KUTLU FORUM
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.
KUTLU FORUM

Bilgi ve Paylaşım Platformuna Hoş Geldiniz
 
AnasayfaLatest imagesKayıt OlGiriş yap

 

 Cehennem Resimleri- ölümden sonra ilk gece ve devamı..hikaye

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
@bdulKadir
Adminstratör
@bdulKadir


Mesaj Sayısı : 6727
Rep Gücü : 10015177
Rep Puanı : 97
Kayıt tarihi : 17/03/09
Yaş : 61
Nerden : İzmir

Cehennem Resimleri- ölümden sonra ilk gece ve devamı..hikaye Empty
MesajKonu: Cehennem Resimleri- ölümden sonra ilk gece ve devamı..hikaye   Cehennem Resimleri- ölümden sonra ilk gece ve devamı..hikaye Icon_minitimePerş. Eyl. 30, 2010 7:09 am

Cehennem Resimleri- ölümden sonra ilk gece ve devamı..hikaye Namaz1wa1fz9ui1


Cehennem Resimleri- ölümden sonra ilk gece ve devamı..hikaye 14392656


Cehennem Resimleri- ölümden sonra ilk gece ve devamı..hikaye Korkunc-cehennem-goruntuleri_14458_b


Cehennem Resimleri- ölümden sonra ilk gece ve devamı..hikaye Korkunc-cehennem-goruntuleri_31798_b

Cehennem Resimleri- ölümden sonra ilk gece ve devamı..hikaye Korkunc-cehennem-goruntuleri_24845_b


Cehennem Resimleri- ölümden sonra ilk gece ve devamı..hikaye Namaz1wa1fz9ui1


Cehennem Resimleri- ölümden sonra ilk gece ve devamı..hikaye Korkunc-cehennem-goruntuleri_32058_b

Cehennem Resimleri- ölümden sonra ilk gece ve devamı..hikaye Korkunc-cehennem-goruntuleri_13973_b


Cehennem Resimleri- ölümden sonra ilk gece ve devamı..hikaye Korkunc-cehennem-goruntuleri_67446_b


Cehennem Resimleri- ölümden sonra ilk gece ve devamı..hikaye Cehennem3

Cehennem Resimleri- ölümden sonra ilk gece ve devamı..hikaye Cehennem1


Cehennem Resimleri- ölümden sonra ilk gece ve devamı..hikaye Cehennem2

Cehennem Resimleri- ölümden sonra ilk gece ve devamı..hikaye Harikkaaaaa5wo


Ahmet rüyada mı yoksa gerçek hayatta mı olduğunu tam kestiremediği bir kalabalığın arasında mezarlığa doğru ilerliyordu. Kalabalık bazen “El Fatiha” nidalarıyla duruyor, soluklanıyor, eller yüzlere sürülüyor ve tekrar yürümeye devam ediyorlardı. Mezarlığın lahuti sessizliği cemaatin duaları, aminleri ve fatihalarıyla ara verse de bir müddet sonra tekrar mistik bir sessizliğe bürünüyordu.

Mezarlık sağlı sollu kol kola dizilmiş çam ağaçlarının hazır kıta karşılama ekibi ve kuşların tatlı çığırışlarıyla oluşturduğu küçük bir koroyla gelen misafiri ağırlıyordu. Ahmet kalabalığın arasında sessizce ilerliyordu. Az ileriden kürek sesleri işitiliyordu. Cemaat omuzlarında taşıdıkları tabutu hızlı bir şekilde son uğurlama yerine doğru götürüyorlardı. Sanki bir an önce kurtulmak istiyormuşçasına…

Cehennem Resimleri- ölümden sonra ilk gece ve devamı..hikaye Y1pkdik6ro8Rv_7mpZFDivOI0xg1sUf6thnonb-_0IzoCg0WXy5Q-kbQnv8uqjbarXB


Mezarın başına gelmişlerdi. Nice büyük salonları, odaları beğenmeyen insanoğlu için hazırlanmış bir seksen uzunluğunda, elli santim genişliğinde ihtişamlı bir çukur gözleri alıyordu. Burada yatılır mı diyen nicelerinin üzerinden uzun süren mevsimler geçmişti. İşte yeni bir misafir daha ağırlamak için insanoğlunun gözünü dolduracak büyüklükte bir misafirhane daha hazırlanmıştı.

Cehennem Resimleri- ölümden sonra ilk gece ve devamı..hikaye Resim%20012


Ahmet şaşkın gözlerle çukura inen iki kişiye baktı. Birisi düz sarı saçlı, geniş omuzlu bir genç, diğeri ise kumral, mavi gözlü yakışıklı bir delikanlıydı. Bu ikisini çok iyi tanıyordu. Çünkü ikisi de kendisinin öz mü öz oğullarıydı. Ne işleri vardı, ne geziyorlardı çukurun içinde? Seslenmek, “çıkın oradan” demek istedi ama çocuklarının böyle centilmen bir tavır içinde olmaları kendisini duygulandırdı. Birden seslenmekten vazgeçti. Ama gözlerinden süzülen o derin, anlamlı yağmur taneciklerine bir türlü mana veremedi. Bir insan ancak ciğerinden birisi için dökebilirdi bu yaşları. Celal ve Furkan’ın duyarlı yüreklerinden gözlerine yansıyan hüznün melodisi, Ahmet’in gözlerini doldurdu. Hüzün melodisiyle sarsılan gözleri biraz ileride kadınların arasında tanıdık yüzlerle daha da dalgalandı. Eşi Nesrin Hanım ve üç kızı bir köşede kızarmış gözlerle metaneti kaybetmemeye çalışan yürekle dua ediyorlardı. Acaba bu ölen kişi kimdi ki bu kadar yakınıyla birlikte mezarlığa doluşmuşlardı. Aslında kendisi de nasıl buraya geldiğini tam hatırlamıyordu.

Tabut açıldı. Bembeyaz elbisesiyle dünyanın tüm kirlerinden kurtuluşun muştusunu veren boydan takımıyla yenidünya yolcusu mezar metrosuna indirildi. Güneş yavaş yavaş apartmanların ardından evine doğru çekiliyordu.

Cehennem Resimleri- ölümden sonra ilk gece ve devamı..hikaye Slaytttt1vf3ag3

Nasıl ki her doğan güneşin batışı, her ilkbaharın bir kışı varsa her doğan insanın da ölümü vardı. Ebedi değildi fani insanlar için dünyanın omuzları. Rodeoya katılmış bir kovboy gibi kimisi az, kimisi çok kalıyordu dünya atının sırtında. Ama sonunda hepsi düşüyordu toprağın kara bağrına.

Topraklar kürek kürek atılmaya başlandı. Birkaç kürek atan çekiliyordu kenara. Herkes çorbada tuzu olsun hesabı bir parça toprak serpiyordu beyaz takımlı yolcunun üzerine. Ahmet’te atmak istedi ama o cesareti bulamadı kendinde. Diz çöktü mezarın yanı başına.

Cehennem Resimleri- ölümden sonra ilk gece ve devamı..hikaye Resim%20024

İmam telkine başladı. Herkeste ölümün hazin sessizliği hâkimdi. Hazan mevsimindeki ağaçlar gibi solgundu Sümeyye, Fatma ve Mevlüde. Kızlarının bu sararmış hali gözlerinden kaçmadı. Bir şeyler söylüyor ağlıyorlardı, ama bir türlü anlamıyordu. Hele Celal ile Furkan o gencecik çağlarında birden sonbahar rüzgârının sert esintisiyle çarpılmışçasına sararmışlardı.

Cehennem Resimleri- ölümden sonra ilk gece ve devamı..hikaye Namaz2ne0yg7

elkin bitmişti. Topluluk yavaş yavaş dağılıyordu. Eşi Nesrin Hanım siyah bir eşarp bağlamış, kızları ile birlikte kadınların taziyelerini kabul ediyorlardı. Furkan ile Celal’de erkeklerin taziyelerini kabul ediyorlardı. Amcaları Halil çocukları bağrına bastı. Halaları Nurgül ile Nilüfer ise kızların yanındaydı. Ahmet’te onların yanına gitmek için çöktüğü yerden kalktı. Ama biden omuzlarında bir ağırlık hissetti. Geriye döndü. Birden irkildi.



Ahmet dünya hayatında sadece kitapların satırları arasında okuduğu, varlığına inandığı, ama hiç göremediği kanatlı varlıklarla göz göze geldi. Titriyordu. “Bu bu” diyordu “sadece ölüm sonrasında yaşanacak olaylardır”
Gözlerindeki perde kalkmıştı. Görünmeyen varlıklar şimdi sanal dünyanın ürünü olarak değil, gerçeğin ta kendisi olarak karşısında duruyorlardı.
-Dur Ahmet nereye?


-Taziyeye katılacağım. Baksana eşim ve çocuklarım orada. Yanlarına gideceğim.
-Onlar zaten senin taziyendeler. Senin taziyeni kabul ediyorlar.
-Nasıl yani! Şimdi ben ölümüyüm?
-Maalesef artık fani hayatının üzerine topraktan yorgan çekildi. Bundan sonra ebedi yurdun için hazırlanacaksın.

Cehennem Resimleri- ölümden sonra ilk gece ve devamı..hikaye Namaz1wa1fz9ui1


Ahmet “ah!” etmenin fayda vermeyeceği bir dönemeçte olduğunu çok iyi biliyordu. Merak ettiği varlıklara tekrar baktı. Hiçte dünyada hayal edilen gibi değildiler. Kendilerine has apayrı özgün bir yapıları vardı. Kanatları da çok orijinaldi. Hiçte ressamların hayalindekilere benzemiyordu.
Güneşin kızıllığı mezarların üstüne çökmüştü. İşte en çok sevenleri kendisini bir çukurun içine koymuş ve o güne kadar ki eylemleriyle, inanç, duygu ve düşünceleriyle baş başa bırakmışlardı.
Celal ve Furkan annelerinin koluna girmiş, hüzün melodisinin ritimleriyle mezarlıktan ayrılıyorlardı. Kızları ise o güne kadar çok sevdiklerini söyledikleri ama bir türlü sözlerine kulak vermedikleri babalarının ardından matemin hazin tablosunu sergiliyorlardı.
Ölüm, keşkeleri toprağın altında hissizleştiren bir duygu anaforudur.
“Keşke yaşasaydı babam dediklerini yapıp üzmeseydim” “Keşke keşke” uzar gider herkesin kendi yüreğindeki acılarının hüzne dönüştürdüğü kadar. Ama hiçbiri olmazdı. Çünkü sevilen, uğruna fedakârlık edilecek kişi yoktur artık. Bundan sonraki sevgi iddiaları asılsız ve hilekârlıktır.


Kısa bir müddet önce kalabalıktan görünmeyen mezar şimdi üzerinde güneşin son ve ilk ışıklarıyla yalnızlığını yaşıyordu. Sondu çünkü artık dünya yaşamının etli, kanlı, dedikodulu, iftiralı, sevinçli, hüzünlü, hoşgörülü, sevimli, komplo teorili, darbeli, darbesiz, lüks, sade günlerine elveda diyordu. Artık sevdiklerini öpemeyecek, bağrına basamayacak, kızamayacak, öfkelenemeyecekti. Şehvet ifritinin sinsi ayartmaları etkilemeyecek, kafaları çekip sarhoş olamayacak veya bir camide sessizce ibadet edemeyecekti.
İlkti, o güne kadar günlüklere en ince ayrıntısına kadar işlenmiş yaşadığı hayatla yüzleşecekti.

Cehennem Resimleri- ölümden sonra ilk gece ve devamı..hikaye Y1pYNR83ChJn6Zox985kvi1RrjQTALDf8StNZ-DBfki9FaWSF9OGGDwGUyaFs1Gkypq

Karanlık çökmüştü. Melekler şimdilik yanından ayrılmışlardı. Ne olacaktı, nelerle karşılaşacaktı? Kendisine itiraf etmekten çekinse de korkuyordu işte korkuyordu!
Ayın ışığı ağaçların arasından süzülerek mezarlığa ayrı bir kutsiyet katıyordu. Çarşının kalabalığına ve gürültüsüne inat, sessizdi mezarlık. Ancak az sonra gecenin sükûneti köpek havlamaları ile bozuldu. Bu sırada bir ballici gençte elinde bir torbayla kendisinin mezarına doğru geliyordu. Genç yaklaştıkça ilçenin en psikopatı olduğunu anlamakta gecikmedi. Çekinmeye başladı.
Daha toy bir ölüydü. Kimden, niçin korkacağını tam kestiremiyordu. Dünyalılığının izleri henüz silinmemişti. İşte tam o sırada bir ses daha yankılandı.
-Korkma!

Ürktü. Sağına soluna baktı kimseyi göremedi. Mezarının taşına sindi. Dünyalılığı tutmuştu. Korkunca sığınacak yer aranırdı. Aynı ses tekrar duyuldu.
-Korkma!
Bu sefer sağına baktığında sesin sahibini karanlık bir görüntü halinde gördü. Ama bu melek değildi.
-Sen kimsin?

Ay ağaçların arsından Ahmet’e


“korkma!” diyen kişinin üzerinde yansıyordu. Ellisinde gösteriyordu. Mütebessim bir yüz ifadesiyle Ahmet’e yaklaştı;
-Korkma çömez korkma! Ben senin yan komşunum. İlk gece komşular hoş geldin der geçmişimizi paylaşırız. Aynı zamanda ortama ısınmasına çalışırız.
-Peki benim korktuğumu nerden anladın?
-Nereden olacak, hala dünyalılığın üzerinde, mezarlığın ürkütücü sessizliğinde köpek havlamaları sonucu hemen taşın yanına çömeldin. Biz dünyada böyle yapardık. Burada onlarda, yaşan hiçbir varlıktan korkmana gerek yok. Ancak…
- Evet ancak!
-Yapman gerekirken yapmadıklarından, yapmaman gerekirken yaptıklarından kork. Duygu, düşünce ve eylem olarak inanç karşıtı olarak yetiştirdiğin, kul hakkına tacizde bulunurken engellemediğin evlatlarından, bir de gasbettiğin kul haklarından kork.
-O niye ki?

Cehennem Resimleri- ölümden sonra ilk gece ve devamı..hikaye 08jr2


-Çünkü çocuklarının yaptıkları her bir kötülükte, iyilikte seni bulur. Onları kötü yetiştirmişsen…
-Peki ben yetiştirmeye çalıştığım halde, onlar isyanı tercih etmişse…
-O zaman rahat olabilirsin. Sana düşen babalık sorumluluğunu yerine getirmektir. Onlar özgür iradeleriyle yaptıkları tercihlerden kendileri yargılanacak.


-Peki burada ne yapıyorsunuz, zaman nasıl geçiyor?
- Ne yapacağız demek istedin galiba? Hala ölümü içselleştiremedin be komşu!
-Ne yaparsın insan bir kere ölüyor. Sürekli tecrübe yapmıyoruz burada değimli yani?
-Bak hele bak latife de yapıyor. Burada dünyada yaptığımız eylemlere göre ebedi mekandaki yerimizi görüp, orada yaşıyormuşçasına zaman geçiriyoruz.
-Yani bir nevi, burası da ahiretin sanal alanı öyle mi?
-Bir nevi diyebiliriz. Zamanla ilgili sorunun cevabını da yaşarken göreceksin. Burada zaman yok. asırlar saniye kadar hızlı geçer.
-Nasıl yani?


-Dünya hayatını daha unutmadın değil mi?
-Hayır unutmadım. Eşim ve çocuklar gözlerimde tütüyor.
-Bırak şimdi bir ay sonra onların seni ne kadar özleyip özlemediğini daha iyi görürsün. Sana şunu diyecektim; uykudaki beş saatle, uyanıkken ki beş saat aynı hızda mı geçiyordu?
-İkisi de beş saat ama uykudaki çok hızlı, sanki hiç uyumamış gibi geliyor.
-İşte uykuda beden geçici ölümü yaşadığı için seni o anlarda bir çeşit ruhsal hayat kuşatıyordu. Ruh bedenden özgürleşince zaman dışı oluyordu. Bundan dolayı da biz eski dünyalılar için aynı saat dilimi olmasına rağmen uykudaki zaman daha hızlı geçiyormuş gibi geliyordu.
-Yani…

Cehennem Resimleri- ölümden sonra ilk gece ve devamı..hikaye 90118143

-Yanisi biz kıyamet kopuncaya kadar bir nevi bedensiz uzun bir uykudayız.
-Ölüm uzun bir uyku mu?
Söyleyebiliriz ama kabusları da sevinçleri de gerçeğinden farksız gibi bir yaşam döngüsü.
-Peki sen kaç yıllık ölüsün.
-Ben elli yıllık yeni hayatlıyım.
-O zaman sen bebekken öldün. Çünkü ancak ellisinde gösteriyorsun.
-Yok çömez yok. ruh yaşlanmaz. Öldüğümüz gibi kalırız. Ben elli yıldır kabir cennetini yaşıyorum.
-Kabir cenneti mi?


-Evet, hep insanları ölümle ve sonrasıyla korkuturlar. Allah’ın iyi kulları için mezar kıyamete kadar cennet bahçelerinden bir bahçe gibidir. En güzeli de Allah’ın rahmet nefesini hissettiğimiz anlardır.
-Bak ne güzel, ölümü sevmeye başlıyorum. Ama aklım yine de karıştı. Şimdi ben kırk beş yaşındayım. Kıyamete kadar böylemi kalacağım.
-Yavaş yavaş alışacaksın. Diğer arkadaşlarla tanışmadan önce şu taziye evini bir ziyaret edelim mi ne dersin?
-Allah! Derim.
-Dur yine dünyalılığın tuttu. Ver elini.
-Niye?
-Artık beden yok yer çekimi değerini kaybetti. Uçuyoruz.

Ahmet ilk acemiliğini atmanın şaşkınlığıyla havalanmakta zorlandı. Ama komşunun yardımıyla yer çekimine muhalefet etmeyi öğrendi. Birden ağaçlar ve mezarlık ayaklarının altında kaldı. Şimdi kuşbakışı seyrediyordu eski dünyasını.
Ahmet’in akrabaları yakınlarını kaybetmenin acısını yüreklerinde hissediyorlardı. Yalnız ölümlerde bile acının dereceleri vardır. Birinci dereceden yakının yüreğinde volkanlar patlarken, diğerlerinde komşu evinin yangını hissedilir. Söndürmek için yardıma koşulur. Bir kazada bir aile ölür, haberlerde seyredenler “vah yazık olmuş!” derken Azrail’in ziyaret ettiği evin sakinleri feryadü figanla ağıtlar yakar.

Cehennem Resimleri- ölümden sonra ilk gece ve devamı..hikaye Savas_kucuk_aglayan_cocuk[

Ahmet ile yeni dünyalı komşusu taziye evinin yanına gelmişlerdi. Erkeklerin oturduğu taziye evi Okan parkı içindeydi. Taze çay kokusu mis gibi yayılıyordu. Taziyelerin vazgeçilmez içeceğidir. Dostlar ziyaret ediyor, çaylar içiliyordu. Sevenleri, arkadaşları, meslektaşları gruplar halinde gelip yangına bir fatihayla su dökerek taziye sahiplerine yalnız olmadıklarını anlatmaya çalışıyorlardı.
Ahmet yeni gelmiş bir ekibin içinde Kur’an okumaya başlayanı gösterdi;
-İşte bak şu Kur’an okuyan var ya gerçekten değerli bir dost.
-Ahmet, burada bana gösterilen o kadar gariplikler gördüm ki dostluklar menfaate eksenliyse burada düşmanlığa dönüşüyor. Gerçek dostlukların nasıl olduğunu anlayacaksın.
-Gerçek mi diyorsun?
-Evet onları ilerleyen zamanda göreceksin. Son defa bak dünyalılığın ne anlama geldiğini anla.

Cehennem Resimleri- ölümden sonra ilk gece ve devamı..hikaye Namaz1wa1fz9ui1

İki arkadaş biraz daha yaklaştılar. Şimdi konuşulanları işitebiliyorlardı. Kır saçlı, orta boylu, elli elli beş yaşlarında bir adam Celal’le sohbet ediyordu.
-Oğlum insan hangi rüzgarda yere serileceğini bilmiyor. Daha geçen gün baban bizim taziyeye gelmişti. Kur’an okumuş, sohbet etmişti. Allah mekanını cennet etsin. Kalanlara Mevla’m sabır versin.
Celal’in gözlerinde hüzün şarkıları okunuyordu. O akşam ağzına bir lokma bile koymamıştı. Şimdi kime baba diyecekti. Babasının ölümünden kardeşi Furkan daha çok etkilenmişti. Onu yatıştıramamışlardı. Bayılmış, sonunda bir sakinleştirici yapmışlardı.

Cehennem Resimleri- ölümden sonra ilk gece ve devamı..hikaye Love01

Ahmet “oğullarım!” diye ileriye atılmak istedi ama birden komşu kendisini frenledi;
-Dur kardeş sen yoksun artık. Onlar kendi ayakları üzerinde durmasını öğrenecekler. Bak gördün mü sensiz de hayat rutin bir şekilde devam ediyor. Dün sen birilerinin taziyesindeydin, bugün başkaları senin taziyende. Hayat döngüsü böyle devam edecektir.
Hiçbir insanın yokluğu dayanılmayacak kadar acı değildir. Bu tahammül insan yüreğine yaratıldığında programlanmıştır. Dayanılmayacak olsaydı, alemlerin efendisinin yokluğunda seven bütün insanlar ölürdü. Merak etme sen de kısa bir zaman sonra hayatın yoğun uğraşları arasında sessiz sedasız çıkacaksın ailenin yüreğindeki solan volkanınla.
-Unutulmak acı, ama hayatın en yalın gerçeği galiba anlamakta zorlandığımız. Son olarak kadınlar tarafına da bakalım da sonra ebedi yolculuğumuza kaldığımız yerden devam edelim.


Ahmet’in gözleri o kadar kalabalığın içinde iki tane delikanlının üzerinde yoğunlaştı. Sanki onları yalnız bırakmanın suçluluğunu hissediyormuşçasına sonbahar rüzgarına çarpılmış yaprak gibiydi. Yere düşmemek için komşusuna tutundu. El sallayarak dökemediği gözyaşlarıyla oradan uzaklaştılar.
Etrafı erik, hurma, portakal ve ayva ağaçlarıyla donatılmış bir evin üzerindeydiler. Evin manzarası oldukça güzeldi. Ayın gülen yüzü ağaçların arasından eve doğru yansıyordu. Taziye evinin sessizliğini pencereden yankılanan bir kızın haykırışları bozuyordu.
-Baba babaaa niye bizi yalnız bıraktın. Ah babam ahhh!
Kadınların duygusallığı taziye yerine de yansımıştı.eşi nesrin sinir krizleri geçirmiş, zor sakinleştirmişlerdi. Feryatlar göğü inletiyor, gecenin sessizliğini paramparça ediyordu. Bu sırada kadınlardan biri Kur’an okumaya başladı. Kabaran dalgalar dinginleşti, yanan volkan lav püskürtmekten vazgeçti.
En güzel ilacıydı Kur’an hüzünlü yüreklerin.

Cehennem Resimleri- ölümden sonra ilk gece ve devamı..hikaye 6wx3

Son ayeti okuyordu; “İnna lillahi ve inna ilayhi raciun” “Muhakkak ki biz Allah’tan geldik ve yine O’na döneceğiz.” İlahi nağme mukadder sonun tüm mevcudat için kaçınılmaz olduğunu kalbi vahye açıklara net bir şekilde haykırıyordu. Ama kalpleri kötürümleşmiş insanlar bir türlü bunu anlamayacaktı.
İşte kızları da ağlamaktan gözleri kızarmış, sesleri kısılmış bir şekilde yavru serçe gibi titriyorlardı. Mevlüde zor da olsa Kur’an okumaya çalışıyordu. Çünkü babalarının kendilerine en önemli tavsiyesi namaz ve Kur’an-dı.
Ahmet kendisi için okunan fatihaları, yapılan duaları işitince bir garip oldu. Her okunan sela bir gün kendinin olacakmış gibi düşünme gerekiyormuş hayatı. Ölmeden önce kendine yatırım yapmak gerekiyormuş meğer. İşte bir zamanlar kendisi başkası için okurken şimdi kendisi için okuyorlardı fatihaları. Okuduğu ve yaşadığı Kur’an ile kıldığı namazlar belki kendisine rehberlik edecekti. Düşüncelere dalmış gitmişti.


-Hey çömez yeter artık neredeyse tekrar dünyalı olacaksın. Hadi bakalım ebedi yolculuğumuza başlayacağımız yere dönelim. Birazdan seni melekler sorgulayacak. Bakalım dünyada hazırlandığın imtihanlara benziyor mu benzemiyor mu göreceksin.
-Ne melekler mi! Sorgu mu, imtihan mı?
-Evet telafisi mümkün olmayan bir imtihan.
-Eyvah!




-Dur eyvah deme de aceleci olma. Melekleri gör, soruları yüreğinde oluşturduğun ve günlüklerinle kaydettiğin cevaplarla yanıtlamaya çalış o zaman görürsün eyvah mı yoksa elhamdülillah mı? Asıl serüven bundan sonra başlayacak dikkat et. Buraya kadarkiler hazırlıktı.
Yıldızlar ve ay ışıldayarak gökyüzünün ilk tabakasının kandilleri olarak dünyalılara tebessüm ediyordu. İşte mezarlığa tekrar gelmişlerdi. İç ürperticiydi. Tekrar o ürkütücü korkuyu yüreğinde hissetti Ahmet. Komşusu da imtihanın iyi veya kötü geçmesine göre kendisiyle tekrar karşılaşacağını söyleyip ebedi yurdunun gözlem binasına çekildi.


İşte mezarının üstündeydi. Yalnızdı. Bütün komşular uzun bir uyku modundaydı. Kendisi ise bembeyaz elbisesiyle, karanlığın içinde bir mum gibi ışıldıyordu. İşte tam bu sırada; “Ahmet! Ahmeeeet!”diye bir ses yankılandı. Etrafa baktı kimseyi göremedi. Yavru bir güvercin gibi titriyordu. Bu atmosfere dayanacak ve titremeyecek kaç yürekli pehlivan vardır acaba? İşte ses tekrar yankılanıyordu; “Ahmet, Ahmeeet” ama etraf ıssızdı. Birden gökyüzünden iki ışığın kendisine doğru kaydığını gördü. Mezarın üstüne düştü.İki ışık yanı başına gelmişti.


Ahmet’in ruhu mezarın ütündeydi. Cesedi toprağın altında çürümeye mahkûm olmasına inat, ruhu yeni hayata filizlenmeye başlayan tohum gibi taptazeydi. Ayın ışıkları tam Ahmet’in üzerine yansımaktaydı. Gözlerini araladı. Puslu bakışlarının arasında hayal meyal iki melek görünüyordu.
Ne kadar zaman geçti bilinmez. Çünkü ruh için zaman mefhumu yoktu. Etraf sükûnetini muhafaza ediyordu. Mezarlığın ürpertici sessizliğinde yeni hayatın ilk kapısı aralanmak üzereydi. Ahmet’in ruhu tam olarak kendisine gelmişti. Şimdi melekleri tam olarak seçebiliyordu. Meraklı bakışlarıyla melekleri süzdü. Melekler mütebessimdiler ve güven veriyorlardı. Gecenin karanlığında apaydınlıktı görüntüleri. Ağaçların rüzgârdaki hışırtıları duyuluyordu. Ahmet’te rüzgârda sallanan bir yaprak gibi titriyordu.
Melekler YHS (Yeni Hayat Sınav) sorularının ilkini o lahuti sesleriyle sordular;
-Men Rabbuke?
Ses mezarlığın semasında yankılandı. Ahmet’e göre yer, gök sustu, yalnız bu sese kulak verdi. Kendisi ise ürktü. Sanki yeni dünyanın seması başına yıkılmıştı. Başını ellerinin arasına aldı, meleklerin ne dediğini anlamaya çalıştı.
-Ne ne dediniz anlamadım?
-Men Rabbüke, (Rabbin kim)?

-Rab mi o da ne?
-Nasıl Rabbinin kim olduğunu bilmiyor musun?
-Heyecanlandım. İmtihanın stresinden olsa gerek tam olarak hatırlayamadım.
Bu sırada Ahmet tir tir titriyordu. Ruhunda fırtınalar kopuyordu. Ne zor bir soruydu bu böyle.
-Gereksinimlerini karşılayan, seni yetiştiren, yönlendiren, terbiye eden kim? Diye soru yeni bir açılımla tekrar yankılandı.
Dünyadayken ihtiyaçlarını karşılayan, kendisini sürekli yönlendiren bir gücün silueti gözlerinin önünden geçti. Hafiften gülümsedi. Cevabı bulmanın huzuru yüzüne yansımıştı.
-Tamam buldum cevabı! Şimdi hatırladım. Benim Rabbim evet evet benim Rabbim “Para”dır. Ben ihtiyaçlarımı onunla karşılar, onu nerede kazanacaksam oraya yönelirdim. Herkes onun için harıl harıl çalışıyordu. Aslında birçok kişinin rabbi paraydı. İşte benim de rabbim “Para”dır.

Cehennem Resimleri- ölümden sonra ilk gece ve devamı..hikaye Cuzdan-para1771

Melekler başlarını salladılar. Mütebessimdiler. Karşılarındakini korkutmaktan çok, onun yüreğine serin bir rüzgâr estirerek doğruya yelken açmasını sağlıyorlardı. Ahmet yanıldığını anlayınca yüzü sapsarı kesildi. Ruhunda hissettiği kaybetme korkusunun dayanılmaz acısı yüzüne yansımıştı.
“Kim di kim di benim Rabbim?” Kendi kendine konuşuyordu. Gökyüzüne baktı. Gece buradan da farklı değildi. Yıldızlar ışıl ışıldı. Ay gülümsüyordu. Ama Ahmet bunları görebilecek ve ruhunu dinginleştirecek bir halde değildi. İşte tam bu sırada ay gibi parlak yüzüyle sevdiği kadın çıktı karşısına. Gülümsüyordu. İlkbaharda çiçekten çiçeğe konan kelebek kadar hafifleşti ruhu. Şimdi ağaçların üstünde uçuyordu. Kendinden geçmişti. İşte Rabbini bulmuştu. Hani kankası değil miydi? Ölümüne sevmemişler miydi birbirlerini. Böylesine büyük bir aşkın sahibi değil de kim olabilirdi Rab? Sevinçle haykırdı;
-Rabbim sevdiğim kadın, sevdiğim kadın Rabbim!

eyecan doruktaydı. YHS’nin ilk sorusunu geçme umdu yüzünü tekrar ilkbaharın tatlılığına bırakmıştı. Merak, heyecan ve stresle meleklerin yüzüne bakıyordu. Onlar yine mütebessimdi. Güven veriyorlardı. Ama Ahmet beklediği güzel karşılığı alamadı. Yine o apaydınlık yüzlerinde “hayır”ın kahredici rüzgârlarını hissetti yüreğinde.
Umudu tükeniyordu. Gecenin karanlığı ruhunu kuşatıyordu. Hani ölümüne sevmiş ve onun için ne fedakârlıklarda bulunmuştu. Ailesini, yakınların, hepsini terk edecek derecede yüreğinde taht kurdurmuş, kalbinin sultanı yapmıştı. Nasıl olur, nasıl olur! Güvendiğim, yıllarca peşlerinden koştuğum kazanmak için hayatımı kahrettiğim şeyler şimdi benden uzaklaşıyor, bana yardımcı olmuyor. Ahmet’in ruhu pişmanlık vadilerinde düşe kalka dolaşıyordu. Başını elleri arasına almış gözyaşlarını akıtıyordu.

Cehennem Resimleri- ölümden sonra ilk gece ve devamı..hikaye Namaz1wa1fz9ui1

Gözyaşlarının damlalarında bir bir çocuklarının yüzü geçiyordu nemli gözlerinden. Son bir çırpınışla kendine geldi. Rabbini kaybetmemek için gözyaşlarını silmedi. Çünkü Rabbi gözyaşlarında kendisine rahmet nişanını göstermişti. Puslu gecenin pişmanlık kokan şerrinden kurtulacaktı. Yeniden bir kuş gibi özgür bir ruhla havalarda uçacaktı.
Gözlerinden akan yaşları avuçlarına aldı. Dudaklarına götürdü. Sevgiyle öptü. Sonra karşısında duran meleklere kendinden gayet emin bir ifadeyle seslendi;
-Evet evet benim Rabbim çocuklarımdır! Gecemi gündüzüme kattım, onlar için ölümlerden döndüm, kendimi onların varlığına feda ettim. Olsa olsa çocuklarımdır Rabbim! Soğuk gecelerin sisli sabahlarında, kavurucu sıcakların uzun günlerinde onlar için tatlı yatağımı terk ettim. İşte onlardır benim Rabbim!

Meleklerin yüzündeki tebessüm kaybolmamıştı. Ama Ahmet, verdiği iki yanlış cevabın sonunda gördüğü tebessümden bu cevabının da isabetli olmadığını anlamıştı.
“Hayır hayıııııııııııııııır olamaaaaaaaaaz! Kim kim benim Rabbim o zaman söyleyin söyleyin!” diye haykırmaya başlamıştı. Gece gözlerinde yeniden puslanmıştı. Artık etrafını seçemez olmuştu. Ruhu sıcakta eriyen kardan adam gibi şekil değiştiriyordu. Yüzünün aydınlığında garip çizgiler oluşmaya başlıyordu.
YHS’deki ilk soru çok çetin geçiyordu. Melekler her cevabında tatlı bir tebessümle başlarını sallıyorlardı. Nemli toprak ayaklarının altından kayıyordu. Belki de kendisi öyle hissediyordu. Sorunun girdabına kapılan ruhu havalarda uçuyordu.
Meleklerin sesi, puslu gecenin sükûnetinde yeniden yankılandı mezarlığın semasında;
-Rabbin kim?
İmamın telkinini hatırlamaya çalışıyordu. Kopya çekecekti. Ama öylesine büyük bir duygu anaforunun içindeydi ki, hiçbir şey hatırlayacak gibi değildi. Ancak bu sefer de gözünün önüne basamaklarını tırmanırken birçok kişiyi uğruna tepelediği kariyeri geldi. Oturduğu koltuktan aldığı hazzı ve insanların karşısında elpençe divan duruşunu hatırladı. “Rab karşısındakileri eğilten, saygı duyurtan ve varlığıyla mutlu kılan değil miydi? Tamam, tamam işte oldu! Şükür buldun seni Rabbim” diye kendi kendine sesli bir şekilde düşünmeye başladı. Bu düşüncesini yüksek sesle meleklere karşı da söyledi;
-Rabbim kariyerimdir. Uğruna yıllarımı verdiğim, çeşitli insanları tepelediğim, karşımda insanları saygıyla hizaya geçiren kariyerimdir benim Rabbim, dedi.

Cevabı verdikten sonra meleklerin yüz ifadesini okumaya çalıştı. “Hayııııııııııııııııııır! ”
Yine yanlıştı cevabı ve hüsran bir poyraz gibi vurmuştu Ahmet’in yüzünü. “Olamaz, olamaz uğurlarına bu kadar emek verdiklerim burada hep hayal oldu. Ben ne yapacağım şimdi!”
Mezarının nemini hissetmediği toprağına oturdu. Başını bin bir pişmanlık kokan bir duygu atmosferinde iki eli arasına aldı. Ağlıyordu.
Melekler ellerinden tutup havalandırdılar. Şimdi Ahmet meleklerin kanadında havada uçuyordu.

-Nereye, nereye götürüyorsunuz bırakın bırakın beni!
Ama melekler, aldıkları emre muhalefet etmeyen varlıklar bu pişmanlık kokan nefesin haykırışlarını duymuyorlardı. Ahmet’i havalandırmış götürüyorlardı.

Cehennem Resimleri- ölümden sonra ilk gece ve devamı..hikaye Mezar


Ahmet eski dünyasını kuş bakışı seyrediyordu. Pişmanlık içini kemiren bir kurda dönüşmüştü. Keşkeler ruhunun arenasında cirit atıyordu. Meleklerin kanatlarında birinci gökte yükseliyordu. Yıldızlar, ay hepsi gerilerde kalıyordu. Daha önce uçakla yaptığı seyahatleri hatırlamıştı. Ama hiçbir zaman böyle bir yüksekliğe çıkmamıştı.
Artık Ahmet’in sesi soluğu çıkmıyordu. Bağıracak takati kalmamıştı. Belki de konuşacak, söz söyleyecek yüz bulamıyordu. İşte bu duygularla meleklerin kanadında birinci kat göğün sınırına varmışlardı. Melekler ikinci kat göğün bekçilerine seslendiler;
-Hey açın kapıyı biz geldik.
-Siz kimsiniz?
-Biz Ahmet TAVİL’in sorgu melekleriyiz.
-Tamam açıyoruz.

Kapı yavaşça açılmaya başladı. Ama görülmeye değer bir manzaraydı. Gök ikiye ayrılıyordu. Alt kattaki yıldızlar yerlerinde durmalarına rağmen yeni katın sınırı sürmeli kapı gibi açılıyordu. Ahmet şaşkın gözlerle olayı seyrediyordu.
-Nasıl YHS’nin ilk sorusunu cevaplandırabildi mi? Soruyu kapıda biraz asık suratla duran melek sormuştu. Bu melekler sorgu melekleri kadar mütebessim değildiler. Ahmet onlara bakınca ürktü. Şimdi biraz daha korkuyordu. Soruyu cevaplayamadığını öğrenince acaba ne yapacaklar diye sessiz bir korkuya büründü.
-Hayır cevap müspet değil. Dünyada eliyle yaptığı putları rableştirdi.
-O halde sonu hiçte hayır olmayacak desene! Yolunuzdan kalmayın. Daha sizi bekleyen işleriniz var. Bunu söylerken hafiften tebessüm ederek Ahmet’e baktı.
Melekler ikinci kat göğün kapısından geçtiler. Etrafta melekler gruplar halinde uçuyorlardı. Öyle büyük bir dünyaya adım atmışlardı ki, Ahmet yeni dünyanın ikinci katının büyüklüğünden, neredeyse olmayan dilini yutacak derecede şaşırdı.
Etrafı seyre koyuldu. Merakı korkusuna galip gelmişti. Saraylar, köşkler ışıl ışıl parıldayan yıldızlar, gruplar halinde melekler yeni dünyayı epey hareketli kılıyordu. Her bir sarayın büyüklüğü ise Ahmet’in tahminine göre (kuşbakışı seyrinden gözlemlediği kadar) orta ölçekli bir ilçe büyüklüğündeydi. Kimi saraylar yukarılara doğru çıktıkça daha da büyüyor ve manzarası güzelleşiyordu.

Cehennem Resimleri- ölümden sonra ilk gece ve devamı..hikaye Manzara5bv4

Ahmet merak ve heyecanla karışık bir duygu atmosferinde meleklere;
-Bu köşk ve saraylar kimlere ait, kimler yaşıyor buralarda?
Melekler Ahmet’e karşı hala mütebessim bakışlarını kaybetmemişlerdi. Onun sorusunu cevapsız bırakmadılar;
-Bu gördüğün saraylar cennetin en alt tabakasına girmeye hak kazananlar için yapılmıştır. Yukarıya doğru çıktıkça makamlarda değer kazanıyor. Şu gördüğün en alttaki ile şu yukarıdakinin değeri bile farklıdır. Ama hepsi cennette Allah’ın rahmetindedirler. Onlar için en güzeli ise Allah’ın rahmetini gözlerinde hissettikleri gündür.
-Allah’ın rahmetini nasıl hissediyorlar?
-Onu da ancak cenneti hak edenler yaşayabilir.
Ahmet kendinden geçmiş bir şekilde kendini cennette hayal ediyordu. Birden dalıp gitti. Ama meleklerin kanatlarında yükseldiğini hissettiğinde hayalinden uzaklaşmak zorunda kaldı.
-Hadi gidiyoruz!
-Nereye nereye!

Cehennem Resimleri- ölümden sonra ilk gece ve devamı..hikaye Dostluk100231zf6

-Layık olduğun yere gidiyoruz. Sabredersen öğrenirsin.
Bu sırada Ahmet sarayların yanından geçerken yaldızlı levhalarda yazılı isimler gördü. Işıl ışıl parlıyordu. Kimisi gümüş, kimisi, bronz, kimsi altınla kaplıydı. Ama hepsi bir gecenin karanlığında denize yansıyan yakamoz gibi ışıldıyordu. Sevinci, mutluluğu hatırlatıyordu. Ahmet merak ve korku dolu bir yürekle meleklere seslendi;
-Şeyyy…Şu köşklerin üstünde parıldayan isimler neyin nesi?
-Ha onlar mı! Onlar cennet sakinlerinin isimleri.
Ahmet gördüğü harika manzara ve daha en alt basamaktaki ödül karşısında hayranlığını gizleyemedi.
- Vay be! Ne harika şeyler!

Ahmet böylesine büyük güzelliklerden kendisinin mahrum olmasından dolayı büyük bir hüzün duydu. Bu pişmanlık ruh haliyle meleklerin kanatlarında yükselirken birden heyecanlandı. Çünkü parıldayan köşk ışıklarında tanıdık bir isme rastladı. Dikkatlice baktığında yanılmadığını anladı.hemen meleklere dönerek;
-Şey bir dakika şuraya bakabilir miyim? Sanki tanıdık bir isme rastladım.
Melekler gayet sakin bir ifadeyle;
-Tabi ki tanıdık birine rastlayacaksın. Çünkü burası dünyanın devamı. Burada bulunanlar hep dünyadan gelenler.
-Yok öyle değil, bu benim akrabam, anneannem. Şu Pembe YEŞİL yazan köşk var ya işte orası. Biraz bakabilir miyim?
Melekler Ahmet’in isteğine anlamlı bir karşılık verdiler. Köşkün biraz yakınına doğru ilerlediler. Ahmet bu sırada sarayın terasında uzun saçlarını rüzgara vermiş olan bir genç kızı gördü. Bu kız hiçte ninesine benzemiyordu.
-Bu isim anneannemin ama, kendisine benzemiyor. O öldüğü zaman yaşlı güzeli bir kadındı. Şimdi ise orada gencecik bir kız duruyor. Bu nasıl olur?
Melekler Ahmet’in şaşkınlığına tebessümle karşılık verdiler. Sonra gayet net şekilde açıklamasını yaptılar;

Cehennem Resimleri- ölümden sonra ilk gece ve devamı..hikaye Muptela5bw5nh9

-İnsanlar cenneti hak ettikleri zaman dünyanın tüm zorlukları ve beden fonksiyonunu bitiren özellikleri kaybolacaktır. Geriye sürekli olara gençlik iksirini kullanan bir beden ve ruh kalacaktır. Bunun yanı sıra kadınlar ne yaşlı olursa olsun, ne kadar evli olursa olsun cennette bakire olarak yineden dizayn edileceklerdir. İşte senin anneannen de cennetlik kadınlardan. Aşağı derecede olmasına rağmen cenneti hak ettiği için geçliği ve bekareti daim olanlardan olacaktır. İşte cennetliklere vaad edilen güzelliklerden bir enstantanede budur. Seyre doyum olmaz. Ancak cenneti hak etmek gerek.
Bu sözlerden sonra Ahmet meleklerin kanatlarında yükselmeye devam ediyordu. Nihayet uzaktan büyük yanardağın volkan patlatmasını anımsatan bir kızıllık görülmeye ve uğultu duyulmaya başladı. Ahmet bu görüntü karşısında ürktü. İçinin yandığını hissetti. Volkanın lavları, korkunç bir ejderhanın ağzından fışkıran ateş topları gibiydi. Bu dehşet denizinin üzerine ise ince ve uzun bir köprü kurulmuştu. Kimileri sürünerek, kimileri, koşarak, kimileri uçarak geçiyordu. Kimileri ise şimşek hızıyla yol alıyorlardı. Çok işlek bir köprüydü. Bunun ne olduğunu merak etti.
-Şu şu uzakta görünen şey nedir?
Cehennem Resimleri- ölümden sonra ilk gece ve devamı..hikaye 23697_354975271565_100391931565_4140195_2477161_n
Cehennem Resimleri- ölümden sonra ilk gece ve devamı..hikaye 30iuus4 Cehennem Resimleri- ölümden sonra ilk gece ve devamı..hikaye 23697_354975271565_100391931565_4140195_2477161_nCehennem Resimleri- ölümden sonra ilk gece ve devamı..hikaye 30iuus4

-O mu? Kızıl alevlerin yayıldığı yer cehennem. Onun üzerinde kurulu olan ise sırat köprüsü. Herkes dünyadaki iyiliği oranında hız alarak geçiyor köprüyü. Ama ilk soruda takılanlar ise köprüye tutunma şansını da kaybediyor. Balıklama ateş denizinin içine dalıyor.

Cehennem Resimleri- ölümden sonra ilk gece ve devamı..hikaye Www.resimcity.com_kabe_resimleri_5

Ahmet’in tüm zerresi titriyordu. İlk soruda takılmanın depresyonu şimdi daha fazla kuşatmıştı. Ayakları birbirine çarpıyor, ruhu yeniden ölecekmiş gibi daralıyordu. Bu sırada tam o dehşet denizinin üstüne gelmişlerdi. Ahmet’in yüzünü akşam kızıllığı değilse de, alev kızıllığı sarmıştı. Birden kendisini yere doğru pike yaparken buldu. Melekler, kanatlarında taşıdıkları Ahmet’i bırakmışlardı. Çırpınmaya başladı. Duyulmayan haykırışları yüreğini yırtıyordu. Ama tek başınaydı. Hiç kimse, hiçbir şey yoktu yanı başında. Ne tanrısal niteliğe büründürülen para, servet,altın, mücevher ne, güzellikleriyle akılları darmadağın eden kadınlar, ne sevgileriyle yürekleri yakan çocuklar, ne de kişisel hırsla putlaştırılan kariyer, mevki, makam ve koltuklar hiçbiri yoktu. Şimdi ateş dehlizine doğru iniyordu. Ateşin gazabı yüzünü yalıyordu. Rüzgar tüm şiddetiyle ateş esiyordu. Ahmet ise panik içinde yukarıya doğru çıkmaya çalışıyordu. Ama bütün çabaları nafileydi. İşte ruhu tam sırat köprüsünün üstündeydi. Ateşin onu yutmasına ramak kalmıştı

Cehennem Resimleri- ölümden sonra ilk gece ve devamı..hikaye 5935_106263597637_89361212637_2369306_3316822_n

Ahmet için kâbus saati başlamıştı. Cehennem sanki kollarını açmış kendisini sarmak istiyormuşçasına hararetliydi. Bu sırada kulaklarına eşi Nesrin’in sesinin geldiğini sandı:
-Ahmet, Ahmeeet
Sağa sola baktı kimseyi göremedi. Ama belli belirsiz ses kulaklarında çınlamaktaydı. “Ahmet, Ahmeeet” ancak Ahmet’in şimdi bunu düşünecek ve sesin nereden geldiğini bulmaya çalışacak zamanı da hali de yoktu. Düşüşü hızlanmış neredeyse cehennemin kolları kendisini yutacaktı. İşte tam bu sırada ta kalbinin derinlerinden “aman ya Rabbi aman ya Rabbi” diye bir nefes alış verişi duyuldu. Bu sözün üzerine alnından bir ışık sırat köprüsünün altına doğru kaydı. Bembeyaz, yumuşacık bir ele dönüştü. Ahmet’te cehennemin sıcak nefesi yerine kendisini yumuşacık serin bir elin içinde buldu. Nefes alış verişi değişti. Yüzü pembeleşti. Gözlerinde ateşin kızıllığı parıldarken, gözlerinde kurtuluşun, umudun sevinci okunuyordu. El kendisini yakalayıp yavaşça yukarılara doğru çıkardı.

Ahmet kendisini kurtaran elin sahibini görmek için korku dolu gözlerini yavaşça açıp umutla doldurmaya çalıştı. Şimdi umudu kuşanmış bir duyguyla gözleri açıktı. Yüzünde hüznün yerini sevinç almış bir halde “el”in sahibine baktı. Nur yüzlü, aksakallı tatlı mı tatlı bir ihtiyarcıktı. Yüzü aydınlıktı. Melekler gibi güven veriyordu. Şaşkınlık Ahmet’in yüzünde diz boyuydu. Ama öylesine hoş bir şaşkınlıktı ki sevinçten ne diyeceğini bilemez bir haldeydi. Sonunda müşfik elin naif okşayışlarıyla kendine geldi. Biraz daha iyi olmuştu. Toparlanmıştı.
Bu resim yeniden boyutlandırılmıştır,orijinal boyutlarında görüntülemek için tıklayın.Orijinal resim boyutu: 1600x1131


-Sen kimsin, neden beni kurtardın?
-Ben senin namazınım. Kılmaya çalıştığın ve ayakta tutmaya gayret ettiğin namazın.
Ahmet bu sefer sanki biraz kızmış gibi bir tarzda sitem eder şekilde namaza seslendi;
-Peki bu zamana kadar niye geciktin. Bana bu sıkıntıları niye yaşattın. Neredeyse sırat köprüsünden düşüyordum. Alevler yüzümü yalamaya başlamıştı.
Namaz hafiften tebessüm ederek Ahmet’i boydan boya süzdü. Sonra da;
-Biraz önce ateşin rüzgarlarında kendinden geçmiştin şimdi ne oldu saldırıya geçecek kadar güçlü oldun galiba.
-Ama haksız mıyım? Sen benim namazımsın. Ateşten kurtaracaktın. Sıkıntıya sokmayacaktın hani ahirette!
-Doğru söylüyorsun seni sıkıntıya sokmayacaktım ama sen de beni dinç tutacaktın, ikame edecektin. Değil mi? Peki sen ne yapmıştın hatırla bakalım. Vaktin sonuna bırakırdın, işin varsa alel usul geçiştirirdin. Yani anlayacağın sen beni hep vaktin sonlarına bırakırdın işte ben de sana son anda yetiştim.
-Ya öyle mi! Peki seni hiç kılmamış olsaydım o zaman ne olacaktı?
-Onu da o zaman görürdün. Seni tutmasaydım ne olacaktın bir düşün, düşün de öyle ne olacağına karar ver.
-İnan ölüm bundan daha kolaydı. O an sanki gerçekten ölecekmişim gibi hissettim. Belki de ölümsüzlük çizgisinde sonsuz alev rüzgarı ürpertti şimdi ne olacak?
-Şimdi meleklerin sorularına cevap vereceksin. Onların soruları cevaplanmadan kurtuluş yok. Bir şekilde cevap verilecek. Yoksa…. Sonrasını düşünmek bile istemiyorum.
-Peki nasıl cevap vereceğim, bir türlü cevabı doğru söyleyemedim.
-Şimdi ben senin elerinden tutup, yüreğini teskin edince ruhunda bir hafiflik ve dinginlik hissedeceksin. O sükunla cevapları verebileceğini düşünüyorum.
Bu sırada melekler konuşmaya şahit olmuşlardı. Onların yanına doğru kanat çırparak gittiler. Ahmet’e dönerek;
-Ee Ahmet namazın şimdilik şefaatçin oldu. Seni sırat köprüsünden kurtardı. Ancak “Rabbin kim?” sorusu cevaplandırılmadan bundan kurtuluş yok.
Ahmet, meleklerin bu sözleri üzerine verdiği cevapları bir gözden geçirdi. Servet, para, kadın, çocuklar, mevki, makam hiçbirisi baki değildi. Hiçbirisi kendisiyle birlikte gelmemişti. Şimdi ise namazı yanı başındaydı. Aklı yavaş yavaş toparlanıyordu. Rabbini hatırlamaya başlıyordu. Kendisinin gerçek Rabbinin kim olduğunu namaz ipucuyla hatırlıyordu. Meleklerin kendisine güven veren bakışlarından cesaret alarak soruyu sormalarını istedi. Melekler;
-Men Rabbüke (Rabbin kim)?

Ahmet namaza baktı. Gülümsüyordu. Elleri kulaklarına doğru gidiyordu. Sonra göbeği hizasında bağlanıyordu. Eğiliyor, kalkıyor, tekrar yere kapanıyordu. Hatırlamıştı, hatırlamıştı Rabbini. Her namaza başlarken adını andığı, rükûsunda, secdesinde yücelttiği eşsiz sevgiliydi. “Allah” sözlerin en anlamlısı, sevdaların en yücesiydi. Huzurun, umudun, sevginin, barışın kaynağıydı. İşte hatırladı. Yüzü ayın on dördünden daha parlaktı. Sonbahar bitmişti. İlkbahardaki kuşların o güzelim şen şakrak cıvıltıları ruhunda çınlıyordu. Kelebekler gibi uçmaya başlamıştı. Dillerde yankılanan Allah sevdaların en anlamlısı ve sınırsızıydı. Ahmet, içten gelen bir sevda sarhoşluğuyla haykırdı;
-Allah, Allah’tır benim Rabbim, ve İlah’ım. Kendisine yöneldiğim, secdelere kapandığım, rükûlarla andığım eşsiz yüceler yücesidir O. Allah’tır benim Rabbim, Allah!
Melekler Ahmet’in sevinçle verdiği cevap karşısında kanat çırptılar, tekbir getirdiler. “Allah’u Ekber,

Allah’u Ekber…”
Ahmet, cevabında isabet ettiğini, meleklerin sevinç tekbirlerinden anlamıştı. Mutluluk yüzünde bir bahar meltemi gibi esiyordu. YHS’nin ilk sorusunu nihayet geçmişti. Meleklerin kendisine sürekli olarak neden tebessüm ettiğini ve güven verici bakışlarını eksiltmediklerini şimdi daha iyi anlıyordu. Kendisinin bu sorunun cevabını bir şekilde vereceğini biliyorlardı ve bundan dolayı da mütebessim bakışlarını hiç bırakmamışlardı.
Namaz yanında büyük bir müjdeci olarak duruyordu. Kurtarıcısıydı. Ellerinden tutup çekivermişti ateşin yalayan rüzgarlarından sırat köprüsünün hemen altından. Ama o korkuyu ve heyecanı hissetmişti. Melekler kanatlarını çırparak havalandılar. Etrafında birkaç tur dönüp yanı başına indiler.
-Evet Ahmet artık ikinci soruya geçebiliriz.
-İkinci soru mu nasıl yani?
-Daha üçüncü ve dördüncü sorularda sırada beklemektedir. Yavaş yavaş bu aşamayı geçtikten sonra imtihanın sonucuna göre kısa bir yolculuk yapacağız.
-Ne yolculuğu, nasıl bir yolculuk?
-İmtihan iyi geçerse öğrenirsin. Şimdi dikkatle dinle ikinci soru geliyor. Peygamberin kimdir?
-Peygamber mi o da ne?
-Sana yol gösteren, hayatta rehberlik eden kimdir?
-Şey eee yani bir dakika düşüneyim de…
Bu sırada namaz yanında oturmuş salâvat getirmektedir. “Allah’ümme Salli ala seyyidina Muhammed ve ala âli seyyidina Muhammed” bunu birkaç defa tekrar eder. Ahmet hafiften kulak kabartır. Namazı kendisine bu konuda da yardımcı olmuştu. Tahiyyatta oturup okuduğu dua aklına gelmişti. Onunla birlikte bir gül kokusu hissetti ta yüreğinin derinliklerinde. Birden efendisi Hz Muhammed göründü. Elinde Kur’an kendisine tebessüm ediyordu. Bu Ahmet için en büyük mutluluktu. Hep hayal ettiği ve görmeyi çok arzu ettiği efendisi Hz Muhammed (as) şimdi karşısındaydı. İşte benim senin peygamberin derecesine nakışlarıyla umut veriyor, Ahmet’i cesaretlendiriyordu. Ahmet, namazın fısıldayan nefesiyle bu suruyu da çözmüştü;
-Efendim Hz Muhammed aleyhisselamdır.

O benim nebim ve peygamberimdir.
Melekler isabet ettiği cevapta olduğu gibi bunda da tekbir Ahmet’i getirip kutladılar. Ardından üçüncü soru geldi:
-Kitabın ne? Sana yol gösteren rehber ve kılavuzluk eden kitabın nedir söyle! Dediler.
Ahmet artık ortama alışmış ve namazın o cennet müjdecisi nefesinden ruhuna akan sese kulak vermişti.
“Elif Lam Mim zelikel kitabu la raybe fiih. Huden lil muttakiin”
Kutsal nağmeler terennüm ediyordu namazın nefesinde. Ahmet namazda okuduğu ayetleri hatırladı. Kendisi için ebedi kılavuzun tek olduğunu hatırladı. Sevinç boğazında düğümlenmişti. Konuşmakta zorlanıyordu. İlk aşamayı geçmeye çok az bir zaman kalmıştı. Ruhunun tüm zerreleri sevinçten büyük bir mutluluk duyuyordu. Hele o güzel insanın elindeki kitaptan bir ayet okuması Ahmet’i kendinden geçirdi. Ruhu dayanamadı bu büyük mutluluğa.
Kendisine göre kısa bir süre sonra ayıldı. Gözleri ayın on dördü gibi parlıyordu. Nefesi güçlenmiş, sesi gürleşmişti;
-Kitabım Sonsuz Nur ve eşsiz rehber Kur’an- Kerim’dir.

Cehennem Resimleri- ölümden sonra ilk gece ve devamı..hikaye Biblepoinsettiassuper-2

O dünyadan getirdiğim nurum ve yol aydınlatıcımdır. Işığımdır. Her namazımda onunla hayat bulur ve her sabah ondan bir bölüm okuyarak güne bir kuş kadar özgür başlardım.
Melekler yine tekbir getirip sevincini paylaştılar. Son soru gelmişti ansızın:
-Kıblen neresi söyle!
Artık Ahmet için bu soru daha da kolaylaşmış bir örgüye dönmüştü. Tüm ihtişamıyla Kabe siyah örtüsünün içinde tam karşısında duruyordu. Namazı ise onun karşısında kıyam, rüku, secde, tahiyyat derken namazı ikame etmeye başladı. Hz İbrahim ve Hz İsmail canlandı gözlerinde. Onların Kâbe’nin duvarlarını ilk defa nasıl yükselttiklerine şahit oluyordu. Derken Hz Muhammed (as) yıkılan duvarları onarılmış Kâbe’nin yanına Hacerül Esvet’i koyuşu canlandı. Onun Muhammedül Emin olarak vasıflandırılışını hatırladı. Hepsi kısa bir sürede zihninden bir film şeridi gibi geçti. Sevinci bir şelale gibi dökülüyor ve çağlayan oluyordu.
-Kıblem Beytullah’tır. Kâbe’dir. Bütün Müslümanların her namazda yönelip Allah’ı andıkları yerdir.

Melekler sevinçlerini yinelediler. Havada uçup kant çırptılar. Ahmet’i alıp ikinci katın yükseklerine çıkardılar. Gök açıldı, yıldızlar yol verdi. Cennetin o muhteşem güzelliği gözlerde ışıldadı. Üçüncü kata çıkmaya az kalmıştı. Ama melekler bu güzel cevaplar karşısında Ahmet’e bir sürpriz hazırlamışlardı. Kanatlarına aldıkları Ahmet’e;
-Hazırlan gidiyoruz!
-Nereye?
Gidince görürsün!
Melekler Ahmet’i bıraktılar. Ahmet şimdi özgürdü. Meleklerin kanatlarında değildi. Onların yanında uçuyordu. Ama hala nereye gittiklerini bilmiyordu.

Ahmet melekleri takip ediyordu. Başka bir âlemdeydi. Dünyadan çoook farklıydı. Şimdi ikinci kat gökte geziyorlardı. Öylesine büyük bir bölümdü ki gözler almıyordu. Dünyadaki uçsuz bucaksız uzayın belki de iki katıydı. Her bir saray küçük ölçekli bir ilçe kadar olduğunu düşünürsek sayısız köşklerle büyülüğünü az da olsa kavrayabiliriz. Dönüşte tanıdık birçok isme rastladı. Artık burası kendisi için yabancı değildi. Nasıl orada yakınları varsa burada da birçok akrabası ve arkadaşı vardı. Çünkü meleklerin dediği gibi burası dünyanın devamıydı. Tabi ki tanıdık simalar olacaktı. Nihayetinde buraya gelenler başka âlemden gelmiyordu ve gelenler de hep birbirinin tanıdığıydı. Kimisinin annesi, babası, kardeşi, büyük babası ve anneannesiydi. Amca, hala, dayı, teyze, kuzen, komşu değimliydiler dünyadayken tabi ki tanıdıkları olacaktı. Kendisi dünyadayken bir günde kaç sala işitiyordu. Aynı dönemin insanları değil miydi? İşte bir gün de kendisinin salası okunmuştu da şaşırmıştı acaba kendisinin ismiyle ayanı olan kim diye. Ama şimdi öğrendi ki salası okunan kendisiymiş.
YHS’nin ilk sorularını cevaplandırmanın verdiği huzurla yüzü bir ondördü gibi parıldıyordu. İşte yine Pambe ninesinin köşkünün yakınındaydı. Onu görünce meleklerden müsaade aldı. Ninesini ziyaret etti. Anneannesi kendisinden genç, dinç ve güzeldi.
-Hey pembe nine hey beni duyuyor musun?

Pembe nine sarayında yanında ırmak akan büyük bir ağacın altında dinleniyordu. Kendisine seslenen birini duyunca kulak kabarttı. Sesin geldiği yöne baktı. Kendisine sesleneni tanımıştı. Heyecan ve sevinç dolu bir ruhla karşılık verdi;
-Ahmet hey Ahmeeet torunum hoş geldin.
-Nine hoş bulduk bulmasına ama az kaldı soruları hem de en iyi bildiğimi sandığım soruları cevaplandıramıyordum. Zor kurtuldum.
-Torun dur bakalım hele kurtulduğunu sandığın şey daha YHS’nin ilk aşaması. Daha bundan sonra öyle sorularla karşılaşacaksın ki kendinin bile unuttuğu davranışların hesabını nasıl vereceksin onları düşün. Ama umutsuzluğa düşme kalbinde gerçekten Allah’a iman varsa o iman sana yol gösterecekti.
-Sağol nine ilk aşamada namazım elimden tutmuştu inşallah bundan sonrakilerde de imanım bana yol gösterir.
Bu sırada melekler Ahmet’i çağırıyordu.
-Nine şimdilik bana müsaade seni ziyarete gelirin inşallah.
-Beklerim torun ben de iadeyi ziyarette bulunurum. Hele yerine bir yerleş de ondan sonra daha rahat görüşürüz. Ben burada birçok tanıdıkla hasbıhal ediyorum.
-Hadi Allah’a ısmarladık.
-Görüşmek üzere torun görüşmek üzere…
Ahmet meleklerin yanına varmıştı. Burada göklerde yıldızların yerine saraylar ve köşkler ışıl ışıl parlıyordu. Ninesinin köşküne öylesine bir göz atmıştı. Dört tane büyük nehir gözüne çarpmıştı. Bal, süt, şerbet ve su nehirleri büyük bir coşkuyla akıyor, melekler etrafında pervane oluyorlardı.

İşte meleklerle birinci katın sınırına gelmişlerdi. Kapıda bekleyen meleklerden müsaade alarak birinci kat göğe yani eski dünyasının eşiğine gelmişlerdi. Şaşırdı. Niçin geldiklerini merak etti. Acaba kendisini tekrar mezarına mı koyacaklardı, yoksa tekrar dünya hayatına mı dönecekti? Bu sorular Ahmet aklını karıştırmıştı. Merak, heyecan bir arada meleklerin yanında ikinci kat göğün açılan kapısından çıkmaya hazırlanıyorlardı ki birden çok güzel kokulu kelebekler etraflarını kuşatmaya ve Ahmet’in ruhuna güç vermeye başladılar. Ahmet kelebeklerin o muhteşem nefeslerini hissettikçe yüreği genişliyor, daha da güçleniyordu. Binlerce rengârenk kelebek etraflarını sarmıştı. Şimdi dünyanın baharı gibi ahiret baharını da yaşıyordu.
Soran gözlerle meleklere baktı. Meleklerin tebessümü de en az kelebeklerin ki kadar renkli ve neşeliydi.

-Bu kelebekler sana okunan Kur’an-ın şekil almış hali. Aynı renkteki kelebekler ruhuna okunan aynı Kur’an sureleridir.
Ahmet meleklerin bu cevabı üzerine kelebeklere ayrı bir gözle baktığında dediklerini anladı. İrili ufaklı rengarenk kelebek etrafını kuşatmıştı. Kimisinin üzerinde Yasin, kimsinin üzerinde Fatiha, mülk, Nebe, Felak, İhlas, Nas yazıyordu. Ama en çokta dikkatini büyükçe kelebekler çekmişti. Onlara da dikkatlice bakınca Hatim yazdığını fark etti.
Allah’a hemen oracıkta yeniden şükretti. “Allah’ım sana sonsuz şükürler olsun ki, arkamdan Kur’an okuyacak evlat yetiştirmeme ve Kur’an okuyan dostlar edinmeme imkân verdin. Sana ne kadar hamd etsem azdır Allah’ım!”

Cehennem Resimleri- ölümden sonra ilk gece ve devamı..hikaye 5935_104856417637_89361212637_2348220_7453679_nCehennem Resimleri- ölümden sonra ilk gece ve devamı..hikaye 5935_104856417637_89361212637_2348220_7453679_n

Ahmet meleklerin verdiği güçle biraz daha kendine gelmişti. Meleklerin eşliğinde eski dünyasının kapısından tekrar girdi. Yıldızlar yine ışıldıyordu. Galaksiler akıp gidiyordu. İşte dünyasına yaklaştıkça ay da ayrı bir güzellikte parlıyordu.
Ahmet anlayamayacağı şekilde hızlı gittiklerini fark etmeye başlamıştı. Neredeyse ışık hızıyla yol alıyorlardı. Dünya atmosferine girdiler. Yaşadığı ülkenin güzelliği apayrıydı. Dünyanın cennet köşelerinden biriydi. Ah bir de orayı terör belasıyla kana bulamasaydılar ne kadar güzel olacak ve yaşaması ne kadar iyi olacaktı. Tekrar dünya hayatı canlandı gözlerinde. “İnsanların trafik canavarı kesilmesi, ucuz hesaplar uğruna masum binlerce insanın katledilmesi, bombalar, uyuşturucular, kadın, çocuk, beden tacirleri of Allah’ım of” diyerek dünya hayatının çekilmezlerine ve dünyayı çekilmez hale getirenlere sitem etti.
Ahmet bunları düşünürken birden tanıdık bir evin üstünde uçtuklarını fark etti. Burası evet evet burası kendi eviydi. İşte orada oturanlarda kendi akrabalarıydı. İşte Celal’in Kur’an okuyuşu o kadar güzel geliyordu ki kulağına mest olmuştu. Oğlu Kur’an okurken bir kelebek yükseliyor ve ruhuna nefes oluyordu. Sonra dualar okundu hatim indirildi. Büyükçe göz kamaştıran bir kelebek Ahmet’in ruhuna güç üfledi. Ahmet kendinden geçmişti. Ne olduğunu anlamaya çalışıyordu. Soran gözlerini meleklere yöneltti.
-Senin kırkını çıkarıyorlar.
-Nasıl ben öleli kırk gün oldu mu? O kadar zaman geçti mi?
-Evet geçti.
-Ama daha benim ilk gecem değil miydi?
-Evet bundan sonra da hep ilk gecen olarak kalacak. Çünkü ruh için zaman mefhumu yoktur. Nasıl ki uyku da zamanın nasıl geçtiğini bilmiyorsan, ölüm halinde de öyle, kıyamet kopuncaya kadar zamanın nasıl geçtiğini bilmeyeceksin.
Ahmet şaşırmıştı. Öylesine hızlı işliyordu ki zaman, nasıl geçtiğini hissetmiyordu bile. Daha ilk gecesi olarak sandığı imtihan gününün üzerinden tam kırk gün geçmişte haberi bile olmamıştı. İşte kırkı da bitmişti. Çocuklar kendisinin yokluğuna alışmış görünüyorlardı. O ilk günün acısı yoktu gözlerinde. O sırada gözü eşi Nesrin’i aradı. Hah işte o da içeri de oturuyordu. Yine başında siyah bir eşarp vardı. Ama onun da yüzünde ilk günkü kadar acı okunmuyordu. Melekler Ahmet’in bu yüz ifadelerini okumasını anlamışlardı.
-Bak Ahmet! Şayet insanlar o ilk günkü acıyı hep yaşayacak olsalardı dayanamaz üçüncü gün acının etkisinde çatlar ölürlerdi. Allah insanlara ölümü verdiği gibi onu unutma gücünü de vermiştir. Nasıl ki sen de kaybettiğin birçok yakının acısını bir müddet sonra unuttuysan, onlar da senin acını unutacaklar. Çünkü hayat devam ediyor ve insanlar yaşamda ayakta durmak zorundalar. Sana yapacakları en güzel şey, ruhuna Kur’an okumaları ve senin adına hayır ve hasenatta bulunmalarıdır. Bak kelebekler nasıl kanatlanıp ruhuna güç veriyorlar. İşte bunun gibi hayırlarda ayrı bir güç kaynağı olarak ruhuna etki yapacaklardır. Tabi bununla birlikte yazdığın güzel kitaplardan da insanlar istifade ettikçe onlar da sana güç kaynağı olacaktır.
Ahmet büyük bir mutluluk duymuştu. Çocuklarını Mevlüde’yi, Fatma’yı, Sümeyye’yi, Celal ve Furkan’ı görmenin mutluluğunu hissetti. Hele onların kendisi için Kur’an okuyacaklarını düşünmesi kendisine ayrı bir huzur verdi.

Yapılan duadan sonra çaylar içildi, sohbetler edildi ve insanlar evlerine dağılmaya başladı. Bu demekti ki Ahmet’in de Yeni Hayat yolculuğu tekrar başlayacaktı. Melekler Ahmet’e baktılar.
-Haydi gidiyoruz. Buradaki işimiz bitti. Seni Yeni Dünya’nın acayiplikleri bekliyor. Bakalım Yeni Dünya’nın gariplikleri karşısında ne hissedeceksin.
-Nasıl yani?
-Gittiğimiz zaman görür ve anlarsın. Bakalım dünya hayatındaki insanların yaptıklarının karşılığında insanlar Yeni Dünya’larında neler yaşayacaklar?
Ahmet meleklerin eşliğinde birden kendini ikinci katın kapısında buldu. Çok hızlı hareket ediyorlardı. Kapıdaki melek bu sefer biraz tebessümle karşıladı.
-Yeni Dünya’nın garipliklerine hoş geldin Ahmet!


_________________
Elif gibi yalnızım,
Ne esrem var, ne ötrem.
Ne beni durduran bir cezmim,
Ne de bana ben katan bir şeddem var.
Ne elimi tutan bir harf,
Ne anlam katan bir harekem...
Kalakaldım sayfalar ortasında.
Bir okuyan bekledim,
Bir hıfzeden belki...
Gölgesini istedim bir dostun med gibi…
Sızım elif sızısı...

Cehennem Resimleri- ölümden sonra ilk gece ve devamı..hikaye Sdfghj15


En son @bdulKadir tarafından Perş. Eyl. 30, 2010 7:11 am tarihinde değiştirildi, toplamda 1 kere değiştirildi
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://kutluforum.yetkinforum.com
@bdulKadir
Adminstratör
@bdulKadir


Mesaj Sayısı : 6727
Rep Gücü : 10015177
Rep Puanı : 97
Kayıt tarihi : 17/03/09
Yaş : 61
Nerden : İzmir

Cehennem Resimleri- ölümden sonra ilk gece ve devamı..hikaye Empty
MesajKonu: Geri: Cehennem Resimleri- ölümden sonra ilk gece ve devamı..hikaye   Cehennem Resimleri- ölümden sonra ilk gece ve devamı..hikaye Icon_minitimePerş. Eyl. 30, 2010 7:10 am

Cehennem Resimleri- ölümden sonra ilk gece ve devamı..hikaye Harikkaaaaa5wo

Kapı açılmış Ahmet ve melekler içeriye girmişlerdi. Şimdi kendisi de o ilk komşusu gibi rahatlıkla uçabiliyordu. Ruhu yeni hayata ayak uydurmuştu. Göklerin çeşitli katlarında meleklerle geziyor ve etrafı temaşa ediyordu. İlk soruya cevap veremediği anları hatırladı birden ve tekrar ürperdi. Ama asıl ürperti biraz sonra tüm ruhunu saracaktı. Bundan habersiz meleklerle yükselmeye devam ediyordu.
İşte az sonra cehennemin alev lavlarının kapladığı kızıllığın gölgesine gelmişlerdi. Sırat köprüsü uzun ince bir şerit halinde cennete doğru götüren bir geçit şeklinde önlerinde uzanıyordu. Ahmet’in yüreği o köprüsü kazasız belasız geçmenin heyecanıyla doluydu. Ancak sırat köprüsünün üstünde cehennemin kapısında öyle sert bakışlı bir melek duruyordu ki Ahmet onu görünce birden meleklerin arkasına saklandı.
-Çık çık ortaya, diye melekler Ahmet’in ruhunu Malik’in önüne getirdiler. Malik öylesine sert duruyordu ki bakışları bile görenlerin korkması için yeterliydi. Bununla birlikte onun emrinde bulunan ve cehennem muhafızlığını üstlenmiş on dokuz zebani de en az onun kadar şiddetli duruyordu. Çünkü görevleri suçluları cezalarıyla baş başa bırakmak ve onları azap mahalline sevk ederek onların üzerinde bekçilik yapmaktı. Suçlulara karşı merhamet ise meleklerin işi değildi. Onların görevi sadece ve sadece emredildikleri işi yapmaktı.
Ahmet etrafına baktı ve Malik’le birlikte zebanilerin oluşturduğu güçlü bir kuvvetin cehennemin girişinde bir bent oluşturduğunu gördü. Malik cehennem hakkında bilgi vermeye başladığında Ahmet zangır zangır titremeye başladı. Öyle dehşetli bir sesi vardı ki duyguları olan varlıkların etkilenmemesi mümkün değildi.

-Cehennemin yedi kapısı vardır. Bu kapıların her biri yeni bir kata açılır ve derece derece artan azabın şiddetlenerek inkârcıların ve günahkârların bedenlerinde bir acı feryada dönüşmesini sağlar. Atılan her gruba kendilerine gönderilen peygamber olup olmadığı sorulur. Böylece azabın kendilerine bir haksızlık değil de yaptıkları eylemlerin, duygu ve düşüncelerin bir ürünü olduğunun farkına varırlar.
Bunları söyledikten sonra cehennemim kapısını aralar.
Kulakları değil, yürekleri değil, ruhları en küçük zerrelerine kadar paramparça eden bir uğultu, bir homurtu duyuldu. Dehşet bir kaynama sesi geldi. En şiddetli yanardağın bir serçe ötüşü kadar masum kaldığı bir felaket sayhası yankılanır.
Ahmet birden kendisini kilometrelerce uzakta buldu. Sesin rüzgarı bile onu yerinden sökülen bir ağaç kütüğü gibi uzaklara sürüklemişti. Silkelendi ve kendine gelmeye çalıştı. Bu sırada sırat köprüsünden açılan cehennem kapısından gruplar halinde insanların zebanilerin gözetiminde girdiğini gördü. Haykırışlar yürek dağlıyordu ama ne zebaniler ne de Malik bu feryat ve acı sızlanışlara aldırmıyordu. Ahmet bir grubun cehenneme atılırken zebanilerin sorusuna verdikleri cevaba kulak kabarttı;

Cehennem Resimleri- ölümden sonra ilk gece ve devamı..hikaye Namaz-003-01

“Biz namaz kılanlardan değildik, yoksulu doyurmuyorduk, bâtıla dalanlarla birlikte dalıyorduk, ceza gününü de yalan sayıyorduk. Sonunda bize ölüm geldi çattı.”
Kendi kendine konuşmaya başladı; “Aman Allah’ım sana şükürler olsun. Ya ben de namaz kılmayanlardan, yoksulu, fakiri, yetimi doyurmayanlardan olsaydım. Hele hle bu günün gelmeyeceğini söyleseydim ne olacaktı acaba? Bu Malik’in elinden kurtulmak mümkün değil kurtulamazdım. Hele baksana şunun asabi duruşuna ve hiddetine!”
Bu sırada cehennemin fokurdayan kaynama sesinin yankısı içine atılanları büyük bir şevkle karşılıyordu. Sanki daha yok mu dercesine yeni gelenleri gözetliyordu.
Malik, Ahmet’in içinden geçenleri hissederek ona yöneldi. Ahmet, uzun ince bir yol şeklinde giden sırat köprüsüne ilerlemek istedi ancak zebanilerin kanatlarını açarak önüne engel olmasından dolayı bir yere kıpırdayamadı. Malik;
-Sen cehennemi merak ediyor musun? Sana katları bir bir gezdirelim mi ne dersin?
Ahmet’in korkudan açılan gözleri birden sevinç gülüne döndü. Bu teklifi kabul ediş anlamına geliyordu. Çünkü Malik’in karşısında konuşacak ne güç ne de cesaret bulamıyordu.
Malik cehennemin kapısına geldi. Ahmet’in elinden tuttu. Kanatlarıyla ruhunu mesh etti. Malik’in kanatlarının, ruhunun üzerinde dolaşmasından sonra Ahmet birden kendisinde bir serinlik hissetti. Malik’in emriyle cehennemin kapısı açıldı. Zebaniler hazır kıta bekleyen askerler gibi kapının önünde duruyorlardı.
Sırat köprüsünün hemen girişinin yanından bir kapı açılmaya başladı. Ama öyle bir açılışı vardı ki çok büyük bir ejderhanın ağzından yayılan sıcak nefesin izah edilemeyecek kadar büyük orandaki sıcaklığını yayarak açılıyordu. İkindi kızıllığından ziyade bir yanardağın lavları püskürtmesiyle birlikte oluşan bir kızıllık etrafı kapladı. Ahmet, Malik’in gözetimde içeriye girdi. İlk kapı açılmıştı. Ahmet meraktan çatlayacaktı. Acaba cehennem nasıl bir yerdi?


Kapının açılmasıyla birlikte, cehennemin korkunç haykırışlarından dolayı Ahmet neredeyse yere yıkılacaktı. Kıpkızıl ateş her yeri kaplamıştı. Ancak buradaki insanların şekilleri normal insan şekli gibiydi. Ancak yüzlerine bakıldığı zaman çok büyük bir sıkıntının içinde oldukları anlaşılıyordu. Gözleri bir felakete tanık olmuş gibi kocaman kocaman açılıyordu. Elleriyle ayaklarını tutmaya çalışıyor ama bir türlü buna güç yetiremiyorlardı.
Ahmet onların yanına geldiğinde felaketin ne olduğunu daha iyi anladı. Ancak bunu yaşayanlar gibi hissetmesi mümkün değildi. Dünyada bir defasında elinin yandığını hatırladı. Ne kadar büyük bir acıydı. İnsanlar aralarında uzun mesafelerle ateşten bir nehirin üzerine dizilmişlerdi. Ayaklarının altından ateş kaynıyordu. Bu ateş ayaklarından beyinlerine doğru çıkarken bedenlerinin en ücra köşelerine kadar ateşin yakıcılığını hissettiriyor ve nihayetinde bir yanardağın volkanı gibi lavlar başlarından fışkırıyordu. Elleriyle başlarını tutuyorlar ama ateş ellerini de yakıp geçiyordu.

Her volkanın patlayışından sonra bedenlerin etleri soyulup yenisi giydiriliyordu. Bu azap sürekli tekrar ediyordu. Ahmet ateşin kaynağına baktı ancak göremedi. Ateşten nehir insanların ayaklarının altında kaynıyordu. Akışı bir nehir gibi görünse de lavların kabararak sağa sola ateş topları fırlatması bir ejderhanın ağzından ateş topları atmasına benziyordu.
Malik’in geldiğini görenler ellerini ona doğru uzatarak yardım istiyorlardı. Malik ise yüzünde en küçük bir gülümseme veya acıma hissi olmadan onlar bakıyordu. Bakışıyla sanki bunlar yaptıklarınızın bir karşılığı dercesine anlamlıydı. İşte bu sırada beyninden ateş fışkırdıktan sonra derisi soyularak korkunç bir görünüm arz eden birisi Malik’e seslendi;
-Ey Malik Rabbine söyle de beni öldürsün. Böyle yaşamaktansa ölmeyi tercih ederim. Ne olursun söyle, ölüm bana burada, dünyadakinden daha güzel görünüyor. Keşke toprakolsaydım da bu günleri görmeseydim, dedi.
Adamın bu sözleri üzerine Malik gayet sakin bir şekilde şöyle dedi;
-Hayır siz burada ölmeden ebedi olarak kalacaksınız. Dünya hayatında size ölüm, cehennem hatırlatıldığında dudak bükmüştünüz. Şimdi inkar ettiğiniz şeyle karşı karşıyasınız. Hadi bakalım şimdi sizi malınız, mülkünüz, ordunuz, silahlarınız, makam ve mevkileriniz kurtarsın, dedi.
Bu resim yeniden boyutlandırılmıştır,orijinal boyutlarında görüntülemek için tıklayın.Orijinal resim boyutu: 1600x1074

Haykırışlar cehennemin fokurdamasından duyulmuyordu bile. Öylesine dehşet bir kaynaması vardı ki, insanlar ondan kaçacak yer arıyor bir türlü bulamıyorlardı. Büyük bir ateşten zindana hapsedilmiş gibiydiler. Üstelik artık buradan kurtuluşta yoktu.
Duvarlar Çin Seddi gibi uzayıp gidiyordu. Gözün alabildiği hatta alamadığı kadar uzunda birinci kapının ilk odasının duvarları. Her taraftan ateş akıyordu. Ama en çok ayaklarının altından beyinlerini kavuran bölümü yakıyordu tüm zerrelerini.
Ahmet buradaki dehşeti görünce cehennemin ne kadar korkunç bir yer olduğunu anlamıştı. Dünyada Allah’a inanarak O’na kulluk etmekte ne kadar isabetli olduğuna şimdi daha çok seviniyordu. Ancak Malik Ahmet’in bu sevincini fark ettiğinde ona;
-Ahmet, bu kapıdan seyrettiğin bölüm cehennemin ilk tabakasıdır. Yani senin anlayacağın cehennemin şiddeti en az olan katıdır. Buradaki insanlar Allah’a inanmayan, O’nun varlığını inkar eden ancak bunun yanı sıra da iyi olmaya çalışan insanlardır. Allah’a inanmayan insanların, ahirette kurtuluşları asla söz konusu değildir,dedi.
Malik bir kadını göstererek şöyle der;
-Şunu görüyor musun?
Bu resim yeniden boyutlandırılmıştır,orijinal boyutlarında görüntülemek için tıklayın.Orijinal resim boyutu: 679x500

Dünyada öylesine güzeldi ki, insanların deyimiyle bakmaya bile kıyamazdınız. Ancak Allah söz konusu olduğunda bunu bir türlü içine sindiremez, gerici ve yobazların yaptığı gibi güzellikleri saklamanın anlamsız olduğunu her fırsatta dile getirirdi. Allah’ın varlığına inanmanın saçma olduğunu söylerdi. Buna rağmen canlı varlıklara da insani duygularından dolayı iyi davranırdı. İşte inkârının cezası ateş, iyiliklerinin karşılığı ise birinci katta hafif bir azaptır.
Ahmet, kadına baktığında ayaklarının altından kaynayan ateş yukarılara doğru çıktıkça yüzünün buruştuğunu fark ediyordu. Ateş yüzüne kadar geldiğinde ise o güzelliğine hayran olduğu küçük ağzı, burnu şekilden şekle giriyordu. Hele o küçücük burnuna estetik yaptırmak için ne kadar çok para harcamıştı! Şimdi güzelliğinin hiçbir rengi kalmamıştı. Derileri soyulduğunda ise dünyadaki en çirkin kadın bile onun yanında daha güzel kalırdı.
Allah’ı inkârın sonunda elde hiçbir sermaye kalmadığı gibi, hiçbir güzellikte kalmıyordu. Ölüm, yok oluş, bir kurtuluş olarak görünmesine rağmen ele geçmeyen büyük bir nimet oluyordu.
Cehennemin en hafif cezası olduğunu düşündüğü zaman insanın ruhundaki en ücra zerreler bile ürperiyordu. Ahmet cehennemim duvarlarına baktı. Kaynar sular bir şelale gibi akıyordu. Dünyadaki en dayanılmaz ateş bu birinci kat cehennemin yanında serin kalırdı.
Malik, Ahmet’e cehennemin nelerle tutuşturulduğu göstermek istedi. Ateşin merkezine doğru ilerledikçe cehennemin homurtuları artıyordu. Ahmet cehennemin yakıtlarını görünce kendinden geçti. Malik onu ayıltarak cehennem yakıtlarını gösterdi.
Cehennem öyle bir ateşti ki taşlar içinde kuru tahta parçaları gibi yanıyordu. Ahmet’i asıl kendinden geçiren ise taşların yanında odun parçası gibi yanan insanlardı. Cehennemin yakıtı taşlar ve insanlardı. O sırada bir ayet kulağında çınladı; “Ey inananlar! Yaktı insanlar ve taşlar olan ateşten kendinizi ve ailenizi koruyun” Ne dehşet bir görüntüydü.
Allah’ı inkâr ederek yaşayan insanlar, taşlarla aynı ateşte yanıyordu. Taş gibi katı kalpleri olan insanlar cehennemin ateşinde yumuşatılıyordu.
Ne gözler gördü böyle bir ateşi, ne yürekler hissetti.
İnancın öldürüldüğü kalpler ateşin dehşetinde eridi.
İnkarın senin olsun yaşamın tüm zevkleriyle birlikte
Ateş kollarına sarınca anlarsın haklı olan kim göklerde
Ahmet daha ilk katın şiddetine şaşırmıştı. Ancak bundan sonraki katlarda acımasız yüreklere ders olacak ne tür azapların olduğunu merak etmişti. Bu merakını hisseden Malik, Ahmet’in kolundan tuttu. Hadi bakalım şimdi diğer katları ve bu katlarda kimlerin ne tür azaplara muhatap olduğunu birlikte görelim, diyerek Ahmet’le birlikte birinci kattan ayrıldılar.

Birinci katın kapısından çıktıklarında Ahmet sırat köprüsünü gördü. Sırat Köprüsü’nün üzerinden bazı insanların şimşek gibi ışık hızıyla geçtiğini, bazı insanların kuş gibi uçarak geçtiğini, bazı insanların yürüyerek, bazılarının da sürünerek geçtiğini gördü. O zaman “Cehenneme uğramayacak hiç kimse yoktur” ayetini daha iyi anladı. Her kes sırat köprüsünün üzerinden geçerken aynı zamanda cehenneme de uğramış oluyordu. Ama insanların inançlarına, eylemlerine, samimiyetlerine, bağlılıklarına göre cehennemin ateşinden etkilenmeleri fark ediyordu.

Malik günahkârların bulunduğu ikinci kapıya yöneldi. Cehennemin homurtusu yine duyuluyordu. Kapı açıldığında ateşten nehirler, zakkum ağaçları, kaynar suların fışkırdığı pınarlar bu kata ayrı bir korku motifi gibi duruyordu. Bu katta birçok kapı görünüyordu. Suçlular elleri ve ayakları birbirine zincirlerle bağlanmış bir şekilde bir aslanın kükremesi gibi haykıran cehennemin karşısında tir tir titriyorlardı.
Melekler Allah’ın itaatkâr kulları olarak, O’nun emrinden dışarı asla çıkmayan varlıklardır. İnananlar onları gördüklerinde yüzleri gülerken, suçlu günahkârların yüzleri kederden kapkara kesilmişti. Hüzün ve keder bütün vücutlarını kaplamıştı. Günahkârlar birbirine gösteriliyordu. Dünyada imrendikleri nice insanlar kendileri ile aynı zincirlere bağlanmıştı. Bazıları ise dünyada ne hayaller kuruyordu. “Biz cenneti ne yapalım. Sofularla hacılarla, hocalarla ne işimiz var. Biz cehennemde gözümüzü boyayanlarla kalarak keyif ederiz” diyorlardı. İşte şimdi hepsi bir aradaydı ve yan yanaydı. O dedikleri göz kamaştıran şuh dilberlerde zincirlerin bir ucundaydı. Ama hiçbirisi diğerine bakacak durumda değildi. Çünkü hepsi sadece kendi başlarının derdine düşmüştü. Kitapları kendilerine sunulur. Sayfalar tek tek açılır önlerinde. Her bir sayfa hayattan bir enstantane ile örülüdür. Saklanmış, gizli kalmış yaşam kareleri bir bir geçer film şeridi gibi gözler önünden. Gözler fal taşı gibi açılır, unutulmuş sanılan eylemlerin gün yüzüne çıkışından. Bilinçaltı okunur sesli bir şekilde; “Hani kimseler yoktu şunu yaparken yanımda, ya şuna ne demeli kendimden bile saklamıştım neredeyse. Ama ne oldu bak hele şuna videoya kaydedilmiş gibi her kesiti an be an karşımızda. Şimdi nasıl yalanlayacağım” Bu iç geçirişlerden sonra günahkârların hepsi bir ağızdan bağırmaya başladılar;
"Vay halimize! bu nasıl kitapmış!
Küçük büyük hiçbir şey bırakmamış
Yaptıklarımızın hepsini sayıp dökmüş!"

Bu sırada cehennem ateşi avına yakalamaya çalışan bağlı bir aslan gibi avına saldırıyordu. Günahkârların ateş başında korkudan akılları başlarından gidiyordu. Kaçacak yer arıyorlardı. Gözlerinin feri sönmüş bir şekilde etrafı süzüyorlardı. Yok, yoktu işte kaçacak hiçbir yer yoktu. Ayaklarının altı ateş, üstlerinde ateşten gölgeler vardı. Bir parça serinlik var mıdır diye bakınıyorlardı. Ama bir zerre bile serinlik yoktu. Katrandan gömlekler kendilerini bekliyordu. Giydiklerinde ateşlerinin hafifletilemeyen ısısını daha da arttıracak bir giysi kendilerini bekliyordu. Korkudan ne yapacaklarını bilmez durumda, fayda vermeyecek ah! yükseliyordu günah işlemekten çekinmeyen dudaklarından.
Dünyadayken inanan insanlarla alay eder ve onlara gülüp geçerlerdi. Gerici, yobaz, sıkma baş, çağdışı, modadan anlamayan zevksiz gibi birçok sözler dökülmüştü, günaha alışkın ağızlardan. Lakin şimdi söylenen hiçbir sözü düşünecek durumda değildiler. “keşke söylememiş olsaydık da bu azabı görmeseydik!” diye kendi kendilerine hayıflanmaya ve kızmaya başladılar. Ancak zaman pişmanlık ve ah etme zamanı değildi. İnkarlar, zevkler, tatlı günahlar şimdi bir bir ateş olup çıkıyordu karşılarına.

İşte karşılarında bütün azametiyle Allah’ın göz ardı edilen ateşi duruyordu. Zincirler çözülüyordu bir bir ve meleklerin sert bakışları altında cehenneme sürükleniyorlardı. Eyvahlar, feryatlar sadece kişinin acısını arttırıyordu. Çünkü burada kendilerine yardım edecek kimseleri olmadığı gibi, dünyada zevklendikleri günahları katrandan gömlek şeklinde karşılarına çıkıyordu.
Grup grup atılıyorlardı günahkârlar, kendileri için hazırlanan azap yurtlarına. Her bir günahkâr günahına uygun bir ceza şekliyle karşılanıyordu. İlk yetim malını yiyenler çıktı karşılarına. Malik, Ahmet’e yetim malı yiyenlerin, yoksulu doyurmaya ön ayak olmayanların zorlu bir azabın muhatabı olduğunu belirtti.

Dünyadayken ne kadar da keyifli geliyordu savunmasız zavallı yetimlerin mallarını yemek. Yüce Allah bunun çok büyük bir günah olduğu belirtmişti. Buna rağmen karşılaşmayacaklarını düşündükleri ateşin sıcaklığından uzak bir şekilde masum yavrucakların ne durumda kalacaklarını düşünmeden yemişlerdi zavallıcıkların sahip olduğu tek geleceklerini.
Yetim malı yiyenlerin azabı çok garipti. Ateş çukurlarına atıldıklarında birden dudakları kocaman oluvermişti. Deve dudakları gibi şişmişti dudakları. Ellerinde ise büyükçe ateş topları beliriyordu. Tutmak istemiyorlardı ancak buna imkân bulamıyorlardı. Ellerindeki ateş toplarını yüzlerini, gözlerini buruşturarak ağızlarına atıyorlardı. Bu ateş topu o yetimlerin malını götürdükleri boğazlarından geçiyor bağırsaklarından iniyor ve dübürlerinden çıkıyordu.
Allah’ın kendilerini, gördüklerini unutarak masum çocukların mallarına zulmen el koyanların cezası şiddetlenerek artıyordu. Şunlardan birisi dünyadayken; “Senin malını almaktan beni alıkoyacak güç nerde söyle söyle” diyerek masum çocuğun yakasından tutup yere savurmuştu. Bir gün Allah’ın bunların hesabını soracağını asla aklına getirmemişti. İşte o sırada ateş zindanının bir duvarı yarıldı. Alnında nur parlayan bir çocuk belirdi.


“Ver bakalım benim haklarımı ver veeeeeeeeeeer” gücünden hiçbir şey kalmamıştı. Boynu bükülmüş, başı eğilmişti. O diklenen, büyüklenen, adamdan eser yoktu.
Korkudan konuşamıyordu bile. O zayıf ve güçsüz çocuk ise şimdi çok güçlü bir pehlivan gibi hesap soruyordu. Kim Allah’ın karşısındaysa ne kadar güçlü olursa olsun yenilmeye mahkum, kim de Allah’ın yanındaysa ne kadar güçsüz olursa olsun galip gelmeye muktedirdir.
Yetim malı yiyenin yaptığı iyilikler getirildi. Mazlum çocuktan gasbettiği sermayede ortaya koyuldu. Bir bir iyilikleri uçuyordu çocuğun hayır kasasına doğru. Yetim malı yemenin ateş cezasının yanı sıra iyilikleri de yok olarak müflisliğe doğru gidiyordu. Hem ateş, hem de cennete götürecek ve cehennem ateşini söndürecek hayır suları azalıyordu. Hayır suyu ne kadar azalırsa o kadar uzayacaktı ateş günleri.
Haksızlık yoktu. El koyduğu sermaye değerindeki iyilikleri çocuktan taraf uçmuştu. Gözyaşları fayda etmiyordu, gözyaşlarına aldırmayanların. Yetimlerin her bir damla gözyaşı bir kor ateş olarak deve dudakları gibi şişmiş dudaklarından iniyordu boğazlarına.
Burada namazlarda oruçlarda fayda vermiyordu. Kim olursa olsun yetim malına göz dikenin gözleri ateşin kıvılcımlarına hedef oluyordu. Yetim malına iştahla bakan gözlerden ateş akıyordu.
Yetimin malının her bir zerresi emanetidir Allah’ın. Kim ihanet ederse gözlerinden, ağızlarından, dübürlerinden çıkacaktır ateş olarak yedikleri her katre yetimin malı.
Çocuk sevinçle gasbedilen mallarına karşı aldığı iyiliklerle ayrıldı yavaşça azap yurdundan. Yetim malı yiyen ise ah ediyordu haline: “Yazıklar olsun bana, yazıklar olsun. Güçsüz dediğim çocuk ne kadar güçlü çıktı karşıma. Hem altımdan, üstümden ateşle karşılandım, hem de yaptığım iyiliklerin büyük bir kısmından oldum. Ne yapacağım Allah’ım! ne yapacağım ahlar bana vahlar bana!”

Pişmanlık fayda vermiyordu. Telafisi mümkün olmayan bir zaman diliminde yaşanıyordu. Fırsatlar çok verilmişti bir zamanlar. Hatırlatmalar yaşanmış, ödenmesi istenmişti. Ama ne ki, fayda etmedi. O sermayenin tükenmez, ömrün ise bitmez olduğunu zannetti. Zannettiği şey olmadı. Mal da bitti, ömür de sona erdi. İşte beklenmeyen hesap günü de gerçek mi gerçek olarak karşına çıkmıştı.
Yetim malı yiyenler kora halinde bağırıyorlardı:
Yetim malı yiyeni
Ateş yiyecektir ateş.
Güçsüz sanmayın küçükleri
Koruyanı var en büyük
Kalmaz elde sermaye
Biter ömrün kendisi bile
Yetim malı yiyeni
Ateş yiyecektir ateş.
Ne mal fayda verir
Ne de güç ve kudret
El de kalan tek gerçek
Yetim malı yiyeni
Ateş yiyecektir ateş.

Ahmet bu korunun nakaratlarını aklında tutarak Malik’le birlikte diğer günahkârların azap yurtlarına doğru ilerledi.


Cehennem Resimleri- ölümden sonra ilk gece ve devamı..hikaye 7068allahuekberbymndrs7uf2

Cehennem aslında sosyal hayattaki adaletsizliğin, inkarın ve şirkin gerçek bir karşılığı olarak hazırlanmış ceza eviydi. Dünyada güçlerine güvenerek haksızlık yapanların karşılıksız kalan suçlarının bedeliydi. Yetimlerin malına kastedenlerin cezası çok acıydı. Sosyal adaletsizlik ve hak gaspı burada olmasa bile mutlaka ahirette adil yargıda karşılığını buluyordu.
Şimdi açılan kapıdan görünen manzara çok daha farklıydı. Çok kalın duvarlar vardı. Duvarların üzerinden ateş lavları iniyordu. Sonra bir dereye akıyordu. Mekânın sıcaklığı bir yanardağın ilk patlama anındaki kızgınlığındaydı.
Zebaniler buraya mahkûm edilenlerin üzerinde çok sert bir şekilde duruyorlardı. Bu bölümdeki insanlar öylesine iğrenç bir görünüm arz ediyordu ki dünyanın en garabet varlıkları bile bunların yanında güzel kalırdı.
Karınları şişmiş şişmiş büyük bir uçan balonu andırıyordu. Başları küçücüktü. Ayakları ise şiş karınlarını kaldırmaktan acizdi. Duvarlardan süzülen lavlar ayaklarının altında dereye doğru akıyordu. Lavlar ayaklarının altından aktıkça yerlerde debeleniyorlardı. Kalkmaya çalıştıklarında ise susamış develer gibi koca koca garip mahlûkat son hızla güçlü bir şekilde üzerlerinden geçip onları tepeliyorlardı. Kendilerine gelemeye çalışırken lavların ateşi tekrar yere yıkıyor ve garip mahlûkatın ayaklarının altında tekrar eziliyorlardı.
Asıl acı veren ise karın bölgelerindeki şeffaflıktan görünen ateşin iç organlarını yakışıyla gerçekleşen azaptı. Bu insanların yüzü ise sanki çarpılmış gibi ağızları burunları yamulmuştu.
Ahmet bunların kimler olduğunu sorduğunda Malik, onların iğrenç yüzlerine ve karınlarına bakarak; “Bunların kim olduğunu tahmin edemedin mi?” dedi.
Ahmet tekrar o korkunç manzaraya baktı. şiş karınları üzerinde yerlerde debelenen insanlar ve tam kalkmak üzereyken hızlı bir şekilde onlara doğru koşan azgın mahlukat. Koşuyor koşuyor ve şiş göbeklerin yanına geldiklerinde güçlü bir şekilde özellikle karınlarının üzerinden geçiyorlardı. Ayaklarıyla şiş karınlarını iyice tepeliyorlardı. Anlaşılan bunların cezası karınlarından kaynaklanıyordu. Ateşten dere onlar için güzel bir manzara olarak hazırlanmıştı. Elleriyle karınlarını tutmaya çalışıyorlar ama buna takatleri yetmiyordu.
Ahmet ;“Şey bunların cezası haksız kazanç olabilir mi?” dedi.
Malik; “Doğru, haksız kazanç sağlayanların cezasıdır. Ancak bunların haksız kazancı faizi alış veriş gibi değerlendirip, helal saymalarıdır. İhtiyaç sahibi kişileri mağdur etmelerinden kaynaklanmaktadır” dedi.

O sırada yerde debelenen ateş ehli günahını hatırladı. Karşısına güçsüz zayıf bir adam gelmişti. O yaz kuraklık olmuş toprak mahsul vermemişti. Bir çocuğu da ağır bir hastalığa yakalanmış ameliyat olması gerekiyordu. Kendisinin yanına gelmiş yardım istemişti. O da Erol Taş gibi bir kahkaha atmıştı. Elindeki tavuk parçasını koca ağzıyla koparıp elinin tersiyle silmişti. Sonra da zavallı adama; “ Bana ne kadar kar vereceksin söyle bakalım?” demişti. Adam ne diyeceğini bilememişti. “ Ben zaten durumum yok diye sana yardım istemeye geldim. Ne verebilirim ki!” demişti. Ancak işte o ateş ehli hiç acımadan “Sana vereceğim paraya bir aylığına yüzde elli kar isterim. Ha zamanında veremezsen de elindeki tarlanı alırım” demişti. Gerçekten de adam çocuğunu ameliyat edecek parayı bulmanın sevincini yaşarken bir ay sonra tarlayı kaybetmenin üzüntüsünü yaşamıştı. Şimdi onun yanında ırgat olarak karın tokluğuna çalışıyordu. O güldüğü anlar çooook gerilerde kalmış şimdi kendisi gülünç duruma düşmüştü.

Tefecilik yaparak emeksiz kazancı yaşam tarzı haline getiren insanların azabı çok daha farklı gelmişti. Şaşkın bakışlarla faizcileri azaplarıyla daha doğrusu kazançlarıyla baş başa bıraktılar. Dünyadayken elde ettikleri kazanç karınlarına ateş sermayesi olarak katlanarak hesaplanmıştı. Katlanmış kazancın ateşi de katlanıyordu. Hele o susamış develer gibi koşan mahlûkatın ayakları altında ezilmek ah ne korkunçtu.
Mağduriyet üzerine kurulu sermayeler, kazançlar, lüks yaşamlar, havuzlar ve saraylar ahirette karşılarına büyük bir felaket olarak çıkıyordu. Yardım isteyecekleri kimseler de görünmüyordu. Kendilerine şefaat edecek yardımcıları da yoktu. Hatırlatmaların fayda vermemesi sonucu karınlara doldurulan paralar ateş yakıtı oluyordu.
Ateş göbekliler iğrenç yüzleriyle koca mahlûkların ayakları altında debelenmeye devam ederken odayı terk ettiler. Sanki yanardağ merkezinde yolculuk yapıyorlardı. Her taraf ateş çukurlarıyla doluydu. İşte ikinci katın farklı bir kapısına gelmişlerdi. Bakalım bu kapının ardında hangi günahı güzel görenler vardı?


Kabirde İlk Gece(13)Zina Eden Erkek ve Kadınlar)



Günahkârların, suçluların yüzleri kapkaraydı. Güzellikten hiçbir eser yoktu. Dünyadayken güzelleşmek için o kadar çok para harcamışlardı ki geçici bir süreliğine gerilen yüzler toprağın neminde sarkmış kendini bırakmıştı. Ama asıl çirkinlik cehennemin alevlerinde kendisini gösteriyordu. Yüzler yanıyor, deriler soyuluyordu. Ateşe alışan derilen bir müddet sonra tekrar değişiyor ve azabın derilere işleyen acısı tekrar yürekleri yakıyordu.
Kapı ağır ağır açıldı. Burası bir mezbahaneyi andırıyordu. İçeriye girildiği zaman burun direklerini düşüren iğrenç bir koku hissediliyordu. Ahmet birden burnunu ve ağzını kapattı. Ateş deresi burada da görülüyordu. Duvarların kalınlığı hemen hemen aynıydı. Lavlardan bir şelale dereleri besliyordu.

Buradaki insanların önünde temiz, leziz etler dururken onlar kendilerine sunulan bu güzel etleri bırakarak az ileride bulunan leş gibi kokan çürümüş, kokmuş etlere gidiyorlardı. Onları büyük bir iştahla yiyorlardı. Leş temize, çirkin güzele, kokmuş tazeye tercih ediliyordu. Bu onların dünyadaki tercihlerinin bir sonucuydu.
Ahmet bu iğrençliğin ne anlama geldiğini anlamak için soran gözlerle Malik’e baktı. Malik bu sahnenin dünyaya bakan yüzünü şöyle açıkladı; “Bu insanlar zina ederek, Allah’ın helal kıldığı eşlerini veya karşı cinsi bırakarak hem cinsleriyle cinsel ilişkiyi tercih edenlerdir. Kısacası gayrı meşru ilişkiyi meşru olana tercih edenlerin durumudur.

Helal ve tertemiz eşleri dururken eşlerini aldatarak başkalarıyla birlikte olanlar cehennem ateşinin odunları arasındaki yerlerini bu şekilde almaktadırlar. Hani hatırlarsan Lut peygamber kavmine bu hususta bir uyarı yapmıştı. “Siz sizden öncekilerin yapmadığı çirkinliği mi yapıyorsunuz? Kadınları bırakıp erkeklere mi gidiyorsunuz?” demişti. Onlar ise Lut peygamberi temiz kalmakla suçlayıp şehirlerinden kovmuşlardı. İşte heteroseksüelliği bırakarak homoseksüelliği tercih edenlerle, evlilik dışı cinselliği çağdaşlık sloganıyla normalleştirenlerin sonu budur.

Bir genç ateşin içine girerek kendisini ateşin kollarına bırakıyordu. İşte tam bu sırada cehennemin duvarı büyük bir gürültüyle açıldı. Cennetle aralarındaki perde kalktı. Birden cehennemin göğünde öylesine büyük bir manzara canlandı ki göz kamaştırıyordu. Elmastan yapılmış bir tahtın üstünde oturan bir gencin etrafında huriler pervane oluyordu. Rengârenk güllerin süslediği bir bahçenin içinde kuşlar cıvıl cıvıl ötüşüyordu.
El çırptığı zaman önüne en leziz yiyecekler ve meyveler geliyordu. Hemen yanında ise dünyada eşine rastlanmayacak derecede yakışıklı birisi duruyordu. Bu iffet abidesi ve zindanı ahlaksızlığa tercih eden Yusuf peygamberden başkası değildi.
Namusunu koruyarak, ahlaksızlığa prim vermeyenler cennette Yusuf peygamberin komşusu olma şerefine nail oluyordu. İşte böylesine büyük bir nimetin içinde yaşayan genç cehennem ehline göründü.
This image has been resized. Click this bar to view the full image. The original image is sized 800x600 and weights 187KB.
Bu resim yeniden boyutlandırılmıştır,orijinal boyutlarında görüntülemek için tıklayın.Orijinal resim boyutu: 800x600


Ateşin içindeki genç onu görünce birden sevindi. Ellerini uzattı ve ondan yardım istedi: “Su su biraz su ver ne olursun!” dedi. Sonra sözlerine devam etti; “Arkadaşlığımızın hatırına şu yanında kaynayan tertemiz pınardan bir yudum su ver”
Cennet genci hafiften tebessüm etti. Şimdi o gülüyordu. “Arkadaşım” diye kendine seslenen kişiye tebessüm ederek baktı ve şöyle seslendi: “ Burada su pınarı yok sen yanlış görüyorsun. Bunun kaynağı dünyadan geliyor. Nasıl ki sen ateşini dünyadan yaktıysan ve bu leşleri dünyadan getirdiysen ben de Rabbimin nimeti sayesinde bu güzelliklerin temelini dünyada attım.

Allah’ın rahmetini baş tacı yapanlara rahmet pınarı sunuluyor. Hatırlıyor musun az kaldı sana inanacak ve ben de senin gibi ahlaksızlığa yönelecek ve O yüceler yücesi Rabbime nankör olacaktım. Benimle az mı dalga geçtin? Neydi o sözlerin hatırlıyor musun?
“Sen erkek değil misin, ne var yani bir defa bedenleriyle geçinen kadınlara gitmekte? Milli olmak için bu gerekli yoksa…”
Bu şekilde benimle hep alay ettin, dalga geçtin. Ama ben Allah’ın lütfu sayesinde senin gibi rezil birine uymadım ve şimdi mekânımdan çok mutluyum. Geçici zevklerimin kurbanı olmadım. Bir dakikalık veya kısa dünya zevki uğruna ahiretimi feda etmedim. Bak şimdi kaçındığım o kötü eylemlere karşı Rabbim bana dünyadakilerden çok daha güzel huriler lütfetti. Sana uymadığım için Rabbime sonsuz şükürler olsun.”
Cennetlik genç yavaşça geriye doğru çekildi.

O çekilirken etraf tekrar eski karanlığa mahkûm oluyordu. Çevreyi ateş kızıllığı kaplamıştı. Malik ateşin yaktığı bir kadını göstererek; “İşte şuradaki bayanı görüyor musun? O güzelliğini cinselliğe kurban etmişti. Allah’ın kendisine ikram ettiği yüz güzelliğini ve vücut zarafetini erkeleri günah çemberine sürüklemek için kullanmış ve şeytanın oltası olmuştu. Birçok erkekle birlikte olmuş ve evli erkekleri de ayartarak birçok yuva yıkmıştı. İşte onun yiyeceği de gördüğün gibi iğrenç ve kokuşmuş et parçacıklarından başka bir şey değil.”
Ateş kadının yüzlerini yakıyor ve derileri buruşarak iğrenç bir görüntü oluşturuyordu. Bir zamanlar kendisine yüz vermeyen ve ahlaksızlığına kurban olmayan inançlı bir gence gülmüş onunla alay etmişti.


Şimdi kendisi gülünecek bir duruma düşmüştü.
Bu kadın bir de kendisi gibi erkek düşkünü olmayan ve namusuyla yaşamayı erdem sayan inançlı bir bayanla da alay etmişti. “Kız oğlan kız kalacaksın. Erkek kurusu bu halin ne böyle? Bırak şu örtüyü, uzun giyinmeyi de bedeninin güzelliğini özgür bırak. İşte o zaman senin peşinde nice erkekler koşacaktır. Böylece evde kalmaktan da kurtulursun. Bak ben kaç tanesiyle çıktım da yine peşimde niceleri cirit atıyor. Sen böyle paspal paspal oturursan kim bakar senin yüzüne!”
O ateşin sarsıcı rüzgârlarında kavrulurken birden gökyüzünün kapısı aralandı. Başında yakuttan bir taç ile bulutların üstünde bembeyaz ipek gelinliğiyle bir genç kız göründü. Yanında ise bakmaya kıyılamayacak derecede yakışıklı mı yakışıklı bir genç vardı. Mutluluktan yüzleri pembeleşmişti.
This image has been resized. Click this bar to view the full image. The original image is sized 1024x1304 and weights 227KB.
Bu resim yeniden boyutlandırılmıştır,orijinal boyutlarında görüntülemek için tıklayın.Orijinal resim boyutu: 1024x1304


Ateşteki kadın onu öylesine büyük bir güzelliğin içinde görünce yüreği ateşin acısından daha büyük bir acıyla yandı. “Vay be bizim kız kurusuna bak be! Kim derdi böyle yakışıklı bir genç nasibi olacak? Biz hata etmişiz. Dünyanın geçici menfaatlerini ve zevklerini ebedi olana değişmişiz. Yazıklar olsun bize yazıklar olsun bize yazıklarrrrrrr…”
Kapı yavaşça kapandı. Cennetlikler günahkâr arkadaşlarının alaycı sözlerine bakıp erdemli eylemlerini terk etmediklerinden dolayı büyük bir mutluluğun içindeydiler.
Zina geleceğe hazırlanan leş ve kokuşmuş et olarak günahkârları beklemekteydi. Sahip olunan güzellik Allah’a isyana sebep olursa, ateş onların güzelliğine bir estetik yaparak ihanetin cezasını verecekti. Ahmet’in gördükleri de bunları pekiştiriyordu. Zina edenler ve bedenlerini para karşılığı veya zevk adına tenlerini kullandıranlar için endişe etti. bir dakikalık zevk için ebedi hayat kokuşturulmaya değer miydi?
Zina edenleri de yedikleri leş ve kokuşmuş etlerle baş başa bıraktılar.
Nice güzel denilen bedenler ateşin odunu olmuştu.
Allah’a karşı kayıtsız kalan güzelliklerin, yakışıklılıkların şeytan oltası olmaktan başka bir hedefi olamazdı.
Bu resim yeniden boyutlandırılmıştır,orijinal boyutlarında görüntülemek için tıklayın.Orijinal resim boyutu: 700x466

Ahmet inancı çağın gerisinde kalmış bir olgu olarak gören gençler için endişe etti. Çünkü onlar namustan kurtulmayı ve bedenin paylaşılmasını, teşhir edilmesini çağdaşlık olarak görüyorlardı. Şeytanın oltaları hedefini buluyordu. Ve Ahmet şöyle diyerek Malik’le birlikte o kapıdan ayrıldı;
“Leş yiyiciler için yaşasın cehennem” burada dikkat çeken bir özellik ise kadın ve erkek fark etmeksizin hepsinin aynı cezaya çarptırılmasıydı. Dünyada bazıları için namus kadınların koruması geren bir unsur olarak görülüyordu.
Erkekler için bu hiçte önemli değildi. Ama burada görülen hiçte öyle değildi. Kadın erkek bedenlerini gayrı meşru şekilde kullandıranlar kim olursa olsun aynı cezaya çarptırılıyordu. Yani namus sadece kadınların koruması gereken bir erdem değildi. Bu çok net bir şekilde görülüyordu.
Şimdi sırada nefsin hoşuna giderek bedeni büyültüp, ruhu küçülten hangi günah vardı acaba?

İlk Gece (14)cü bölüm Kocalarından Olmayan Çocukları Kocalarına İsnat Eden (Kadınlar)




Cehennemin etrafı nefsin hoşuna giden şeylerle çevrilmiş ve bu leziz günahlar şeytan için birer olta mesabesindeydi. Bu yemlere takılan insanlar kendilerini çeken mesinenin ucunda cehennemi görüyorlardı.
Bu güzel görünen çirkin eylemlerin yasaklanmasının kökeninde ise sosyal adalet, sadakat, güven, barış, kardeşlik gibi ulvi duyguların tesisi yatıyordu. Ancak yüreğini şeytana kiralayan insanlar bir müddet sonra kökünü ona kaptırarak kalplerin onun malı olmasına gönüllü olarak rıza gösteriyorlardı. İşte bu yasaklanmış davranışlar nefsin hoşuna gidiyor ve yasaklar çekici gelir sözünün cazibesine kapılarak yasaklar dehlizinden ateş çukuruna yol alıyorlardı.

İşte Ahmet, Malik’le birlikte bu ateş çukurlarını geziyor ve dünyada çekici gelen yasaklanmış davranışların büyüsüne kapılan insanların nerede ayıldıklarını seyrediyordu. Zanilerin kapısından çıktıktan sonra Ahmet sessizce bunları düşünüyordu. Önlerinde yeni bir kapı vardı. Merak ve heyecan son safhadaydı. Neyle karşılaşacağını bilmiyordu.
Gizem insana her zaman büyük bir heyecan vermiştir. Kapı yavaşça açıldı. İlk önce tanıdık manzara çarptı gözüne: Ateş dereleri, kalın duvarlardan akan lav şelalesi ve asık suratlı zebaniler ellerinde demir kırbaçlarla bekliyorlardı.
Ancak biraz dikkat ettikten sonra burasının sanki cehennemin kadınlar koğuşu olduğu izlenimine kapıldı. Etrafa tekrar baktı, gözleri iyice çevreyi kolaçan etti. Ama nafile aradığını bulamadı. Ahmet’in burasını cehennem kadınları koğuşu olarak değerlendirmesinin sebebi burada sadece kadınların bulunmasıydı.
Sadece kadınlar ateş derelerinin üstünde çelikten birer halata bağlanmış sarkıyordu. Fakat asıl ilginç olanı ise kadınların göğüslerinden asılı bulunmasıydı. Zebaniler ellerindeki demir kırbaçlarla göğüslerinden asılı kadınlara vuruyorlardı.

Kırbaçlanan kadınların çelikten halatı ateşin hararetinde genleşerek uzuyordu. Yavaş yavaş başlarından ta ayak parmaklarına kadar ateşin içine giriyorlardı. Haykırışlar cehennemin homurtusu yanında sinek vızıltısı gibi cılız kalıyordu.
Bir müddet sonra kocaman göğüslerine bağlı çelikten halat tekrar yukarıya doğru çıkıyordu. Zebanilerin demirden kamçıları ise tekrar o günahkâr ve suçlu bedenlerde şaklıyordu. Bu sırada şiddetli azabın etkisiyle bağırırken ağızlarına ateş şelalesinden büyük bir ateş topu fırlayarak tam ağızlarına isabet ediyor ve boğazlarını yakarak geçip karınlarına yerleşiyordu. Ateş topu karınlarında yavaş yavaş büyüyerek karın bölgesinden başlayarak tüm zerrelerini yakıyordu. Bunun ağırlığıyla tekrar aşağıdaki ateş deresine doğru iniyorlardı.
Acaba bunların günahı neydi ki sadece kadınlardan oluşuyordu.

Malik bu anlamlı bakışa şöyle cevap verdi:
“Bunlar kocalarına ihanet ederek onlardan olmayan çocukları yataklarında doğuran kadınlardır. Böylece hem cinsel anlamda ihanet hem de nesil emniyeti açısından ihanet eden kadınlardır.”
Dünyayı ölümsüzlük mekânıymış gibi değerlendirip, yapılan ihanetlerin karşılıksız kalacağını düşünenler şimdi göğüslerinden asılmış, zebanilerin demir kamçılarıyla ölümsüz zevk dedikleri günahların karşılığını, ölümsüz ateşin girdabında görüyorlardı.
Namusun sadece kalplerde olduğunu, bedenlerin ise namus değerlendirme yeri olmayacağını iddia edenler başkalarından çocuk dünyaya getirmeyi de gayet doğal karşılıyorlardı. Kocasının dışında sevdiği erkeklerden çocuk sahibi olmayı bir ayrıcalık olarak görenler, şimdi ayrıcalıklı bir ateşin girdabında acı dolu günler geçiriyorlardı.

Ateş deresinden çıkarıldıktan sonra hararetten yanmış yüz ve beden derileriyle iğrenç bir görünüm arz ediyorlardı. İşte o sırada birisi haykırdı; “Su, suuu ne olursunuz biraz suuuu”
Soğuk su pınarlarının kaynağı burada kurumuştu. Sadece kaynar su ve irinden başka bir içecek yoktu. Su diye haykıranların üstünden bir kapı açılıyor sonra da içinde kaynar su bulunan bir kazan yavaşça aşağıya doğru eğiliyordu. Eğilen kazanın içinden akan kaynar sular ateşin sıcaklığında yanan bedenlerin ağızlarına akıyordu.
“Yok oluş, ölüm neredesin geeeeel!” feryatlar kalın duvarlara çarpıp ateş odalarında yankılanıyordu. Kendilerine şefaat edecek hiç kimseleri yoktu. Ne sahip oldukları gayrı meşru çocukları ne de kendilerinden gebe kaldıkları söz de sevgilileri. Ortalarda kimsecikler yoktu ellerinden tutacak. Bağırmak sadece acılarını arttırıyordu.
Zebanilerin kamçıları ise asıldıkları göğüslerinin üzerine inip kalkıyordu.
Ahmet dehşete kapılmış gözlerle izliyordu bu azap dolu ateş çukurlarındaki günahkâr bedenleri. Cehennemin çoğunluğunu kadınlar oluşturacak sözü şimdi daha farklı bir anlam bulmuştu. Kadınların çoğu cehennemlik anlamında değildi. Cehennem kadınlar koğuşunu oluşturan bir bölüm bu izlenimi veriyordu. Yoksa buraya kadar gördüğü cehennem odalarında, kadın erkek hepsi işledikleri günahların karşılığını görüyorlardı.
Ancak Ahmet biraz ileride bir dehliz gördü. Oraya doğru ilerledi. Malik’te yanındaydı. Çelik halatlar yavaşça inip asılı kadınları kızgın ateşin derinliklerine gömüyordu. Kamçılar inip kalkıyordu. Ateşten nehirin yanından geçtikten sonra dehlize girdiler. Burası da yan odadan kalır bir özellikte değildi.
Kubbe şeklinde fırınlar vardı. Ağzı bir ejderha ağzı gibiydi. Fırının kapağı açılınca alev topları ayılıyordu. İçeriden feryatlar figanlar kopuyordu. Bağırışlar, çığırışlar kulak yırtacak derecedeydi. Ama cehennemin homurtusunu bastıracak kadar değil. İçeriye eğilip baktıklarında çıplak erkek ve kadınları gördüler. Ateş yanınca dans edecesine yerlerinde duramıyor hoplayıp zıplıyorlardı. Birden bire şiddetli bir yakıcı alev geliyor yüzlerini, gözlerini yakıyordu. Vücutları kapkara kesiliyor kömür gibi oluyordu.
Burada çıplaklık göz kamaştırıcı bir unsur olarak değil, acıya davetiye olarak değerlendiriliyordu.

Bu resim yeniden boyutlandırılmıştır,orijinal boyutlarında görüntülemek için tıklayın.Orijinal resim boyutu: 750x600


Karısına ihanet eden erkekler ihanet ettikleri kadınlarla birlikte ateşin keyfini sürüyorlardı. Sadakat gösteren eşleri aldatmanın karşılığında kızgın fırınlarda ateş dansı yapıyorlardı.
İhanet karşılıksız kalmıyordu.
Zebaniler ellerinde çelik kamçılarla kömürleşen bedenlerin değişmesini bekliyorlardı. Ateşin etkisiyle bedenler kömürleştikten bir müddet sonra tekrar eski haline geliyordu. Beden çıplaklık haline döndüğünde çelik kamçılar üzerinde inip kalkıyordu. İhanet eden erkekler ateş dansı yaparken birden bire üzerinde durdukları taban çöküyor ve kızgın lavlardan oluşan derenin içine düşüyorlardı.
Haykırışlar arsında anlaşıldığı kadarıyla şöyle bağırıyorlardı; “Allah’ım günahlarımızı itiraf ettik bize kurtuluş yolunu göster. Biz kendimize haksızlık etmişiz. Nefislerimiz bizi aldattı çirkini güzel gördük. Çıkış yolu var mı bize?”

Zebaniler onların karşılarında ellerindeki kamçıları sallayarak: “Tadın azabı işlediğiniz günahlara karşı. Hatırlatıldığında gülüp geçerdiniz sadakat ehline. Rabbimizin dilediği kadar buradasınız tadın ateşin lezzetini!” derler.
Geçici zevklerin bedeli burada ateş dansı ve göğüslerden asılarak ateşin derinliklerinde kaybolmakla veriliyordu.
Bu şekilde azap görenlerin bulunduğu odalardan geçerek yolun sonuna geldiler. Önlerinde yeni bir kapı duruyordu. Burada kapının üzerinde hangi bölüme ait olduğu yazıyordu. Ahmet kapının üzerinde yazılan harfleri tek tek okumaya başladı:

Cehennem Resimleri- ölümden sonra ilk gece ve devamı..hikaye 77

İlk Gece (15)ci bölüm Namazsızlar Cehennemi)

Ahmet’in okumaya başladığı harflerin başında N harfi vardı. Ondan sonra dikkatlice baktığında A harfini fark etti. Yanında ise M harfi vardı. Bu harfler kendisine bir ibadeti hatırlatıyordu. Ama önce harfleri okumaya devam etti. İkinci bir A harfi vardı. Sonunda ise kuyruğu biraz uzayarak aşağıya doğru inen Z harfini gördü.

Heceleyerek okudu; NA MAZ.
Namaz dinin direği olarak ibadetler arasında önemli bir mevki edinmişti. Secde anı ise Rabbimizle buluşma sevinci olarak, sevgililer sevgilisine en yakın an olarak belirtilmişti. Müminin miracı olarak göklere yükselişin belki de ruhun yüceleri seyir haline geçişi olarak ayrı bir değere sahip olmuştu.

Peki, bu yüreğimizin süsü, alnımızın nuru, sırat köprüsünde rehberimiz olan ibadi eylemin cehennem kapsısında ne işi olabilirdi? Ahmet bu merakla açılan kapıdan içeriye girdi. Kapının önünde yüzleri kapkara, bedenleri kocaman insanlar gördü. Alınlarında ise büyükçe bir oyuk vardı. Oradan irin ve kan akıyor, gözlerinin üzerine gelerek çok iğrenç bir görüntü oluşturuyordu.
Suçlu bir şekilde yanlışlarını anlamış olarak ayaklarının altından akan dehşetengiz bir ateş deresinin hemen yanında bekliyorlardı. O sırada bu odanın tavanı yavaşça açılmaya başladı. Ateş çukurlarına inat göz sevini ve ruha büyük bir sevinç veren soğuk su nehrinin aktığı yemyeşil ağaçlarla kaplı gözlerin görmediği güzellikte bir bahçe göründü. Bahçenin içindeki insanlar ise ipek elbiselerin içinde ağaçların eşsiz meyvelerinden yiyip, pınardan su içiyorlardı.
Bu resim yeniden boyutlandırılmıştır,orijinal boyutlarında görüntülemek için tıklayın.Orijinal resim boyutu: 704x530


Ateş ehli bu manzarayı görünce korkularından çatlayacak duruma geldiler. Şunlar dünyadaki miskin dedikleri alay ettikleri insanlar değil miydi? Şimdi gıpta edilecek bir haldeydiler.
Cennet ehli göz kamaştıran güzelliğin içinden tebessüm ederek; “Sizi şu yakıcı ateşe sürükleyen ve ahiretini mahveden şey nedir?” diye sordular. Onlar ise suçunu itiraftan başka çaresi kalmamış kimselerin psikolojisiyle cevap verdiler; “Biz namaz kılanlardan değildik. Yoksulları da doyurmuyorduk. Boş ve faydasız işlere dalmış bir şekilde yaşıyor aynı zamanda da bu karşılaştığımız günü de gerçek görmüyorduk. İşte biz bu şekildeyken ölüm bize geldi çattı ve …”
Cennet ehli tekrar sordu; “Peki kılmadığınız namazlarınız sizi nereye sürükledi?” dediler. Onlar da; “İşte beklediğimiz şu ateş derelerinin yanına sürükledi. Ve daha neyle karşılaşacağımızı da bilmiyoruz? Ama bildiğimiz bir şey var ki yalanladığımız ve karşılaşmayacağını sandığımız ceza günü doğruymuş. Ancak bu anlayışımız bize bir fayda sağlamadı. Keşke dünyadayken bunların farkına varsaydıkta geçici zevkler uğruna sizin sahip olduğunuz şu ebedi güzelliği kaybetmeseydik” dediler.
Bu karşılıklı konuşma bittikten sonra muhteşem güzellik yavaş yavaş tavandan kayboldu. Gözler hasret ve pişmanlıkla tavana asılı kaldı. Ancak bu sırada zebanilerin “Haydi atlayın bakalım ateş nehrine!” sözleriyle kendilerine geldiler.
Önlerinde kendilerini tutup parçalayacakmışçasına saldırgan bir şekilde hararetli hararetli akan ateş duruyordu. Dünyada olsaydı belki yine bu emri umursamaz ve göz ardı ederlerdi. Ancak yaşadıkları şu ıstıraplı an gerçekleştirmedikleri ibadetlerin ve yalanladıkları gerçeklerin bir sonucuydu. Şimdi itiraz hakkı yoktu. İsteyerek ve istemeyerek emre uymak zorundaydılar. İsteyerek reddettikleri emirler şimdi istemedikleri sonuçlar doğurmuştu.

Kara yüzlü günahkârlar bir bir atlamaya başladı ateş nehrinin içine. Ateş büyük bir iştahla kollarının arasına alıyordu. Sonra da şiddetli bir akıntıyla aşağılara doğru sürüklemeye başlıyordu.
Gayya vadisine doğru gidiyordu şiddetli nehirin akıntısı. Namazsızlar ateşin içinde bocalayıp bocalayıp duruyor ama nafile bir uğraş veriyorlardı. Nehir onları üzerlerinden anlar ve irinler akan bir vadiye doğru sürüklemeye devam ediyordu.
Vadiye vardıklarında bir bir nehirden fırlıyorlardı. Ateş onları gideceklere yere taşımıştı. Aslında onları buraya ateş değil, yapmaları gerekirken yapmadıkları davranışları sürüklemişti.
Bu vadi birkaç bölmeden oluşuyordu. Bazıları namazsızların, bazıları da namazlıların mekânıydı. Ahmet namazsızları anlamıştı anlamasına ama şu namazlılara ne diye buradaydı onu anlamamıştı.
Namazsızlar vadiye atıldıktan sonra bedenleri gibi büyük taşlardan evler yapmaya başlıyorlardı. Bu şekilde içine girip ateşten kurtulacaklardı. Fakat tam evi bitirdik diye seviniyorlardı ki birden ev ateş kütleleri olarak başlarına yıkılıyor ve koca taşlar mancınıktan fırlatılmışçasına birer ateş topu olarak alınlarına isabet ediyor ve kendilerini ateş göletlerine düşürüyordu.
Kalın duvarlardan sızan irinler ve kanlar ise ateşin yakıcılığının yanında ayrı bir azap veriyordu. Bu olay tekrar başa dönüyor ve ev yapmaya başlıyorlardı.
Dünyada kılmadıkları namaz dinlerinin direğini yıkmış, burada başlarına ateş olarak düşüyordu.
Ancak az ileride namazsızlardan bir kısım vardı ki bunların azabı daha şiddetliydi. Zebaniler ellerinde çelik kamçılarla koca bedenlerine vurarak onları ateş hendeklerine doğru sürüklüyorlardı.
Ateş hendeklerinin az ilerisinde çok güzel, muhteşem bir cennet bahçesi görürler. İçinden şarıl şarıl soğuk pınarlar akmaktadır. Şaşkınlıktan ne yapacaklarını bilemez bir şekilde oraya doğru koşmaya başlarlar. Ama birden önlerine şeffaf bir ateş perdesi dikilir. İçinden ateşten bir eldiven çıkar. Yüzlerine, karınlarına vura vura ateş çukuruna doğru sürükler.
Sonunda namazsızın perçemlerinden yakalayarak ateş deresinin içine yuvarlar.
İrinler ve kaynar sular tavandan akmaktadır. Namazsızsın çehresi kötülüğünün sonucu olarak iğrençliğinden tanınmaz bir hal alır.
Zebaniler dereden çıkmaya çalışan namaz engelleyicisini alır ve çelikten halatlarla bağlayarak tavana asarlar. Demirden kamçılar kapkara olmuş bedenin üzerinde işlemeye başlar. Bu azap uzun müddet devam eder. Sonra yılanın deri değiştirmesi gibi acıya alışmış beden o kara, yanmış, kamçılarla yaralanmış, kan ve irinlerle kaplanmış hali üzerinden çıkar.


http://www.ilahi-tr.org/hikaye-oyku/39119-olumden-sonra-ilk-gece-okuyun-3.html

_________________
Elif gibi yalnızım,
Ne esrem var, ne ötrem.
Ne beni durduran bir cezmim,
Ne de bana ben katan bir şeddem var.
Ne elimi tutan bir harf,
Ne anlam katan bir harekem...
Kalakaldım sayfalar ortasında.
Bir okuyan bekledim,
Bir hıfzeden belki...
Gölgesini istedim bir dostun med gibi…
Sızım elif sızısı...

Cehennem Resimleri- ölümden sonra ilk gece ve devamı..hikaye Sdfghj15
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://kutluforum.yetkinforum.com
 
Cehennem Resimleri- ölümden sonra ilk gece ve devamı..hikaye
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» Hikaye AZrail kötü değildir..Azrail'in Güzelliği ( Gerçek bir Hikaye ) Ağlamak Serbest
» Cennet ebedi Cehennem değil mi?
» khk lılardan film tavsiyeleri
» Bulaşık süngerindeki büyük tehlike Tezgah temizlendikten bir saat sonra bakteri ve mantarların büyüdüğünü gördük. 12 saat sonra ise çok daha büyük bir büyüme görüldü. Pek çok mantar çeşidi bulundu
» Ayet ve hadislerde; "ahirette hesap"Cennet Cehennem vs

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
KUTLU FORUM :: İslami ilimler ve dini kültür :: Dini Bilgiler -genel--
Buraya geçin: