KUTLU FORUM
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.
KUTLU FORUM

Bilgi ve Paylaşım Platformuna Hoş Geldiniz
 
AnasayfaLatest imagesKayıt OlGiriş yap

 

 Kur'an ve Çokeşlilik -Çokeşlilikte sınırlama yoktur-Dücane Cündioğlu

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
Limoni
Co-Admin
Limoni


Mesaj Sayısı : 6111
Rep Gücü : 14922
Rep Puanı : 44
Kayıt tarihi : 27/05/09

Kur'an ve Çokeşlilik -Çokeşlilikte sınırlama yoktur-Dücane Cündioğlu  Empty
MesajKonu: Kur'an ve Çokeşlilik -Çokeşlilikte sınırlama yoktur-Dücane Cündioğlu    Kur'an ve Çokeşlilik -Çokeşlilikte sınırlama yoktur-Dücane Cündioğlu  Icon_minitimePaz Ara. 23, 2012 10:28 am

Kur'an ve Çokeşlilik



Modernist islamcılara bkz bir örnek
alternatif bir görüş olarak Çokeşlilikte sınırlama yoktur ve hatta emirdir diyor dücane cündioğlu.
-----------------------
Çokeşlilik meselesi, II. Meşrûtiyet'ten bu yana bir türlü halledilememiş
olmalı ki neredeyse bir asırdır ısıtılıp ısıtılıp piyasaya sürülüyor ve
ister istemez lehinde ya da aleyhinde bir sürü şey söyleniyor.
Aleyhinde söylenenleri ciddiye almaya gerek yok; zira
bilmedikleri/anlamadıkları bir konuda konuşuyorlar ve izahtan ziyade
itirazda bulunuyorlar. Ancak çokevliliğin lehinde söylenenler tam
anlamıyla içler acısı. Bir yanda ayetler var, bir yanda tarihî yorumlar
ve uygulamalar, bir yanda da karşı tarafı iknâ kaygısı.


Zavallı taşra aydınlarının, şehirli kızları acıtmadan dayak atmanın
imkânları konusunda iknâ etmeye çalışmaları türünden bir komedi örneği.
Güya Kur’an aslında tek eşliliği emrediyormuş da zaruret halinde dörde
kadar evlenmek ruhsatı veriyormuş. Fakat eşler arasında adil olmak
lâzımmış. Oysa ne kadar istenirse yine de âdil olunamazmış. Hal
böyleyken çokevlilik de mümkün olmazmış. Kadınların sayısı erkeklerden
çok olursa ya da meselâ kadın kısır, vs. olursa, erkek ne yapsınmış, bu
tür zaruret hallerinde ikinci bir eş alabilirmiş. Ancak almayıp
sabretmesi onun için daha iyi olurmuş. Üstelik günümüzde de zaten metres
uygulaması varmış. Daha ne isteniyormuş, Kur’an bu işi
meşrûlaştırıyormuş, vs.



Bu akıl almaz gerekçelerin herbirini tek tek boşa çıkartmanın çok kolay
olduğunu aklı başında herkesin kabul edeceğini sanıyorum.
Şahsen müdahil olmak istemememe rağmen ısrarlı suâller nedeniyle birkaç hususa değinmeyi uygun buldum.

Tesbitlerimi ilgilenenlerin dikkatine sunarım:

1) Çokevlilik tartışmasına yol açan Nisâ: 3-4 ayetleri, öncelikle
mücerred kadın ve nikâh hukukunu değil, bilâkis yetim kız ve kadınların
hukukunu düzenler. Metinde geçen فِي الْيَتَامَى (yetimler hakkında)
ifadesinin anlamı, kuşkuya yer bırakmayacak denli sarihtir. Tek başına
geçen النِّسَاءِ (kızlar/kadınlar) kelimesi ise, yetim kızlar/kadınlar”
anlamındadır. Nitekim aynı sûrenin 127. ayetinde geçen aynı kelime
(en-nisâ), açıkça “yetim kızlar/kadınlar” terkibiyle tasrih ve tefsir
edilmiştir.

2) Bu hükümler, öncelikle sulh ve refah toplumuna değil, savaşan bir
toplum yapısına ilişkindir. Nisâ Sûresi, Uhud Savaşı sonrasında nâzil
olmuştur. Müslümanlar bu savaşta çok sayıda şehid vermiş, böylelikle
geride birçok dul ve yetim kocasız ve babasız kalmıştır. Çözüm aranılan
asıl sorun başkası değil, budur. [Yetim kelimesi basitçe “korumasız
kalmış/yalnız/tek” anlamındadır; dul, hatta yaşlı kadınları da kapsar.]

3) “İkişer, üçer, dörder” ( مَثْنَىٰ وَثُلَاثَ وَرُبَاعَ) deyişi,
sınırlama (dörde kadar) anlamı içermez, tahdid ve tahsis değil, bilakis
teşvik (özendirme) ifade eder. Arapça'da “dörde kadar” demenin daha
sarih yolları vardır ve açıklık gerektiren hukuk alanında böylesine
kapalı bir ifadenin kullanımının makul bir gerekçesi gösterilemez. Bir
diğer kullanım Fâtır: 1'de geçmektedir ki bütün yorumcular orada bu
deyişin çokluk ifade ettiğinde birleşmişlerdir. Hz. Peygamber'in bir
arada en az dokuz eşi olduğunu, kendisinin hiçbir sûrette Kur’anî
hükümler karşısında istisna teşkil etmediğini, “gece namazı” gibi akla
gelebilecek istisnaların ise nimet değil, külfet sadedinde bulunduğunu
hatırlatmak isterim.

4) Geleneksel hukukçuların ibareyi teşvik yerine tahsis ve tahdidle
yorumlamasının anlaşılabilir tarihsel ve sosyal gerekçeleri vardır.
Ahlâkî tahassüslerin zayıflaması ilk asırlarda bu yorumu haklılaştırmış
ve otantik bağlamı geri plana itmiştir. Bu asırda tekeşlilik yorumlarını
haklılaştıran toplumsal bağlam ile fetih asırlarında dörde kadar
yorumlarını haklılaştıran bağlam bazı açılardan benzerlik arzederler;
zira her iki dönemin yorumcuları da metnin kendi bağlamı ile maksadını
değil, içlerinde bulundukları toplumsal bağlamların zaruretlerini
öncelemişlerdir.

Özetlemek gerekirse, Nisâ: 3-4 ayetleri savaş sonrası oluşan toplumsal
yaraya melhem olmak amacıyla, müminlere şehid kardeşlerinin geride
bıraktıkları dul ve yetimleri sahiplenmeleri gerektiğini, bunun dinî bir
vecibe olduğunu ve herkesin üzerine düşeni yapması lâzım geldiğini
söylemekte, bu durumu kesinlikle istismar etmemeleri konusunda da
mükellefleri uyarmaktadır: ikişer, üçer, dörder, (beşer, altışar)...;
yani ne kadar mümkün ve âdilâne ise o kadar!

İmdi açıklamalarımıza kaldığımız yerden devam edelim:

1) İlgili ayetler, tekrar edecek olursak, kadın ve nikâh hukukunu
düzenlemek amacıyla değil, Uhud savaşı sonrasında korunmasız kalmış dul
ve yetim kadınların/kızların sorunlarına çözüm aramak amacıyla nâzil
olmuştur.

2) “İkişer, üçer, dörder...” tabiri dörde kadar anlamına gelmediği gibi,
tashih ve tahdid (sınırlama) değil, bilâkis teşvik ifade eder. Çünkü
maksad, mümin toplumu bu bîçarelerin yardımına koşmaları konusunda
özendirip teşvik etmektir: elinizden geldiği kadarıyla ve en azından bir
kişiye ocağınızı açmak sûretiyle...

3) Bu nedenledir ki zaten, perişan durumdaki zavallı kadın ve kızlara
şehid düşmüş babalarından ve kocalarından kalan mirasın üzerine konma
hesabı yapacak ve böylelikle bu vazifeyi istismar etmeyi düşünecek
kimseler şiddetle uyarılmış, âdil ve insaflı davranmaya davet
edilmişlerdir. Dikkat edilecek olursa, müminler sadece evlilik yoluyla
değil, evlatlık almak yoluyla da yardıma çağrılmışlardır.

4) Efendimiz yürüyen Kur’an'dı ve onun ahlâkı Kur’an ahlâkı idi. Kur’an
beşerî yasaların yöneticilere tanıdığı türden özel iltimaslar ve
istisnalar gibi Hz. Peygamber'e iltimas geçmemiş ve kendisine böylesi
özel ayrıcalıklar tanımamıştır. Peygamberimizin birarada dokuz eşi
olduğu tarihen sabittir. Binaenaleyh “dörde kadar...” yorumu bu vâkıayla
telif olunamaz. Taaddüd-i zevcât çokeşlilik demektir, dörde kadar
eşlilik demek değildir.

5) Bir insanın evleneceği kimselerin miktarı dışarıdan müdahale yoluyla
tayin edilemez. Nitekim Cenab-ı Hak da bu nedenle kimin kaç kişiyle
evleneceği meselesinde sayı tahdidinde bulunmamış, bu durumu kişisel ve
toplumsal olanın tabii koşullarına bırakmıştır. Kur’an'ın nâzil olduğu
dönemde sadece Araplar arasında değil, bütün kadîm toplumlarda
çokeşlilik, o dönemin sosyal şartlarının da etkisiyle, cârî idi ve gayet
tabii de karşılanıyordu. Bu konuda Kur’an'a eleştiri yöneltmek ilk
muhaliflerinin aklına bile gelmemişti.


6) Fetihler ile genişleyen ve zenginleşen İslâm toplumunda, çokeşlilik
meselesinin sınırlarını tayin etmek zarureti başgösterdiğinde,
hukukçular, bu yasal boşluğu, Kur’an'ın lafzına istinaden çözmeyi
denemişler ve başarılı da olmuşlardır. Kısacası, evliliğin dörtle
sınırlandırılması, hukukçuların yorumlarının sonucudur ve o devir
şartlarında bu isabetli bir çözümdür. Ne var ki eş seçilen cariyelerin
(savaşta esir alınan kadınların) sayısını sınırlamak mümkün olmamış,
sınırlama sadece normal evliliklere münhasır kalmıştır.




7) Ulemanın çokevliliği sınırlandırma çabaları netice vermiş ve tarih
içerisinde, zannedildiği gibi, müslüman toplumlar çokeşliliğin hâkim
olduğu toplumlar olmamışlardır. Eldeki tarihî vesikalarda ve bilhassa
günümüze ulaşan nüfus kayıtlarında yapılacak incelemeler bu tesbiti
doğrulayacaktır, zaten yapıldığı kadarıyla bilimsel araştırmalar da bu
yöndedir.

Cool Modernleşme döneminde sosyal şart ve telâkkilerin değişmesiyle,
bilhassa Hıristiyanlığın (Katolikliğin) kadın tasavvuruyla çevrelenmiş
Batı düşüncesinin etkileriyle çokeşlilik meselesi bu sefer farklı bir
biçimde gündeme gelmiş ve geleneksel İslâm hukukuna saldırılar için bu
mesele bir bahane teşkil etmiştir.

9) İslâm modernistlerinin “Kur’an aslında tekeşliliği emreder” demek
zorunda kalmaları ve iddialarını iki-eşlilik varsayarak
temellendirmeleri savunmacı bir yaklaşımın sonucudur ve üç-eşlilik
dendiğinde söyleyecekleri bir sözleri yoktur. Nitekim erkekler
arasındaki dedikoduları ya da genç bekârların heveskârâne
gevezeliklerini bir kenara bırakırsak, bugün ülkemizde tarafların
çokeşlilik ile kastettikleri esasen iki-eşliliktir.

10) İkinci eş almak teşebbüsünde bulunan dindar kimselerin hem
kendilerinin hem de ilişkide bulundukları kadınların mensup oldukları
meslek gruplarının hangileri olduğuna dikkat edilirse, bu tür modern
iki-eşliliklerin tartışmaya konu olan yönünün hukuktan çok ahlâkla
alâkalı bir keyfiyet arzettiği görülür.

Özetlemek gerekirse, Kur’an'da evlenilecek kadınların sayıları tayin
edilmemiş ve ilgili ayetler refah değil, savaş toplumuyla alâkalı
hükümler getirmiştir. “En çok dört veya bir” şeklindeki açıklamalar ise
zamanla ortaya çıkan ve sosyal koşullara uygunluğu (örfü) gözeten
yorumlardan ibarettir.
Yorumları hayra da yorabilirsiniz, şerre de. İşte bu noktada seçiminiz
sadece hukûkî olanı değil, aynı zamanda ahlâkî olanı da belirleyecektir.
Son olarak, bu konuyu tartışmak isteyen tarafların “ikinci bir eş almak
suretiyle aileyi genişletmek” ile “ikinci ve ayrı bir aile kurmak”
arasındaki farkı gözardı ettiklerini düşünüyorum. Oysa sözkonusu olan
çokeşlilik idi, bir sözcük uydurmama izin verilirse, çokailelik değil!
Nitekim büyük şehirlerde ikinci eş, “ikinci aile” anlamına geldiğinden
umumiyetle “birinci aile” ya resmen ya da fiilen yıkılmakta ve
böylelikle çokailelik bile mümkün olmamaktadır.
O halde kim, hangi sevdalının “ailesini genişletmek” ihtiyacıyla ve niyetiyle bu işe kalkıştığını iddia edebilir?
Unutulmamalı ki Efendimizin aynı anda dokuz zevcesi ve fakat bir ailesi vardı.

* * *
18-19 Ekim 2003




Çokevlilik meselesiyle ilgili görüşlerimi yeterince sarih olarak ifade
etmiş olduğumu sanıyordum. Fakat ısrarlı sualler ve bir kısım itirazlar
nedeniyle ve elbette bir daha dönmemek umuduyla bazı konulara açıklık
getirmek zarureti hasıl oldu. Nasreddin Hoca misâli, anlayanlar
anlamayanlara anlatsınlar, demek de şu saatten itibaren insaflı bir
çözüm değeri taşımayacağı için, çaresiz, hem birkaç hususun altını
vurgulamakta ve hem de meseleyi ciddiye almış görünen kesimlerin bu
hususlarda yeniden düşünmelerine âcizâne bazı katkılarda bulunmakta
fayda mülahaza ediyorum.



Çokeşlilik meselesi etrafındaki tartışmaların iki yönü bulunmaktadır:
Birincisi, bu meseleyle ilgili ayetleri (metni) doğru anlamak.
İkincisi, anladığımız mânâları günümüzle irtibatlandırmak.
Nitekim yazdığım ilk iki yazıda, metnin bugünle alâkasını nazar-ı
itibara almayıp ayetleri sadece bir tefsir problemi çerçevesinde tahlil
etmiş ve bu konuda vardığım neticeleri kamuoyuna sunmuştum. Bu konuda
ortaya çıkan yeni sualleri dikkate alarak yazdığım son iki yazıda ise,
çokeşlilik meselesini sosyal ve aktüel değeri itibariyle yorumlamış ve
kanaat ve gözlemlerimi de açıkça dile getirmeye çalışmıştım.
Bu meselenin köşeyazılarıyla dile getirilmesinin doğuracağı sakıncaları
(mesela konunun ciddiyetini takdir edemeyecek durumdaki kimselere de
böylelikle davetiye çıkarılmış olacağını) tahmin etmiyor değildim. Lâkin
zaten dileyen dilediği gibi dilediğini yazıp çizdiğinden, bu muhtemel
sakıncaları pek önemsediğimi söyleyemem. Yapabileceğim pek birşey yoktu.
Bu bakımdan anlama ve yorumlama faaliyetinin, sahiplerinden sadece
ehliyet değil, aynı zamanda ciddiyet ve mesuliyet de talep ettiğine
işaret etmekle yetinmiş ve böylelikle konunun kapanacağını ümid
etmiştim. Ne ki sonuç umduğum gibi olmadı ve sual seli kesilmeden akmaya
devam etti. Ben de tekrara düşmemek için görüşlerimi hüküm cümleleriyle
değil, soru cümleleriyle yenilemeye karar verdim. Belki böylelikle
sadece cevap vermek için değil, sual sormak için de kişinin dersini
çalışması gerektiği anlaşılmış olur.

Suallerim kısaca şöyle:

1. İkişer, üçer, dörder (Nisa: 3) ifadesinden dörde kadar anlamının
nasıl çıktığı Arap dilinin kurallarına istinaden şevahidiyle
gösterilebilir mi?
Bu bir imkân sorusu, yani burada iki ihtimal var: ya gösterilemez, ya
gösterilebilir. Gösterilemezse ihtilaf sakıt olmuş olur. Yok eğer
gösterilebilirse, bu açıklamaların Fatır: 1 ayetinde geçen ibareye de
şamil olması gerekir. Şamilse nasıl? Şamil değilse niçin?

2. Bir okur diyor ki: “Nisa 3. ayetinin nüzûlünden sonra Hz. Peygamber
daha önce dörtten fazla eşi olanlara diğerlerinden ayrılıp ancak dört
kadınla evli kalmayı emretmiştir. Konuyla ilgili mevcut hadîsler ve
tarihî gerçekler bu hususta tereddüde yer bırakmayacak kadar açıktır.”
Madem bu tarihî gerçekler (!) insanlara bu denli açık görünüyor, o halde şu muhtemel tereddütlerin de giderilmesi gerekmez mi?

a) Nisa: 22 ayetinde müminlerin babalarının nikahı geçmiş olan
kadınlarla (üvey anneleriyle) evlenmeleri yasak edilmesine rağmen ve
üstelik إِلَّا مَاقَدْ سَلَفَ (geçen geçti) buyurulup önceki nikahları
feshetmeye ve bu kadınları boşamaya gerek olmadığı bizzat Kur’an
tarafından hem de sarahaten beyan edilmiş iken, hangi nassa istinaden
daha önce kendileriyle nikah kıyılmış eşlerin dörtten ziyadesi kapı
dışarı edilecek?! İddia yerine biraz zahmet edip mezkur ayetle şu
herkesin bildiği tarihî gerçeklerin (!) arası bulunmalı değil mi?

b) Bu arada mükteseb hakkı ihlalin aklî ve hukukî gerekçeleri nereden ve
nasıl bulunacak? Yeni yasa gereği kapı dışarıya bırakılan zavallı
kadınlar veya onların masum çocukları açısından meseleye bakmak niçin ve
neden düşünülmez? Öyle ya, yeni yasa gereği kimden hangi eşini, hangi
ölçüye istinaden boşaması taleb edilebilir? Mesela nikah tarihlerine
göre en sondan mı başlanacak, kura mı çekilecek, istihareye mi
yatılacak? Bir erkek, eşlerinin dörtten ziyadesini, bir manavın tartı
sırasında fazla gelen meyveleri dışarıda bırakması gibi dışarıda
bırakabilir mi? Kur’an'ın mübelliğ ve tatbikçisi olan Efendimizin (s.a)
böyle bir talepte bulunacağı nasıl ve hangi nassa istinaden tasavvur
edilebilir? Mesela Mücadele Sûresi ve ahkamından niçin ibret alınmaz!

c) “Boşa da gel!” demenin kolay olduğunu sananlar şu tarihî gerçekleri
biraz daha aydınlatsalar ya! Meselâ hangi sahabenin dörtten ziyade eşi
olduğu, hangilerinin bu yeni (!) yasa gereği eşlerini boşamak zorunda
kaldığı, boşadıkları eşlerin Efendimize şikayette bulunup
bulunmadıkları, bulundularsa ne cevap aldıkları vs. siyer ve tabakat
kitaplarından biraz araştırılsa ve araştırmalar sırasında Mücadele
Suresi yeniden okunup şu “Boşa da gel!” mantığıyla surenin içeriği
insafla karşılaştırılsa fena mı olur?









3) Muhataplarımdan cevaptan çok, biraz dikkat talep etmekle çok şey mi istemiş oluyorum?








Şimdilik bu kadar sual yeterli sanırım.

Çokevlilik meselesinde hem Tefsir İlmi açısından, hem de bu meselenin
günümüzle irtibatı açısından vârid olan istifhamların bir iki yazıyla
hall u fasl edilmesinin mümkün olmadığını bilmez değilim. Ne var ki
suallerin ardı arkası kesilmiyor. Bu sebeple son olarak birkaç hususa
daha işaret edip değerli ilahiyatçılarımızdan gelen soru(n)ları biraz
olsun derinleştireceğini ümid ettiğim daha temelli sualler aracılığıyla
bu meseleye açıklık kazandıracak birtakım başlangıç noktalarına işaret
etmeye çalışacağım.

İmdi Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır Efendi'nin (öl. 1942) Hak Dini Kur’an
Dili adlı tefsirinden kısa bir iktibasta bulunmak istiyorum:

(...) Bundan başka sevk-i âyetin doğrudan doğru taklîli istihdaf ettiği
ve evvelen ve bizzat dörtten ziyadesini nehye müteveccih bulunduğu da
müsellem değildir. Gerçi bu âyet ile taaddüd-i zevcâtın âzamî dört ile
tahdidi emr-i vâki ve binaenaleyh ziyadesinin nehyi de bizzarure sabit
ve bu suretle âdet-i cahiliye'ye nazaran adedin tenzîli siyakında bir
‘taklîl’ mânâsıyla değil, birden dörde kadar müsaade ile yine bir nevi
‘teksîr’ siyakında bulunduğu ve Hz. Aişe'nin dediği gibi “Bakınız ben
size neler helal ettim” mânâsını iş‘ar ettiği de zâhirdir. Binaenaleyh
tenzil ve ziyade'den nehiy, bi'l-ibare değil, bi'l-işare'dir. (II/1285)

Önce Elmalılı'nın, Fahreddin Razî'nin tercihini eleştiri sadedinde serdettiği bu ifadelere biraz açıklık getirmeyi deneyelim:

I) Nisa: 3 ayetinin doğrudan doğruya kadınların sayısını azaltmayı
hedeflediği ve öncelikle ve kesinlikle dörtten fazla eş alınmasını
yasaklamaya yönelik bulunduğu müsellem değildir.
Soru: Müsellemâtın olmadığı yerde yorumların taaddüd ve ihtilafı
kaçınılmaz olduğuna göre, müsellem olmayanı teslim etmekten çekinenlerin
başka deliller aramaları kadar tabii ne olabilir?

II) Nisa: 3 ayeti ile
a) Çokevliliğin en fazla dört ile sınırlandırılması emr-i vâki
ve bu emr-i vâki'ye istinaden
b) Dört eşten fazlasıyla evliliğin yasaklanması bizzarure sabittir.
c) Bu ayetin akışı, Cahiliye Araplarının çokevlilik geleneklerine
nisbetle evlenilecek kadınların sayısının indirimi dolayımında bir
azaltma anlamı taşımamaktadır. Aksine bu akış “birden dörde kadar” izin
verilmiş olmakla yine eşlerin sayısının bir tür artırımı dolayımındadır.
Bu sebeple ayetin [“ikişer, üçer, dörder” ifadesinin] Hz. Aişe'nin de
dediği gibi “Bakınız ben size neler helal ettim” (terğib ve teşvik)
anlamına delalet ettiği zahirdir.
d) Özetle eşlerin sayısının indirimini veya artırımını yasaklama
şeklindeki anlamlar ayetten bi'l-ibare değil, ancak bi'l-işare elde
edilebilir.

Elmalılı merhumun Nisa: 3 ayetinin tefsirine tahsis ettiği sayfalar bu
konuyu ciddiyetle tahkik edecekler için hakikaten kıymetli mülahazalar
ihtiva etmekte olup ilgililerini beklemektedir. Okuru, nakletmek ve
tartışmak imkânından mahrum olduğum o kıymetli eserin kendisine
havaleyle iktifa edip sorulara geçmek istiyorum:

1. Eşlerin sayısının sınırlandırılması ne suretle emr-i vâkidir?
2. Nehyin sübutu niçin bizzarure olmakla nitelenmiştir?
3. Hem tahdid emr-i vâki, hem de sübut-i nehy bi'z-zarure olunca, teşvik ve tergibin zahir olmaması mümkün müdür?
4. Delaletin bi'l-ibare değil, bi'l-işare olduğu teslim edilmişken,
üstelik bir vesileyle çokevliliğin esas itibariyle mahza müsaade ve
mübah, havf-ı cevr takdirinde mekruh, bazı ahvalde ise mendub ve hatta
vacib bulunduğuna delalet ettiği telaffuz edilip mevcut yorumların
sebeb-i nüzûl kadar hikmet-i nüzule de müstenid bulunduğu sıklıkla beyan
edildiğine göre, kasd-ı mütekellimi tayin çabalarının keyfî
tercihlerden ziyade usûle mütevakkıf bulunduğunu göstermek için daha kaç
bin sayfa yazmak gerekir?
5. Bir denklemin elemanlarından biri değiştiğinde neticenin de
değişeceği muhakkak iken, usûlde (asıllarda) ihtilaf hall olunmaksızın
usûlün tevlid ettiği meselelerde (füruâtta) ihtilafa mâni olunabilir mi?
6. Olunamazsa ve ihtilaf da neticede değil, denklemin unsurlarında ise,
dahası denklem bir kere çözülmüşse, yapılması gereken, neticenin
sağlamasını yapmak için denklemin unsurlarının yerinde olup olmadığını
kontrol etmek değil midir?
7. Denklemin unsurlarıyla (usûlle) irtibat kurmayı beceremeyen
nesillerin sonuçlardan hareketle öncüllere intikal etmek istemeleri
İlm-i Mantık ıstılahınca müsadere ale'l-matlub vasfını kazanmış ise ve
sırf bu yüzden istidlal yollarına fesad bulaşmışken mukaddemâtı ihmal
edip sonuçlarda sıhhat aramak beyhude bir uğraş olmaz mı?


Bunca yıldan sonra sorulara ciddiyet kazandıracak çabaların içinde
olmanın, cevap üretmeyi kolaylaştıracak alışkanlıklara dayanmaktan daha
soylu bir tutum olduğuna kanaat getirmiş bulunuyorum.
Bu tutumu ciddiye almanızı sizlere de tavsiye ederim.

Dücane Cündioğlu ( Simurg Grubu )
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Kur'an ve Çokeşlilik -Çokeşlilikte sınırlama yoktur-Dücane Cündioğlu
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» KURANDA ÇELİŞKİ YOKTUR...ateist ve msiyonerlere cevaplar
» DÜCANE CÜNDİOĞLU BİR TEO-POLİTİK FİLM: "MUHAMMED: ALLAH'IN ELÇİSİ"
» muhafazakarlaşıyormuyuz? %60 ımız kuran okumayı bilmiyor,%22 hayatı boyunca eline bir kere bile kuran almamış,%8 anlamını okuyor...
» Recim yoktur [Hayrettin Karaman]
» Laubalilerin İnsanlığa Verebileceği Hiçbir Şey Yoktur

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
KUTLU FORUM :: İslami ilimler ve dini kültür :: Kuran-Tefsir-
Buraya geçin: