Kader Bilinci
Kader… Asırlardır âlimlerin cesaret edemedikleri, cesaret edenlerin ise çıkmaza girerek veya çelişerek çuvalladıkları dibi görünmez bir kuyu… Kader konusunda bakir bir kitap yok. Mezhep oluşumcuları hangi sınırlarda düşünecekleri konusunda ağırlığını koyunca buna bir de kopya veya düşüncenin aynı hücreye tıkılması dâhil edilince hepsi için bir kişi ya da aynı şeyi hepsi yazmış gibi oluyor.
Bazıları derin âlim desinler diye kader konulu kitabını hayli kalın tutmuştur. Sanırsınız ki bu konuda çok şeyle doludur. Zorlamış, kopmuş, çelişmiş, saçmalamış, bocalamış… İşin bir diğer kötü yanı düştüğü sefaletin ve cehaletin farkında bile değil. Yazarken bunu satamayacağı kimselerin de olduğunu hiç dikkate almamış…
Öncelikle şu iki ölçünün dışına çıkmamaya dikkat etmeliyiz:
1. Allah her şeye kadirdir ve kaderi bilir.
2. Beşeri irademiz hürdür ve böylece sorumluyuz.
İnsanları kaderci yapan ya da kaderi reddettiren bu mesele böylece hallolmalı ve sırf bu meseleye takılmak nedeniyle dağılan ve maalesef ateist olan dahi mevcut olduğuna göre artık bu meseleye nokta konulmalıdır. Bunun için her şeyden evvel Allah’ın zamandan bağımsız olduğu hatırda tutulmalı ve yanlış sorulara doğru cevap aranmamalıdır.
Mademki Allah’ın gücü her şeye yeter ve bu nedenle geleceği de bilendir; o halde Allah irademizi kullanabileceğimiz tüm varyasyonlarıyla yaratabilir. Zira onun gücü her şeye yeter. Siz iradenizi kaç türlü kullanabilme şansına sahip iseniz belki tümünü yaratmıştır. Yarattığı her şeyi zaten bilmekte olunca ve tercih hakkı size bırakılınca hem Allah geleceği ve (kaderi) bilmekte hem de tercih eden sorumlu olmaktadır. Kişi iyi olanı seçseydi ya o zaman, neden seçmedi?..
Eğer Allah ille de ölümü takdir ettiyse ve bir arabada olacaksa o olacaktır. Fakat tedbirle yaşaması da yaratılmış idiyse sonuca yine kendi secimi yüzündendir. Şu halde Allah ‘her an yaratmada’ olmaktadır.
Burada artık sorulabilecek tek soru vardır: Kişinin neyi seçeceğini Allah biliyor mu? İç dünyasını kısmen bildiğimiz bir kimse hakkında doğru bir fikrimiz olabiliyor da, iç dünyasını tamamen bilen Allah için mi önceden bilmek sorun olacaktır? Hem öyle bir bilme ki bu belki ‘tamamenden de öte’ demek gerekir. Yukardan aşağı düşen taşın aşağıya düşeceğini bilmemiz bile öğrenilmiş bir bilgi olup yanılgı payı sıfırdır. Oysaki Allah’ın bilmesi evvelsizdir ve böylece yanılgı payı sıfırdan ötesi varsa eğer odur; hem de sonsuz imkânsızlıkta…
O halde tedbirli yaşa. Daha kaliteli yaratımları tercih et. İyi ya da kötü, seçmekte hürsünüz. Fakat kötüyü seçtikten sonra yolculuğunuzun da kötü olması kaderiniz olur. Böylece kaderler içerisinden biz seçmekteyiz ve kaderler şartlara göre çeşitliliktedirler. Allah’ın akıbetimizi bilmesi ilminin sonsuzluğuyla birlikte kalbimizi de noksansızca bilmesi nedeniyledir. Fakat bunu biz bilmiyor olduğumuz için biz bize düşeni yapmalıyız. Bazı şeyler kafamıza yatmasa da gerçek olabilir; hidrojen ve oksijenin bir arada olması gibi (H2O) ya da yüksek binalardan düşen bir çocuğun burnunun bile kanamaması vakıalarının çok olması gibi. Akıl üstü durumlara dünyada tanık oluşumuz öbür dünyada da tanık olabileceğimize işaret olarak telakki edilebilir. Aklın her şeye kadir olmamasını da akıllıca karşılanmalı ve işte aklın bittiği burada işi keşfe bırakmalı ve tefekkür etmeliyiz.
Şu arabaya binerse kazanın nasıl olacağı ve bacağının kırılacağı ama hayatta kalacağı yazılı. Bu yaratılmış, ama diğer seçenekler de yaratılmış. Fakat o seçecek. Günah veya sevap gibi sorumlu olmadığı konularda kulun seçme hakkı olmayabilir. Fakat kalacaksa kalacak ve böyle sınanacaktır.
Böylece Allah vazgeçmek gibi beşeri özelliklerden münezzehtir. Sözgelimi üniversite sınavlarına hazırlanıyorsunuz. Kaderde çok çalışırsanız kazanacağınız yazılmış. Fakat nereyi kazanacaksınız? Burada secim sizindir. Alacağınız puan zaten potansiyelinizin tabii sonucudur. İlahi iradeden yine de tam olarak şöylece bağımsız olamayız: Sınavda bildiğimiz nice soru ile karşılaşmayacağız bu böyle takdir edilecek ki kazanacağımız yerler sınırlı yaratılsın ve biz o sınırlar dâhilinde seçelim. Hukuk bölümünü seçtik. Ama neden aklımıza bu bölüm geldi? Demek ki beşeri irademiz kayıtsız değildir. Adil olup olmamamız bizim tercihimize kalıyor. Adil olma ve olmama durumundaki kaderler de yaratılmış... Biz bir şeyleri yaşarken istersek günaha ya da sevaba gireriz. Ama bir şeyleri yaşamakta hürüzdür. Allah hürriyetimizi de kaydımızı da bilir. Zira her şey onun bilgisi dâhilinde varlığını sürdürür. Onun ilmi her şeyi kuşatır. Var olmuş her şey kuşatılmıştır ve kuşatılan her şeyi hem görür hem bilir. Bilmede sonsuz olan Allah’ın bilgisine gelecek de dâhildir. Allah’ın bilgisine bir şey eklenemez; zira sonsuzdur. Böyle olunca her bilme onun ilminden doğacağı için gayb ve gelecek zaman da buna dâhildir.
Tut ki sen iradesini iyi kullanıp cennete gidecek biri olarak yaratıldın ve Allah bunu biliyordu. Tut ki birçok insan iradesini kötü kullanıp cehenneme gidecekler olarak yaratıldılar ve Allah bunları da biliyor. Eğer her şey buna bağlı ise iradeni iyi kullanmaman için bir sebep yok.
Yahut sen iradesini kötü kullanmaktan iyi kullanmaya dönüş yapmış biri de olabilirsin, tam tersi de… İradeyi kötü kullanmaya ve sonunda cehenneme gitmeye itirazın varsa o halde harekete geç ve sen sana düşeni yap. Allah’ın işini değil kendi işini anlamaman sorundur…
“Allah neyi seçeceğimi biliyorsa, benim irademin ne anlamı var?” diyemezsin; zira senin akıbetini Onun bilmesi değil, senin iraden belirliyor.
“Allah’ın bilmesi nasıl bir şey olmalı ki, irademe rağmen bilebiliyor?” Bunun cevabı Onun bilmesinin sonsuzluğunda yatar. Onun ilmi "her yerde" değildir; ilmi her yerde olsaydı "her yer" Onun ilmini kuşatırdı. Oysaki Onun ilmi "her şeyi kuşatmış"tır. O mekân edinmek gibi yaratılmışlara özgü özelliklerden münezzeh olup, her yer Onda mekândır. Her şeyi kuşatan bir ilim bize aşkındır; alışık olduğumuz diğer o basit işlerin kategorisinde değerlendirmeye almakla hakkı ararken haksızlık yapmış oluruz. Sonlu zihnimiz sonsuz bir ilmi değerlendiremez.
Allah’ın bilmesi sonsuzdur. O halde irademe rağmen Allah’ın bilmesi sonsuz bilgisi nedeniyledir. Sonunu bulamadığımız sonlu maddi uzay boşluğunu bile hesaplayamayan akıl, onu yaratan sonsuz kudret sahibini mi idrak edecek?.. Edememeli ki ben acziyetimi bileyim. İnsanoğlunun aklının kuşattığı hiçbir şey kendisini aciz bırakamaz ve aciz bırakamayana kul olunmaz. Akıl sahipleri olarak bizim tek aşkın konumuz ise budur.
İnsanın bildiği şeyi yapması başka, Allah’ın yarattığı şeyi bilmesi başkadır. Onu bizim gibiymiş gibi düşünme hatasına o kadar çok düşülüyor ki, bu yolla netice almak imkânsızdır. Aklın bittiği yerde acziyetimizi anlarsak iman ederiz; aklın bittiği yerde kendimizi bir halt sanıp kibirlenirsek inkâr ederiz. İman Allah’ı bulmak, inkâr ene’yi bulmaktır.
Zaman insanı kavradığı için; insan zamana bağımlıdır. Böylece zaman Allah’ın bildiğini taşır. Zamanın taşıdığı Allah’ın bilgisi içinde kavranarak yol alır.
Allah’ın geleceği yaratması bize göredir. Allah’a göre geçmiş ve gelecek yoktur. Allah’a göre gelecek söz konusu olmayınca; gelecekte olacak olanları bilmesi Onun için sorun değildir. Geleceğin insana tamamen kapalı olması, geleceğe açılan kapıları kendisi için kilitli kılar. Allah için gelecek veya kapılar veya kilit yoktur. Gelecek Allah’ın bilgisinde yer alan bir bilgiciktir. Allah’ın bilgisini gelecekte ararsak anlamakta güçlük çekeriz. Mademki gelecek Allah’ın bilgisindedir; o halde Allah’ın geleceği bilmesi tabiidir.
Allah’ın irademi nasıl kullanacağımı bilmesi geleceğin içinde yer alır ve gelecek Onun bilgisinde yer alır. Böylece irademi nasıl kullanacağımı bilmesi de geleceğin içinde yer alır.
“Allah öldürecekse niçin yaşatıyor?” sorusunun cevabı soru içinde yatmaktadır. Zaten yaşadığımız için öldüğümüz gibi öleceğimiz için yaşamak üzere halk edildik. Ölümü her canlı için vaat etmiştir. Sınav olmak için yaşıyor ve aklediyoruz. Sorumlu olacağımız akli potansiyele sahip iken öldüğümüzde de sınavımız bitmiş oluyor.
“Cehenneme atacaksa niçin yaratıyor?” sorusuna gelince… Dünyada bile temiz olanı ve pis olanı aynı yere atmıyor ayırıyoruz. Cehenneme gidecek olan da ‘kötülük’tür. Bazı kişiler maalesef kötülüğün somutlaşmış görüntüsü gibidirler. Kişinin yanlışlıkla ya da masumca cehenneme gitmesi imkânsızdır ve cehennem bizim bile kendi ellerimizle atabileceğimiz karaktersizlikteki kişiler içindir. Zalim bir lider düşünün; binlerce masumun katilidir, nice bebeği kundağında bombalamıştır. Bu caninin dünyada cezasını çekmeden ölmesi onun yanına kar kalırsa, ahiretin olması caninin zararınadır.
“Kötüyü ya da iyiyi irade edeceğimi biliyorsa; niçin sınav ediyor?” sorusunun cevabı bu iradenin kaynağının kendimiz oluşu ve böylece akıbetimizi kendimiz seçmiş olmamızdır. Sınava layık olmamız akledebilir olmamızdan ötürüdür. Sahip olduğumuz akıl ve idrak potansiyelini işletip işletmemek bize kalmıştır. Fakir yaşayan zengin bir cimri gibi çok zeki bir kimse aklını işletmeden yaşayabilir.
“Allah Çiğdem’in iki yoldan hangisini seçeceğini biliyor mu?” Bu bize ait bir sorudur. Sorunun cevabı da bize aittir; fakat nasıl biliyor olduğunun cevabı Ondadır. Allah bizi bizden iyi bilendir. Zaten ilahın sıfatına da bu yakışır. Bildiği halde sınav ediyor olmasının nedeni bizim biliyor olmayışımızdır. Böylece O bilmek için sınav etmiş olmuyor. Bu yüzden “madem biliyor niçin sınav ediyor?” gibi zekâsız bir soru sorulamaz. Bize bizi göstermek için o bilse de pekâlâ sınav edebilir. Allah istemelerinde tamamen hürdür.
“Allah’ın yok iken var etmesi nasıl gerçekleşiyor?” Sorusunun cevabı Ona aittir. Kurumuş ölü kemikleri nasıl diriltebileceğini kışın kuruyan dalların baharda nasıl yeşerdiğine şahit tutularak görüyoruz. Yok iken var etmesinin ve var iken yok etmesinin ilmi Ondadır ve Ondan başka kimse bilemez. Sadece Onun bileceği bilgilerin olması Ona yakışan bir vasıftır.
“Allah her yeri nasıl görüyor ya da görmesi işitmesi nasıldır?” gibi sorular hep Ona dönüktürler. Onun açısından görülen bir şeyi kendi açınızdan göremiyor oluşunuz gayet doğaldır. Allah insanları bu konu dâhil olmak üzere her konuda aciz kılmıştır. Kişinin bilgileri mesabesinde soruları gelişir; idrakleri mesabesinde cevapları gelişir.
-Böylece şu sonuçlara varılır:
- Anlayamayız, anlatamayız; bu “gayb”tır.
- Anlayamayız, anlatırız; bu “yalan”dır.
- Anlarız, anlatırız; bu “bilgi”dir.
- Anlarız, anlatamayız; bu “his”tir.
2008/YÜKSEL YILMAZ