| KUTLU FORUM Bilgi ve Paylaşım Platformuna Hoş Geldiniz |
|
| KURANA ABDEST Lİ DOKUNMA (56/79) Ayetinin Tefsiri-La yemessuhuu illelmutahharun ayetinin abdest'le ilgisi yoktur..M.İslamoğlu | |
| | Yazar | Mesaj |
---|
huzeyfe Süper Moderatör
Mesaj Sayısı : 7719 Rep Gücü : 18108 Rep Puanı : 23 Kayıt tarihi : 27/03/09
| Konu: KURANA ABDEST Lİ DOKUNMA (56/79) Ayetinin Tefsiri-La yemessuhuu illelmutahharun ayetinin abdest'le ilgisi yoktur..M.İslamoğlu Perş. Ağus. 11, 2011 11:36 am | |
| https://www.facebook.com/video/video.php?v=2086614239541
(56/79) Ayetinin Tefsiri
ELMALILI HAMDİ YAZIR TEFSİRİ: 5Maide/6-“Ey iman edenler! Namaz kılmaya kalktığınız zaman, yüzlerinizi ve dirseklere kadar ellerinizi yıkayın. Başlarınızı meshedin, iki topuğa kadar da ayaklarınızı yıkayın…” AÇIKLAMA: …Sahabeden Alkame b. el-Feğra demiştir ki: “Bu âyeti ininceye kadar Resullullah su dökmüş (küçük abdestini yapmış) olursa, abdest almadıkça ne konuşur, ne de selam alırdı. Biz söyleriz, o söylemez, biz selam veririz, o vermez ve almazdı.” Yani Ebu Hayyan’ın da naklettiği üzere Resullulllah, bu âyetten önce abdestsiz bir iş yapmak şöyle dursun, söz bile söylemezdi. Şu halde bunun inişi abdestin her işi için değil, namaz için farzolduğunu açıklamakla Resulullah’a bir ruhsat ifade etmiştir.Anılan sefer, ifk (iftira) kıssasının ortaya çıktığı Benî Mustalik Gazvesi olduğuna, bunun da hicrî altıncı sene şaban ayında Hudeybiye seferinden önce vuku bulunduğuna göre bu âyet, Mâide sûresinin ilk inen âyetlerinden ve hatta bu sûrenin Hudeybiye’den sonra inmiş olduğu söylendiğine göre inişinin başlangıcı olan ilk âyeti demek olur.
SÜLEYMAN ATEŞ-KUR’AN-I KERÎM TEFSİRİ: 56Vakıa/79-Ayette kasdedilen melekler olduğu için, insanların, Kur’an’ı abdestsiz tutmalarında bir sakınca yoktur.
Selman-ı Farisi gibi bazı sahabiler, kitabı meknun’un, levh-i mahfuz olduğunu, ona dokunan temizlerin de melekler olduğunu ve ayetin, Kur’an’ı abdestli olarak tutmakla bir ilgisi bulunmadığını söylemiştir. Katade: “Allah katında ona kimse dokunamaz, fakat bu dünyada ona pis, mecusi, münafık da dokunur, el sürer” demiştir.
DİYANET TEFSİRİ: “56/75-80. İbn Abbâs, Davud b. Ali, İbn Hazm ve Şevkânî gibi âlimler âyetin mushaf ile değil levh-i mahfuz ile ilgili olduğunu, abdestli olmayanın mushafa dokunmasını meneden hadisin de sahih olmadığını yahut sahih olsa bile orada müşriklerin kastedildiğini ileri sürerek abdestli olmayan, cünüp ve âdet halindeki kimselerin mushafa dokunmasını ve onu okumasını câîz görmüşlerdir. Zaten İmâm Mâlik gibi İslâm âlimleri Kur’an eğitim-öğretiminin ve sıkıntıya yol açan durumların ayrı mütâlâa edilmesi gerektiğini gösteren fetvalar vermişlerdir.
TEFHİMU’L-KUR’AN TEFSİRİ-MEVDÛDÎ: 56Vâkıa/77-79. “İlla’l-Mutahharun” (Temiz olanlar hariç) Yani Kur’an’ın vahyolunmasına, nüzulüne, değil şeytanların müdahale etmesi, tahir (temiz) olan meleklerden başkası onun yanına dahi yaklaşamaz. Melekler için “mutahharûn” ifadesinin kullanılmasının nedeni, Allah’ın onları her türlü kötülükten arınmış varlık kılmış olmasıdır. Bu ayeti, Enes bin Malik, İbn Abbas, Said bin Cübeyr, İkrime, Mücahid, Katade, Ebu-l Aliye, Süddî, Dahhak ve İbn Zeyd yukarıda açıkladığımız şekilde yorumlamışlardır. Nitekim ayetin siyak ve sibakından da aynı anlam çıkmaktadır. Görüldüğü gibi bu ayetten, “Kur’an’a abdestsiz dokunmak yasaktır” şeklinde fıkhi bir hüküm çıkarmak doğru değildir ve açıkça ayetin nüzul sebebinin de bu olmadığını söyleyebiliriz.
FİZİLAL´İL KUR`AN TEFSİRİ-S.KUTUB: 56Vâkıa/79. Yeryüzünde bu Kur’an’ı temizler de, pisler de, mü’minler de, kafirler de elleyebilirler. Tefsir bilgini İbn-i Kesir bu hadisler hakkında şöyle diyor: “Bu hadisler Zehri ve başkaları tarafından aktarılmıştır. Böyle bir aktarma zincirine güvenerek getirdikleri sözleri delil olarak kullanmamız doğru değildir. Bu hadisi Darekudni Amr b. Hazm’e, Abdullah b. Ömer’e ve Osman b. Ebul As’a dayandırarak aktarmıştır. Ama her üçünün aktarma zincirlerinde de tartışılabilir halkalar vardır.
KURTUBÎ TEFSİRİ: 56/79. Enes ve Said b. Cübeyr şöyle demişlerdir: Bu kitaba ancak günahlardan arınmış, temizlenmiş kimseler olan melekler el sürebilir. Onlardan başkası el süremez, demişlerdir. Ebu’l-Âliye ve İbn Zeyd de böyle demişlerdir: Bunlar meleklerin elçileri ile Âdemoğullarının rasûlleri gibi günahlardan tertemiz edilmiş kimselerdir. Onu indiren Cebrail de tertemizdir. Kendilerine bunu ulaştırdığı elçiler de tertemizdir.
el-Kelbî şirkten, er-Rabi b. Enes büyük ve küçük günahlardan (temizleniniş olanlar el sürebilir), diye açıklamışlardır.
Bir diğer açıklamaya göre “Ona ancak tam anlamı ile temizlenmiş kimseler” ancak muvahhidler “el sürebilir* onu okuyabilir, demektir. Bu açıklamayı da Muhammed b. Fudayl ile Abde yapmışlardır.
el-Ferra dedi ki: Onun tadını, faydasını ve bereketini ancak tam anlamıyla temizlenmiş olan kimseler alabilirler. Bundan maksat da Kur’ân-ı Kerim’e iman edenlerdir,
et-Huseyn b. el-Fadl dedi ki: Onun tefsirini ve te’vilini ancak yüce Allah’ın şirk ve münafıklıktan tertemiz edip arındırdığı kimse bilebilir. Ebu Bekr el-Verrak dedi ki: Gereğince amel etmeye ancak bahtiyar kimseler muvaffak kılınır. Anlamın: Onun sevabına ancak müminler ulaşabilir, şeklinde olduğu da söylenmiştir. Bu açıklamayı Muâz, Peygamber (sav)’dan da rivayet etmiştir…
el-Hakem, Hammad ve Davud b. Ali’den rivayete göre; müslümanın ve kâfirin abdestli ya da abdestsiz Kur’ân’ı taşımasının ya da ona el sürmesinin bir sakıncası yoktur. Ancak Davut; Müşrik bir kimsenin Kur’ân’ı taşıması caiz değildir, demiştir. Onlar buna mubah derken Peygamber (sav)’ın Kayser’e mektup göndermesini delil göstermişlerdir. Ancak bu bir zaruret konusudur, bunda delil olacak bir taraf yoktur.
FAHREDDİN RAZİ-TEFSÎRU’L-KEBÎR: 56/79. Mutahherün Kimlerdir? Cenâb-ı Hakk’ın, “tam bir surette temizlenmişolanlardan başkası…” ifadesine gelince, bunlar melekler olup, Allah onları ta başlangıçta temizlemiş ve onları, bütünömürleri boyunca da böyle bırakmıştır. Bundan muradşayet “hades – abdest bozma” olmuş olsaydı, o zaman (illâ’l-mütetahherûne) ve hâ’nın şeddesiyle (illâ’l-muttehherûne)dan başkası ona dokunmaz” duyurulurdu.
***************************
KURAN’A ABDESTSİZ DOKUNULUP DOKUNULAMAYACAĞI PROBLEMİ
Sözlü bir hitap olan ilahi kelam Kuranın yazıya geçirilerek teknik anlamda kitaplaşmış şekline Mushaf diyoruz. Kutsal kelamı ihtiva eden bu Mushaf’a abdestsiz dokunulup dokunulamayacağı daha ilk zamanlardan itibaren tartışma konusu olmuştur. Tefsir kaynaklarında hadis mecmualarında ve özellikle fıkıh kitaplarında bu tartışma uzun uzadıya yer almıştır. Günümüzde bu tartışma hala sürmekte olup ilim adamları konuyla ilgili olarak ortaya net bir görüş koymayarak bu durum halk arasında çeşitli tartışmalara ve sıkıntılara sebep olmaktadır. Özellikle kuran öğreniminin yapıldığı yerlerde bu sıkıntı daha yoğun olarak yaşanmaktadır. Erkek öğrenci ve öğreticiler abdest alarak kuran okuduklarında problem onlar açısından çözülmüş olmaktadır. Ancak bayan öğretici ve öğrencilerin özel halleri itibariyle sorun abdestle çözülmediğinden, onların her ay 5-10 gün süreyle Kuran’a dokunmamaları ve ezberden de olsa Kuran okumaması gerektiği, aksi davranışın günah hatta haram olduğu kaynaklarda geçmektedir.
Bu çalışmamızla hem abdest konusuna daha da açıklık getirmeyi hem de konuya delil gösterilen ayetlere getirilen ve toplumda geniş kabul görmüş yorumların ne derece sağlıklı ve tutarlı olduğunu ortaya koymak istiyoruz.
Öncelikle takip ettiğimiz yöntemle ilgili kısa bilgi vermek istiyoruz. Takip edeceğimiz metad eyetleri bütüncül olarak incelemek olacaktır.
a) Ayet çerçevesinde bütüncül bakış: Ayetin siyak-sibak bağlamını göz önünde bulundurduk.
b) Konu çerçevesinde bütüncül bakış: Konumuzla ilgili ayetleri tam ve doğru anlayabilmek için konuyla ilgili diğer ayetleri de göz önünde bulundurduk.
Kuran’a abdestsiz dokunulabilir mi? Yoksa ona dokunmak için mutlaka abdestli mi olmak gerekir? Şeklindeki tartışmasının kaynağını aşağıdaki ayet oluşturmaktadır. (Ona temizlenmiş / arınmış olanlardan başkası dokunamaz) Ancak söz konusu ayet zamir bağlantısıyla kendisinden önceki iki ayete gönderme yaptığından bu üç ayetle birlikte değerlendirilmiştir. Bu ayetler şunlardır. Şüphesiz o yüce bir Kuran’dır, korunmuş bir kitaptır. Ona ancak arınmış / temizlenmiş olanlar dokunabilir. Bu ayetlerde geçen Kitab-ı Meknün= Korunmuş kitap; Mutahharun (Arınmış olanlar); Mess (Dokunmak ) lafızları tartışmaların temelini oluşturan kavramlardır.
Ayetteki “Kitap” ifadesiyle Fatiha süresiyle başlayıp elimizdeki “Mushaf”mı yoksa nüzul öncesinde Kuran’ın aslının bulunduğu “Levh-i Mahfuz”mu bu ifadeyle Tevrat-İncil gibi kutsal kitaplar mı veya başka bir şey mi kastediliyor. “Mutahharun”dan kastedilen melekler midir? yoksa insanlar mı? “Mess”den maksat bedensel bir temas mıdır yoksa manevi bir temamıdır? Bu kavramlara farklı anlamlar yükleyerek farklı sonuçlara ulaşılmıştır. Bazı din bilginleri söz konusu ayetlerden hareketle Mushaf’a abdestsiz dokunulamayacağı iddiasında bulunurken, bazıları da bu ayetin başka bir anlam ifade ettiğini savunarak Mushaf’a abdestsiz dokunulabileceğini söylemişlerdir.
Mushaf’a Abdestsiz Dokunulamayacağı İddia edenlerin Görüşü
Alimlerin Önemli bir kısmı “Kitab-ı Meknun=Korunmuş Kitaptan maksadın elimizdeki Kur’an olduğunu bu ifadeyle Kuranın sonsuza dek Allah’ın muhafazası altında olup her türlü tahrif ve değiştirmelerden korunmuş olduğunu söylemişlerdir. Bu görüşte olanlar “Kuranı biz indirdik onu koruyacak olan da elbette biziz” (Hicr,15/9) mealindeki ayetle bu tezlerini desteklemektedirler.
Vakıa süresi 56/79. ayete dayanarak Mushaf’a abdestsiz dokunulamayacağını savunan alimlerin bu iddiasını teyit için Sünnetten getirdikleri delil ise Hz. Peygamberin Amr b. Hazm’a “Kuranı temiz olanlardan başkası tutmasın” diye yazmış olduğu mektuptur. Aynı manada bir başka hadiste Muaz Bin Cebel ve İbn-i Ömer tarafından rivayet edilmiştir. Ayrıca bazı sahabiler Kur’ana abdestsiz dokunulamayacağı gerektiği hususunda Selman-ı Farisi,İbn-i Ömer, Enes Bin Malik görüşler belirtmişlerdir.
Bu görüşü savunan alimler “La Yemessuhu” daki zamirin Kur’ana ra’ci olduğunu “Mess” kavramıyla bedensel temasın “Mutahharun” İfadesiyle de büyük,küçük hadesten temizlenmiş olan insanların kastedildiğini söyleyerek Mushafa dokunmak için abdestli olmanın şart olduğunu iddia etmişlerdir. Nitekim Kurtubi, İslam alimlerinin çoğunluğunun Mushafa abdestsiz dokunulamayacağı kanaatinde olduğunu ifade ederek kendisinin de bu görüşü tercih ettiğini belirtmiştir.
Bu görüşte olan alimler “La yemessuhu” =Ona dokunmaz” Anlamında ki haber kipini de “Ona dokunmasın!” anlamında olumsuz bir emir kipi olarak yorumlamak suretiyle ayetin haber değil, talep manası içerdiğini, dolayısıyla burada Mushaf’ın abdestsiz tutulmaması gerektiğinin vurgulandığını iddia etmişlerdir. Müfessir Alüsi Ayetin bağlamının Kuranın azamet ve yüceliğinin vurgulanmasıyla ilgili olduğunu ifade ederek Kurana abdestsiz dokunmak onun yüceliğine ve kutsiyetine saygısızlık anlamına geleceğinden Kuran’a abdestsiz dokunulamayacağına işaret etmiştir. Elmalılı da söz konusu ayeti bu istikamette değerlendirerek şöyle diyor: Burada ki “Nefy”, nehiy manasındadır; yani taharetsiz, kirli eller ona dokunmasın, ancak maddi ve manevi pislikten temizlenmiş olanlar dokunsun. Bu ayet sebebiyle ki ; Fıkıhta cünüp iken Kuran okunamayacağı ve abdestli olmayanın Kuran’a dokunamayacağı hükmünü ortaya koymuştur.
Tarihsel bağlamda egemen olan Mushaf’a abdestsiz olarak dokunulamayacağı hükmü, günümüz İslam toplumunun halk kesiminde hâlâ geniş kabul gören ve titizlikle uygulanan bir hüküm olduğu gibi gerek Türk gerekse de Arap din alimlerinin de savunduğu bir görüştür. Diyanet yayınlarından olan İslam ansiklopedisinde bu konu şöyle ele alınmıştır. Kurana dokunmak için abdest almak şarttır.Sünni mezhepler bu konuda görüş birliği içindedirler.Kurana dokunmak için abdesttin farz olduğu hükmü (vakıa 56/79) ve sünnette(beylaki, sünen1,87-88) dayanır. Halkın dini konularda başvuru kaynağı durumunda olan Türkçe ilmihallerde de bu konu kurana abdestsiz dokunulamayacağı yönündedir. Bunlardan birkaç örnek vermek gerekirse halk arasında oldukça yaygın olan Mehmet Zihni Efendinin Nimeti İslam adlı ilmihalinde : “Kurana dokunmak için abdestli olmak farzdır. Bu hüküm Kuran ayeti para veya duvar üzerine yazılıda olsa aynen geçerlidir. Yine muteber bir kaynak sayılan Ömer Nasuhi Bilmenin “Büyük İslam İlmihali” eserinde Kurana dokunmak için Abdestin farz olduğunu kaydetmektedir. Prof.Dr. Hamdi Döndüren hocamızın “Delilleriyle İslam İlmihali” eserinde Kuranı kerime el sürmek için abdestli olmak farzdır. Bir ayetin kağıt, deri, duvar veya para üzerine yazılı olması da elle tutma bakımından aynı hükme bağlıdır.
Bazı alimlerin ayette geçen taharet kavramından “Hades-i Ekber” ve “Hades-i Asgarı” anlamaları sonucu Kuran’ı abdestsiz tutulamayacağını söylemelerine karşın bazıları da bu kavramdan hades-i ekberi anlayarak Kuranın abdetsiz tutlabilineceğini fakat cünüplük, ve hayız halinde tutulamayacağı hükmünü çıkarmışlardır. Hanefiler Kurana abdestsiz olarak çıplak elle dokunulamayacağını ancak kılıf, askı vb. şeylerle tutulabileceğini ve taşınabilineceğini söylerken Malikiler bu tür maddelerle bile Kuranın tutulamayacağını ancak çanta, heybe vb. şeylerin içinde taşına bileceğini söylemektedirler. Gayri Müslimlerde Kuran’a dokunamazlar.
Kuran’ın Abdestsiz Okunması
Şimdiye kadar Kuran’ın abdestsiz cünüp ve hayız halinde elle tutulmasıyla ilgili görüşleri sunduk. Şimdi de Kuranın ezbere okunmasıyla ilgili görüşleri inceleyelim. Mushaf’a dokunmamak şartıyla ona bakarak ve ya ezberden abdestsiz kuran okumanın caiz olduğu alimlerin ortak kanaatidir. Mushaf’ın abdestsiz tutulmasına karşı oldukları halde Kuran’ın abdestsiz okunmasını caiz görenler abdestsizliğin elde ortaya çıktığını çünkü abdestte eli yıkamanın farz olduğunu ancak abdestte ağzı yıkamak farz olmadığı için abdestsizliğin ağza sirayet etmediğini, dolayısıyla abdestsiz kuran okuna bileceğini caiz görmüşlerdir.
Cünüp ve hayızlı kimsenin Kuran okumasına gelince, bu konuda değişik görüşler vardır. İmam Ebu Hanife ve Şafii’nin de aralarında bulunduğu çoğunluk cünüb ve hayızlı olanın kuran okuyamayacağını söylerken Zahiriler bunu caiz görmüşlerdir. Bazı alimler ayetten bir parça okumayı caiz görerek tam bir ayeti caiz görmemişlerdir. Çünkü bu görüşte olanlara göre bir ayetten az olan kısım Kuran sayılmaz. Bu bakımdan hayızlı kadın Kuran muallimi ise kelime kelime bölerek Kuran öğrete bilir. Bazı alimlere göre ise Fatiha suresi dua niyetiyle okunabilir.
Kuranın cünüp olarak okunmasını caiz görmeyen alimlerin gerekçeleri şudur: Nasıl ki abdestsizlik ele geçtiği için Mushaf’ı abdestsiz olarak elle tutmak caiz değilse cünüplükte ağza geçtiği için cünüb olan kimsenin ağzıyla kuran okuması caiz değildir.
Kuran’a Abdestsiz Dokunulabileceği Görüşü
Kuran’a abdestsiz dokunulamayacağını iddia eden alimlere karşı Kurana abdestsiz dokunulabiceğini savunan alimlerde vardır. Bu bilginleri diğerlerinden farklı olarak böyle bir görüşe yönelten sebeplerin başında konuya esas olan ayetlerde geçen kavramlara daha farklı anlamlar yüklemelerinden gelmektedir. Ayrıca bu alimler kurana abdestle dokunmayı şart koşan hadislerin sahih olmadığını iddia etmektedirler.
Kuran’a abdestsiz dokunulabileceğini iddia eden alimler “Kitab-ı Meknün” kavramını öncekilerin aksine elimizdeki mushaf olarak değil Levh-i Mahfuz “el-Mutahharun” kavramını melekler, “Mess” Kavramını da bedensel bir dokunma değil meleklere has manevi bir temas olarak anlamaktadırlar. Bu alimler Kitab-ı Meknun’dan maksadın Levh-i Mahfuz olduğunu Kuranında semadaki bu korunmuş kitaptan indirildiğini söylemişlerdir. Bu görüş bizzat sahabeden olan ibn Abbas, İkrime, Said Bin Cübeyr Mucahid, gibi tabiin müfessirlerine nispet edilmiştir. Taberi ve Razi de bu görüşü benimsemişlerdir.Bu görüş kitabın korunmuşluğu üzerine oturtulmuştur. Kitaptan maksat ise kuranın kendisinden indirildiği gökteki asıl nüsha Levh-i Mahfuz anlaşılmıştır. Buna göre Kuran, adına Levh-i Mahfuz denen bu kitapta kendisine zarar verecek cin, şeytan gibi şer güçlerden ve kem gözlerden korunmuştur. Özel “Mukarrabin” Melekler hariç hiç kimse ona ulaşamaz, dokunamaz, zarar veremez. Zaten ayetin nuzül sebebi bu görüşü desteklemektedir. Kureyş kafirleri Hz. Peygamber tarafından kendilerine indirilen ilahi kelamı “Bu Muhammed’in kendi uydurması veya cin ve şeytanların ona telkin ettiği bir sözdür diyerek” yalanlamışlardır. İşte bu ayetler de müşriklerin yalanlamalarına reddiye olarak inmiştir. Nitekim başka bir ayette şöyle buyrulmaktadır: “Kuranı şeytanlar indirmedi. Bu onların işi değildir. Zaten güçleri de buna yetmez. Onlar vahyi işitmekten kesinlikle uzak tutulmuşlardır.”(Şuara 26/210-212) Bu görüşü savunanların başında gelen Taberi konuyla ilgili birçok rivayeti zikretmesine rağmen “Kitabı Meknun”un elimizdeki Kuran “el-Mutahharun”un da abdestli insanlar olduğuna dair hiçbir rivayet ve görüşe yer vermemekle ve Katade’nin “Allah katında ona sadece temiz olanlar dokunabilir Dünyada ise necis olanda, mecusi olanda, münafık olanda dokunabilir. ” sözünü nakletmekle bu ayetlerin kurana abdestsiz dokunmakla bir alakasının bulunmadığını işaret etmek istemiştir. Aynı görüşü benimseyen Razi de konuyu şöyle açıklamaktadır: Kafirler Hz.Muhammet bunu uydurdu o bu sözü kendinden uyduruyor, diyorlardı. Cenabı Hak Kuran okunandır, Peygamber onu okumuştur. Uydurmamıştır deyince onların iddialarını çürütmüştür. Bunun üzerine onlar “Eğer bu Kuran ona okunmuş ise bu cinlerin sözüdür” deyince Cenabı hak “o kitaptandır” buyurmuştur ki buda melek onu kitaptan aldıktan sonra indirmiştir. O halde bu Kuran cinlerin sözü değil demektir. Razi devamla şöyle demektedir: Onun Kuran olarak nitelendirilmesi “Muhammet bunu kendi uyduruyor” diyenlere “Kitaptadır” ifadesi “Onu Muhammede cinler okuyor diyenlere”, “meknun” ifadeside “Bu öncekilerin masallarıdır diyenlere” bir reddiyedir.
İbn Hazm da “Layemessuhu illel mutahharun” ayetinin Kuranı abdestsiz veya cünüb olarak tutulamayacağına bir delil olamayacağını Çünkü bu ayetin bir emir değil haber manasını ifade ettiğini söyleyerek bazı alimlerin bu ayeti lafız itibariyle haber kipi mana itibariyle emir kipi olduğu yolundaki değerlendirmelere karşı çıkmıştır. “Bu haber kipini emir kipi şekline çevirmek için ya açık bir nas yada kesin bir içma gerekir.” İbn Hazm devamla Kuranı temiz olanında, olmayanında tuttuğunu, ona dokunduğu bir gerçek olduğuna göre Allah elimizdeki Kuranı değil başka bir kitabı kastetmiştir. “Buradaki Mutahharundan maksat gökteki meleklerdir” demektedir.
“Kitab-ı Meknun” kavramından hareketle ortaya konan bir başka görüşte şudur. Burada korunmuş kitaptan maksat Hz Muhammede vahyedilen kuranın yazılıp saklandığı ve özenle korunduğu levhalardır. Mutahharundan maksat ise vahiy katipleri olup bu ayetlerde nazil olan vahiy parçalarının vahyi yazan vahiy katiplerince özenle korunduğunu ve saklandığı vurgulanmaktadır. Bu amaçla Hz Muhammedin Kuranın düşman eline geçmemesi için onun düşman yurduna götürülmesini yasakladığı rivayet edilmektedir.Kuran vahyini yazan vahiy katiplerinin abdestli oldukları iddia edilemez.Çünkü abdestin Medine’de nazil olan Maide süresinin 6,cı ayetiyle farz kılındığı bilinmektedir. Vakıa suresi Mekki olduğuna göre, Mekke’deki vahiy katiplerinin abdestsiz olduğu kesindir. Burada vurgulanması gereken asıl tema şudur: Birbirinden farklı olan bu görüşlerin tamamı Kuran’ın korunmuşluğu üzerinde odaklanmıştır.
DEĞERLENDİRME
İlk önce abdestsiz tutulamayacağını iddia edenlerin görüşlerini ele alalım. Söz konusu ayetlerden böyle bir mana çıkaran alimlere göre ayetin manası şöyle olmaktadır: “Şüphesiz ki o, her türlü ve değiştirmelerden korunmuş ve ancak abdestli olanların dokunabileceği Mushaf’ta bulunan Bir Kurandır”. Alimleri bu tür düşünceye sevk eden temel neden onların “Kuran” lafzına yükledikleri anlamdan kaynaklanmaktadır. Bu konuda Kuran kavramını alimler Kuranın baştan sona tamamı şeklinde anlamışlardır. Halbuki bu ayette gecen kuran kavramı o güne kadar inmiş ayetleri kapsamakta idi. Burada Kuran kavramının o dönem içinde değişik anlamlara geldiği bir gerçektir. Ayette geçen kuran kavramının elimizdeki yazılı Mushaf’la eşitleyerek Mushaf’a abdestsiz dokunulamayacağı görüşlerin oluşumunda Kuranın sözlü bir hitap değil de yazılı bir metin olarak algılama yanılgısının payı büyüktür. Kuranın indiği toplumu göz önünde bulundurmak gerekirse Kuranın bir ümmi topluma indiği görülecektir. Böyle bir toplumda Kuranı yazılı bir metin olarak algılamak büyük yanılgılara sebep olmaktadır. Kuranın yazılı metin olmadığının başka kanıtı ise Kuranın ilk ayeti olan “İkra” oku ayeti bunu açıkça ifade eder. Kuran konusundaki tartışmaları buraya almıyoruz. (Kuran konusundaki tartışmalar ve farklı anlamlar için bakınız:Buhari,Megazi; Müslim, Hac, Elmalılı, Mebahis fi Ulumi’l-Kuran, İstanbul)
Kurana abdestsiz dokunulamayacağını savunan alimlerin farklı yorumladıkları başkabir kavram ise “Mess” kavramıdır. Sözlükte dokunmak, temas etmek anlamına gelen bu kavram burada bedensel bir temas olarak doğru değildir. Kuranın bütünlüğü içerisinde ele alındığında daha çok manevi anlamda ve mecazi bir anlam örgüsü içerisinde kullanıldığı görülmektedir. Mess kavramı Kuranda insanın başına gelen iyilikler, kötülükler ve ona isabet eden hayır ve şer için kullanılmaktadır. Şu ayet bu kavramın manevi anamda olumlu ve olumsuz şekilde kullanılışına en çarpıcı bir örnektir. İnsan kendisine kötülük dokununca bağırır;feryat eder;ama hayır ve nimet dokununca pinti kesilir’’. Ayrıca şu ayetler de bu kavramın ma’nevi anlamda bir teması ifade ettiğinin bir kanıtıdır: ‘’cehennemin dokunuşunu tadın’’ (kamer, 54/48); ‘’onlara sıkıntılar ve belalar dokundu’’(bakara, 2/214);’’ bana dert dokundu’’ (enbiya, 21/83); ‘’size karada bir zarar dokunduğu zaman …’’(isra, 17/68);’’şeytan bana bir yorgunluk ve azap dokundurdu.’’(sat, 38/41). Kurandaki Mess kavramı görüldüğü gibi maddi dokunmadan ziyade manevi anlamda hayır veya şer dokunması anlamına gelmektedir..
Bu ayette geçen “Mutahharun” kavramı alimlerce bedensel temizlik (abdest) anlamında kullanılmıştır. Fıkıh kitaplarında her ne kadar bu kavram abdest temizliği olarak algılansa da ayetin ifade ettiği anlam itibariyle “şirk, ve manevi pisliklerden temizlenmiş” anlamına daha uygun düşmektedir. Kuranda “Mutahharun” kavramının bu anlamda kullanıldığıda olmuştur. Kötü huylardan temizlenmek (Bakara, 2/257) Günahlardan temizlenmek (Tevbe 9/108) Ruh temizliği (Müddesir, 74/4)
Burada dikkatimizi çeken en önemli husus “Taharet” kavramının kuranda abdest karşılığı olarak kullanılmamış olmasıdır. Oysa Kuranda abdest için herhangi bir terim kullanılmayarak belli organların yıkanması ifade edilmektedir. Daha öncede belirttiğimiz gibi ayete bu anlamı verirsek ayetin anlamı şöyle olmaktadır. “Kuranı ancak abdestli olanlar tutabilir.” Halbuki ayetin nazil olduğu zamanlarda Kuranın yazılı bir metin olmadığını yukarıda belirtmiştik. Bu ayeti bugünün gözüyle değil nazil olduğu ortamı dikkate alarak yorumlamak bizi doğru bir anlayışa götürebilir kanaatindeyim. Çünkü Kuran kronolojik olarak doğrudan ilk muhatap topluma hitap etmektedir. O halde bu toplumun içinde bulunduğu konjonktürü dikkate almak gerekmektedir. Bu konjonktür kuranın içeriğine etki edecek kadar güçlüdür. Buna göre kuran her ne kadar semavi olsa da dünyevi içerikli olduğundan arizi sayılır. Bunu daha çok Mekki Medeni ayetlerin içeriğinden anlayabiliriz. Kuran ayetleri insanların ihtiyaçlarına cevap vermek için iniyordu. Bu bakımdan bu ayeti yorumlarsak söz konusu toplumun ortada olmayan kurana dokunma isteği uyanmış yüce Allah kurana abdest alarak dokunmalarını emretmiş olmalıdır. Yine aynı toplumun kuranın yok olup,değiştirilip tahrif edileceğini mi söylüyordu ki; Kuran buna cevap versin. Konjöktörun gerektirdiği ve benzeri sorulara uyğun olmayan yorumlar, müşrik toplumun iddialarına cevap olamayacağından ayetin doğru tefsiride olamayacaktır. Bir ayeti en doğru ve en iyi biçimde nazil olduğu ortam tefsir eder.
Ayetin yanlış tefsir edilmesi sonucunda kurana abdestsiz dokunulması ancak kılıf,atkı,bez gibi şeylerle tutulmasının caiz olabileceğini hatta daha da ileri gidilerek sandık,heybe gibi eşyalarla taşınabileceğini söylemeleri onların kişisel yorumlarına bağlıyoruz. Yirminci yüzyılda heybe sandık gibi eşyaları insan elinden temiz saymak günümüz insanı tarafından şiddetle yadırganmaktadır. Aynı alimler kuranın abdestsiz tutulamayacağını iddia etmelerine karşın kuranı abdestsiz okumaya cevaz vermişlerdir. Gerekçeleri ise fetvalarından daha büyük bir gaf olarak nitelendiriyoruz. Abdestsizlik elde ortaya çıktığı için elle kuran tutulamaz ağızda ortaya çıkmadığı için tutulabilir. Zira abdestte ellerin yıkanması farzdır ağzın yıkanması farz değildir. Böyle bir yaklaşım kurana tamamen formel ve mekanik yaklaşım sergilemektedir. Halbuki abdest ve gusül olayı sadece bedensel bir temizlik olmayıp aynı zamanda manevi bir temizliktir. Eğer siz abdesti tamamen formel ve mekanik kabul ederseniz teyemmüm abdestini nasıl izah edersiniz? Kuran’a dokunmak için abdest alırken acaba eller dışında ayakların,başın,yüzlerin,kolların yıkanmasını kurana dokundurmak için mi yıkıyorlar? Yoksa sadece elleri yıkamak yeterli mi? Bu alimlerin bu konudaki görüşlerini kurana saygı telakkisine bağlıyoruz. Tabii kurana ne kadar şekilci yaklaşımın ortaya çıkardığı tutarsızlığı da ortaya koyuyoruz. Şimdi konumun dışında en çok tartışma yaratan bölümüne geçmek istiyorum.
Cünüplük ve hayız halinde kuran okunur mu? Kuran okunamayacağı hükmüne gelince bazı alimlerin bir yandan bu görüşte olup diğer yandan kurandan bir ayetin bir bölümünü okumaya cevaz vermişler arkasından fatiha süresini dua niyetiyle okunabileceğine hükmetmişlerdir. Burada sanki kuranı kandırmak istemişler bu durumda kuran okumak isteyenlere kuranı harf harf okuya bileceklerini söyleyerek bu günahtan sakındırmak istemişlerdir. Örneğin Fil suresini okumak isteyen biri (e-lem-te-ra-key-fe-…)gibi okursa günah olmaz. Fakat aynı kişi (elemterakeyfe…) şeklinde okursa günahkar olur. Niye? Çünkü kuran okuyor. Allahın kelamını okudu diye adamı günaha soktuk.. Burada acaba kuranın tek kelimelik ayetlerini nasıl okuyacaklar. (yasin-,nun-,kaaf-,gibi) ayetleri nasıl okuyacaklar? Kuranın bir ayetini yarısına kadar okunmasını caiz görüp Üç-beş kelimeden oluşan ayetleri caiz görmemek gülünç bir durumdur.
Bir meseleye önce yasak deyip arkasından da şu veya bu şekilde onay vermek hayatın taleplerine bağdaşmayan teorilerin pratik hayatta geçersizliğini kabullenmek demektir. Bir konu tabi seyrinden çıkarılıp zorlaştırılarak makul çizginin ve hayat gerçeklerinin dışına itilince bu defa hile-i şeriyye mantığı ile suni yasaklar, insan gerçeğinin zorunlu talepleri karşısında delinmek ve aşınmak gibi kesin ve değişmez bir kuralla karşılanır. Bu insan yapısının bir gerçeği olarak karşımıza çıkar.
Sünnet açısından konuya bakış; Kurana abdestsiz dokunulmayacağı görüşünü savunanların hadisten delilleri Hz.Muhammedin “Temiz olmayan kurana dokunmasın” (malik el-Mevatta Kuran-1) hadisidir. Bazı alimler sadece “Muvatta”da yer bu hadisin sağlıklı bir nakle dayanmadığını ifade etmişlerdir. Zaten böyle bir hadis günün şartlarına aykırılık teşkil ediyordu. Ortada kuran olmadığından hz.Muhammedin böyle hadis rivayet etmesi mümkün değildir. Cünüplük ve hayz halinde kuran okunmasını yasaklayanların ileri sürdükleri hadis ise İbn-i Ömerin rivayet ettiği “Hayızlı kadın ve cünüb olan kimse kuran okuyamaz” hadisidir.(Tirmizi Sünen) Ancak Ahmet b. Hanbel ve İbn-i Hacer bu hadisin kesinlikle zayıf olduğunda birleşmişlerdir. İbn-i hazm da bu konuda birçok hadis olduğunu ve hapsinin zayıf olduğunu belirtmiştir.(elmuhalla) konuyla ilgili olarak buhari İbn-i Abbastan “Cünübün kuran okumasında Nehainin; Hayızlı kadının kuran okumasında bir sakınca yoktur” sözlerini ve Resulüllah hertürlü halinde Allahı zikrederdi. Hadisini rivayet etmiştir.Konumuz kurana dokunma olduğundan bu kadarını özetlemekle yetiniyoruz.
Gayrimüslimlerin temiz olmadıkları gerekçesiyle kuranı tutamayacakları yönündeki görüşe gelince bu görüşü de kabul etmiyoruz. Bu konuda Hz. Peygamberin Rum kralı Herakl’e yazdığı mektup da ehli kitabı İslam’a çağıran ayet yazılıdır. Buda kuranı gayri Müslimlerin tutabileceğinin caiz olduğunun nass ile delilidir. Kuran’ın genel yapısına bakıldığında onların kurandan istifade edebilecekleri açıktır.
Böylece Kuran’ın ne tutulması nede okunması için sahih bir hadisin olamadığı ortaya konmuştur. Buna karşın abdestin sadece namaz için emredildiğine dair sahih hadisler bulunmaktadır. “Ben ancak namaza kalktığım zaman abdest almakla emrolundum” Hz.Peygamber abdest almadan yemeğe oturmasını yadırgayan bir sahabeye “Ben namaz mı kılmak istiyorum ki abdest alayım”(Muslim Kitabul hayz) demiştir. Hz.Ömerin abdestsiz Kuran okumasına itiraz eden kişiye “abdestsiz Kuran okunmaz diye sana kim fetva verdi? Yalancı peygamber Müseylime mi?” diye çıkıştığı hadis kitaplarında yazılıdır.(Malik el-Muvatta). Bukonuda Hüseyin Atay şöyle diyor: Bazı fakih ve alimler kendi anlayışlarına göre Kurana daha büyük kutsallık vermek amacıyla ona dokunmak için çok ağır şartlar ileri sürdüler. Böylece kuranı rafa kaldırdılar. Millette Kuran’a dokunmamak için güzel kılıflar, inci işlemeli raflar, süslü kaseler ve işlemeli özel kılıflar yaparak onu rafa kaldırdılar. Bu süretle kuran okunamaz,dokunulamaz,tutulamaz yaptılar.Kuran okunabilmesi için abdest alıp kıbleye dönüp diz çökerek, rahleye konarak okunmasını en büyük saygı ve ibadet saydılar. Onun manasını anlamanın en büyük ibadet olduğunu söylemediler,anlaşılamayacağını ilan ettiler. Bu suretle kuran onların kafasında anlaşılmaz, erişilmez, kutsal bir kitabın adı olarak nakşedildi. Onu anlamamak, anlamadan sözlerini söylemek en iyi Müslümanlık inancı sayıldı. Bunun için onu ölülere okunan mezar kitabı yaptılar.(Hüseyin Atay Kurana göre araştırmalar)
İncelemekte olduğumuz ayetleri “Levhi Mahfuz” merkezli yorumlayanların görüşlerini inceleyelim. Öncelikle şunu belirtelim ki “Kiab-ı Meknunu” “Levhi Mahfuz olarak yorumlamak isabetli değildir. Çünkü bu ayetlerin üzerinde durduğu konu vahyin metafizik alana ait gaybi boyutu değil, müşahade alanına ait fonksiyonel boyutudur. Vahyin pratikte insanı ilgilendiren aklın idrak faaliyeti alanına giren yönü de burasıdır.
Bu bağlamda söz konusu ayetleri vahyin geldiği kaynak anlamında Levh-i Mahfuz ve bu kaynakla ilişkili olan özel ( Mukarrabin) melekler olarak yorumlamak hem vahyin fonksiyonel boyutu hem de nüzul esnasındaki konjonktüre uygun düşmemektedir. Çünkü vahye muhalefet eden müşrik toplum, vahyin metafizik boyutunu Allah’ın kudret ve uluhhiyyetini, ve gayb alemindeki egemenliğini inkar etmiyordu. Onların sorunu Levhi Mahfuzdaki Kuran değil bizzat Hz.Muhammed’e inen ve yeryüzündeki insanları ilgilendiren Kuran idi. Onlar peygamberi yalanlıyorlar ve “bu okuduğun Allah’ın kelamı değil, senin uydurmandır” diyorlardı.(Örneğin, Müddesir 74/25 Hicr 15/6-7 ) Allah hiçbir beşere vahiy indirmemiştir. (Enam 6/91) “Allah’ımız eğer bu senin katından indirdiğin bir vahiy ise başımıza taş yağdır, yahut bize büyük bir azap ver diyorlardı. Böyle bir ortamda anlamlı olan muhatapların itirazı neye ise ona açıklık getirmektir. Bu ayetlerde bir taraftan “bu yüce bir okumadır” denilerek yeryüzüne inmiş olan kuranın ilahi vahiy olduğunu onun yüceliği ve saygınlığını vurgularken, diğer taraftan “Siz bu vahyimi yalanlıyorsunuz” dinilerek müşriklerin takındıkları olumsuz tavır dile getirilmektedir. Böylece inkarcılar kınanmakta ve onların kuranı yalanlamaları ve inanma sorunları vurgulanmaktadır.
Ayetlerin anlamlarından görüleceği gibi bu ayetlerde nüzul öncesi ayetlerin korunmuşluğu değil Peygambere vahyedilen vahyin gerçekliğini inkar eden müşriklerin yerinmesi ve kınanması söz konusudur. Bu ayetlerde vahyin kaynağı değil, sonucu, gökyüzü ve melekler değil, yeryüzü ve insanlar söz konusudur. Durum böyleyken yeryüzüne inmiş olan vahyi ifade eden “Kitabı Meknun” kavramını, gökyüzündeki levhi mahfuz olarak ve yeryüzüne inmiş olan bu vahiyden, insanın yararlanmasının ön şartını ifade eden “el-Mutahharun” kavramınıda gökteki melek olarak yorumlamak isabetli değildir. Bu ayetlerin vahyin saklanıp gizlendiği metafizik alemle değil, fizik aleme inmiş vahyin sonucuyla ve ona karşı sergilenen inkarcı beşeri tavır ve nankörce yaklaşımla ilgilidir. Zaten bu ayetlerin yer aldığı surenin konusu da Allah’ın bir lütfü sonucu insanların yeryüzünde sahip olduğu nimetleri yalanlaması nasıl akıldışı ve nankörce bir yaklaşım ise, yine Allah’ın gönderdiği vahyin yalanlanması da aynı değerde nankörlük sayılmaktadır.Durum böyleyken bazı müfessirleri “Kitabı Meknun” kavramını Levhi mahfuz olarak yorumlamaya sevk eden birinci etken “Kitap ve Meknun” kavramını sözlük anlamında değerlendirmeleridir. Bilindiği gibi bir kelime anlam kazanması için bulunduğu yerdeki anlamına göre değerlendirilir. Bu durum göz ardı edilerek bir kelimenin sözlük anlamı ön plana çıkartılırsa ayetin bağlamı ve anlam örgüsü dikkate alınmayacağından, ayetin anlamı değil kelimenin anlamı tefsir edilmiş olur. Buda mananın lafza tabi olması demektir. Aslolan lafzın manaya tabi olmasıdır.
Bu ayetlere getirilen yorumların biride “Kitab-ı Meknun” kavramını “Tevrat” “el-Mutahharun” kavramını da Tevratı koruyup saklayan, ona özen gösteren “Ehl-i Kitab” olarak açıklayan görüştür. Çünkü daha önce de izah ettiğimiz gibi bu ayetlerde “korunmuş birkitab” söz konusu değildir. Buradaki “kitap-ı Meknun” bize ğöre korunmuş, saklanmış kitap anlamında değil, sağlan,katıksız, yüce vahiy anlamındadır. Ayrıca bu ayetlerin anlam örğüsünün Tevrat ve Ehl-i Kitab’la bir ilgisi bulunmamaktadır. Çünkü bu ayetler Kur’an ‘ın ilk nüzel dönemi olan mekke döneminde Hz. Peygamber’e karşı çıkanlar Tevrat’ın mensubu olan Yahudiler değil, Mekke müşrikleri idi. Müşrikler ise Kuran’a karşı çıktıları gibi, Tevrat’a da inanmıyorlardı. Aslında onlar genel anlamda Allah’ın bir beşeri peygamber seçerek ona vahiy göndermesini kabul etmiyorlardı.
Budurama göre müşriklere Tevrat’tan bahsetmenin ne anlamı ne olabilirdi? Şayet bu ayetlerde müşrikler değil de ehli kitap söz konusu olsaydı o takdirde Tevrat’tan bahsetmek anlamlı olabilirdi. Ancak biz biliyoruz ki Hz. Peygamber ehli kitap muhalefetiyle Mekke’de değil Medine de karşılaşmıştır. Bir başka hususta şudur: Kuranın nüzulü döneminde Mekke’de elde korunmuş yazılı bir tevrat varmıydı? Bunu kesin olarak belemiyoruz. Ancak şu kesinlikle bilinmektedir ki Ogün için elde yazılı bir Tevrat olsa bile bu Tevrat’ın orijinal dili olan ibranice yazılmış bir Tevrat’tır. Çünkü o zamanlar ne eski nede yeni ahidin Arapça çevirileri henüz yapılmamıştır.
SONUÇ
Kur’an’ın bütünlüğü içinde ve giriş bölümünde ifade ettiğimiz yöntemle konumuz olan ayetleri incelediğimizde, müfessirlerin çoğunun hilafına bir kanaate ulaştık ki o da şudur: vakı’a 56/78. ayette geçen ”Kitab-ı meknün”den maksat, bizim kanaatimize göre ne bazı müfessirlerin dediği gibi ”Levh-i mahfüz”dur,ne diğerlerinin dediği gibi elimizdeki Kur’an dır. Bu ayete ifade edilmek istenen şey Kur’anın uydurma bir beşer sözü olmayıp vahiy yoluyla yer yüzüne ulaşmış ilahi bir kelem olduğudur. Zaten bu tema kur’anın temel konularından birisi olup bir çok ayetle ifade edilmiştir. Örneğin necm,53/2-4 bakara, 2/2 ayete “bu kitabın ilahi bir vahiy olduğundan hiç şüphe yoktur” şeklinde ifade edilmiştir. Bu manada kuranı kerimde bir çok ayet vardır.
Ayete geçen “el-Mutahharun” kavramını ise ne önceki (78.)ayete “levhi mahfuz” diye mana verenlerin söyledikleri gibi “gök deki melekler” dir. Nede ayete elimizdeki Kur’an şeklinde tefsir edenlerin söyledikleri gibi elimizdeki kur’an dır.el mutaharun kavramıyla ifade edilen “temizlenmiş/arınmış” olanlardan maksat abdest,gusül gibi maddi ve formel anlamda bedensel olarak temizlenmiş olanlar değil bu ifade ile kastedilen temizlik manevi,ruhi bir temizliktir. Burada söz konusu kavramın kuar’an bütünlüğünde ifade ettiği manalar dikkate alınırsa bu temizlikten maksadın “iman” olduğu anlaşılacaktır. Kur’an-ın şirk ve küfürde ısrar ederek iman yoluyla kendini temizlemeyenler için pis/necis/kirli/ ifadelerini kulanmaktadır.(Tevbe,9/28) buna göre ayetin manası “şirk ve küfürden uzaklaşarak Kur’an’ı kabul edip ona olumlu ve ön yargısız yaklaşanlar,yani iman edenler ancak bu Kur’an’dan yararlanabilirler.” Demektir. Nitekim ünlü arap filoloğu ve kuran dil bilimcisi Ferra ayete geçen “mess” kavramına istifade etmek/yararlanmak; “Mutahharun” kavramına da iman manası vererek bu ayeti şöyle yorumlamaktadır. “Kur’an’dan faydalanıp zevk alanlar ancak ona inananlar dır.”
Kuranı kerime baktığımızda değişik uslub ve kelimelerle bu manayı ifade eden çok sayıda ayet görürüz. Örneğin “Bu kitap ancak sorumluluğunu edenler için yol göstericidir. (Bakara 2/2) “Kuran ancak inananlar için yol gösterici ve onlar için ruhi bir şifadır. (Fussilet 41/44) “Bu kitap güzel iş yapanlar için rahmet ve yol göstericidir. (Lokman 31/3) Bu ayetlere dikkat edilirse birbirine yakın manalar ifade eden “muttakin” mü’min” “muhsinin” gibi kavramlar kullanılmıştır. Bunun gibi “mutahharun” kavramıda bunlardan biridir. Buna karşın Kuranın “kafirler için” (Hakka 69/50) “Zalimler için” (İsra 17/82) “Şakiler için” A’la 87/11) Bir yük ve sıkıntı olduğunu ifade etmektedir.
Burada üzerinde durulması gereken konu şudur: Bu temayı işleyen ayetlerin anlam örgüsü ve mana akışı iki boyutlu olup bunlardan birisi “icabi” yani kuranı kabul edenlerin, ondan istifade edeceği boyut, diğeri ise “selbi” kuranı inkar edenlerin ondan yararlanamayacağı boyuttur. İşte incelemekte olduğumuz (Vakıa, 56)77-79) ayetlerde bu özelliği taşıyan ayetlerdir..
Salim SADAN
http://www.1bilgi.com/page/979
************************ | |
| | | huzeyfe Süper Moderatör
Mesaj Sayısı : 7719 Rep Gücü : 18108 Rep Puanı : 23 Kayıt tarihi : 27/03/09
| Konu: Geri: KURANA ABDEST Lİ DOKUNMA (56/79) Ayetinin Tefsiri-La yemessuhuu illelmutahharun ayetinin abdest'le ilgisi yoktur..M.İslamoğlu Perş. Ağus. 11, 2011 11:47 am | |
| MUSHAFA ABDESTSİZ DOKUNMA MESELESİ
Doç. Dr. Ali AKPINAR*
Kur'ân'a abdestsiz dokunulabilir mi?
Kur'ân'a abdestsiz dokunulamaz, hükmünün dayanağı nedir?
Kur'ân'a abdestsiz dokunulamayacağına dair ayet var mıdır?
Kur'ân'a abdestsiz dokunulamayacağı konusunda referans olarak gösterilen ayette geçen Kitab, Meknûn, Mess, Mutahhar kelimelerinin Kur'ân bütünlüğü içerisinde anlamları nedir?
Söz konusu ayet nerede ve ne için inmiştir, hüküm ifade eder mi?
Bu ayetten kimler nasıl hüküm çıkarmışlardır?
Kitaba temiz olarak dokunmanın anlamı nedir?
Levh-i Mahfuzdaki Kitab'dan maksat nedir?
Levh-i Mahfuzdaki kitaba temiz olanlardan başkasının dokunmamasının bize anlatılmasındaki hikmet nedir?
Müslüman olmayanlara Kur'ân mesajı nasıl ulaştırılacak ve onların Kelamullahı dinlemeleri nasıl mümkün olacaktır?
http://serzeyrek.tr.gg/Abdestsiz-Kuran-h-a-Dokunma.htm
.....................................................
Ona arınmış olanlardan başkası dokunmaz. Ayette geçen 'mess' kelimesi maddî dokunma anlamına geldiği gibi manevî dokunma anlamına da gelmektedir. Mess kelimesi, tıpkı Lems kelimesi gibi ele alma, tutma, yoklama, karışma, mütalaa etme, isteme anlamlarına da gelir.[sup][29][/sup][29] Kur'ân'da Lems kökü, bir şeyi talep etme, yoklama[sup][30][/sup][30], elle dokunma[sup][31][/sup][31], ve kadınlara dokunma, cima[sup][32][/sup][32] anlamlarında kullanılmıştır. Mess kökü ise bela ve musibetin dokunması[sup][33][/sup][33], azabın / ateşin dokunması[sup][34][/sup][34], şeytanın / vesvesesinin dokunması[sup][35][/sup][35], Allah'a yorgunluk dokunması[sup][36][/sup][36] ve kadınlara dokunma / cima[sup][37][/sup][37] anlamlarında kullanılmıştır. Görüldüğü üzere her iki kök de Kur'ânda maddi ve manevi dokunmalar için kullanılmışlardır. Tuhr kökü ise, manen temiz / seçkin olma, kalblerin arındırılması[sup][38][/sup][38], maddi kirlerden arınma ve arındırma[sup][39][/sup][39], suyla temizlenme[sup][40][/sup][40], cünüplükten temizlenme[sup][41][/sup][41], hayızdan temizlenme[sup][42][/sup][42] anlamlarında kullanılmıştır. Görüldüğü üzere kök hem maddi ve hem de manevi temizlik ve arınmalar için kullanılmıştır. Hatta ayetlerin hepsinin hem cismânî / maddi temizlik, hem de nefsânî / manevî temizliğe hamletmek de mümkündür.[sup][43][/sup][43]
Bu cümle ya Levh-i Mahfuz anlamındaki 'Kitab'ın sıfatıdır, ya da Kur'ãn-ı Kerîm'in diğer bir sıfatıdır. İlk ihtimale göre arınmış olanlardan kasıt meleklerdir. İbn Abbas, İkrime, Mücahid, Said b. Cübeyr, Cabir b. Zeyd, Ebû Nüheyk, Ebu'l-Aliye, Enes b. Malik gibi pek çok kişi bu görüştedir. Onlardan kastın Tevrat ve İncil'i taşıyanlar, yahut melekler ve peygamberler gibi günahlardan arınmış kişiler olduğu da söylenmiştir. Taberî de arınmışlar kelimesinin, günahlardan arınmış herkese şamil olduğunu tercih eder.[sup][44][/sup][44] Ebu'l-Âliye şöyle der: "Ayette geçen arınmışlardan kasıt meleklerdir, yoksa siz günahkarlar değilsiniz."[sup][45][/sup][45] Meleklerin arınmışlığı ise, şehvet, günah ve pisliklere bulaşma gibi insânî özelliklerden uzak olmalarıdır. Onların ona dokunmaları ise, ona muttali olmaları, onu bilmeleri anlamınadır.[sup][46][/sup][46] Ayet, nüzul ortamı ve konuyla ilgili olarak daha önce inen ayetler bağlamında düşünüldüğünde bunun, en isabetli görüş olduğunu söyleyebiliriz.
Cümlenin Kur'ânın sıfatı olması ihtimaline göre ise, arınmış olanlardan kasıt, cumhura göre gusülsüzlük ve abdestsizlikten arınmış olmaktır. İbnü'-Sâib bunun şirkten ari olmak, er-Rabi' b. Enes günah ve hatalardan arınmış olmak, Muhammed b. Fudayl ve Abede tevhid ehli olmak, el-Ferrâ iman etmek olarak açıklamıştır.[sup][47][/sup][47] el-Ferrâ, Kur'ân'ın tadını, günahlardan arınmış olanlardan başkası alamaz, diye anlamıştır. Buharî'de de 'Lâ yemessühü' (Ona dokunmaz) ifadesini şöyle açıklamıştır: "Yani onun tadını ona inanmayandan başkası alamaz ve ondan yararlanamaz.."[sup][48][/sup][48] Ebubekir b. Arabî şunları söyler: Bu görüş doğru bir görüştür, fakat aklî bir zorunluluk ve naklî bir delil yokken lafzın zahirinden ayrılmaktır.[sup][49][/sup][49]
Buna göre ayetin manası, Kur'ân'a ancak bu iki çeşit hadesten temiz olanlar dokunabilir, olur. Bu anlayışa göre ayetin başındaki nefiyden kasıt nehiydir. Yani, ona bu iki hadesten arınmış olanlardan başkası dokunmasın demektir. Bir görüşe göre cümlenin başındaki 'Lâ' nefiy değil nehiy lamıdır. Buna göre 'yemessühü' deki damme de irab dammesi olmayıp kendinden önceki harfin harekesine uymak için gelmiş dammedir. Râzi bu görüşün pek sağlam olmadığını söylemiştir. Zaten Abdullah b. Mesûd ayetin başındaki 'Lâ'nın nefi için olduğunu belirtmek için ayeti "Mâ yemessühü illel mütahharûn" diye okumuştur.[sup][50][/sup][50] İbn Atiyye, ayetteki cümlenin nehiy olarak değerlendirilmesinin doğru olmadığını söyledikten sonra gerekçesini şöyle açıklar: Bu cümle nefi haber cümlesi olduğunda, kendisinden sonra gelen 'Tenzîlün..' cümlesi gibi sıfat cümlesi olması uygun düşer. Ama biz bu cümleyi nehiy inşaî cümle olarak değerlendirdiğimizde, uslüb açısından kendisinden sonraki sıfat cümlesinin arasında böyle bir nehiy cümlesinin bulunması şık ve güzel olmaz.[sup][51][/sup][51]
Öte yandan bu cümlenin Kur'ân'ın sıfatı olarak değerlendirildiğinde, ona dokunabilecek arınmış olanlardan kasıtın insanlar değil yine melekler olduğu da söylenmiştir. Bu anlayışa göre mana şöyle olur: Bu Kur'ân, alemlerin Rabbinin katındayken ona tertemiz meleklerden başkası dokunamaz; ama sizin yanınıza inince ona müşrik, münafık, kirli, pis herkes dokunabilmektedir. Nitekim İmam Malik bu ayetle ilgili olarak şöyle demiştir[sup][52][/sup][52]: Bu ayetle ilgili olarak duyduğum en güzel yorum şudur: Yücelerden inen bu kitaba arınmış olanlardan başkası dokunamaz. Bu ayet, Abese suresindeki şu ayetlere paralel manadadır: "Hayır hiç de öyle değil! Doğrusu o bir öğüttür. Dileyen onu öğüt kabul eder. O, kutsal kılınmış, yüceltilmiş, arınmış sahifeler üzerindedir. İyi kimseler, saygı değer elçilerin elindedir."[sup][53][/sup][53]
Bir başka yaklaşıma göre ise, bu cümle Kur'ân'ın bir sıfatı olup ayet, şirkten arınmış olanlardan başkası Kur'ân'ı istemez, demektir. Ayette geçen 'mess' kelimesi 'lems' anlamına da gelen bir kelimedir. Lems ise "Doğrusu biz göğü yokladık (lemesnâ)"[sup][54][/sup][54] ayetinde istemek anlamında kullanılmıştır. Buna göre ayetin anlamı şöyledir: Gereğini yerine getirmek için Kur'ân'ı, şirk kirlerinden arınmış olanlardan başkası arzulamaz. Âlûsî bu görüşü serdettikten sonra şöyle der: "Seleften böyle bir görüşü seslendiren hiç kimse görmedim."[sup][55][/sup][55] Görüldüğü üzere her ilim adamı, ayetten çıkarak itediği hükme göre ayeti anlamış ve ona göre de ayeti yorumlamıştır. Özellikle son görüşler, büyük ölçüde, ayetten işaret yoluyla çıkarılabilecek hükümlere bina edilmiştir.
Alemlerin Rabbi tarafından indirilmiştir. Bu cümle de Kur'ân'ın bir başka sıfatı olup, onun diğer ilahî kitapların aksine peyderpey indiğini anlatmaktadır. Onun indirilişi ise, Yüce Allah'ın onu Cibril'e öğretmesi ve onu ezberleyerek Hz. Peygambere öğretmesi ve onun da ümmetine öğretmesini ona emretmesi demektir.[sup][56][/sup][56]
Ayetler şu ayetlerle paralel manadadır: "Görebildikleriniz ve göremedikleriniz üzerine yemin ederim ki, Kur'ân şerefli bir elçinin getirdiği sözdür. O, şair sözü değildir; ne az inanıyorsunuz! Kahin sözü de değildir; ne az düşünüyorsunuz! Kur'ân, alemlerin Rabbinden indirilmedir. Eğer o (Muhammed), Bize karşı, ona bazı sözler katmış olsaydı, Biz onu kuvvetle yakalardık, sonra onun şah damarını koparırdık. Hiçbiriniz de onu koruyamazdınız. Doğrusu Kur'ân Allah'a karşı gelmekten sakınanlara bir öğüttür."[sup][57][/sup][57]
Kur'ân'a abdestsiz dokunulamayacağına dair hukukçularımız neredeyse görüş birliği içerisindedirler. Onlar, Kur'ân'a ancak onu öğrenmek gibi zorunlu bir durumda abdestsiz dokunulabileceğini, bir kısmı da ibadet için dokunulabileceğini söylemişlerdir.[sup][58][/sup][58] Fakat bu ayetlerin bu hükümleri vaz' etmek için gelmediği açıktır. Yukarda serdedilen tüm ihtimaller değerlendirildiğinde bu net bir şekilde anlaşılır. Şöyle ki, ayette geçen Kitab'dan kastın Kur'ân olduğu ve arınmışlardan kastın da müminler olduğu farzedilse bile, mana onu ancak iyi niyetli temiz kalpli kimseler anlayabilir; imanla tanışmamış kirli gönüller onun mesajını anlayamazlar, demek olur. Zaten ilim adamlarımızın tercih ettiği görüş ayette geçen Kitab'dan maksadın Levh-i Mahfuz ve meleklerin elindeki Kitab olduğudur. Buna göre meleklerin elindeki o kitaba onlardan başkası dokunamaz. Bu görüşün öne çıkmasının pek çok sebebi vardır. Bunlardan bir kaçı şöyledir:
1- Bir kere ayet, Kur'ân'ın şeytanlar tarafından indirildiği şeklindeki müşrik iddialarını çürütmek üzere gelmiştir.
2- Öte yandan bu ayet Mekke'de inmiştir. Mekke'de inen ayetlerde ise genellikle tevhid, peygamberlik ve ahiret konuları işlenmiş olup ahkâm ile ilgili konulara çok fazla yer verilmemiştir. Hele ilerde kitaplaşacak olan bir şeye dokunmanın haramlığına dair detay bir konunun Mekke'de inmiş bir surede yer alması düşünülemez. Ayetin bağlamından, ayetlerin vakıayı haber vermek için geldiği, yoksa helal haram prensipler koymak için gelmediği açıkça anlaşılmaktadır. Dolayısıyla ayetin Mushafa abdestsiz dokunulmaz gibi bir hüküm koymak için inmediği ortadadır.
3- Kur'ân peyderpey indiği için, bu ayetlerin indiği Mekke döneminde henüz mushaf oluşmamıştı ki, ona abdestiz dokunulup dokunulmayacağı söz konusu edilsin. Vakıa suresinin Hz. Ömer'in müslüman olduğu yıl olan Nübüvvetin 5. yılından önce Tahâ suresinden sonra indiği söylenmiştir.[sup][59][/sup][59] Dolayısıyla eğer Hz. Ömer'in müslüman olduğu sırada kızkardeşinin evinde okunan ayetlerin Tahâ suresi ayetleri olduğu rivayeti doğru kabul edilirse, Hz. Ömer'e, kızkardeşinin 'önce temizlen sonra Kur'ân'a dokun. Çünkü ona arınmış olanlardan başkası dokunmaz' demesi Vakıa suresi ayetinden esinlenerek söylenmiş bir söz değildir. Zira o sırada henüz bu ayet inmemiştir. Nüzul sırasına göre Vakıa suresi 46. suredir. Başka bir deyişle konumuz olan bu ayetler indiğinde müslümanların elinde çoğu kısa surelerden oluşan ve bugünkü mushaf sayfasıyla yüz sayfa kadar tutan Kur'ân ayetleri vardı ki bu o gün için hiç kimsenin elinde tek bir forma halinde bir araya getirilmiş de değildi.
4- Bu ayetlerde Yüce Allah, Kitabın korunmuşluğundan bahsetmektedir. Bu ise onun gözlerin görmesinden ve insan elinin ulaşmasından korunmuş olması demektir. Nitekim ayeti açıklarken Kelbî "O şeytanlardan korunmuştur" derken, Ebu İshak "O semada korunmuştur" der. Mücahid ise, "Ona toz toprak dokunamaz" der. Bugün insanların elindeki mushafa toz toprağın dokunduğu ise aşikardır. Bu konuda Katade şunları söyler: "Kur'ân'a arınmışlardan başkasının dokunamaması, onun alemlerin Rabbinin katında ikendir. Yoksa sizin elinizdeki mushafa pis müşrikler, mecûsiler ve münafıklar dokunabilmektedirler."[sup][60][/sup][60] Nitekim yukarda geçen pek çok ayette Kur'ân'ın Allah katındaki bu korunmuşluğu net bir biçimde açıklanmıştı.
5- Yanısıra 'Ona arınmış olanlardan başkası dokunamaz' cümlesi ihbârî bir cümle olup emir-yasak bildirmemekte ve bir olguyu haber vermektedir. Onun emir-yasak bildiren inşâî bir cümle olarak yorumlanması ancak bir gerekçe ile mümkündür ki, böyle bir gerekçe de yoktur. Asıl olan ise lafızları hakikat manasına hamletmektir.
6- Ayetten kasıt 'arınmış olan insanlardan başkası dokunamaz' olsaydı, 'mütahharûn' kelimesinin yerine 'mütetahhirûn' kelimesinin kullanılması gerekirdi.[sup][61][/sup][61] Çünkü 'mütahherûn' arınmışlığı başkasından olan, 'mütetahhirûn' ise arınmışlığı kendisine dayanan demektir. Nitekim şu ayette ikinci kelime kullanılmıştır: "Allah şüphesiz daima tevbe edenleri sever, temizlenenleri (mütetahhirîn) de sever."[sup][62][/sup][62] İnanın arınması ise taamen kendisine bağlıdır, Oysa Kur'ân'ın arınmışlığı Yüce Allah'ın onu koruması iledir.
7- Eğer ayetle kastedilen elimizdeki mushaf olsaydı, onun korunmuşluğunun çok fazla bir anlamı olmazdı. Çünkü neden Kur'ân örtülü, gizli saklı bir şey olsun ki?!
8- Yine ayetten kasıt elimizdeki Kitap olsaydı, ayetten önce bu kadar yemin ve tekidlerin gelmesine gerek kalmazdı. Çünkü insanların elindeki kitap ve sözler hak ve batıl her şeyi kabul edebilir. Ama Allah katındaki Kitab'a haktan başka bir şey karışamaz. İşte bu gerçeği bildirmek için ayetten önce yemin ifadeleri gelmiştir.[sup][63][/sup][63]
O halde ayet, Kur'ân'ın Allah katından indiğini, onun şeytanların müdahale edemeyeceği şekilde korunmuş olduğunu, ona ancak tertemiz ve şerefli meleklerin muttali olabileceğini anlatmak ve bu meyanda serdedilen iddialara cevap vermek için gelmiştir.
c. Ayetten 'Mushafa abdestsiz dokunulmaz' Hükmünü Çıkaranlar
1-Mekkî Ayetlerden Çıkarılan Hüküm Örnekleri:
Ötedenberi hukukçularımız Mekke'de inen ve hatta geçmiş toplumların hayat hikayelerinden bahseden ayetlerden fıkhî hükümler çıkarmışlardır. Başka bir ifadeyle onlar muhkem Kur'ân ayetlerinden hareketle pek çok hükümler çıkardıkları gibi; zahip oldukları bir kısım görüşlerini Kur'ân ayetleriyle temellendirmeye çalışmışlardır. Çünkü Kur'ân öncekilerin ve sonrakilerin ilmini bağrında barındıran, kuru yaş tüm her şeyi içerisinde bulunduran kitap[sup][64][/sup][64] olarak algılanmıştır. Bu yüzden "Kur'ân çalkalandıkça yağı çıkan bir süt dolu kap gibidir"[sup][65][/sup][65] denilmiştir.
Mekke'de inen, geçmiş peygamber ve kavimlerin kıssalarıyla ilgili ayetlerden hüküm çıkarma ile ilgili şu örnekleri verebiliriz:
Mekke'de 55. sırada inen Enâm suresi 90. ayetinde geçen, "İşte bunlar (daha önce gönderilmiş olan peygamberler) Allah'ın doğru yola eriştirdikleridir, onların yoluna uy" cümlesinden, "Hakkında nesh varid olmadıkça bizden öncekilerin şeriati bizim de şeriatimizdir" hükmü çıkarılmıştır.[sup][66][/sup][66]
Mekke'de 52. sırada inen Hûd suresi 61.ayetinde geçen, "Semud kavmine kardeşleri Salih'i gönderdik. 'Ey kavmim! Allah'a kulluk edin; O'ndan başka tanrınız yoktur; sizi yeryüzünde yaratıp orayı imar etmenizi dileyen O'dur' dedi" cümlesinden "Yeryüzünü imar etmenin vücubu" çıkarılmıştır.[sup][67][/sup][67]
Yine Hud suresi 69. ayetinde geçen "And olsun ki, elçilerimiz müjde ile İbrahim'e geldiler. 'Selam sana' dediler, 'Size de selam' dedi, hemen kızartılmış bir buzağı getirdi." cümlesinden "Misafire ziyafet vermenin meşruiyyeti" çıkarılmıştır.[sup][68][/sup][68]
Yine Hud suresi 82. ayetinde geçen "Buyruğumuz gelince oraların (Lut kavminin yurtlarının) altını üstüne getirdik; üzerine Rabbinin katından, işaretli olarak yığın yığın sert taş yağdırdık." cümlesinden "eşcinsellerin taşlanabileceği" hükmü çıkarılmıştır.[sup][69][/sup][69]
53. sırada Mekke'de inen Yusuf suresi 10. ayetindeki "İçlerinden biri, 'Yusuf'u öldürmeyin, onu bir kuyunun derinliklerine bırakın. Böyle yaparsanız yolculardan onu bulup alan olur' dedi." cümlesi "Buluntu çocukla ilgili hükümler"in dayanağı sayılmış ve yine aynı surenin 19. ayeti olan "Bir kervan geldi, sucularını gönderdiler; sucu kovasını kuyuya saldı, 'Müjde! İşte bir oğlan' dedi. Yusuf'u alıp onu ticari bir mal olarak sakladılar. Oysa Allah yaptıklarını bilir." ayetinden buluntu çocukla ilgili çeşitli hükümler çıkarılmıştır.[sup][70][/sup][70]
Yine Yusuf suresi 17. ayeti olan "Akşam üstü ağlayarak babalarına geldiklerinde: 'Ey babamız! İnan olsun biz yarış yapıyorduk; Yusuf'u eşyamızın yanına bırakmıştık; bir kurt onu yedi. Her ne kadar doğru söylüyorsak da sen bize inanmazsın' dediler." ifadelerinden "Yarışmaların ve sportif faliyetlerin meşruiyyeti" çıkarılmıştır.[sup][71][/sup][71]
Yine Yusuf suresi 55. ayeti olan "Yusuf: 'Beni memleketin hazinelerine memur et, çünkü ben korumasını ve yönetmesini bilirim' dedi. " cümlesinden, "Kendisine güvenen bir kimsenin görev istemesinin caizliği" çıkarılmıştır.[sup][72][/sup][72] Yine aynı ayetten hareketle, haktan ayrılmadan çalışacağına güvenen dirayetli bir müslümanın, facir yahut kafir bir yöneticinin maiyetinde çalışabileceğini söyleyen hukukçular olmuştur.[sup][73][/sup][73]
Yine Yusuf suresi 84. ayeti olan "(Yakub) Onlara sırt çevirdi, 'Vah, Yusuf'a yazık oldu!' dedi ve üzüntüden gözlerine ak düştü. Artık acısını içinde saklıyordu." ifadesinden "Ölü üzerine ağlamanın caizliği" çıkarılmıştır.[sup][74][/sup][74]
69. sırada Mekke'de inen Kehf suresi 60-62. ayetlerindeki "Musa, genç arkadaşına: 'Ben iki denizin birleştiği yere ulaşmağa, yahut yıllarca yürümeye kararlıyım' demişti. İkisi, iki denizin birleştiği yere ulaşınca, balıklarını unutmuşlardı, balık bir delikten kayıp denizi boyladı. Oradan uzaklaştıklarında Musa, yanındaki gence: 'Azığımızı çıkar, and olsun bu yolculuğumuzda yorgun düştük' dedi. " ibarelerinden, "Hizmetçi kullanmanın caizliği, ilim için yolculuk yapmanın müstehablığı ve yolculuk için azık almanın tevekküle ters düşmeyeceği" gibi hükümler çıkarılmıştır.[sup][75][/sup][75]
45. sırada Mekke'de inen Tahâ suresi 12. ayeti olan "(Ey Musa!) Ben şüphesiz senin Rabbinim; ayağındakileri çıkar; çünkü sen, kutsal bir vadi olan Tuva'dasın" ifadesinden, "Mabedlerde yalınayak yürümenin ve bulunmanın müstehab olduğu" hükmü çıkarılmıştır.[sup][76][/sup][76]
Yine Taha suresi 40. ayetinde geçen "Harun, 'Ey Anamoğlu! Saçımdan sakalımdan tutma!.." ibaresinden, "Saçı uzatma ile sakal koymanın müstehablığı çıkarılmıştır.[sup][77][/sup][77]
73. sırada Mekke'de inen Enbiya suresi 78. ayetinde geçen "Davud ve Süleyman da kavmin koyunlarının yayıldığı bir ekin hakkında hüküm veriyorlarken, Biz onların hükmüne şahittik." ifadelerden, "Hükümlerde ictihadın caizliği, müctehidin ictihadında hata etse bile sevap kazanacağı, hakimin daha isabetlisini gördüğü zaman verdiği hükümden dönebileceği" gibi hükümler çıkarılmıştır.[sup][78][/sup][78]
48. sırada Mekke'de inen Neml suresi 20-26. ayetlerinde anlatılan Hz. Süleyman'ın Hüdhüd kuşunu haberleşmede kullanmasından, "Hayvanları eğitmenin caizliği" çıkarılmıştır.[sup][79][/sup][79]
49. sırada Mekke'de inen Kasas suresi 26. ayetinde geçen "İki kadından biri: 'Babacığım! Onu ücretli olarak tut; ücretle tuttuklarının en iyisi bu güçlü ve güvenilir adamdır' dedi." ibaresi, icarenin meşruiyyetine delil olarak kullanılmıştır.[sup][80][/sup][80]
Yine Kasas suresi 27. ayetinde geçen "Kadınların babası: 'Bana sekiz yıl çalışmana karşılık bu iki kızımdan birini sana nikahlamak istiyorum..' dedi." ifadesinden, "Kız babalarının faziletli kişilere, kızlarıyla nikahlanmayı teklif etmelerinin müstehab olduğu" hükmü çıkarılmıştır.[sup][81][/sup][81]
84. sırada Mekke'de inen Rum suresi 21. ayetindeki "İçinizden, kendileriyle huzura kavuşacağınız eşler yaratıp; aranızda muhabbet ve rahmet var etmesi, O'nun varlığının belgelerindendir." cümlesinden, "Cinlerle evlenmenin caiz olmadığı" hükmü çıkarılmıştır.[sup][82][/sup][82]
58. sırada Mekke'de inen Sebe' suresi 13. ayetinde geçen "(Cinler) Süleyman için, o ne dilerse, mabedler, heykeller, büyük havuzlara benzer çanaklar va taşınması güç kazanlar yaparlardı." ifadesinden "Resim yapmanın caizliği" çıkartılmıştır.[sup][83][/sup][83]
Verilen bu örneklerde çıkarılan hükümlerin bir kısmı başka hüküm ifade eden naslarla da desteklenmiştir. İlim adamlarımızın bu örneklerdeki hüküm çıkarma keyfiyeti de tartışılabilir. Fakat sonuçta değişik mezheblere mensup ilim adamları, Mekke'de inen bu ayetlerden çeşitli hükümler çıkartabilmişlerdir. Zaten Medine'de inen ayetlerin tamamı "Ahkam ayetleri" cümlesinden sayılmadığı gibi, Mekke'de inen ayetlerin tümünü Ahkam ayetlerinin dışında saymak tutarlı bir yaklaşım değildir. Ahkam ayetlerinin sayısı konusunda farklı görüşlerin olması da bu tezimizi desteklemektedir.[sup][84][/sup][84]
2. Vakıa Surei Ayetlerinden 'Abdestsiz Mushafa Dokunulmaz' Hükmünün Çıkarılması:
İşte bunun gibi Mekke'de inen Vakıa suresinin bu ayetlerinden de 'Mushafa abdestiz dokunulamayacağı'na dair hükümler ilk dönemden itibaren çıkarılagelmiştir. Başka bir deyişle daha ilk dönemden itibaren ayet, Mushafa abdestsiz dokunulamaz hükmüne referans olarak gösterilmiştir. Şu örnekler bunu ortaya koymaktadır:
Bir yolculuk sırasında abdest bozduktan sonra arkadaşlarının yanına gelen Selman-ı Farisî 'ye arkadaşları, "Bir su bulsak da abdest alıp bizlere Kur'ân okusan!" dediklerinde o, "Ben mushafa dokunacak değilim. Çünkü ona temiz olanlardan başkası dokunmaz."
Doç. Dr. Ali AKPINAR*
YAZININ TAMAMINI OKUMAK İÇİN TIKLAYINIZ
http://serzeyrek.tr.gg/Abdestsiz-Kuran-h-a-Dokunma.htm | |
| | | | KURANA ABDEST Lİ DOKUNMA (56/79) Ayetinin Tefsiri-La yemessuhuu illelmutahharun ayetinin abdest'le ilgisi yoktur..M.İslamoğlu | |
|
Similar topics | |
|
| Bu forumun müsaadesi var: | Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
| |
| |
| |
|