İzmir, Türkiye'nin en kültürsüz şehridir!
FATİH VURAL - 22.07.2012
Ege'ye olan tutkusunu, yazılarıyla yıllardır ortaya koyan Yazar Haşmet
Babaoğlu ile Çeşme Alaçatı'daki Sakızlı Kahve'de buluştuk. Ege'den yola
çıktığımız konuşmanın doğal akışı, bizi İzmir'in ortasında bıraktı!
İzmir'in sosyolojik yapısını yakından gözlemleyen Haşmet Babaoğlu'nun
anlattıkları, ezber bozacak!
***
Ege'yi ne zaman keşfettiniz? Ailesiyle
birlikte Manisa dağından, küçük kaplumbağa arabalarıyla yavaş yavaş
İzmir'e inerken, Körfez'i gördüğü zaman gözleri yaşaracak kadar ürperen
ve o görüntü rüyalarından bile çıkmayan Haşmet'in psikanalitik,
sosyolojik açıklaması olmaz. Bu, metafizik bir şey. Yine çocukluğumda,
Ayvalık'a gittiğimiz zaman, sadece Cumhuriyet Meydanı'nda var olan –ki
şimdi de var- o çay bahçelerinde otururduk. Kendi cennet bahçeme gelmiş
gibi hissederdim. O zaman da Ayvalık ilginçti...
Nasıldı? Şimdi
zengin sofralarında ilginç bir şeymiş gibi sunulan denizkestaneleri,
sandallarda satılıyordu. Ortaokul çocukları, çekirdek yer gibi kestane
kaşıklıyordu. Bir de çok temel bir şey var: Zeytin ağacıyla ilişkim...
Her sömestrde Pendik'te teyzeme gider; bütün öğleden sonralarımı
kurumuş, çok yaşlı zeytin ağacının altında geçirirdim. İlk kitaplarımı o
ağacın altında okudum. Ondan mı bilmiyorum; zeytin ağacını gördüğümde
bile heyecanlanıyorum. Ege, zeytin ağacı demek! Ben, toprağı hafif
kıraç, yolları taşlıklı, hafif deli zeytinleri seviyorum.
Aileniz nereliydi? Bir bölümü Bursalı, bir bölümü İstanbullu...
Ege'ye tatile mi geliyordunuz? Hep
tatile gelirdik. Babam bütün Türkiye'yi dolaşmayı çok severdi. Bir
şehirde, bir kahve içeceksindir... O kadar hoşuna gider ve dersin ki,
"Burada saatlerce oturabilirim." 10-15 sene önce de her gelişimde
"İzmir'de yaşayabilirim." dedim. "Takılır kalırım, hatta bir dükkân
açarım." diye korktuğumdan mıdır nedir, kalıcı olmamak için akla karayı
seçtim! Hep İstanbul'a döndüm!
"İzmir'de yaşayamazmışım." dediğiniz oldu mu? Gençken
olsaydı, evet. Diyorlar ki, "Sen metropol insanısın. Konseri,
tiyatrosu, gösterisi vs..." Bence burada bir konsere gitmek, İstanbul'da
gitmekten çok daha çekici. Buradan İstanbul'a konsere gitmek de
muhteşem oluyor. İzmirli erkekler, ülke sathında rekabete girmekten
korkuyorlar mı bilmiyorum ama
kızların boğulduğunu biliyorum. Kızlar,
İzmir'in boğucu tarafını anladılar ve geleceği Ankara'da, İstanbul'da
hatta yurt dışında arıyorlar. Boşanmaların en fazla olduğu şehir, belki de bu yüzden İzmir? Belki.
İzmir, hayalcilerin şehri. Çok hayal kuruyorlar. Çok hayal kuruluyorsa,
peşinden koşmak da ortaya çıkar. Boşanıyorlar, yine evleniyorlar, yine
boşanıyorlar...
Maria Rita Epik'in bir sohbetimizde söylediği
çok ilginç bir söz vardı: "Siz gençler bu şehri bırakıp gidiyorsunuz.
Öyle olunca da, burası bir emekliler şehri haline geliyor." Doğru,
hatta İzmir'e yerleşenler de emekliler. Ama esas sıkıntı şuradan çıkar:
Genç nüfus ne yapıyor? Üniversiteli işsizlerin en çok olduğu yer,
İzmir. Bu, katlanılabilir bir durum değil. İzmir'in işadamını, orta
sınıfını da, işçi sınıfını da, gecekondulusunu da tanıyorum.
İzmir
burjuvaları, geri kalan İzmirlileri kandırıyorlar! Nasıl yapıyorlar bunu? Onların
bir sorunu yok. Gelirleri gayet iyi... Herkes yanılıyor, İzmir
ekonomisi de sanıldığı kadar kötü durumda değil! Fakat dönüyorlar,
İzmir'deki sosyal sınıflara "İzmir çok güzel. İzmir'de sorun yok."
diyorlar. Ajanslar, işadamları birlikleri de bu yalanları üretmeye devam
ediyorlar! Orta ve yoksul sınıflar? Onlar siyasi çatışmanın içine sıkıştırılmış durumdalar. "Bir gün elbet İzmir'in
kaderi değişecek." diye, İzmir burjuvalarının onlara attıkları yalanlara
inanmayı tercih ediyorlar, bir süre daha. Ama gel de bunu üniversite
mezunu işsiz çocuklara anlat. Orada işin içine aktüel siyaset giriyor.
Derhal AK Parti karşıtlığı, CHP, ulusalcılık giriyor ve işler karışıyor. Yani 'çevre', 'merkez'e karşı gardını aldı, kopmayı bekliyor? Çoktan. İzmir'in kritik noktası Gaziemir'dir. Bence iktidar partisinin
stratejik bir hatası var. Bayraklı vb. ilçelerdeki muhtemel tercihlere
göre fikir yürütüyorlar. Hayır, İzmir'in geleceği Gaziemir'de.
Neden Gaziemir? Hem yeni sanayi orada, hem de yeni çalışanlar. Yeni enerji orada! İzmir,
iki enerjinin çarpışmasına hazırlanıyor! 2014-2015 yılları, bu iki
enerjinin çarpışacağı yıllar olacak. Eski enerjiyi, Konak ve Karşıyaka
belirliyor. Yeni enerjinin merkezi olan Gaziemir ve çevresi; çok üretken
ve siyasi, sosyal tercihleri muhafazakârlaşan yerler. Bugünün
gençlerine sorduğunuzda kendilerini 'sosyal demokrat' diye
tanımlıyorlar. Hâlbuki İzmir, 'merkez demokrat'tır. İzmir, 'merkez'i
sever. Merkez, iktidardır.
İzmir neden 'merkez'i sever? Merkez,
Türkiye'de kalıcı iktidar demektir. İzmir, iktidarı seviyor. Ama başına
yeni bir şey geldi: AK Parti. Her zaman iktidardan yana olan İzmir, bir
anda ofsayta düştü! Bu travma 6-7 yılda atlatılabilirdi ama İzmir hâlâ
atlatamadı. Daha da sürecek.
'Merkez'deki kuşaklararası taşıyıcılığa da büyük önem atfediliyor: Cumhuriyet'i koruyacak olan sizlersiniz! Evet.
izmirlilerin çok tuhafına gidecek ama Türkiye'de kültürü en zayıf şehir
İzmir. Bütün İzmirliler kendilerini çok kültürlü zannediyorlar, hayır!
Yaşam tarzındaki ferahlıkla, kültür aynı şeyler değil! Bir şehrin
kültürel zenginliğinin en iyi göstergelerinden biri de bir 'yer altı'
düşüncesi, 'underground kültürü'dür. Bürokrasi kenti denilen Ankara'nın
bile canavar gibi 'underground' sanatı vardır. Muhafazakarların
underground olmadığını savunanların alnını karışlayayım! Bir Konya, bir
Malatya, bir Diyarbakır, bir Maraş çok ciddi kültürel alt zeminlere
sahiptir. İzmir'in yok böyle bir şeyi! "İzmir üzerine bir şeyler yaz."
denildiğinde 50 yıldır aynı adama yazdırılır! Şiir günü düzenleniyor,
1940'ların şiirleri okunuyor. İzmir'in iyi romancıları çıktı, İzmirliler
okumuyor. İhsan Oktay Anar... Evet. İzmir, Türkiye çapındaki iyi romancısını tanımıyor! Sokakta çarptığında, kim olduğunu
bilmiyor! İzmir'in gelenekselleşmiş iki devlet üniversitesi var. Başka
şehirde böyle üniversiteler olsa, ciddi bir bilimsel üretim olur.
İzmir'de var mı?
Ezber şu: "Operaya bilet bulunca, gitmek lazım!" Kültür
aynı zamanda tavırdır! ******çü olabilirsin ama "Ben bu operaya gitmem
arkadaş." diyebileceksin! İyi operayı, kötü operayı da alkışlıyorlar.
Ondan sonra herkes çok kültürlü! İzmir'in önde gelenleri -ki birçoğu
arkadaşım- üniversiteli çocukların halinden anlamıyorlar!
Yıllarca bir
Film Festivali yapmayı beceremediler. Bu yıl başladılar, ellerine
gözlerine bulaştırdılar! Buraya mümkünse bir merkezden başlayacak
seferberlik lazım. Ama bu siyasetle olmaz. Bu belediye olabilirdi; en
kolay yolu seçip "Siyasi iktidar bizden değil, bize çelme takıyor."
diyorlar.
İzmir'in futbol kulüpleri de aynı şeyi söylüyor,
Altay Başkanı "Devlet, Şanlıurfaspor'a verdiği desteği, İzmir
takımlarına vermiyor." diyor. Devlet, Şanlıurfaspor'a kaç
milyon dolar yatırım yaptı; Selçuk Yaşar, Karşıyaka'ya kaç milyon dolar
yatırım yaptı? Geçen yıl vaat ettiği parayı vermeyeceğini söylemesine
rağmen bu yıl 4 milyon dolar verecekmiş Karşıyaka'ya. Devlet,
Şanlıurfaspor'a 4 milyon dolar verdi mi? İzmir, kendi çevresine bir
sınır ördü. Futbol kulüpleri de öyle! Türkiye'nin sporda uluslararası
platformlarda gerileyişi, şu son şike skandalından sonra hiçbir şey
olmamış gibi yeni sezona devam edişi –ki bu büyük bir rezilliktir-, çok
benziyor İzmir'in küçük futbol dünyasına. Karşıyakalılar ve
Göztepeliler, sabah akşam birbirlerine küfür etmekten çok memnunlar! Gümüşlük'te bohem yaşadık Ege'nin tatil mekânları için ne düşünüyorsunuz? Gelenler ve gidenler... Ben Akdeniz sahillerine gidip mutsuz döneni çok gördüm. Ege sahillerine
gidip mutsuz dönen, yok gibidir. Sadece buna bakmak bile yeter!
Akdeniz'e gittiğinde oteli anlatan adam, Ege'ye gittiğinde mütevazı bir
pansiyonda kalır ama yiyip içtiğini, yaşadığı keyfi anlatır.
Bunda, Ege'deki taşralılığın ve onun üzerine kurulu esnaflığın korunuyor olması da etken mi? Bunlar
çok önemli. Bir de şöyle bir şey vardır: İstanbullu, Ege'ye tatile
gelir. Orada İstanbullu bir işletmeci varsa, gıcık atar. (Gülüşmeler)
Ben Kuzey Ege'ciyim aslında.
Kuzey Ege merakı ne zaman başladı? 90'ların sonu, 2000'lerin başında... Yeşilyurt, Ayvacık, Küçükkuyu ve çevresini keşfedip yaşadıktan sonra, âşık olup bağlandım.
"Hayatımın en güzel 30 kilometresi." dediğiniz hat da burada mı? Küçükkuyu ile Behramkale arasındaki, sahilden giden yoldur, o. Hâlâ çok severim.
Geçmişte bir Bodrum aşkı da var... Benim
için Gümüşlük diye bir yer var. O defter, 10 küsur sene önce kapandı. 3
lokanta, 2 pansiyon bir yerdi, Gümüşlük. Bizim çok az paramız vardı,
bohemdik. Bir iğde ağacı altında oturup kitap okumak, sıcak
bastırdığında da kendimizi denize atmaktan başka bir şey istemiyorduk.
Lale Müldür, Emre Aköz, Orhan Koçak, Nurdan Gürbilek, Bülent Somay, Ali
Boratav'la bu yıllarca sürdü. Sonra birileri geldi... Daha sonra
başlayacak talanın ilk adımıymış, o. Gümüşlük'ü birdenbire kestim.
Çeşme sayfası nasıl açıldı? Çeşme'yi
eskiden beri severdim. Alaçatı'ya 2006'dan itibaren sık sık gelmeye
başladım. Dostlarım oldu. Yavaş yavaş kalıyorsun. Kadınlar, Alaçatı'yı,
Çeşme'yi çok seviyorlar. Hayatında bir kadın varsa, "Kuzey Ege mi, Çeşme
mi?" diye sorarsan, sana "Çeşme" der. (Gülüyor)
Bundan rahatsız oldunuz mu? Canımız
istediğinde Kuzey Ege'ye gidiyoruz. Zaten Ayvalık'ı bırakamam. Ayvalık
denince son yıllarda akla sadece Cunda geliyor. Bu, büyük bir haksızlık.
Türkiye'nin ilk sit alanıdır. Korunmuştur. Havası, suyu çok özeldir. 10
kilometre ötesi, Kozak Yaylası'dır. Ayvalık, doğal parktır. Ekimin
sonu, erken hasat dönemi. Zeytinlikler hasat olmaya başlıyor... Bir de
ben Ege kasabalarının çarşılarını çok seviyorum. Özellikle bir yer
önereyim, Ödemiş'in 7-8 kilometre ötesinde...
Birgi mi? Birgi.
İnsanlar hücum ederler diye korkuyorum. Birgi, o eski Osmanlı-Türk
ruhunu, Ege'de en iyi ve hiç bozulmadan taşıyan yerdir. Yukarıda İmam
Birgivi Hazretleri'nin de bulunduğu mezarlıktan sola dönünce şakır şakır
suların aktığı bir yer var. Orada çayını iç, dön.
Tepesindeki Gölcük Gölü'nü ve yaylasını da unutmayalım... Ki Semih Kaplanoğlu da Yumurta'da bu coğrafyaya yer vermişti... Ooo, oralara gitmiyorum. Mesela Manisa Salihli, Gölmarmara gibi yine Semih'in filmlerinde kullandığı yerler var.
Çeşme'yi de kullanmıştı, Herkes Kendi Evinde'de... Semih Kaplanoğlu'nun en güme gitmiş filmidir, o.
Aynı fikirdeyim... Film olarak problemleri olabilir ama anlattığı şey açısından müthiştir.
Dönüp dolaşıp asıl evine dönmek... Çok
acayip bir şeydir, o. Ama son yıllarda ben 'kendi evimiz' dediğimiz
yerlerin de evimiz olmadığını düşünüyorum. Ruhun evi yok! Evleri
döşemekle bu kadar kafayı yememiz; oradaki evim, buradaki evim falan,
bunların hepsi hikâye! Aslında kendimize bile itiraf edemediğimiz bir
şeyi fark etmemiz var.
Nedir o fark edemediğimiz şey? Ruhun evi yok. Onun evi olmaz! Gurbetteyiz!
Mutsuzluğumuz ve hüznümüz, bundan mı? Onlar
da parçalardan biri ama çok derin konular... Ev, mobilya, tasarım şu
bu... Olmuyor ya! Kendimizi içine koyamıyoruz. Tam "Burası iyi."
diyoruz, kendi kendimize kaldığımızda, "Hayır, burası senin değil."
diyoruz.
http://www.turkgazeteleri.com/GZT/zamanpazar.htm