| KUTLU FORUM Bilgi ve Paylaşım Platformuna Hoş Geldiniz |
|
| Tasarruf u Devam eDEN zATLAR- hayatları Tasarruf un devam etmesi ne demektir? ehli himmet BEDİR ŞEHİTLERİ | |
| | Yazar | Mesaj |
---|
@bdulKadir Adminstratör
Mesaj Sayısı : 6736 Rep Gücü : 10015190 Rep Puanı : 97 Kayıt tarihi : 17/03/09 Yaş : 61 Nerden : İzmir
| Konu: Tasarruf u Devam eDEN zATLAR- hayatları Tasarruf un devam etmesi ne demektir? ehli himmet BEDİR ŞEHİTLERİ C.tesi Ekim 15, 2011 11:50 am | |
| - Abdulkadir Geylani (k.s) - Şeyh Hayat b. Kays el-Harrani (k.s) - Şeyh Harakani (k.s) - Şeyh Akil el-Menbici -ukayli münci-(k.s)(menbuci-hz.menci-hz.menbici'nin kaynaklarda geçen diğer ismi hz.menci'dir.üstadımızınlafıyla kesiştirecek olursak maruf-u kerhi hazretleri olarak ismi zikredilen velinin şeyh harakani veya şeyh menbici olması muhtemeldir...zayıf bir ihtimal ahmet bin hanbel'in diğer bir isminin de şeyh menbici veya şeyh menci olmasıdır.)
https://kutluforum.yetkinforum.com/t13967-tasarruf-u-himmet-i-devam-eden-zatlar#21851Seyyidina Ebul Hasan-i Şazili...inanmazsanız,günlük evradını vereyim...düzenli okuyun...kendiniz anlayın...imam Abdulvehhab Şarani der ki : Allah,her üstadın sırrını,yardımını,himmetini o üstadın günlük evradına yerleştirir...onun için evradını terk eden şakird,üstadıyla olan bağını koparır...İmamı Rabbaniimamı gazzaliBEDİR ŞEHİTLERİNİN İSİMLERİ
- Seyyidünâ Harise bin Süraka el-Hazrecî.
- Seyyidünâ Zü’ş-Şimaleyn İbn-i Abd Amr el-Hazrecî.
- Seyyidünâ Rafi İbnü’l Mual el-Hazrecî.
- Seyyidünâ Sa’d İbn-i Hayseme el-Evsî.
- Seyyidünâ Safvan İbn-i Vehb el-Muhacirî.
- Seyyidünâ Âkil İbnü’l Bükeyr el-Muhacirî.
- Seyyidünâ Ubeyde bin Haris el-Muhacirî.
- Seyyidünâ Umeyr İbnü’l Hümam el-Hazrecî.
- Seyyidünâ Umeyr İbn-i Ebî Vakkas el-Muhacirî.
- Seyyidünâ Avf İbnü’l Hâris el-Hazrecî.
- Seyyidünâ Malik Mübeşşir bin Abdi’l Münzir el-Evsî.
- Seyyidünâ Muavviz İbn-i Haris el-Hazrecî.
- Seyyidünâ Mihca İbnü’s Salih Mevlâ Ömer İbn-i Hattab el-Muhacirî.
- Seyyidünâ Yezid İbnü’l Hâris el-Hazrecî, Radıyallahü anhüm ecmaîn.
ve Seyyidünâ Hamzatubnu Abdulmuttalibişşehidil muhaciriyy rahttps://kutluforum.yetkinforum.com/t13967-tasarruf-u-himmet-i-devam-eden-zatlar-bedir-sehitlerinin-isimleri#21851Bazıları, Hazreti Âdem'den bu yana gelip geçen kutbu'l-vücûdların isimlerini tasrih etmişler ise de, bu mülâhaza fazla hüsnükabul görmemiştir. Ekseriyetin ittifak ettiği bir husus varsa, o da, hangi devirde olursa olsun kutbu'l-vücûdun "Abdullah" ve "Abdulcâmi" unvanıylayâd edilmesidir. Aslında, ebdâl, nücebâ, nükebâ, evtâd, ve kutupla alâkalı bütün bu konularda Hazreti Sâhib-i Şeriat'tan herhangi bir şey sâdır olmamıştır. Bütün bu tasnifler keşfe, müşâhedeye dayandırılmaktadır. Bu açıdan da, çerçevenin daha geniş, daha dar ve daha farklı olabileceği ihtimalden uzak tutulmamalıdır. Her şeyin doğrusunu Allah bilir ve bize de: رَبَّنَا لاَ تُؤَاخِذْنَا إِنْ نَسِينَا أَوْ أَخْطَأْنَا رَبَّنَا فَاغْفِرْ لَنَا ذُنُوبَنَا وَكَفِّرْ عَنَّا سَيِّئَاتِنَا وَتَوَفَّنَا مَعَ الاَبْرَارِ demek düşer.Şaban DÖĞENÜstadın tasarrufu devam ediyor“Merhum Ali Uçar, Van Çoravanis’te on, on beş öğrenciyle okuma programı yapıyordu. Yanına uğrayıp bir iki gün kalayım dedim. Beni görünce çok sevindi. Ancak onu üzüntülü gördüm. Sebebini sordum, o da anlattı: “Hafız Ağabey, iki gün önce hafızalardan silinemeyecek müthiş bir olay yaşadık. Olayın şokunu hâlâ üzerimizden atabilmiş değiliz. Dün değil evvelki gece kurşun sesleriyle uyandık. Sanki imha edilmek üzere cephedebasılmış şehit adayları gibiydik. İnanın İsmail Ağabey, ‘gibisi’ bile fazla. Eğer kaderde yağlı kurşunlarla şehit olmak varsa, o, bu geceden başka zaman olamazdı her halde. Ölüm, kapıda değil, odanın içinde kol geziyordu. “Duvarlara çarpan kurşunlar, yavaş yavaş yanımıza düşüyordu. Feleğimiz şaşmıştı, ne olduğunu bilememiştik. PKK’lılar, bizi yok etmek için yapmışlar bu saldırıyı. “Bir ara kurşun sesleri kesilince onlar duyacak şekilde bağırdım: ‘Buraya kitap okumak için geldik, elimizde silâh yok. Yakına gelmeniz, yüz yüze görüşmemiz daha uygun olacak.’ “Silâhlı üç kişi, elleri tetikte, namlular bize dönük olarak yavaş yavaşyanımıza geldiler. Her an tetikler çekilebilir, namlular patlayabilirdi. Ben onlara Nur talebesi olduğumuzu, buraya kitap okumak için geldiğimizi, Bediüzzaman’ın da onların hemşehrisi olduğunu, dinden imandan kimseye zarar gelmeyeceğini, başkasına zarar vermeyeceğimizi anlattım. “Bediüzzaman’ın da yaz aylarında gelip burada kitap okuduğunu, bunun için burayı tercih ettiğimizi söyledim. Biz anlatırken biraz uzakta pusuda olan arkadaşları, yanımızdakileri iki de bir çağırıyorlardı. Ben bir an etrafıma baktım, bir de ne göreyim, Üstad sağımda ayakta duruyor.Tekrar tekrar baktım, evet Üstad sağımda ayakta duruyordu. Aldığım maddî ve mânevî kuvvetle konuşmalarıma devam ettim. “Silâhlı üç kişi, çağıran arkadaşlarının yanına gitmedikleri gibi, üstelik mevzideki arkadaşları çıkıp çıkıp bizim yanımıza geliyorlardı. Bu ara mumları yakarak çay suyu koyduk. Yaklaşık iki saat kadar konuştum. Onların hepsi de karşıma geçmiş dinliyorlardı. Ben konuşmalarımda, bütün insanlığın, Türkiye’nin ve Doğu’nun nasıl kurtulması gerektiğini, İslâmın bizi kardeş yaptığını, imanın ne derece büyük bir kuvvet olduğunu anlattım. Çay içerken bile anlatıyordum. Onlarkalkıp gittiğinde vakit sabaha yakındı.” Bu hatırayı 27.6.1986 tarihinde, Doğu hizmetlerinde çok zaman Ali Uçar’la beraber olan Hafız İsmail Kalper, değerli dostumuz Fuat Yapalak’a anlatmış.***********************Ben Üstadımdan işittim ki: Hazret-i Mevlânâ Hindistan'dan tarik-i Nakşîyi getirdiği vakit, Bağdat dairesi Şâh-ı Geylânî'nin ba'del-memat hayatta olduğu gibi, taht-ı tasarrufunda idi. Hazret-i Mevlânâ'nın mânen tasarrufu, bidâyeten câ-yı kabul göremedi. Şâh-ı Nakşibend ile İmam-ı Rabbânî'nin ruhaniyetleri Bağdat'a gelip Şâh-ı Geylânî'nin ziyaretine giderek rica etmişler ki, "Mevlânâ Hâlid senin evlâdındır, kabul et." Şâh-ı Geylânî, onların iltimaslarını kabul ederek Mevlânâ Hâlid'i kabul etmiş. Ondan sonra Mevlânâ Hâlid birden parlamış. Bu vakıa, ehl-i keşifçe vâki ve meşhud olmuştur. O hadise-i ruhaniyeyi, ozaman ehl-i velâyetin bir kısmı müşahede etmiş, bazı da rüyayla görmüşler. Üstadımın sözü burada hitam buldu.(Şamlı Hafız Tevfi-Barla Lahikası)****************Akşemseddin-i Veli hazretleri buyuruyor ki:Tasarruf ehlidir ruh-u veli, dü cihanda, Deme bu ölüdür, nasıl derde derman ola, Ruh şimşir-i Hüdadır ten kılıf olmuş ona, Dahi alâ kâr eder, bir tığ ki, üryan ola. (Mecmuat-ül cevahir) Yani deniyor ki:Evliyanın ruhu, iş yapar iki cihanda, Deme, bu ölüdür, nasıl olur derde deva, Ruhu, Hakkın kılıcı, vücut kılıftır ona, Kınından çıkan kılıç tesirli olur daha.*****Tasarrufun devam etmesi ne demektir? Peygamberimiz (asm) vefat edeli asırlar geçmesine rağmen, bütün ümmetini nasıl tanıyacak. Yıllar evvel vefat etmiş evliyalar nasıl olurda bu gün bizlere yardımcı olabilir?“Tasarrufun devam etmesi ne demektir? Öldükten sonra her şey bitmez mi. Tasarrufu devam eden evliyâ var mı? Meselâ, Abdülkadir-i Geylânî’nin (ks) tasarrufu devam ediyor mu? Bu konu için Kur’ân’dan veya sünnetten delil gösterilebilir mi?”Konuyu birkaç yönüyle ele almakta fayda var:1-Evliyânın tasarrufunun devam edip etmemesi konusu tamamen gayb alanına giriyor. Bu alan, eşyanın görünen değil; görünmeyen iç yüzü ile ilgili bir alandır.2- Eşyanın iç yüzü, her zaman delil ile gösterilebilecekcinsten bir seyir izlemez. Çünkü melekûttur. Çünkü ledünnî alandır. Çünkü bize kapalıdır. Dışyüz olaylarını delillerle hükme bağlayan Şeriat, eşyanın iç yüzünün seyri hakkında çok kesin delillerle kavranabilecek bilgi vermez. Çünkü amel bakımından bizimle doğrudan ilgili bir alan değildir. Ancak Şerîât, işâretlerle, remizlerle, keşiflerle, müşâhedelerle ve kerâmetlerle görülebilecek ölçüde içyüz kapısını açık bırakır. Ne var ki, bu açık kapıdan herkes giremez. Şüphesiz keşif ve müşâhedeler sonucunda ulaşılan bilgiler, âyet ve hadislerin ruhuna ters düşmemelidir. 3- Kur’ân, varlıkların dış yüzüne hâkim bir şeriat sahibi olan Hazret-i Mûsâ (as) ile varlıkların içyüz bilgisine sahip Hazret-i Hızır (as) arasında geçen bir yolculuktanve yolculuk esnasında geçen olaylardan bahsederek; içyüz bilgisinin kapısını Müslümanlara aralar. Fakat bu kapı tenkit ile, şüphe ile, itiraz ile, tartışma ile, delil öncelikli bir arayışla açılmaz. İçyüzde yürümek için itimad, teslimiyet, bağlılık ve sadâkat lâzımdır.4- Öldükten sonra tasarrufun devam etmesi: Tasarruf sahibinin kendisi ölmüşolsa da, Allah’ın izniyle dünyevî olaylarla ilgi ve irtibatını devam ettirmesi ve Allah’ın inâyetiyle Allah’ın dilediği kadar hayra yönlendirmelerde bulunabilme yetkisine sahip olması demektir. Bu bir türgaybî yardımdır. Fakat her şey âdetullah ve teklif sırrı prensipleri çerçevesinde cereyan eder.Tasarrufta:I- Allah’ın izni, rızâsı, emri, irâdesi, inâyeti, rahmeti ve kudreti esastır.II-Tasarruf sahibinin kendi kişisel irâdesi ile değil; Allah’ın irâdesine boyun eğerek hareket ettiği ve tasarrufta bulunduğu göz ardı edilmez.III- Hiçbir tasarruf;a) Tevhid inancını zedeleyecek biçimde algılanmaz,b) Âdetullaha aykırı olacak şekilde gerçekleşmez,c) Teklif sırrını ihlâl edecek derecede abartılmaz.d) Kişiselleştirilmez. Yani Cenâb-ı Hakkın emir ve irâdesini yok sayıp, kula mal edilmez. 5-Tasarrufun yukarıdaki şartlarda halk arasında çok sık kullanımı da vâkidir. Meselâ insanların, bir darlık esnasında söyledikleri “Kul daralmayınca Hızır yetişmez” sözünde Hazret-i Hızır’ın tasarrufuna vurguvardır.6- Gaybî yardımın örnekleri Kur’ân’da vardır. Meselâ:* Bedir savaşında üç bin meleğin Ashab-ı kirâma Allah adına yardım ettiği Kur’ân’da zikredilir. Bu, düşmanın üçte bir gücüne ancak sahip olan Bedir ashabının galip gelmeleri için Allah’ın izniyle ve emriyle Meleklerin kullandıkları bir tasarruftan (savaşın seyrini hayra yönlendirmekten) başka bir şey değildir. * Kur’ân, peygamberlerin mahşerde, ümmetleri hakkında birer şâhit olarak getirileceğini, Peygamber Efendimizin de (asm) hepsine şâhit kılınacağını bildirir.*Yine Kur’ân Peygamber Efendimizin (asm) “hakîkî bir şâhit, gerçek bir müjdeci ve ciddî bir uyarıcı” olarak gönderildiğini kaydeder. Müzemmil Sûresinde, nasıl Fir’avun’a bir elçi gönderilmiş idiyse, bize de hakkımızda şâhitlik edecek bir Peygamber gönderildiği bildirilir.Bilindiğigibi şâhit olmak; müşâhede etmek, izlemek, görmek, tanıklık etmek, haberdâr olmak demektir. Öldükten sonra herşey bitmiş olsa idi eğer, peygamberlerin ümmetleri hakkında böylesine “gerçek tanıklık” yapmalarına imkân kalır mıydı? Çünkü bu durumda yalnız kendi çağlarında yaşayanlardan ve kendi zamanlarındaki inananlardan haberdar olabilecekler; kendilerinden sonra gelen ümmetten bîhaber olacaklardı. Oysa âyetlerden, peygamberlerin ümmetleri hakkındaki şâhitliklerinin, ümmetlerinden tek bir fert kalıncaya kadar sürdürdükleri anlaşılmaktadır. Her peygamber kendi zamanında yaşamış olsun olmasın; kendi ümmetinden haberdardır, ümmetinin kötülükleri aleyhinde ve iyilikleri lehinde şahittir ve ümmeti üzerinde tasarruf sahibidir.Binâenaleyh,üzerimizde çok müşfik ve bize çok düşkün bir Peygamberin (asm) bizimle “gerçek tanıklık” derecesinde yakın ilgisi olduğunun Kur’ân’daki beyanı,tasarrufunun üzerimizde kıyâmete kadar devam ettiğinin de ifâdesidir.Kur’ân,mü’minleri de insanlar hakkında “şahitler” olarak vasıflandırır. Kur’ânbazı insanlara “şâhit” sıfatını vermekle, “Peygamberlerin vârisleri olan” ve “ilimde söz sahibi olan” âlimleri diğer insanların önüne çıkarmış olur. Demek âlimler, Allah’ın izin ve emrine bağlı olarak peygamberlerin ilimlerine vâris oldukları gibi, Allah’ın dilediği kadar,peygamberlerin yetkilerine de vâristirler. Yani insanlar üzerinde şâhitlik yaptıkları gibi, Allah’ın izniyle tasarrufta bulunurlar ve Allah dilerse şefaat ederler.7- Bilindiği gibi; Kur’ân bizi, öldüğünde “diri kalan” bir zümrenin varlığından da haberdâr etmiştir. Kur’ân’a göre, Allah yolunda öldürülenler “ölü” değillerdir. Onlar diridirler. Fakat biz hissetmiyoruz.Yine Kur’ân’a göre, bu dünya hayatı sadece bir oyun ve eğlenceden ibârettir. Asıl hayat ise âhiret hayatıdır. Âhiret hayatı bütün varlığıyla ve bütün benliğiyle capcanlı bir hayattır. Bedîüzzaman Hazretlerine göre bu âyet, hakîkî hayatın âhiret âlemindeki hayat olduğunu; âhiret âleminde cansız hiçbir maddeninbulunmadığını, orada hiçbir zerrenin ölü olmadığını îlân etmektedir.8-Başta peygamberler olmak üzere bir kısım Allah dostlarının, Allah’ın vazifeli kıldığı âlimlerin ve şehitlerin öldükten sonra tasarruflarının devam etmesi demek, Allah’ın şahit kıldığı kimselerin, dipdiri âhiret hayatına geçtiklerinde de, oyun ve eğlenceden ibâret olan dünya hayatında “hayra kılavuzluk etme ve yönlendirme” yetkilerini sürdürmeleri demektir.Nitekim Bedîüzzaman Hazretleri, bir mektubundaşöyle der: “Gavs-ı Âzam gibi, memattan (öldükten) sonra hayat-ı Hızırî’ye yakın bir nevî hayata mazhar olan evliyalar vardır. Gavs’ın hususî İsm-i Âzamı, ‘Yâ Hayy’ olduğu sırrıyla, sair ehl-i kuburdan fazlahayata mazhar olduğu gibi, gayet meşhur Mâruf-u Kerhî denilen bir kutb-u âzam ve Şeyh Hayâtü’l-Harrânî denilen bir kutb-u azîm, Hazret-i Gavs’tan sonra mematları hayatları gibidir. Beyne’l-evliya (evliya arasında) meşhur olmuştur.”Yine Bedîüzzaman Hazretleri, şehitlerin efendisi olan Hazret-i Hamzâ’nın (ra) kendisine sığınan kimseleri Allah’ın izniyle muhafaza ettiğini ve dünyevî işlerini gördüğünü, ölümlemelekût âlemine ve ruhlar âlemine geçmiş insanların bizimle alâkadar olduklarını, bizim duâlarımızın ve mânevî hediyelerimizin onlara gittiğini, onların da nurânî feyizlerinin bizlere geldiğini, onlarla aramızda “mânevî âlemdeki mânevî havada çok mânevî elektrikler ve mânevîradyolar” bulunduğunu, fakat nuranî feyizlerin tenkit ve itirazla hissedilmeyeceğini ve kaçacağını; Peygamber Efendimiz’in (asm) Hazret-i Hasan’ın (ra) başını öpmesinde, Hazret-i Hasan’ın (ra) mübârek neslindengelen Gavs-ı Azam Şeyh Geylânî gibi çok mehdî-misal peygamber vârislerinin de hissedâr olduklarını; yine Peygamber Efendimizin (asm) Hazret-i Hüseyin’e (ra) karşı fevkalâde ehemmiyet göstermekle, Hazret-i Hüseyin’in (ra) nurânî silsilesinden olan Zeynelâbidin, Câfer-i Sâdık gibi mehdî-misal Peygamber vârislerini ehemmiyetle kucaklamış bulunduğunu kaydeder.Bu tasarruf silsilesinin bir devamı olarak; Bedîüzzaman Hazretleri küçüklüğünden beri Abdülkadir Geylânî’nin (ks) ilgi ve yardımına mazhar olmuş, ve Peygamber Efendimizin (asm) kudsî tasarrufu altında istihdam edilmiştir; Mevlânâ Hâlid Bağdâdî de Bağdad dâiresinde Şâh-ı Nakşibend ve İmam-ı Rabbânî’den sonra Şâh-ı Geylânî’nintasarrufu altında irşad hizmetlerinde bulunmuştur.Binâenaleyh, tasarruf meselesi abartılmamak şartıyla tevhid inancına aykırı değil; tamamen Cenâb-ı Hakka ait bir rahmet tecellîsinden ibârettir.Hidâyetedici Cenâb-ı Allah’tır. Gerçek tasarruf sahibi Cenâb-ı Allah’tır. Allah’ın rızâsına ulaşmış peygamberler, âlimler, şehitler ve Allah dostları ise ancak Cenâb-ı Hakkın izni çerçevesinde bu yetkiyi kullanırlar.Süleyman KÖSMENE***************"Ey daire-i esbabdan zuhur eden işleri, hadiseleri esbaba isnad eden gafil, cahil! Mal sahibi zannettiğin esbab, mal sahibi değillerdir. Asılmal sahibi, onların arkasında iş gören kudret-i ezeliyedir. Onlar, ancak o kudretten gelen hakikî tesirleri ilân ve neşretmekle muvazzaftırlar. Demek, daire-i esbab, hükûmetin kalem dairesi hükmündedir ki, yukarıdan gelen emirlerin tebliğatı o daireden yapılıyor. Çünkü, izzet ve azamet perdeyi iktizâ eder; tevhid ve celâl dahi şirketi reddeder, tesiri esbaba vermiyor."(Mesnevi-i Nuriye)
**************
Ey esbab-perest gafil! Esbab bir perdedir;çünkü izzet ve azamet öyle ister. Fakat iş gören, kudret-i Samedâniyedir; çünkü tevhid ve celâl öyle ister ve istiklâli iktiza eder. Sultan-ı Ezelînin memurları, saltanat-ı Rububiyetin icraatçıları değillerdir. Belki o saltanatın dellâllarıdırlar ve o Rububiyetin temâşâger nazırlarıdırlar. Ve o memurlar, o vasıtalar kudretin izzetini, Rububiyetin haşmetini izhar içindir, tâ umur-u hasise ile kudretin mübaşereti görünmesin. Acz-âlûd, fakr-pîşe olan insanî bir sultan gibi,acz ve ihtiyaç için memurları şerik ittihaz etmiş değildir.Demek esbab vaz edilmiş, tâ aklın nazar-ı zahirîsine karşı kudretin izzeti muhafaza edilsin. Zira, aynanın iki veçhi gibi, herşeyin bir mülk ciheti var ki, aynanın mülevven yüzüne benzer; muhtelif renklere ve hâlâta medar olabilir. Biri melekût'turki, aynanın parlak yüzüne benzer. Mülk ve zahir veçhinde, kudret-i Samedâniyenin izzetine ve kemâline münâfi hâlât vardır. Esbab, o hâlâtahem merci, hem medar olmak için vaz edilmişler. Fakat melekûtiyet ve hakikat cânibinde herşey şeffaftır, güzeldir, kudretin bizzat mübaşeretine münasiptir, izzetine münâfi değildir. Onun için, esbab sırf zahirîdir; melekûtiyette ve hakikatte tesir-i hakikîleri yoktur.Hem esbab-ı zahiriyenin diğer bir hikmeti şudur ki: Haksız şekvâları vebâtıl itirazları Âdil-i Mutlaka tevcih etmemek için, o şekvâlara, o itirazlara hedef olacak esbab vaz edilmiştir. Çünkü kusur onlardan çıkıyor, onların kabiliyetsizliğinden ileri geliyor. Bu sırra bir misal-i lâtif suretinde bir temsil-i mânevî rivayet ediliyor ki:Hazret-i Azrail Aleyhisselâm, Cenâb-ı Hakka demiş ki: "Kabz-ı ervah vazifesinde Senin ibâdın benden şekvâ edecekler, benden küsecekler."Cenâb-ı Hak, lisan-ı hikmetle ona demiş ki: "Seninle ibâdımın ortasında musibetler, hastalıklar perdesini bırakacağım-tâ şekvâları onlara gidip senden küsmesinler."İşte, bak: Nasıl hastalıklar perdedir; ecelde tevehhüm olunan fenalıklara mercidirler. Ve kabz-ı ervahta hakikat olarak olan güzellik, Azrail Aleyhisselâmın vazifesine mütealliktir. Öyle de, Hazret-i Azrail dahi bir perdedir. Kabz-ı ervahta zahiren merhametsiz görünen ve rahmetin kemâline münasip düşmeyen bazı hâlâta merci olmak için, o memuriyete bir nâzır ve kudret-i İlâhiyeye bir perdedir.Evet, izzet ve azamet ister ki, esbab, perdedâr-ı dest-i kudret ola aklın nazarında. Tevhid ve ce lâl ister ki, esbab ellerini çeksinler tesir-i hakikîden.
En son @bdulKadir tarafından Cuma Nis. 19, 2024 9:05 am tarihinde değiştirildi, toplamda 2 kere değiştirildi | |
| | | @bdulKadir Adminstratör
Mesaj Sayısı : 6736 Rep Gücü : 10015190 Rep Puanı : 97 Kayıt tarihi : 17/03/09 Yaş : 61 Nerden : İzmir
| Konu: Geri: Tasarruf u Devam eDEN zATLAR- hayatları Tasarruf un devam etmesi ne demektir? ehli himmet BEDİR ŞEHİTLERİ C.tesi Ekim 15, 2011 11:55 am | |
| Ukayl El-münbecî UKAYL EL-MÜNBECÎ Şam'ın büyük velîlerinden. İsmi Ukayl, lakabı Tayyar'dır. Doğum ve vefât târihleri bilinmemektedir. On ikinci asırda yaşadı. Münbec denilen yerde medfûn ve kabri ziyâret mahallidir. Ukayl hazretleri ilim ve edeb üzere yetişti. Ömeriyye'de olgunlaşıp, hal sâhibi bir velî oldu. Kerâmetleri görüldü. Büyük bir zât olan Ukayl hazretlerinin davranış ve konuşmaları hikmetli idi. Bir gün, Şeyh Mesleme hazretlerinin talebelerinden birkaçı ile birlikte Fırat Nehri kenarına geldiler. Herbiri seccâdesini su üzerine sererek, oturup karşıya geçtiler. Ukayl el-Münbecî de seccâdesini serdi. Üzerine oturmasıyla suya battı ve bir müddet sonra karşı kıyıdan çıktı. Fakat üzerinde en küçük bir yaşlık görülmedi. Talebeleri, bu durumu gidip hocaları Şeyh Mesleme hazretlerine arzedince; "O, rahmet deryâsına dalanlardan biridir." buyurdu. Bu sebeple ona Gavvâs dendi. Ukayl el-Münbecî, şarktaki köylerden birinde iken, başka bir yere gitmek istedi. Kaldığı köyün minâresine çıktı ve halka seslenip oraya çağırdı. Halk toplanınca, kendisini minârenin şerefesinden boşluğa bırakıverdi ve uçmaya başladı. Peşinden gidenler onu Münbec denilen köyde buldular. Bu sebeple de kendisine Tayyâr, havada uçan denildi. Şeyh Osman bin Merzûk anlatır: "Ukayl el-Münbecî hazretleri, Şeyh Mesleme hazretlerinin talebelerinden hal sâhibi on yedi kişi ile berâber bir mağarada oturdular. Herbiri bastonunu orada bir yere koydu. O esnâda bâzı kimseler gelip, bu asâları yerlerinden kaldırdılar. Sıra Ukayl el-Münbecî'nin asâsına gelince, onu kaldırmaya muvaffak olamadılar. Bu durumu gören bu sâlih kişiler, hocalarının yanına dönüp durumu arz ettiklerinde, Mesleme hazretleri; "Asâyı kaldıranlar bu zamandaki Allahü teâlânın velî kullarıdır. Kaldırdıkları her asâ, sâhibinin derecesi kadardı. Fakat Ukayl'ın asâsını kaldıramadılar, çünkü onun derecesi çok yüksekti." buyurdu. Ukayl el-Münbecî, bir gün sefer hazırlığını yapıp evinden çıktığında, kendisini uğurlamak için bekleyen büyük bir topluluğu ve talebelerini gördü ve; "Bak senin için ayakta bekliyorlar." diye içinden geçirdi. Sonra da ağlamaya başlayıp şu meâldeki şiiri söyledi: "Sizi sevmekte ben haddimi aştım. İnandım ki, sizin sebebinizle ben merhamet olunurum. Büyükleri seven, seven kerîm olmasa bile, onları sevmek sebebi ile ikrâma kavuşur." Hikmetli sözleri çoktur. Kendisine "Mârifet nedir?" denildi. O; "Mârifet odur ki, ona kavuşmakla Allahü teâlâ her şeyden üstün tutulur." buyurdu. "Bir kimse kendisi için üstünlük iddiâ eder veya söz söylemekte ileri giderse, o mârifet sâhibi olamaz ve Allahü teâlâyı tanıyamaz." buyurdu. Sık sık Allahü teâlâdan korkmanın ehemmiyetini bildirirdi. Bu sebeple; "Allahü teâlâdan korkmak, her işin başıdır. Fakat bu herkeste başkadır." buyurdu. Hikmetli nasîhatlerinden bâzıları da şunlardır: "Yol ikidir: Ciddiyet, sıkıntıya tahammül. Bir de haddi aşmamak ve beklemektir." "İnsanların iyi taraflarını görmeli, günahlarını araştırmamalıdır." "İddiâcı, her şeyde kendini ileri sürer ve gösterir. Böyle kişilerden sakınmak lâzımdır." Nefsinin arzu ve istekleriyle mücâdele eden kimse, Allahü teâlâya karşı irfân sâhibi olur. Kalben, halktan kurtulursan, Allahü teâlâyı tevhîd etmiş, bir olduğunu yakîn olarak anlamış olursun." FIŞKIRAN PINARLAR Ukayl hazretleri, bir gün Münbec'de bir dağ kenarındaydı. Yanında da sâlih, temiz kimselerden müteşekkil bir topluluk vardı. Bunlardan biri, "Sâdık bir kul olmanın alâmeti nedir?" diye sordu. Ukayl el-Münbecî de; "Sâdık bir kul, bu dağa hareket et dese, hareket eder." buyurdu. O esnâda dağ sallanmaya başladı. Yine oradakilerden biri; "Tasarruf sâhibi olmanın alâmeti nedir?" diye sorunca; "Karadaki hayvanlar, denizdeki balıklar toplansınlar dese, derhal toplanırlar." buyurdu. Daha sözünü bitirmeden dağdan hayvanlar inmeğe başladı. Balıkçılar da, Fırat'ın çeşit çeşit balıkla dolduğunu haber verdiler. Onlardan biri tekrar; "Zamânın en üstünü olmanın alâmeti nedir?" diye sordu. Ukayl hazretleri buna da; "Ayağını şu kayaya vursa, pınarlar fışkırır." der demez, oradaki kayadan sular fışkırdı ve sonra tekrar eski hâline döndü ********************* UKAYL EL-MÜNBECÎ (Rahmetullahi Aleyh) Şam'ın büyük velîlerinden. İsmi Ukayl, lakabı Tayyar'dır. Doğum ve vefât târihleri bilinmemektedir. On ikinci asırda yaşadı. Münbec denilen yerde medfûn ve kabri ziyâret mahallidir. Ukayl hazretleri ilim ve edeb üzere yetişti. Ömeriyye'de olgunlaşıp, hal sâhibi bir velî oldu. Kerâmetleri görüldü. Büyük bir zât olan Ukayl hazretlerinin rahmetullahi aleyh davranış ve konuşmaları hikmetli idi. Bir gün, Şeyh Mesleme hazretlerinin talebelerinden birkaçı ile birlikte Fırat Nehri kenarına geldiler. Herbiri seccâdesini su üzerine sererek, oturup karşıya geçtiler. Ukayl el-Münbecî rahmetullahi aleyh de seccâdesini serdi. Üzerine oturmasıyla suya battı ve bir müddet sonra karşı kıyıdan çıktı. Fakat üzerinde en küçük bir yaşlık görülmedi. Talebeleri, bu durumu gidip hocaları Şeyh Mesleme hazretlerine rahmetullahi aleyh arzedince; "O, rahmet deryâsına dalanlardan biridir." buyurdu. Bu sebeple ona Gavvâs dendi. Ukayl el-Münbecî rahmetullahi aleyh, şarktaki köylerden birinde iken, başka bir yere gitmek istedi. Kaldığı köyün minâresine çıktı ve halka seslenip oraya çağırdı. Halk toplanınca, kendisini minârenin şerefesinden boşluğa bırakıverdi ve uçmaya başladı. Peşinden gidenler onu Münbec denilen köyde buldular. Bu sebeple de kendisine Tayyâr, havada uçan denildi. Ukayl el-Münbecî rahmetullahi aleyh, bir gün sefer hazırlığını yapıp evinden çıktığında, kendisini uğurlamak için bekleyen büyük bir topluluğu ve talebelerini gördü ve; "Bak senin için ayakta bekliyorlar." diye içinden geçirdi. Sonra da ağlamaya başlayıp şu meâldeki şiiri söyledi: "Sizi sevmekte ben haddimi aştım. İnandım ki, sizin sebebinizle ben merhamet olunurum. Büyükleri seven, seven kerîm olmasa bile, onları sevmek sebebi ile ikrâma kavuşur." FIŞKIRAN PINARLAR Ukayl hazretleri rahmetullahi aleyh , bir gün Münbec'de bir dağ kenarındaydı. Yanında da sâlih, temiz kimselerden müteşekkil bir topluluk vardı. Bunlardan biri, "Sâdık bir kul olmanın alâmeti nedir?" diye sordu. Ukayl el-Münbecî de rahmetullahi aleyh ; "Sâdık bir kul, bu dağa hareket et dese, hareket eder." buyurdu. O esnâda dağ sallanmaya başladı. Yine oradakilerden biri; "Tasarruf sâhibi olmanın alâmeti nedir?" diye sorunca; "Karadaki hayvanlar, denizdeki balıklar toplansınlar dese, derhal toplanırlar." buyurdu. Daha sözünü bitirmeden dağdan hayvanlar inmeğe başladı. Balıkçılar da, Fırat'ın çeşit çeşit balıkla dolduğunu haber verdiler. Onlardan biri tekrar; "Zamânın en üstünü olmanın alâmeti nedir?" diye sordu. Ukayl hazretleri rahmetullahi aleyh buna da; "Ayağını şu kayaya vursa, pınarlar fışkırır." der demez, oradaki kayadan sular fışkırdı ve sonra tekrar eski hâline döndü. Evliyalar Ansiklopedisi Amentü.com************************** | |
| | | @bdulKadir Adminstratör
Mesaj Sayısı : 6736 Rep Gücü : 10015190 Rep Puanı : 97 Kayıt tarihi : 17/03/09 Yaş : 61 Nerden : İzmir
| Konu: Geri: Tasarruf u Devam eDEN zATLAR- hayatları Tasarruf un devam etmesi ne demektir? ehli himmet BEDİR ŞEHİTLERİ C.tesi Ekim 15, 2011 11:59 am | |
| İ'lem eyyühe'l-aziz! Velilerin himmetleri, imdatları, manevi fiilleriyle feyiz vermeleri hali veya fiili bir duadır. Hadi, Muğis, Muin, ancak Allah'tır. Fakat insanda öyle bir latife, öyle bir halet vardır ki, o latife lisanıyla her ne sual edilirse-velev ki fasık da olsun-Cenab-ı Hak o latifeye hürmeten o matlubu yerine getirir. O latife pek uzaktan bana göründü ise de, teşhis edemedim
**** Üstadımız bu ifadeleriyle dikkatleri sebeplerden müsebbibül esbaba çevirmiş oluyor.
Bir diğer boyutu ise, insanda bulunan bir latifenin varlığıdır. duanın kabulunde kişinin durumu değil, latifenin durumunun önemli olduğu ifade edilmektedir. Ancak bu latifenin ne olduğu bilinmemektedir. *** Çünkü samimî bir ihlâs, şerde dahi olsa neticesiz kalmaz. Evet, ihlâs ile kim ne isterse Allah verir. Haşiye Haşiye:Evet, Men talebe ve cedde, vecede bir düstur-u hakikattir. Külliyeti geniş ve genişliği mesleğimize de şâmil olabilir. | |
| | | huzeyfe Süper Moderatör
Mesaj Sayısı : 7719 Rep Gücü : 18108 Rep Puanı : 23 Kayıt tarihi : 27/03/09
| Konu: Geri: Tasarruf u Devam eDEN zATLAR- hayatları Tasarruf un devam etmesi ne demektir? ehli himmet BEDİR ŞEHİTLERİ Salı Kas. 14, 2017 9:09 am | |
| Haris el-Muhasibi'nin hayatı hakkında bilgi verir misiniz?
Paylaş Facebook'ta Paylaş [url=http://twitter.com/intent/tweet/?text=Haris el-Muhasibi'nin hayatı hakkında bilgi verir misiniz?&url=https://sorularlaislamiyet.com/haris-el-muhasibinin-hayati-hakkinda-bilgi-verir-misiniz @sorularlaislam]Twitter'da Paylaş[/url] Google+'ta Paylaş [url=http://www.linkedin.com/shareArticle?mini=true&url=https://sorularlaislamiyet.com/haris-el-muhasibinin-hayati-hakkinda-bilgi-verir-misiniz&title=Haris el-Muhasibi'nin hayatı hakkında bilgi verir misiniz?]Linkedin'dePaylaş[/url] [url=http://pinterest.com/pin/create/button/?url=https://sorularlaislamiyet.com/haris-el-muhasibinin-hayati-hakkinda-bilgi-verir-misiniz&media=https://sorularlaislamiyet.com/misc/logo.png&description=Haris el-Muhasibi'nin hayatı hakkında bilgi verir misiniz?]Pinterest'te Paylaş[/url] mustafacelen999 tarafından Pa, 03/08/2014 - 00:51 tarihinde gönderildi Cevap Değerli kardeşimiz, Ebû Abdillâh Hâris b. Esed el-Muhâsibî el-Anezî (ö. 243/857) İlk sûfîlerden, hadis, kelâm ve tefsir âlimi. Muhtemelen 165 (781) veya 170 (786) yılında Basra’da dünyaya geldi. Rebîa kabilesinin Aneze koluna mensuptur. Nefis muhasebesi hususundaki titizliğinden dolayı “Muhâsibî” diye tanınmıştır (Sem‘ânî, IX, 76; İbnü’l-Esîr, el-Lübâb, III, 171). Mu‘tezile’nin merkezi Basra’da doğup büyümüş ve babasının da bu mezhebi benimsemiş olması, Muhâsibî’nin Mu‘tezile’yi yakından tanımasına, hatta başlangıçta bu mezhepten etkilenmesine sebep oldu. Genç yaşta Bağdat’a giderek Vekî‘ b. Cerrâh, Süleyman b. Dâvûd, Şüreyh b. Yûnus, Ebû Ubeyd Kāsım b. Sellâm gibi âlimlerden dinî ilimleri tahsil etti. Aynı zamanda İmam Şâfiî’nin öğrencisi olduğu nakledilmektedir. Muhâsibî’nin bu dönemde Mu‘tezile mezhebine mensup olan babasıyla anlaşamadığı, babasından kalan mirası bu sebeple reddettiği kaydedilmektedir. Mirasın 30.000 veya 70.000 dirhem tuttuğu şeklindeki kayıtlar onun zengin bir aileden geldiğini ortaya koymaktadır. Bu sırada çocuk yaşta olan Cüneyd-i Bağdâdî’nin, evlerine gelen Muhâsibî’ye yiyecek verdiğini belirten rivayetler (Ebû Nuaym, X, 74-75) onun gençlik yıllarında fakir bir hayat yaşadığını göstermekle birlikte Ebû Hamza el-Bağdâdî ile aralarında geçen konuşmadan ileri yaşlarda malî durumunun iyi olduğu anlaşılmaktadır (Serrâc, s. 398). Gençlik döneminde Bağdat’ta hadis meclislerine devam eden Muhâsibî, Selef akîdesi ve ehl-i hadîs anlayışının ağırlıklı olarak hissedildiği en-Neśâiĥu’d-dîniyye’yi bu sıralarda yazmış olmalıdır. Onun bu devrede bir zâhid grubuyla karşılaşması hayatının dönüm noktasını oluşturmuş, bu tarihten sonra tasavvufî kimliği ön plana çıkmaya başlamıştır. Ancak eserlerinde bu topluluğa mensup olanlardan herhangi birinin ismini zikretmez. Muhâsibî’yi bir hadis râvisi olarak ele alan Zehebî onu, hocaları arasında hadis rivayetiyle tanınmayan kişiler bulunduğunu ifade eden “sadûk fî nefsih” tabiriyle nitelendirmiş (Mîzânü’l-itidâl, II, 165), İbn Hacer el-Askalânî ise “makbul” terimini kullanmıştır (Taķrîbü’t-tehźîb, s. 145). Muhâsibî’nin gençliğinde hadis çevrelerinde bulunduğu, bu çevreden uzaklaşıp tasavvufa yaklaşınca kullandığı hadislerin değerinin düştüğü tarzındaki görüşler gerçeği yansıtmamaktadır. Fehmü’l-Ķurân, er-Riâye gibi eserleri ve İbn Mesrûk’tan rivayet edilen Kitâbü’l-Ġıybe’si senedli hadis rivayetleriyle doludur. Bu sebeple Muhâsibî’nin tasavvufa yönelmesinden sonra da hadis konusundaki hassasiyetinin devam ettiğini kabul etmek daha doğru olur. Tefsirle de uğraşan Muhâsibî eserlerinde İbn Abbas, İbn Mes‘ûd, Mücâhid b. Cebr, Atâ b. Ebû Rebâh gibi müfessirlerden nakiller yapmış ve yer yer bazı âyetleri tefsir etmiştir. Onun er-Riâye’den sonra en hacimli eseri olan Fehmü’l-Ķurǿân tefsir usulüne dairdir. Günümüze ulaşmayan Fehmü’s-sünen’in de Kur’an tarihiyle ilgili bilgiler ihtiva ettiği belirtilmektedir. Muhâsibî’nin Muhammed b. Nasr gibi bazı kişilere fıkıh dersi verdiği kaydedilmektedir (İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, VII, 282). Özellikle er-Riâye’sinde fıkıhla ilgili konularda zaman zaman Hanefî ve Şâfiîler’ce doğru sayılan görüşleri zikrettiği ve rey, hüccet, kıyas, istinbat, hüküm gibi fıkıh usulü terimlerini kullandığı görülmektedir. Mekâsib adlı eseri kitâbü’l-harâc ve kitâbü’l-emvâl türü eserlerin küçük bir örneği görünümündedir. İbn Küllâb ve Ebü’l-Abbas el-Kalânisî ile birlikte Ehl-i sünnet kelâmının kurucularından sayılan Muhâsibî (Abdülkāhir el-Bağdâdî, Uśûlü’d-dîn, s. 308; Şehristânî, I, 80-81), çalışmalarında Ehl-i sünnet akîdesine karşı zararlı kabul ettiği bütün akımların bid‘at olduğunu ortaya koymuş, çeşitli vesilelerle Mu‘tezilî, Râfizî, Mürciî ve Hâricîler’i eleştirmiş, özellikle Mu‘tezile ile olan tartışmalarında onların akılcı metodunu kullanmıştır. Ahmed b. Hanbel, Kur’an lafızlarının mahlûk, fakat bunların Allah katında taşıdığı mânaların (muhteva) kadîm olduğunu söyleyen Muhâsibî’nin bu fikrine karşı çıkarak halkı uyaracağını söylemiştir (İbn Ebû Ya‘lâ, I, 62-63; Zehebî, Târîħu’l-İslâm, s. 209-210). Muhâsibî’nin kelâma dair görüşleri ve bid‘at mezheplerine yönelttiği eleştirilerin bir kısmı Şehristânî’nin el-Milel ve’n-niĥal’inde yer almaktadır. Bazı çağdaş müellifler Ebü’l-Hasan Eş‘arî’nin Muhâsibî’den etkilendiğini ileri sürmüşlerdir (DİA, XI, 446). Muhâsibî’nin asıl önemli yanı sûfîliğidir. Ahmed Emîn onun tasavvufu felsefeye yaklaştıran ilk sûfî olduğunu söyler (Žuhrü’l-İslâm, I, 227). Genç yaşta zâhidler topluluğuna katılan Muhâsibî’nin, itikad ve tasavvuf düşüncesi yönüyle Hasan-ı Basrî geleneğine bağlı olduğu hem kaynaklardan hem eserlerinden anlaşılmaktadır. Ferîdüddin Attâr’ın kendisine nisbet ettiği bir sözden hareketle (Tezkiretü’l-evliya, s. 298) tasavvufî hayata otuz yaşlarında girdiği söylenmekle beraber bu tarihten daha önce tasavvufa yönelmiş olmalıdır. Tasavvufta hal kavramı üzerinde duran, kanaat, zühd, üns, yakîn, havf, muhabbet, hayâ, sıdk ve ihlâs gibi kavramları hal diye ortaya koyan, hallerin kontrol altında tutulması ve Kitap ve Sünnet’e dayandırılması gerektiğini söyleyen ilk sûfîlerden biri de Muhâsibî’dir. Ebû Saîd el-Harrâz’ın Kitâbü’ś-Śıdķ adlı eserinde onun ünsle ilgili görüşlerinin etkisi hissedilir. Kendisine Muhâsibiyye adlı bir tarikat nisbet eden Hücvîrî, Muhâsibî’nin rızayı makam değil hal saydığını ve rıza mezhebinin kurucusu olduğunu söyler ve rıza ile ilgili görüşlerini ayrıntılı biçimde anlatır (Keşfü’l-maĥcûb, s. 283-287). Onun tasavvuftaki makam kavramının terimleşmesinde de etkisinin bulunduğu söylenebilir. (Diyanet İslam Ansiklopedisi, Muhasibi Maddesi) | |
| | | huzeyfe Süper Moderatör
Mesaj Sayısı : 7719 Rep Gücü : 18108 Rep Puanı : 23 Kayıt tarihi : 27/03/09
| Konu: Geri: Tasarruf u Devam eDEN zATLAR- hayatları Tasarruf un devam etmesi ne demektir? ehli himmet BEDİR ŞEHİTLERİ Salı Tem. 24, 2018 6:51 am | |
| http://irfanmektebi.com/2010/08/01/vefatindan-sonra-tasarrufu-devam-eden-zatlar/
Vefatından sonra tasarrufu devam eden zâtlar 45. Sayı İrfan Mektebi Ağustos 2010
Şeyh Muhammed Hattar Efendi, “el-Mevsuletü’l-Yusufiye fî Beyâni Edilletü’s-Sofiyye” adlı eserinde şöyle bir mesele naklediyor: “Bütün evliyaların ruhları arşın altında hususî bir makamda, Allah’ın huzurunda bulunur. Dünyada birisi, o velilerin herhangi birinden yardım istediğinde, o veli zât Cenâb-ı Hakk’a şöyle niyaz eder: “Ya Rabbi, şu kulun benden yardım talep ediyor. Senin iznin ve kuvvetinle yardım etmek istiyorum.” Allahu Teâlâ Hazretleri de o veli zâta izin ve kuvvet verir.” Asr-ı Saadet’te yaşanmış bir hâdiseyi bu meseleye misal olarak verebiliriz. Şöyle ki: “Ashâbdan Ebû Ma’lak isminde bir zât, ticâret maksadıyla çıktığı yolculuğunda silahlı bir hırsıza rast geldi. Hırsız ona: Eşyanı yere bırak, seni öldüreceğim dedi. Ebû Ma’lak: “Senin maksadın maldır. Bende ne varsa senin olsun” dedi. Hırsız: “Hayır, benim maksadım mal değil senin canındır” deyince Ebû Ma’lak: “Öyle ise müsâade et namaz kılayım, ondan sonra istediğini yap” dedi. Hırsız: “İstediğin kadar namaz kılabilirsin” deyince Ebû Ma’lak, abdest alıp namaz kılmaya başladı ve namazı bitince şöyle duâ etti: “Ey çok seven yüce arşın Sâhibi, ey dilediğini yapan Allahım! Senden hiçbir kimsenin isteyip sâhib olamadığı kudretinle, hiçbir kimsenin göz dikemediği hükümranlığınla ve arşının her tarafını dolduran nûrunla beni bu hırsızın şerrinden kurtarmanı dilerim.” Ebû Ma’lak bu duâyı üç def‘a tekrarladıktan sonra bir atlının elinde dikine tuttuğu mızrağıyla hırsızın yanında peydâ olduğunu gördü. Hırsıza bir darbe vurarak onu yere yıktıktan sonra Ebû Ma’lak’a döndü. Ebû Ma’lak: “Sen kimsin ki Azîz ve Celîl olan Allah benim yardımıma gönderiverdi?” diye sordu. Atlı: “Ben dördüncü kat semanın sâkinlerindenim. Sen duâ edince “Bu, darda kalan bir zavallının duâsıdır.” denildi. Bunun üzerine ben de Allah’dan bu hırsızı öldürme vazîfesini bana vermesini niyâz ettim.” Yukarıda naklettiğimiz iktibaslardan anlıyoruz ki, evliyaların dünya hayatlarında, kerâmet ve tasarrufları olduğu gibi, öldükten sonra da kerâmet ve tasarrufları devam etmektedir. Hanefî imamlarından Ahmed bin Muhammed el-Hanevî Hazretleri “Nefahatu’l Kurb” isimli eserinde bu hakîkati şöyle ifade ediyor: “Evliyaullah, ruhâniyetlerinin cismâniyetlerine gâlip olması sebebiyle, birçok surette görünebilirler. Onların tasarruf ve kerâmetleri, hayatlarında olduğu gibi, ölümlerinden sonra da devam eder.” Öldükten sonra tasarrufun devam etmesi demek, tasarruf sâhibinin kendisi ölmüş olsa da, Allah’ın izniyle dünya işlerinden bazılarını düzene koyma ve kendisine başvuranların arzularını yerine getirme yetkisine sâhip olması demektir. Bilindiği gibi, Kur’ân bizi, öldüğünde “diri kalan” bir zümrenin varlığından haberdar etmiştir. Kur’ân’a göre, Allah yolunda öldürülenler (şehitler) “ölü” değillerdir. Onlar diridirler. Bununla birlikte, sıddıkiyet makamı şehitlikten yüksektir. Madem şehitler ölmez, onlardan üstün olan sıddıklar da ölmez diyebiliriz. Hem velilerin ruhları, diri iken olduğu gibi, öldükten sonra da, yüksek mertebededirler. Allahu Teâlâ’ya mânevî olarak yakındırlar. Evliyaların dünyada da, öldükten sonra da kerâmet vardır. Kerâmet sâhibi olan, ruhlardır. Ruh ise, insanın ölmesi ile ölmez. Akşemseddin Hazretleri bir şiirinde mealen bu hakîkati şöyle beyan ediyor: “Evliyaullah iki cihanda tasarruf ehlidir. Bu ölüdür, bundan nasıl derman olur deme. Ruh, Mevla’nın kılıncıdır, vücudu ona kılıf olmuştur. Bir kılınç ki çıplak olduğu zaman daha fazla tesir eder.” Burayakadarzikrettiğimiz hakîkatlerle şunu ifade etmeye çalışıyoruz. Başta Peygamberler olmak üzere bir kısım Allah dostlarının, Allah’ın vazifeli kıldığı âlimlerin ve şehitlerin öldükten sonra tasarrufları devam ediyor. Ve bu zâtların, oyun ve eğlenceden ibâret olan bu dünya hayatında “hayra kılavuzluk etme ve yönlendirme” yetkileri âhiret hayatına geçtiklerinde de sürüyor. Fakat bu yetki âdetullah ve teklif sırrı prensipleri çerçevesinde cereyan eder. Tasarrufta, Allah’ın rahmeti, inâyeti, rızası, izni, irâdesi, emri ve kudreti esastır. Tasarruf sâhibinin kendi kişisel irâdesi ile değil; Allah’ın irâdesine boyun eğerek hareket ettiği ve tasarrufta bulunduğu göz ardı edilmemeli. Bir başka ifade ile Allah’ın veli kulları ayna gibidir. Onlarda görünen kerâmetler, hakîkatte Allah’ın kudretinin bir tezâhürüdür. Velilerden zuhur eden kerâmetleri onlardan ziyâde Allah’ın lütfuna, keremine ve dilemesine nispet etmek lâzımdır. Aynadan çıkan ışık nasıl aynaya âit değil, güneşe âitse; velilerin tasarrufları da velilere âit değil Allah’a âittir. Ama onlar o güneşe âyine olma istidadındadırlar. Bu istidat ve meziyet kendinde olmayanlar böyle kerâmet yoktur diyemez. Bu hâl cebinde para olmayan birinin başkasının cebinde de para yoktur demesi gibi bir durumdur. Bedîüzzaman Hazretleri, kıyâmete kadar tasarrufları devam eden bu zâtlardan üçünün ismini zikretmektedir. Bunlar: “Gavs-ı A’zam Abdülkâdir-i Geylanî Hazretleri, Kutb-ı A’zam Maruf-ı Kerhî Hazretleri, Kutb-ı Azîm Şeyh Hayatü’l Harranî Hazretleridir. Her velinin tasarrufu görülebilir. Fakat bu bahsi geçen zâtlar, öldükten sonra kerâmetleri ve tasarrufları çok görüldüğü ve çok meşhur oldukları için söylenmiş. Yoksa bu söz, diğer Evliyanın vefatından sonra tasarruf ve kerâmet sâhibi olmadıklarını göstermez. Bedîüzzaman Hazretleri, şehitlerin efendisi olan Hz. Hamza’nın (ra) kendisine sığınan kimseleri Allah’ın izniyle muhâfaza ettiğini ve dünyevî işlerini gördüğünü, ölümle melekût âlemine ve ruhlar âlemine geçmiş insanların bizimle alâkadar olduklarını, bizim duâlarımızın ve mânevî hediyelerimizin onlara gittiğini, onların da nurânî feyizlerinin bizlere geldiğini, onlarla aramızda “mânevî âlemdeki mânevî havada çok mânevî elektrikler ve mânevî radyolar” bulunduğunu, fakat nuranî feyizlerin tenkit ve itirazla hissedilmeyeceğini ve kaçacağını kaydeder. Ayrıca Üstadımız, kendisinin küçüklüğünden beri Abdülkâdir-i Geylânî Hazretleri’nin ilgi ve yardımına mazhar olduğunu, ceviz gibi ehemmiyetsiz bir şeyi kaybolsa, “Yâ Şeyh! Sana bir Fâtiha, sen benim bu şeyimi buldur.” dediğini ve bin defa böyle Hazret-i Şeyhin, himmet ve duâsıyla imdadına yetiştiğini söyler. Yine Hz. Ali (ra) ve Hz. Gavs-ı Azam’ın gaybî kerâmetleriyle, Risâle-i Nur ve talebelerine iltifat ettiklerini ve himâyetkârâne teselli verip hizmetlerini mânen alkışladıklarını ve bu mânevî kahramanların ihlâs-ı tâmmı kazanmak şartıyla Nur Talebelerinin arkasında yardımcı, başında üstad olacağını müjde verir. Sonuç olarak, tasarruf meselesi abartılmamak şartıyla tevhid inancına aykırı değil; tamamen Cenâb-ı Hakk’a âit bir rahmet tecellisinden ibârettir. Hidâyet edici Cenâb-ı Allah’tır. Gerçek tasarruf sâhibi Cenab-ı Hak’tır. Allah’ın rızasına ulaşmış peygamberler, âlimler, şehitler ve Allah dostları ise ancak Cenâb-ı Hakk’ın izni çerçevesinde bu yetkiyi kullanırlar. Nasıl ki dünyevî saltanatların bir padişahı veya bir sultanı var. Hükmü altındaki memleketlerde istediği tasarrufu yapıyor. Öyle de mânevâ âlemlerin de mânevî padişahları ve sultanları vardır. Onlar da Allah’ın izniyle tasarruf edebilirler. | |
| | | huzeyfe Süper Moderatör
Mesaj Sayısı : 7719 Rep Gücü : 18108 Rep Puanı : 23 Kayıt tarihi : 27/03/09
| Konu: Geri: Tasarruf u Devam eDEN zATLAR- hayatları Tasarruf un devam etmesi ne demektir? ehli himmet BEDİR ŞEHİTLERİ Salı Tem. 24, 2018 6:55 am | |
| "Gavs-ı Âzam gibi, memattan sonra hayat-ı Hızırîye yakın bir nevi hayata mazhar olan evliyalar vardır. Gavs'ın hususî İsm-i Âzamı, "Yâ Hayy" olduğu sırrıyla, sair ehl-i kuburdan fazla hayata mazhar olduğu gibi, gayet meşhur, Mâruf-u Kerhî denilen bir kutb-u âzam ve Şeyh Hayâtü'l-Harrânî denilen bir kutb-u azîm, Hazret-i Gavs'tan sonra mematları hayatları gibidir. Beyne'l-evliya meşhur olmuştur." Saidi Nursi | |
| | | huzeyfe Süper Moderatör
Mesaj Sayısı : 7719 Rep Gücü : 18108 Rep Puanı : 23 Kayıt tarihi : 27/03/09
| Konu: Geri: Tasarruf u Devam eDEN zATLAR- hayatları Tasarruf un devam etmesi ne demektir? ehli himmet BEDİR ŞEHİTLERİ Salı Tem. 24, 2018 6:56 am | |
| Tasarrufu devam eden zatlar dört tanedir.Bunlar; - Abdulkadir Geylani (k.s) - Şeyh Hayat b. Kays el-Harrani (k.s) - Şeyh Harakani (k.s) - Şeyh Menbici (k.s) daha fazla bilgi edinmek isteyen arkadaşlar Fetullah Gülen Hocaefendi'nin Kalbin Zümrüt Tepeleri'nin üçüncü cildine ve İnsan-ı Kamil ve Tasarrufu için ikinci cildindeki "İnsan-ı Kamil ve Nazar ve Teveccüh" yazısına
5.si marufu kerhi | |
| | | | Tasarruf u Devam eDEN zATLAR- hayatları Tasarruf un devam etmesi ne demektir? ehli himmet BEDİR ŞEHİTLERİ | |
|
Similar topics | |
|
| Bu forumun müsaadesi var: | Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
| |
| |
| |
|