Kur'an'ın toplanması ve sıralanışı
Kur'an-ı Kerim'in ilk defa toplanması ve surelerin dizilişi başta
olmak üzere, herekelerin ilave edilmesi, ilk toplanan ve bundan
çoğaltılan birkaç suretin imha edilmesi gibi konularda, özellikle fitne
çıkarıp kafa karıştırmak isteyenlere fırsat vermemek için doğruları ve
yapılanların gerekçelerini iyi bilmemiz gerekiyor. Ancak ben nekadar
araştırmaya çalışsamda yeterli bilgiye sahip olduğumu düşünmüyorum.
Birlikte araştırarak konunun netleşmesini sağlayabiliriz. Dinimizin
temeli olan Kur'an-ı Kerim'in kitaplaştırılması hakkındaki gerçekleri
bilerek onu anlamayaçalışmanın daha doğru olacağı kanaatindeyim.
(bazı
iddalar; Herekelerle kelimelerin anlamlarının o dönemde istedikleri
gibi sabitleştirilmesi, İlk toplanan kitapların imha edilmesinin
elimizdeki mevcutlarından farklılık içerdiği)
Vahiy nedir? Kur’an Nasıl Toplanmıştır?
VAHİY: Kelime
anlamı, imâ, fısıldama, işaret, bir şeyi hızla yapmaktır. Dini anlamda
ise Vahiy; Yüce Allah'ın, insanlara ulaştırmak istediği mesajı (emir,
yasak, tavsiye, bilgi...), değişik yollarla Peygamberine iletmesine
denir. Vahiy kelimesi Kur'ân-ı Kerimde; ilham etmek, içgüdü, emretmek,
işaret etmek, fısıldamak anlamlarında da geçmektedir...
Peygamberimiz
(a.s.), Peygamberliğinin ilk altı ayında sâlih rüyalar görür ve
gördükleri aynen çıkardı. "...Mü'minin rüyası, peygamberliğin kırkaltı
parçasından biridir.” Buyurmuştur. (Peygamberlik süresi yirmi üç yıldır,
altı ayda bu sürenin kırk altı da birini oluşturur.) Cebrâil (a.s.),
vahyi Peygamberimize görünmeden getirdiği gibi, asıl şekliyle ya da bir
insan şeklinde görünerek getirdiği de olurdu. Miraçta olduğu gibi
aracısız olarak doğrudan Yüce Allah tarafından verildiği de olmuştur...
Vahiy
gelmeye başladığında Peygamberimiz oldukça zor ve dayanılması güç anlar
geçirir, “Doğrusu biz sana ağır bir söz vahyedeceğiz."(Müzzemmil-5)
ayetinde olduğu bildirildiği gibi kendisini sıkıntı basardı. Soğuk
günlerde bile çok fazla terlerdi, deve üzerinde vahiy geldiğinde, deve
buna dayanamaz hemen yere çökerdi. Mekke'de vahyin gelmeye başladığı ilk
yıllarda vahiy inerken, Hz. Peygamber sesli olarak inen âyetleri
tekrarlardı fakat daha sonra bunu terk etmiştir. Vahyin gelişi anında
bilincini kaybetmez, vahiyden hemen sonra, inen âyet ya da sureyi
görevlendirdiği vahiy katiplerine yazdırırdı. (Vahiy kâtiplerinin sayısı
zaman zaman değişmekle birlikte, yaklaşık kırk kişidir), daha sonra
arkadaşlarına okurdu, onlar yazar dileyenlerde hem ezberlerdi. Bir âyet
indiğinde, onun hangi surede, hangi âyetten sonra olması gerektiğini
belirtir, vahiy katipleri de onu oraya ilave ederlerdi. Vefatından dokuz
gün öncesine kadar vahiy indiği için, hayattayken ciltli tek bir kitap
haline getirilmemiştir. Hz. Ebu Bekir, halife olduktan sonra bazı
bölgelerde dinden dönme (ridde) olayları meydana gelmiş, Yemame
savaşında (M.633), 70 hafız şehit olmuştur. Bunun üzerine, Hz. Ömer'in
teşvik ve ısrarıyla, Hz. Ebu Bekir, kendisi hafız ve aynı zamanda vahiy
kâtibi olan Zeyd bin Sabit başkanlığında bir heyet oluşturmuş, Kur'ânı
toplayıp bir kitap haline getirme görevini bu heyete vermiştir. Hz.
Ömer, Hz. Ali, Hz. Osman, İbni Kâab Zeyd’e büyük ölçüde yardımcı
olmuştur. Oldukça titiz çalışmalar sonucunda yaklaşık bir yıl sonra
Kur'ân-ı Kerim, ciltli bir kitap haline getirilmiştir ama sure
sıralarına riayet edilmemiştir.
Ermeniyye bölgesindeki bir
savaşta bir araya gelen değişik kabilelerdeki Müslümanların Kur’an’ın
kelimelerini değişik şekillerde okudukları haberi üzerine, Hz. Osman’ın
emriyle dördü asıl, on iki kişilik bir heyet oluşturulmuş. Hz. Ebu Bekir
zamanında yazılan Kur'ân-ı Kerim'e bakılarak çoğaltılmış olan Mushaf,
aynı zamanda sure sıraları da Hz. Peygamberin emir buyurduğu gibi
düzenlenmiştir. Bu tasnifte ihtilaf edilen kelimelerde Kureyş lehçesine
göre yazılmıştır. Bundan sonra Kur’an önemli şehir merkezlerine
gönderilmiştir. (H.25/M.646)
O dönemde Arap harflerinde nokta ve
hareke yoktu, Hz. Muaviye devri Irak valisi Ziyad bin Ebih, Arapçayı
bilmeyen Müslümanların, Kur'ân'ı Kerim'i yanlış okumasını önlemek için
devrin âlimlerinden Ebu'l Esved Dueli'yi görevlendirmiş. O da
kelimelerin sonuna harekeyi belirlemek için nokta koymuştu. Daha sonra
Haccac, kâtiplerinden Nasr bin Asım ve Yahya bin Ya’mer’e harflere nokta
koymalarını emreder. Harflere ve noktalara bugünkü şeklini veren, Halil
bin Ahmet (M.718) olmuştur.
Zeyd İbni Said şöyle der:”Kur'ân'ı
araştırmağa, hurma dallarından, yassı taşlardan ve insanların
hafızalarından derlemeğe başladım. Tevbe Suresi'nin sonu olan:“Andolsun
size kendi içinizden öyle bir elçi geldi ki sıkıntıya uğramanız ona
ağır gelir; size düşkün, mü'minlere şefkatli, merhametlidir. Eğer
(inanmaktan) yüz çevirirlerse de ki: 'Allah bana yeter. O'ndan başka
tanrı yoktur. O'na dayandım. O, büyük Arşın sahibidir' âyetini yalnız
Ebû Huzeyme el-Ensârî'nin yanında buldum." (Buhârî, Fedâilu'l Kuran, 3, 4
ncü bâblar, Ibn Hanbel, Musned, 1/13; Ebu Dâvûd, Kitâbu'l-Mesâhif, s.
6–7) Zeyd İbni Said ve komisyonda bulunan diğer üyeler güçlü hafız
olmalarına rağmen titiz çalışmasından dolayı başka iki şahidin
bulunmasını da istemişlerdir. İbni Hacer Askalani “Belki de iki şahitten
maksat: Hem ezberlemek hem de yazılı olarak getirmekti.” Der. Ebu Şâme:
Zeyd “ Onu Huzeyme’den başkasında bulamadım” demiştir. Yani onu Ebu
Huzeyme’den başkasında yazılı olarak bulamadım, demektir.” Der. Doğrusu
da budur.
Zeyd'in derlediği bu Mushaf, Ebubekir'in yanında
kalmış, onun vefatıyla Ömer'e intikal etmiş, onun vefatından sonra da
kızı Hafsa'nın eline geçmiştir.
Hz. Osman, okuma farklarını
ortadan kaldırıp müslümanları bir tek kıraatte birleştirmek amacıyla
başka bütün mushafların ve Kur'ân parçalarının yakılmasını emretmiştir.
(Beyhekî, es-Sunen, Kitabu's-Salât, 2/42)
Hz. Osman'ın,
yazdırdığı resmî Mushaf dışındaki mushafların yakılmasını emretmesi,
kıraat ihtilâflarını ortadan kaldırmak, müslümanları tek kıraatte
birleştirmek, birliği sağlamak içindi. Nitekim Hz. Ali’nin: "Ey
insanlar, Osman hakkında aşırı sözler söylemekten, ona 'Mushaflar
yakıcısı!' demekten sakının. Vallahi o, mushafları, biz Muhammed'in
ashabı önünde yaktı.", "Osman zamanında yönetici ben olsaydım, onun
mushaflar hakkında yaptığını ben de yapardım." dediği rivayet
edilir.(Kurtubî, 1/54; el-Fethu'r-Rabbânî, 18/34)
Nedense Dursun’un Kurtubi’deki bu rivayeti görmek işine gelmemiştir.
Hz.
Osman'ın, özel mushafları yaktırdığı rivayet edilmektedir ama onun bu
emrine uymayıp kendi özel mushaflarını saklayanların bulunduğu da
tarihen sabittir. Çünkü Hz. Alî, Abdullah ibn Mes'ud, Übeyy ibn Ka'b'ın
özel mushaflarından söz edilmektedir.(Kurtubî, 1/53) (Bu Mushaflara
dokunulmamış olmasının nedeni düzgün ve imla kurallarına uygun olarak
yazılmış olmalarıdır.)
Ebûbekir ibn Dâvûd, özel sahâbî
mushaflarındaki farkları Kitâbu'l-Mesâhif’inde toplamıştır. Buhârî'nin
rivayetine göre Hz. Âişe, mushafını görmek üzere gelen bir Iraklıya,
özel mushafını göstermiştir.(Buhârî, Fedâilu'l-Kur'ân, b. 5, h. 14)
Tüm Mushaflar yakıldıysa Hz. Aişe kendi tasnifi olan mushafı nasıl gösterebilmiştir?
Hz.
Hafsa'ya iade edilmiş olan ana Mushaf da ölünceye dek onun yanında
kalmış, Medine valisi olan Mervân ibn el-Hakem, yakmak üzere o nüshayı
istemişse de Hz. Hafsa vermemiş, fakat bu mü'minler anasının vefatı
üzerine Mervân o Mushafı alıp yakmıştır. (el-Fethu'r-Rabbânî, 18/34)
T.Dursun şöyle diyor:
Îbn Ömer diyor ki:
"Hiçbiriniz,
Kur'ân'ın tümünü aldım (elimde bulunduruyorum) demesin. Bilemez ki
Kur'ân'ın çoğu yok olup gitmiştir. “Ne kadar ortada varsa o kadarını
elimde tutuyorum” desin yalnızca." (Süyûtî, el İtkân,2/32.)
Bu
tanıklık, bugün elimizdeki Kurân’la Muhammed'in "vahy kâtipleri"ne
yazdırdığı bildirilen Kur'ân'ın aynı olmadığı çok açık biçimde
anlatmıyor mu? Kaldı ki îbn Ömer, Osman dönemindeki derlemeden sonra bu
sözü söylemiştir. Yani Osman döneminde oluşturulan "Mushaf'ın orijinali
de yok. O el yazması, dünyanın hiçbir yerinde bulunmuyor." İbni Ömer’İn
sözünü alıntı yapan Dursun’a karşı, S. ATEŞ de şöyle diyor:
"Konunun içine girmeden önce bu kişinin bol bol yaptığı sinsice bir çarpıtmasına dikkati çekmem gerek:
Suyûtî'den
aldığı Arapça metinde İbn Ömer'e nisbet edilen sözü, bilerek veya
bilmeyerek yanlış çevirmiş. Kendi çevirisine göre îbn
Ömer:".......Kur'ân'ın çoğu, yok olup gitmiştir." demiş. Oysa altı
çizilen Arapça sözün anlamı öyle değil, farklı. Dursun'un bu metne
yaptığı çeviri aslında tamamen yanlıştır. Çünkü yüklemi baştan olumsuz
alarak "hiçbiriniz, Kur'ân'ın tümünü aldım demesin" şeklinde
çevirmiştir. Oysa yüklem olumsuz değil, vurgulu olarak olumludur.
"Biriniz Kur'ân'ın tamamını aldım (elimdedir) diyor," şeklindedir.
Devamı "bilemez ki Kur'ân'ın çoğu yok olup gitmiştir" şeklindeki çeviri
de yanlıştır.
Doğrusu şu: "Tamamını nereden bilecek? Bundan birçok Kur'ân (âyeti) gitmiştir (kaybolmuştur)."
Îbn Ömer bu sözüyle, Kur'ân'ın çoğunun kaybolduğunu değil, mevcut
Mushaf’tan birçok âyetin gittiğini, yani neshedildiğini anlatmaktadır.
Dursun'un çevirisi ile İbn Ömer'in sözü arasında büyük fark var. Çünkü
"Kur'ân'ın çoğu" ifadesi başka, "Kur'ân'dan birçok âyet" ifadesi
başkadır. Birinde Kur'ân'ın çoğunun kaybolduğu ifade edilirken
ikincisinde Kur'ân'dan bazı âyetlerin çıktığı anlatılmış olur. İşte İbn
Ömer'in sözü ikinci türdendir." (Gerçek Din Bu, s.124)
Basra ve
Kufe’de bile görülmeyecek kadar büyük âlim(!) olan Dursun her zaman ki
gibi cümleyi yanlış tercüme etmiş, hatta tercümeden öte İbni Ömer’in
maksadını anlayamamıştır.
1.2-Kur’an’ı Kerimde bazı ayetler
neshedilmiş yani önce Peygambere inmiş daha sonra ise hükmü
kaldırılmıştır. Buna niye gerek vardı acaba? Dursun’un iğneli bir
üslupla bazı yazılarında yazdığı gibi Allah fikir mi değiştirmişti?
İslam’dan anlamayan bir kişinin soracağı böyle basitlikte ki soruya verilecek cevap şudur:
Hayır!
Yüce Allah fikir değiştirmez, Kur’an bu üslubuyla tedriciliği yani
kolaydan, zora doğru eğitimi insanlara öğretmektedir. Aynen Hz. Aişe’nin
dediği gibi “…İnsanlar Müslümanlığı kabul ettikten sonra helal ve
harama dair ayetler indi. İlk evvel “içki içmeyiniz” tarzında ayet
inseydi “içkiyi terk etmeyiz” diyecek yahut ilk evvel “zina etmeyiniz”
tarzında ayet inseydi, herkes “zinayı terk etmeyiz” diyecekti…” (Buhari,
telifü’l-Kur’an Babı) Günümüz modern eğitiminde de yerini almış olan bu
metot, daha o zamanlarda topluma yön veriyordu. Hükmü kalkan o
emirlerin büyük bir bölümü yine Yüce Allah’ın emriyle Kur’an’da yer
almadı.
2- Resmî Mushaf Dışındaki Mushaflar Neden Yakıldı?
2.1-Özel
mushafların yakılmasının temel nedeni, Kur'ân üzerinde bir düşünce
ayrılığının doğmasını önlemek idi. Henüz gelişmemiş, noktasız ve
harekesiz olan o zamanki Arap yazısı ile tutulan notların, aynen
Peygamber'den duyulduğu biçimde okunması da çok zor idi. İşte bundan
ötürüdür ki okuma farkları baş göstermişti.
2.2-Kur’an'ı yazan
Müslümanlar, anlamını bilmedikleri kelimelerin yanına Peygamberden
duydukları anlamları da yazıyorlardı. Bu ileride büyük karışıklıklara
neden olacaktı.
2.3-Kişilerin, kendi kendilerine tuttukları
notları, evlerinde veya herhangi bir yerde okurken yanılabilmeleri
mümkün idi. İşte bu yanılmalardan ötürü bazı kelimelerin okunuşunda
farklar doğmuştu. Kimi bir kelimeyi hitap kipiyle okurken, kimi de onu
üçüncü şahıs kipiyle okumuştu.
Bu farkları ancak uzmanlardan
oluşan bir komisyon ortadan kaldırabilirdi. İşte bu iş, ilk olarak
Ebubekir zamanında yapıldı. Titiz bir çalışma ile Kur'ân'ın sûreleri
derlendi, bir araya getirildi. Fakat sûre denilen bu bölümler, esaslı
bir sıraya konmamış, derlenen parçalar, rast gele bir araya getirilip
bir cild (Mushaf) halinde bağlanmıştı. Bu Mushaf, özel nüshalardan
farklı idi. Çünkü özel nüshaların kiminde sûreler iniş sırasına göre
dizilmiş, kiminde böyle bir metot izlenmemişti.
Böylece
Peygamber'e vahyedilmiş olan bütün Kur'ân âyetlerini ve sûrelerini
içeren Mushaf yazılmış oldu. Bu Mushaf çoğaltıldı, biri Başkent
Medine'de bırakıldı, ötekiler, eyalet merkezlerine gönderildi.
2.4-Resmî
Kur'ân'dan az da olsa farklı birtakım özel Kur'ân nüshaları durdukça
Kur'ân üzerindeki ihtilâflar sürüp gider ve hattâ büyürdü. İşte böyle
bir ihtilâfı önlemek için özel Mushaflar yakıldı.
2.5-İkinci
derlemede meydana gelen Kur'ân nüshasının, diğerinden farkı birinci
derlenen Mushaf’ın sûreleri bir sıraya konmamıştı. İşte Osman zamanında
kurulmuş olan komisyon, daha titiz ve daha rahat bir çalışma ile
Kur'ân'ın tüm âyetlerini ve surelerini derleyip Hz. Peygamber’in işaret
ettiği gibi yerli yerince konmuştur.
2.6-Hz. Osman zamanında
yapılmış olan derleme, Peygamber'in yazdırdığı Kur'ân'dan farklı
olsaydı, Osman'dan sonra halîfe olan Hz. Alî, kendi özel Mushafını
resmîleştirir, Osman Mushafını yürürlükten kaldırırdı. Oysa öyle
yapmamış, kendi Mushafını muhafaza etmekle beraber resmîleştirmemiş,
Osman Mushafını resmî Muhsaf kabul etmiştir. Bu durum da mevcut
Mushafın, asıl Kur'ân'a uygunluğunu gösterir.
Hz. Âlî Mushafını
görmüş olanlar, onun-sûrelerinin iniş sırasına göre düzenlenmiş olmakla
beraber-içerikte Osman Mushafının aynı olduğunu söylemektedirler. Sadece
sayısı pek az bazı kelime farkları vardır. Bunlar da anlam değişikliği
yapmayan sinonim kelimelerdir.
2.7-Resmî Mushaf'tan ayrı olarak
meydana getirilmiş olan özel nüshalar yakılmış olmakla beraber,
bunlardan bazıları saklanarak sonraki kuşaklara intikal etmiştir.
Bunları görenler, bunlarla resmî Mushaf arasındaki farkları tesbit
etmişlerdir. İbn Ebî Davud'un Kitâbu'l-Mesâhifi, bu farkları
belirtmiştir. Bunlar gözden geçirilince resmî Mushaf ile bu özel
nüshalar arasında da temelde bir fark olmadığı, sadece ufak tefek bazı
kelime farkları bulunduğu, çok az olan bu farkların da bir anlam
değişikliği yapmadığı görülür. Bu durum da resmî Mushafın, Peygamber’in
okuduğu Kur'ân olduğunu kesin bir biçimde ortaya koyar.
3- Hz Peygamber Devrinde Kaç Hafız vardı
3.1-T.Dursun, Peygamber zamanında en iyi ihtimale göre 7 hafızın olduğunu söylüyor ve bunu bir rivayete dayandırıyor.
Hz.
Peygamber zamanında sadece 7 hafız varsa Peygamberin vefatından bir yıl
sonra yapılan Yemame savaşında nasıl oluyor da 70sahabe şehid düşüyor?
Yirmiüç yıl süren Peygamberlik döneminde ki hafız sayısı 7, Hz.
Peygamberin vefatından bir yıl sonra sadece Yemame savaşında 70hafız
öyle mi? Bi’ri Maune olayında 70 hafızın şehid düştüğü göz önüne
alınırsa 7 rakamının gerçekçi olmadığı anlaşılır.
O rivayet muhtemel ki Medine’de bulunan hafızlar için söylenmiştir. Diğer şehirlerdeki hafızlar bu sayıya dahil değildir.
3.2-
Mesela, bir sahabe 1-10 arasında ki sureleri ezbere biliyor, bir
başkası 5-13, bir diğeri de 10-20…arası sureleri biliyordu. Bunların
ortak bildikler sureler hesaba alındığında sadece Medine’de bile aynı
sureleri bilen Müslüman sayısının ne kadar çok olduğu ortaya çıkar. Veda
haccında yüzbin müslümanın Hz. Peygamberi dinlediği göz önüne alınırsa
nasıl bir rakamın ortaya çıkacağı gün gibi aşikârdır.
4.1-Çevre
ülke, şehir ve kasabalara dağılan Hz. Peygamberin arkadaşları gittikleri
yerde öğrencilerine Kur’anı ve Peygamberin sünnetini öğretmişlerdir.
Eğer onların bildikleri, tertip edilen Kur’an’dan farklı olsaydı mutlaka
farklılıklar olurdu? Ama Dünyanın neresine gidilirse gidilsin farklılık
yoktur.
4.2-“Kur’an’ın aslı yakıldı” diyerek gerçek Kur’an’ın
ortada olmadığını iftirasını atanlar, o devir müslümanlarının
ezberledikleri surelerin hafızalarının nasıl silindiğini açıklamak
durumundadırlar. Demek ki Hz. Peygamberden dinledikleri Kur’an’la
aynıydı ki itiraz etmediler.
4.3-O devirde yaşayan Müslümanlar,
günümüzde İslam’a, Hz. Peygambere en küçük bir hakarette ayaklanan
Müslümanlardan daha mı duyarsızdılar ki Kur’an’ın aslı yakılırken(!)
hiçbir itiraz ve tepki göstermeyip sineye çektiler?
4.4-İbni
Hacer Askalani’ye göre, Osman diğer nüshaları yakmamış, okunmasını
düzeltmiş, düzelmesi mümkün olmayanları toplamış, yanlış okumaya, hatalı
okuyuşa meydan vermemek için bozmuş suyla silmiştir. Noktasız “Haraga”
kelimesi yakmak anlamına gelir, “Haraga” noktalı olarak yazılırsa
yırtmak anlamına gelir. Düzeltilmesi mümkün olmayan sayfaları yırttı
attı demektir.
4.5-Kâfirlerin akıl hocalarından olan oryantalistlerden Schwally, Hz. Osman’a isnad olunan bu yakma işini çok şüpheli bulur.
5.1-Dursun,
Müslümanlardaki bulunup ta diğer milletlerde olmayan icazet metodundan
habersiz anlaşılan. Prof. M. Hamidullah şöyle der:
“Kur'an'ın
bütün metnini ezberleme alışkanlığı Hz. Peygamber (s.a.) zamanından
başlar. Halifeler ve İslâm devlet reisleri daima bu alışkanlığı teşvik
etmişlerdir... Başlangıçtan beri müslümanlar bir eseri müellifinin veya
icazetli bir talebesinin huzurunda okumayı ve karşılaştırmayı, zamanında
gerekli düzeltmeler yapılmış ve tesbit edilmiş metnin rivayeti için
yazılı iznini (icazetnamesin) almayı âdet edinmişlerdi. Kur'an'ı
ezberden okuyanlar yahut sadece yazılı metni yüzünden okuyanlar da aynı
şeyi yaptılar ve bu itiyat günümüze kadar böylece devam etti. Bu işin
dikkat çeken yönü şuydu: Her üstad kendisi tarafından verilen
icazetnamede talebesinin yalnız okuyuşunun doğruluğunu değil, aynı
zamanda kendisinin üstadından işittiği okuyuşa uygun olduğunu açık bir
şekilde söyler ve kendi üstadının da üstadından bunu böyle okuduğunu ve
talebesine öyle öğrettiğini zikrederek zincir Hz. Peygambere (s.a.)
kadar devam ederek götürülür. Bu satırların yazarı Kur'an'ı Medine'de
şeyh Hasan eş-Şair'den okudu ve aldığı icazetnamede diğer bilgiler
arasında üstadların ve üstadların üstadlarının zinciri nihaî
kısımlardaki üstadın aynı zamanda Hz. Osman, Hz. Ali, Hz. İbn Mesud, Hz.
Übey İbn Kâab ve Hz. Zeyd bin Sabit'den (ki hepsi ashabdandırlar. Allah
Cümlesinden razı olsun) okuduğunu kayıt eder. Hafızların sayısı dünyada
şimdi yüzbinlerle sayılmaktadır, ve metnin kopyaları (yani Kur'an-ı
Kerîm'in aslî nüshaları) dünyanın her tarafında bulunur ve birinin
metniyle diğerinin metni arasında kafiyen fark bulunmaz. Bu kayda değer
bir noktadır ki, hafızların hafızalarındaki Kur'an ile eldeki Kur'an
metni arasında hiç bir ayrılık yoktur. (İslam Giriş, Prof. M.
Hamidullah, s.42)
6.1-“İbn Mesud'un "Mushaf'ında Fatiha Suresi
gibi çok temel bir sure yok. Felak ve Nâs sureleri de, Ali'nin
surelerinin sırası bugünküne uymuyor. Suyuti, kitabında, Bakara
Suresinin Ahzab Süresiyle aynı uzunlukta olduğunu aktarıyor.” Diyen
Dursun’un, 1505 yılında Mısır’da ölen C. Es-Suyuti’nin zamanına kadar
İbni Mesud’un mushafının değişmeden nasıl geldiğini açıklaması
gerekirdi?
6.2-İmamı Nevevi, Müslim şerhi Şerhi Mühezzeb’te:
Bütün Müslümanlar felak-nas ve Fatiha’nın Kur’an’dan olduğunda ittifak
ve icma etmişlerdir. Onların Kur’an’dan olduğunu inkar eden kafir olur.
İbni Mesud’dan rivayet edilen şey batıldır ve doğru değildir. İbni Hazm,
Fahreddi Razi’de bunun bir yalan ve iftira olduğunu söyler.
6.3-Dr.
Muhammed İbni Lütfî es-Sabbâğ, "Lemehât fî Ulûmi'l-Kur'ân" adlı
kitabında; "Osmanî Mushaflar şimdi nerede?" başlıklı kısımda şöyle
diyor.
..Hicri 614 yılında ölen İbni Cübeyr, Seyahatnâme'sinde, Dımışk Câmi'inden söz ederken şunu zikretmiştir.
“Mısırdaki
yeni maksurenin doğu rüknünde (köşesinde) büyük bir dolap (hazâne)
vardır ki içinde Osman'ın mushaflarından bir mushaf bulunmaktadır. O
Osman'ın Şam'a gönderdiği mushaftır. Dolap her gün nazmın ardı sıra
açılır. İnsanlar ona dokunup öpmekle teberruk ederler. Onu uğurlu
sayarlar.” (el-Burhan, 1/235-el-İtkan, 1/60)
İbni Faldan el-
Ömeri Ö.Hicri 749) de Dımışk’ta bir mushaf görmüştür. Onun Osmani
mushaflardan biri olduğunu anlatıp “Onun sol tarafında, müminlerin emir
Osman ibni Affan’ın hattıyla “Osmani mushaf” diye yazılı olduğunu
söylemiştir. (Mesalikü’l-Ebsar fi memaliki’l-Emsar, 195)
İbni Batuta, Şam’daki nüshadan ayrı Basra’da Osmani mushafından bir tane daha gördüğünden bahseder. (Rıhletü İbni Batuta, 1/116)
Dr.
Abdurrahman eş-Şehbender demiştir ki: Dımışk-ı Şam'da bu Osmânî
mushaflardan bir nüsha elde ettim. Maalesef onu, otuz yıl önce Emevî
Camiini yakıp kül eden yangında ateş telef etmiş." O, bu sözü, M. 1922
yılının Nisan ayında yazmıştır. (Müzekkirât-ı Abdurrahman eş-Şehbender,
s. 34)
Üstad el-Kevserî'nin zikrettiğine göre; Şeyh Abdulhakîm
el-Efgânî (ö.H. 1326-M.1908), ölümünden önce bu Osmânî Mushaf'ın resmine
(yazı ve imlâsına) uygun bir mushaf kopya etmiştir.
Kevserî, bu
Osmânî Mushaf'ın, Birinci Dünya savaşı sırasında İstanbul'a nakledildiği
zannındadır. Efgânî'nin kopya ettiği mushafın ise Dımışk'taki
adamlarından birinde mahfuz olduğu zikredilmiştir. ( Makâlâtu'l-Kevserî,
s. 12)
Yine Kevserî, Küfe Mushafının, Humus'ta bulunduğunu ve
onun, Birinci Dünya Savaşı sırasında başkent İstanbul'a götürüldüğünü
zikretmiş, ancak Humus'ta hangi mescidde bulunduğunu zikretmemiştir.
Nitekim
Kevserî, Medine'de bulunan Medine mushafının da, Birinci Dünya Savaşı
sırasında İstanbul'a götürüldüğünü zikretmiştir. ( Makâlâtu'l-Kevserî,
s. 12)
İstanbul’da “Türk ve İslam Eserleri Müzesinde” şu tarihi mushaflar bulunmaktadır.
457 numarada: Hz. Osman imzasını ve hicri 30 yılını içeren Mushafı Şerif.
557 numarada: Hz. Ali’nin imzasını içeren Mushafı Şerif.
458 numarada: Hz. Ali’nin yazısı olduğu belirtilen Mushafı Şerif.
Hz. Ömer’e nisbet edilen ve ceylan derisine yazılmış, tahtaya yapıştırılmış bir Kur’an sayfası. (Ulumu’l-Kur’an,187–190)
7.1-
C.es-Suyuti'den işine gelen alıntıyı yapan
araştırmacı(!)-gazeteci-yazar T. Dursun işine gelen rivayetleri alıp
işine gelmeyen rivayetleri okuyucuya göstermeyerek bu meselede de
sınıfta kalmıştır.
Bir mucizedir ki nur-i Kur’ân
Durdukça cihan durur numâyan (Ziya Paşa)
*p***************