KUTLU FORUM
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.
KUTLU FORUM

Bilgi ve Paylaşım Platformuna Hoş Geldiniz
 
AnasayfaLatest imagesKayıt OlGiriş yap

 

 mehdi meselesi

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
@bdulKadir
Adminstratör
@bdulKadir


Mesaj Sayısı : 6727
Rep Gücü : 10015177
Rep Puanı : 97
Kayıt tarihi : 17/03/09
Yaş : 61
Nerden : İzmir

mehdi meselesi Empty
MesajKonu: mehdi meselesi   mehdi meselesi Icon_minitimeÇarş. Tem. 04, 2012 10:24 am

Mehdi ile ilgili bazı noktalar iyi bilinirse, bu konuda gelen rivayetler
ve yapılan yorumlar daha iyi anlaşılır diye düşünüyoruz. Şöyle ki:

-Mehdi meselesi akideye dahil değildir. Yani, bazı ehl-i iman Mehdiyi
inkar etse dinden çıkmış olmaz, onun feyzinden mahrum kalır, hizmetinden
istifade edememiş olur.

-Mehdiyi şahıs olarak belirlemek zordur. Hemen her hizip, kendi üstadını veya şeyhini mehdi görme temayülündedir.

-Mehdi olmak ayrı, kendini mehdi zannetmek ayrıdır. Nitekim zaman zaman
bazı meczuplar çıkmakta ve kendilerini mehdi veya İsa olarak takdim
etmektedirler. Halbuki, mehdi kendisinin mehdiliğine değil, İslama davet
eder. Bir peygamber "ben Allahın elçisiyim, bana tabi olun" der. Ama
mehdi, "ben mehdiyim, bana uyun, yoksa küfre düşersiniz" diyemez.

-Her asır, ehl-i imanı ümitsizlikten kurtaracak bir mehdi manasına
muhtaçtır. Yani, mehdi manasından her asrın bir çeşit hissesi vardır.

-Bediüzzaman Said Nursi, mehdi konusunda çok kıymetli bilgiler verir. Bunların en mühimlerinden biri şudur:

Bu zaman şahıs zamanı değildir. Eski zamanda bazı harika şahıslar
çıkmışlar, kıymettar hizmetlere vesile olmuşlar. Ama bu zamanda küfür
şahs-ı manevi olarak hücum etmektedir. Bu hücuma karşı en büyük ferdi
mukavemet başarısız kalmaya mahkumdur. Onun için bu külli hücuma mukabil
bir şahs-ı manevi çıkarmak gerekir.

-Bediüzzaman Said Nursi, mehdiyetin üç merhalesinden söz eder:
1-İman
2-Hayat
3-Şeriat

Risale-i Nur, temelde iman hizmeti görmekle beraber, diğer iki
merhalenin de öncülüğünü yaptığını söyleyebiliriz. Hz. Peygamber (asm)
İslam davasının temelinde yer almış, sonraki İslami hizmetlerin de
temelini atmıştır. Benzeri bir durumun mehdiyette olmasına bir engel söz
konusu değildir. Yani, iman hizmeti diğer iki hizmet alanını
etkileyecektir. Bununla beraber, hayatın geniş dairelerinde hizmet
edilirken sıra dışı bazı harika fertlerin eliyle bu hizmetlerin ifa
edilmesi medar-ı bahs olabilir. "Melikin atıyyelerini ancak matıyyeleri
taşır." Bu kutsi hizmetlerin icrasında elbette bir kısım maneviyat
erleri istihdam edilecektir. "Her ormanın kendine göre aslanları olduğu
gibi, her meydanın da ona münasip erleri vardır."

-"Mehdi kimdir? Ne zaman gelecektir?" gibi sorular, bazen insanı asıl
vazifelerinden alıkoyabilmektedir. Bunun yerine doğrudan aktif hizmetle
meşguliyet tercih edilmelidir. Hele hele mehdiyet konusunu tartışma
alanına sokmaktan kaçınılmalıdır. Nakledildiğine göre, Said Nursi
sürgünde iken saf gönüllü bir zat "efendim, üzülmeyin. Mehdi gelecek,
her şeyi düzeltecek" der. Said Nursi, şu anlamlı mukabelede bulunur:
"Mehdi geldiğinde seni vazife başında bulsun!"

Doç. Dr. Şadi Eren

Mehdi ve Deccal'la ilgili hadislere ve bizzat hadislerin açıklamasına
geçmezden önce, birbiriyle alâkalı ve hatta birbirini tamamlayıcı
mahiyette olan iki tâbiri öncelikle açıklamada fayda umuyoruz.

Deccâl ve Mehdî tabirleri birbirinden ayrılmadığını ve hatta birbirini
tamamladığım söylerken mübalağa etmiş değiliz. Birçok hadislerde bunlar
beraber zikredilirler. Mehdî, Deccâl sebebiyle vardır. Yani O, Deccâl'in
tahribatını telâfi etmek için gelecektir. Hadislerde 30 kadar yalancı
Deccâl'in çıkacağı ifade edilir. Ancak Mehdinin sayıca çokluğundan söz
edilmez. Fakat her asırda müceddid geleceği belirtilir. Diğer taraftan,
bazı rivayetlerde Hz.İsa'nın müceddid ve Mehdî olduğu ifade edilir. Şu
halde sâdece iki değil, bazı durumlarda dört tabirin iç içe sokularak,
meselenin muğlaklaştırıldığı görülür, istikballe ilgili ihbarlarda
Şâri'in muttarid usûlü, bu mübhemliktir. Böylece bu tabirlerde müşahhas
bir şahıstan ziyade mücerred bir mefhum, her asra, pek çok kimseye
tatbîk edilebilecek bir şahs-ı manevî mahiyeti kazandırılmış olmaktadır.
Bu tabirleri şöyle açıklayacağız:

Müceddid inancı: Bir hadis-i şerifte Hz. Peygamber aleyhissalâtu
vesselam: "Allah, bu ümmet için her yüz senenin başında, dini tecdîd
edip yenileyecek kimse(ler) gönderecektir" buyurmaktadır. Bu hadisin
mucibince, daha ilk asırdan itibaren müceddid beklenmiş, birinci asır
müceddidi olarak Ömer Ibnu Abdilaziz kabul edilmiş; çeşitli şahıslar
müteakip asırların müceddidi bilinmiştir. Bunların isimlerini ve
muhtelif münâkaşaları burada vermek konumuzun dışına çıkmak olur. Ancak,
müceddid mevzuunda müslümanlarca beslenen telakkiyi, bir başka deyişle
müceddide izafe edilen vasıfları az sonra ortaya koyarken anlamada
yardımcı olmak üzere, Buhârî şârihlerinden Bedrü'l-Aynî’nin bir
açıklamasını burada aynen vermede fayda mülâhaza ediyoruz: "... Nevevî
Tehzîbü'l-Esmâ'da der ki: "Alimler, birinci asır müceddidi olarak Ömer
(İbnu Abdilâziz)'i, ikinci asırda Şâfi'î'yi, üçüncü asırda Ali İbnu
Şureyh'i -Hafız ibnu Asâkir, üçüncü asır için Ebu'l-Hasanı'I-Eş'ari'yi
teklif etmiştir. Dördüncü asır için Ali İbnu Ebi Sehl eş-Şu'luki'yi, -bu
asır için Bakillânî'yi, Ebu H'âmid-el-İsferâyînî'yi de zikredenler
olmuştur- beşinci asır için Gazâlî'yi zikretmişlerdir." Kirmanı de
şunları söyler: "Müceddid mevzuunda yakın sözko-nusu değildir. Bu
sebeple, müceddid olarak Hanefîler için ikinci asırda Hasan İbnu Ziyâd,
üçüncü asırda Tahâvî ve bunların emsalleri; Mâlikîler için ikinci asırda
Eşhab vs.; Hanbelîler için. üçüncü asırda Hallâl, beşinci asırda
er-Râğunî vs.; Muhaddisler için ikinci asırda Yahya İbnu Ma'în; üçüncü
asırda Nesâî vs.; iktidar sahipleri için el-Me'mûn, el-Muktedir,
el-Kaadir; Zahidler için, ikinci asırda Marufu l-Kerhî, üçüncü asırda
eş-Şiblî vs. mevcuttur. Hadîs-i şerifte dinde tashih (düzeltme, tecdît)
yapacak kimseye delâlet eden "men" (kimse» kimseler mânâsına gelir),
müteaddide (yani sayıca çokluğa) muhtemel olması sebebiyle bu sayılan
grupların hepsinden din hizmeti (tashîhu'd-dîn) vâkidir. 'Nitekim her
asrın sonlarında dinin emrini ikâme edip tashihte bulunanlar olmuştur."
Bu iktibasın da yardımıyla müslümanlar arasında müceddid hususunda şöyle
bir telakkinin yerleştiği kesinlikle söylenebilir:

1- Müceddid, dine müteallik zahirî ve bâtınî ilimlerin âlimidir, sünneti
bid'atten temizler, ilmi yayar ve ilim ehline yardımcı olur. Bid'at
ehline karşı kor, onları zelil kılar.

2- Her yüz senede gelecek mezkûr müceddidin bir kişi olması gerekmez,
aynı zamanda farklı yerlerde, çok sayıda müceddid gelebilir.

3- Her grup (kavim) kendi büyüğünü (imâm) hadiste vaadedilen mezkûr
müceddid bilmiştir. Halbuki bu mânâ her taifenin, müfessir, muhaddis,
fakîh, nahivci, lügatçi, vs. her sınıftan büyüklere şâmildir.

4- Mezkûr müceddid, asrında kesin olarak "müceddid" diye bilinemez,
muasırları, onun izhâr ettiği ahvâlin karînesine dayanarak zann-ı
gâlible müceddid olduğuna hükmederler.

5- Tecdîdden maksad, Kitap ve Sünnet'in amelde ihmâle uğrayan
hükümlerinin ihyâsı, Kitap ve Sünnet'in muktezâsının emredilmesi, bir de
ortalığı saran, Sünnet'e aykırı bid'aların yok edilmesidir.

Müslümanların vicdanında böyle bir müceddid telâkkîsi olduğu müddetçe,
-ki Kıyamete kadar devam edecektir- dine aykırı kötülüklerin arttığı
devirlerde ilmi, ameli ve din uğrundaki gayretiyle iştihar edecek olan
kimseler dâimâ diğerlerince takip edilecekler, kendilerine tâbi olanlar
çıkacaktır. Uyanış ve dinî salâbetini bu şahıslardan bilen etbâ'ı,
onları müceddid bilecektir. Bu durumda, bâzı kimselerce bir kısım ilim
ve hamiyet sahiplerinin müceddid bilinmesi, din açısından normaldir,
kınamak, hatâkarlıkla itham etmek mümkün değildir.Tarihten vâki olan bu
durumun bundan sonra da devam edeceği açıktır. Ancak hiç kimsenin de
kesin bir dille: "Bu asrın müceddidi falancadır" demeye, bir başka
iddiayı bâtıllıkla itham etmeye hakkı yoktur. Yukarıda yaptığımız
iktibâstanda anlaşılacağı üzere ciddi âlimlerce müceddid olduğu ileri
sürülen isimler arasında bile dâima ihtilâflar olagelmiş, hattâ bizzat
sünnî alimler tarafından bâzı Şiîlere bile müceddid denmiştir. Daha
câlib-i dikkat olanı, Celâleddînü's-Suyûti! gibi son derece meşhur ve
muteber bir âlimin, her asrın müceddidini tâdâd ettiği bir kasîdede,
kendisini dokuzuncu hicrî asrın müceddidi ilân etmiş olmasıdır.
Müceddidleri sadece Şafiî fakîhlerine hasretmesi sebebiyle İbn-i Hacer'i
tenkid eden Aliyyü'l-Kârî, dinî ilimlerin her birinde bir eser vermiş
olması sebebiyle Celâleddînü's-Süyûtiyi müceddid lâkabına müstehak
görür.

Mehdi innacı: Gruplaşmalara psikolojik ortamı hazırlayan, dinden gelen
diğer bir âmil de Mehdî inancıdır. Hz. Peygamber aleyhissalâtu
vesselamın çok çeşitli vecihlerle gelen rivayetler, müceddidden başka,
Kıyamete yakın, içtimâî bozuklukların artması sonucu dinsizliğin siyâsî
hâkimiyet kuracağı bir devirde Mehdi’nin çıkıp veya Hz. İsa'nın inip
ehl-i imânın başına geçerek şer kuvvetlere karşı mücâdele verip zafer
kazanacağını haber veriyor. Bu Mehdî inancı da, birçok asırlarda,
cemiyette şer ve fesadı artıran şahıslara karşı çıkıp mücadele eden bâzı
fertlerin etrafında halkın "Mehdî"dır diye toplanmalarına sebep
olmuştur. İstikbâlde geleceği haber verilen bu şahıs da, çeşitli
hadislerde farklı şekillerde tarif ve tavsîf edilmektedir. Bir rivayette
Mehdi’nin Âl-i Beyt'ten yani Hz. Peygamber aleyhissalâtu vesselamım,
neslinden olacağı belirtilirken; bir başka rivayette Mehdi’nin yapacağı
hizmetlerin hemen hemen tamamı Hz. Isa tarafından görüleceği
belirtilmiş; bir diğerinde de "Mehdi’nin Hz.İsa'dan başkası olmadığı"
söylenmiştir. Müceddid, Mehdî, Hz. İsa'nın tekrar yeryüzüne inmesi gibi
birbirinden ayrı olan mefhumların böylece bâzı rivayetlerde iç içe
girdiği müşahede edilmektedir. İbnu Hâcer, bâzıları tarafından, Hz.
İsa'nın yeryüzüne bir müceddid olarak ineceğinin söylendiğini kaydeder.
Bu durumda tıpkı "müceddid" meselesinde olduğu gibi, yeryüzünün belli
bir bölgesinde, belli bir târihinde, Mehdî olarak belli bir şahıs
beklemek isabetli olmamalıdır. Her devirde, farklı bölgelerde bu mânâyı
taşıyan şahıslar bulunabilir. Bu söylediğimizi, Mehdi inancının Deccâl
inancıyla beraber oluşu daha da te'yîd eder. Zira bizzat hadiste, hakîkî
Deccâl'den önce yeryüzünde otuz kadar yalancı Deccâl'in zuhur edeceği
bildirilmiştir. Hattâ Hz. Peygamber aleyhissalâtu vesselam bâzan,
Deccal'den öyle bir tarzda söz ediyordu ki, kendi muasırları bile
"devirlerinde Deccal'in fitnesine uğramaktan korkuyorlardı. Resûlullah
aleyhissalâtu vesselam şöyle diyordu: "Hz. Nuh'tan sonra, ümmetini
Deccâl'e karşı inzâr edip korkutmayan peygamber yoktur. Ben de sizi
inzâr ediyorum. Beni görüp sözlerimi duyan kimselerin bile Deccâl'e
ulaşmaları mümkündür." Bâzı rivayetlerde Hz. Peygamber aleyhissalâtu
vesselamım, İbnu Sayyâd adında bir Yahudinin Deccâl olabileceği ihtimali
üzerinde durup, tahkîk ettiği ve hattâ as-hâbtan bir kısmının buna
dayanarak onun Deccâlliğine hükmettiği kaydedilir.

Resûlullah'm namazlardan sonra duasında "Deccâl'in fitnesinden istiâzede
bulunması" da mevzumuz yönünden burada kayda değer bir husustur. Şu
halde Deccâl'in fitnesini bertaraf etmek vazifesiyle gelecek olan Mehdi,
Deccâl'in zuhûrundaki mübhemiyete tâbidir ve çıkacağı yer ve zaman için
kesin bir şey söylenemez. Durum böyle olunca, her devirde ve islâm
âleminin her köşesinde şerir insanlara "Deccâl", dine şümullü bir
şekilde hizmet edenlere de bir nevî "Mehdî" nazarıyla bakılması, din
açısından mahzurlu olmamalıdır. Bu konudaki hadislerin mübhem ve
teşbihli olarak gelmiş olması da esasen meselenin böyle anlaşılmasına
imkân vermek içindir. Mezkur ibhâm, rivayetlerin zayıflığından değil,
lisân-ı nübüvvetin îcâzındandır. Öyle ise, bir kısım büyüklere Mehdî
nazarıyla bakanlar "aldanmış olmakla", "bâtıl îtikâda saplanmış olmakla"
itham edilmemelidir. Yeter ki bunlar da, kanaatlerinde, hadislerle
tahdît edilen, telakki ve ölçülerin dışına taşarak ifrata sapmasınlar,
kendi Mehdilerine inanmayanları buna zorlamasınlar, bunu bir itham
vesilesi yapmasınlar.

İbrahim CANAN: Kütüb-ü Site Muhtasarı, 14. cilt, s.266

_________________
Elif gibi yalnızım,
Ne esrem var, ne ötrem.
Ne beni durduran bir cezmim,
Ne de bana ben katan bir şeddem var.
Ne elimi tutan bir harf,
Ne anlam katan bir harekem...
Kalakaldım sayfalar ortasında.
Bir okuyan bekledim,
Bir hıfzeden belki...
Gölgesini istedim bir dostun med gibi…
Sızım elif sızısı...

mehdi meselesi Sdfghj15
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://kutluforum.yetkinforum.com
 
mehdi meselesi
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» mehdi çıkmış isa inmiş
» Mehdilik Meselesi Üzerine
» RECM MESELESİ
» NUH TUFANI MESELESİ
» Ali Bulaç : Gadır-i Hum'dan beklenen Mehdi'ye!

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
KUTLU FORUM :: YENİ VE EN SON :: Soru --Cevaplar-Tartışmalı Konular-
Buraya geçin: