| KUTLU FORUM Bilgi ve Paylaşım Platformuna Hoş Geldiniz |
|
| Kuran Nedir?Tarifi Nasıldır? | |
| | Yazar | Mesaj |
---|
huzeyfe Süper Moderatör
Mesaj Sayısı : 7719 Rep Gücü : 18108 Rep Puanı : 23 Kayıt tarihi : 27/03/09
| Konu: Kuran Nedir?Tarifi Nasıldır? Ptsi Ocak 02, 2012 6:23 am | |
| Kur'ân'ın Risale-i Nur'daki tarifini kısmen arz ediyoruz: Kur'ân; şu büyük kâinât kitabının, (Evren'in) ezelî bir tercümesidir... Şu "tabiat kanunlarının içyüzünü", çeşit çeşit dillerle okuyan ebedî tercümanıdır... Şu görünen ve görünmeyen âlemlerin müfessiridir... (Açıklayıcısı ve aydınlatıcısıdır.) Zeminde ve göklerde gizli bulunan, Esmâ-i İlâhiyyenin mûcidi ve keşşafıdır... Tüm hâdise ve olayların altında gizlenmiş olan, hakikatlerin, gerçeklerin bir anahtarıdır... Kur'ân-ı Azîmüşşân (Şânı en Yüce olan Kur'ân), bütün zamanlarda, bütün insanlık âlemine, milletlerine ve ferdelerine hitâben, Arş-ı âlâdan îrâd edilen (getirilen) , İlâhî ve şümullü (Kapsama alanı çok geniş olan), bir nutk-u umûmî (genel bir çağrı), bir Rabbânî hitabedir... (her şeyi yaratıp terbiye eden, besleyen yüce Allahın seslenmesidir.) Kur'an-ı Azîmüşşân, bütün âlemlerin Rabbi itibâriyle Allah'ın kelâmıdır. (Sözüdür.) Hem bütün mevcûdâtın (varlıkların) İlâhı unvânıyla Allah'ın fermânıdır (emirnamesi, buyruğudur) . Hem bütün semâvât (gök'ler) ve arz'ın (yeryüzünün) Hâlikı nâmına (yaratıcısı hesabına), hem mutlak Rubûbiyet (Besleyen, rızıklandıran, mükemmel şekillendiren...) cihetiyle, bir konuşmasıdır. Hem umûmî saltanat hesâbına ezelî bir hutbesidir. Hem her şeyi kuşatan Rahmeti yönüyle, Rahmânî (acıyarak-esirgeyerek,) bir iltifâtıdır... Hem Ulûhiyetin (İlâh oluşunun), haşmetli azameti haysiyetiyle (şeref ve itibârıyla), başlarında bazen ŞİFRE bulunan bir haber mecmuasıdır... (Kaynak: İşârât-ül Îcâz-10.)
*************************
• ve insaniyeti saadete sevk eden hakikî mürşidi ve hâdîsi,
• ve insanlara
hem bir kitab-ı şeriat,
hem bir kitab-ı dua,
hem bir kitab-ı hikmet,
hem bir kitab-ı ubudiyet,
hem bir kitab-ı emir ve dâvet,
hem bir kitab-ı zikir,
hem bir kitab-ı fikir,
• hem insanın bütün hâcât-ı mâneviyesine merci olacak çok kitapları tazammun eden tek, câmi bir kitâb-ı mukaddes,
• hem bütün evliya ve sıddîkînin ve urefa ve muhakkıkînin muhtelif meşreplerine ve ayrı ayrı mesleklerine, herbirindeki meşrebin mezâkına lâyık ve o meşrebi tenvir edecek ve herbir mesleğin mesâkına muvafık ve onu tasvir edecek birer risale ibraz eden mukaddes bir kütüphane hükmünde bir kitâb-ı semavîdir.
Kur’ân, Arş-ı Âzamdan, İsm-i Âzamdan, her ismin mertebe-i âzamından geldiği için, On İkinci Sözde beyan ve ispat edildiği gibi, Kur’ân, bütün âlemlerin Rabbi itibarıyla Allah’ın kelâmıdır.
• Hem bütün mevcudatın İlâhı ünvanıyla Allah’ın fermanıdır.
• Hem bütün semavât ve arzın Hâlıkı namına bir hitaptır.
• Hem rububiyet-i mutlaka cihetinde bir mükâlemedir.
******************
Kuran ayetleriyle açıklaması
Kur'ân, •şu kitab-ı kebir-i kâinatın bir tercüme-i ezeliyesi, •ve âyât-ı tekviniyeyi okuyan mütenevvi dillerinin tercüman-ı ebedîsi, •ve şu âlem-i gayb ve şehadet kitabının müfessiri, •ve zeminde ve gökte gizli esmâ-i İlâhiyenin mânevî hazinelerinin keşşafı, •ve sutûr-u hâdisâtın altında muzmer hakaikin miftahı, •ve âlem-i şehadette âlem-i gaybın lisanı, •ve şu âlem-i şehadet perdesi arkasında olan âlem-i gayb cihetinden gelen iltifâtât-ı ebediye-i Rahmâniye ve hitâbât-ı ezeliye-i Sübhâniyenin hazinesi, •ve şu İslâmiyet âlem-i mânevîsinin güneşi, temeli, hendesesi, •ve avâlim-i uhreviyenin mukaddes haritası, ve Zât ve sıfât ve esmâ ve şuûn-u İlâhiyenin kavl-i şârihi, tefsir-i vâzıhı, burhan-ı kàtıı, tercüman-ı sâtıı, "Elif, Lam, Ra. İşte bunlar hikmetli Kitabın âyetleridir." * (Yunus 1) "Göklerin ve yerin yaratılmasında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelmesinde, insanlara yararlı şeylerle denizde süzülen gemilerde, Allah’ın gökten indirip yeri ölümünden sonra dirilttiği suda, her türlü canlıyı orada yaymasında, rüzgarları ve yerle gök arasında emre amade duran bulutları döndürmesinde düşünen kimseler için âyetler vardır." * (Bakara 124) "Gece ile gündüzün birbiri ardınca gelmesinde, Allah’ın göklerde ve yerde yarattıklarında, O’na karşı gelmekten sakınan kimseler için âyetler vardır." * (Yunus 6) "Gece ile gündüz, Güneş ile Ay, Allah’ın varlığının âyetlerindendir. Güneşe ve Ay’a secde etmeyin. Eğer Allah’a kulluk etmek istiyorsanız bunları yaratana secde edin." * (Fussilet 37) "Sizi topraktan yaratması O’nun varlığının âyetlerindendir. Sonra hemen birer insan olup yeryüzüne yayılırsınız. İçinizden kendileriyle huzura kavuşacağınız eşler yaratıp aranızda muhabbet ve rahmet var etmesi O’nun varlığının âyetlerindendir. Bunlarda tefekkür eden bir kavim için âyetler vardır. Gökleri ve yeri yaratması, dillerinizin ve renklerinizin değişik olması, O’nun varlığının âyetlerindendir. Doğrusu bunda bilenler için âyetler vardır. Geceleyin uyumanız, gündüz de lütfundan rızık aramanız O’nun varlığının âyetlerindendir. Bunlara kulak veren bir kavim için âyetler vardır. Size korku ve ümit veren şimşeği göstermesi, gökten su indirip ölümünden sonra yeri onunla diriltmesi O’nun varlığının âyetlerindendir. Bunlarda akleden kavim için âyetler vardır. Göğün ve yerin, O’nun emri ile ayakta durması O’nun varlığının âyetlerindendir. Sonra sizi kabirlerinizden bir çağırmaya görsün, hemen çıkıverirsiniz." (Rum 20-25) "Göklerde ve yerde inananlara nice ayetler vardır." * (Casiye 3) "…Allah’ın göklerde ve yerde yarattıklarında âyetler vardır." * (Yunus 6) "Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelmesinde akıl sahiplerine şüphesiz deliller vardır. Onlar ayakta iken, otururken, yan yatarken Allah’ı anarlar; göklerin ve yerin yaratılışını tefekkür ederler. Rabbimiz sen bunları boşuna yaratmadın. Sen münezzehsin. Bizi ateşin azabından koru, derler." * (Al-i İmran 190-191) "Dünya hayatı, gökten indirdiğimiz su gibidir ki, onunla insan ve hayvanların yiyeceği bitkiler yetişip birbirine karışmıştır. Yeryüzü süslenip bezendiği ve yerin sahiplerinin bütün bunlara mâlik olduklarını sandıkları sırada gece veya gündüz, buyruğumuz o yere gelmiş ve orayı hiçbir şey bitirmemişe çevirmişiz; bir gün önce bir şey yokmuş gibi olmuştur. Tefekkür eden bir kavim için âyetleri böylece uzun uzun açıklıyoruz." * (Yunus 24) "Yeri düzleyen, orada dağlar nehirler var eden, her türlü üründen çift çift yetiştiren, gündüzü geceyle bürüyen de O’dur. Doğrusu bunlarda tefekkür eden kimseler için ibretler vardır." * (Ra’d 3) "Rabbin bal arısına: Dağlarda, ağaçlarda ve hazırlanmış kovanlarda yuva edin; sonra her çeşit üründen ye; sonra da Rabbinin işlemen için gönderdiği yoldan yürü diye öğretti. Karınlarından, insanlara şifa olan çeşitli renklerde bal çıkar. Tefekkür eden bir millet için bunda ibret vardır." * (Nahl 68-39) Bu ve buna benzer yüzlerce ayet üstadın yukardaki tanım ve tarifini destekler mahiyettedir. Bu ayetler kainat kitabını okuyan ve okutturan ayetlerdir. İnsanlığa kainatın dilini anlamak noktasında rehber ve tercüman olan ayetlerdir. •ve şu âlem-i insaniyetin mürebbîsi, •ve insaniyet-i kübrâ olan İslâmiyetin mâ ve ziyası, •ve nev-i beşerin hikmet-i hakikiyesi, •ve insaniyeti saadete sevk eden hakikî mürşidi ve hâdîsi, •ve insana hem bir kitab-ı şeriat, •hem bir kitab-ı dua, •hem bir kitab-ı hikmet, •hem bir kitab-ı ubudiyet, •hem bir kitab-ı emir ve davet, •hem bir kitab-ı zikir, •hem bir kitab-ı fikir, •hem bütün insanın bütün hâcât-ı mâneviyesine merci olacak çok kitapları tazammun eden tek, câmi bir kitab-ı mukaddestir. •Hem bütün evliya ve sıddıkîn ve urefâ ve muhakkıkînin muhtelif meşreplerine ve ayrı ayrı mesleklerine, herbirindeki meşrebin mezâkına lâyık ve o meşrebi tenvir edecek ve herbir mesleğin mesâkına muvafık ve onu tasvir edecek birer risale ibraz eden mukaddes bir kütüphane hükmünde bir kitab-ı semâvîdir. "Ben, cinleri ve insanlari yalnizca bana ibadet etsinler diye yarattim," (Zarriyat Suresi, 56) "Bundan (Kuran'dan) önce (onlar) insanlar için bir hidayet idiler. Doğruyu yanlıştan ayıran (Furkan)ı da indirdi. Gerçek şu ki, Allah'ın ayetlerini inkar edenler için şiddetli bir azap vardır. Allah güçlüdür, intikam alıcıdır." (Al-i İmran Suresi, 4) Onların sana getirdikleri hiçbir örnek yoktur ki, biz (ona karşı) sana hakkı ve en güzel açıklama tarzını getirmiş olmayalım." (Furkan Suresi, 33) "Bak, iyice kavrayıp-anlamaları için ayetleri nasıl çeşitli biçimlerde açıklıyoruz?" (Enam Suresi, 65) "Bilin ki, kalplerin yatışıp rahatlaması Allah'ın zikri ile olur." (Ra'd, 13/28) "Bu, Bizim O'na indirdiğimiz mübârek bir Zikirdir. Şu halde, onu inkâr edecek olanlar siz misiniz?" (21/Enbiyâ, 50) "Hiç şüphesiz Zikr'i (Kur'an'ı) Biz indirdik Biz; onun koruyucuları da gerçekten Biziz."(15/Hıcr, 9) "(Rasûlüm!) İşte böylece geçmiştekilerin haberlerinden bir kısmını sana anlatıyoruz. Şüphesiz ki, tarafımızdan sana bir zikir (Kur'an) verdik." (20/Tâhâ, 99) Ey iman eden akıl sahipleri! Allah'tan korkun. Allah size gerçekten bir zikir (Kur'an) indirmiştir." (65/Talak, 10) Onlar, ayakta iken, otururken, yan yatarken Allah’ı zikrederler ve göklerin ve yerin yaratılışı konusunda düşünürler. (Ve derler ki:) “Rabbimiz, Sen bunu boşuna yaratmadın. Sen pek Yücesin, bizi ateşin azabından koru.” “Rabbimiz, şüphesiz Sen kimi ateşe sokarsan, artık onu ‘hor ve aşağılık’ kılmışsındır; zulmedenlerin yardımcıları yoktur.” “Rabbimiz, biz: “Rabbinize iman edin” diye imana çağrıda bulunan bir çağırıcıyı işittik, hemen iman ettik. Rabbimiz, bizim günahlarımızı bağışla, kötülüklerimizi ört ve bizi de iyilik yapanlarla birlikte öldür.” “Rabbimiz, elçilerine va’dettiklerini bize ver, kıyamet gününde de bizi ‘hor ve aşağılık’ kılma. Şüphesiz Sen, va’dine muhalefet etmeyensin.” Nitekim Rableri onlara (dualarını kabul ederek) cevab verdi: “Şüphesiz Ben, erkek olsun, kadın olsun, sizden bir işte bulunanın işini boşa çıkarmam…” (Al-i İmran Suresi, 191-195) Yürüyüşünde orta bir yol tut, sesinden de (yüksek perdeleri) eksilt. Çünkü, seslerin en çirkin olanı gerçekten eşeklerin sesidir. (Lokman Suresi, 19) De ki: "Allah, diye çağırın, 'Rahman' diye çağırın, ne ile çağırırsanız; sonunda en güzel isimler O'nundur." Namazında sesini çok yükseltme, çok da kısma, bu ikisi arasında (orta) bir yol benimse. (İsra Suresi, 110) Hayy (diri) olandır. O’ndan başka ilah yoktur; öyleyse dini yalnızca Kendisi’ne halis kılanlar olarak O’na dua edin. Alemlerin Rabbine hamdolsun. (Mü’min Suresi, 65) Öyleyse, dini yalnızca O’na halis kılanlar olarak Allah’a dua (kulluk) edin; kafirler hoşgörmese de. (Mü’min Suresi, 14) De ki: “Rabbim adaletle davranmayı emretti. Her mescid yanında (secde yerinde) yüzlerinizi (O’na) doğrultun ve dini yalnız Kendisi’ne has kılarak O’na dua edin. “Başlangıçta sizi yarattığı” gibi döneceksiniz.” (A’raf Suresi, 29) De ki “Sizin duanız olmasaydı Rabbim size değer verir miydi?” 25 Furkan [Ayırıcı] Suresi 77 Kur`an , insanlari Allah`a imana, O`na itaat ve ibadete davet eder.Haram ve helal olanlari aciklar.ilmi tesvik eder (Zümer suresi,9) Okumayi ve ögrenmeyi ibadet sayar.cahillikten ve cahillerden uzak durmayi ögütler (A`raf suresi,199) "Bu, kendisinde süphe olmayan kitaptir. Allah`a karsi gelmekten sakinanlar icin yol göstericidir." (Bakara suresi,2) "Gercekten bu Kur`an en dogru olan yola götürür ve iyi isler yapan mü`minler icin büyük bir mükafat oldugunu ve ahirete inanmayanlar icin elem dolu bir azap hazirladigimizi müjdeler." (Isra suresi,9,10) De ki: “ Bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” Zümer : 9 “ De ki: Rabbim ilmimi arttır!” Tâhâ : 114 “ Yaratan Rabbinin adıyla oku. Oku, Rabbin en büyük kerem sahibidir. O ki kalemle (yazmayı) öğretti. İnsana bilmediğini öğretti.” Alâk : 1,3,4,5 " Hikmeti (ilmi) dilediğine verir. Hikmet verilen kimseye çok hayır verilmiştir. Bunu ancak sağduyu sahipleri düşünüp anlarlar." Bakara : 269 “ Kulları içinden ancak alimler, Allah’tan gereğince korkar.” Fâtır : 28 “ Göklerde ve yerde nice ayetler vardır ki, onların yanından (hiç düşünmeden) yüz çevirerek geçerler.” Yusuf : 105 “ Allah, sana Kitab’ı ve hikmeti indirdi ve sana bilmediğin şeyleri öğretti.” Nisa : 113 “ Allah demişti ki: “ Ey Meryem oğlu İsa, sana ve annene olan nimetimi hatırla, hani seni Ruhu’l Kudüs ile desteklemiştim; beşikte ve yetişkin iken insanlarla konuşuyordun; sana Kitab’ı, hikmeti, Tevrat’ı, İncil’i öğrettim.” Maide : 110 “ Evlerinizde okunan Allah ayetlerini ve hikmeti hatırlayın.” Ahzâb : 34 “ Geceyi, gündüzü, güneşi ve ay’ı sizin hizmetinize verdi. Yıldızlar da O’nun emriyle (size) boyun eğdirilmiştir. Şüphesiz bunda aklını kullanan aklını kullanan bir toplum için ibretler vardır.” Nahl : 12 “ Allah bilendir, hikmet sahibidir.” Nur : 58 “ Aklınızı kullanmıyor musunuz?” Bakara : 44 “ Size ayetlerini gösterir ki düşünesiniz.” Bakara : 73 “ Düşünürseniz size ayetleri açıkladık.” Âl-i İmrân :118 "Bilmiyorsanız ilim erbâbına sorunuz. " Nahl : 43 “ Bu misalleri ancak âlim olanlar anlar." (Ankebut 43) “ Üstadın tarifleri içinde geçen hikmet, dua, fikir, zikir gibi kavramların Kuran da geçen ayetlerinin bir kısmını yukarda verdik. Daha bunun gibi onlarca ayet üstadın tarifini teyit ve takviye ediyor. İKİNCİ CÜZ VE TETİMME-İ TARİF: Kur'ân Arş-ı Âzamdan, İsm-i Âzamdan, her ismin mertebe-i âzamından geldiği için, On İkinci Sözde beyan ve ispat edildiği gibi, Kur'ân, •bütün âlemlerin Rabbi itibarıyla Allah'ın kelâmıdır; •hem bütün mevcudatın İlâhı ünvanıyla Allah'ın fermanıdır; •hem bütün semâvat ve arzın Hâlıkı namına bir hitaptır; •hem rububiyet-i mutlaka cihetinde bir mükâlemedir; •hem saltanat-ı âmme-i Sübhâniye hesabına bir hutbe-i ezeliyedir; •hem rahmet-i vâsia-i muhîta nokta-i nazarında bir defter-i iltifâtât-ı Rahmâniyedir; •hem Ulûhiyetin azamet-i haşmeti haysiyetiyle, başlarında bazan şifre bulunan bir muhabere mecmuasıdır; •hem İsm-i Âzamın muhitinden nüzul ile Arş-ı Âzamın bütün muhâtına bakan ve teftiş eden hikmetfeşan bir kitab-ı mukaddestir. "İşte bu Kur'an muazzam bir kitabdır. Onu biz indirdik. Çok mübarektir. (Fayda ve bereketi çoktur). Artık buna uyun, emirlerine bağlanın ve Allah'tan korkun. Tâ ki merhamet olunasınız" (En'âm: 155). - "Şu indirilmiş Kur'an, mübarek ve feyizli bir kitabdır ki elleri önündekini (Tevrat ve İncil'i) tasdik edicidir. Tâ ki onunla Mekke halkını ve bütün çevresindeki insanları korkutsun. åhirete îman edenler, namazlarına gereği üzere devam ettikleri gibi, Kur'an'a da inanırlar" (En'âm: 92). - "Onlar, hâlâ Kur'an'ın Allah kelâmı olduğunu ve mânasını düşünmeyecekler mi? Eğer o, Allah'tan başkası tarafından olsaydı, muhakkak ki içinde birbirini tutmayan birçok söz ve ifadeler bulurlardı." (Nisâ: 82). "O Kur'an, insanları Hakk'a ulaştırır; helâl ile haramda ve din hükümlerinde hakkı bâtıldan ayırır..." (Bakara: 185). "Kur'ân-ı Kerîm doğru yol gösterici, mü'minlere derecelerle kurtuluşu müjdeleyicidir" (Bakara: 97). "Bu Kur'an, akıl sâhiplerinin, âyetlerini iyice düşünüp anlamaları ve ders almaları için, sana indirdiğimiz saadet kaynağı bir kitabtır" (Sâd: 29). (Bu Kuran,) Ayetlerini, iyiden iyiye düsünseler ve temiz akil sahipleri ögüt alsinlar diye sana indirdigimiz mübarek bir kitaptir." (Sad Suresi, 29) "Kur`an apaçık bir nur, hakîm bir zikir ve en doğru yoldur." "Kur`an-ı Kerîm, Allah Teâlâ`nın gökten yeryüzüne uzatılmış bir ipidir." "Kur`an`ın sair sözlere üstünlüğü, Rahman`ın mahlûkatına nazaran üstünlüğü gibidir." "Kim Allah`ın kitabından bir âyet okursa, Kıyâmet günü kendisine nûr olur." "Evlerinizi namaz kılarak ve Kur`an okuyarak nurlandırınız." Üstadın Kuran hakkında yapmış olduğu tarif ve tanım kapsamlı ve geniş bir tariftir. Tamamı ile ayet ve hadisler ışığında yapılmış bir tanımdır. Biz bir nebze üstadın tarifinde geçen kavramları Kuran ayetleri ile temellendirmeye çalıştık. Şüphesiz tarifte geçen kavramlarla ilgili ayetleri tamamı ile çıkarıp göstermek ancak üstada ait bir durumdur. Bu yüzden tam bir cevap nazarı ile bakılmamalıdır. Yapılacak uzun bir araştırmada daha nice ayet ve hadisin bu tarif içinde yer aldığı görülecektir. | |
| | | huzeyfe Süper Moderatör
Mesaj Sayısı : 7719 Rep Gücü : 18108 Rep Puanı : 23 Kayıt tarihi : 27/03/09
| Konu: Geri: Kuran Nedir?Tarifi Nasıldır? Ptsi Ocak 02, 2012 6:37 am | |
| "Âlem-i gayb ve şehadet kitabının müfessiri,.." cümlesini izah eder misiniz?
Gayb alemi; insanın zahiri duyguları ile göremediği ve algılayamadığı her şeydir. Ama burada gayb ifadesi şehadet ifadesi ile tahsis edilip daraltılmış ve sadece "ahiret alemleri" anlamına irca edilmiştir. Öyle ise buradaki alem-i gayb, ahiret alemleri manasına geliyor.
İnsanın soyut aklı ve gaybe nüfuz edemeyen zahiri duyguları ile bu gaybi ahiret alemleri hakkında bir şey söylemesi ve oraları keşfetmesi mümkün değildir. Bu yüzden oraları gören ve bilen Allah, kelamı olan Kur’an vasıtası ile bize o alemler hakkında malumat veriyor ve bize oraları tasvir ediyor. Yoksa, insanın aklı ve duyguları o alemleri ne bilebilir ne de anlayabilirdi. Kabrin arka cephesinde ne olup bittiğini hiçbir zaman göremezdi insanoğlu.
Özet olarak; alem-i gayb olan ahiret, maddi olan şu kainattan daha büyük ve daha devamlı bir alemdir. Ve bu alemde Allah’ın sayısız isim ve sıfatları tecelli ve tezahür ederek bu alemi eşsiz bir kitab-ı alem şekline çevirmiştir. Nasıl ki, insanın yüz gramlık gözü içine, on beş yıllık tıp ilmi saklanmış ise, ahiretin güzelliği olan bir hurinin gözünde de aynı ilim, belki daha fazlası saklanmıştır ve tefsir edilmeye ihtiyaç duyuyor. Bu tefsiri de Allamü'l-Guyub olan Allah’tan başkası yapamaz. --------- İnsanın soyut aklı, kainatın hal diliyle bize verdiği mesajları idrak ve ihata edemiyor. Bunun en güzel somut delili; insan aklının mahsulü olan felsefenin hakikatleri anlamak ve anlatmaktaki acizliğidir. İnsanlığın düşünce tarihine baktığımız zaman, hiçbir felsefi ekol, kainatın dilini çözümleyememiştir. Yani kainatta verilmek istenen mesaj ve maksatları keşfedememiştir. Edenler de kıyısından köşesinden, bazı kırıntılarını tespit edebilmişlerdir ki, bu da insanlık için yeterli değildir. Felsefi doktrinlerin insanlık tarafından denenip, işe yaramadığı ve insanlığı saadete ulaştıramadığı tecrübe ile sabittir. İnsanlığın bu acizliğinden ve çaresizliğinden dolayıdır ki; Allah, peygamberler ve kitaplar göndererek, kainatın dilini ve maksatlarını insanlığa çözümleyip takdim etmiştir. Bu ilahi kitaplar içinde de, kainatı bütünü ve derinliği ile en güzel ve en mükemmel izah ve tercüme eden Kur’an-ı Kerim'dir. Nasıl dilini bilmediğimiz bir turist karşısında aciz ve çaresiz kalıp, bir mütercime ihtiyaç hissediyor isek; aynı şekilde kainat ve içindekiler de dilini bilmediğimiz bir turist gibidir. Onun dilini anlamak için bir tercümana ihtiyacımız vardır. Turistin diline tam hakim ve vakıf olmayan bir tercüman, nasıl maksadı ve mesajı ifade edemez ise; kainatın diline hakim ve vâkıf olmayan filozoflar da kainatın maksatlarını ve mesajlarını insanlığa bildiremezler. Bu yüzden insanlık, kainatın diline vâkıf ve hâkim olan Kur’an’ın tercüme ve tefsirine muhtaçtır. İnsanın aklı, göz önünde duran bu maddi kainatı tercüme etmekten ve manasını anlamaktan aciz olduğuna göre, kainatın ötesinde bulunan ve insan duygularına görünmeyen gaybi alemler hakkında bir fikir sahibi olması elbette kabil değildir. Öyle ise o gaybi alemler hakkında bize sağlam ve yanıltmayan bir rehber bir lisan lazımdır ki, bu da ilmini Allah’tan alan Kur’an'dır.
Evet, Kur’an gaybi alemleri bize tercüme eden maddi bir tercüman gibidir. Bize kabrin arkasında ne var ne yok, haber veriyor ve nasıl bir hayat sürecinden geçeceğimizi en ince ayrıntısına kadar tarif ediyor.
Demek Kur’an, insanlık için maddi alemde durup, manevi alemleri haber veren bir lisan ve bir tercümandır.
*************0o0***************** "Sutûr-u hâdisâtın altında muzmer hakaikin miftahı..." cümlesini açıklar mısınız?
Kainat nasıl büyük bir kitap ise, dünya bu kitap içinde bir sayfa ve dünya içindeki hadise ve olaylar da bu sayfanın içinde birer satır ve kelimeler hükmündeler. Kur’an, yabancı olduğumuz ve dilini çözemediğimiz kainat kitabını bize tarif ve tefsir eden bir müfessir ve tercüman olduğu gibi, aynı şekilde dünya sayfasında cereyan eden hadiseler kelimelerinin de ne manaya ve hangi maksatlara işaret ettiğini öğreten ve talim ettiren bir tercüman ve müfessirdir.
Mesela; kainat içinde ölüm bir mesaj, bir kelimedir. İnkarcı filozoflar bu mesajı ve kelimeyi, yokluk ve hiçlik olarak tercüme ediyorlar. Kur’an ise ölümü daimi ve baki bir alemin bir başlangıcı ve bir geçiş noktası olarak tercüme ve tefsir ediyor. Kur’an-ı Kerim; insanlık ölüm ile yokluğa ve hiçliğe gitmiyor, bilakis ebedi bir aleme, ebedi yaşamak için sevk ediliyor diyerek, insanlığın aciz ve çaresiz kalbine bir merhem, bir ilaç oluyor.
Maddeci felsefe; tercüme özürlü bir rehber iken, Kur’an-ı Kerim; hakiki ve şaşmaz bir mütercim ve rehberdir. Ölüm gibi manası karanlık ve anlaşılması zor bir hadiseyi, Kur’an ayetleri ile açıyor ve bize ölümün hakikatini ders veriyor. Daha bunun gibi bir çok hadise ve olayların bizce meçhul ve bilinmeyen yönlerini Kur’an bize ders veriyor. Musibetler, belalar, hastalıklar, sel, deprem gibi bir çok hadiseyi buna kıyas edebiliriz. ************0o0****************
"Zeminde ve gökte gizli esmâ-i İlâhiyenin mânevî hazinelerinin keşşafı,.." cümlesini açıklar mısınız?
Allah’ın her bir isminin kainat sahnesinde tecelli daireleri ve perdeleri vardır. Bu daire ve perdelerde bir isim hakim ve galiptir, diğer isimler ise bu ismin emrinde ve gölgesinde hizmet ve tecelli ederler. Bu dairede o isim bütün haşmetini ve manasını akıl sahiplerine göstermek istiyor. İşte bu ismin o daireyi kendi hüküm ve manası ile yaratıp şekillendirmesi ve ismin gereğine uygun nakışlar ve ihsanlar ile döşemesini Üstad Hazretleri hazine benzetmesi ile ifade ediyor. Zemin ve gök bu dairelerden iki dairedir.
Mesela, sema bir daire ve perdedir. Bu dairede ve perdede reis Allah’ın Celal ismidir. Dev galaksilerin sapan taşı gibi çevrilmesi ve zerrece yörüngesinden sapmaması, Allah’ın sonsuz azamet ve kibriyasını muhtevi olan Celal ismini kör olana bile gösterir. Bu sema dairesinde ve perdesinde diğer isimler Celal isminin komutasında ve gölgesinde tecelli eder. Lakin diğer isimler de bu tecellinin içinde görünür.
Sema dairesi ve perdesinde cemal sıfatının da tecellisi vardır, ama celal manasının gölgesinde kalmıştır. Ama dikkat ile bakıldığında sair isimler ile celal sıfatı iç içedir. Sema dairesi bir topraktır, içindeki hazine ise azamet ve kibriya manasıdır. İnsan akıl küreği ile bu iki hazineyi kazıp bulmalıdır. Bu hazineden de Allah’ın Celal ismine ve oradan da Allah’ın nihayetsiz haşmetli ve azametli Zat-ı Akdesine intikal etmelidir.
Yine bir çiçeğe nazar ettiğimiz zaman oradaki ince sanatlar ve güzel kokular ve estetik işlemeler Allah’ın Cemal isminin manasını zahiren ve galiben gösterir. Bu çiçek dairesinde de Allah’ın Cemal ismi reistir, diğer isimler bu ismin komutasında ve gölgesinde işlerler. Çiçek dairesindeki hazine ise güzellik ve ihsan manası taşımaktadır. Güzellik ve ihsan ise Cemal ve Latif isimlerine işaret ediyorlar... Bu iki misalin dürbünü ile zemin ve semaya nazar edebiliriz.
İnsanın gözünde Basar ismi, kulağında Sem ismi, dilinde Kelam ismi, yüzünde Musavvir ismi, midesinde Rezzak ismi, aklında Alim ismi, hafızasında Hafiz ismi, azaların düzenli ve tertipli olmasında Nazım ismi gibi binlerce ismi insan mahiyetinde okumak mümkündür. Bu azalar hazinesinin arka cephesinde bu isimler işliyorlar ve bu isimlerin arka cephesinde de Zat-ı Akdes olan Allah vardır.
****************0o0****************
Şu âlem-i şehadet perdesi arkasında olan âlem-i gayb cihetinden gelen iltifâtât-ı ebediye-i Rahmâniye ve hitâbât-ı ezeliye-i Sübhâniyenin hazinesi,.. cümlesini açıklar mısınız?
<blockquote> "... (Kur'an) şu âlem-i şehadet perdesi arkasında olan âlem-i gayb cihetinden gelen iltifâtât-ı ebediye-i Rahmâniye ve hitâbât-ı ezeliye-i Sübhâniyenin hazinesi,.."(1)
</blockquote> Alem-i gayb çok geniş ve kapsamlı bir tabir olduğu için, Allah’ı da içine alan bir tabirdir. İnsana nispetle nasıl ahiret ve alemleri gayb ise aynı şekilde Allah’ın Zatı ve isimleri de insana nispetle gayb hükmündedir.
Kur’an ise Allah’ın hem Zatı hem de isim ve sıfatları hakkında bize malumat veren, aynı zamanda Onun razı olduğu şeylerin ne olduğu hususunda bizi bilgilendirilen ezeli bir hitap, ezeli bir hazinedir. Mesela, bize namaz ve zekat gibi şeyleri emretmesi ezeli bir iltifat ve hoş bir muhatap almasıdır.
Kur’an, ayrıca bize göre gaybi alemler hükmünde olan uhrevi alemlerin güzelliklerini ve orada bizim için hazırlanmış olan nimet ve iltifatların mahiyetinin ne olduğunu bildiren ezeli ve ebedi bir hazine ve iltifattır.
(1) bk. Sözler, Yirmi Beşinci Söz *******************0o0********* Şu İslâmiyet âlem-i mânevîsinin güneşi, temeli, hendesesi, cümlesini açıklar mısınız?
<blockquote> "... Ve şu İslâmiyet âlem-i mânevîsinin güneşi, temeli, hendesesi..."(1)
</blockquote> İslam dini bütün haşmeti ve medeniyeti ile Kur’an içinden çıkmış ve onun üzerine bina olmuştur. Bin dört yüz yıldır milyonlarca alim ve evliyaları yetiştiren, hükümran olduğu dönemlerde insanlığa huzur ve adaleti temin eden İslam ağacının kökü Kur’an'dır.
İslam medeniyeti bünyesinde gelişen ilimlerin, değer ve faziletlerin menşei ve kaynağı, yine Kur’an’ın esasına ve özüne dayanır. İslam, bütün müktesebatları ile nasıl insanlığı aydınlatmış ise, Kur’an da aynı şekilde İslam ve kazanımlarının güneşi ve yol göstericisi olmuştur.
Özet olarak İslam adına ne kadar değer varsa, bunların temeli ve planı Kur’an'dır.
(1) bk. Sözler, Yirmi Beşinci Söz *****************0o0*************
Zât ve sıfât ve esmâ ve şuûn-u İlâhiyenin kavl-i şârihi, tefsir-i vâzıhı, burhan-ı kàtıı, tercüman-ı sâtıı, cümlesini açıklar mısınız?
<blockquote> "Ve Zât ve sıfât ve esmâ ve şuûn-u İlâhiyenin kavl-i şârihi, tefsir-i vâzıhı, burhan-ı kàtıı, tercüman-ı sâtıı,.."(1)
</blockquote> Kur’an’ın en büyük vazifesi ve gayesi, Allah hakkında en sağlam ve sağlıklı malumatı insanlığa ders vermektir. Bu sebeple Kur’an Allah’ın Zat-ı Akdesine, isim ve sıfatlarına, yüksek ve ulvi hal ve keyfiyetine bir kavl-i şarih, yani açıklayıcı ve izah edici bir beyan, tefsir-i vazıhı, yani açık ve net bir tefsiri, burhan-ı katı, yani kati ve kesin birer delili, tercüman-ı satıı, yani etraflı ve her şeyini izah ve beyan eden bir tercümesidir.
Bu cümlenin kısa ve özet meali; Allah’ı Allah’tan başka kimse daha güzel, daha açık, daha kati, daha etraflıca tarif edemez, demektir.
(1) bk. Sözler, Yirmi Beşinci Söz ********0o0**************
"Şu âlem-i insaniyetin mürebbîsi" ifadesini açıklar mısınız?
<blockquote> "Ve şu âlem-i insaniyetin mürebbîsi,.."(1)
</blockquote> Kur’an, insanlığı hakka ve doğruya sevk edip terbiye ediyor. Nasıl bir belletmen ve eğitmen, riayetindeki talebeleri belli bir eğitim sistemi ile terbiye edip eğitiyor ise, aynı şekilde Kur’an da insanlığı ilahî bir terbiye sistemi ile eğitip terbiye ediyor.
İnsan bir çok kabiliyet ve istidatlar ile dünyaya gelir. Ama bu kabiliyet ve istidatlar işlenmemiş ve terbiye edilmemiş oldukları için, bir terbiye süzgeci içinden geçmeye muhtaçtırlar. İşte insanlığın fıtratındaki bu kabiliyetler doğru ve müstakim bir terbiye ile terbiye edilmezler ise, meccanen ve zararlı bir şekilde heba olurlar.
İşte Kur’an’ın en büyük misyon ve vazifelerinden birisi de insanlığın fıtratındaki bu ham ve işlenmemiş kabiliyetleri, ilahî program kapsamında işlemek ve terbiye etmektir. Bu ilahî terbiyenin neticesinde milyonlarca alim ve evliya insanlık bahçesinde çiçek açmışlardır. İşte bu cümle bu manaya bakıyor.
****************0O0*************
"İnsaniyet-i kübrâ olan İslâmiyetin mâ ve ziyası,.." deniyor; açıklar mısınız?
Ma, su; ziya ışık demektir ki, bu ikisi olmadan hayat olmaz. İslam dinini ve medeniyetini bir insana benzetecek olursak, Kur’an bu insan-ı kamilin suyu ve ışığı gibidir. Nasıl insan susuz ve ışıksız yaşayamaz ise İslam da Kur’an sız olmaz ve yaşayamaz demektir.
İslam dininin temeli, esası ve kökü Allah’ın kitabı olan Kur’an'dır. Temelsiz bina olmadığı gibi Kur’an’sız da İslam olmaz demektir. Bu cümlede su ve ışık metaforu bu hakikati akla yaklaştırmak ve kökleştirmek için bir araç ve vasıta olarak kullanılıyor. Su ve ışığın insanın maddi hayatındaki önemi ne ise, Kur’an’ın insanın inanç ve ibadet dünyasındaki yeri odur, manasını vurgulamak için Kur’an su ve ışığa benzetiliyor.
Mesela, iman ilmi İslam ağacının kökünü temsil ediyor, fıkıh ilmi gövdesini, ahlak ve ibadetler ise bu ağacın çiçek ve meyveleridir. Kur’an ise bu ağacın hayatını ve büyümesini temin eden suyu ve ışığıdır. *************0O0****************
"Nev-i beşerin hikmet-i hakikiyesi", deniyor; açıklar mısınız?
Hikmet, kelimesinin manası çok geniş ve ihatalı olduğu için, biz buradaki hikmeti Allah’ın kainatı yaratmasındaki maksat ve gaye şeklinde anlıyoruz. Yani kainat ve insan, nedir? İnsan nereden geliyor, nereye gidiyor ve vazifesi nedir? Bu gibi soruların hakikatli cevabına hikmet-i hakiki diyoruz. Felsefe de bu soruların cevabını aradığı için felsefeye de hikmet denilmiştir.
Kur’an ile felsefe aynı kulvarda rakip iki hikmet rehberidir. Kur’an Allah’ın sonsuz ilminden süzülüp gelen halis bir vahiy iken, felsefe insanın salt aklına dayanan cüzi bir fenerciktir. Şüphesiz Kur’an güneş gibi bir kandil iken, insanın soyut aklına dayanan felsefe ona nispetle cüzi ve nakıs bir fenercik hükmündedir. "Hikmeti hakikiyesi" ifadesinde geçen geçen “hakiki” tabiri bu ikisi arasındaki azim farka işaret ediyor.
Özet olarak, Kur’an insanlığın konumunu, nereden gelip nereye gittiğini ve vazifesinin ne olduğunu eksiksiz ve kusursuz bir şekilde ders veren, halis bir hikmet, kusursuz bir rehberdir. Yani Kur’an insanlığa yaratılış gayesini tam ve eksiksiz bir şekilde tarif eden hakiki bir hikmet levhasıdır. *************0O0************** "Kur'an çok kitapları tazammun eden tek, câmi’ bir kitab-ı mukaddestir." cümlesini açıklar mısınız?
Vahiy; Allah’ın ezeli ilminden süzülüp gelen bir rehber olmasından dolayı, değil kainatı, Allah’ın bütün mülkünü kuşatacak ve ihata edecek bir mahiyettedir. Varlık olgusunu bütünü ile tarif ve tasvir etmek; ancak vahye mahsus bir özelliktir. İşte bu nokta "ezeli ve ebedi tercüme" şeklinde ifade ediliyor.
Kur’an’ın bir ucu maddi alemde iken, diğer ucu Vacibü'l-Vücud olan Allah’ın Zat-ı Akdesi ve sıfatlarındadır. Böyle ihatalı bir kelam elbette içeriğinde ve bünyesinde sayısız ilim ve fikirleri taşır.
<blockquote> "Ne yaş, ne de kuru hiçbir şey yoktur ki, ap açık bir şekilde kitapta yazılmış olmasın." (En'âm Sûresi, 6/:59)
</blockquote> <blockquote> "Herbir âyetin mânâ mertebelerinde bir zâhiri, bir bâtını, bir haddi, bir muttalaı vardır. Bu dört tabakadan herbirisinin (hadisçe شُجُونٍ وَغُسُونٍ tâbir edilen) fürûatı, işârâtı, dal ve budakları vardır."(1)
</blockquote> meâlindeki hadisin de hükmüyle ayetin çok mana ve mertebeleri vardır ve bir çok ilim dalları bunlardan neşet etmiştir.
Bu ayet ve hadisin ışığı ile meseleye bakacak olursak Kur’an yüz binlerce kitabı, işari ve remzi olarak içinde barındıran cami bir kitaptır. Bu hükmün en büyük şahidi ise Kur’an üzerine üç yüz elli bin tefsir ve ayrıca yüz binlerce müstakil kitapların telif edilmesidir. Altı yüz küsur sayfalık bir kitap üzerine milyonlarca kitap ve şerhlerin yazılması, onun ne denli bir hülasa ve ne kadar ihatalı bir kitap olduğunu kör olana da gösterir.
İslam tarihinde hadis, kelam, tefsir, siyer, esbab-ı nüzul, belagat, siyak sıbak gibi bir çok ilim dalı Kur’an temelli ve Kur’an kaynaklı ilim dallarıdır. Yani bu ilim dallarının teşekkül etmesinde ve gelişmesinde baş aktör Kur’an ve içindeki sonsuz ilimdir.
Üstelik meslek ve meşrepleri farklı olan alimlerin hepsinin hocası ve asıl kaynağı Kur’an'dır. Demek Kur’an bir meslek ya da meşrebin tesirinde kalmayıp bütün meslek ve meşrepleri ihata ile çatısı altında toplamıştır. Bu da onun ne kadar cami bir kelam olduğunu gösterir.
(1) bk. Şualar, Birinci Şua ***********0O0***************
"İnsaniyet-i kübrâ olan İslâmiyet" ifadesini açıklar mısınız?
İnsaniyet-i kübra, kelime olarak büyük insan demektir. Terim olarak ise, insanlığın en kamili ve en mükemmeli anlamında İslamiyet demektir.
İslam, insanlık için gönderilmiş bir din olarak insanın en kamil manaya ulaşmasını temin edecek bir sistem olarak düzenlenmiştir. Bu yüzden tam tekemmül etmiş ve her vechesi ile kemale ermiş bir insanı büyütsek, İslam olur İslam’ı küçültüp insan şekline çevirsek, kamil bir insan olur. Büyük ve kamil insan modeli İslam ile eş değer bir kavramdır.
Bu noktada İki Cihan Serveri olan Hazreti Peygamber Efendimiz (sas) insan-ı kamil manasının en müntehası en mükemmeli olduğu için, insandan kast edilen manayı tam ifade ediyor. Bu yüzden şöyle bir önerme çıkarabiliriz; Hazreti Peygamber Efendimizi (sas) büyütsek İslam olur, İslam’ı küçültsek Hazreti Peygamberimiz (sas) olur. İşte İnsaniyet-i Kübra İslam’ın insan modeli ve timsali Hazreti Muhammed (asv)'dir.
************0O0***************
"Kur'an bütün âlemlerin Rabbi itibarıyla Allah’ın kelâmıdır; hem bütün mevcudatın İlâhı ünvanıyla Allah’ın fermanıdır,.." ifadelerini açıklar mısınız?
Allah hitap ederken, bütün kainatın namına ve bütün yaratılmışların hesabına hitapta bulunuyor. Mesela "Biz alemleri altı günde yarattık." derken, gün ölçüsünü sadece dünyanın yirmi dört saatlik ölçüsüne göre değil, sair galaksilerin ve gezegenlerin dönüş ve gün ölçüsüne göre de söylüyor. Şayet sadece dünya merkezli konuşsa, "sair mahlukatın Rabbi" unvanı bu hitapta tezahür etmez. Bu sebeple Kur’an insanlığa hitap ederken, bütün mahlukat ve mevcudatın Rabbi ve İlahı unvanı ve genişliği ile hitap ediyor.
Allah, sadece benim bahçem olan dünyanın Rabbi değil, bütün kainat bahçesinin Rabbidir ve hitabı da ona göredir. Bu sebeple Kur’an’ı anlamaya çalışırken bu hitabın genişliğini ve yüksekliğini nazarda tutmak gerekiyor. Yoksa cüzi dünya nazarı ve mizanı ile o külli hitapları mizana çekmek çok sakat bakışlara ve gereksiz itirazlara sebep olur.
İşte Üstad bunu şöyle ifade ediyor:
<blockquote> “Kelâmullah” ünvanı, kemâl-i liyakatle Kur’ân’a verilmiş ve daima da veriliyor. Kur’ân’dan sonra sair enbiyanın kütüp ve suhufları derecesi gelir. Sair nihayetsiz kelimât-ı İlâhiyenin ise, bir kısmı dahi has bir itibarla, cüz’î bir ünvanla, hususî bir tecelliyle, cüz’î bir isimle ve has bir rububiyetle ve mahsus bir saltanatla ve hususî bir rahmetle zahir olan ilhâmât suretinde bir mükâlemedir. Melek ve beşer ve hayvânâtın ilhamları, külliyet ve hususiyet itibarıyla çok muhteliftir."(1)
</blockquote> (1) bk. Sözler, Yirmi Beşinci Söz **************0O0*********
Kur'an'ın, nev-i beşerin hikmet-i hakikiyesi olması ile kitab-ı hikmet olması arasındaki fark nedir?
Kur’an bir kitap olmasına karşın içinde binlerce kitapları barından külli bir kitaptır. Yani Kur’an cisim ve şahıs noktasından tek bir kitaptır, lakin mana ve hikmet zenginliği noktasından binlerce kitap değerindedir.
Hikmet, kuvve-i akliyenin vasat mertebesidir. Hakkı hak bilip imtisal etmek, batılı batıl bilip içtinap etmektir. Müfessirler hikmete otuzdan fazla mana vermiştir. Kur'an'da manası en geniş ve zengin bir kelimedir. Her meslek ve meşrep sahibi kendi mesleğine uygun manalar vermiştir.
Mesela fıkıh ilminde hikmet, helal ve haramı bildiren bir ilimdir, diye tarif edilmiştir. Tasavvuf alimlerine göre hikmet, ledün ve manevi sırlar olarak tarif edilmiştir. Bazı alimler hikmetten kasıt, Peygamberimizin (asv) sünneti demiştir. Hikmet, faydalı ilim ve peygamberlik anlamına da gelir.
Üstad Hazretleri hikmete bütün bu manaları kuşatan bir mana vermiştir: İnsandaki akıl kuvvetinin her hususta vasat mertebesine hikmet demiştir.
İnsan aklının üç mertebesi vardır.
Birisi tefrit mertebesi olan gabavettir. Bu mertebede akıl hiçbir şeyden haberi olmayacak kadar işlemeyen ve çalışmayan bir durumdadır. Hakkı ve batılı idrak edemeyecek bir hamakat derecesidir.
Birisi ifrat mertebesi olan cerbezedir. Bu mertebede ise akıl hakkı batıl, batılı hak gösterecek kadar aldatıcı bir zekaya sahiptir. İnsanları ekseri dalalete atan ve saptıran insanlar, bu cerbeze mertebesinde olan dahi derecesindeki kafirlerdir.
Diğeri ise vasat olan hikmettir. Akıl bu mertebede hakkı hak bilir ona tabi olur, batılı batıl bilip ondan uzak durur. Üstad'ın bu hikmet tarifi diğer müfessirlerin tanım ve tarifinin üstünde bir çatı gibi durup hepsini içine alıyor.
Kur’an’ın insanlığa hakiki hikmet olması, beşeriyete hak ve istikameti her alanda göstermesi anlamındadır. İnsan soyut aklı ile hakkı ve istikameti bulamaz. Bu noktada Kur’an’ın hikmetine, yani rehberliğine muhtaçtır. Kur’an bu hususta, yani her alanda hakkın ve istikametin gösterilmesinde insanlığa hakiki bir hikmet kitabıdır.
İnsanlığa hikmet rehberi olmak ile hakiki hikmet olmak birbirinin uzantısıdır. Hakiki hikmet olmayan bir kitap insanlığa hikmet rehberliği yapamaz. Öyle ise Kur’an insanlığa hem hikmet rehberi hem de kendisi hakiki bir hikmettir.
***************0O0***************
Kur'an'ın, arş-ı azamın bütün muhatına bakan ve teftiş eden hikmet feşan bir kitab-ı mukaddes olması ne demektir?
Arş-ı Azam; bütün mahlukatı ve kevniyatı içine alan muazzam bir sanat-ı Rabbani olduğu için, somutlaştırarak izah edilmesi mümkün değildir. Lakin bazı temsiller ile akla yaklaştırılabilir.
Arş; Allah’ın tedbir ve tasarrufunun azamet ve haşmetini ilan eden bir terimdir. Dünya nasıl kainata nispetle bir zerre kadar küçükse, kainat da arşa nispetle küçük bir zerre kadardır. İşte insan; dünya, kainat ve arş düzleminde düşündüğü zaman, Allah’ın ne kadar azametli ve haşmetli olduğuna intikal eder.
Arş kavramı maddi ve manevi, şehadet ve gaybi bütün mahlukatı ve alemlerini içine alan ve kuşatan genel bir çerçevedir. Yani arş denildiği zaman kainatta içine girer, cennet cehennem de içine girer. Ama arş ve kürsi de kainat gibi mahlukturlar. Kainat, yani içinde yaşadığımız maddi alem arşın yanında küçük bir çakıl taşı gibi kalır.
Üstad Hazretleri arş hakkında şunları söylüyor:
<blockquote> "Bu kaide, Arş ile kevn hakkında da tatbik edilir. Şöyle ki: Arş Zahir, Bâtın, Evvel, Âhir isimlerinin halita ve karışığıdır. Bu halitada dahil olan ism-i Zahir itibarıyla, Arş, mülk, kevn melekût olur. İsm-i Bâtın itibarıyla, Arş, melekût, kevn mülk olur. Demek, Arşa ism-i Zahir nazarıyla bakılırsa, kendisi zarf, kevn de mazruf olur. İsm-i Bâtın gözüyle bakılırsa, kendisi mazruf, kevn zarf olur. Ve keza, ism-i Evvel itibarıyla, وَكَانَ عَرْشُهُ عَلَى الْمَاۤءِ âyetinin işaret ettiği kevnin bidayetini içine alıyor. Ve ismi Âhir itibarıyla, سَقْفُ الْجَنَّةِ عَرْشُ الرَّحْمٰنِ hadîs-i şerifinin ima ettiği kevnin nihayetini içine alıyor. Demek, Arş öyle bir halitadır ki, şu dört isimden aldığı hisselerle kevn ve vücudun sağını solunu, üstünü ve altını ihata etmiş olur."(1)
</blockquote> İsm-i Zahir gözlüğü ile arşa bakıldığı zaman kevn, yani mahlukat, onun içi anlamına gelen melekut oluyor. Arş ise onun dışı ve kabuğu anlamına gelen mülk oluyor.
İsm-i Batın gözlüğü ile arşa bakıldığında durum tam tersi oluyor. Yani kevn olan mahlukat, dış yüzü; arş ise melekut, yani iç yüzü oluyor. Zarf ile mektup gibidir. Zarfa Zahir ismi ile bakılırsa mektup, melekut olur, zarf ise mülk olur. Batın ismi ile bakıldığında ise mektup mülk, zarf ise melekut oluyor. Bu noktada arş ile kevn, mektup ile zarf gibidir.
Kainatın bize göre büyüklüğünü arşa göre de küçüklüğünü anlamak için, ilk önce arşın tarifini takdim ettik. Bugün fen ilimleri gerek bilimsel bir göz ile gerek tahmini bir değerle evrenin boyutlarına cüzi de olsa işaret ediyor. Güneş dünyamızdan bir buçuk milyon defa büyüktür. Başka yıldızlar de güneşten milyonlarca defa büyük olduğunu ve bunların sayısının trilyonları geçtiğini düşündüğümüz zaman, kainatın bize göre ne kadar haşmetli ve büyük olduğunu bir parça hissedebiliriz.
Peygamber Efendimizin (asv) şu hadisi de meseleye güzel bir bakış açısı veriyor: Hz. Peygamber (s.a.s) şöyle buyurmuştur:
<blockquote> "Size arşı taşıyan meleklerden bahsetmem konusunda bana izin verildi. Onlardan her birisinin kulak memesi ile boynunun arasındaki mesafe yedi yüz yıldır." (2)
</blockquote> İşte arşın ne olduğu ve nasıl bir mahiyete sahip olduğu hakkındaki bu kısa ve yetersiz tabirden sonra, Kur’an’ın ihata ve konulara vukufiyetteki azametine bakabiliriz. Yani Kur’an öyle azametli ve kuşatıcı bir ifade ve beyandır ki, arş gibi anlaşılmaktan aciz olan şeyler bile Kur’an’ın ifade ve beyanlarının küçük konuları oluyor. Arştan bahsedebilmek için arşı kuşatacak bir nazara ve ilme sahip olmak gerekir ki, Kur’an Allah’ın ezeli ilminden süzülüp geldiği için arş ve onun içindeki şeyler Kur’an’ın nazarında adi birer çakıl taşları mesabesinde kalıyor. Bu da Kur’an’ın ne denli haşmetli ve azametli olduğunu gösterir.
İnsanlığın cüzi nazarı hükmünde olan fen ilimleri, daha ay ve ötesine yeni yeni vakıf olabilmişlerdir.
(1) bk. Mesnevi-i Nuriye, Hubab
(2) bk. Ebû Dâvûd, Sünne,1
******************0O0***************
"Kur'an müşahhas olduğu halde, efrat sahibi olan külli gibi tarif edilir." cümlesini misal verip izah edebilir misiniz?
Cüzi- Külli: Cüzi küllinin küçültülmüş bir modelidir. Küllide ne varsa hepsi cüzide de vardır. Cüzi ile külli keyfiyeten aynı, kemiyeten farklıdır. Küllide azametli ve haşmetli olan meseleler cüzide de aynen ama küçültülmüş ve mütevazı olarak vardır. Cüziye bakarak külli hakkında fikir edinilebilir.
Mesela, işnsan cüzi iken insanlık küllidir. İnsanlıkta ne varsa aynısı insanda da vardır. İnsan ile insanlık arasında sadece kemiyet farkı vardır.
Aynı mana Kur’an-ı Kerim'de de vardır. Kur’an kitap olarak külli iken, onun sure ya da ayetleri külliyet kesp etmiş cüzi gibidirler. Yani Kur’an’ın umumunda yazılı olan hikmet ve manalar Kur’an’ın bir cüzisi olan Yasin suresinde de aynı şekilde yazılıdır demektir. Nasıl Yasin suresi Yasin harfinde küçük hatlar ile yazılıyor ise, Kur’an da küçük bir surede küçük ve latif bir şekilde yazılmış demektir.
Kur’an bir kitap olmasına karşın, içinde binlerce kitapları barından külli bir kitaptır. Yani Kur’an cisim ve şahıs noktasından tek bir kitaptır, lakin mana ve hikmet zenginliği noktasından binlerce kitap değerindedir.
Öyle ki bazen bir harfinde üç sayfalık mana vardır. Üstad Hazretlerinin “Nabüdü” kelimesindeki bizi ifade eden "nun" harfinden üç sayfa mana çıkarması buna güzel bir misaldir. Bazen oluyor ki, Kur’an’ın bir ayetinden ciltlerle kitap yazılır. Tarihte bunun örnekleri çoktur. Kur’an-ı Kerim altı yüz sayfa olmasına rağmen, üzerine üç yüz bini aşkın tefsirlerin yazılması onun ne denli geniş ve külli bir kitap olduğuna kati delildir.
Özetle, Kur’an müşahhas olduğu halde, yani tek bir kitap olduğu halde, sureleri ve ayetleri adedince ayrı kitapları içinde barından külli ve geniş bir mahiyete sahiptir. Mesela İhlas suresi küçültülmüş bir Kur’an'dır.
************************ Lügatler :
Arş-ı Âzam : Allah’ın büyüklük ve yüceliğinin ve herşeyi kuşatan sınırsız egemenliğinin tecelli ettiği yer, makam arz : dünya beyan : açıklama, anlatım câmi : kapsamlı cihet : şekil, yön evliya : veliler, Allah dostları ferman : buyruk, emir hâcât-ı mâneviye : mânevî ihtiyaçlar hâdî : doğru ve hak yolu gösteren hakikî : doğru, gerçek Hâlık : her şeyi yaratan Allah ibraz etmek : ortaya koymak, göstermek insaniyet : insanlık İsm-i Âzam : Cenâb-ı Hakkın bin bir isminden en büyük ve mânâca diğer isimleri kuşatmış olanı kelâm : ifade, söz kitab-ı dua : dua kitabı kitab-ı emir ve dâvet : emir ve hakikate çağrı kitabı kitab-ı fikir : fikir kitabı kitab-ı hikmet : hikmet kitabı kitab-ı mukaddes : kutsal kitap kitab-ı semâvî : semâdan gelmiş İlâhî kitap kitab-ı şeriat : din ve hukuk kitabı kitab-ı ubûdiyet : kulluk kitabı kitab-ı zikir : zikir kitabı merci : kaynak, merkez mertebe-i âzam : en büyük mertebe, derece mesâk : sevk edilecek yer; hedef ve gayeye ulaştıran yollar meşrep : hareket tarzı, metot mevcudat : varlıklar, var edilenler mezâk : zevk, anlayış muhakkıkîn : gerçekleri araştıran ve hakikatleri delilleriyle bilen âlimler muhtelif : çeşitli, farklı mukaddes : kutsal muvafık : lâyık, uygun mükâleme : konuşma mürşid : irşad eden, doğru yolu gösteren namına : adına Rab : herbir varlığa muhtaç olduğu şeyleri veren, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah risale : mektup rubûbiyet-i mutlaka : mutlak Rablık; Allah’ın bütün varlıklara yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri vermesi, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurması saadet : mutluluk semavat : gökler sıddıkîn : daima doğruluk üzere olan, Allah’a ve peygambere bağlılıkta en ileride olanlar tasvir etmek : anlatmak, ifade etmek tazammun etmek : içine almak tenvir etmek : aydınlatmak, ışıklandırmak urefâ : ârifler, isim ve sıfatlarıyla Allah’ı hakkıyla tanıyanlar
http://www.sorularlarisaleinur.com/index.php?s=modules/kulliyat&risale=241&sayfa=27 | |
| | | | Kuran Nedir?Tarifi Nasıldır? | |
|
Similar topics | |
|
| Bu forumun müsaadesi var: | Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
| |
| |
| |
|