylerse muhakkak onun yanında hazır bir gözetleyici (melek) vardır."[1>
"Senin Rabbin (kullarının her yaptığını görüp) gözetleyendir."[2>
Her mükellefe gerekli olan her konuşmada dilini korumaktır. An cak bir ihtiyacı açıklayan söz söylenmelidir. Bir iş hakkında konuşmak ve susmak eşit durumda görülürse, sünnet olan konuşmayı terk etmektir. Çünkü mubah olan söz, bazan harama yahut bir mekruha götürmeye sebeb olur. Daha doğrusu adet gereği bu çoktur yahut çoğunluktadır. Selâ mette kalmaktan daha üstünü yoktur.
Ebû Hüreyre'den (Radıyallahu Anh) yapılan rivayete göre Pey gamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur:
"Allah'a ve âhiret gününe îman eden kimse hayırlı söz söylesin yahut sussun."[3>
Bu hadisi şerifin sahih olduğu üzerinde ittifak vardır. Hayır lı söz olmadıkça konuşmamak, gerektiğine dair açık bir delildir. Bu da ihtiyacın doğması halinde konuşmanın icab ettiğini gösterir. İhtiyaç olup olmadığı üzerinde şüphe edilirse konuşulmaz.
İmam Şafi'i (Allah ona rahmet etsin) şöyle demiştir:
Bir insan konuş mak istediği zaman, ondan önce düşünmelidir. Eğer ihtiyaç ortaya çıkı yorsa konuşmalı, şübhe ediyorsa konuşmamalıdır. İhtiyaç duyuncaya ka dar susmalıdır.
Ebû Musa El-Eş'arî'den (Radıyallahu Anh) yapılan rivayetde şöyle demiştir:
"Dedim ki, yâ Resûlullah! Müslümanların hangisi en faziletli dir? Peygamber (s.a.v): Dilinden ve elinden müslümanların selâmette bu lunduğu kimsedir, buyurdu."[4>
Selh İbni Sa'd'dan (Radıyailahu Anh) yapılan rivayete göre, Re-sûlüllah Saîlallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur:
"Kim bana iki çene arası ile iki ayak arasını temin ederse (onları haramdan korursa) ben ona cenneti temin ederim, (o cennetlik olur)."[5>
Ebû Hüreyre'den (Radıyallahu Anh) rivayet edilmiştir. O, Pey gamber Saîlallahu Aleyhi ve Sellem'in şöyle buyurduğunu işitmiştir:
"Kul (hayır ve şer olduğu) üzerinde düşünmediği bir söz söyler de onun sebebi ile (başı ve sonu) doğu ile batıdan daha uzak (mesafe kadar) bir ateş çu kuruna düşer."[6>
Ebû Hüreyre'den (Radıyallahu Anh) yapılan rivayete göre, Pey gamber Saîlallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur.
"Kul, Allah Tealâ'nın rızâsını kazanan bir söz söyler. Kul ona bir kıy met vermez. Allah o söz sebebiyle kulun derecesini yükseltir. Yine kul, Allah'ın gazabını gerektiren bir söz söyler. Ona bir değer vermez. O (Al lah'ı gazablandıran) söz sebebiyle cehenneme düşer, "[7>
Bilâl İbni'-Hâris El-Müzenî'den (Radıyallahu Anh) rivayet edildi ğine göre, Resûlüllah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur:
"Kişi Allah Tealâ'nın rızâsına uygun söz söyler. Ulaşacağı sevabın ne olduğunu bilmez. Allah Tealâ ona, o söz sebebiyle, Allah'a kavuşacağı güne kadar rızâ yazar (ondan razı olur). Yine kişi, Allah'ı gazablandıran söz konuşur. Ulaşacağı günahın ne olduğunu bilmez, Allah Tealâ o söz sebebiyle kul için kendisine kavuşacağı güne kada gazab yazar (ondan razı olmaz)."[8>
Süfyan İbni Abdulîah'dan (Radıyallahu Anh) yapılan rivayetde şöyle demiştir:
Yâ Resûlellah! Bana (faydası çok) öyle bir şey söyle ki, ona sarılıp ya payım, dedim. Rabbim Allah'dır, de, sonra dosdoğru ol, dedi.
Yâ Resûlellah Benim en çok korkacığım şey nedir? dedim. Peygamber (s.a.v) kendi dilini tuttu sonra budur, dedi."[9>
İbni Ömer'den (Radıyallahu Anh) yapılan rivayete göre demiştir ki, Resûlüllah Sallallahu Aleyhi ve Seliem şöyle buyurdu:
"Allah'ı an-maksızın çok söz söylemeyin. Çünkü Allah Tealâ'yı anmaksızın çok ko nuşmak kalb için bir katılıktır. Allah Tealâ'dan insanların en uzak kala nı kalbi katı olanıdır."[10>
Ebû Hüreyre'den (Radıyallahu Anh) rivayet edildiğine göre de miştir ki, Resûlüllah SallaHahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu:
"Allah Tealâ kimi iki çene arasının (dilinin) kötülüğünden ve iki ayağının ara sındaki kötülükten korursa, o cennete girer."[11>
Ukbe İbni Âmir'den (Radıyallahu Anh) yapılan rivayetde o şöyle demiştir:
"Yâ Resûlellah! Kurtuluş (çaresi) nedir? dedim.
Dilini kendine tut. Evin sana geniş olsun (ihtiyaçların için çalış, boşuna işler arkasına düşme). Günahlarına (tevbe edip) ağla, buyurdu.”[12>
Tirmizî, bu hasen hadistir, demiştir.
Ebû Saıd EI-Hudrî'den (Radıyallahu Anh) yapılan rivayetde de miştir ki, Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu:
"İnsa noğlu sabahlayınca, bütün azalar (organlar) dile boyun eğip: Bizim hak kımızda Allah'dan kork; çünkü biz senden bir parçayız. Sen doğru olur san, biz de doğru oluruz. Sen eğrilirsen biz de eğriliriz, derler.[13>
Ümmü Habîbe'den (Radıyalahu Anh) yapılan rivayetde Peygam ber Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur:
"İnsanoğlunun her sözü aleyhinedir; ancak iyiliği emretmek, kötülükten alıkoymak yahut Al lah Tealâ'yı zikretmek müstesnadır."[14>
Muaz'dan (Radıyallahu Anh) yapılan rivayetde şöyle demiştir:
"Ey Allah'ın Resulü! Beni cennete koyacak ve beni cehennemden uzaklaştı racak bir ameli bana bildir, dedim. Peygamber (s.a.v):
"Büyük bir işten sordun. Bu iş Allah Tealâ'nın o işi ihsan ettiği kimse için kolaydır: Allah'a hiç bir şeyi ortak koşmayarak O'na ibâdet edersin, namazı gereği üzere kılarsın, zekâtı verirsin, Ramazan da oruç tutarsın, Kabe'yi hac edersin, buyurdu. Şöyle devam etti.
Ben sana hayır kapılarını göstereyim mi? Oruç (kötülüklerden ve ateş ten koruyan) bir kalkandır. Sadaka, ateşin suyu söndürmesi gibi günah ları söndürür. Bir de kişinin gece ortasında namaz kılmasıdır. Sonra şu ayeti okudu:
"(Gece ibâdet etmek için) yataklarından bedenleri uzaklaşır."[15> Sora şöyle devam etti:
İşin başını, esasını ve yüksekliğin üst, noktasını bildireyim mi?
Evet, yâ Resûlellah dedim. İşin başı İslâm'dır. Onun esası (dayanağı) namazdır. Üst kısmı da cihaddır, buyurdu. Sonra:
Bütün bunların kemal ve kıvamı olan şeyi sana bildireyim mi? dedi.
Evet, yâ Resûlellah! dedim. Peygamber kendi dilini tuttu sonra:
Bunu kendi aleyhine olmaktan engelle dedi.
Yâ Resûlullah! Biz konuştuğumuz şeylerle hesaba çekilir miyiz? dedim.
Anan sana ağlasın! İnsanları yüzükoyun ateşe düşüren dillerinin top ladıklarından başkası mıdır? buyurdu.[16>
Ebû Hüreyre'den (Radıyallahu Anh) yapılan rivayetde Peygam ber Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur:
"Lüzumsuz şeyleri terk etmek (boşuna konuşmamak), kişinin İslâmının güzelliğinden- Hasen hadistir.
Abdullah İbni Amr İbni'l-Âs'dan rivayet edildiğine göre, Peygam ber Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur:
"Kim susarsa (felâ ketlerden) kurtulur."[17>
Selefden ve onlardan başka kimselerden nakledilen haberlere gelince:
Bize ulaştığına göre, Kuss İbni Saide ve Eksem İbni Sayfi bir araya gel diler. Onlardan biri arkadaşına:
İnsanoğlunda ayıb şeylerden kaç tane buldun? dedi. Öteki:
Bunlar sayılamayacak kadar çoktur. Benim sayabildiklerim sekiz bin ayıbdır. Ben bir haslet buldum ki, insanoğlu onu kullanırsa bütün ayıbları örter. Arkadaşı:
O nedir dedi.
Dili korumaktır cevabını verdi.
Yine Ebû Ali El-Fudayl İbni İyad'dan (Radıyallahu anh) rivayet edil diğine göre, o şöyle demiştir:
"Kim sözünü amelinden sayarsa, gereksiz ko nuşması az olur."
İmam Şafi'i (Allah ona rahmet etsin) arkadaşı Rebîa şöyle dedi:
"Ey Rebî'î Seni ilgilendirmeyen konuşmayı yapma. Çünkü sen bir söz söylediğin zaman, o söz sana hâkim olur, sen ona sahib olamazsın."
Abdullah îbni Mes'ud'dan (Radiyaîlahu Anh) rivayet edildiğine göre şöyle demiştir:
"Hapsedilmeye dilden daha lâyık bir şey yoktur." Başkası da: Lisan yırtıcı hayvana benzer. Eğer onu bağlamazsan sana saldırır, de miştir.
Üstad Ebu'l-Kasım El-Kuşeyri'nin meşhur risalesinden naklettik. Şöy le demiştir:
"Susmak selâmettir; asıl olan da budur. Yerinde konuşmak has letlerin en şereflisi olduğu gibi, zamanında susmak da erkeklerin sıfatı dır." Demiştir.
Ebu Ali EI-Dekkak'in (Radıyallahu Anh) şöyle dediğini işit tim:
"Hakka karşı sükût eden dilsiz şeytandır."
Kuşeyrî şöyle demiştir:
"Nefisle mücadele edenlerin susmaları, konuş mada bazı âfetler olduğunu bildikleri içindir. Konuşmalarda nefsin payı öğünme vasfını ortaya çıkarmak, güzel konuşma ile emsalleri arasında seçkin duruma çıkmak gibi şeylerle olur. Bunlar âfetlerdendir. Susmak nefsi terbiye edenlerin vasfıdır. Susmak onların ahlâkı düzeltme ve teva zu ile yaşama esaslarından biridir." Bununla ilgili söyledikleri şiirlerden biride:
"Dilini tut konuşma ey İnsan! Seni ısırmasın, o bir yılan. Mezarda nice dilden ölü var. Korkmuş idi ondan kahramanlar..."
Riyâşi şöyle demiştir (Allah ona rahmet etsin):
"Ömrün hakkı için, Ümeyye Oğullarının günahlarından beni uzak tu tan günahım var.
Onların hesabı Rabbimedir; bunun ilmi O'nda son bulur, bende değil...
Rabbim bendeki halleri düzeltince, onların yapmış oldukları bana en gel değil..."
Gıybet Ve Söz Gezdirmenin (Koğuculuğun) Haramlığı
Bu iki huy, insanlar arasında en çok yayılan çirkin şeylerin en çirkinidir. Öyle ki insanlardan az kimse bunlardan kurtulur.
Gıybete gelince: İnsanı, hoşlanmadığı halleri ile anmandır. Hoşlanma dığı şey, ister vücudunda, dininde, dünya işinde, nefsinde, yapısında ah lâkında, malında, çocuğunda, ana-babasında, eşinde, hizmetçisinde, kö lesinde, sarığında, elbisesinde, yürüyüşünde, hareketinde, sevinmesinde, şakasında, asık suratında, tatlı yüzünde yahut bunlara benzer hallerinde bulunsun. Bunları sözünle, yazı ile hoşlanmadığı bir hal olarak ifade et men, işaret kullanman, gözünle, elinle, başınla yahut benzeri bir şeyle işaret etmen hep gıybet olur.
Bedende olanlar (hoşlanılmayan ve gıybet yerine geçen sözler): Kör, to pal, şaşı kel, kısa, uzun, siyah ve sarı gibi söylenilen sözler.
Dinde olanlar: Fasık, hırsız, hain, zalim, namaza gevşek, necasetlerde müsamahakâr, babasına itaat etmez, zekâtı yerinde harcamaz, gıybetten kaçınmaz gibi..
Dünya işlerinde olanları: Edebi az, insanlara gevşek davranır, kimseye hak tanımaz, çok konuşur, çok yer yahut çok uyur, zamansız uyur, lâyık olmadığı yere oturur gibi...
Baba ile ilgili (gıybet) sözler: Babası fâsıktır, Hind'lidir, (küçümsemek kastı ile) katrancıdır, Zencidir, tamircidir, bez satıcısıdır, köle dellâlıdır, marangozdur, demir cidir, dokumacıdır gibi...
Ahlâkla ilgili olanlar: Ahlâkı kötü, kibirli, riyakâr aceleci, zorba, âciz, kalbi zayıf, kızgın, asık suratlı, azledilmiştir, gibi sözler söylemek...
Elbise ile ilgili sözler: Elbisesinin yeni geniştir, elbisesi kirlidir ve benzeri sözler söylemek... Geri kalanlar, bu anlatılanlara kıyas edilir. Bunun kaidesi, adamı hoşlanmadığı bir hali ile anmaktır.
İmam Ebu Hamid El-Gazali gıybet üzerinde müslümanların ittifakını şöyle anlatmıştır:
"Başkasını hoşlanmadığı bir şeyle anmak gıybettir."
Söz gezdirmeğe (koğuculuğa) gelince: Bu insanların sözlerini bozgunculuk ve fesad maksadı ile birbir lerine aktarmaktır. İşte gıybet ile koğuculuğun tarifleri budur. Hükümle ri ise, müslümanların ittifakı ile her ikisi de haramdır. Kitab, sünnet ve icmaı ümmetten haram olduklarına dair açık deliller birbirlerini takviye etmiştir.
Allah Tealâ şöyle buyurmuştur:
"Bir kısmınız bir kısmınızı gıybet etmesin."[18>
"Her ayıplayana ve gıybet edene azâb olsun."[19>
"Çok ayıplayanı ve koğuculuk edeni (tanıma).[20>
Huzeyfe'den (Radıyallahu Anh) yapılan rivayete göre Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur:
"Koğucu cennete girmez."[21>
[1> Kur'an-ı Kerim, Kaf Suresi; 18
[2> Kur'an-ı Kerim, Fecr Suresi: 14.
[3> Buhârî. Müslim. Ebû Dâvud.
[4> Buhar'î. Müslim.
[5> Buhârî. Tirmizî.
[6> Buhârî. Müsüm. Muvatta'. Tirmizî.
[7> Buhârî
[8> Muvatta'. Tirmizî. İbni Mâce. (Tirmizî; Hadis hasendir, sahilidir, demiştir.)
[9> Tirmizî. Nesâî. fbn Mâce {Tirmizî, bu hadis basendir, sahihdir, demiştir.)
[10> Tirmizî.
[11> Tirmizî. (Tirmizî: Bu hasen hadistir, demiştir.)
[12> Tirmizî. (Tirmizî, bu hasen hadisiir, demiştir.)
[13> Tirmizî.
[14> Tirmizî, İbni Mâce.
[15> Kur'an-ı Kerim, Secde Suresi:16.
[16> Tirmizî (Tirmizî: Bu hadis hasendir, sahihdir, demiştir.)
[17> Tirmizî.
[18> Kur'an-ı Kerim, Huccurat Sûresi: 12.
[19> Kur'an-ı Kerim, Hümeze Sûresi: 1
[20> Kur'an-ı Kerim, Kalem Sûresi: 11
[21> Buhârî. Müslim. Ebû Dâvud, Tirmizî.
.............................................................
Malayani ne demektir, ahirete hiç faydası olmayan ve sadece dünyaya bakan çalışmalarımız malayani midir?
“Kişinin İslâmî güzelliklerinden biri de, malayani şeyleri terk etmesidir.” Hadis-i Şerif
Mağazalarda alıcıyla satıcı arasında yapılan kıyasıya pazarlıklar ne kadar ibretlidir!?.. Birisi malının kıymetini bilmektedir, beriki parasının değerini. Her ikisi de bu ticaretten mutlaka kârlı çıkmak için çalışırlar.
Şimdi şu soruyu soralım kendi kendimize: Paramız ve malımız için gösterdiğimiz hassasiyetin binde birini hayatımız, ruhumuz ve aklımız için gösteriyor muyuz? İşte bu büyük sermayelerin boşu boşuna harcanmasına “malayani” deniliyor.
“İki büyük sermaye ziyana uğratılmaktadır: Sıhhat ve boş zaman” Hadis-i Şerif
Malayani, yani kendisiyle hiçbir hedef gözetilmeyen, iş olsun diye, lâf olsun, vakit geçsin, ömür tükensin diye yapılan boş konuşmalar ve faydasız işler ...
Malayaninin en yaygın tarifi, “ne dünyaya ne de ahirete yaramayan şeyler, işler, konuşmalar” şeklindedir. Bu tarif, şu dünyada yaşadığımız sürece bize bir şeyler verir. Ve ömrümüzü ya dünya için, yahut ahiret için faydalı olacak sahalarda geçirmemizi telkin eder. Aslında İslâm’da bu iki saha birbirinden ayrı değildir. Çünkü, İlâhî rızayı esas alan ve meşru dairede, istikamet üzere çalışan bir mümin, dünya işleriyle meşgûl olduğunda da yine ibadet üzeredir ve ahiretine bir şeyler göndermektedir.
Şu var ki, ahirete göçtüğümüz zaman malayaniyi, her halde, biraz daha farklı anlayacağız. O zaman diyeceğiz ki, “ebedî âleme fayda sağlamayan ve meyveleri sadece dünyada kalan her şey malayanidir.” Nur Külliyatında dünyanın üç yüzü olduğu ifade edilir. Birisi İlâhî isimlere ayna olma yönü, diğeri ahirete tarla olma ciheti, üçüncüsü de dünyanın zevk ve safa, oyun ve eğlence tarafıdır. İşte bu tasnifteki ilk ikiye girmeyen her iş, her faaliyet, her konuşma malayanidir.
Şu var ki, ahiret denilince cennet ve cehennem birlikte düşünülecektir. Eğer bir iş, sadece cennete vesile olmamakla kalmayıp insanı cehenneme sürüklüyorsa, bunu malayani içinde değerlendiremeyiz. Böyle bir iş boş değildir; azap yüklü ve ceza doludur. Malayani, ahiret namına bir faydası olmayan, ama günah yahut haram da sayılmayan meyvesiz işler demektir.
Nur Külliyatında “malayani” konusu sıkça işlenir ve bu hastalığın tedavisi de şöyle belirtilir:
“Ömür sermayesi pek azdır. Lüzumlu işler pek çoktur. Birbiri içinde mütedâhil daireler gibi, her insanın kalb ve mide dairesinden ve cesed ve hane dairesinden, mahalle ve şehir dairesinden ve vatan ve memleket dairesinden ve Küre-i Arz ve nev-i beşer dairesinden tut.. tâ zîhayat ve dünya dairesine kadar, birbiri içinde daireler var. Herbir dairede herbir insanın bir nevi vazifesi bulunabilir. Fakat en küçük dairede, en büyük ve ehemmiyetli ve daimî vazife var. Ve en büyük dairede en küçük ve muvakkat, arasıra vazife bulunabilir. Bu kıyas ile -küçüklük ve büyüklük makûsen mütenasib- vazifeler bulunabilir. Fakat büyük dairenin cazibedarlığı cihetiyle küçük dairedeki lüzumlu ve ehemmiyetli hizmeti bıraktırıp lüzumsuz, malayani ve âfâkî işlerle meşgûl eder. Sermaye-i hayatını boş yerde imha eder. O kıymetdar ömrünü kıymetsiz şeylerde öldürür.” Şuâlar
İnsan kendi nefsiyle sürekli beraberdir. Bu beraberlik kabir âleminde ve ahiret hayatında da devam edecektir. İnsan, cüzi irade ve hürriyet nimetleri sayesinde kendi nefsini dilediği gibi yönlendirebiliyor. Bu en küçük dairede en büyük söz onundur. İstediği yere gitmekte, dilediği işi görmekte, arzu ettiği kitabı okuyabilmektedir. Ama bir sonraki daire için bunu söylemek çok zordur. İnsan, kendi aile fertlerini istediği gibi yönlendirme şansına çoğu zaman sahip olamaz. Çünkü onlar da insandırlar, onların da nefisleri ve cüzi iradeleri vardır. Şeytan onların da peşindedir; dünya, onları da durmadan kendine çağırmaktadır.
İnsanın bu dairede yapabileceği tek şey, doğru ve faydalı olanı, onlara güzel bir şekilde anlatmaktan ibarettir. Şehir dairesinde, insanın tesiri çok daha aşağılara düşer. Bütün şehir halkını istediği yöne sevk etme şansına sahip değildir. Memleket ve bütün bir insanlık âlemi için ise, insanın müessiriyeti sıfıra çok yaklaşır.
Ama, insan, bu geniş dairelerde kendisine düşen vazifenin cüzi olduğunu çok iyi bildiği halde, onların cazibesine kapılır, onlara daha çok önem verir, onlar hakkında çok daha fazla konuşur, yahut kafa yorar. Bu, insan için büyük bir zarardır; ömür sermayesini boş yere harcamaktır. İşte Nur Müellifi, insanın nazarını hayatın ve siyasetin geniş dairelerine çeviren malayani afetine, önemle dikkat çekmekte ve bu derdin devası olan söz konusu ,nin sıkça okunmasını tavsiye etmektedir.
Bir başka ,sinde ise, bu afetin vahim neticesini şöyle nazara veriyor: “Lüzumsuz ve malayani bir surette vazife-i hakikiyelerini ve elzem işlerini bırakıp âfâkî ve siyasî boğuşmalara ve kâinatın hâdisatına merak ile dinleyerek, karışarak ruhlarını sersem ve akıllarını geveze etmişler.” Kastamonu Lahikası
İnsanın nefs-i emmaresi, malayaniye yatkındır. Çünkü onda ahiret için bir fayda yoktur. Şeytan da insanı küfür, şirk, günah şıklarından hiçbirine sevk edemediği taktirde, onu malayaniye sevk eder. Nefis ve şeytanın bu ortak arzusuna uyan insan, boş konuşmaları saatlerce dinlemekten zevk alır. Aynı insan ilmî bir eseri okuduğunda, yarım saat sonra sıkılmaya ve yorulmaya başlar.
O halde, doğru olan yol, kötülüğü emreden nefsin aksi istikametidir ve bu yola giren insan, malayaniyi elden geldiğince terk etmek mecburiyetindedir. Ancak böyle yapmakla, güzel ve faydalı sahalarda daha fazla mesafe alabilir.
Malayani konusunda, şu hususun gözden uzak tutulmaması gerekiyor: Hayatın ve siyasetin geniş dairelerinde vazife almış kimselerin, bu konularla derinlemesine ilgilenmeleri, dünyaya çalışmak demektir ve malayani sayılmaz. Ama, dört senede bir defa rey vermekten öte, siyaset dairesine müspet yahut menfi hiçbir tesir gücüne sahip olmayan insanların, dört yıl boyunca bu konuya büyük zaman ayırmaları malayaninin tâ kendisidir.
“Benim ve kardeşlerimin herbirimizin yüz derece aklı ve fikri ziyadeleşse, bu muazzam vazife-i kudsiyenin hizmetine ancak kâfi gelebilir. Sair mes’elelere bakmak, bize fuzulî ve malayani olur.” Sikke-i Tasdik-i Gaybî
Bu ifadede geçen “bize” kaydı, bu noktada çok önemlidir. “Ben imanın cereyanındayım, karşımda imansızlık cereyanı var, başka cereyanlarla alâkam yok” diyen Nur Müellifi, “iman ve Kur’an hizmeti” olarak özetlediği bu büyük vazifenin dışındaki hâdiselerle ilgilenmeyi, kendisi ve hizmet arkadaşları için, malayani sayar. Ama aynı işler, vazifeli kimseler için malayani olmayabilirler. “Hikmet müminin yitiği gibidir. Onu nerede bulursa alır” hadis-i şerifinin ışığında, batı insanından malayani konusunda alacağımız birçok dersler olabilir; tıpkı onların, İslâmı yaşayan müslümanlardan iman, ahlâk, fazilet gibi konularda alacakları nice dersler olduğu gibi.
Konuya ibretli bir misâl olması bakamından, bir arkadaşımızın şu enteresan hatırasını nakletmek isterim: Söz konusu arkadaşımız ihtisas için Amerika’ya gitmiştir. Çalıştığı salonun ayrı bir köşesinde, bir Amerikalı önündeki kitabı dikkatle incelemekte, ara sıra da kahvesini yudumlamaktadır. Odaya yeni gelen kişinin kim olduğuyla ilgilenmez bile. Bizimki fazla dayanamaz ve Amerikalının yanına giderek kendini tanıtır. Birkaç kelam ettikten sonra, biraz konuşmak ve İngilizce’sini de ilerletmek niyetiyle, kendisine şu soruyu sorar: “Kissinger’in çalışmalarını nasıl buluyorsunuz?”
O yıllarda ABD dışişleri bakanı Kissinger’dir ve bütün Ortadoğu bu ismi ezberlemiştir. Kendisine bir de lakap takılmıştır: “Barış Güvercini”. Arap ülkeleriyle İsrail arasında durmadan mekik dokuyan, yer yer Türkiye’ye de gelen bu adamı artık bilmeyenimiz yoktur. Amerikalı bilim adamının bu soruya verdiği cevap arkadaşımızı hayli şaşırtır: Kissinger kim?
İşte Amerikanın bugünkü muhteşem seviyeyi yakalamasının altında yatan sırrı, burada aramak gerek. Herkes kendi işini en iyi şekilde yapmaya çalışır ve onun dışındaki hâdiselerle gereksiz yere vakit kaybetmez.
Batı insanının sadece şu kısa dünya hayatı için gösterdiği bu hassasiyetten ders alarak, biz de hem dünyamız hem de ahiretimiz için gereken her türlü çabayı göstermeli, ömür sermayemizi israftan azami ölçüde kaçındırmalıyız. Boş sözleri ve faydasız işleri hiç olmazsa, asgariye indirmeliyiz.
**************************
Dilin Afetleri
[color=darkblue] Büyükler “İnsanoğlunun hayatta başına ne geldiyse dilinden gelmiştir.”derler. Ve dil konusunda gayet dikkat çekici sözler sarf etmişlerdir. Yunus Emre, ağızdan çıkan sözlerin nelere mal olacağını da şu güzel sözle ifade etmiştir. “Söz ola kestire başı, Söz ola kestire savaşı, Söz ola ağulu aşı, Bal ile yağ eder bir söz”
İbnu Abdullah nakletti;"Ey Allah`ın Resulü" dedim, "uyacağım bir amel tavsiye et bana!" Şu cevabı verdi: "Rabbim Allah`tır de, sonra doğru ol!" "Ey Allah`ın Resulü" dedim tekrar, "Benim hakkımda en çok korktuğunuz şey nedir?" Eliyle dilini tutup sonra: "İşte şu!" buyurdu.(kütübü site 5909)
Başka bir hadisi şerifte de dilin (söylenen sözün) insanoğlunun akıbetini (cennet ya da cehennem olacağını) belirleyici bir unsur olduğuna işaret edilmiştir.
Resulullah (sav) buyurdular ki: "Kul (bazen), Allah`ın rızasına uygun olan bir kelamı, ehemmiyet vermeksizin sarf eder de Allah onun sebebiyle cennetteki derecesini yükseltir. Yine kul (bazen) Allah`ın hoşnutsuzluğuna sebep olan bir kelimeyi ehemmiyet vermeksizin sarf eder de Allah, o sebeple onu cehennemde yetmiş yıllık aşağıya atar."(kütübü site 5913)
Dil hakkında atalarımız “Dilim Dilim, ettin beni dilim dilim” buyurmakla dilin insanın başına türlü işler açabileceğine işaret etmişlerdir.
Resulullah (sav) da yine şu uyarıda bulunmuştur; Ebu Sa'idi'l-Hudri radıyallahu anh, Resulullah aleyhissalâtu vesselâm'dan anlatıyor: "Ademoğlu sabaha erdimi, bütün azaları, dile temenna edip: "Bizim hakkımızda Allah'tan kork. Zira biz sana tabiyiz. Sen istikamette olursan biz de istikamette oluruz, sen sapıtırsan biz de sapıtırız!" derler." (Tirmizi, Zühd 61, (2409).(kütübü sitte 5872)
İnsanlar mademki ağızlarından çıkan söz vesilesiyle bu kadar töhmet ve sıkıntı altına girmektedir. O zaman söylenecek sözler “kırk ölçülüp, bir biçilmelidir” Eğer neticesi hoş olmayacak şeylere sebebiyet verecekse; o sözün söylenmemesi daha iyidir. Sadi’nin dediği gibi“Söylenmediği müddetçe söze sen hâkimsin. Bir kere söylendi mi, o sana hâkim olur.”
Söylenecek söz vardır telafisi mümkün olmayan, nice ocaklar yıkan, canlar alan, türküler yakılan “dil yarası derin olur, çare bulunmaz” diye…
Dilin afetlerini anlamak adına, söylenecek sözlerin insan gönlünde yapacağı tahribatı şu söz ne güzel ifade eder "Bak; şu çeşmenin tası yok, kırma insan kalbini; yapacak ustası yok"
“Ağızdan çıkan söz bil ki, yaydan fırlayan ok gibidir. O Ok gittiği yerden geri dönmez. Seli baştan bağlamak gerek.” (Hz. Mevlana)
Aslında ağızdan çıkan her söz, sahibinin karakter yapısını, kişiliğini de ele verir; “Söylenen her söz, içinden çıktığı kalbin kılığını üzerinde taşır.” (Ataullah İskenderi)
Halk arsında sıkça kullanılan bir söz vardır "bakma onun kötü söylemesine, kalbi temizdir" Bu sözün ne kadar yanlış olduğunu Hazreti Mevlana’nın şu sözünden anlıyoruz. “Bal küpünden sirke taşmaz” Bu ifadeyle, ağızdan çıkan sözün; o kişinin kalbindeki duygu ve düşüncelerini, açığa çıkardığı anlaşılmaktadır.
Mademki; "söz; özün tercümanıdır" O halde, dilin afetlerinden korunmanın yolu da; "özü(kalbi) temizlemektir"
[/color] | |
|