KUTLU FORUM
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.
KUTLU FORUM

Bilgi ve Paylaşım Platformuna Hoş Geldiniz
 
AnasayfaLatest imagesKayıt OlGiriş yap

 

 Panteizm , monizm nedir vahdet-i vucut

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
@bdulKadir
Adminstratör
@bdulKadir


Mesaj Sayısı : 6736
Rep Gücü : 10015190
Rep Puanı : 97
Kayıt tarihi : 17/03/09
Yaş : 61
Nerden : İzmir

Panteizm , monizm nedir vahdet-i vucut Empty
MesajKonu: Panteizm , monizm nedir vahdet-i vucut   Panteizm , monizm nedir vahdet-i vucut Icon_minitimePaz Eyl. 25, 2011 4:59 am

Panteizm nedir

Tanrı ile evreni bir, aynı ve özdeş kabul eden görüştür. Panteizm, anlam olarak tümtanrıcılık - kamutanrıcılık- demektir.

Panteizme
göre Tanrı'nın evrenden ayrı ve bağımsız bir varlığı yoktur. Tanrı
doğada, nesnelerde, insan dünyasında vardır. Her şey Tanrı'dır.

Bu
algılamada Tanrı 'nın, evrenin kendisi olduğunu savunulur. Panteistler
evrende varolan her şeyin (atom, hareket, insan, doğa, fizik kanunları,
yıldızlar... ) aslında bir bütün olarak Tanrı 'yı oluşturduğunu
söylerler. Bu bakımdan evrende vuku bulan her olay, her hareket aslında
doğrudan Tanrı 'nın hareketidir. Bu görüşün ilginç ve çarpıcı bir
sonucu, insanın da Tanrı 'nın bir parçası olduğudur.

Panteizme
göre; Tanrı her şeydir ve her şey Tanrıdır. Tanrı Evren - İnsan ayırımı
yoktur. Böyle bir ayrım aklın yanılsamasıdır. Aşkın bir Tanrı var
olmadığı gibi, her hangi bir yaratmadan da söz edilemez.

Evreni
algılayış biçimi olarak Panteizm, Hindu, Buda dinlerinde hayal gücü
geleneğine uygun bir anlayıştır. Felsefî bir tasarım olarak Panteizm
ise, eski Yunan felsefesinde Plotinos (205-270), Rönesans'tan sonra
Giordano Bruno (1548-1600) ve Spinoza (1632-1677) tarafından temsil
edilmiştir. Düşünsel kökü Antik Çağ Yunan Stoacılığına dayanan
Panteizmin ileri sürdüğü Evrenin Ruhu Anlayışı , Hegelciliği ve
Spinozacılığı doğurmuştur.

Tek Tanrı 'lı Dinlerdeki Tanrı-Alem
ayrılığı, Yaratan-Yaratılan diye bir ikilem, Panteizmde yoktur. Doğayla
Tanrı bir ve aynı şeydir. Tanrı yaradan değil, varolandır ve evrenin
tümüdür. Evrende görülen şeylerden gayri bir Tanrı yoktur. Tanrı,
evrendeki bütün varlıkların toplamıdır. Evrenin başlangıcı ve sonu
yoktur. Evrendeki mevcut canlı cansız her şeyin bütünlüğü Tanrı 'dır.
Önsüz ve sonsuz olan Tanrı, hem makro kozmosta (evrende), hem de mikro
kozmosta (insanda) bulunur.

Antikçağ Grek Stoacıları, Yeni
Platoncular ve Doğunun Vahdet-i vücut anlayışı, Yahudilerin Kabalası
gibi çeşitli felsefî biçimlere bürünen bu inanç, çağımıza kadar
süregelmiştir. Panteist olarak adlandırılan bazı Yahudi, Hıristiyan ve
Müslüman düşünürler vardır. Ancak, Panteizmi üç semavi din genelde
reddetmektedir.

Panteizm, Arapça 'da karşılığı Vücudiyye
sözcüğüdür. Tanrı anlayışı olarak her şeyi Tanrı tanımak, varlığı, ancak
ona vermek olarak özetlenebilir. Bunu, sonsuzluk, sonsuz olan varlık;
Tanrı, tabiat olarak tarif edenler de olmuştur. Bu, Vahdet-i Vücut, yani
varlığın değil, Vahdet-i Mevcut, yani fiziki evrenin, tabiatın birliği
inancına varır ve tabiatın Tanrı oluşuna, tabiattan başka bir varlık,
bir Tanrı, bir gerçek bulunmayışına inanmaktır. Özetle, Vahdet-i Mevcut,
son tahlilde Ateizmden, Tanrı tanımamaktan başka bir şey değildir.
Vahdet-i Vücut yaklaşımında, Tanrı yaratılmışların hiçbirine benzemez ve
bu inanç eşyanın hakikatini Tanrı 'da görür oysa, Panteizmde fiziki
evrenin kendisi Tanrı 'dır.

Panteizme göre evrenin toplamı Tanrı
'dır ve evrenin dışında gizemcilerin savundukları gibi bir Tanrı yoktur.
Açıkçası her zerre onun kendisidir. Gizemciliğe göre de, her zerreİlahi
güzelliği yansıtan bir ayna ve araçtır. Evrenin yaratılış nedeni, Tanrı
'nın güzelliğini yansıtmak ve göstermek içindir.

Panteizm'in Türleri

1. Tabiatçı Panteizm : Tek realite tabiattır. Tanrı da tabiatın içinde var olandır. (Dideron, Boron d 'Holbach)

2. İdealist Panteizm : Tek realite ruhtur. Tanrı da ruhun özünde var olandır. (Hegel, Fichte, Brunschvicg)

3.
Teolojik Panteizm : Felsefî anlamda asıl Panteizm budur. Evrende tek
realite Tanrı 'dır. Diğer bütün varlıklar, evren, dünya, tabiat, insan,
ruhlar vs. her şey Tanrı 'nın varlığında oluşmuştur. Hiçbir şey onun
dışında değildir, her şey odur.

Bruno, Boehme, Spinoza gibi
filozofların ileri sürdüğü Tek-ilkeci (monist) Panteist görüş, giderek
Tasavvuf içinde de benimsenmiştir. Tasavvuf düşüncesi de özünde bir
panteist anlam taşımaktadır. Anadolu mutasavvıflarından Hallac-ı Mansur
ve Mevlâna bu düşüncededir.


*******************

monizm nedir ?

felsefenin
en temel sorularından “varlık bir midir yoksa birden çok mudur?”
sorusuna varolan her şeyin tek bir gerçeklikten oluştuğu yanıtını veren;
gerçekliğin tek bir ilkeden türetilebileceğini ya da bu tek ilkeye
indirgenebileceğini savunan; birçok enson gerçeklik bulunduğunu düşünen
“çokçuluk” ile iki tane enson gerçeklik ya da töz olduğunu savlayan
“ikicilik”e karşı tek bir tane en son gerçeklik olduğu savunusundan ödün
vermeyen; şeylerin çokluğunu saltık bir gerçekliğin değişik biçimleri
ya da yüzleri olarak açıklayan felsefe anlayışı.

evreni tek bir
ilke ile açıklamaya koşullanmış idealizm ile maddecilik yandaşlarının
felsefi ikiciliğe karşı ileri sürdükleri bir yanıt olarak bircilik,
gerçekliğin ya tin ya da madde olan tek bir tür tözden oluştuğu görüşüne
karşılık gelmektedir. bu anlamıyla bircilik, beden ve ruhun iki ayrı
töz olduğu savına karşıt biçimde ikisinin tek ve bir olduğu savına denk
düşmektedir. bircilik ya da tekçilik deyişi genel de tek bir varlığın,
“bir” tür varlığın olduğunu öngören; yalnızca tek bir şeyin bulunduğunu,
“çok”un ise bu “tek”in görünümleri ya da “bir”i yanlış kavrayışımızdan
doğan bir yanılsama olduğunu öne süren felsefeleri tanımlamak için
kullanılagelmiştir.

öte yanda ahlak felsefesinde ise bircilik,
gerçekte yalnızca tek bir ‘iyi” olduğunu, diğer iyi olduğu düşünülen
şeylerin de bu “iyi”den türediğini öne süren ahlak anlayışına karşılık
gelmektedir.


***********************



Felsefeye Bakış ve Tenkidi

Cemal Doğan






onların küfür ve ilhad bataklığı içerisinde boğulmasına sebep olmuşlardır.

Bu açıdan "Felsefeden neş'et eden küfür bürûdet gibi bütün eşyayı
birbirine ayrı gösterir ve birbirine düşman nazarıyla baktırır. Bu bakış
neticesinde küfre düşmüş insanın ruhunda düşmanlık, kin, vahşet, hırs
olduğu gibi, nefsini kabul etme ve nefsine itimadı vardır. Bu sırra
binaendir ki; dünya hayatında bazen galibiyet inançsızlarda olur. Ve
keza inançsız dünyada yaptığı bütün hasenatın, iyiliklerin mükâfatını
bütünüyle görür. Felsefeden doğup onun bünyesinde gelişen inançsızlık İç
ve dışı, iyiliği ve kötülüğü birbirinden ayırmaz ve insanı elmastan
kömür derecesine indirir'" (29) der. Aliyy-ül Kârı ise felsefe hususunu
açıklarken "Felsefi asılları düşündüm de hastaya şifa, susamışa serinlik
getirecek bir şey göremedim" (30)diyerek hakkı teslim etmiştir.

Felsefenin şerrinden insanları korumak için felsefe öğrenen Kelam ilmi
üstadlarından Fahreddin-i Râzî bu dünyadan göçerken söylediği şu son
sözü felsefenin buudunu ve kametini ne güzel anlatır! "Ben kocakarıların
dini üzerine ölüyorum" (31). Fahreddin-i Râzî'ye bunu söyleten şüphesiz
ki felsefenin kendi içinde düştüğü korkunç çelişkilerdir. Bunu şu
ifadelerde rahatça görebiliriz. "Bir şeyi yaratanı yarattığı şeyin
içinde olursa, aralarında tam bir münasebet olur ve bu durumda
yaratıklar adedince yaratıcıların çoğalması gerekir. Felsefe eşyayı bir
yaratıcıya bağlamadığından böyle muhallere düşer. O halde yaradan
yaratık İçinde olamaz. Olur demek felsefenin bataklığında boğulmuş
Panteizm (Allah ile âlemi bir ve aynı sayan felsefi görüş) görüşünün
tuzağına düşmek olur ki, insanın ruh ve kalbini allak bullak edip,
içinden çıkılmaz labirentlere iter (32).

Muhtelif ve hatta birbirine zıt sistemlerden teşekkül etmiş felsefe,
tabiatı, cemiyeti ve düşünceyi açıklamak iddiasında bulunduğundan
hâdiseleri mutlak bir determinist (zorunlu sebeb-sonuç ilişkisi) görüş
içinde ele alarak bir takım kanunlara bağlamaya çalışır" (33).
Zorunsuzluk ve hür iradeyi kabul etmeyip, fizikî, ruhî ve ahlâki bütün
olayları birtakım zaruri sebebler zincirinin zaruretle tayin ettiğini
iddia ile bu sebebler zincirine karşı bizim irademizin hiç bir tesiri
olmadığı için hâdiselerin meydana gelişinde şahsi nüfuzu inkar eder ve
hâdiselerin meydana gelişini sebeblerin kuvvetine atfeder" (34). Bu
inanç insanda hiç bir ölçü bırakmayacağından ne yapacağı iyiliklerden
mükâfat ve ne de yaptığı kötülüklerden mücâzat insan için önemli
olmayacak ve cemiyet bununla târumâr olacaktır.

Paskal "filozofların değil, peygamberlerin haberini verdiği Allah
(cc)... O'na talibim" (37) diyerek filozofların gösterdiği yolun
sığlığını ortaya koymuş ve tek kurtuluş yolunun vahyi esas alan tevhid
görüşünün olabileceğini beyan etmiştir. Hayatının belli bir- dönemini
felsefeyle uğraşmakla geçiren İmam-ı Gazâlî de aklı esas alarak
hâdiselere çözüm aramaya başlamış, sonunda şu meşhur sözünü söylemek
mecburiyetinde kalmıştı. "Aklı gerdim, ip gibi oldu, kopacak dereceye
geldi, kendimi peygamberin ruh feyzine atarak kurtuldum" (36). Buradan
hareketle felsefenin mahiyetini meydana çıkararak insanları onun
şerrinden korumak için şöyle bir muhasebeye varmıştır. "Bilgilerimi
inceleyince, beş duyu ile onlardan başkasını kesin bulamadım. Kendi
kendime "güçlüğün halli için apaşikar dayanaklar lazım gelir. Bu
dayanaklar beş duyudur. Ama şimdi de şu neticeye vardım; gölgeye
bakıyoruz da kımıldamıyor zannediyoruz, bir saat sonra ise yerinde
olmadığını görüyoruz. Yıldızları lira kadar küçük görüyoruz, geometriden
öğreniyoruz ki dünyamızdan büyükler. Duyular vasıtasıyla elde edilen
bilgileri sonradan akıl öyle yalanlıyor kî; savunmasına imkan yok.
Bundan sonra şöyle demeye başladım. "Duyulara güven kalmadı, itimad
edilse (on üçten çoktur) (bir şey aynı zamanda hem var hem yok olamaz)
gibi kaidelere itimad edilecektir. O zaman duyuların bana şöyle dediğini
işitir gibi oldum; "iyi ama akıl geldi beni reddettin, akıl gelmemiş
olsaydı beni tasdikte devam edecektin. İhtimal aklın ötesinde başka bir
kuvvet daha vardır ki; o açığa çıkacak olsa aklı hükümsüz bırakacak.
Böyle bir kuvvetin zahir olmaması, onun imkânsız olmasına delâlet etmez"
(37). Görülüyor ki; felsefenin dayandığı akıl kendi kendisinin âciz
kaldığı noktalan itiraftan başka bir şey yapamıyor (38). Felsefenin bu
noktada yapacağı tek şey vahye dayanıp, içinden çıkamadığı mes'elelere
onun ışığıyla yol bulmaktır.

Vahye istinad etmeyen felsefenin ne yapabileceğini ya da ilk
filozoflardan günümüze kadar ne yaptığını anlatması bakımından şu
kıymetli hüküm gerçekten çok orijinaldir. "Felsefe eski yunanda bir
hamlede bugün bile pek az alışılmış bir yüksekliğe ulaşıverdi. En zor
mes'elelerin hepsine birden el attı. Öyle mes'eleler ki Pisagor'dan.
Eflatun'dan, Sokrat'tan başlayarak Kant'a yahud Bergson'a kadar asırlar
zarfında bir biri arkasından gelen bütün filozoflar halletmeye muvaffak
olamamışlardır "'(39).

Elhasıl: Felsefe çıkmazlar atmosferi olarak daima önümüze gelebilecek
mahiyettedir. Bu açıdan inanmış insan tevhidi çizgiyi yakalayarak
felsefeden gelebilecek her türlü şüphe ve tereddüde sed çekmesini
bilmelidir. Çünkü bu bilinmediği takdirde çeşitli kılıklara bürünebilen
felsefenin tuzağına düşmek İhtimal dâhilindedir.

İbrahim Şinasi'nin:

"Feylozof ol kişidir kim nerede olsa heman, Uyar elbette zamana, ona uymazsa zaman" dediği gibi o her kılığa bürünebilir (40).

İnsanlar için iki türlü düşünce vardır.Birincisi taklidi veya tahkiki
bir şekilde Allah (cc)'ın gönderdiği hakikatlere yükselerek saadet-i
dareyni kazanabilme yolu olan tevhid yolu, ikincisi ise aklın
verilerinden başka birşey tanımayarak ve duygularıyla idrak edemediği
büyük oluşlardan daima şüphe ederek fikir anarşisine düşme yolu olan
felsefenin yolu. "Bu yolun çeşitli bölümleri mevcuddur. Bunlar birinci
yola atlayarak kurtulmazlarsa hepsi de girdikleri çıkmazdan çıkamayan
kaybetmişler zümresinden olur. Yaratıcının yol seçmede serbest bıraktığı
insanoğlu bu iki yoldan birine mutlaka uymak durumunda kalır. Bu
yolların dışında kalan ancak çocuklar, deliler ve bunaklardır" (41). Ne
mutlu tevhid yolunu yakalayıp kurtuluşa koşanlara...

KAYNAKLAR:
1. Yeni Lüğat... Abdullah Yeğin.
2. El-Kur'ân ve'! Felsefe... M". Yusuf Musa sf. 15.
3. Kur'ân-ı Kerim Allah'ı Nasıl Tanıtıyor... Dr. Veli Ulutürk, sf.289.
4. İman ve Aksiyon... N. Fazıl Kısakürek, sf.50
5. Felsefi Doktrinler Sözlüğü... S. Hayri Bolay. Bunalım Felsefesi maddesi.
6. İnsanoğlu Kendini Arıyor... M. Said Çekmegil, İstanbul 1965.
7. Felsefi Doktrinler Sözlüğü... S. H.B. Materyalizm sf. 162
8. Mesnevi-i Nuriye... sf. 70.
9. Felsefe Tarihi M. Balaban .sf. 44.
10. Felsefe Tarihi M. Balaban, sf. 46.
11. Sözler... sf.567.
12. El-Munkızu'l Min'ed Dâlal. Gazali, sf.14.
13. El Bürhan-ul Müeyyed... Seyyid Er-Rîfai. sf.81.
14. Felsefede ilmi Metod... Benrant Russel, sf. 17.
15. İman ve Aksiyon... Necip Fazıl Kısakürek, sf.5O.
16. Mesnevi Nuriye... sf. 76-77-78.
17. Düşünceler ve Sohbetler, Burhan Toprak, sf.51.
İ8. Hak Dili Kur'ân Dili... E. Hamdı Yazır, 6. cild sf. 3824.
19. İslam... Ahmed Hamdi Akseki, sf. 151.
20. Mesnevi-i Nuriye... sf. 168.
21. Mesnevi-i Nuriye... sf. 215.
22. Bergson ve Manevi kudret.. Prof. M. Sekip Tunç,3-4.
23. Mesnevi-i Nuriye... sf,24,
24. Fusûs-ül Hikenı ver Talikam aleyh... Ebu'l-Alâ Afifi sf.128.
25. Mesnevi-i Nuriye... sf.142.
26. İnsanoğlu Kendini Anyor... M. Said Çekmeği!, sf.60.
27. Felsefi Doktrinler Sözlüğü... S. H. B. bkz. Nirvana md.
28. Mesnevi-i Nuriye... sf. 57.
29. Mesnevi-i Nuriye... sf. 68.
30. Ehli Sünnet İnanışlarının Değişmez Metinleri... A. Şeref Güzelyazıcı sf. 9.
31. Ehli Sünnet inanışlarının Değişmez Metinleri... A, Şeref Güzelyazıcı sf. 9.
32. Mesnevi-i Nuriye... Sayfa 120.
33. Felsefi Doktrinler Sözlüğü... S. Hayri Bolay, Dialektik maddesi sf. 58.
34. Felsefi Doktrinler Sözlüğü... S. Hayri Bolay Determinizm maddesi sf. 46.
35. Cinnet Müstatili... N. Fazıl Kısakürek. sf. 146.
36. Ihya-yı Ulumiddin... İmamı Gazali, cilt. 1.
37. Hakikat Yollarında Sapıklıktan Kurtuluş, sf. 5, Said Çekmeğil.
38. İnsanoğlu Kendini Arıyor... M. Said Çekmegil. sf. 62.
39. İnsanlar Uyanın... A. Carrel, sf.66.
40. Batı Tesirinde Türk Şiiri... Kenan Akyüz. sf. 15.
41. İnsanoğlu Kendini Arıyor... Said Çekmegil. sf. 87-88.
********************

Vahdet-i Vücûd Ve Panteizm Farklı Anlamlar Taşır

İslâm tasavvufu ve hristiyan mistitizminin ilk bakışta birbiri ile
benzerlik taşıdığı sanılan iki kavramı olan vahdet-i vücûd ve panteizm
aslında tamamıyla karşıt hükümler taşıyan terimlerdir.
Yani ,İslâm’ ın “tevhid” anlayışı ile Hristiyanlığın “teslis” inancı
arasında ne kadar benzerlik varsa, vahdet-i vücûd ve panteizm arasında
da o kadar benzerlikten bahsedilebilir.
Buna rağmen Allah, kâinat, insan beraberliğinin geçtiği fikir
yazılarında, özellikle vahdet-i vücut kavramından bahseden kalem
sahipleri eğer İslâm Tasavvufu’ ndan yeteri kadar bilgi sahibi
değillerse, daha anlaşılabilir gibi bir mantıkla bu felsefeyi rahatlıkla
panteizm olarak adlandırma yanlışına girmektedirler.
Temelde Allah’ ın kâinattaki yaratıcılık ve mutlak malikiyetini kabullenip, oradan yola çıkan isl
Vahdet-i vücûd sözlük anlamıyla “vücudun birliği”, tasavvuf
terminolojisinde ise, Kâinattaki bütün varlıkların, Cenâb-ı Hak’ kın
esmâsı( adları)ve sıfatlarından ortaya çıktığını kabul eden, gerçek
vücûd sahibinin Allah olduğunu bilme ve tanıma esası olarak
adlandırılabilir.
Evren gerçek bir varlık değil, gölge bir varlıktır. Gölge, kendisinin
varlık nedeni olan kişi ya da nesnenin varlığından başka bir varlığa
sahip olmadığı gibi, evren de Allah'ın varlığından başkâ bir varlığa
sahip değildir. aînatın da Allah'ın varlığından başkâ bir varlığa sahip
olamayacağı tezine dayanır.Bu düşüncenin özeti de 'la mevcuda illallah'
cümlesi ile dile getirilir.
Her ne kadar bu anlayış Muhidin Arabî (1165-1239) tarafından ortaya
atılıp sistemleştirilmişse de, bir terim olarak ilk kez onun öğrencisi
İbn Arabi'nin öğrencisi Sadreddin Konevi (1210-1274 tarafından
kullanılmış, daha sonra da Molla Câmi(1414-1492) gibi İslâm
felsefecilerince şerhedilerek yaygınlaştırılmıştır.
Hatta, bu düşüncenin ne İbn-i Arabî, ne de öğrencisi Sadreddin Konevî
ile bir ilgisi olmadığını iddia eden tasavvuf tarihçilerine bile
rastlanır. Meselâ ABD’ li tasavvuf tarihçisi Prof. Dr. William C.
Chittick bu düşüncededir ve şöyle der :
“… İbn Arabî`nin savunduğu düşünülen Vahdet-i Vücud, kendisinden çok çok
sonra sözkonusu olmuş ve bilâhare kendisine atfedilmiş bir husustur.
Fütuhât’ ın bizzat kendisinden hareketle böyle bir neticeye varmamızı
gerektirecek hiç bir sebeb yoktur. Çünkü, Vahdet-i Vücud ibâresi aynen
bu lafızla Fütuhât`ta geçmediği gibi, İbn Arabî de böyle bir Vahdet-i
Vücud`tan bahsetmemektedir bize. Aynı şekilde, aslî takibçilerinden
herhangi birisi de bu şekilde bir ibâre kullanmamıştır…” (1)
Bu düşüncenin ilk savunucusu sayılan Hallac-ı Mansûr "Ene'l-Hak" sözü ile yargılanıp idam edilecektir.
Vahdet-i vücûd düşüncesinin kurucusu Muhiddin-i Arabî gereke kendi
dönemindeki ve gerekse kendisinden sonra gelen fıkıhçı,kelâmcı ve
mutasavvıflarca oldukça benimsenecek veya eleştirilecektir.Onun görüşünü
benimseyenlerce, vahdet-i vücûd tevhidin en yüksek yorumu sayılacaktır.
Meselâ Kelâm ilminin büyük ismi İmam Gazali, “Nurlar Feneri”
Risalesinde “Belki hepsi odur” ifadesiyle varlığın birliğini
dillendirecektir. Buna karşılık, başta İbn Teymiye olmak karşı görüşte
olanlar tarafından ise fenâ makamında kalmanın ortaya çıkardığı bir
yanılgı olarak kabullenilecektir. Eleştirme gerekçelerinin en önde
geleni ise "O gökleri ve yeri yoktan yaratandır... O'nun benzeri
hiçbirşey yoktur" (42/11) ayeti olup, buna aykırı bir inanç anlayışının
Allah ile kul arasındaki ikiliğin kaldırılmasının, Müslümanların
İslâm’ın gerektirdiği emirleri yerine getirme, yasakladığı hükümleri
önemsememe gibi etkileri idi. Hatta bazıları o kadar ileri gidiyorlardı
ki bu düşüncesinden dolayı M. Arabî’ yi kâfir olarak tanımlamaktan bile
çekinmiyorlardı.
Oysa , her inanç ve düşüncede olduğu gibi, bu konuda da basit ve düz bir
mantıkın insanı gerek olumlu ve gerekse olumsuz sonuçlara götüreceği
kesindir. Kur’ an, Hadîs ve İslâmın diğer referanslarını gözardı ederek
bu hususta bir sonuç alıması mümkün değildir.
“… Vahdet-i vücuda gelince; bu mevzuda ancak bilenin konuşması lâzımdır, diğerlerinin değil. Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:
İnsanlardan öyleleri de vardır ki, ne bir bilgiye, ne de bir rehbere ve
ne aydınlatıcı bir itaba istinad etmeksizin Allah hakkında mücadele
(münakaşa) eder.’ (Lokman: 20)…”(2)
Tasavvuf’ ta Vahdet-i vücûda karşı bir reddiye olarak ortaya çıkan
Vahdet-i şuhûd düşüncesi ise, sözlüklerde “görmede birlik” veya “bir
görmek” olarak tercüme edilir.
Vahdet-i şuhûd, İbn Arabî’den iki yüz elli yıl sonra dünyaya gelen İmam
Rabbani’ce vahdet-i vucüd teorisinin eksikliklerini tespit edip onun
yerine sistemleştirdiği tasavvuf felsefesi olarak ortaya çıkar.
Felsefenin özeti : Vahdet-i vücûdcuların 'la mevcuda illallah' la
tanımladıkları inancına karşı , “La meşhude illellah=Allah’tan başka
görünen bir varlık yoktur” şeklindeki karşı görüşleridir.
Teoride, Vahdet-i vücûdcuların ; Âlemin gölge olduğu, Kötülüğü göreceli
oluşu, Velâyet-Nübüvvet ilişkisi, Oruç - namaz üstünlüğü, Hz. Âdem’ den
önceki insan toplulukları, Fetret ehlinin ahiretteki durumu, Cehennem
azâbının sürekliliği, cennette Allah’ ın görülebileceği, melek ve
insanın üstünlüğü, bazı ruhların ezelîliğine dair görüşlerinin zıddı
savunulur.
Ancak bu düşünce vahdet-i vücûd’ a alternatif görüş olarak olarak ortaya
cıkmışsa da pek kabul görmemiş, sadece Nakşibendîliğin Halidî kolu
tarafından benimsemişdir.
İşte bu düşüncenin hristiyan mistitizmindeki karşılığı panteizmdir. Buna
rağmen, gerek vahdet-i vücûd ve gerekse vahdet-i şuhûd’un felsefeleri
ile , panteizmin temelde hiçbir benzerliği yoktur.
“… vücud'un birliğini iddia eden Muhittin ile alemi, Allah'tan ayrı ve
kendi nefsinde var gören İmam Rabbani, birbirlerinden ayrılmakla beraber
bu monist ve düalist görüşlerinden kedilerinden önceki sistemlere göre
de özel bir karakter taşırlar, kendi bakımlarından orijinaldirler.
Muhittin'in vücudi vahdet'i, eski Yunan'da İonia'lıların kesretçiliği
ile Elea'lıların vahdetçiliğini, sınırlı olanla sınırsız olanı
birleştirme gayretinden meydana çıkan Panteizm ve çeşitlerinden
ayrıdır…”(3)
tesbiti bunun açıklamasıdır.
Panteist görüş terim olarak her ne kadar 1700’ lü yılların başında John
Toland (1670-1722) tarafından kullanılmışsa da, panteist inanç
antikiteden bu yana kabul görmektedir. Hatta en eski semâvî din olan
Museviliğin tahrif edilmiş şekli olan Yahudi dinindeki “ Kabala”cı
anlayışı, bu inancın milâdı olarak kabul edebiliriz.
İskenderiye Mektebinde Plotinos (205-270)'un ortaya attığı sudur
nazariyesine göre panteizm, Tanrı’ nın mutlak ve değişmez bir birlik
olduğu, kâinatın bu tanndan, tabakalar halinde sudur ettiği,Tanrı’ nın
her şeyin kaynağı olduğu, bu yüzden de her varlığın aynı zamanda ilâhî
nitelik taşıdığı öngörülmüştür.
Bu felsefenin ana ekseni ,her şeyin tanrı olduğu, tanrı ile kâinatın aynı cevher olduğu şeklinde özetlenebilir.
Panteizm'e göre Tanrı kâinattan bağımsız bir yaratıcı güç değildir. Bu
düşüncenin sonucu olarak da panteizmde kişilik ve hürriyet kavramlarısöz
konusu değildir. varlığını kabul etmez. İnsan, ancak fizik âlemin basit
bir parçası, ahlâkın da doğal düzene zorunlu ve edilgen bir şekilde
itaat olduğu kabul edilir.Yaratıcı bir Allah’ ın varlığı söz konusu
edilmediğinden, bu düşünceye inanaların gözünde diğer bütün dinler de
anlamsız hale gelmektedir.
Tarihi süreç içerisinde panteizm, Tabiatçı, İdealist, Teolojik olarak üç ana grupta şekillenir.
Panteizmin detaylarında farklı düşünseler de, Giordano Bruno (1548-1600)
, Spinoza (1632-1677), Fichte (1762-1814), Hegel (1770-1831), Diderot
(1713-1784), D'Holbach (1723-1789), Schelling (1775-1854) bilinen
felsefecilerdir.
Panteist düşüncedeki “Evrenin Ruhu “ yaklaşımı, Hegelci ve Spinozacı felsefeyi ortaya çıkarmıştır.
Sonuç olarak, Vahdet-i Vücutcuların yaklaşımında, Allah’ ın
yaratılmışların hiçbirine benzemediği, eşyanın hakikatinde Allah’ ın
görülebileceği inancı yatar. Ayrıca, kâinatın yaratılış amacının,
Allah’ın güzelliğini yansıtmak ve göstermek için olduğu her vesile ile
vurgulanır.
Oysa panrteizmin savunduğu “kâinatın kendisi” Tanrı'dır görüşü ile bir anlamda Ateizm’ den farklı bir şey söylememektedir.
“… Batıdaki panteizm ve monizm mesleğiyle vahdet-i vücûd mesleği aynı
görülebilmektedir. Halbuki panteizm, tabiat veya kâinat adına Allah'ı
inkâr ve kâinatın bütününü ilâh kabul eder, güya bütün ilâhları veya
ulûhiyet düşüncesini kâinatın varlığında bütünleştirme davası güder;
monizm, bütün kâinatta sârî bir ulûhiyet düşüncesine dayanırken, tam
tersi bir istikamette yürüyen vahdet-i vücûd mesleği, Allah ve O'nun
kâinata varlık kazandıran vücûdî tecellileri adına kâinatı âdeta yokluğa
mahkum eder. Allah'ın vücûdundan başka gerçekten var sayılabilecek
başka varlık kabul etmez. Bundan ayrı olarak, panteizm ve monizm birer
felsefedir; birer iddiadır. Vahdet-i vücûd ise, bir hâldir; aşk, incizap
ve bunlardan kaynaklanan sekr hâline dayanan bir müşahededir. Evet
hata, umumî mânâda, tamamen bir hâl ve tecrübe mesleği olan; imana,
ibadete, Allah mârifet ve aşkına dayanan tasavvuf ile, onun sadece
felsefesini yapan bazı akımları, çok noktada ortak dil ve mefhumları
kullandıkları için aynı gibi değerlendirmeden kaynaklanmaktadır. Oysa,
arada doğru münasebet bulmak mümkün değildir…”(4)
Panteizme göre evrenin toplamı Tanrı'dır ve evrenin dışında gizemcilerin
savundukları gibi bir Tanrı yoktur. Açıkçası her zerre onun kendisidir.

Bu yüzden ülkemizde bu konu üzerinde görüş bildiren kişilerin her iki
felsefeyi ve özellikle benzeştirdikleri “ vahdet-i şuhûd” benzeşen
değerlermişcesine savunmadan önce, aralarındaki mahiyet farklarına
gözatmaları faydalı olacaktır.

Yazan : Salih Zeki Çavdaroğlu

K A Y N A K Ç A
:
(1) Hayrettin Soykan “William C. Chittick ile İbn-i Arabî Üzerine “,Timeturk: Günün haberleri, yorum, spor, ekonomi, politika, sanat, sinema , 17 Ağustos 2008
(2) “ Vahdet-i Vücûddan Kim Bahsedebilir?”, Vahdet-i Vücud'dan Kim Bahsedebilir?
(3) Cavit SUNAR, “ Vahdet-i Şuhûd, Vahdet-i Vücûd Meselesi”,Anadolu Aydınlanma Vakfı Yayınları,2006, arka kapak yazısı
(4) “Feyz, Tecelli ve Vahdet-i Vücûd, Vahdet-i Şühûd Meslekleri”, Sızıntı Dergisi,Şubat 2001 Yıl :23 Sayı :265
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://kutluforum.yetkinforum.com
 
Panteizm , monizm nedir vahdet-i vucut
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» Vahdet-i Vücut ne demektir ? Prof.Alaaddin Beşer-Vahdet-i şuhud vs konular
» Jinsei Kolye, radyo aktivite testinden de olumlu rapor almış
» Vücut su kıtlığı çektiğinde
» vahdeti vucut ile şuhud arasındaki fark
» Letaif nedir İnsana dercedilen letaifler nelerdir; Letaif-i aşere nedir? tanımları

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
KUTLU FORUM :: İslami ilimler ve dini kültür :: İtikad-İnanç-Kelam-Felsefe-
Buraya geçin: