@bdulKadir Adminstratör
Mesaj Sayısı : 6736 Rep Gücü : 10015190 Rep Puanı : 97 Kayıt tarihi : 17/03/09 Yaş : 61 Nerden : İzmir
| Konu: Geri: Dayak C.tesi Ekim 09, 2010 7:01 am | |
| ''İslam'da kesinlikle dayak yoktur''KADIN
Uludağ Üniversitesi (UÜ) İlahiyat Fakültesi İslam Hukuku Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Yunus Vehbi Yavuz, kadınlara yönelik şiddet olaylarına ilişkin, "İrfan sahibi olan, olgun bir erkek, hanımına asla şiddet uygulayamaz. İslamda kesinlikle dayak yoktur" dedi.
Prof. Dr. Yavuz, yaptığı açıklamada, kadınların toplumda pek çok haksızlığa maruz kaldıklarını, bunlardan birinin de şiddet olduğunu söyledi.
Şiddetin sebebinin "Cahiliye (Araplarda Müslümanlıktan önceki çağ) anlayışı" olduğunu ifade eden Yavuz, kadına karşı şiddet uygulayan erkeklerin eğitimli olsalar bile cahil olduklarını söyledi.
"Peygamberimiz cahiliye adeti olan kadına karşı şiddeti yasaklamıştır" diyen Prof. Dr. Yavuz, "Kendisi de hayatı boyunca hanımlarına karşı, bırakın fiziki şiddet uygulamayı sözlü şiddet bile uygulamamış, en sıkıntılı ve sinirli zamanlarında bile güzel sözlerle hanımlarına hitap etmiş, gerekli hallerde onlara nasihatte bulunmuştur" dedi.
Prof. Dr. Yavuz, Türkiye ve İslam dünyasında kadına yönelik şiddetin yaygınlaşmasında eski adetlere geri dönmenin ve Hz. Muhammet'in öğütlerinin dikkate alınmamasının etkisinin bulunduğunu, ayrıca Kuran-ı Kerim'de yer alan Nisa Suresinin 34. ayetindeki 'Darb' kavramının yanlış tercüme edilerek kültüre yansımasının etkisi olduğunu söyledi.
Birkaç meal dışında, bu kavramın "Kadınları dövünüz" şeklinde tercüme edildiğini dile getiren Yavuz, "Bu mana yanlıştır. Ayette ve Kuran'ın diğer ayetlerinde yer alan bu kavram dövmek anlamında kullanılmamıştır" dedi.
Yavuz, bu noktanın meal yazanların dikkatinden kaçtığını, bu kavramın tartışılması gerektiğini bildirdi.
"Darb" kavramının sözlükte 53 manasının bulunduğuna dikkati çeken Yavuz, "Bunlardan bazıları, yüz çevirmek, terk etmek, ayrı yaşamaktır. Yani Kuran, aile içi geçimsizliği şiddet uygulayarak değil, böyle bir yolla gidermeye çalışıyor. Yoksa çoğu erkeğin zannettiği gibi bu kelime, eşini dövmek demek değildir. Bu yorumları yapanlar kadın alimler olsalardı öyle inanıyorum ki anlam da dediğimiz gibi farklı olurdu" diye konuştu.
****
EN ÖNEMLİ KISMI:
"Kendisi de hayatı boyunca hanımlarına karşı, bırakın fiziki şiddet uygulamayı sözlü şiddet bile uygulamamış, en sıkıntılı ve sinirli zamanlarında bile güzel sözlerle hanımlarına hitap etmiş, gerekli hallerde onlara nasihatte bulunmuştur"
************************
Peygamber Efendimizin kadınları dövme tavsiyesi nasıl değerlendirilmelidir?
Allah Rasûlünün (a.s.) kadınları dövme tavsiyesi diye birşey yoktur. Vedâ hutbesinde söyledikleri herkesin ma'lümu. Cevabı istenen husus ise Nisâ Sûresinin 34. âyetinde anlatılan mevzûyla alâkalıdır. Bu âyette anlatılan ve erkeklere tavsiye edilen maddeler ise şunlardır:
Birincisi: Serkeşlik, küstahlık ve başkaldırmasından endişe edilen kadınlara erkeklerin yapacağı ilk iş onlara nasihat etmektir.
Kadınlar sizin elinizin altında bulunurlar, istediğiniz işleri görürler, neslinizi devam ettirirler, siz de bir mürşid gibi, nasîhat eder, irşâdda bulunur ve onları insanlık semâsına yükseltmeye çalışırsınız. Onların bir kısım zaaf ve temâyülleri vardır. Bu mevzûda siz dâima onlara payanda olacak ve istikâmet yolunu göstereceksiniz. Belki onlar kendilerine ait kozları kullanmak isteyecekler; fakat size düşen ilk vazîfe onları Cenâb-ı Hakk'ın murâkebesine ulaştırmaktır. (Feizûhünne) emri en kısa ve hülâsa ma'nâsıyla bunu âmirdir.
İkincisi: Kadınların erkeklere diş geçireceği ve onları alt edeceği yer yatak odalarıdır. Kadın orada erkeğe diş geçirirse, hayatın diğer safhalarında da erkek ona söz dinletemez. İşte onların hâkim olduğu o yerde, erkek, edep sınırını aşmadan ve yaptığından evin içindekileri veya başkalarını haberdar etmeden, mes'elenin mahremiyetini koruyarak, kadına karşı irâdesinin hakkını verir ve orada mağlûp olmazsa, psikolojik olarak kadının hizaya gelmesi çok daha kolay olacakıtr. Yalnız çok hassas davranılması gereken bu noktada ifrat ve tefritten kaçınmak lâzımdır. Zira her ikisinden de, beklenen neticeyi elde etmek mümkün değildir. Erkek odayı terketmeyecek, kendine ayrı bir yatak yapmayacak belki aynı yatakta sırtını kadına dönerek mesafeli duracak. Zaten ir5desinin hakkını vermekde o esnâdaki dirâyetiyle belli olacaktır. Böylece onu, kendi silâhıyla alt etmiş olan erkek, kadına koz kullanma fırsatı vermemiş ve onun benlik gösterilerine kendi "Ben"iyle cevap vermiş olacaktır.
Ancak, hatırlatma gerekir ki, âyette anlatılan hususlar belli bir tertip içinde anlatılmaktadır. Her ne kadar Ebû Hanife'ye göre "vav"lar mutlak cem içinse de, cumhura göre tertip içindir ve belli bir sıra takîbi şarttır. Yani evvela nası"hat gelmektedir. Eğer nasîhattan hiçbir fayda elde edilemezse, o takdirde yatakta onu kendi haline bırakma safhasına teşebbüs edilir. "Vehcürûhünne filmadâcin" emrinden biz bunu anlıyoruz.
Üçüncüsü: Bazan bütün bu yapılanlar da kâr etmez. Kadın huysuzluğunu sürdürür durur. İşte bu noktada, belli prensipler dahilinde ve bir arızaya meydan vermemek şartıyla hafifçe dövmek üçüncü merhalede kabul edilen bir çaredir ki "Vadribûhünne" bunu ifâde etmektedir.
İşte, bu üç merhale nazara alınarak mes'eleye öyle bakmak iktizâ eder; yoksa, ister lehinde, ister aleyhinde gidip hemen dövmeye takılmak dengesizliktir. Bir kere dövme esas değildir. Medîne devrinde erkekler, Allah Rasûlüne gelerek kadınların huysuzluğundan şikayet ederler. O da "Fazla acıtmadan hafifçe okşayın" buyurur. Bir müddet sonra da Hâne-i saâdetin odaları, kocalarından dayak yiyen şikayetçi kadınlarla dolar. Ezvâc-ı Tâhirât, durumu İki Cihân Serverine bildirirler. Bunun üzerine Allah Rasûlü, mescide gelerek sahâbeyi toplar ve onlara "Duydum ki kadınları dövüyormuşsunuz. Bundan böyle kadınlar dövülmeyecektir" der ve mes'eleyi kesip atar. Önce onlara bir ruhsat vererek, şikayetin meydana gelmesine imkân hazırlamış ve şikayet vukû bulunca da "Dövmeyeceksiniz" demiştir.
Kadını dövmeme hususunda Allah Rasûlünden şeref sudûr olan bir çok hadîs-i şerîf vardır. Âdeta bu hadîsler âyette mücmel bırakılan bazı hususları tafsîl ve beyân etmiştir. Bilhassa, gündüz, kadını hayvan döver gibi dövüp, gece de yanına gitmeyi sert bir lisanla kınamıştır. Gece bütün bağları koparmak zorunda olan insanın Sabahki tavrı hiç de hoş karşılanmamıştır.
Dövmek en son ve mecburi istikâmet neticesi ruhsat verilen bir hareket tarzıdır. Yukarıda da belirttiğimiz gibi birinci ve ikinci maddelerin fayda vermediği yerde kullanılır. Yani istisnâî bir durumdur. Başka türlü yola gelmeyen ve fıtratı ancak dövmekle yola gelmeye müsâit olanlara tatbik edilebilir. Döverken de, canını fazla yakmayacak ve bilhassa yüze vurmaktan da kaçınacaktır. Zira Allah Rasûlü "Vettekil veche" (yüzden sakın) buyurur.
Yüz, Cenâb-ı Hakk'ın rahmâniyet ve rahîmiyetini temsil eden en parlak aynadır. Yüzde o ma'nâya âit çizgi1er vardır, dolayısıyla yüze vurulmamalıdır. Haddizatında dövmekten gâye, onun onur ve gururunu harekete geçirmektir. Bunu te'mîn için en asgari ölçü neyse o kullanılmalıdır. Ben, şu satırların yazıldığı sırada elli küsur yaşındayım. Ve ilkokul öğretmenimin hafifçe kulağımdan tutup: "Sen de mi?" deyişini hâlâ hatırlıyor ve hatırladıkça da içimde o te'dîpten aldığım nasîhatı aynen o günkü gibi hissediyorum.
Kadını dövme islah için başvurulan en son çaredir, dedik. Ve kat'iyyen can yakıcı olunamıyacağını da ilâve ettik. Buradan şu noktayı da belirtmemiz îcâb edecektir: İslâh düşüncesinin dışında ve can acıtıcı şekilde dövmelerde, erkek Allah katında mes'ul olur ve bu şekildeki davranışlar da katiyyen câiz değildir.
Nasıl ki nasîhatla onun düzelmesini düşünüyor, nasîhat ediyor ve nasîhatın bütün yollarını kullanıyoruz, nasıl ki yatağını terketmekle ona karşı boykot yapıyor, fakat gururunu, onurunu kırmıyor, onu mahçûp etmiyor ve sadece salahını düşünüyoruz, aynen öyle de, şayet, hafif bir dövmekle düzelecekse, o zaman da onu tatbîk edeceğiz. Yoksa, bana baş kaldırıyor, serkeşlik yapıyor diye, hayvan döver gibi onu dövmek; maksadı, ma'nâsı, hedefi olmayan, câhilce ve acemice bir harekettir ki, Allah katında insanı muhakkak mahçûp ve mes'ûl eder. Bu, bütün terbiye şekilleri için de geçerli bir husustur. Meselâ bir hoca talebesini, te'dib ve islâh gâyesinin ötesinde dövemez, aksi halde o da mes'ûl olur.
Şimdi ben size sorayım: Bu türlü kademelerle gelinip ulaşılan bir dövmeye hangi akıl ve mantık sâhibi itirâz edebilir. Hem yüz kadından birinde böyle bir dövme, müsbet tesir icrâ ederek o kadını yola getirecekse, İslâm dini niçin böyle bir çarenin önünü tıkasın? Bu bir terbiye usûl ve metodudur. Efendimiz, "Vurun" derken bu ölçü içinde demiştir "Vurmayın" diye menederken de işkence, ezâ, cefâ ve intikam alma hissiyle yapılan dövmelere karşı kadını korumak için demiştir.
*********************************
Namaz kılmayan çocuk dövülürmü?
Kur'ân-ı Kerîm'de en ziyâde üzerinde durulan ailevî sorumluluk aile halkının dinî terbiyesidir. İkamet edip yaşamak üzere yer seçiminden, namaz, oruç gibi ibâdetlerin öğretilip tatbikatına nezâret etmeye, dinî yaşayışa elverişsiz hâle gelen mekândan hicret etmeye ve ettirmeye varıncaya kadar, dinî hassasiyet gösterilmesi gereken pek çok mesele Kur'ân-ı Kerîm'de yer eder. Bunları birer birer belirtmeye çalışacağız.
Dikkatlerin öncelikle dine çekilmesi: Hemen şunu kaydedelim ki, ailenin sorumlusu, idaresi altındaki her ferde, öncelikle, bir bütün olarak "din"i tavsiye etmeli, nazar-ı dikkatine "din"i arz etmeli, hayatını ona göre, onun esaslarına uygun olarak, onu tatbik edip yaşamasına imkân verecek şekilde tanzim etmesini duyurmalıdır. Kur'ân'da bu hususa örnek olarak Hz. İbrahim ve Hz. Ya'kûb zikredilir:
"Rabbi ona; '(Kendini Hakk'a) teslîm et' dediği zaman o; 'Âlemlerin Rabbine teslîm oldum' demişti. İbrahim bunu oğullarına da tavsiye etti. (Torunu) Ya'kûb da (öyle yaptı): 'Ey oğullarım, Allah sizin için (İslâm) dinini beğenip seçti. O halde siz de ancak Müslümanlar olarak can verin' dedi."(1)
Kur'ân-ı Kerîmde çocuk kaydı olmaksızın, dini tavsiye eden, "dine karşı müminlerin dikkatini çeken, en mühim meselelerinin "din" olmasını emreden âyetler pek çoktur. (2) Mevzuumuzu tamamlayacağı için burada onlardan birkaçını kaydedeceğiz.
"Bütün dinlerden üstün kılmak üzere, Peygamberini, doğruluk rehberi Kur'ân ve hak din ile gönderen O'dur. Şâhid olarak Allah yeter."(3)
"Puta tapanlar hoşlanmasa da dinini bütün dinlerden üstün kılmak üzere, Peygamberini doğru yol ve hak dinle gönderen Allah'tır."(4)
"Fitne kalmayıp, yalnız Allah'ın dini kalana kadar onlarla savaşın. Eğer vazgeçerlerse bilsinler ki, Allah onların işlediklerini şüphesiz görür. Eğer yüz çevirirlerse, Allah'ın sizin dostunuz olduğunu bilin. O ne güzel dost, ne güzel yardımcıdır!”(5)
"Allah katında din, şüphesiz İslâmiyet’tir... Allah'ın âyetlerini kim inkâr ederse bilsin ki, Allah hesabı çabuk görür.”(6)
"Kim İslâmiyetten başka bir dine yönelirse, onunki kabul edilmeyecektir. O, âhirette de kaybedenlerdendir. İnandıktan, Peygamberin hak olduğuna şehâdet ettikten, kendilerine belgeler geldikten sonra inkâr eden bir milleti Allah nasıl doğru yola eriştirir? Allah zâlimleri doğru yola eriştirmez."(7)
Hz. Peygamber de şöyle buyurur: "Üzerinize, Habeşli burnu kesik bir köle de emir tâyin edilse onu dinleyin ve itaat edin. Sizden biri dinini terk ile boynunun vurulması arasında muhayyer bırakılmadıkça itaate devam etsin. İslâmı terk ile boynu vurulması arasında muhayyer bırakılacak olursa boynunu uzatsın. Anasız kalasıcalar, din gittikten sonra ne dünyanız, ne de âhiretiniz kalır."(
Yaşanacak muhitin seçimi: Muhîtin insan üzerindeki -müsbet veya menfî te'sîri- eski devirlerden beri bilinen bir husustur. İbnu Haldun bu keyfiyeti "İnsan, tabiatının ve mizacının değil, kendisini saran muhitin ve bu muhitten kazandığı alışkanlıkların çocuğudur" diye ifâde etmiştir. Şu halde, ailesinin terbiyesinden sorumlu bir aile reisinin, yaşanacak yer olarak, dini tatbik edebileceği bir muhit seçmesi gerekecektir. Bunun Kur'ânî örneğini Hz. İbrahim verir: Hz. İbrahim, Kabe'nin inşasını tamamladıktan sonra, oğlu İsmail'i "ziraate elverişsiz" olmasına rağmen, dinî mülâhazalarla Mekke'ye yerleştirdiğini ifâde eder:
"Ey Rabbimiz! Ben evlâtlarımdan kimini, namaz kılabilmeleri için Senin mukaddes olan evinin yanında ziraate elverişsiz bir vadiye yerleştirdim. Artık, Sen, insanlardan bir kısmının gönüllerini onlara meylettir. Şükretmeleri için bâzı meyvelerle rızıklandır"(9)
Hz. Peygamber (a. s. m) bâzı hadîslerinde, çocuğun babası üzerindeki haklarını beyan ederken "ismini, ahlâkını güzel yapması", "temiz rızıkla beslemesi", "okuma-yazma", "yüzme" ve "atma" öğretmesi, "bulûğa erince evlendirmesi" gibi hususlarla birlikte "yerini güzel yapması"nı da sayar.(10).
Âlimler haklı olarak bundan, ikamet edeceği yerin kurrâ ve âlimlerinin çokluğuyla, Kur'ân ve ilim tahsiline imkân verecek bir yer olmasını anlarlar.(11)
Bu noktada tahlili daha da ileri götüren fakîhler, şehirde doğan bir çocuğu, ölüm veya boşanma hâlinde annenin, terbiyevî muhît yönüyle şehirden dûn (uzak) olması sebebiyle köye götüremeyeceği hükmünü verirler.(12)
Akidenin öğretilmesi: Aile halkına, hususan yeni yetişen çocuklara her şeyden önce öğretilmesi gereken şey, iman esasları ve bilhassa "tevhid" inancıdır. Yâni Allah'ın bir olduğu, hiçbir surette ortağı, yardımcısı bulunmadığı inancıdır. Yaş ve idrâk yönüyle bir şeyler öğrenme durumuna gelen her çocuğa öncelikle bu inanç kazandırılmalıdır. Nitekim bir kısım rivayetler Hz. Peygamber'in (a.s.m), kendi yakınlarından bir çocuk konuşmaya başlar başlamaz, çocuğa tevhîd öğrettiğini, bu maksadla: “Elhamdulillahillezi lem yetteğiz veleden velem yekun lehu şerikun fil mulki.” âyetini yedi sefer okutarak ezberlettiğini haber vermektedir.(13)
Tevhîdle birlikte bunun zıddı olan şirkin kötülüğü, bâtıllığı, şirke düşmenin ne büyük bir zulüm ve cinayet olduğu da öncelikle öğretilmesi gereken dinî bilgiler olmaktadır. Bu mes'elede Kur'ân'ın kaydettiği en güzel örnek Hz. Lokmân'dır: "Ve iz kale lokmanu ibnihi ve huve yeizuhu ya büneyye la tuşrik billahi inneşşirke le zumlun azim.”(14)
Meâlen: "Hani Lokman oğluna -ona öğüt verirken- şöyle demişti: 'Oğulcuğum, Allah'a ortak koşma. Çünkü şirk mutlaka büyük bir zulümdür."(15)
Çocuğa akidenin öğretilmesi deyince bundan, sâdece Allah'ın varlığını ve birliğini öğretmek anlaşılmamalıdır. Kâmil mânâda Allah inancı, kalblerde Allah'ı bütün isim ve sıfatlarıyla tanımakla teşekkül eder. Kur'ân-ı Kerîm Allah'ın "güzel isimleri" (el-esmâu'l-hüsnâ) olduğunu mükerrer âyetlerde haber verir.(16)
Hz. Peygamber el-esmâul -hüsnâ'nın doksan dokuz adet olduğunu söyler ve bunların neler olduğunu sayar.(17)
Şu halde, Allah'ı en azından sübûtî ve zatî sıfatlarıyla (18) tanıtarak çocuklara öğretmek gerekecektir. İslâm akidesine uygun Allah inancı bu şekilde ortaya çıkar. Bu hususa riâyet edilmeden verilecek Allah inancı nakıs, hattâ gayr-i İslâmî bile olabilir. Nitekim Hıristiyanlar, Yahudiler ve hattâ müşrikler de ulûhiyete inanırlar. Son araştırmalar, yeryüzünde inançsız insanın olmadığını göstermiştir. Her insan kendine has bir ulûhiyet tasavvur etmektedir. Şu halde bunları birbirinden ayıran husus, ulûhiyete izafe edilen isim ve sıfatlardır. İslâmî Allah inancının çocuklara tam olarak verilebilmesi Kur'ân ve hadîslerde gelen isim ve sıfatlar çerçevesinde öğretilmeye bağlıdır.
Diğer taraftan, yine Kur'ân-ı Kerîm, peygamber inancı olmadan Allah'a inanmanın hiçbir kıymet ifâde etmediğini, Allah'a inananların behemahal peygamberlere de inanmaları gerektiğini bildirir: "Allah'ı ve peygamberini inkâr eden, Allah'la peygamberleri arasını ayırmak isteyen, 'Bir kısmına inanır, bir kısmını inkâr ederiz' diyerek ikisi arasında bir yol tutmak isteyenler, işte onlar gerçekten kâfir olanlardır. Kâfirlere ağır bir azâb hazırlamışızdır. Allah'a ve peygamberlerine inanıp, onlardan hiçbirini ayırmayanlara, işte onlara Allah ecrini verecektir. O, bağışlar ve merhamet eder."(19)
Peygamber inancı, kaçınılmaz bir şekilde kitap ve melek inancını da beraberinde getirecektir. Şu halde, bir olan Allah inancını, çocuklara öğretmeyi mükerrer âyetlerde ele alan Kur'ân-ı Kerîm, dolayısıyla imanın bütün rükünlerinin çocuklara öğretilmesini emretmiş olmaktadır. Nitekim Hz. Peygamber'in ehemmiyetine ısrarla dikkkatlerimizi çekerek her gün okunmasını tavsiye ettiği ve Arş'ın altındaki bir hazîneden alınmış olarak, sâdece bu ümmete verilmiş olduğunu belirttiği Kur'ânî bir pasajda mü'minin inanması gereken bütün esaslar tâdâd edilir: "Peygamber, Rabbinden ne indirildi ise ona iman getirdi, mü'minler de. Her biri: Allah ve melâikesine ve kitaplarına ve peygamberlerine, peygamberlerinden hiçbirinin arasını ayırmayız diye iman getirdiler ve şöyle dediler: İşittik, itaat ettik, Rabbimiz affını dileriz, dönüş Sanadır."(20)
İbâdetlerin öğretilmesi: Yukarıdaki âyet-i kerîme, katlanılacak bir kısım maddî fedâkârlıklar pahasına dini yaşayabildiğimiz bir yer seçimini ifâde etmekle kalmaz, Hz. ibrahim'in duası suretinde mü'minlere namaz mes'elesinin dinî terbiyede alması gereken ehemmiyeti de vurgular.
Namaz mevzuunda Hz. ibrahim'in bir diğer duasını da burada kaydetmemiz münâsibtir: "Rabbim! Beni ve çocuklarımı namaz kılanlardan eyle. Rabbimiz, duamızı kabul buyur."(21)
Namaz mes'elesi, çocuklarla alâkalı olarak, daha başka âyetlerde de ele alınmakta, ehemmiyeti zihinlerde, bu açıdan da tesbit edilmektedir. Kur'ân-ı Kerîm, âdeta hadîslerde "dinin direği"(22) olarak ifâde edilmiş bulunan namazın din terbiyesinde de direk yâni ana mes'elelerden biri yapılmasını istemektedir. Öyle ki, hiçbir şey hattâ maddî ihtiyaçların karşılanması mes'elesi bile namaza ve namazla ilgili öğretim ve tatbikata bahane ve engel teşkil etmemelidir:
“Ve’mur ehleke bisselevati vesdebir aleyha la nes’elüke rizken nehnu nerzukuke velakibetu littekva.”
Meâlen: "Ehline namazı emret. Kendin de ona sebat ile devam eyle. Biz senden bir rızık istemiyoruz. Seni biz rızıklandırırız."(23)
Aile halkına namazın emredilmesivle ilgili örnekler meyâmnda Hz. Lokman da karşımıza çıkar. Zira, o da çocuğuna diğer emirleri meyâmnda "Oğulcuğum namazını kıl" diye emretmiştir.(24)
Kur'ân'da, Allah'ın rızasını kazanmış bulunduğu belirtilen Hz. İsmail'in de "ailesine namaz ve zekatı emrettiği" ifade edilir(25).
Hz. Peygember'in de (a.s.m) çocuklara yedi yaşında namazın emredilmesin!, kılmadıkları takdirde on yaşında namaz için dövülmesini tebliğ ettiğini daha önce başka vesileyle kaydetmiştik. Hz. Peygamber'in çocuklar hakkında dayağa ruhsatı namazla ilgili olarak vermesi, namazla alâkalı ta'lim ve tatbikatın ehemmiyetini te'yîd eder. Bâzı âlimler, bu hadîse dayanarak, farz olmayan umur dışında çocuğun tekâsül ve ihmali sebebiyle dövülüp dövülmeyeceğim münâkaşa etmiştir.(26)
Ayrıca çocukların küçük yaşta namaza başlatılması hususunda ise yedi yaşından sonra vefat edenler büyük insanlar gibi hesaba çekileceklerinden “vildanun muhalledun” ayetinin ifadesine dahil olmadıklarını bu yüzden şeriatın “zamanında namaza başlamayan çocukların hafifçe dövülebilecekleri” ni söylemesinin hikmetlerini ifade etmektedir.
Âlimler, yedi yaşından itibaren "çocuğa namaz emredilmesi" hadîsinden, namazla ilgili her çeşit bilginin öğretilmesi gereğini anlamışlardır: Namaz vakitleri, farzları, vâcibleri, sünnetleri, namazda okunacak sûreler, dualar, tesbihât, abdest ve temizlikle ilgili teferruat vs.
Kaynaklar: 1- Bakara 2: 130- 132. 2- Bakara 2:193, 217; Âl-i imrân 3:19, 85; ErVâm 6:161; A'raf 7:29; Enfâl 8:39; Tevbe 9:33, 122; Yûnus 10:105: Nur 24:2; Rum 30:30, 43; Zümer 39:3, 11; Feth 48:28; Mümtehine 60:8, Beyyine 98:5. 3- Feth 48:28. 4- Tevbe 9:33. 5- Enfal 8:39. 6- Âl-i imrân 3:19. 7- Âl-i imrân 3:85. 8- Taberânî, Mu'cemu's-Sağîr 1, 152. 9- İbnu Haldun. Abdurrahman (v.808), el-Mukaddime. Beyrut, tarihsiz, s. 125. 10- İbrahim 14:37. 11- Bak. Câmi'u's.Sağîr 3, 393-394. 12- Münâvî, Feyzu'l-Kadîr 3. 394. 13- Üsrûşenî. Ahkâmu s-Sığâr 1, 102-103. 14- İbnu Ebî Şeybe. Ebû Bekr Abdullah ibnu Muhammed (v.253), Musannafu ibn-i Ebî Şeybe, Haydârâbâd, 1966, 1, 348; Abdurrezzâk, ibnu Muhammed es-San'ânî (v.211) Musannafu Abdirrezzâk, Beyrut, 1970. 4. 334. 15- Lokman 31:13176 16- A'râf 7:180; isrâ 17:110; Tâ-Hâ 20:8; Haşr 59:24.. 17- Buhârî, Da ava! 69; Müslim, Zikr 5, 6. 18- Allah'ın sübûtî sıfatları: Hayat, ilim, semi' (her şeyi işitmesi), basar (her şeyi görmesi), irâde (dilemesi, dilediğini yapması), kudret (her dilediğine gücü yetmesi), kelâm (konuşma, vahyetme), tekvin (yaratma sahibi olma). Allah'ın zatî sıfatları: Vücut (varolmak), kıdem (varlığının evveli olmama), beka (varlığının sonu olmama), vahdaniyet (bir olması), muhalefetün lil-havâdis (hiçbir mahlûka benzememesi) kıyam binefsihî (hiçbir varlığa muhtaç olmaması). (Bak. Dikmen. Tasavvuf ve Hikmet Işığında islâm ilmihali, Cihan Yayınları, 1983, İst.) 19- Nisa 4:150-152 20- Bakara 2: 285-286. 21- İbrahim 14:40. 22- Aclûnî, İsmail İbnu Muhammed (1162), Keşfu'l-Hafâ, Beyrut, 1351, 2,31. 23- Tâ-Hâ20:132 24- Lokman 31:17. 25- Meryem 19:55. 26- İbnu Hacer, Şihâbü'd-Dîn Ebû'l-Fadl Ahmed el-Askalânî (v.B52), Fethu'l-Bârî, Mısır, 1959, 2, 489-90: Zebîdî, Zeynü'd-Dîn Ahmed ibnu Ahmed (v.893), Tecrîd-Sarîh, tercüme: Ahmed Naim, Ankara, 1972, 2, 941; Şevkânî, Muhammed ibnu Ali (1250), Neylü'l-Evtâr. Kahire. 1971, 1,349,
Prof. Dr. İbrahim CANAN (Çocuk Terbiyesi)
| |
|