KUTLU FORUM
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.
KUTLU FORUM

Bilgi ve Paylaşım Platformuna Hoş Geldiniz
 
AnasayfaLatest imagesKayıt OlGiriş yap

 

 KURANA ABDEST Lİ DOKUNMA (56/79) Ayetinin Tefsiri-La yemessuhuu illelmutahharun ayetinin abdest'le ilgisi yoktur..M.İslamoğlu

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
huzeyfe
Süper Moderatör
huzeyfe


Mesaj Sayısı : 7719
Rep Gücü : 18108
Rep Puanı : 23
Kayıt tarihi : 27/03/09

KURANA ABDEST Lİ DOKUNMA (56/79) Ayetinin Tefsiri-La yemessuhuu illelmutahharun ayetinin abdest'le ilgisi yoktur..M.İslamoğlu Empty
MesajKonu: KURANA ABDEST Lİ DOKUNMA (56/79) Ayetinin Tefsiri-La yemessuhuu illelmutahharun ayetinin abdest'le ilgisi yoktur..M.İslamoğlu   KURANA ABDEST Lİ DOKUNMA (56/79) Ayetinin Tefsiri-La yemessuhuu illelmutahharun ayetinin abdest'le ilgisi yoktur..M.İslamoğlu Icon_minitimePerş. Ağus. 11, 2011 11:36 am

https://www.facebook.com/video/video.php?v=2086614239541

(56/79) Ayetinin Tefsiri



ELMALILI HAMDİ YAZIR TEFSİRİ: 5Maide/6-“Ey
iman edenler! Namaz kılmaya kalktığınız zaman, yüzlerinizi ve
dirseklere kadar ellerinizi yıkayın. Başlarınızı meshedin, iki topuğa
kadar da ayaklarınızı yıkayın…”
AÇIKLAMA:
…Sahabeden Alkame b. el-Feğra demiştir ki: “Bu âyeti ininceye kadar
Resullullah su dökmüş (küçük abdestini yapmış) olursa, abdest almadıkça
ne konuşur, ne de selam alırdı. Biz söyleriz, o söylemez, biz selam
veririz, o vermez ve almazdı.” Yani Ebu Hayyan’ın da naklettiği üzere
Resullulllah, bu âyetten önce abdestsiz bir iş yapmak şöyle dursun, söz
bile söylemezdi.
Şu halde bunun inişi abdestin her işi için değil, namaz için farzolduğunu açıklamakla Resulullah’a bir ruhsat ifade etmiştir.Anılan sefer, ifk (iftira) kıssasının ortaya çıktığı Benî Mustalik Gazvesi olduğuna, bunun da hicrî altıncı sene şaban ayında Hudeybiye seferinden önce vuku bulunduğuna göre bu âyet, Mâide sûresinin ilk inen âyetlerinden ve hatta bu sûrenin Hudeybiye’den sonra inmiş olduğu söylendiğine göre inişinin başlangıcı olan ilk âyeti demek olur.




SÜLEYMAN ATEŞ-KUR’AN-I KERÎM TEFSİRİ: 56Vakıa/79-Ayette kasdedilen melekler olduğu için, insanların, Kur’an’ı abdestsiz tutmalarında bir sakınca yoktur.

Selman-ı
Farisi gibi bazı sahabiler, kitabı meknun’un, levh-i mahfuz olduğunu,
ona doku­nan temizlerin de melekler olduğunu ve ayetin, Kur’an’ı
abdestli olarak tut­makla bir ilgisi bulunmadığını söylemiştir. Katade:
“Allah katında ona kim­se dokunamaz, fakat bu dünyada ona pis, mecusi,
münafık da dokunur, el
sürer” demiştir.



DİYANET TEFSİRİ: “56/75-80. İbn Abbâs, Davud b. Ali, İbn Hazm ve Şevkânî gibi âlimler âyetin mushaf ile değil levh-i mahfuz ile ilgili olduğunu, abdestli olmayanın mushafa dokunmasını meneden hadisin de sahih olmadığını yahut sahih olsa bile orada müşriklerin kastedil­diğini ileri sürerek abdestli olmayan, cünüp ve âdet halindeki kimselerin mushafa dokunmasını ve onu okumasını câîz görmüşlerdir. Zaten İmâm Mâlik gibi İslâm âlimleri Kur’an eğitim-öğretiminin ve sıkıntıya yol açan durumların ayrı mütâlâa edilmesi gerektiğini gösteren fetvalar vermişlerdir.



TEFHİMU’L-KUR’AN TEFSİRİ-MEVDÛDÎ: 56Vâkıa/77-79. “İlla’l-Mutahharun”
(Temiz olanlar hariç) Yani Kur’an’ın vahyolunmasına, nüzulüne, değil
şeytanların müdahale etmesi, tahir (temiz) olan meleklerden başkası onun
yanına dahi yaklaşamaz. Melekler için “mutahharûn” ifadesinin
kullanılmasının nedeni, Allah’ın onları her türlü kötülükten arınmış
varlık kılmış olmasıdır. Bu ayeti, Enes bin Malik, İbn Abbas, Said bin
Cübeyr, İkrime, Mücahid, Katade, Ebu-l Aliye, Süddî, Dahhak ve İbn Zeyd
yukarıda açıkladığımız şekilde yorumlamışlardır. Nitekim ayetin siyak ve
sibakından da aynı anlam çıkmaktadır.
Görüldüğü
gibi bu ayetten, “Kur’an’a abdestsiz dokunmak yasaktır” şeklinde fıkhi
bir hüküm çıkarmak doğru değildir ve açıkça ayetin nüzul sebebinin de bu
olmadığını söyleyebiliriz
.




FİZİLAL´İL KUR`AN TEFSİRİ-S.KUTUB: 56Vâkıa/79. Yeryüzünde bu Kur’an’ı temizler de, pisler de, mü’minler de, kafirler de elleyebilirler. Tefsir bilgini İbn-i Kesir bu hadisler hakkında şöyle diyor: “Bu hadisler Zehri ve başkaları tarafından aktarılmıştır.
Böyle bir aktarma zincirine güvenerek getirdikleri sözleri delil olarak
kullanmamız doğru değildir. Bu hadisi Darekudni Amr b. Hazm’e, Abdullah
b. Ömer’e ve Osman b. Ebul As’a dayandırarak aktarmıştır. Ama her
üçünün aktarma zincirlerinde de tartışılabilir halkalar vardır
.




KURTUBÎ TEFSİRİ: 56/79.
Enes ve Said b. Cübeyr şöyle demişlerdir: Bu kitaba ancak günahlardan
arınmış, temizlenmiş kimseler olan melekler el sürebilir. Onlardan
başkası el süremez, demişlerdir. Ebu’l-Âliye ve İbn Zeyd de böyle
demişlerdir: Bun­lar meleklerin elçileri ile
Âdemoğullarının rasûlleri gibi günahlardan tertemiz edilmiş kimselerdir.
Onu indiren Cebrail de tertemizdir. Kendilerine bunu ulaştırdığı
elçiler de tertemizdir
.


el-Kelbî şirkten, er-Rabi b. Enes büyük ve küçük günahlardan (temizleniniş olanlar el sürebilir), diye açıklamışlardır.

Bir diğer açıklamaya göre “Ona ancak tam anlamı ile temizlenmiş kim­seler” ancak muvahhidler “el sürebilir* onu okuyabilir, demektir. Bu açık­lamayı da Muhammed b. Fudayl ile Abde yapmışlardır.

el-Ferra dedi ki: Onun tadını, faydasını ve bereketini ancak tam anlamıy­la temizlenmiş olan kimseler alabilirler. Bundan maksat da Kur’ân-ı Kerim’e iman edenlerdir,

et-Huseyn b. el-Fadl dedi ki: Onun tefsirini ve te’vilini ancak yüce Allah’ın şirk ve münafıklıktan tertemiz edip arındırdığı kimse bilebilir. Ebu Bekr el-Verrak dedi ki: Gereğince amel etmeye ancak bahtiyar kimseler muvaffak kı­lınır. Anlamın: Onun sevabına ancak müminler ulaşabilir, şeklinde olduğu da söylenmiştir. Bu açıklamayı Muâz, Peygamber (sav)’dan da rivayet etmiştir…

el-Hakem,
Hammad ve Davud b. Ali’den rivayete göre; müslümanın ve kâfirin
abdestli ya da abdestsiz Kur’ân’ı taşımasının ya da ona el sürmesinin
bir sakıncası yoktur
.
Ancak Davut; Müşrik bir kimsenin Kur’ân’ı taşıması caiz de­ğildir,
demiştir. Onlar buna mubah derken Peygamber (sav)’ın Kayser’e mektup
göndermesini delil göstermişlerdir. Ancak bu bir zaruret konusudur,
bunda delil olacak bir taraf yoktur.




FAHREDDİN RAZİ-TEFSÎRU’L-KEBÎR: 56/79. Mutahherün Kimlerdir? Cenâb-ı Hakk’ın, “tam bir surette temizlenmişolanlardan başkası…” ifadesine gelince, bunlar melekler olup, Allah onları ta başlangıçta temizlemiş ve onları, bütünömürleri boyunca da böyle bırakmıştır. Bundan muradşayet “hades – abdest bozma” olmuş olsaydı, o zaman (illâ’l-mütetahherûne) ve hâ’nın şeddesiyle (illâ’l-muttehherûne)dan başkası ona dokunmaz” duyurulurdu.

***************************




KURAN’A ABDESTSİZ DOKUNULUP DOKUNULAMAYACAĞI PROBLEMİ



Sözlü bir hitap olan ilahi kelam Kuranın yazıya geçirilerek teknik
anlamda kitaplaşmış şekline Mushaf diyoruz. Kutsal kelamı ihtiva eden
bu Mushaf’a abdestsiz dokunulup dokunulamayacağı daha ilk zamanlardan
itibaren tartışma konusu olmuştur. Tefsir kaynaklarında hadis
mecmualarında ve özellikle fıkıh kitaplarında bu tartışma uzun uzadıya
yer almıştır. Günümüzde bu tartışma hala sürmekte olup ilim adamları
konuyla ilgili olarak ortaya net bir görüş koymayarak bu durum halk
arasında çeşitli tartışmalara ve sıkıntılara sebep olmaktadır.
Özellikle kuran öğreniminin yapıldığı yerlerde bu sıkıntı daha yoğun
olarak yaşanmaktadır. Erkek öğrenci ve öğreticiler abdest alarak kuran
okuduklarında problem onlar açısından çözülmüş olmaktadır. Ancak bayan
öğretici ve öğrencilerin özel halleri itibariyle sorun abdestle
çözülmediğinden, onların her ay 5-10 gün süreyle Kuran’a dokunmamaları
ve ezberden de olsa Kuran okumaması gerektiği, aksi davranışın günah
hatta haram olduğu kaynaklarda geçmektedir.





Bu çalışmamızla hem abdest konusuna daha da açıklık getirmeyi hem de
konuya delil gösterilen ayetlere getirilen ve toplumda geniş kabul
görmüş yorumların ne derece sağlıklı ve tutarlı olduğunu ortaya koymak
istiyoruz.



Öncelikle takip ettiğimiz yöntemle ilgili kısa bilgi vermek
istiyoruz. Takip edeceğimiz metad eyetleri bütüncül olarak incelemek
olacaktır.



a) Ayet çerçevesinde bütüncül bakış: Ayetin siyak-sibak bağlamını göz önünde bulundurduk.

b) Konu çerçevesinde bütüncül bakış: Konumuzla ilgili ayetleri tam ve
doğru anlayabilmek için konuyla ilgili diğer ayetleri de göz önünde
bulundurduk.

Kuran’a abdestsiz dokunulabilir mi? Yoksa ona dokunmak için mutlaka
abdestli mi olmak gerekir? Şeklindeki tartışmasının kaynağını aşağıdaki
ayet oluşturmaktadır. (Ona temizlenmiş / arınmış olanlardan başkası
dokunamaz) Ancak söz konusu ayet zamir bağlantısıyla kendisinden önceki
iki ayete gönderme yaptığından bu üç ayetle birlikte
değerlendirilmiştir. Bu ayetler şunlardır. Şüphesiz o yüce bir
Kuran’dır, korunmuş bir kitaptır. Ona ancak arınmış / temizlenmiş
olanlar dokunabilir. Bu ayetlerde geçen Kitab-ı Meknün= Korunmuş kitap;
Mutahharun (Arınmış olanlar); Mess (Dokunmak ) lafızları tartışmaların
temelini oluşturan kavramlardır.



Ayetteki “Kitap” ifadesiyle Fatiha süresiyle başlayıp elimizdeki
“Mushaf”mı yoksa nüzul öncesinde Kuran’ın aslının bulunduğu “Levh-i
Mahfuz”mu bu ifadeyle Tevrat-İncil gibi kutsal kitaplar mı veya başka
bir şey mi kastediliyor. “Mutahharun”dan kastedilen melekler midir?
yoksa insanlar mı? “Mess”den maksat bedensel bir temas mıdır yoksa
manevi bir temamıdır? Bu kavramlara farklı anlamlar yükleyerek farklı
sonuçlara ulaşılmıştır. Bazı din bilginleri söz konusu ayetlerden
hareketle Mushaf’a abdestsiz dokunulamayacağı iddiasında bulunurken,
bazıları da bu ayetin başka bir anlam ifade ettiğini savunarak Mushaf’a
abdestsiz dokunulabileceğini söylemişlerdir.


Mushaf’a Abdestsiz Dokunulamayacağı İddia edenlerin Görüşü



Alimlerin Önemli bir kısmı “Kitab-ı Meknun=Korunmuş Kitaptan maksadın
elimizdeki Kur’an olduğunu bu ifadeyle Kuranın sonsuza dek Allah’ın
muhafazası altında olup her türlü tahrif ve değiştirmelerden korunmuş
olduğunu söylemişlerdir. Bu görüşte olanlar “Kuranı biz indirdik onu
koruyacak olan da elbette biziz” (Hicr,15/9) mealindeki ayetle bu
tezlerini desteklemektedirler.

Vakıa süresi 56/79. ayete dayanarak Mushaf’a abdestsiz
dokunulamayacağını savunan alimlerin bu iddiasını teyit için Sünnetten
getirdikleri delil ise Hz. Peygamberin Amr b. Hazm’a “Kuranı temiz
olanlardan başkası tutmasın” diye yazmış olduğu mektuptur. Aynı manada
bir başka hadiste Muaz Bin Cebel ve İbn-i Ömer tarafından rivayet
edilmiştir. Ayrıca bazı sahabiler Kur’ana abdestsiz dokunulamayacağı
gerektiği hususunda Selman-ı Farisi,İbn-i Ömer, Enes Bin Malik görüşler
belirtmişlerdir.



Bu görüşü savunan alimler “La Yemessuhu” daki zamirin Kur’ana ra’ci
olduğunu “Mess” kavramıyla bedensel temasın “Mutahharun” İfadesiyle de
büyük,küçük hadesten temizlenmiş olan insanların kastedildiğini
söyleyerek Mushafa dokunmak için abdestli olmanın şart olduğunu iddia
etmişlerdir. Nitekim Kurtubi, İslam alimlerinin çoğunluğunun Mushafa
abdestsiz dokunulamayacağı kanaatinde olduğunu ifade ederek kendisinin
de bu görüşü tercih ettiğini belirtmiştir.



Bu görüşte olan alimler “La yemessuhu” =Ona dokunmaz” Anlamında ki
haber kipini de “Ona dokunmasın!” anlamında olumsuz bir emir kipi olarak
yorumlamak suretiyle ayetin haber değil, talep manası içerdiğini,
dolayısıyla burada Mushaf’ın abdestsiz tutulmaması gerektiğinin
vurgulandığını iddia etmişlerdir. Müfessir Alüsi Ayetin bağlamının
Kuranın azamet ve yüceliğinin vurgulanmasıyla ilgili olduğunu ifade
ederek Kurana abdestsiz dokunmak onun yüceliğine ve kutsiyetine
saygısızlık anlamına geleceğinden Kuran’a abdestsiz dokunulamayacağına
işaret etmiştir. Elmalılı da söz konusu ayeti bu istikamette
değerlendirerek şöyle diyor: Burada ki “Nefy”, nehiy manasındadır; yani
taharetsiz, kirli eller ona dokunmasın, ancak maddi ve manevi pislikten
temizlenmiş olanlar dokunsun. Bu ayet sebebiyle ki ; Fıkıhta cünüp iken
Kuran okunamayacağı ve abdestli olmayanın Kuran’a dokunamayacağı hükmünü
ortaya koymuştur.

Tarihsel bağlamda egemen olan Mushaf’a abdestsiz olarak
dokunulamayacağı hükmü, günümüz İslam toplumunun halk kesiminde hâlâ
geniş kabul gören ve titizlikle uygulanan bir hüküm olduğu gibi gerek
Türk gerekse de Arap din alimlerinin de savunduğu bir görüştür. Diyanet
yayınlarından olan İslam ansiklopedisinde bu konu şöyle ele alınmıştır.
Kurana dokunmak için abdest almak şarttır.Sünni mezhepler bu konuda
görüş birliği içindedirler.Kurana dokunmak için abdesttin farz olduğu
hükmü (vakıa 56/79) ve sünnette(beylaki, sünen1,87-88) dayanır. Halkın
dini konularda başvuru kaynağı durumunda olan Türkçe ilmihallerde de bu
konu kurana abdestsiz dokunulamayacağı yönündedir. Bunlardan birkaç
örnek vermek gerekirse halk arasında oldukça yaygın olan Mehmet Zihni
Efendinin Nimeti İslam adlı ilmihalinde : “Kurana dokunmak için abdestli
olmak farzdır. Bu hüküm Kuran ayeti para veya duvar üzerine yazılıda
olsa aynen geçerlidir. Yine muteber bir kaynak sayılan Ömer Nasuhi
Bilmenin “Büyük İslam İlmihali” eserinde Kurana dokunmak için Abdestin
farz olduğunu kaydetmektedir. Prof.Dr. Hamdi Döndüren hocamızın
“Delilleriyle İslam İlmihali” eserinde Kuranı kerime el sürmek için
abdestli olmak farzdır. Bir ayetin kağıt, deri, duvar veya para üzerine
yazılı olması da elle tutma bakımından aynı hükme bağlıdır.

Bazı alimlerin ayette geçen taharet kavramından “Hades-i Ekber” ve
“Hades-i Asgarı” anlamaları sonucu Kuran’ı abdestsiz tutulamayacağını
söylemelerine karşın bazıları da bu kavramdan hades-i ekberi anlayarak
Kuranın abdetsiz tutlabilineceğini fakat cünüplük, ve hayız halinde
tutulamayacağı hükmünü çıkarmışlardır. Hanefiler Kurana abdestsiz olarak
çıplak elle dokunulamayacağını ancak kılıf, askı vb. şeylerle
tutulabileceğini ve taşınabilineceğini söylerken Malikiler bu tür
maddelerle bile Kuranın tutulamayacağını ancak çanta, heybe vb. şeylerin
içinde taşına bileceğini söylemektedirler. Gayri Müslimlerde Kuran’a
dokunamazlar.

Kuran’ın Abdestsiz Okunması



Şimdiye kadar Kuran’ın abdestsiz cünüp ve hayız halinde elle
tutulmasıyla ilgili görüşleri sunduk. Şimdi de Kuranın ezbere
okunmasıyla ilgili görüşleri inceleyelim. Mushaf’a dokunmamak şartıyla
ona bakarak ve ya ezberden abdestsiz kuran okumanın caiz olduğu
alimlerin ortak kanaatidir. Mushaf’ın abdestsiz tutulmasına karşı
oldukları halde Kuran’ın abdestsiz okunmasını caiz görenler
abdestsizliğin elde ortaya çıktığını çünkü abdestte eli yıkamanın farz
olduğunu ancak abdestte ağzı yıkamak farz olmadığı için abdestsizliğin
ağza sirayet etmediğini, dolayısıyla abdestsiz kuran okuna bileceğini
caiz görmüşlerdir.



Cünüp ve hayızlı kimsenin Kuran okumasına gelince, bu konuda değişik
görüşler vardır. İmam Ebu Hanife ve Şafii’nin de aralarında bulunduğu
çoğunluk cünüb ve hayızlı olanın kuran okuyamayacağını söylerken
Zahiriler bunu caiz görmüşlerdir. Bazı alimler ayetten bir parça okumayı
caiz görerek tam bir ayeti caiz görmemişlerdir. Çünkü bu görüşte
olanlara göre bir ayetten az olan kısım Kuran sayılmaz. Bu bakımdan
hayızlı kadın Kuran muallimi ise kelime kelime bölerek Kuran öğrete
bilir. Bazı alimlere göre ise Fatiha suresi dua niyetiyle okunabilir.

Kuranın cünüp olarak okunmasını caiz görmeyen alimlerin gerekçeleri
şudur: Nasıl ki abdestsizlik ele geçtiği için Mushaf’ı abdestsiz olarak
elle tutmak caiz değilse cünüplükte ağza geçtiği için cünüb olan
kimsenin ağzıyla kuran okuması caiz değildir.



Kuran’a Abdestsiz Dokunulabileceği Görüşü



Kuran’a abdestsiz dokunulamayacağını iddia eden alimlere karşı Kurana
abdestsiz dokunulabiceğini savunan alimlerde vardır. Bu bilginleri
diğerlerinden farklı olarak böyle bir görüşe yönelten sebeplerin başında
konuya esas olan ayetlerde geçen kavramlara daha farklı anlamlar
yüklemelerinden gelmektedir. Ayrıca bu alimler kurana abdestle dokunmayı
şart koşan hadislerin sahih olmadığını iddia etmektedirler.




Kuran’a abdestsiz dokunulabileceğini iddia eden alimler “Kitab-ı
Meknün” kavramını öncekilerin aksine elimizdeki mushaf olarak değil
Levh-i Mahfuz “el-Mutahharun” kavramını melekler, “Mess” Kavramını da
bedensel bir dokunma değil meleklere has manevi bir temas olarak
anlamaktadırlar. Bu alimler Kitab-ı Meknun’dan maksadın Levh-i Mahfuz
olduğunu Kuranında semadaki bu korunmuş kitaptan indirildiğini
söylemişlerdir. Bu görüş bizzat sahabeden olan ibn Abbas, İkrime, Said
Bin Cübeyr Mucahid, gibi tabiin müfessirlerine nispet edilmiştir. Taberi
ve Razi de bu görüşü benimsemişlerdir.Bu görüş kitabın korunmuşluğu
üzerine oturtulmuştur. Kitaptan maksat ise kuranın kendisinden
indirildiği gökteki asıl nüsha Levh-i Mahfuz anlaşılmıştır. Buna göre
Kuran, adına Levh-i Mahfuz denen bu kitapta kendisine zarar verecek cin,
şeytan gibi şer güçlerden ve kem gözlerden korunmuştur. Özel
“Mukarrabin” Melekler hariç hiç kimse ona ulaşamaz, dokunamaz, zarar
veremez. Zaten ayetin nuzül sebebi bu görüşü desteklemektedir. Kureyş
kafirleri Hz. Peygamber tarafından kendilerine indirilen ilahi kelamı
“Bu Muhammed’in kendi uydurması veya cin ve şeytanların ona telkin
ettiği bir sözdür diyerek” yalanlamışlardır. İşte bu ayetler de
müşriklerin yalanlamalarına reddiye olarak inmiştir. Nitekim başka bir
ayette şöyle buyrulmaktadır: “Kuranı şeytanlar indirmedi. Bu onların işi
değildir. Zaten güçleri de buna yetmez. Onlar vahyi işitmekten
kesinlikle uzak tutulmuşlardır.”(Şuara 26/210-212) Bu görüşü
savunanların başında gelen Taberi konuyla ilgili birçok rivayeti
zikretmesine rağmen “Kitabı Meknun”un elimizdeki Kuran
“el-Mutahharun”un da abdestli insanlar olduğuna dair hiçbir rivayet ve
görüşe yer vermemekle ve Katade’nin “Allah katında ona sadece temiz
olanlar dokunabilir Dünyada ise necis olanda, mecusi olanda, münafık
olanda dokunabilir. ” sözünü nakletmekle bu ayetlerin kurana abdestsiz
dokunmakla bir alakasının bulunmadığını işaret etmek istemiştir. Aynı
görüşü benimseyen Razi de konuyu şöyle açıklamaktadır: Kafirler
Hz.Muhammet bunu uydurdu o bu sözü kendinden uyduruyor, diyorlardı.
Cenabı Hak Kuran okunandır, Peygamber onu okumuştur. Uydurmamıştır
deyince onların iddialarını çürütmüştür. Bunun üzerine onlar “Eğer bu
Kuran ona okunmuş ise bu cinlerin sözüdür” deyince Cenabı hak “o
kitaptandır” buyurmuştur ki buda melek onu kitaptan aldıktan sonra
indirmiştir. O halde bu Kuran cinlerin sözü değil demektir. Razi devamla
şöyle demektedir: Onun Kuran olarak nitelendirilmesi “Muhammet bunu
kendi uyduruyor” diyenlere “Kitaptadır” ifadesi “Onu Muhammede cinler
okuyor diyenlere”, “meknun” ifadeside “Bu öncekilerin masallarıdır
diyenlere” bir reddiyedir.

İbn Hazm da “Layemessuhu illel mutahharun” ayetinin Kuranı abdestsiz
veya cünüb olarak tutulamayacağına bir delil olamayacağını Çünkü bu
ayetin bir emir değil haber manasını ifade ettiğini söyleyerek bazı
alimlerin bu ayeti lafız itibariyle haber kipi mana itibariyle emir kipi
olduğu yolundaki değerlendirmelere karşı çıkmıştır. “Bu haber kipini
emir kipi şekline çevirmek için ya açık bir nas yada kesin bir içma
gerekir.” İbn Hazm devamla Kuranı temiz olanında, olmayanında tuttuğunu,
ona dokunduğu bir gerçek olduğuna göre Allah elimizdeki Kuranı değil
başka bir kitabı kastetmiştir. “Buradaki Mutahharundan maksat gökteki
meleklerdir” demektedir.

“Kitab-ı Meknun” kavramından hareketle ortaya konan bir başka görüşte
şudur. Burada korunmuş kitaptan maksat Hz Muhammede vahyedilen kuranın
yazılıp saklandığı ve özenle korunduğu levhalardır. Mutahharundan maksat
ise vahiy katipleri olup bu ayetlerde nazil olan vahiy parçalarının
vahyi yazan vahiy katiplerince özenle korunduğunu ve saklandığı
vurgulanmaktadır. Bu amaçla Hz Muhammedin Kuranın düşman eline geçmemesi
için onun düşman yurduna götürülmesini yasakladığı rivayet
edilmektedir.Kuran vahyini yazan vahiy katiplerinin abdestli oldukları
iddia edilemez.Çünkü abdestin Medine’de nazil olan Maide süresinin 6,cı
ayetiyle farz kılındığı bilinmektedir. Vakıa suresi Mekki olduğuna
göre, Mekke’deki vahiy katiplerinin abdestsiz olduğu kesindir. Burada
vurgulanması gereken asıl tema şudur: Birbirinden farklı olan bu
görüşlerin tamamı Kuran’ın korunmuşluğu üzerinde odaklanmıştır.

DEĞERLENDİRME

İlk önce abdestsiz tutulamayacağını iddia edenlerin görüşlerini ele
alalım. Söz konusu ayetlerden böyle bir mana çıkaran alimlere göre
ayetin manası şöyle olmaktadır: “Şüphesiz ki o, her türlü ve
değiştirmelerden korunmuş ve ancak abdestli olanların dokunabileceği
Mushaf’ta bulunan Bir Kurandır”. Alimleri bu tür düşünceye sevk eden
temel neden onların “Kuran” lafzına yükledikleri anlamdan
kaynaklanmaktadır. Bu konuda Kuran kavramını alimler Kuranın baştan sona
tamamı şeklinde anlamışlardır. Halbuki bu ayette gecen kuran kavramı o
güne kadar inmiş ayetleri kapsamakta idi. Burada Kuran kavramının o
dönem içinde değişik anlamlara geldiği bir gerçektir. Ayette geçen kuran
kavramının elimizdeki yazılı Mushaf’la eşitleyerek Mushaf’a abdestsiz
dokunulamayacağı görüşlerin oluşumunda Kuranın sözlü bir hitap değil de
yazılı bir metin olarak algılama yanılgısının payı büyüktür. Kuranın
indiği toplumu göz önünde bulundurmak gerekirse Kuranın bir ümmi topluma
indiği görülecektir. Böyle bir toplumda Kuranı yazılı bir metin olarak
algılamak büyük yanılgılara sebep olmaktadır. Kuranın yazılı metin
olmadığının başka kanıtı ise Kuranın ilk ayeti olan “İkra” oku ayeti
bunu açıkça ifade eder. Kuran konusundaki tartışmaları buraya almıyoruz.
(Kuran konusundaki tartışmalar ve farklı anlamlar için
bakınız:Buhari,Megazi; Müslim, Hac, Elmalılı, Mebahis fi Ulumi’l-Kuran,
İstanbul)

Kurana abdestsiz dokunulamayacağını savunan alimlerin farklı
yorumladıkları başkabir kavram ise “Mess” kavramıdır. Sözlükte dokunmak,
temas etmek anlamına gelen bu kavram burada bedensel bir temas olarak
doğru değildir. Kuranın bütünlüğü içerisinde ele alındığında daha çok
manevi anlamda ve mecazi bir anlam örgüsü içerisinde kullanıldığı
görülmektedir. Mess kavramı Kuranda insanın başına gelen iyilikler,
kötülükler ve ona isabet eden hayır ve şer için kullanılmaktadır. Şu
ayet bu kavramın manevi anamda olumlu ve olumsuz şekilde kullanılışına
en çarpıcı bir örnektir. İnsan kendisine kötülük dokununca
bağırır;feryat eder;ama hayır ve nimet dokununca pinti kesilir’’. Ayrıca
şu ayetler de bu kavramın ma’nevi anlamda bir teması ifade ettiğinin
bir kanıtıdır: ‘’cehennemin dokunuşunu tadın’’ (kamer, 54/48); ‘’onlara
sıkıntılar ve belalar dokundu’’(bakara, 2/214);’’ bana dert dokundu’’
(enbiya, 21/83); ‘’size karada bir zarar dokunduğu zaman …’’(isra,
17/68);’’şeytan bana bir yorgunluk ve azap dokundurdu.’’(sat, 38/41).
Kurandaki Mess kavramı görüldüğü gibi maddi dokunmadan ziyade manevi
anlamda hayır veya şer dokunması anlamına gelmektedir..



Bu ayette geçen “Mutahharun” kavramı alimlerce bedensel temizlik
(abdest) anlamında kullanılmıştır. Fıkıh kitaplarında her ne kadar bu
kavram abdest temizliği olarak algılansa da ayetin ifade ettiği anlam
itibariyle “şirk, ve manevi pisliklerden temizlenmiş” anlamına daha
uygun düşmektedir. Kuranda “Mutahharun” kavramının bu anlamda
kullanıldığıda olmuştur. Kötü huylardan temizlenmek (Bakara, 2/257)
Günahlardan temizlenmek (Tevbe 9/108) Ruh temizliği (Müddesir, 74/4)



Burada dikkatimizi çeken en önemli husus “Taharet” kavramının kuranda
abdest karşılığı olarak kullanılmamış olmasıdır. Oysa Kuranda abdest
için herhangi bir terim kullanılmayarak belli organların yıkanması ifade
edilmektedir. Daha öncede belirttiğimiz gibi ayete bu anlamı verirsek
ayetin anlamı şöyle olmaktadır. “Kuranı ancak abdestli olanlar
tutabilir.” Halbuki ayetin nazil olduğu zamanlarda Kuranın yazılı bir
metin olmadığını yukarıda belirtmiştik. Bu ayeti bugünün gözüyle değil
nazil olduğu ortamı dikkate alarak yorumlamak bizi doğru bir anlayışa
götürebilir kanaatindeyim. Çünkü Kuran kronolojik olarak doğrudan ilk
muhatap topluma hitap etmektedir. O halde bu toplumun içinde bulunduğu
konjonktürü dikkate almak gerekmektedir. Bu konjonktür kuranın
içeriğine etki edecek kadar güçlüdür. Buna göre kuran her ne kadar
semavi olsa da dünyevi içerikli olduğundan arizi sayılır. Bunu daha çok
Mekki Medeni ayetlerin içeriğinden anlayabiliriz. Kuran ayetleri
insanların ihtiyaçlarına cevap vermek için iniyordu. Bu bakımdan bu
ayeti yorumlarsak söz konusu toplumun ortada olmayan kurana dokunma
isteği uyanmış yüce Allah kurana abdest alarak dokunmalarını emretmiş
olmalıdır. Yine aynı toplumun kuranın yok olup,değiştirilip tahrif
edileceğini mi söylüyordu ki; Kuran buna cevap versin. Konjöktörun
gerektirdiği ve benzeri sorulara uyğun olmayan yorumlar, müşrik toplumun
iddialarına cevap olamayacağından ayetin doğru tefsiride
olamayacaktır. Bir ayeti en doğru ve en iyi biçimde nazil olduğu ortam
tefsir eder.




Ayetin yanlış tefsir edilmesi sonucunda kurana abdestsiz dokunulması
ancak kılıf,atkı,bez gibi şeylerle tutulmasının caiz olabileceğini hatta
daha da ileri gidilerek sandık,heybe gibi eşyalarla taşınabileceğini
söylemeleri onların kişisel yorumlarına bağlıyoruz. Yirminci yüzyılda
heybe sandık gibi eşyaları insan elinden temiz saymak günümüz insanı
tarafından şiddetle yadırganmaktadır. Aynı alimler kuranın abdestsiz
tutulamayacağını iddia etmelerine karşın kuranı abdestsiz okumaya cevaz
vermişlerdir. Gerekçeleri ise fetvalarından daha büyük bir gaf olarak
nitelendiriyoruz. Abdestsizlik elde ortaya çıktığı için elle kuran
tutulamaz ağızda ortaya çıkmadığı için tutulabilir. Zira abdestte
ellerin yıkanması farzdır ağzın yıkanması farz değildir. Böyle bir
yaklaşım kurana tamamen formel ve mekanik yaklaşım sergilemektedir.
Halbuki abdest ve gusül olayı sadece bedensel bir temizlik olmayıp aynı
zamanda manevi bir temizliktir. Eğer siz abdesti tamamen formel ve
mekanik kabul ederseniz teyemmüm abdestini nasıl izah edersiniz? Kuran’a
dokunmak için abdest alırken acaba eller dışında
ayakların,başın,yüzlerin,kolların yıkanmasını kurana dokundurmak için mi
yıkıyorlar? Yoksa sadece elleri yıkamak yeterli mi? Bu alimlerin bu
konudaki görüşlerini kurana saygı telakkisine bağlıyoruz. Tabii kurana
ne kadar şekilci yaklaşımın ortaya çıkardığı tutarsızlığı da ortaya
koyuyoruz. Şimdi konumun dışında en çok tartışma yaratan bölümüne geçmek
istiyorum.



Cünüplük ve hayız halinde kuran okunur mu? Kuran okunamayacağı
hükmüne gelince bazı alimlerin bir yandan bu görüşte olup diğer yandan
kurandan bir ayetin bir bölümünü okumaya cevaz vermişler arkasından
fatiha süresini dua niyetiyle okunabileceğine hükmetmişlerdir. Burada
sanki kuranı kandırmak istemişler bu durumda kuran okumak isteyenlere
kuranı harf harf okuya bileceklerini söyleyerek bu günahtan sakındırmak
istemişlerdir. Örneğin Fil suresini okumak isteyen biri
(e-lem-te-ra-key-fe-…)gibi okursa günah olmaz. Fakat aynı kişi
(elemterakeyfe…) şeklinde okursa günahkar olur. Niye? Çünkü kuran
okuyor. Allahın kelamını okudu diye adamı günaha soktuk.. Burada acaba
kuranın tek kelimelik ayetlerini nasıl okuyacaklar.
(yasin-,nun-,kaaf-,gibi) ayetleri nasıl okuyacaklar? Kuranın bir ayetini
yarısına kadar okunmasını caiz görüp Üç-beş kelimeden oluşan ayetleri
caiz görmemek gülünç bir durumdur.

Bir meseleye önce yasak deyip arkasından da şu veya bu şekilde onay
vermek hayatın taleplerine bağdaşmayan teorilerin pratik hayatta
geçersizliğini kabullenmek demektir. Bir konu tabi seyrinden çıkarılıp
zorlaştırılarak makul çizginin ve hayat gerçeklerinin dışına itilince bu
defa hile-i şeriyye mantığı ile suni yasaklar, insan gerçeğinin zorunlu
talepleri karşısında delinmek ve aşınmak gibi kesin ve değişmez bir
kuralla karşılanır. Bu insan yapısının bir gerçeği olarak karşımıza
çıkar.



Sünnet açısından konuya bakış; Kurana abdestsiz dokunulmayacağı
görüşünü savunanların hadisten delilleri Hz.Muhammedin “Temiz olmayan
kurana dokunmasın” (malik el-Mevatta Kuran-1) hadisidir. Bazı alimler
sadece “Muvatta”da yer bu hadisin sağlıklı bir nakle dayanmadığını ifade
etmişlerdir. Zaten böyle bir hadis günün şartlarına aykırılık teşkil
ediyordu. Ortada kuran olmadığından hz.Muhammedin böyle hadis rivayet
etmesi mümkün değildir. Cünüplük ve hayz halinde kuran okunmasını
yasaklayanların ileri sürdükleri hadis ise İbn-i Ömerin rivayet ettiği
“Hayızlı kadın ve cünüb olan kimse kuran okuyamaz” hadisidir.(Tirmizi
Sünen) Ancak Ahmet b. Hanbel ve İbn-i Hacer bu hadisin kesinlikle zayıf
olduğunda birleşmişlerdir. İbn-i hazm da bu konuda birçok hadis olduğunu
ve hapsinin zayıf olduğunu belirtmiştir.(elmuhalla) konuyla ilgili
olarak buhari İbn-i Abbastan “Cünübün kuran okumasında Nehainin; Hayızlı
kadının kuran okumasında bir sakınca yoktur” sözlerini ve Resulüllah
hertürlü halinde Allahı zikrederdi. Hadisini rivayet etmiştir.Konumuz
kurana dokunma olduğundan bu kadarını özetlemekle yetiniyoruz.



Gayrimüslimlerin temiz olmadıkları gerekçesiyle kuranı
tutamayacakları yönündeki görüşe gelince bu görüşü de kabul etmiyoruz.
Bu konuda Hz. Peygamberin Rum kralı Herakl’e yazdığı mektup da ehli
kitabı İslam’a çağıran ayet yazılıdır. Buda kuranı gayri Müslimlerin
tutabileceğinin caiz olduğunun nass ile delilidir. Kuran’ın genel
yapısına bakıldığında onların kurandan istifade edebilecekleri açıktır.




Böylece Kuran’ın ne tutulması nede okunması için sahih bir hadisin
olamadığı ortaya konmuştur. Buna karşın abdestin sadece namaz için
emredildiğine dair sahih hadisler bulunmaktadır. “Ben ancak namaza
kalktığım zaman abdest almakla emrolundum” Hz.Peygamber abdest almadan
yemeğe oturmasını yadırgayan bir sahabeye “Ben namaz mı kılmak istiyorum
ki abdest alayım”(Muslim Kitabul hayz) demiştir. Hz.Ömerin abdestsiz
Kuran okumasına itiraz eden kişiye “abdestsiz Kuran okunmaz diye sana
kim fetva verdi? Yalancı peygamber Müseylime mi?” diye çıkıştığı hadis
kitaplarında yazılıdır.(Malik el-Muvatta). Bukonuda Hüseyin Atay şöyle
diyor: Bazı fakih ve alimler kendi anlayışlarına göre Kurana daha büyük
kutsallık vermek amacıyla ona dokunmak için çok ağır şartlar ileri
sürdüler. Böylece kuranı rafa kaldırdılar. Millette Kuran’a dokunmamak
için güzel kılıflar, inci işlemeli raflar, süslü kaseler ve işlemeli
özel kılıflar yaparak onu rafa kaldırdılar. Bu süretle kuran
okunamaz,dokunulamaz,tutulamaz yaptılar.Kuran okunabilmesi için abdest
alıp kıbleye dönüp diz çökerek, rahleye konarak okunmasını en büyük
saygı ve ibadet saydılar. Onun manasını anlamanın en büyük ibadet
olduğunu söylemediler,anlaşılamayacağını ilan ettiler. Bu suretle kuran
onların kafasında anlaşılmaz, erişilmez, kutsal bir kitabın adı olarak
nakşedildi. Onu anlamamak, anlamadan sözlerini söylemek en iyi
Müslümanlık inancı sayıldı. Bunun için onu ölülere okunan mezar kitabı
yaptılar.(Hüseyin Atay Kurana göre araştırmalar)



İncelemekte olduğumuz ayetleri “Levhi Mahfuz” merkezli
yorumlayanların görüşlerini inceleyelim. Öncelikle şunu belirtelim ki
“Kiab-ı Meknunu” “Levhi Mahfuz olarak yorumlamak isabetli değildir.
Çünkü bu ayetlerin üzerinde durduğu konu vahyin metafizik alana ait
gaybi boyutu değil, müşahade alanına ait fonksiyonel boyutudur. Vahyin
pratikte insanı ilgilendiren aklın idrak faaliyeti alanına giren yönü de
burasıdır.




Bu bağlamda söz konusu ayetleri vahyin geldiği kaynak anlamında
Levh-i Mahfuz ve bu kaynakla ilişkili olan özel ( Mukarrabin) melekler
olarak yorumlamak hem vahyin fonksiyonel boyutu hem de nüzul esnasındaki
konjonktüre uygun düşmemektedir. Çünkü vahye muhalefet eden müşrik
toplum, vahyin metafizik boyutunu Allah’ın kudret ve uluhhiyyetini, ve
gayb alemindeki egemenliğini inkar etmiyordu. Onların sorunu Levhi
Mahfuzdaki Kuran değil bizzat Hz.Muhammed’e inen ve yeryüzündeki
insanları ilgilendiren Kuran idi. Onlar peygamberi yalanlıyorlar ve “bu
okuduğun Allah’ın kelamı değil, senin uydurmandır” diyorlardı.(Örneğin,
Müddesir 74/25 Hicr 15/6-7 ) Allah hiçbir beşere vahiy indirmemiştir.
(Enam 6/91) “Allah’ımız eğer bu senin katından indirdiğin bir vahiy ise
başımıza taş yağdır, yahut bize büyük bir azap ver diyorlardı. Böyle bir
ortamda anlamlı olan muhatapların itirazı neye ise ona açıklık
getirmektir. Bu ayetlerde bir taraftan “bu yüce bir okumadır” denilerek
yeryüzüne inmiş olan kuranın ilahi vahiy olduğunu onun yüceliği ve
saygınlığını vurgularken, diğer taraftan “Siz bu vahyimi
yalanlıyorsunuz” dinilerek müşriklerin takındıkları olumsuz tavır dile
getirilmektedir. Böylece inkarcılar kınanmakta ve onların kuranı
yalanlamaları ve inanma sorunları vurgulanmaktadır.

Ayetlerin anlamlarından görüleceği gibi bu ayetlerde nüzul öncesi
ayetlerin korunmuşluğu değil Peygambere vahyedilen vahyin gerçekliğini
inkar eden müşriklerin yerinmesi ve kınanması söz konusudur. Bu
ayetlerde vahyin kaynağı değil, sonucu, gökyüzü ve melekler değil,
yeryüzü ve insanlar söz konusudur. Durum böyleyken yeryüzüne inmiş olan
vahyi ifade eden “Kitabı Meknun” kavramını, gökyüzündeki levhi mahfuz
olarak ve yeryüzüne inmiş olan bu vahiyden, insanın yararlanmasının ön
şartını ifade eden “el-Mutahharun” kavramınıda gökteki melek olarak
yorumlamak isabetli değildir. Bu ayetlerin vahyin saklanıp gizlendiği
metafizik alemle değil, fizik aleme inmiş vahyin sonucuyla ve ona karşı
sergilenen inkarcı beşeri tavır ve nankörce yaklaşımla ilgilidir. Zaten
bu ayetlerin yer aldığı surenin konusu da Allah’ın bir lütfü sonucu
insanların yeryüzünde sahip olduğu nimetleri yalanlaması nasıl akıldışı
ve nankörce bir yaklaşım ise, yine Allah’ın gönderdiği vahyin
yalanlanması da aynı değerde nankörlük sayılmaktadır.Durum böyleyken
bazı müfessirleri “Kitabı Meknun” kavramını Levhi mahfuz olarak
yorumlamaya sevk eden birinci etken “Kitap ve Meknun” kavramını sözlük
anlamında değerlendirmeleridir. Bilindiği gibi bir kelime anlam
kazanması için bulunduğu yerdeki anlamına göre değerlendirilir. Bu durum
göz ardı edilerek bir kelimenin sözlük anlamı ön plana çıkartılırsa
ayetin bağlamı ve anlam örgüsü dikkate alınmayacağından, ayetin anlamı
değil kelimenin anlamı tefsir edilmiş olur. Buda mananın lafza tabi
olması demektir. Aslolan lafzın manaya tabi olmasıdır.

Bu ayetlere getirilen yorumların biride “Kitab-ı Meknun” kavramını
“Tevrat” “el-Mutahharun” kavramını da Tevratı koruyup saklayan, ona özen
gösteren “Ehl-i Kitab” olarak açıklayan görüştür. Çünkü daha önce de
izah ettiğimiz gibi bu ayetlerde “korunmuş birkitab” söz konusu
değildir. Buradaki “kitap-ı Meknun” bize ğöre korunmuş, saklanmış kitap
anlamında değil, sağlan,katıksız, yüce vahiy anlamındadır. Ayrıca bu
ayetlerin anlam örğüsünün Tevrat ve Ehl-i Kitab’la bir ilgisi
bulunmamaktadır. Çünkü bu ayetler Kur’an ‘ın ilk nüzel dönemi olan mekke
döneminde Hz. Peygamber’e karşı çıkanlar Tevrat’ın mensubu olan
Yahudiler değil, Mekke müşrikleri idi. Müşrikler ise Kuran’a karşı
çıktıları gibi, Tevrat’a da inanmıyorlardı. Aslında onlar genel anlamda
Allah’ın bir beşeri peygamber seçerek ona vahiy göndermesini kabul
etmiyorlardı.

Budurama göre müşriklere Tevrat’tan bahsetmenin ne anlamı ne
olabilirdi? Şayet bu ayetlerde müşrikler değil de ehli kitap söz konusu
olsaydı o takdirde Tevrat’tan bahsetmek anlamlı olabilirdi. Ancak biz
biliyoruz ki Hz. Peygamber ehli kitap muhalefetiyle Mekke’de değil
Medine de karşılaşmıştır. Bir başka hususta şudur: Kuranın nüzulü
döneminde Mekke’de elde korunmuş yazılı bir tevrat varmıydı? Bunu kesin
olarak belemiyoruz. Ancak şu kesinlikle bilinmektedir ki Ogün için elde
yazılı bir Tevrat olsa bile bu Tevrat’ın orijinal dili olan ibranice
yazılmış bir Tevrat’tır. Çünkü o zamanlar ne eski nede yeni ahidin
Arapça çevirileri henüz yapılmamıştır.



SONUÇ



Kur’an’ın bütünlüğü içinde ve giriş bölümünde ifade ettiğimiz
yöntemle konumuz olan ayetleri incelediğimizde, müfessirlerin çoğunun
hilafına bir kanaate ulaştık
ki o da şudur: vakı’a 56/78. ayette geçen
”Kitab-ı meknün”den maksat, bizim kanaatimize göre ne bazı müfessirlerin
dediği gibi ”Levh-i mahfüz”dur,ne diğerlerinin dediği gibi elimizdeki
Kur’an dır. Bu ayete ifade edilmek istenen şey Kur’anın uydurma bir
beşer sözü olmayıp vahiy yoluyla yer yüzüne ulaşmış ilahi bir kelem
olduğudur. Zaten bu tema kur’anın temel konularından birisi olup bir çok
ayetle ifade edilmiştir. Örneğin necm,53/2-4 bakara, 2/2 ayete “bu
kitabın ilahi bir vahiy olduğundan hiç şüphe yoktur” şeklinde ifade
edilmiştir. Bu manada kuranı kerimde bir çok ayet vardır.

Ayete geçen “el-Mutahharun” kavramını ise ne önceki (78.)ayete “levhi
mahfuz” diye mana verenlerin söyledikleri gibi “gök deki melekler” dir.
Nede ayete elimizdeki Kur’an şeklinde tefsir edenlerin söyledikleri
gibi elimizdeki kur’an dır.el mutaharun kavramıyla ifade edilen
“temizlenmiş/arınmış” olanlardan maksat abdest,gusül gibi maddi ve
formel anlamda bedensel olarak temizlenmiş olanlar değil bu ifade ile
kastedilen temizlik manevi,ruhi bir temizliktir. Burada söz konusu
kavramın kuar’an bütünlüğünde ifade ettiği manalar dikkate alınırsa bu
temizlikten maksadın “iman” olduğu anlaşılacaktır. Kur’an-ın şirk ve
küfürde ısrar ederek iman yoluyla kendini temizlemeyenler için
pis/necis/kirli/ ifadelerini kulanmaktadır.(Tevbe,9/28) buna göre ayetin
manası “şirk ve küfürden uzaklaşarak Kur’an’ı kabul edip ona olumlu ve
ön yargısız yaklaşanlar,yani iman edenler ancak bu Kur’an’dan
yararlanabilirler.” Demektir. Nitekim ünlü arap filoloğu ve kuran dil
bilimcisi Ferra ayete geçen “mess” kavramına istifade etmek/yararlanmak;
“Mutahharun” kavramına da iman manası vererek bu ayeti şöyle
yorumlamaktadır. “Kur’an’dan faydalanıp zevk alanlar ancak ona inananlar
dır.”




Kuranı kerime baktığımızda değişik uslub ve kelimelerle bu manayı
ifade eden çok sayıda ayet görürüz. Örneğin “Bu kitap ancak
sorumluluğunu edenler için yol göstericidir. (Bakara 2/2) “Kuran ancak
inananlar için yol gösterici ve onlar için ruhi bir şifadır. (Fussilet
41/44) “Bu kitap güzel iş yapanlar için rahmet ve yol göstericidir.
(Lokman 31/3) Bu ayetlere dikkat edilirse birbirine yakın manalar ifade
eden “muttakin” mü’min” “muhsinin” gibi kavramlar kullanılmıştır. Bunun
gibi “mutahharun” kavramıda bunlardan biridir. Buna karşın Kuranın
“kafirler için” (Hakka 69/50) “Zalimler için” (İsra 17/82) “Şakiler
için” A’la 87/11) Bir yük ve sıkıntı olduğunu ifade etmektedir.



Burada üzerinde durulması gereken konu şudur: Bu temayı işleyen
ayetlerin anlam örgüsü ve mana akışı iki boyutlu olup bunlardan birisi
“icabi” yani kuranı kabul edenlerin, ondan istifade edeceği boyut,
diğeri ise “selbi” kuranı inkar edenlerin ondan yararlanamayacağı
boyuttur. İşte incelemekte olduğumuz (Vakıa, 56)77-79) ayetlerde bu
özelliği taşıyan ayetlerdir..



Salim SADAN


http://www.1bilgi.com/page/979

************************
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
huzeyfe
Süper Moderatör
huzeyfe


Mesaj Sayısı : 7719
Rep Gücü : 18108
Rep Puanı : 23
Kayıt tarihi : 27/03/09

KURANA ABDEST Lİ DOKUNMA (56/79) Ayetinin Tefsiri-La yemessuhuu illelmutahharun ayetinin abdest'le ilgisi yoktur..M.İslamoğlu Empty
MesajKonu: Geri: KURANA ABDEST Lİ DOKUNMA (56/79) Ayetinin Tefsiri-La yemessuhuu illelmutahharun ayetinin abdest'le ilgisi yoktur..M.İslamoğlu   KURANA ABDEST Lİ DOKUNMA (56/79) Ayetinin Tefsiri-La yemessuhuu illelmutahharun ayetinin abdest'le ilgisi yoktur..M.İslamoğlu Icon_minitimePerş. Ağus. 11, 2011 11:47 am

MUSHAFA ABDESTSİZ DOKUNMA MESELESİ


Doç. Dr. Ali AKPINAR*

Kur'ân'a abdestsiz dokunulabilir mi?

Kur'ân'a abdestsiz dokunulamaz, hükmünün dayanağı nedir?

Kur'ân'a abdestsiz dokunulamayacağına dair ayet var mıdır?

Kur'ân'a abdestsiz dokunulamayacağı konusunda referans olarak gösterilen ayette geçen Kitab, Meknûn, Mess, Mutahhar kelimelerinin Kur'ân bütünlüğü içerisinde anlamları nedir?

Söz konusu ayet nerede ve ne için inmiştir, hüküm ifade eder mi?

Bu ayetten kimler nasıl hüküm çıkarmışlardır?

Kitaba temiz olarak dokunmanın anlamı nedir?

Levh-i Mahfuzdaki Kitab'dan maksat nedir?

Levh-i Mahfuzdaki kitaba temiz olanlardan başkasının dokunmamasının bize anlatılmasındaki hikmet nedir?

Müslüman olmayanlara Kur'ân mesajı nasıl ulaştırılacak ve onların Kelamullahı dinlemeleri nasıl mümkün olacaktır?

http://serzeyrek.tr.gg/Abdestsiz-Kuran-h-a-Dokunma.htm

.....................................................

Ona arınmış olanlardan başkası dokunmaz. Ayette
geçen 'mess' kelimesi maddî dokunma anlamına geldiği gibi manevî
dokunma anlamına da gelmektedir. Mess kelimesi, tıpkı Lems kelimesi gibi
ele alma, tutma, yoklama, karışma, mütalaa etme, isteme anlamlarına da
gelir.
[sup][29][/sup][29] Kur'ân'da Lems kökü, bir şeyi talep etme, yoklama[sup][30][/sup][30], elle dokunma[sup][31][/sup][31], ve kadınlara dokunma, cima[sup][32][/sup][32] anlamlarında kullanılmıştır. Mess kökü ise bela ve musibetin dokunması[sup][33][/sup][33], azabın / ateşin dokunması[sup][34][/sup][34], şeytanın / vesvesesinin dokunması[sup][35][/sup][35], Allah'a yorgunluk dokunması[sup][36][/sup][36] ve kadınlara dokunma / cima[sup][37][/sup][37] anlamlarında kullanılmıştır. Görüldüğü üzere her iki kök de Kur'ânda maddi ve manevi dokunmalar için kullanılmışlardır.
Tuhr kökü ise, manen temiz / seçkin olma, kalblerin arındırılması[sup][38][/sup][38], maddi kirlerden arınma ve arındırma[sup][39][/sup][39], suyla temizlenme[sup][40][/sup][40], cünüplükten temizlenme[sup][41][/sup][41], hayızdan temizlenme[sup][42][/sup][42] anlamlarında
kullanılmıştır. Görüldüğü üzere kök hem maddi ve hem de manevi temizlik
ve arınmalar için kullanılmıştır. Hatta ayetlerin hepsinin hem cismânî /
maddi temizlik, hem de nefsânî / manevî temizliğe hamletmek de
mümkündür.[sup][43][/sup][43]


Bu
cümle ya Levh-i Mahfuz anlamındaki 'Kitab'ın sıfatıdır, ya da Kur'ãn-ı
Kerîm'in diğer bir sıfatıdır. İlk ihtimale göre arınmış olanlardan kasıt
meleklerdir. İbn Abbas, İkrime, Mücahid, Said b. Cübeyr, Cabir b. Zeyd, Ebû Nüheyk, Ebu'l-Aliye, Enes b. Malik gibi
pek çok kişi bu görüştedir. Onlardan kastın Tevrat ve İncil'i
taşıyanlar, yahut melekler ve peygamberler gibi günahlardan arınmış
kişiler olduğu da söylenmiştir. Taberî de arınmışlar kelimesinin, günahlardan arınmış herkese şamil olduğunu tercih eder.
[sup][44][/sup][44] Ebu'l-Âliye şöyle der: "Ayette geçen arınmışlardan kasıt meleklerdir, yoksa siz günahkarlar değilsiniz."[sup][45][/sup][45] Meleklerin
arınmışlığı ise, şehvet, günah ve pisliklere bulaşma gibi insânî
özelliklerden uzak olmalarıdır. Onların ona dokunmaları ise, ona muttali
olmaları, onu bilmeleri anlamınadır.[sup][46][/sup][46] Ayet,
nüzul ortamı ve konuyla ilgili olarak daha önce inen ayetler bağlamında
düşünüldüğünde bunun, en isabetli görüş olduğunu söyleyebiliriz.


Cümlenin
Kur'ânın sıfatı olması ihtimaline göre ise, arınmış olanlardan kasıt,
cumhura göre gusülsüzlük ve abdestsizlikten arınmış olmaktır. İbnü'-Sâib bunun şirkten ari olmak, er-Rabi' b. Enes günah ve hatalardan arınmış olmak, Muhammed b. Fudayl ve Abede tevhid ehli olmak, el-Ferrâ iman etmek olarak açıklamıştır.
[sup][47][/sup][47] el-Ferrâ, Kur'ân'ın tadını, günahlardan arınmış olanlardan başkası alamaz, diye anlamıştır. Buharî'de de 'Lâ
yemessühü' (Ona dokunmaz) ifadesini şöyle açıklamıştır: "Yani onun
tadını ona inanmayandan başkası alamaz ve ondan yararlanamaz.."[sup][48][/sup][48] Ebubekir b. Arabî şunları söyler: Bu görüş doğru bir görüştür, fakat aklî bir zorunluluk ve naklî bir delil yokken lafzın zahirinden ayrılmaktır.[sup][49][/sup][49]


Buna
göre ayetin manası, Kur'ân'a ancak bu iki çeşit hadesten temiz olanlar
dokunabilir, olur.
Bu anlayışa göre ayetin başındaki nefiyden kasıt
nehiydir. Yani, ona bu iki hadesten arınmış olanlardan başkası
dokunmasın demektir. Bir görüşe göre cümlenin başındaki 'Lâ' nefiy değil
nehiy lamıdır. Buna göre 'yemessühü' deki damme de irab dammesi olmayıp
kendinden önceki harfin harekesine uymak için gelmiş dammedir. Râzi bu
görüşün pek sağlam olmadığını söylemiştir. Zaten Abdullah b. Mesûd ayetin başındaki 'Lâ'nın nefi için olduğunu belirtmek için ayeti "Mâ yemessühü illel mütahharûn" diye okumuştur.
[sup][50][/sup][50] İbn Atiyye, ayetteki
cümlenin nehiy olarak değerlendirilmesinin doğru olmadığını söyledikten
sonra gerekçesini şöyle açıklar: Bu cümle nefi haber cümlesi olduğunda,
kendisinden sonra gelen 'Tenzîlün..' cümlesi gibi sıfat cümlesi olması
uygun düşer. Ama biz bu cümleyi nehiy inşaî cümle olarak
değerlendirdiğimizde, uslüb açısından kendisinden sonraki sıfat
cümlesinin arasında böyle bir nehiy cümlesinin bulunması şık ve güzel
olmaz.[sup][51][/sup][51]


Öte
yandan bu cümlenin Kur'ân'ın sıfatı olarak değerlendirildiğinde, ona
dokunabilecek arınmış olanlardan kasıtın insanlar değil yine melekler
olduğu da söylenmiştir. Bu anlayışa göre mana şöyle olur: Bu Kur'ân,
alemlerin Rabbinin katındayken ona tertemiz meleklerden başkası
dokunamaz; ama sizin yanınıza inince ona müşrik, münafık, kirli, pis
herkes dokunabilmektedir. Nitekim İmam Malik bu ayetle ilgili olarak şöyle demiştir
[sup][52][/sup][52]:
Bu ayetle ilgili olarak duyduğum en güzel yorum şudur: Yücelerden inen
bu kitaba arınmış olanlardan başkası dokunamaz. Bu ayet, Abese
suresindeki şu ayetlere paralel manadadır: "Hayır hiç
de öyle değil! Doğrusu o bir öğüttür. Dileyen onu öğüt kabul eder. O,
kutsal kılınmış, yüceltilmiş, arınmış sahifeler üzerindedir. İyi
kimseler, saygı değer elçilerin elindedir."
[sup][53][/sup][53]


Bir
başka yaklaşıma göre ise, bu cümle Kur'ân'ın bir sıfatı olup ayet,
şirkten arınmış olanlardan başkası Kur'ân'ı istemez, demektir. Ayette
geçen 'mess' kelimesi 'lems' anlamına da gelen bir kelimedir. Lems ise
"Doğrusu biz göğü yokladık (lemesnâ)"
[sup][54][/sup][54] ayetinde
istemek anlamında kullanılmıştır. Buna göre ayetin anlamı şöyledir:
Gereğini yerine getirmek için Kur'ân'ı, şirk kirlerinden arınmış
olanlardan başkası arzulamaz. Âlûsî bu görüşü serdettikten sonra şöyle der: "Seleften böyle bir görüşü seslendiren hiç kimse görmedim."[sup][55][/sup][55] Görüldüğü
üzere her ilim adamı, ayetten çıkarak itediği hükme göre ayeti anlamış
ve ona göre de ayeti yorumlamıştır. Özellikle son görüşler, büyük
ölçüde, ayetten işaret yoluyla çıkarılabilecek hükümlere bina
edilmiştir.


Alemlerin Rabbi tarafından indirilmiştir.
Bu cümle de Kur'ân'ın bir başka sıfatı olup, onun diğer ilahî
kitapların aksine peyderpey indiğini anlatmaktadır. Onun indirilişi ise,
Yüce Allah'ın onu Cibril'e öğretmesi ve onu ezberleyerek Hz. Peygambere
öğretmesi ve onun da ümmetine öğretmesini ona emretmesi demektir.[sup][56][/sup][56]


Ayetler şu ayetlerle paralel manadadır: "Görebildikleriniz
ve göremedikleriniz üzerine yemin ederim ki, Kur'ân şerefli bir elçinin
getirdiği sözdür. O, şair sözü değildir; ne az inanıyorsunuz! Kahin sözü de değildir; ne az düşünüyorsunuz! Kur'ân,
alemlerin Rabbinden indirilmedir. Eğer o (Muhammed), Bize karşı, ona
bazı sözler katmış olsaydı, Biz onu kuvvetle yakalardık, sonra onun şah
damarını koparırdık. Hiçbiriniz de onu koruyamazdınız. Doğrusu Kur'ân
Allah'a karşı gelmekten sakınanlara bir öğüttür."
[sup][57][/sup][57]

Kur'ân'a
abdestsiz dokunulamayacağına dair hukukçularımız neredeyse görüş
birliği içerisindedirler. Onlar, Kur'ân'a ancak onu öğrenmek gibi
zorunlu bir durumda abdestsiz dokunulabileceğini, bir kısmı da ibadet
için dokunulabileceğini söylemişlerdir.
[sup][58][/sup][58] Fakat
bu ayetlerin bu hükümleri vaz' etmek için gelmediği açıktır. Yukarda
serdedilen tüm ihtimaller değerlendirildiğinde bu net bir şekilde
anlaşılır. Şöyle ki, ayette geçen Kitab'dan kastın Kur'ân olduğu ve
arınmışlardan kastın da müminler olduğu farzedilse bile, mana onu ancak
iyi niyetli temiz kalpli kimseler anlayabilir; imanla tanışmamış kirli
gönüller onun mesajını anlayamazlar, demek olur. Zaten ilim
adamlarımızın tercih ettiği görüş ayette geçen Kitab'dan maksadın Levh-i
Mahfuz ve meleklerin elindeki Kitab olduğudur. Buna göre meleklerin
elindeki o kitaba onlardan başkası dokunamaz. Bu görüşün öne çıkmasının
pek çok sebebi vardır. Bunlardan bir kaçı şöyledir:


1- Bir kere ayet, Kur'ân'ın şeytanlar tarafından indirildiği şeklindeki müşrik iddialarını çürütmek üzere gelmiştir.

2- Öte
yandan bu ayet Mekke'de inmiştir. Mekke'de inen ayetlerde ise
genellikle tevhid, peygamberlik ve ahiret konuları işlenmiş olup ahkâm
ile ilgili konulara çok fazla yer verilmemiştir. Hele ilerde
kitaplaşacak olan bir şeye dokunmanın haramlığına dair detay bir konunun
Mekke'de inmiş bir surede yer alması düşünülemez. Ayetin bağlamından,
ayetlerin vakıayı haber vermek için geldiği, yoksa helal haram
prensipler koymak için gelmediği açıkça anlaşılmaktadır. Dolayısıyla
ayetin Mushafa abdestsiz dokunulmaz gibi bir hüküm koymak için inmediği
ortadadır.


3- Kur'ân
peyderpey indiği için, bu ayetlerin indiği Mekke döneminde henüz mushaf
oluşmamıştı ki, ona abdestiz dokunulup dokunulmayacağı söz konusu
edilsin. Vakıa suresinin Hz. Ömer'in müslüman olduğu yıl olan Nübüvvetin
5. yılından önce Tahâ suresinden sonra indiği söylenmiştir.[sup][59][/sup][59] Dolayısıyla
eğer Hz. Ömer'in müslüman olduğu sırada kızkardeşinin evinde okunan
ayetlerin Tahâ suresi ayetleri olduğu rivayeti doğru kabul edilirse, Hz.
Ömer'e, kızkardeşinin 'önce temizlen sonra Kur'ân'a dokun. Çünkü ona
arınmış olanlardan başkası dokunmaz' demesi Vakıa suresi ayetinden
esinlenerek söylenmiş bir söz değildir. Zira o sırada henüz bu ayet
inmemiştir. Nüzul sırasına göre Vakıa suresi 46. suredir. Başka bir
deyişle konumuz olan bu ayetler indiğinde müslümanların elinde çoğu kısa
surelerden oluşan ve bugünkü mushaf sayfasıyla yüz sayfa kadar tutan
Kur'ân ayetleri vardı ki bu o gün için hiç kimsenin elinde tek bir forma
halinde bir araya getirilmiş de değildi.


4- Bu
ayetlerde Yüce Allah, Kitabın korunmuşluğundan bahsetmektedir. Bu ise
onun gözlerin görmesinden ve insan elinin ulaşmasından korunmuş olması
demektir. Nitekim ayeti açıklarken Kelbî "O şeytanlardan korunmuştur" derken, Ebu İshak "O semada korunmuştur" der. Mücahid ise, "Ona toz toprak dokunamaz" der. Bugün insanların elindeki mushafa toz toprağın dokunduğu ise aşikardır. Bu konuda Katade şunları
söyler: "Kur'ân'a arınmışlardan başkasının dokunamaması, onun alemlerin
Rabbinin katında ikendir. Yoksa sizin elinizdeki mushafa pis müşrikler,
mecûsiler ve münafıklar dokunabilmektedirler."[sup][60][/sup][60] Nitekim yukarda geçen pek çok ayette Kur'ân'ın Allah katındaki bu korunmuşluğu net bir biçimde açıklanmıştı.


5- Yanısıra 'Ona arınmış olanlardan başkası dokunamaz'
cümlesi ihbârî bir cümle olup emir-yasak bildirmemekte ve bir olguyu
haber vermektedir. Onun emir-yasak bildiren inşâî bir cümle olarak
yorumlanması ancak bir gerekçe ile mümkündür ki, böyle bir gerekçe de
yoktur. Asıl olan ise lafızları hakikat manasına hamletmektir.


6-
Ayetten kasıt 'arınmış olan insanlardan başkası dokunamaz' olsaydı,
'mütahharûn' kelimesinin yerine 'mütetahhirûn' kelimesinin kullanılması
gerekirdi.[sup][61][/sup][61] Çünkü
'mütahherûn' arınmışlığı başkasından olan, 'mütetahhirûn' ise
arınmışlığı kendisine dayanan demektir. Nitekim şu ayette ikinci kelime
kullanılmıştır: "Allah şüphesiz daima tevbe edenleri sever, temizlenenleri (mütetahhirîn) de sever."[sup][62][/sup][62] İnanın arınması ise taamen kendisine bağlıdır, Oysa Kur'ân'ın arınmışlığı Yüce Allah'ın onu koruması iledir.


7- Eğer
ayetle kastedilen elimizdeki mushaf olsaydı, onun korunmuşluğunun çok
fazla bir anlamı olmazdı. Çünkü neden Kur'ân örtülü, gizli saklı bir şey
olsun ki?!


8- Yine
ayetten kasıt elimizdeki Kitap olsaydı, ayetten önce bu kadar yemin ve
tekidlerin gelmesine gerek kalmazdı. Çünkü insanların elindeki kitap ve
sözler hak ve batıl her şeyi kabul edebilir. Ama Allah katındaki Kitab'a
haktan başka bir şey karışamaz. İşte bu gerçeği bildirmek için ayetten
önce yemin ifadeleri gelmiştir.[sup][63][/sup][63]


O
halde ayet, Kur'ân'ın Allah katından indiğini, onun şeytanların
müdahale edemeyeceği şekilde korunmuş olduğunu, ona ancak tertemiz ve
şerefli meleklerin muttali olabileceğini anlatmak ve bu meyanda
serdedilen iddialara cevap vermek için gelmiştir.


c. Ayetten 'Mushafa abdestsiz dokunulmaz' Hükmünü Çıkaranlar

1-Mekkî Ayetlerden Çıkarılan Hüküm Örnekleri:

Ötedenberi
hukukçularımız Mekke'de inen ve hatta geçmiş toplumların hayat
hikayelerinden bahseden ayetlerden fıkhî hükümler çıkarmışlardır. Başka
bir ifadeyle onlar muhkem Kur'ân ayetlerinden hareketle pek çok hükümler
çıkardıkları gibi; zahip oldukları bir kısım görüşlerini Kur'ân
ayetleriyle temellendirmeye çalışmışlardır. Çünkü Kur'ân öncekilerin ve
sonrakilerin ilmini bağrında barındıran, kuru yaş tüm her şeyi
içerisinde bulunduran kitap
[sup][64][/sup][64] olarak algılanmıştır. Bu yüzden "Kur'ân çalkalandıkça yağı çıkan bir süt dolu kap gibidir"[sup][65][/sup][65] denilmiştir.

Mekke'de inen, geçmiş peygamber ve kavimlerin kıssalarıyla ilgili ayetlerden hüküm çıkarma ile ilgili şu örnekleri verebiliriz:

Mekke'de 55. sırada inen Enâm suresi 90. ayetinde geçen, "İşte bunlar (daha önce gönderilmiş olan peygamberler) Allah'ın doğru yola eriştirdikleridir, onların yoluna uy" cümlesinden, "Hakkında nesh varid olmadıkça bizden öncekilerin şeriati bizim de şeriatimizdir" hükmü çıkarılmıştır.[sup][66][/sup][66]

Mekke'de 52. sırada inen Hûd suresi 61.ayetinde geçen, "Semud
kavmine kardeşleri Salih'i gönderdik. 'Ey kavmim! Allah'a kulluk edin;
O'ndan başka tanrınız yoktur; sizi yeryüzünde yaratıp orayı imar
etmenizi dileyen O'dur' dedi"
cümlesinden "Yeryüzünü imar etmenin vücubu" çıkarılmıştır.
[sup][67][/sup][67]

Yine Hud suresi 69. ayetinde geçen "And
olsun ki, elçilerimiz müjde ile İbrahim'e geldiler. 'Selam sana'
dediler, 'Size de selam' dedi, hemen kızartılmış bir buzağı getirdi."
cümlesinden "Misafire ziyafet vermenin meşruiyyeti" çıkarılmıştır.
[sup][68][/sup][68]

Yine Hud suresi 82. ayetinde geçen
"Buyruğumuz gelince oraların (Lut kavminin yurtlarının) altını üstüne
getirdik; üzerine Rabbinin katından, işaretli olarak yığın yığın sert
taş yağdırdık."
cümlesinden "eşcinsellerin taşlanabileceği" hükmü çıkarılmıştır.
[sup][69][/sup][69]

53. sırada Mekke'de inen Yusuf suresi 10. ayetindeki "İçlerinden
biri, 'Yusuf'u öldürmeyin, onu bir kuyunun derinliklerine bırakın.
Böyle yaparsanız yolculardan onu bulup alan olur' dedi."
cümlesi "Buluntu çocukla ilgili hükümler"in dayanağı sayılmış ve yine aynı surenin 19. ayeti olan "Bir
kervan geldi, sucularını gönderdiler; sucu kovasını kuyuya saldı,
'Müjde! İşte bir oğlan' dedi. Yusuf'u alıp onu ticari bir mal olarak
sakladılar. Oysa Allah yaptıklarını bilir."
ayetinden buluntu çocukla ilgili çeşitli hükümler çıkarılmıştır.
[sup][70][/sup][70]

Yine Yusuf suresi 17. ayeti olan "Akşam
üstü ağlayarak babalarına geldiklerinde: 'Ey babamız! İnan olsun biz
yarış yapıyorduk; Yusuf'u eşyamızın yanına bırakmıştık; bir kurt onu
yedi. Her ne kadar doğru söylüyorsak da sen bize inanmazsın' dediler."
ifadelerinden "Yarışmaların ve sportif faliyetlerin meşruiyyeti" çıkarılmıştır.
[sup][71][/sup][71]

Yine Yusuf suresi 55. ayeti olan "Yusuf: 'Beni memleketin hazinelerine memur et, çünkü ben korumasını ve yönetmesini bilirim' dedi. " cümlesinden, "Kendisine güvenen bir kimsenin görev istemesinin caizliği" çıkarılmıştır.[sup][72][/sup][72] Yine
aynı ayetten hareketle, haktan ayrılmadan çalışacağına güvenen
dirayetli bir müslümanın, facir yahut kafir bir yöneticinin maiyetinde
çalışabileceğini söyleyen hukukçular olmuştur.[sup][73][/sup][73]


Yine Yusuf suresi 84. ayeti olan "(Yakub) Onlara sırt çevirdi, 'Vah, Yusuf'a yazık oldu!' dedi ve üzüntüden gözlerine ak düştü. Artık acısını içinde saklıyordu." ifadesinden "Ölü üzerine ağlamanın caizliği" çıkarılmıştır.[sup][74][/sup][74]

69. sırada Mekke'de inen Kehf suresi 60-62. ayetlerindeki "Musa,
genç arkadaşına: 'Ben iki denizin birleştiği yere ulaşmağa, yahut
yıllarca yürümeye kararlıyım' demişti. İkisi, iki denizin birleştiği
yere ulaşınca, balıklarını unutmuşlardı, balık bir delikten kayıp denizi
boyladı. Oradan uzaklaştıklarında Musa, yanındaki gence: 'Azığımızı
çıkar, and olsun bu yolculuğumuzda yorgun düştük' dedi. "
ibarelerinden,
"Hizmetçi kullanmanın caizliği, ilim için yolculuk yapmanın
müstehablığı ve yolculuk için azık almanın tevekküle ters düşmeyeceği"
gibi hükümler çıkarılmıştır.
[sup][75][/sup][75]

45. sırada Mekke'de inen Tahâ suresi 12. ayeti olan "(Ey Musa!) Ben şüphesiz senin Rabbinim; ayağındakileri çıkar; çünkü sen, kutsal bir vadi olan Tuva'dasın" ifadesinden, "Mabedlerde yalınayak yürümenin ve bulunmanın müstehab olduğu" hükmü çıkarılmıştır.[sup][76][/sup][76]

Yine Taha suresi 40. ayetinde geçen "Harun, 'Ey Anamoğlu! Saçımdan sakalımdan tutma!.." ibaresinden, "Saçı uzatma ile sakal koymanın müstehablığı çıkarılmıştır.[sup][77][/sup][77]

73. sırada Mekke'de inen Enbiya suresi 78. ayetinde geçen "Davud ve Süleyman da kavmin koyunlarının yayıldığı bir ekin hakkında hüküm veriyorlarken, Biz onların hükmüne şahittik." ifadelerden,
"Hükümlerde ictihadın caizliği, müctehidin ictihadında hata etse bile
sevap kazanacağı, hakimin daha isabetlisini gördüğü zaman verdiği hükümden dönebileceği" gibi hükümler çıkarılmıştır.
[sup][78][/sup][78]

48.
sırada Mekke'de inen Neml suresi 20-26. ayetlerinde anlatılan Hz.
Süleyman'ın Hüdhüd kuşunu haberleşmede kullanmasından, "Hayvanları
eğitmenin caizliği" çıkarılmıştır.
[sup][79][/sup][79]

49. sırada Mekke'de inen Kasas suresi 26. ayetinde geçen "İki kadından biri: 'Babacığım! Onu ücretli olarak tut; ücretle tuttuklarının en iyisi bu güçlü ve güvenilir adamdır' dedi." ibaresi, icarenin meşruiyyetine delil olarak kullanılmıştır.[sup][80][/sup][80]

Yine Kasas suresi 27. ayetinde geçen "Kadınların babası: 'Bana sekiz yıl çalışmana karşılık bu iki kızımdan birini sana nikahlamak istiyorum..' dedi."
ifadesinden, "Kız babalarının faziletli kişilere, kızlarıyla
nikahlanmayı teklif etmelerinin müstehab olduğu" hükmü çıkarılmıştır.
[sup][81][/sup][81]

84. sırada Mekke'de inen Rum suresi 21. ayetindeki "İçinizden,
kendileriyle huzura kavuşacağınız eşler yaratıp; aranızda muhabbet ve
rahmet var etmesi, O'nun varlığının belgelerindendir."
cümlesinden, "Cinlerle evlenmenin caiz olmadığı" hükmü çıkarılmıştır.
[sup][82][/sup][82]

58. sırada Mekke'de inen Sebe' suresi 13. ayetinde geçen "(Cinler)
Süleyman için, o ne dilerse, mabedler, heykeller, büyük havuzlara
benzer çanaklar va taşınması güç kazanlar yaparlardı."
ifadesinden "Resim yapmanın caizliği" çıkartılmıştır.
[sup][83][/sup][83]

Verilen
bu örneklerde çıkarılan hükümlerin bir kısmı başka hüküm ifade eden
naslarla da desteklenmiştir. İlim adamlarımızın bu örneklerdeki hüküm
çıkarma keyfiyeti de tartışılabilir. Fakat sonuçta değişik mezheblere
mensup ilim adamları, Mekke'de inen bu ayetlerden çeşitli hükümler
çıkartabilmişlerdir. Zaten Medine'de inen ayetlerin tamamı "Ahkam
ayetleri" cümlesinden sayılmadığı gibi, Mekke'de inen ayetlerin tümünü
Ahkam ayetlerinin dışında saymak tutarlı bir yaklaşım değildir. Ahkam
ayetlerinin sayısı konusunda farklı görüşlerin olması da bu tezimizi
desteklemektedir.
[sup][84][/sup][84]

2. Vakıa Surei Ayetlerinden 'Abdestsiz Mushafa Dokunulmaz' Hükmünün Çıkarılması:

İşte
bunun gibi Mekke'de inen Vakıa suresinin bu ayetlerinden de 'Mushafa
abdestiz dokunulamayacağı'na dair hükümler ilk dönemden itibaren
çıkarılagelmiştir. Başka bir deyişle daha ilk dönemden itibaren ayet,
Mushafa abdestsiz dokunulamaz hükmüne referans olarak gösterilmiştir. Şu
örnekler bunu ortaya koymaktadır:


Bir yolculuk sırasında abdest bozduktan sonra arkadaşlarının yanına gelen Selman-ı Farisî 'ye arkadaşları, "Bir su bulsak da abdest alıp bizlere Kur'ân okusan!" dediklerinde o, "Ben mushafa dokunacak değilim. Çünkü ona temiz olanlardan başkası dokunmaz."


Doç. Dr. Ali AKPINAR*





YAZININ TAMAMINI OKUMAK İÇİN TIKLAYINIZ




http://serzeyrek.tr.gg/Abdestsiz-Kuran-h-a-Dokunma.htm
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
KURANA ABDEST Lİ DOKUNMA (56/79) Ayetinin Tefsiri-La yemessuhuu illelmutahharun ayetinin abdest'le ilgisi yoktur..M.İslamoğlu
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» Başı açık,adetli kuran ezberleme dokunma
» Kurana Göre 5 VAKİT NAMAZ
» Kurana Göre Mümin Ve Munafığın alametleri
» Kurana Göre Kâinatın Yaratılışı f. gülen
» kurana geçme ..cüz bitirme SERTRİFAKALARI..katılım belgesi

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
KUTLU FORUM :: İslami ilimler ve dini kültür :: Kuran-Tefsir-
Buraya geçin: