KUTLU FORUM
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.
KUTLU FORUM

Bilgi ve Paylaşım Platformuna Hoş Geldiniz
 
AnasayfaLatest imagesKayıt OlGiriş yap

 

 Deprasyon...Şeytanın insana verdiği sıkıntılar!

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
@bdulKadir
Adminstratör
@bdulKadir


Mesaj Sayısı : 6727
Rep Gücü : 10015177
Rep Puanı : 97
Kayıt tarihi : 17/03/09
Yaş : 61
Nerden : İzmir

Deprasyon...Şeytanın insana verdiği sıkıntılar! Empty
MesajKonu: Deprasyon...Şeytanın insana verdiği sıkıntılar!   Deprasyon...Şeytanın insana verdiği sıkıntılar! Icon_minitimePtsi Kas. 15, 2010 5:11 am

Deprasyon...Şeytanın insana verdiği sıkıntılar! Kopyasyalnzlkkl8lq8ng3ha5
« »
Şeytanın insana verdiği sıkıntılar!!!!!!!!!

--------------------------------------------------------------------------------
Gerçek şu ki, şeytan sizin düşmanınızdır, öyleyse siz de onu düşman edinin.
O, kendi grubunu, ancak çılgınca yanan ateşin halkından olmaya çağırır.
(Fatır Suresi, 6)

Dünya hayatının bir imtihan yeri olması nedeniyle insanın karşısına birçok farklı durum ve değişik ortam çıkabilir. Şartlar ve ortam ne olursa olsun, şeytan hep pusuda bekler. Bunlardan herhangi birinde müminin gösterebileceği en küçük zayıflık, şeytan için büyük bir fırsattır. Ve şeytan bu fırsatların hepsini kullanır. Ancak kendi varlığını hiçbir şekilde fark ettirmemeye çalışır.

Eğer mümin, içinde bulunduğu ruh halinde veya ortamda bir şeylerin sıkıntı verdiğini veya vicdanını rahatsız ettiğini hissediyorsa -ki bu sıkıntı genelde vicdan yoluyla yapılan rahmani bir uyarıdır- hemen durup düşünmesi gerekir. Bunun için en kolay yol, insanın kendisine dışarıdan tarafsız bir yabancı gözüyle bakmasıdır. Böylece karşısındaki insanı -yani kendisini- şu sorular yardımıyla inceleyebilir:

*O an için kafasından geçen düşünceler Kuran'a uygun mu?

*Allah'ı anmada gevşeklik mi gösteriyor?

*Kuran'ın sınırlarını korumada, hükümlerini gözetmede gevşek mi davranıyor?

*Planları Allah'ın rızası ve ahireti dışında bir amaca mı yönelik?

*O an için kendi çıkarı diğer müminlerden daha mı ön planda?

*Kendisine veya bir başka mümine yönelik kuşkusu, zannı mı var?

*Müminler içinde kendisinin özel bir konumu olduğunu, yerinin doldurulamayacağını mı düşünüyor?

*Olaylar karşısında tevekkülsüz davranıp haksızlığa uğradığını mı düşünüyor?

*Yaptığı fedakarlığın diğer insanlar tarafından bilinmesini, bunun konuşulmasını mı istiyor?

*Sevdiği bir maldan fedakarlık etmesi gerekiyor da, bunu bir bahane bulup yapmamaya mı çalışıyor?

*Herhangi bir dünya malına karşı hırsı mı var?

*Gelecek korkusu mu taşıyor?

*Kendisine Kuran doğrultusunda yapılan bir uyarıya karşı tahammülsüz mü?

*Allah'a ve dine düşman bir kimseye karşı içinde bir sevgi, bağlılık mı oluştu?

*Kuran okumayı, dua etmeyi, veya salih amellerde bulunmayı geçersiz mazeretlerle erteledi mi?


Eğer içindeki sıkıntı burada sayılanlar veya bunlara benzer bir durumdan kaynaklanıyorsa, bu insana şeytan o an için musallat olmuş demektir. Kendinizin zannetiğiniz bu düşüncelerin hepsi de, şeytanın kalbinize fısıldadığı sözleridir.




Şeytan farklı insanlar için farklı taktikler kullanır. Örneğin dinden uzak, Kuran'dan gafil yaşayan bir kimseyi, bu hayat tarzına devam ettirecek taktikler izler. Onları tamamen dünya hayatına yöneltir, dünyanın gelip geçici süsüne iyice daldırır, böylece ömür boyu hak dinden uzak tutar.

*********
Şeytan müminlere karşı da faaliyetini sürdürür. Örneğin bir müminin herhangi bir mümine karşı sinirlenmesi veya Kuran okumayı aklından geçirdiğinde önemsiz bir bahane bulup bundan vazgeçmesi bu fısıltıların etkisindendir. Ancak şeytan mümine doğrudan "Kuran okuma", "Allah'ı anma" diye fısıldamaz. Çünkü bunun etkisiz olacağını bilir. Onun yerine insanın kafasını boş ve uzun emellerle oyalamaya çalışır. Eğer insan bu fısıltıların etkisinde kalır, ahireti unutup dünya hayatına dalarsa, bu gafletin etkisiyle doğal olarak Kuran'da Allah'ın emrettiği yaşam biçiminden uzaklaşır. Bu tuzağa düşmemenin tek yolu şeytanın fısıltılarını zamanında teşhis edip Allah'a sığınmaktır.


Şeytan umutsuzluk ve çaresizlik telkini verir

Önceki bölümde de belirtildiği gibi, şeytan insanı Allah'ın yolundan saptırmak, onu dinden uzaklaştırmak, boş işlerle uğraştırarak Allah'ı ve ahireti düşünmesini engellemek için her fırsatı en iyi şekilde değerlendirmeye çalışır. Şeytanın fırsat bildiği durumlardan biri de, insanın karamsarlığa ve umutsuzluğa düştüğü anlardır. İnsan hayatı boyunca birbirinden farklı olumlu ya da olumsuz gibi görünen birçok olayla karşılaşır ve bu olaylarla nerede, ne zaman ve hangi koşullar altında yüz yüze geleceğini bilemez. Hiç beklemediği bir anda ölümcül bir hastalığa yakalanabilir, doğal bir afetle tüm malını, sevdiklerini kaybedebilir, işinden çıkarılabilir, uzun bir süre geçim sıkıntısı çekebilir ve daha bunlara benzer küçük büyük birçok olumsuz gibi görünen durumla karşılaşabilir. Dünya hayatının bir imtihan olarak yaratıldığını düşünmeyen, Allah'ın herşeyi bir hikmet üzerine yarattığına iman etmeyen insanlar bu tür durumlarda karamsarlığa kapılır ve tüm umutlarını kaybederler. Bu Allah'a tevekkül etmemelerinden kaynaklanır.

Oysa insanın hayatı süresince karşılaştığı hiçbir şey tesadüfi, başıboş ve anlamsız değildir. Allah'ın "...O'nun ilmi olmaksızın, hiçbir meyve tomurcuğundan çıkmaz, hiçbir dişi gebe kalmaz ve doğurmaz..." (Fussilet Suresi, 47) ayetiyle bildirdiği gibi, meydana gelen herşey Allah'ın bilgisi, isteği ve kontrolü dahilinde gerçekleşmektedir. Bu yüzden insanın başına gelen hiçbir şey tesadüfi ve anlamsız değildir. Tam tersine birçok hikmet ve anlam içermektedir. Eğer insan bu gerçeği görmek yerine, başına gelen herşeyi 'şans' ya da 'kör bir tesadüfler yığını' gibi batıl mantıklarla değerlendirecek olursa, bu onda bir huzursuzluk, sıkıntı ve çaresizlik oluşturacaktır. Tabii ki bu şeytanın işini kolaylaştırıcı bir durumdur. Çünkü bu sırdan habersiz bir şekilde yaşayan böyle bir insanı, verdiği vesveselerle Allah'tan ve dinden uzaklaştıracak hatta düşman konumuna sokacaktır. Ve tabii ki kişinin böyle bir anda karamsarlığa ve umutsuzluğa kapılarak daha da kötü bir duruma düşmesi ve kendine zarar vermesi de şeytanın aynı anda bir diğer hedefine ulaştığını da göstermektedir. Allah Kuran'da insanların zorluk ve sıkıntılarla karşılaşmalarının nedenini, ve buna karşılık insanların gösterdikleri yanlış tavrı şöyle açıklamıştır:

Andolsun, senden önceki ümmetlere (peygamberler) gönderdik de onları dayanılmaz zorluk (yoksulluk) ve sıkıntılarla çeviriverdik. Umulur ki yalvarırlar diye. Onlara, zorlu azabımız geldiği zaman yalvarmaları gerekmez miydi? Ama onların kalpleri katılaştı ve şeytan onlara yapmakta olduklarını çekici (süslü) gösterdi. (Enam Suresi, 42-43)

Allah zorluk ve sıkıntıyı insanlara Allah'tan başka sığınılacak bir güç olmadığını görmeleri ve doğru yolu bulmaları için vermektedir. Ancak şeytan insanların bu hikmeti görmelerini engeller ve onların kalplerini duyarlılıktan yoksun bırakarak katılaştırır. Aslında insanların başına gelen bu durum Allah'ın bir rahmetidir. Böyle bir durumda Allah'ın razı olacağı hareket, hemen O'nu hatırlamak, Allah'a yönelip O'dan yardım talep etmek ve isabet eden musibete karşı sabretmek olmalıdır. Allah, samimiyetle Kendisine sığınan kullarını yardımıyla destekleyeceğini bildirmiştir. Hz. Muhammed (sav)'in arkadaşıyla birlikte, peşine düşen inkarcılardan saklanmak amacıyla mağaraya sığındığı anda göstermiş olduğu üstün tavır bu konuda tüm insanlar için güzel bir örnek oluşturmaktadır. Allah Kuran'da Peygamberimiz (sav)'in bu tavrını şöyle bildirmiştir:

Siz O'na (peygambere) yardım etmezseniz, Allah O'na yardım etmiştir. Hani kafirler ikiden biri olarak O'nu (Mekke'den) çıkarmışlardı; ikisi mağarada olduklarında arkadaşına şöyle diyordu: "Hüzne kapılma, elbette Allah bizimle beraberdir." Böylece Allah O'na 'huzur ve güvenlik duygusunu' indirmişti, O'nu sizin görmediğiniz ordularla desteklemiş, inkar edenlerin de kelimesini (inkar çağrılarını) alçaltmıştı. Oysa Allah'ın kelimesi yüce olandır. Allah üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir. (Tevbe Suresi, 40)

Hz. Muhammed (sav), başına gelen bu olayın Allah'ın bir denemesi olduğunu anlamış ve Allah'a olan teslimiyetini ve tevekkülünü en güzel şekilde göstermiştir. En zor anda bile kurtulma umudunu asla yitirmemiş, hatta beraberindeki arkadaşına da Allah'ın rahmetini ve yardımını hatırlatmıştır. Allah bu samimi davranışına karşılık Peygamberimiz (sav)'in kalbine 'huzur ve güvenlik duygusunu' indirmiş ve O'nu kurtarmıştır.


alıntı... yazarını bulamadım maalesef..



*****************

Alıntı için teşekkürler abla.Günümüzde ,şeytanın insana verdiği sıkıntılardan biri olan depresyonla ilgili bu önemli yazıyı da paylaşmak isterim.

Deprasyon...Şeytanın insana verdiği sıkıntılar! Hayat01mp2
_________________________________
Depresyon çağımızın hastalığıdır. Bu sözü sık sık duymuş olmalısınız. Aslında “kişinin hedeflerini gerçekleştiremediği, sahip olduğu güzellikleri koruyamadığı veya bu tür kayıp ihtimâllerini fark ettiğinde düştüğü ümitsizlik hâli” olarak tarif edilen depresyon sadece bu çağın değil, tarih boyunca tüm insanlığın derdi, hatta “kaderidir” bile denilebilir.

Zira insan yaratılış itibariyle “acizdir, fakirdir, fanidir, ölümlüdür ve hayvanın zıddına bunların farkındadır da”. Her şeyi isteyen ama hiçbir şeye gerçek anlamda sahip olamayan, her şeyden korkan, etkilenen, incinen ama hiçbirine gücü yetmeyen, en güzel zamanlarında bile fâni, geçici olduğunu, her şeyin bir gün biteceğini bilen bir insanın depresyona girmesi değil, girmemesi ilginçtir bence.


Bu da çoğunlukla gaflet sayesinde mümkün olur. Korktuğu şeyleri düşünmemeye çalışır, zahiren sahip olabildikleri ile kendini teselli eder, ölümü ve ayrılığı hatırına getirmemeye çalışır. Ama bazı “tevil edilemez” olaylar gaflet perdesini yırttığında o güne dek ertelenmiş korkular, ümitsizlikler bir sel gibi benliği sarar ve depresyon gelir.


Depresyon neredeyse insan olmanın doğal bir sonucu gibi görünmektedir. Nitekim yapılan araştırmalar depresif bulguların (uyku bozukluğu, yaygın sebepsiz fiziksel şikayetler, sık ağlama, gelecekten ümitsiz olma, kendine güven eksikliği, hâlsizlik, hayatından zevk alamama vb.) insanların %60 ında değişik düzeylerde bulunduğunu göstermektedir. Bir psikiyatrist olarak, yeni tanıştığım insanların pek çoğunun şaka yollu da olsa “aslında benim de size görünmem lâzım” demeleri, bu gerçeğin belli-belirsiz itirafı gibi gelir bana.


Peki bu denli yaygın ve umumî bir belâ olan depresyonla başa çıkmak mümkün değil midir acaba? Yok mudur bu acizlik, fakirlik, fânilik dertlerinin ilâcı? Vardır tabii, arayan bulur da, ararsa eğer. Zaten insanların en ziyade yanıldıkları, ilk anda çok rahatsız edici olan bu acizlik, fakirlik ve fâniliği çözümsüz zannedip düşünmemeye çalışmaları, yok farz etmeleridir aslında. Zira bir dert açığa çıksa hâlli mümkündür ama gözünü kapayıp kendini hayallerle avutan birisinin gerçek bir çözüm bulması tabii ki imkânsızdır. “Erkekçesine ölümün yüzüne gül, dinle bak ne ister?” ikazını dinleyen, “evet, ben acizim, fakirim, fâniyim, bunlar beni çok incitiyor. Peki ama bu dertlerin çaresi nerede olabilir?” diyebilen insan ancak çözüme yakınlaşabilir. Bu da muhakkak ki az-çok çile çekmek demektir. Ama “zahmetsiz rahmet” yoktur ki.


Başka türlü soralım: Depresyona girmiş ve “her şey boş, istediklerim olmuyor, ters giden olaylar beni yıkıyor, zaten sonunda öleceğiz, bu hayat çok anlamsız” diyen bir “hasta” mı, yoksa “boş ver bunları, kafana hiçbir şey takmayacaksın, ayağını sıcak tut başını serin, takma bir şey kafana, düşünme derin” diyen tesellici mi daha tutarlıdır acaba? Devekuşu mantığı kullanan bu kişilerin “kafaları duvara çarptığında” aynı depresyon kuyusuna yuvarlanmaları kaçınılmaz değil midir?


Aslında hepimiz “duvarları aynadan” küçücük bir odada değil miyiz? Tüm duvarlar ayna olduğundan iç içe geçmiş görüntüler bize geniş bir yerdeymişiz hissi verir ama, ufacık bir musibetin ikazı ile kafamızı çok uzak sandığımız o duvara çarptığımızda, aslında daracık bir zindanda olduğumuzu fark etmez miyiz? Hayaller uçup, uykular kaçmaz mı? En tatlı haller bile bize acı vermez mi? Kurduğumuz yalancı dünya cennetinin cilâsı her ölümle, her kayıpla, her hüzünle çatlamaz mı? Eskide bir gazetenin magazin ekinde okuduğum bir haberi hiç unutmam. Bir grup sanatçı “felekten bir gün çalalım” diye toplanıp pikniğe gitmişler. Akşama kadar süren eğlenceyi uzun uzun anlatan yazı şu cümle ile bitiyordu: “Gün bittiğinde herkes çok üzgündü, çünkü çok güzel bir gün geride kalmıştı.” Ne garip değil mi? En güzel şeyler bile sadece yaşanırken lezzet verip, bitiminde yerine elem bırakıyor. Zira “zeval-i lezzet (lezzetin kaybı) elemdir”.


Yine hatırlarım, gençliğimde sevdiğim takımın maçlarını radyodan heyecan ve zevkle dinlerken en nefret ettiğim şey, spikerin ikide bir “maçın son 15 dk.sı”, “son 10 dk.ya girdik” vb. demesiydi. O denli zevk aldığım şeyin az sonra sona ereceğini duymak acı veriyordu bana. Güzellikler daha yaşanırken bile, biteceklerini bilmek, o an alınan zevki bozuyordu. Zira “zeval-i lezzetin tasavvuru (lezzetin kaybını düşünmek) dahi elemdir.”


Belki “tamam kabul, uzatma, biliyorsan bir çare öner” diyen olabilir ama problemleri yarım yamalak dile getirip işin ciddiyetini tam kavramadan çabuk çözümler aramanın tehlikeli bir aldatmaca olduğunu unutmamalıyız. O yüzden biraz daha devam edelim bence. Ve bir genci düşünelim. Dünyalar kadar sevdiği biri var ve onunla mutlu bir gelecek hayal ediyor. Oysa fark ediyor ki “sonsuza dek beraber olacağız sevgilim” lafı tam bir yalan. Ne sonsuzu, gelecek yıla çıkacakları bile şüpheli. O denli sevdiği kişiden er veya geç bir gün ebediyen kopacak. O zamana kadar da muhtemelen hayallerine, ideallerine tam uymayan problemli, yarım yamalak bir beraberlikle yetinecek. Ve bunları görmezden gelip tüm kalbini ona bağlayıp kendini teselli etmeye çalışıyor. Nereye kadar?


Bir de anne hayal edelim. Uğruna canını bile verebileceği evladı her an bir hastalıkla, bir musibetle karşılaşabilir. Tüm gün yanında bekçilik yapsa bile bir minicik mikrop o ciğerparesini yatağa düşürebilir, sakat bırakabilir veya ebediyen elinden alabilir. Ne yapabilir bu anne? Şefkat ateşini neyle söndürebilir? Kaybetme korkusunu nasıl unutabilir? Hangi aldatmaca ile kendini teselli edebilir? Konuşsun, cevap versin prof.lar, filozoflar!


Ama yok! Onların diyeceği; “bunlar hayatın acı gerçekleridir, kabulleneceksin. Başka şeylerle meşgul ol, hobiler edin. Başarabildiklerine, sahip olabildiklerine bak, mutlu olmaya çalış, kendini gerçekleştir vs. vs.” Biz de Bediüzzaman’ın ağzıyla soruyoruz: İdama mahkûm birisi, zindanın süslenmesinden zevk alabilir mi? Ebedi bir aşk isteyen bir kalbi fâni sevgiler tatmin eder mi? Dünya kadar bir cennetle ancak tatmin olan bir ruh, suyu-elektriği bile kesilebilen uyduruk villalarla kandırılabilir mi?


Ama iman gözlüğü ile bakan bir insan için, âyetteki ifade ile “lâ havfün aleyhim ve la hüm yahzenun” geçerlidir. Onlara bir korku yoktur ve onlar mahzun da olmazlar. Çünkü gerçek iman sahibi, sevdiğini Allah için sever. Sevgilisi Allah’ın rahmet ve cemalinin bir yansımasıdır. Ve ebedi hayatta hiç ayrılmadan sonsuz ve huzurlu bir beraberlik yaşayacakları ümidini taşır. Sevdikleri elinden alındığında “ayrılık geçicidir” diye teselli bulur. Şefkat ettiklerini “hayrul-hafizin” ve “erhamür-rahimin” olan Allah’ın rahmet ve korumasına emanet eder. Kur’an’ın dersi ile musibetleri, felaketleri, hastalıkları İlâhî birer ikaz, birer keffaret-üz zünub (günah temizleyicisi) bilir. Dünya malını, makamını kazandığında da, kaybettiğinde de “veren de O, vermeyen de” der, esas bakî mal ve mertebe olan uhrevî makamları ve ebedî sevapları hedefler. “Madem bu dünya geçici bir imtihan meydanıdır, imtihanda rahat olmaz” deyip geçici sıkıntıları, zahmetleri hoş karşılar. “Bu dünya bir karalama defteridir” der, düzeltemediği pislik ve karışıklıklarla zihnini bulaştırmaz, kendi amel defterini temiz tutmakla meşgûl olur. “Mevla görelim neyler, neylerse güzel eyler” der, pencerelerden seyreder, içlerine girmez. Günah, gaflet ve isyana düşmüşse bile “Allah’ın rahmetinden ümit kesilmez” der, daima açık olan tövbe kapısından girip yeni bir beyaz sayfa açar. Bu dünyada da hakiki huzur ve saadeti bulur.


Sadece çağımızın değil çağların hastalığı olan depresyondan kurtulmanın yolu çağlar ötesi mesaja kulak vermektir

Zafer- Dr. Yusuf Karaçay


*********

Bakara suresi 168-169
Bakara 208
Bakara 60-62

_________________
Elif gibi yalnızım,
Ne esrem var, ne ötrem.
Ne beni durduran bir cezmim,
Ne de bana ben katan bir şeddem var.
Ne elimi tutan bir harf,
Ne anlam katan bir harekem...
Kalakaldım sayfalar ortasında.
Bir okuyan bekledim,
Bir hıfzeden belki...
Gölgesini istedim bir dostun med gibi…
Sızım elif sızısı...

Deprasyon...Şeytanın insana verdiği sıkıntılar! Sdfghj15
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://kutluforum.yetkinforum.com
 
Deprasyon...Şeytanın insana verdiği sıkıntılar!
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» Helal Rızık İçin Çekilen Sıkıntılar ve Affedilen Günahlar..hoca efendi
» hücreden insana -aslan mayda
» Şeytanın tuzakları nelerdir?
» Şeytan ve Şeytanın Hileleri
» Kötü insana kendi kötülüğü yetişir....

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
KUTLU FORUM :: İslami ilimler ve dini kültür :: Tasavvuf-Gönül Dünyamız-
Buraya geçin: