KUTLU FORUM
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.
KUTLU FORUM

Bilgi ve Paylaşım Platformuna Hoş Geldiniz
 
AnasayfaLatest imagesKayıt OlGiriş yap

 

 Kuran Cebrailin sözü yada peygamber sözü ..tartışmasına cevap

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
huzeyfe
Süper Moderatör
huzeyfe


Mesaj Sayısı : 7719
Rep Gücü : 18108
Rep Puanı : 23
Kayıt tarihi : 27/03/09

Kuran Cebrailin sözü yada peygamber sözü ..tartışmasına cevap Empty
MesajKonu: Kuran Cebrailin sözü yada peygamber sözü ..tartışmasına cevap   Kuran Cebrailin sözü yada peygamber sözü ..tartışmasına cevap Icon_minitimePaz Mayıs 17, 2015 12:03 pm

Kuran Allah Kelamı ise Bazı Ayetler Neden Peygamberin Ağızından Yazılmış...
Buyrun tartışalım..
Hud-2. Allah?dan başkasına kulluk etmeyin. Ben size O?nun tarafından müjde vermek ve uyarmak için gönderilmiş gerçek bir peygamberim.
Şura-10. Hakkında ayrılığa düştüğünüz herhangi bir şeyin hükmü Allah?a aittir. İşte bu, Rabbim Allah?tır. Yalnız O?na tevekkül ettim ve ancak O?na yöneliyorum.
Tevbe-30. Yahudiler, ?Uzeyir Allah?ın oğlu? dediler, Hıristiyanlar da ?Mesih Allah?ın oğlu?, dediler. Bu onların kendi ağızlarıyla uydurdukları sözlerdir. Daha önce inkara sapmış olanların sözlerine benzetiyorlar. Allah onları kahretsin, nasıl da saptırıyorlar!
Zariyat-51. Allah ile beraber başka bir tanrı edinmeyin. Zira ben size O?nun tarafından gönderilmiş açık bir uyarıcıyım.

**********

"Hiç süphesiz o (Kur'an), çok serefli bir elçinin sözüdür."(Hakka, 69/40) göre, Kur'an'ın manası gibi lafızları da Allah'ın kelamı mı, yoksa Hz. Cebrail (as)'ın veya Hz. Peygamber (asm)'in sözü mü?


Kur'an "Allah'ın kelâmı" olarak ne ifade etmektedir? Vahyin metnini teşkil eden husus, sadece mânâ mıdır? veya sadece lâfız mıdır? Yoksa her ikisinin toplamından mı ibarettir? şeklindeki sorulara cevap arayacağız.  Konu ile ilgili âlimlerin görüşlerini belirtecek ve netice itibariyle kendi tercihimizi de ortaya koyacağız.

Kur'an'ın vahyi konusunda Allah, Cebrâil ve Hz. Muhammed (a.s)in tebliğ ve tebellüğu sözkonusudur.  Vahyin  asıl sahibi olan yüce Allah, Kur'an'ı Hz. Cebrâil vasıtasıyla Hz. Muhammed (a.s)'e indirmiştir. Bu hususta Müslümanlar arasında en küçük bir ihtilaf yoktur. Ancak âlimler bu vahyin nasıl geldiği ve bu iletişimin nasıl kurulduğu hususunda  farklı görüşler bildirmişlerdir:

a) Hz. Cebrâil, Kur'an'ı doğrudan doğruya Allah'tan  almış ve Hz. Muhammed (asm)'e aynı lafızlarla aktarmıştır.

b) Hz. Cebrâil, Kur'an'ı Levh-i Mahfûzdan ezberlemiş ve olduğu gibi Hz. Muhammed (asm)'e aktarmıştır.

c) Hz. Cebrâil, Kur'an'ı lafız olarak değil, sadece mânâ olarak almıştır. (bk. Mennâ', el-Kattân, Mebahis, fi ulûmi'l-Kur'an, 35)

İlk iki görüşe göre elimizdeki Kur'an, lafzı ve mânâsı ile birlikte vahiy edilmiş Allah'ın kelâmıdır. Ne Hz. Cebrâil'in ve ne de Hz. Muhammed (asm)'in, tebliğ ve tebellüğden başka hiç bir müdaheleleri söz konusu değildir. Bu iki görüş arasındaki tek fark, Hz. Cebrâil'in Kur'an'ı doğrudan Allah'tan mı, yoksa Levh-i Mahfûzdan mı aldığı hususudur.

Alimler, vahyin Levh-i Mahfûzdan alındığına dâir görüşe itibar etmemektedir. Bunun müşahhas bir delili olmadığı gibi, Kur'an'ın diğer gaybî şeyler gibi Levh-i Mahfûzda yer alması da vahyin oradan alındığını göstermez. (bk. ez-Zerkânî, Menâhilu'l-İrfân, I/49; el-Kattân,  36)

Son görüşe göre ise  Kur'an, Allah tarafından Hz. Cebrâil'e mânâ olarak telkin edilmiş; lafzı ise, ya melek tarafından, ya da Hz. Peygamber (asm) tarafından vaz'edilmiştir.

Özetlersek: Kur'an'ın bir vahiy mahsulu olarak anatomisini teşkil eden unsurları belirlemeye çalışan iki görüş vardır: Birinci görüşe göre Kur'an, yalnız mânâdan ibarettir. İkinci görüşe göre ise, Kur'an hem lafız, hem de mânâdır.

Önce birinci görüşün dayanağını teşkil eden delillere bakalım:

a) Diyorlar ki: "Şüphesiz O (Kur'an), değerli, güçlü ve Arş'ın Sahibi (Allah'ın) katında itibarlı bir elçinin (Cebrâil'in) getirdiği sözdür." (Tekvîr, 81/19-20.) "Görebildikleriniz ve göremedikleriniz üzerine yemin ederim ki, hiç şüphesiz O (Kur'an), çok şerefli bir elçinin (Peygamber'in) sözüdür. Ve O, bir şâir sözü değildir." (Hâkka, 69/38-48) âyetlerinde geçen ve elçilere (Hz. Cebrâil ve Hz. Peygamber (a.s)'e atfen "Kur'an şerefli bir elçinin sözüdür" ifadesinde yer alan "Söz" (kavil) sözcüğü, Kur'an  lafzının bu elçilere âit olduğunu gösteriyor.

b) Diyorlar ki: "O (Kur'an), şüphesiz daha öncekilerin kitaplarında da vardır" (Şuarâ, 26/196) âyetine göre, Kur'an daha öncekilerin kitaplarında da mevcuttur. Kur'an'ın o kitaplarda lafzı ile bulunması mümkün olmadığına göre, mânâsıyla bulunmuş olması gerekir. Buna göre Kur'an, vahiy itibariyle yalnız mânâdan ibarettir. Çünkü âyette "mânâ" ya Kur'an adı verilmiştir.

Birinci  Görüşe Ait Deliller Ve Değerlendirilmesi

      (a) Birinci şıkta ifade edilen ve âyetlerde geçen "Söz" (Kavil) tâbiri, Kur'an lafzının Allah'tan gelen bir vahiy olmadığını yahut elçilerin sözü olduğunu göstermez. Aksine, "elçinin sözü, onu gönderenin sözüdür" gerçeğini,  yani elçinin tebliğden başka hiç bir müdahelesinin olmadığını ifade etmektedir. (krş. Yazır, Hak Dini, VIII/324) Türkçemizdeki "elçiye zevâl olmaz" deyimi de bu gerçeğin bir ifadesidir.

Sözkonusu iki âyette geçen "Saygıdeğer elçi" tâbiri, Tekvir Sûresinin 19. âyetinde Hz. Cebrâil'e; Hâkka Sûresinin 40. âyetinde ise Hz. Peygamber (a.s)'e âittir. Ayetlerin siyak ve sibakından bunu anlamak mümkündür. (bk. el-Kurtubî, XVII /152; Yazır, a.g.y) Hakkâ Sûresindeki âyetin Hz. Cebrail'e delâlet ettiğini söyleyenler olmuşsa da, (bk. el-Beydâvî, VII/350; el-Kurtubî, XVIII/ 274)  ayetin bulunduğu yerdeki ipuçları, "Saygıdeğer elçi" den maksadın Hz. Muhammed (a.s) olduğunu göstermektedir. Nitekim, Tekvir Sûresinde "Kuşkusuz, o saygıdeğer  bir elçinin sözüdür.." ifadesinden sonra, "Ve Kur'an, kovulmuş bir şeytanın sözü değildir" ifadesine yer verilmiştir. Bu ifade ise, sözkonusu "Elçi"den maksadın Cebrâil olduğunu göstermektedir. Böylece Melek  ile Şeytanın karşılaştırılması yapılmıştır. Hâkkâ Sûresinde ise, "saygıdeğer elçi" tâbirinden sonra, "O ne bir şâir,  ne de bir kâhin sözü değildir" ifadesine yer verilmesi, âyetin Hz. Muhammed (a.s)'den bahsettiğinin bir delilidir. Çünkü burada Hz. Cebrâil kast edilirse, onun bir şâir  veya kâhin olabilme ihtimalini akla getirir ki yanlış olur. Çünkü hiç kimse böyle bir ihtimali düşünmez. "Biz O'na şiir öğretmedik. Bu ona yakışmaz da." (Yasin, 36/69) âyeti nazara alındığında, buradaki "saygıdeğer elçi" nin Hz. Muhammed (a.s) olduğu anlaşılır. (bk. ez-Zemahşerî, IV/606,607; Yazır, VII/324-325; Taberî, Cebrâil ihtimalini hiç kale bile almamış. bk. Et-Taberî, XIV/66.)

Bu âyetlerden yola çıkarak, Kur'an lafzının vahiy meleği veya Hz. Peygamber (a.s)'e ait olduğunu söylemek büyük bir çelişkiyi beraberinde getirir. Çünkü  vahiy, bir âyette Cebrâil'in, diğer bir âyette ise Hz. Peygamber (a.s)'in sözü olarak geçer. Eğer "a" şıkkında ifade edildiği şekilde anlaşılmazsa, bu takdirde Kur'an lafzının her iki elçiye âit olması gerekir ki, bu açık bir tezattır.

Ayrıca, başka âyetlerde "Söz" tâbiri,  Allah'a da  izâfe edilmiştir.  Nisâ Sûresinin 122. âyetinde : "Allah, (bu söylenenleri) hak bir söz olarak va'd etti. Sözünü tutmada Allah'tan daha doğru kim olabilir?" ifadesine yer verilmiştir.  Ayette "Söz" kavramı,  Kur'an'ın söylediği gerçeklerin doğruluğunu isbat sadedinde söylendiği için, Kur'anla ilgili olmakla beraber,  genel olarak bütün sözlerinin doğru olduğunun bir ifadesi olarak Allah'a  da izâfe edilmiştir.

"Doğrusu biz sana (taşıması) ağır bir söz vahyedeceğiz" (Müzzemmil, 73/5) âyetinde Kur'an'ın,  doğrudan Allah, vahyi olarak ifade edilmiş ve aynı zamanda "ağır bir söz" olarak nitelendirilmiştir.

Bu durumda Kur'an'ın lafzına işaret eden "Söz"(Kavil) sözcüğü, hem Allah'a, hem Cebrâil (a.s)'e, hem de Hz. Muhammed (a.s)'e izâfe edilmiş olduğu görülmektedir.

Kur'an'ın ifadesi doğru olduğuna göre, "Söz" kavramının Allah'a izâfesini hakikat, diğerlerine ise mecâz mânâda almaktan başka hiç bir çıkış yolu söz konusu değildir.

Lafzın Allah'a âidiyetini engelleyen dinî veya aklî hiç bir mâni yok iken, nassın zâhirinden yüz çevirmenin de hiç bir anlamı yoktur. Kur'an'ın mânâsını bilmediğimiz bir keyfiyetle vahyeden Allah, lafzını da bilmediğimiz bir şekilde vahyetmiştir.

      (b) İkinci görüşün de tutarlı olmadığı şöyle açıklanabilir: Evvelâ âyette "O (Kur'an), şüphesiz daha öncekilerin kitaplarında da vardır." ifadesinden, onun bizzat orada var olduğunu düşünmek ve " Kur'an'ın yalnız mânâdan ibaret olduğu tezini ona bina etmek yanlıştır. Çünkü her şeyden önce birinci hüküm/önerme yanlıştır.  Eskilerin eskimez deyimiyle "Bâtıl, makîsün aleyh olamaz".  Yanlışlar, ölçü değildir.

Önceki kitaplarda yer aldığı ifade edilen Kur'an'dan maksat, Onun Hz. Muhammed (a.s)'e indirileceği haberi; ya da onun özü ve ana prensipleri demektir; yoksa Kur'an'ın kendisi değildir. Çünkü Kur'an,  daha öncekilere vahyedilmemiştir. (krş. İbn Teymiyye, el-Fetâvâ'l-Kubrâ, V/144)

Kur'an'da yer alan, "(kitap ehli), O'nu (Muhammed'i) yanlarındaki Tevrat ve İncilde bulurlar" (A'raf, 7/157) ifadesinde, Hz. Muhammed (a.s)'in bizzat kendisinin kastedilmiş olması mümkün olmadığı gibi, Kur'an'ın da bizzat kendisinin o kitaplarda bulunması imkânsızdır.

Müfessirlerden Alûsî de böyle bir düşüncenin doğru olmadığına dikkat çekmekte ve bunun, Kur'an'ın mânâsının namazlarda okunmasının cevâzına dâir delil getirilmesinin yanlış olduğunu, bu düşüncenin çürüklüğünden dolayı, İmam A'zam'ın konu ile ilgili verdiği fetvasından geri döndüğünü ve bu geri dönüş konusuna dâir bir çok tahkik ehli âlimlerin görüş bildirdiğini ifade etmektedir. (bk. el-Alûsî, XIX/ 125-126)

Sözün özü: Rûhaniyeti ile vahye mazhar olan Hz. Muhammed (a.s) için, "O cesedi ile değil de sadece rûhu ile peygamberdir" demek ne kadar yanlış ise, Kur'an'ın sadece mânâsıyla Kur'an olduğunu iddia etmek de o kadar anlamsızdır. (bk. İbn Teymiyye, V/149-150)

İkinci Görüşe Ait Deliller Ve Değerlendirmesi:

      (a) İslâm âlimlerinin ezici çoğunluğuna göre, Kur'an hem lafız hem de mânâ cihetiyle Allah'ın kelâmıdır. (bk.  İbn Teymiyye, V/146)

"Ümmetim dalâlet üzerinde birleşmez" (İbn Mâce, Fiten, 8; Dârımî, Mukaddime, Cool hadisine göre, islâm âlimlerinin ittifakı doğruluğun bir işaretidir.

      (b) Açıklamasını yapmakta olduğumuz âyette yer alan  "(Rahman) Kur'an'ı öğretti" ifadesi, Kur'an'ın Allah tarafından ta'lim edildiğini göstermektedir. Buna göre "Kur'an"ın tarifi yapılırsa, vahyin de  bu açıdan geliş şekli anlaşılır. Dilcilere göre, "Kur'an" kelimesi, "KRE" kökünden, gufrân ve şükrân gibi "Fu'lân" vezninde bir masdardır. Bu kelime hem toplama hem de kıraat (okuma) anlamındadır. (bk. el-Alûsî,I/Cool "Onu (senin kalbinde) toplamak ve (sana) okutmak bize düşer. Sana Kur'an'ı okuduğumuz zaman, sen de onun okunuşunu takip et" (Kıyâme, 17-18) âyetlerinde geçen "Kur'an" kelimesi, kıraat anlamında kullanılmıştır.

Bir masdar olan "Kur'an" kelimesi, Kur'an'ın özel ismi olduğu zaman, ism-i mef'ul anlamında "okunan kitap", ya da ism-i fâil mânâsında "Sûre ve âyetleri içinde toplayan" veyahut "Daha önceki kitapları ihtiva eden" anlamında olur. (bk. er-Râğıb, (KRE) maddesi;  el-Alûsî, I/Cool  Kur'an'a "Kur'an" adının verilmesi, onun "lisanlarda okunması", "Kitap" adının verilmesi ise, "kalemle yazılması" özelliğinden dolayıdır. (bk. Dıraz, Nebeu'l-Azîm (trc. Suad Yıldırım: En büyük mesaj Kur'an) 3)

İsrâ Sûresinin 78. âyetinde "Sabah namazı" için  kullanılan "Kur'ane'l-Fecr" tâbiri de, "Kur'an"ın  kıraat anlamına işaret etmektedir.

Yine vahyin ilk kelimesinin "İkra" (Oku) olması, Kur'an'ın okunan bir kitap olduğuna delâlet ettiği gibi, vahyin de kıraat olunan bir söz, bir kelâm olduğunu gösterir. Bilindiği gibi "kıraat", talaffuzda bazı kelimeleri bazısına eklemek demektir. Demek ki, "Okunan kitap" anlamında olan "Kur'an",  lafız ve mânânın mecmuundan ibarettir.

      (c) "Vahyi çarçabuk bellemek için, dilini kımıldatma. Onu toplamak ve  onu okutmak bize âittir. O halde biz sana Kur'an'ı okuyunca, sen onun okunuşunu tâkip et." (kıyâme) âyeti açıkça şunu gösteriyor: Hz. Muhammed (a.s), gelen vahyi unutmamak için, henüz kendisine okunup bitirilmeden onu acele olarak tekrarlamaya çalışıyordu. Ayet, onun bu telaşını gidermeyi amaçlamaktadır.

Ayette geçen "dilini kımıldatma" ifadesi, açıkça vahyin bir söz olduğunu göstermektedir. Çünkü mânâlar dil ile okunmaz. "Biz sana Kur'an'ı okuyunca, sen onun okunuşunu tâkip et." tâbiri de aynı şekilde Kur'an'ın hem lafız hem de mânâ yönünden Allah'ın kelâmı olduğunu göstermektedir. Çünkü okuma işi, "söz"e âit bir tâbirdir. "Kâinat kitabını okumak", "Kalbini okumak", "(adamın) yüzünden okumak" gibi tâbirler, mecâz ifadelerdir. Kavram olarak "okuma" nın gerçek anlamı,  sadece yazı ve söz için geçerlidir.

Ayette Allah'ın, kıraatı kendine izâfe etmesi,  "Biz sana Kur'an'ı okuyunca, sen onun okunuşunu tâkip et" şeklinde buyurması, Kur'an'ın tebliğinde Hz. Cebrâil'in (a.s) de Hz. Peygamber (a.s) gibi sadece bir elçi olduğunu ve hiç bir müdahalesinin sözkonusu olmadığının bir diğer delilini teşkil etmektedir.

      (d) Kur'an'ın tarifi şöyledir: "Hz. Muhammed (a.s)'e vahyedilen, mushaflarda yazılan, tevatürle nakledilen ve tilâvetiyle taabbüd olunan mu'ciz, Allah'ın kelâmıdır." (krş. ez-Zerkânî, I/22;  Muhammed Dıraz, 5; Cerrahoğlu, Tefsir usulü, 34)

Burada üzerinde duracağımız hususlardan biri, Kur'an'ın "tilavetiyle taabbüd olunması" yani manası anlaşılmasa da sadece asıl metni olan Arapça lafızlarıyla okunmasının bile ibadet olması keyfiyetidir. Hz. Muhammed (a.s)'in hadislerinin sırf lafızları ile taabbüd edilmediğine göre, Kur'an'ın lafızları da Allah'a âittir.

Tarifte geçen önemli bir nokta da "Allah'ın kelâmı" tâbiridir. Bu tâbir, Kur'an'da üç defa tekrarlanmıştır. (bk. el-Bakara,75; et-tevbe, 6; el-Fetih,15)

"Ve Allah, Mûsa ile gerçekten konuştu" (Nisâ, 4/164) âyeti gibi daha pek çok âyette, kelâm sıfatı açıkça Allah'a izâfe edilmiştir. İbn Hacer'in de ifde ettiği gibi, konuşanın (mütekellimin) sözü (kelâmı), yalnız ona nisbet edilir. Birinin sözü bir başkasına izâfe edilemez. Her konuşanının sözü kendi sözüdür. Bu sebeple, yüce Allah, İbn Müğire'nin Kur'an için "O bir insan sözüdür" (el-Müddessir,74/25) ifadesini reddetmiş ve onun büyük bir azaba uğrayacağını haber vermiştir. (krş. İbn Hacer, Fethu'l-Bârî, XIII/454)

"Kelâm" kavramı, bir anlam ifade eden söz dizimi demektir. (bk. er-Râğıb, (KLM) maddesi)  Ne Allah'ın kelâmı, ne de insanların kelâmı, sözden mucerret bir mânâdan ibaret değildir. Bunun içindir ki İslâm ümmeti; Kur'an'ın hem lafız hem de mânâ açısından Allah'ın kelâmı olduğu hususunda ittifak etmişlerdir. (krş. İbn Teymiyye, IV/146)

      (e) Kur'an'da  Hz. Peygamber (a.s)'e hitaben "De ki:" anlamına gelen "kul" kelimesinin üç yüzden fazla kullanılması, iki yönden konumuza ışık tutmaktadır.

Birincisi, bu ifadede dışarıdan bir emir söz konusudur. Halbuki elçiler, kendilerini gönderenlerin söylediklerini farklı bir tarzda ifade ederler. Meselâ biri diğerine "Git filan adama de ki: Allah birdir", dese, elçi olan kimse, vardığı yerde herhalde aynı cümleyi tekrarlamaz. Aksine, eğer gönderen kimseyi de işe katarsa,  "Beni gönderen kimse, Allah'ın bir olduğunu size söylememi istedi" der. Şimdi bu küçük misâli gözönünde bulunduralım ve Kur'an'ın üslubuna dikkat edelim! "De ki: Allah birdir", "De ki: eğer duanız olmasa ne ehemmiyetiniz var" (Furkân, 25/77), "De ki: ben kendime bile, Allah'ın dilediğinden başka ne bir zarar ne de bir menfaat verme gücüne sahibim" (Yunus, 10/49)

İkincisi: "kul" tâbiri, "söz" anlamını çağrıştırdığından, Kur'an'da çokça kullanılmasının bir hikmeti de,  Kur'an'ın hem mânâ hem de lafız olarak Allah'tan  gelen bir vahiy olduğuna delâlet etmek içindir.

      (f) "Nasihat ve her şeyin açıklamasına dâir ne varsa, hepsini Musa için  levhalarda yazdık." (A'râf, 7/145) âyetinde, açıkça Hz. Musa'ya (a.s), levhalarda yazılı olan ve dolayısıyla sözlerden ibaret olan vahiy verildiği ifade edilmiştir. Şüphesiz  ne Hz. Muhammed (a.s)'e,  ne de Hz. Musa'ya (a.s) veya diğer peygamberlere gelen vahyin iletişim şeklini idrâk edemeyiz. Ancak bu vahiylerin hem mânâ hem de lafız olarak geldiğini âyetlerden anlamak mümkündür.

      (g) Zerkânî'nin belirttiği gibi, Kur'an'ın  sadece mânâsı Allah'tan olduğu iddiası, hem kitap hem de sünnete ters düşmektedir. Lafzı,  melek Cibril veya Hz. Muhammed (a.s)'e ait olduğu kabul edilirse, Kur'an'ın üslubu nasıl mu'cize olabilir? Ve Kur'an'a nasıl Allah kelâmı denilebilir? (bk. ez-Zerkânî, I/50-51)

      (h) Kudsî hadisin en meşhûr tariflerinden biri : "Mânâsı Allah'a  lafzı ise, Hz. Muhammed (a.s)'e âit olan vahiy" şeklindedir.  Buna göre, eğer Kur'an için de aynı şey düşünülürse, ikisi arasında ne gibi bir fark kalır?  Bu takdirde Hz . Peygamber (a.s)'in, Kur'an'ın yazı ile tesbiti için gösterdiği titizliği,  kudsî hadis için de göstermemesi ne ile izah edileblir? (bk. el-Cürcânî, et-Ta'rîfât, 84-85; Aliyyü'l-Kârî, el-Ahadisü'l-kudsiyye, 2; ebu'l-Bekâ, el-külliyât, 288; Accâc Muhammed, es-Sünne kable't-tedvîn, 22 ;  el-kasımî, Kavaidu't-tahdis, 64-65;   Varol, Ahmed,  Kudsî Hadisler, I/11-16)

      (ı) "Kur'an'ın yalnız mânâdan ibaret olduğu kabul edilirse, bu takdirde Kur'an'ın lafzı, insan aklının ürünü olması gerekir ki, bunun yanlışlığı ortadadır. Bu sebepledir ki, ehl-i hak olan ehl-i sünnet ve cemaat, Kur'an'ın lafız ve mânâ toplamından ibaret olduğunda birleşmişlerdir. (krş. el-Alûsî, I/13)

      (i) "(Allah'ın emirlerini) onlara iyice açıklasın diye, her peygamberi yalnız kendi kavminin diliyle gönderdik." (İbrâhim, 14/4) âyetinde; risâlet dilinin, peygamberin gönderildiği kavmin dili olduğu ifade edilmektedir. Buna göre âyet, Kur'an'ın arapça olarak vahyedildiğini göstermektedir. Çünkü mukarrer bir kâidedir ki, "Hüküm muştak üzerine  yapılırsa, iştikakın me'hazi o hükmün illetini gösterir" (bk. Nursi, Asâr-ı Bediiyye, 434) Bu kâideye göre, âyette geçen "her peygamberi (Resûlü) yalnız kendi kavminin diliyle gönderdik" ifadesinde yer alan "Resûl"'den maksat "Risalet" tir. Aksi takdirde bir insan olarak her peygamberin, içinde bulunduğu topluluğun dilini konuşması tabiîdir. Bunun risaletle bir ilişkisi yoktur. O halde vurgulanmak istenen husus, peygamber değil peygamberliktir. Peygamberliğin özü ise, vahiydir. Konumuzla ilgili olan vahiy ise, Kur'an'dır. Buna göre  âyetten, "Kur'an dili Arapçadır" neticesini çıkarmak gerekir. Ayette  "kavmin dili",  " lisan" kelimesiyle ifade edilmiştir ve "Lisan"ın bir söz manzumesi olduğunda da dilciler arasında herhangi bir ihtilaf yoktur.

      (j) "Allah'a ve ümmî peygamber olan Resûlüne -ki O, Allah'a ve onun sözlerine inanır- iman edin ve O'na uyun ki, doğru yolu bulasınız." (A'râf, 7/158) âyetinde geçen "ki O (peygamber),  Allah'a ve onun sözlerine inanır" ifadesi, Kur'an'ın hem lâfız hem de mânâ bakımından Allah'ın sözü olduğunu göstermektedir. Âdeta  yalnız bu hususa işaret etmek için, burada bu ifadeye yer verilmiştir.

"Yoksa onlar, (senin için) Allah'a karşı yalan uydurdu mu derler? Allah dilerse senin kalbini de mühürler. Ve Allah bâtılı yok eder; sözleriyle hakkı ortaya koyar. Şüphesiz O, kalplerde olanları bilendir." (Şûrâ, 42/24) âyetinde işlenen temâlar çerçevesinde, "Allah sözleriyle hakkı ortaya koyar" ifadesine dikkat edilirse, Kur'an'ın lafızlarının da Allah'a âit olduğu gerçeği görülür. "Allah dilerse senin kalbini de mühürler" ifadesi ile, "sözler"in Allah'a izâfe edilmesi arasında çarpıcı bir ilişki söz konusudur. Buna göre, Hz. Muhammed (a.s)'in kalbi, sadece gelen vahiylere karşı  alıcı konumundadır. Başka hiç bir müdahelesi söz konusu değildir. Bu sebeple eğer kalbi mühürlenirse, gelen vahyin ne mânâsını ve ne de lafızlarını anlayıp ezberinde tutabilir.

      (k) İbn Müğire'nin "Bu Kur'an, insan sözünden başka bir şey değil" şeklindeki sözünü hatırlatan yüce Allah, böyle söylemenin büyük bir suç unsuru teşkil ettiğini ve büyük bir iftira olduğunu, bu sebeple de dehşet verici bir cezayı hakkettiğini ifade etmek üzere: "Ben onu sakar'a (Cehenneme) sokacağım" (Müddessir, 74/25-26) buyurmuştur. Bu da Kur'an'ın, Hz. Muhammed dahil hiç bir insanın sözü olmadığını ortaya koymaktadır.

Bütün bu deliller gösteriyor ki Kur'an, "Kur'an'ı Rahman olan Allah öğretti", "Muhakkak ki o (Kur'an), âlemlerin Rabbinin indirmesidir. Onu Rûhu'l-emin (Cebrâil) uyarıcılardan  olasın diye, apaçık Arap diliyle, senin kalbine indirmiştir."(Şuarâ, 26/192-195), "(Resûlüm!) Şüphesiz ki bu Kur'an, hikmet sahibi ve her şeyi bilen Allah tarafından sana verilmektedir" (Neml, 27/6) âyetlerinin delâlet ettikleri gibi, Kur'an sonsuz ilâhî ilimden gelen, sonsuz mânâları bulunan ve  eşsiz söz dizimine sahip mu'ciz bir kitaptır.

http://www.sorularlaislamiyet.com/article/10329/hic-suphesiz-o-kur-an-cok-serefli-bir-elcinin-sozudur-hakka-69-40-gore-kur-an-in-manasi-gibi-lafizlari-da-allah-in-kelami-mi-yoksa-hz-cebrail-as-in-veya-hz-peygamber-asm-in-sozu-mu.html


************

Zannettiğiniz ayetlerin tahlilini gözden geçirirseniz Peygamber ağzından yazıldığı sanılan ayetlerin aslında farklı pasajlarda olan ayetlerin devamı olduğunu görürsünüz.. Hakkı Yılmaz Tebyinü'l Kur'an'da açıkladığım bu tahlili tüm müteşabih ayetlere varana dek yapmıştır.. İşte müteşabihattan da kasıt budur, birbirini tamamlayan, birbirine yakın ayetler..

*************
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
huzeyfe
Süper Moderatör
huzeyfe


Mesaj Sayısı : 7719
Rep Gücü : 18108
Rep Puanı : 23
Kayıt tarihi : 27/03/09

Kuran Cebrailin sözü yada peygamber sözü ..tartışmasına cevap Empty
MesajKonu: Geri: Kuran Cebrailin sözü yada peygamber sözü ..tartışmasına cevap   Kuran Cebrailin sözü yada peygamber sözü ..tartışmasına cevap Icon_minitimePaz Mayıs 17, 2015 12:04 pm

KURANIN FARKLI ÜSLÜPLARI
2011-08-01 15:33:00
  Kuranda bir parçanın aslında bütünü ya da bütünün aslında parçayı ifade ettiği söz sanatı

Kuran’dan Örnekler:

Muhtelif ayetlerde geçen “yeri yaydı”, “yeri çekip uzattı”, “yere uzantı verdi”, “yeri sizin için bir halı yaptı” şeklindeki ifadelerde geçen “yer” kelimesi aslında “YER KABUĞU” anlamında kullanılmıştır.

"Yüzünüzü Mescid-i Haram tarafına çeviriniz" (Bakara, 2/144). Burada yüzden maksat bütün vücuttur.

“Esir bir boyun kurtarmaktır”. (Köle azad etmek) (Beled, 90/13)


 Bir olayı değişik karakterlerin veya yazarın gözünden veya birinci ve ikinci ağızdan anlatma sanatı

Kuran’dan Örnekler:

 "O da bir yol tuttu. "
"Sonunda güneşin battığı yere kadar ulaştı ve onu kara çamurlu bir gözede batmakta buldu, yanında bir kavim gördü. Dedik ki: `Ey Zu`l-Karneyn, (istiyorsan onları) ya azaba uğratırsın veya içlerinde güzelliği (geçerli ilke) edinirsin. `"Kehf (85-86)

Zülkarneyn kıssasından bahseden ayetlerde kıssa Zulkarneyn`in gözünden ve O`nun gerçekliği esas alınarak verilmiş.
 

Birden fazla şekilde yorumlanabilecek söz söyleme sanatı.

Kuran’dan Örnekler:

“Sizi aşama aşama yarattı” ayetinde hem evrim, hem anne karnındaki yaratılış şeklinde yorumlanabilir.

Ayette geçen “dağların bulutlar gibi geçip gitmesi” ifadesi de hem dünya dönerken dağların da onunla beraber dönmesi ve hem de kıta tabakaları üzerindeki dağ sürüklenme hareketleri anlamlarında yorumlanabilir. (Her ikisi de doğrudur).

Anlatımın akışının daha önce olmuş bir olaydan bahsetmeye başlanmak suretiyle kesilmesi.

Kuran’dan Örnekler:

Fussilet (9-12) ayetlerinde bahsi geçen 4 gün ilk 2 günden öncedir.

 Soru yoluyla dikkat çekerek sözün tesirini artırıp manayı kuvvetlendirmek sanatıdır. Sanat soruyla yapılır, fakat karşılığında muhataptan cevap beklenmez.

Kuran’dan Örnekler:

"Gökleri ve yeri yaratan Allah hakkında şüphe ha? "(İbrahim, 14/10).

"Ey insan, sana dini yalan saydırtan nedir? "(Tin, 95/7).

 Mübalağa sanatı

Kuran’dan Örnekler:

"Neredeyse ateş değmese de yağı ışık verir" (Nur, 24/35).

"Deve/Halat iğnenin deliğinden geçmedikçe cennete de giremezler. " (Araf, 7/40).

 Mecaz

Kuran’dan Örnekler:

"Ticaretleri kâr etmedi" (Bakara, 2/16).

Burada kâfirlerin hidayete karşı dalâleti (seçmeleri) satın almaları sebebiyle hüsranda oldukları ifade edilmiş, ticaret ve kâr etme ifadeleri mecaz olarak kullanılmıştır.

Bir kelime ya da ifadenin zıddı anlamında kullanılması.

Kuran’dan Örnekler:

"Tad(zevk) bakalım; sen çok üstün ve şerefliydin!" (44/49).

 İki ya da daha fazla söz dizisinde kullanılan yapının daha güçlü bir etki elde etmek için ters çevrilmesi.

Kuran’dan Örnekler:

“Geceyi gündüzün içine sokarsın, gündüzü gecenin içine sokarsın; ölüden diri çıkarırsın, diriden ölü çıkarırsın. Dilediğine de hesapsız rızık verirsin. ” (3/27)

(gece/gündüz, gündüz/gece)

(ölü/diri, diri/ölü)

 İfadenin anlamı kuvvetlendirmek ve vurgu için ardıl olarak tekrar edilmesi.

Kuran’dan Örnekler:

“Elbette, kolaylık zorlukla birliktedir. Evet, kolaylık zorlukla birliktedir. ” (94/ 5, 6)

 İki farklı şeyi “gibi” benzeri sözcüklerle kıyaslamak/benzetmek

Kuran’dan Örnekler:

“Sanki onlar yakut ve mercan gibidirler. ” (55/58)


 Ses ahengi oluşturmak maksadıyla bir söz içinde aynı harf veya hecelerin sık sık tekrarlanması..

Kuran’dan Örnekler:

“Kul e’ûzu bi rabbi’n-nâs, meliki’n-nâs, ilâhi’n-nâs, min şerri’l-vasvâsi’l-hannâs, ellezî yuvesvisu fî sudûri’n-nâs, mine’l-cinneti, va’n-nâs”. (Nas Suresi)

Burada ses sanat güzelliği yanında mana ile de tam bir ahenk ve uyum sağlanmıştır. “sin” harfleriyle meydana getirilen ahenk de, surenin günümüz havasını fısıltı ve vesvese atmosferine çevirmektedir.

 Bir şeyin adıyla çağrılmak yerine onunla bir şekilde bitişikliği bulunan başka bir ifadeyle anılması.

Kuran’dan Örnekler:

“Nuh`u da tahtalardan yapılmış, çivilerle üzerinde taşıdık. ” 54/13 (Ayette gemi kelimesi kullanılmıyor).

“Onlar için Rableri katında selamet yurdu vardır. Yaptıkları iyi amellerden dolayı, Allah onların dostudur. ” (Selamet Yurdu: Cennet)

 Tasvir

Kuran’dan Örnekler:

“Onu göreceğiniz gün, her emzikli kadın emzirdiğinden geçer. Ve her hamile kadın çocuğunu düşürür. İnsanları hep sarhoş görürsün, halbuki sarhoş değillerdir. Fakat Allah`ın azabı çok şiddetlidir. ” (22/2)

 Kelime(ler)in anlattıkları şeyin sesini çağrıştırması.

Kuran’dan Örnekler:

“Fe-iza caeti-ssahha(tu)” (Kulakları sağır eden o ses geldiğinde, )

Kuran`da, taşların çatlayıp içlerinden suların akışı "Yeşşakkaku - şak şak parçalanır" (Bakara, 2/74) ifadesiyle şakırtı nağmesi içinde duyulur. Şakırtısı ile hâdise gözümüzün önüne getirilir.

Kuran’ın bu özelliği kelimelerde görüldüğü gibi surelerde de görülür. Meselâ, şeytanın fısıltı ve vesvesesinden Allah`a sığınmayı ifade eden Nâs Suresi, içinde bolca tekrarlanan "S" sesiyle fısıltı ve vesvese atmosferini zihinlerde canlandırmaktadır.

Kafiye

Kuran’dan Örnekler:
(Adiyat Suresi)
Wa ‘l-‘adiyati dabhan
Fa ‘l-muriyati qadhan
Fa ‘l-mughirati subhan
Fa-atharna bihi naq’an
Fa-wasatna bihi jam’an
Inna ‘l-insana li-rabbihi la-kanud
Wa innahu ‘ala dhalika la-shahid
Wa innahu li-hubbi ‘l-khayri la-shadid
A-fa-la ya’alamu idha bu’thria ma fi ‘l-qubur
Wa hussila ma fi ‘s-sudur?
Inna rabbahum bihim yawma ‘idhin la-khabir

Mutabakatla bir cümlede iki zıt manalı kelimeyi birleştirme.

Kuran’dan Örnekler:

“Kazandıkları günahın cezası olarak, artık az gülsünler, çok ağlasınlar. ” (9/82) Burada zıt mânâlı olan gülme ve ağlama ile az ve çok beraber zikredilmiştir.

"Güldüren de O`dur, ağlatan da, öldüren de O`dur, yaşatan da"(Necm, 53/43). Burada ise zıt mânâlı gülme-ağlama ile öldürme-yaşatma beraber zikredilmiştir.

 Bir cümlenin ortasına başka bir kelime/ifade/cümle ekleme.

Kuran’dan Örnekler:

“İman edenler ve salih amellerde bulunanlar -ki biz hiç kimseye güç yetireceğinden fazlasını yüklemeyiz- onlar da cennetin ashabı (halkı)dırlar. Onda sonsuz olarak kalacaklardır. ” (7/42)

“Ve eğer Allah`tan size bir lütuf ve zafer erişecek olsa, sizinle kendisi arasında hiç sevgi yokmuş gibi, bu sefer de hiç şüphesiz şöyle diyecek: "Ah ne olurdu, onlarla beraber olaydım da büyük murada ereydim. " (4/73)

 Teşbih

Kuran’dan Örnekler:

 Kadınlarınız, sizin için bir tarladır. O halde tarlanıza dilediğiniz gibi varın ve kendiniz için ileriye hazırlık yapın. Allah`tan korkun ve herhalde onun huzuruna varacağınızı bilin! Sen müminleri müjdele! Bakara/223

Ayette kadınlar ile tarla arasında bir benzetme kuruluyor.

 Okuyucuda istenmeyen bir etki yaratabilecek çirkin bir sözün makul bir başka sözle ifade edilmesi.

Kuran’dan Örnekler:
 
“Oruç gecesinde kadınlarınıza yaklaşmak size helal kılındı…”  Bakara/187



  http://dersvekuran.blogcu.com/kuranin-farkli-usluplari/10893770
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
huzeyfe
Süper Moderatör
huzeyfe


Mesaj Sayısı : 7719
Rep Gücü : 18108
Rep Puanı : 23
Kayıt tarihi : 27/03/09

Kuran Cebrailin sözü yada peygamber sözü ..tartışmasına cevap Empty
MesajKonu: Kur'ân Kimin Sözü?    Kuran Cebrailin sözü yada peygamber sözü ..tartışmasına cevap Icon_minitimePaz Mayıs 17, 2015 12:16 pm

SORU 1: Kur'ân Allah'tan gelseydi onda çelişkiler bulunmazdı, halbuki böyle değil, çelişkiler var. Başta Fâtiha sûresi olmak üzere birçok sûre ve âyette konuşan Allah değil, Peygamber veya başkalarıdır. Meselâ Fâtiha'da "Yalnız sana kulluk eder ve ancak senden yardım dileriz" deniyor, bunu Allah demeyeceğine göre Kur'ân da onun sözü değildir..

CEVAP 1: Bir milyar insanın iman ettiği bir dîni ve onun kitabının Allah'tan geldiğini inkâr eden birinin daha bilgili ve sağlam kanıtlı olmasını bekleyenler bu ilk itiraz örneği karşısında şaşırmış olmalıdırlar; evet inkârcı aynen böyle düşünüyor. Bilmiyor ki, Allah Kur'ân'da böyle konuşuyor; geçmiş olayları (kıssaları) anlatıyor, insanlar arasında geçen konuşmaları, peygamberlerle inkârcılar ve iman edenler arasında cereyan eden diyalogları naklediyor, mü'minlere nasıl dua edeceklerini, nasıl sözleşme yapacaklarını anlatıyor, kendisini tanıtıyor ve bunu yaparken kimi zaman "o", kimi zaman "ben", kimi zaman "biz" diyor; bütün dillerde ve özellikle Arapça'da bu anlatım şekli biliniyor ve bütün bunları kendisi söylediği, vahyettiği için de "Kur'ân'ın Allah kelâmı olması yönünden" ortada bir çelişki bulunmuyor. 

http://www.hayrettinkaraman.net/yazi/hayat/0339.htm

***

Kuran Allah'ın vahyi meleğin sözüdür | Süleyman Ateş


Lafı daha fazla uzatmadan konuya girmek istiyorum. Kur’ân’ın birçok yerinde “ben sizi uyarmak için gönderilen aşikâr bir elçiyim” demekte. Fakat bu genelde tırnak içindedir ve bu ifade kullanıldıktan sonra sonunda “dedi”yi görürüz. (Şuara Suresi, 114-115 örneğin)
Fakat Zariyat suresinin 50. Ayetinin sonunda “dedi” ifadesini göremiyoruz. Direk Peygamberimizin ağzından konuşma durumu mevcut. Bunun sebebi nedir hocam? Başka âyetlerdeki gibi sonunda neden “dedi” ya da “de ki” ifadesi yoktur? Hürmet ve sevgilerimle...
Cevap: Bu tür sorulara verdiğim cevaplardan biri aşağıdadır. Ayrıca Kur'ân meleğin vahyidir adlı bir de kitapçığım vardır. İsterseniz onu Yeni Ufuklar Neşriyattan alıp konu hakkında daha ayrıntılı bilgi edinebilirsiniz.
Bu soruya yanıt olarak “Soru ve Cevaplarla İslâm”ın 4. Cildindeki “KUR’ÂN ALLAH KELÂMI, MELEĞİN SÖZÜDÜR” yazısı eklenerek gönderilmiştir:
 
KUR’ÂN ALLAH KELÂMI, MELEĞİN SÖZÜDÜR


Ayetlerin incelenmesinden Kuran'da ağırlığı olan, değer verilen olaylara yemin edildiği anlaşılır. Bunlar kalem, yazı, yazı araçları, Hz. Muhammed, Kuran, karanlık gece, aydınlık gündüz, akıp gidenler, dönüp saklananlar, sırtını dönmekte olan gece, soluyan sabah, erkek ve dişiyi yaratan güç, tan yeri ağarması, on gece, çift ve tek, koşup düşmanın ortasına dalan akıncı atlar, kayan yıldız, güneş, arz, arzı yuvarlatan güç, yükseltilen gök, kaynatılan deniz, nefsi yaratan kudret, burçlu gök, haber verilen gün, o gün tanıklık eden ve tanıklık edilen, tin, zeytun, tür, tûr-i sina, beled-i emin, kıyamet günü, nefs-i levvame, birbiri ardınca gönderilenler, estikçe esenler, yaydıkça yayanlar, ayıranlar, öğüt bırakanlar, esip bulutlan taşıyanlar, yağmur yüklü bulutlar, süzülüp giden gemiler veya gezegenler, işleri taksim edip düzenleyenler, dönüşlü gök, ince deri üzerine yazdırılan kitap, dalıp çekenler, soyup alanlar, işleri düzenleyenler ve beyt-i mamur.
Arap edebiyat üslubu
Söze güç vermek için vurgulanması, dikkat çekilmesi istenen bir şeye, bir kavram üzerine ant içmek Arap edebiyat üslubunun gereğidir. Kuran, Arap edebiyatının doruğu olan bir üslupla gelmiştir. Bu üslubun gereklerini kullanması doğaldır. Kuran, direkt olarak Allah'ın sözü değil, Allah'ın vahyi, meleğin sözüdür. Allah'ın sözü denmesi, asıl anlam itibariyledir. Allah, melek Cebrail'i, insan elçisi olan Hz. Muhammed'e birtakım buyruklarını, birtakım gerçekleri duyurmakla görevlendirmiştir. Melek, Hakk'tan aldığı buyrukları, duyurmakla görevli olduğu ilahi manaları, insan konuşma kalıplarına dökerek insan elçiye (Hz. Muhammed'e) vermiştir.
İşte Kuran, mana itibariyle Allah'ın kelamı, fakat söz kalıpları (lafız) itibariyle meleğin kavlidir (sözüdür). "O, değerli bir elçinin (Cebrail'in) sözüdür" (Tekvîr Suresi: 19). Bu bakımdan ilahi manaları insan konuşma kalıplarına dökerek veren melek elçi, Kuran'ı, Arap edebiyat üslubuna göre vermiştir. Bu yemin kipleri de direkt olarak Allah'a ait değil, meleğe aittir. Melek bazı sözlere güç vermek, dikkat çekmek için yemin üslubunu kullanmıştır. Üstüne yemin edilen tin, zeytun da sanıldığı gibi bilinen meyveler değil, vahye sahne olmuş, peygamberlerin vahye mahzar olduğu bölgelerdir.

http://www.suleyman-ates.com/index.php?option=com_content&view=article&id=672:fark-ve-cem-makamindan-vahy&catid=50:mays-2013&Itemid=138
***
***KUR’ÂN MELEĞİN VAHYİDİR***
Merhaba Hocam, ellerinizden öperim. Allah razı olsun, sayenizde birçok güzel bilgi öğrendim. Size bir şey sormak istiyorum: "Kur’ân Cebrail'in sözüdür." seklinde Tekvir suresinin 19. âyetine dayandırılan bir düşünce var. Bence bu çok mantıklı. Fakat biraz araştırdım, bazıları da Hakka suresinin 40. ayetini, "Kur’ân, Hz. Muhammed'in sözüdür." seklindeki düşüncelerine dayanak gösteriyorlar. Hocam bu iki ayeti nasıl birlikte anlayabiliriz? Cevabınız için çok teşekkür ederim...
Cevap: Önce belirtmeliyim ki sözünü ettiğiniz düşünceyi ilk defa dillendiren benim. Zaten sözlerimi hep alıp kendilerine mal ederek piyasaya sürerler. Bu noktayı belirttikten sonra sorunuzun cevabına geçebiliriz:
Hakka: 40: "O, değerli bir elçinin sözüdür" âyetinde: Değerli elçi hakkında iki ihtimal vardır: Birine göre bu değerli elçi, Cibrîl Aleyhisselâm, diğerine göre de Hz. Muhammed Aleyhisselâm'dır. Fakat birinci mânâ daha kuvvetlidir. Bununla Kur'ân'ın, değerli bir elçi tarafından Hz. Muhammed'e vahyedildiği anlatılmaktadır. Necm Sûresinde Kur'ân'ın, "şedîdu'l-kuvâ: büyük güçlere sâhip" melek tarafından Hz. Muhammed'e öğretildiği bildirilmişti. Burada da Kur'ân'ı öğreten bu melek, resûl-i kerîm (şerefli, değerli bir elçi) olarak nitelendirilmiştir. Allah'tan gelen mânâlar, melek tarafından söz kalıplarına dökülerek insan düzeyine indirildiğinden "Kerîm Elçinin sözü" diye nitelendirilmiştir. Tekvîr Sûresinin 19-20’nci âyetlerinde: "O (Kur'ân), güçlü, Arş sâhibinin yanında değerli olan şerefli bir elçinin sözüdür" buyurulmak suretiyle Kur'ân'ın, Allah katında değerli, güçlü, kerîm bir elçinin sözü olduğu vurgulanmaktadır.
Kur'ân'ın bir melek sözü, daha doğrusu Allah'ın emriyle melek vahyi olduğu vurgulandıktan sonra müşriklerin zanlarına cevâb olarak da Hz. Muhammed’in, bir şâir ve kâhin olmadığı, cinlerden ilham almadığı belirtilmiştir. Bu âyetlerin benzeri, Şu'arâ Sûresinde de geçmektedir: "Muhakkak ki o (Kur'ân), âlemlerin Rabbinin indirmesidir. Uyarıcılardan olman için onu, Güvenilir Rûh, apaçık bir Arap dili ile senin kalbine indirmiştir" (Şu'ârâ Sûresi: 192-195).
Hakka: 44-47’nci âyetlerde eğer Hz. Muhammed (s.a.v.), Kur'ân sözlerini kendiliğinden uydurup Allah'ın sözü diye iddiâ etmiş olsa; Allah'ın, onun sağını yani elini veya gücünü, kuvvetini kendisinden alacağı, sonra onun can damarını keseceği; yani boynunu vuracağı, ondan öcünü alacağı; hiç kimsenin onu, Allah'ın elinden kurtaramayacağı bildirilmekte ve Kur­'ân'ın, aslâ Hz. Muhammed'in uydurduğu bir söz olmayıp şirkten, kötü işlerden korunanlar için bir öğüt olarak Allah tarafından indirildiği vurgulanmaktadır.
Hakka: 49-52: Korunanlar, Kur'ân'a inanıp ondan öğüt alırlar; ama dünyaya meyledenler, onu yalanlarlar. Kur'ân, kâfirlere hasret (yürek acısı, pişmanlık, dert) olur. Onlar Kur'ân'ın gönüllere yer edip yayıldığını gördükçe kıskançlıktan kendi kendilerini yerler. Yâhut onlar âhirette Kur'ân'a inananların sevap ve mükâfâtını görünce hasret ve üzüntü içine düşerler, vaktiyle inanmadıkları için pişman olurlar. Kur'ân kesin gerçektir. Onda aslâ kuşku yoktur. Bu gerçek gönülleri fethedecek, ufuklara yayılacaktır. Ey Muhammed, sen ulu Rabbinin adını tesbîh et; sana bu nimeti veren, verdiği sözü gerçekleştirecek olan yüce Rabbinin eksikliklerden uzak olduğunu söyle ve O'na şükret!
Araplarda hayret edilecek, çok garip, çok olağanüstü veya çok cür'etli, çok yalan, yakışıksız bir söz veya durum karşısında duyulan hayreti belirtmek için "subhânallâh!" denilir. Bizim Türkçede böyle bir durumda "Allah! Allah!" denilir. İşte Kur'ân'ın, bir şâir veya kâhin sözü olmadığı vurgulandıktan sonra "Rabbinin adını tesbîh et!" denmesi, Hz. Muhammed hakkında ileri sürülen bu tür iddiaların, son derece şaşkınlık ve küstahlıklar olduğunu, böyle şeyler düşünmekten Allah'a sığınmak gerektiğini hatırlatmaktadır.

https://www.facebook.com/profdrsuleymanates/posts/886152861401392
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
huzeyfe
Süper Moderatör
huzeyfe


Mesaj Sayısı : 7719
Rep Gücü : 18108
Rep Puanı : 23
Kayıt tarihi : 27/03/09

Kuran Cebrailin sözü yada peygamber sözü ..tartışmasına cevap Empty
MesajKonu: Geri: Kuran Cebrailin sözü yada peygamber sözü ..tartışmasına cevap   Kuran Cebrailin sözü yada peygamber sözü ..tartışmasına cevap Icon_minitimePaz Mayıs 17, 2015 12:21 pm


http://ateistlerecevap.com/sorucevap/kuran%27daki-bazi-ayetlerde-gaf-mi-vardir--%28hud-2%29/1

Şu ayetlerde: hud 2, Şura 10, Tevbe 30, Zariyat 51 ve En'an 114'te konuşan kim? ''Muhammed'' mi yoksa Allah mı?

Ateistlerin iddiası:
Açık şekilde görülmektedir ki bu ayetlerde konuşan ''Muhammed'dir''. Bir gaf yaparak ayeti kendi dilinde yazdırmıştır. Bu gafı farkeden ama örtmeye çalışan kimi mealciler (Kuran'ı Türkçe'ye çeviren yazarlar), ayetin orjinalinde bulunmayan ''de ki'' sözcüğünü meale parantez içinde monte etmektedirler.

Cevap:

 
Dil açısından bir cevap
 
Ateist sayfalarda en çok çarpıtılan konulardan biri Kur'an'da bazı ayetlerde ''de ki'' ifadesi kullanılmadığı için bu ayetlerin ''Muhammed'in'' sözü olduğu iddiasıdır. Bu iddia ile çoğu zaman bilgisiz insanların bilgisizliğinden faydalanmak isteniyor.
Mesela hud suresinin 2. ayetinde şöyle geçiyor: ''Allah'tan başkasına ibadet etmemeniz için (indirildi). Şüphesiz ki ben, onun tarafından size gönderilmiş bir uyarıcı ve müjdeleyiciyim.''
Kuran Cebrailin sözü yada peygamber sözü ..tartışmasına cevap 9ycs

Arapçası iyi olan herkes bu iddia edilen ayetlerde konuşan kişinin peygamberimiz (Hz. Muhammed) olmadığını bilir. Kur'an edebi bir kitaptır. Kur'an'da emirler bazen "de ki" ifadesi ile bazen de "de ki" demeden doğrudan Hz. Muhammed'in demesi gereken şeyin söylenmesi ile ifade edilir. De ki denmeksizin bunun söylenmesi ile özne değişmektedir ve Allah konuşmaktadır. Arapça'da bu bir söz sanatıdır ve kullanımları Arap literatüründe gözlenebilir. "De ki" ve "dediler ki" ifadeleri Kuran'da farklı ayetlerde geçer. Bazen de ki der ve peygamberin söylemesi gerekeni ifade eder. Bazen de söz aktarır ve dediler demez. Bu failin kim olduğunun anlaşıldığı bir söz sanatıdır, buna İltifat Sanatı denir ve Arapça'da bu çok kullanılan bir sanattır.[1]

Bazı Meallere ''de ki'' yanlış anlaşılmayı önlemek için ekleniyor, ateistlerin çarpıttığı gibi üstünü örtmek için değil.
Belki şöyle düşünebilirsiniz: hani Kur'an evrenseldi ? Arapça bilmeyen bunu nerden bilecek ?
Bunun cevabı çok basit. Allah Nahl suresinin 43. ayetinde ''Eğer bilmiyorsanız, bilenlere sorun'' diye buyuruyor. Yani Arapça bilmeyenler takıldıkları ya da anlamadıkları yerlerde aracı edinebilirler. Hem bu sadece Kur'an'a özel bir durum değildir. Bütün dillerde bir metin en iyi orjinal dilinde anlaşılır. Çevirmede daima anlam kaybı olur.
 

Mantıksal açıdan bir cevap
 
Birazcık sorgulama ile bile bu ayetlerde herhangi bir sorunun olmadığı rahatlıkla anlaşılabilir. Bir Japon bile Arapça bilmediği halde şu dört soruyu sorarak gerçeklere ulaşabilir:

1.) Eğer ateistlerin iddia ettikleri gibi açık gaflar varsa İslam bu günlere nasıl geldi ?

Kur'an'da Türkçe meallere gaf gibi yansıyan, daha doğrusu iltifat sanatı mevcut olan ayet sayısı baya çok. Öyle bir tane ya da iki tane değil. Eğer Türkçe'ye yansıdığı gibi Arapça'ya da öyle yansısaydı İslam ilk günden tarih kitaplarına geçmiş olurdu. O dönemin Arapları belki cahillerdi ama aptal da değillerdi. Eğer peygamber sürekli gaf yapsaydı Araplar yıllardır tapıyor oldukları putları bırakıp ta hiç müslüman olurlar mıydı ? Çevrenizde sürekli ağzından bir şeyler kaçıran bir kişi olsaydı siz hiç bu kişiye inanır mıydınız ? İnanmayı bırakın siz hiç bu kişinin dediklerini ciddiye alıp dininizi değiştirir miydiniz ?

*Eğer bu soruya ''müslümanlar kaba kuvvet kullandı'' diye cevap verilecekse islamın ilk dönemlerinde uzun bir süre insanlara herhangi bir fiziksel baskı yapacak güçte olmadığın hatırlatmak isteriz.

Ateistler bunu sorgulamayı unuttular mı acaba ?

2.) Ayetlerde gaf var ise peygamber neden bu ayetleri ortadan kaldırmadı ?

Kur'an topluca kitap halinde inmemiştir. Ayetlerin inişinden kimsenin haberi olmuyordu. Peygamberimiz Cebrailden vahiy olarak ayetleri alıyordu. Vahiy olarak aldındıktan sonra çoğu zaman aradan baya bir süre geçiyordu ve sonra bu ayetler peygamberimiz tarafından ''vahiy katipleri'' olarak adlandırılan kişilere yazdırılıyordu. Peygamber bu kişilere tek tek hangi ayet hangi sureye diye yazdırıyordu.Eğer peygamber ağzından bir şeyler kaçırmış olsaydı Kur'an'ın yazılması tamamen onun elinde olduğu için bu ''ağzından kaçırdıklarını'' yazdırmazdı. Madem ağzından kaçırdı öyleyse o kadar ''gaflı'' ayeti neden yazdırdı ? Sonuçta din tamamen peygamberin elindeydi.

Ateistler bunu sorgulamayı unuttular mı acaba ?

3.) Ağızdan kaçırılacak bir durum olmayan bazı ''sıradan'' ayetlerde neden ''gaf'' (iltifat) var?

Eğer gerçektende bu iddia edilenler gaf ise sadece gafın beklendiği ayetlerde gaf olması gerekirdi. Ama buna rağmen hiç ağızdan kaçırılacak bir durum olmayan ayetlerde bile iltifat sanatı uygulanmıştır. Peki bunun izahı nedir ?

Ateistler bunu sorgulamayı unuttular mı acaba ?

4.) Hadisleri ve ayetleri hiç birbirine karıştırmayan bir insan nasıl olur da bu kadar ''gaf'' yapabilir ?

Kur'an ve hadisleri incelediğimizde ikisinin yazılış stilinin tamamen farklı olduğunu görüyoruz. Hiçbir hadiste Kur'an'daki üstün belagata (edebi dereceye) rastlamıyoruz. Yani aralarında açık bir fark vardır. 23 yılda bunu hiç karıştırmamamayı sağlayabilen bir insan nasıl oluyor da bu kadar gaf yapabiliyor ?*

Ateistler bunu sorgulamayı unuttular mı acaba ?

*eğer bu son sorudaki maddeye itiraz olarak ''ayetleri peygamber yazdı, tüm hadisler ise peygamberden sonra uyduruldu'' gibi bir açıklamaya gidilecekse bunu iddia edenlerin çifte standartlık yapıp da işlerine gelen hadisleri savunma hakları yoktur. Bunu iddia edenler hadislere yönelik eleştiriler yöneltemezler. Hem bu durumda bile ilk 3 soru hala geçerliliğini sürdürür.
 
**İlginç Detay**
Kur'an'da geçen ''de ki/de'' (kul) ve ''dediler'' (kalu) kelimelerinin tam 332 defa eşit sayıda geçtiğini biliyor muydunuz?[2]
 
Kuran Cebrailin sözü yada peygamber sözü ..tartışmasına cevap 7cp7
 
332 gibi 3 basamaklı bir sayı olan bu kelime frekansının eşit çıkması ortada tesadüfle açıklanamayacak kadar zor bir tablonun olduğunu göstermektedir. Bu dağılımın Kur'an'ın Allah kelamı olduğunu gösteren unsurlarından biri olduğunu söyleyebiliriz.
Aynı soruyu burda da sorabiliriz. Bu kelimelerin eşit sayıda zikredilmesini sağlayabilen bir yazar nasıl oluyor da bu kadar gaf yapabiliyor ?
Not: Sayımı kontrol etmek isteyenlere kaynaktaki linke bakmalarını tavsiye ederiz. Türkçe meal taratmasında doğru sonuç çıkmıyor.

Sonuç

Görmüş olduğunuz gibi söz konusu ayetlerin gaf ile uzaktan yakından bir alakası yoktur. Klasik Arapça'da doğal bir şekilde anlaşılan bu ayetler başka bir dile çevirildiğinde peygamberin sözü gibi anlaşılmaktadır. Bu ayetlerde konuşan peygamber değil, Allah'tır.

Kaynaklar:

[1] http://dergi.ilahiyat.omu.edu.tr/Makaleler/1053759884_20102804019.pdf
[2] https://www.facebook.com/photo.php?fbid=705422616144665 
 
- ileri okuma:

[3] Durmuş, İsmail, ‚İltifat‛, DİA, İstanbul, 2000, cilt: XXII, s. 152-153;
[4] Mollaİbrahimoğlu, Süleyman ‚Kur’ân-ı Kerîm’de İltifat Sanatı‛, Diyanet İlmi Dergi, cilt 33, sayı: 1, 1997, ss. 15-35;
[5] Özdemir, Abdurrahman, ‚Kadîm Bir Söz Sanatı: İltifat ve Kur’ân’da İltifat Örnekleri‛, İslâmî İlimler Dergisi, yıl: 1, sayı: 2, 2006;
[6] Kadir Kınar, Belağatta İltifat, Bilimnâme (Düşünce Platformu), Kayseri, 2006, VII/2, s.75-106;
[7] Dağ, Mehmet ‚Kur’ân’da Üslûp Diyalektiği: İltifat (Zamanlar ve Şahıslar Arası Geçiş) Salkımsöğüt Yay., 1. Bas. Ankara, 2008.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Kuran Cebrailin sözü yada peygamber sözü ..tartışmasına cevap
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» Süleyman Ateş..Kuran cebrail sözü diyor
» Times: Kuran, Muhammed Peygamber'den önce yazılmış olabilir
» bediüzzaman aliye cebrailin sekine indirmesi
» Sözü süz de söyle,
» muhafazakarlaşıyormuyuz? %60 ımız kuran okumayı bilmiyor,%22 hayatı boyunca eline bir kere bile kuran almamış,%8 anlamını okuyor...

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
KUTLU FORUM :: İslami ilimler ve dini kültür :: Kuran-Tefsir-
Buraya geçin: