Dr. M. Selim Arık
Şeytanın bir insana, bilhassa mü’mine karşı oynayacağı son oyun, kullanacağı son siper, son mevzi ve silah, vesvesedir. O, küfür ve dalâlet adına alt edemediği kimseye karşı çaresizliğinin ifadesi olarak ‘vesvese ’ ok ve mermisini kullanır. |
Şeytan’ın Yaratılış Hikmeti Şeytan, “uzak olmak, muhalefet etmek” veya “yanmak ve helâk olmak”
mânâlarına gelmektedir.1 Şeytan ile eş anlamlı kullanılan İblis kelimesi
ise “ümitsiz ve kederli olmak”2 demektir. Şeytan ve İblis, Allah’ın
rahmetinden uzak olan ve helâke sürüklenen varlıklardır. İnsana
dışarıdan gelen ve onu yönlendiren düşünce ve duygular iki şekildedir:
Rahmanî veya Şeytanî. Rahmanî olan güzel duygu ve düşünceler Allah’tan
ilham şeklinde tecelli eder. Bunlarla Allah Tealâ, kuluna, doğru yolu
bulması, iyiyi ve güzeli hayatında gerçekleştirmesi için yardım eder.
Şeytan da insanoğlunu, Allah yolundan ve rızâsından uzaklaştırmak için
gayret eder. Onun aklına olmadık düşünceler, kalbine de olumsuz duygular
sokar.3 Kur’ân-ı Kerîm’de ilk isyan ve küfrün İblis’ten geldiği
belirtilmektedir.4 Meleklerin arasında bulunan İblis’in Allah’ın emrine
karşı gelerek, Âdem’e secde etmemesi olayında İblîs’in “melek mi, cin
mi” olduğu İslâm âlimleri tarafından tartışılmıştır. Zîrâ âyette İblis
ile melekler beraber zikredilmektedir.5 Bu âyetten hareketle bazı
müfessirler, İblis’in de önceleri bir melek olduğunu (hattâ isminin
Azâzil olduğunu), bu isyandan sonra meleklik sıfatını kaybettiğini ve
kendisine Allah tarafından farklı özellikler verildiğini iddia
etmişlerdir.6 Fakat Kehf Sûresi’ndeki
كاَنَ مِنَ الْجِنِّ فَفَسَقَ عَنْ أمْرِ رَبِّهِ “
O (İblis), cinlerdendi. Rabbinin emrinden dışarı çıktı.”7 şeklindeki
âyeti delil alan bazı müfessirler ise, İblîs’in melek değil, cin
türünden ayrı bir varlık olduğunu ifade etmişlerdir. Ayrıca meleklerin
yaratılış özellikleri arasında “Allah’ın emrine karşı çıkmamak ve
emredileni yerine getirmek”8 vasfı da bulunmaktadır. O hâlde isyankâr
İblîs’in, önceleri melek türünden bir varlık olamayacağı
anlaşılmaktadır.9
Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) “Melekler nurdan, cinler ise
öz ateşten yaratıldı. Âdem de (Kur’ân’da) size anlatılan şeyden
(topraktan) yaratıldı.” buyurmuşlardır.10 Şeytan da cinlerden olduğuna
göre, onun da yaratılışı ateştendir. Yine hadîste “Kızgınlık
Şeytandandır. Şeytan ise ateşten yaratılmıştır. Ateş su ile söndürüldüğü
gibi, sizden biri kızdığı zaman hemen abdest alsın.”11 tavsiyesi
yapılmıştır. Demek ki öfke ve kızgınlığın kaynağı da Şeytandır. Nitekim
bu husustaki bir başka hadîs
إذاَ إشْتاَطَ السُّلْطاَنُ تَسَلَّطَ الشَّيْطاَنُ“Sultan öfkelenip kızınca, Şeytan ona musallat olur (böylece hak ve
adaletten ayrılır.)”12 şeklinde nakledilmektedir. Şeytan, Âdem’e secde
etmeme sebebini açıklarken “kendisinin ateşten, insanın çamurdan
yaratıldığını”13 belirterek, yanlış kıyas yapmıştır. Şeytan’ın bu kıyası
kabul edilecek olsa dahi, toprak üretken, ateş ise tüketen yani tahrip
olduğu için, müsbet olarak üretken olan imâr (toprak), menfi anlamdaki
tahripten (ateşten) daha evlâ olmalıdır. Şeytan, Allah’ın “Âdem’e secde
et!” emrine uymadığı için meleklerin arasından kovulup sürgün
edilmiştir. Ancak o da imtihan dünyasında Allah’ın kullarını, O’nun
yolundan ve rızâsından ayırmak için uğraşmayı kendine vazife
edinmiştir.14 Böylece Şeytan, kendine uyan diğer cinleri ve insanları da
kullanarak vazifesini yapmaya çalışmaktadır.15 Belki Şeytan
yaratılmasaydı, insanın yaratılmasının da bir hikmeti olmazdı. Zîrâ,
Allah’ın (celle celâlühü) asla günah işlemeyen ve Şeytan’ın vesvesesine
maruz kalmayan melekler gibi sayılmayacak kadar çok mahlûkâtı vardır.
Dolayısıyla “Neden Şeytan yaratıldı.” diyemeyiz. Nasıl umum bedenin
sıhhati ve bu sıhhatin devamı adına cüz’î bir şer sayılan, kangren olmuş
eli veya kolu kesiyoruz; aynen öyle de, getirdiği büyük netice ve
faydalara binaen, birtakım şerlerden dolayı Şeytan’ın varlığı da aynı
hikmete mebnidir.16
Allah (celle celâlühü), yarattığı insanların mahiyetlerinde gizli
bulunan kabiliyetlerin inkişafı, gelişmesi ve özlerinin ortaya çıkması
için de, karşılarına bir tahrik ve teşvik unsuru ve bir terakkî vesilesi
olarak Şeytan’ı çıkarmıştır. İçindeki kibir ve isyan ukdesini dışa
vuran Şeytan, yaptığı işi şuurlu olarak yapmaktadır. İnsanoğlu, insan-ı
kâmil mertebesini bu ezelî hasmına karşı verdiği mücadele ile elde
etmektedir. Zîrâ Hz. Ebû Bekirler böyle yetişmiş, Ebu Cehiller de böyle
çoğalmıştır. Dolayısıyla Ebu Cehil’in kendi irâdesinin sevkiyle
Cehennem’e sürüklenmesinde Şeytan’ın rolü olduğu gibi, Hz. Ebu Bekir
(ra) gibi elmas ruhlu binlerce evliyanın, Cennetlere yükselmesinde de
Şeytan’la mücadelenin fonksiyonu vardır. Şu hâlde şer olan, Şeytan’ın
yaratılması değil, ona tâbi olup şer fiileri işlemektir. Nasıl ki
herhangi bir cinayetin mesulü, o cinayette kullanılan bıçak veya tabanca
değil, cinayeti işleyen kişidir. Aynı şekilde, Şeytan da insanın
işlediği şerlerde vasıtadır. Olaylarda Şeytan âdi birer sebep olup,
hakikî illet insanın iradesidir. Şeytan, inanmış, iman ve akide
açısından kuvvetli, Allah ile irtibatı kuvvetli, ibâdetlerini yerine
getiren mü’minin kalbine girip, onu küfre sevk edemez. Belki mü’mine
vesvese oklarını göndererek bu oklara ma’ruz kalan vesveseli mü’minin
başka zamanlarda aklına gelmeyen şeyleri aklına düşürebilir. O hâlde
Şeytan’dan gelen vesveselere karşı da uyanık olmalıyız. Nitekim Şeytan
şöyle der: Ben mal sahibine üç şeyde vesvese vermeye çalışırım. Malı
helal olmayan yerden edinmesine uğraşırım. Malı hak olmayan yerlere
harcatmaya çalışırım. Mala karşı içine sevgi ve muhabbet veririm ki
hayır yollarına harcamasın.17 Bunlar Şeytan’ın vazifesi ve vesvesesidir.
Vesvese ve KaynağıVesvese, “şüphe, tereddüt, gizli söz, kişinin içinden geçen düşünceler”
mânâsında insanı kötü, din ve ahlâk dışı davranışlara yönelten his ve
duygulardır. Bu anlamdaki vesvesenin kaynağı Şeytan’dır. Nitekim
Kur’ân-ı Kerîm’de Şeytan’ın Hz. Âdem ile Havva’ya verdiği vesvese
anlatılırken “Rabbin sizi bu ağaçtan yemenizin yasaklamasının sebebi:
(yediğiniz takdirde) iki melek olacağınızdan veya cennette ebedi
kalacağınızdandır.”18 şeklinde haber verilmektedir. Görüldüğü gibi
vesvesenin ilk kaynağı Şeytan’dır. Zîrâ kendisinin ulaşamadığı Cennet
nimetini kıskanarak, insanın Cennet’te devamlı kalmasına razı olmadığı
için, insanı vesvese ile kandırmaya ve Cennet’ten çıkarmaya çalışmıştır.
Bununla birlikte vesvesenin bir diğer kaynağı ise kişinin kendi
nefsidir. Kur’ân’da bu meseleye şöyle değinilmektedir.
وَلَقَدْ خَلَقْناَ الإنْساَنَ وَنَعْلَمُ مَا تُوَسْوِسُ بِهِ نَفْسُهُ“Andolsun insanı biz yarattık ve nefsinin kendisine vesveselerini
(fısıldadıklarını) biliriz.”19 Buradaki fısıltı, vesvese kişinin
gönlünden geçirdiği kötü ve gizli duygulardır. Peygamberimiz (sallallahü
aleyhi ve sellem) bu konuda “Kişinin içinden geçirdiği kötü duygular
(şirk, yalan, talan v.s.) fiiliyata dökülmedikçe sorumluluğu yoktur.”20
buyurarak, elde olmayan sebeplerle hatıra gelen düşüncelerden dolayı
vebal olmadığını belirtmişlerdir. Sahabe-i kiramdan bazıları Hz.
Peygamber’e gelerek, söylemesi dahi günah olan bazı söz ve düşüncelerin
zihinlerine geldiğinden bahsetmişler. Peygamberimiz de böyle duyguların
Şeytan’dan fısıldandığını ve bunun da imandan kaynaklandığını
söylemişlerdir. Demek ki kötü veya günah olan şeyleri düşünmek günah
değil, bizzat kötülüğü yapmak günahtır. Böyle düşünceler kalbden
inanarak değil, Şeytan’ın fısıldamasıyla meydana gelen vesveselerdir.
Vesvese, Şeytan’ın insan kalbini kurcalaması ve hayâl aynasına bir kısım
resim ve manzaralar atmasına benzer. Bu da Şeytan’ın insana, bilhassa
mü’mine karşı dünyada yaptığı bir oyundur. Çünkü Şeytan, küfür ve
dalâlet adına alt edemediği mü’mine karşı çaresizliğinin ifadesi olarak
‘vesvese’ okunu kullanmaktadır. Nitekim vesvese kâfirde olmaz. Kâfirin
küfrü vesvese değil, bilakis hesaplı, plânlı ve inadî bir küfürdür.
Ayrıca Şeytan inanmış, iman ve inanç yönüyle tam, ibâdetlerini yerine
getiren mü’minin kalbine girip, onu küfre sevk edemez. Ancak kalbini
bulandırır ve ibâdetlerindeki huzurunu bozmaya çalışır. Şu halde abdest
ve namazda “Eksik mi yaptım?” şeklindeki vesveselere önem
verilmemelidir. Şâyet böyle bir vesvese ilk defa vuku buluyorsa, o
abdest veya namaz iade edilebilir. Ama devamlı oluyorsa, o zaman hiç
vesveseye meydan vermeden, o uzvun yıkandığı kabûl edilmeli ve namazın
da tamam olduğu kanaatıyla hareket edilmelidir.21 Cebrail (as)
Peygamberimiz’e abdesti öğrettiğinde, bevl sızıntısından hasıl olacak
vesveselerin önlenmesi için, abdest aldıktan sonra elbisesinin altına su
serpmesini emretmişti.22 Zîrâ Şeytan, mü’minde iman cevheri, ibâdet
hazinesi, namaz ve dine hizmet aşkı olduğunu bildiği içindir ki, karşı
taarruza geçmektedir. Şeytan’ın yaptığı, fenalıkları süsleyip-püslemek,
allayıp-pullamak, cazip ve çekici göstermektir. Şu hâlde gelip
geçiciliği bilindiği zaman vesvesenin mü’mine zararı olmaz. Vesvese,
mü’minin gözünde üflemekle uçup giden tüy kadar zayıf olmalıdır. Mü’min
Şeytan karşısında ye’se düşüp, “Artık ben mahvoldum!” deyip, mağlûbiyeti
kabûl etmemelidir. Bilakis mukavemet göstermeli ve böyle bir şey arız
olduğunda, mesela çok kızdığında ayakta ise oturmalı, oturuyorsa
uzanmalı veya kalkıp abdest almalı ve iki rekât namaz kılmalıdır.23
Hadîste: “Abdest sırasında vesvese veren bir Şeytan vardır ki adı
“el-Velehân”dır. Öyleyse suyun vesvesesinden (uzuvların yeterince
yıkanmadığı vesvesesini atandan) kaçının!.”24 şeklinde ikaz
edilmektedir. Şu hâlde özellikle abdest ve ibadetteki tereddüt ve
vesvese Şeytan’dan kaynaklanmaktadır. Ezan okunduğunda Şeytan’ın
kaçtığı, ezan bitince vesvese vermek üzere geri döndüğü ve insanın
nefsine (kalbine) girerek falan şeyi hatırla, falan şeyi hatırla
diyerek, kişinin kaç rekât namaz kıldığını unutturduğu da haber
verilmektedir.25 Demek ki Şeytan namazda dahi musallat olabilmektedir.
Bazen de insî ve cinnî şeytanlar vesveseyi şöyle vermektedir: Geçmiş
gelecek hep masal, bir daha dünyaya gelecek değilsin. Geçen de geçti,
sen şimdi yaşamana bak ve dünya nimetlerinden istifade et!.
İnsî ve Cinnî Şeytanların Vesveseleri Kur’ân-ı Kerîm’de Cenab-ı Hak şöyle buyurmaktadır:
وَكَذاَلِكَ جَعَلْناَ لِكُلِّ نَبِىٍّ عَدُوًّا شَياَطِينَ الإنْسِ
وَالْجِنِّ يوُحِى بَعْضُهُمْ إلىَ بَعْضٍ زُخْرُفَ الْقَوْلِ غُرُوراً.
وَلَوْ شاَءَ رَبُّكَ ماَ فَعَلوُهُ.
“Böylece Biz, her peygambere insan ve cin şeytanlarını düşman kıldık.
Bunlar, aldatmak için birbirlerine yaldızlı sözler fısıldarlar. Rabbin
dileseydi bunu yapamazlardı.”26 Burada peygamberlere dahi insan ve cin
şeytanlarının düşmanlık yaptıkları açıkça beyan edilmektedir. Demek ki
Allah’ın en seçkin kulları olan peygamberler, İlâhî hakikatleri tebliğ
ve yaşatma uğruna büyük mücadeleler sergilemişlerdir. Burada ifade
buyuruluğu gibi Allah dileseydi o “insan ve cin şeytanları” düşmanlık
yapamaz, aldatıcı ve kandırıcı telkinlerde bulunamazlardı. Allah’ın
bunları peygamberlere düşman kılması, bir yandan peygamberlerin
güçlükler karşısındaki sabır ve kararlılıklarını ölçmek; bir yandan da
her bir ümmete, üstün ideallere ağır meşakkatleri, güçlü direnişleri
yenerek ulaşılabileceğini; kişinin değerinin de bu yoldaki azim ve
sebatıyla ortaya çıkacağını göstermektir. Allah’ın hikmetli yaratışı ve
bu yaratmanın bir eseri olan insan aklı ve mantığı uyarınca,
peygamberlerle onlara uyanların iman ve amellerinin değer kazanması için
böyle bir mücadele gereklidir.27
Hz. Peygambere “Ya Resulallah! Vesveseye müptelayım.” diyen Sahabe-i
Kiram’a Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem): تِلكَ مَحْضُ
الإيمانِ “Endişe edilecek bir şey yok. O mahz-ı imândır, imânın ta
kendisidir.”28 buyurmuşlardır. Çünkü Şeytan kupkuru ve bomboş kalblerle
uğraşmaz, sermayesiz kimselere vesvese okları göndermez. Bir gün
Peygamberimiz Ebu Zer el-Gıfari’ye “İnsî ve cinnî şeytanların şerrinden
Allah’a sığındın mı?” deyince Ebu Zer (r.a) hayret ederek “İnsanlardan
da Şeytan var mıdır?” demiştir. Bunun üzerine Peygamberimiz de “Evet,
vardır (belki de daha şerlidir)” buyurmuşlar.29 Nitekim Kur’ân-ı
Kerîm’de Nâs Sûresi’nde sinsice kötülüğe sürükleyen cinlerin ve
insanların şerrinden Allah’a sığınılması öğütlenmektedir.30 Bu sûrede
insanların rablerinin de hükümdarlarının da ilâhlarının da sadece Allah
olduğu ve yalnızca O’na sığınmak, O’na bağlanmak O’nun hükümranlığını
tanımak gerektiği vurgulanmaktadır. Zîrâ Hz. Peygamber (sallallahü
aleyhi ve sellem), her insanın kendine ait bir cini (şeytanı)
bulunduğunu bildirmiştir31 Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)
bir defasında “Kocası gurbette olan (yabancı) kadınların yanına
girmeyiniz. Çünkü Şeytan, her birinizin içinde, vücudunda kanın
dolaştığı gibi (kendini hissettirmeden) dolaşır.” buyurmuştu. Sahabe-i
kiram da “Sende de dolaşır mı ey Allah’ın Resülü? deyince, bu defa
وَمِنِّى وَلَكِنَّ اللّٰهَ أعاَنَنِى عَلَيْهِ فَأسْلَمُ
“Bende de (dolaşır), ancak Allah bana yardım etti de onun şerrinden
selamette kaldım.”32 buyurmuşlardır. Ayrıca bir başka hadîste
كَلُّ بَنِى آدَمَ يَمَسُّهُ الشّيطانُ يَوْمَ وَلَدَتْهُ أُمُّهُ إلاَّ مَرْيَمَ وَابْنَهاَ
“Her doğan çocuğa Şeytan mutlaka temas eder. Ancak Meryem ve oğlu (İsa)
bundan müstesnadır.”33 şeklinde haber verilerek, Şeytan’ın Hz.
Peygamber, Hz. İsa ve annesine (Meryem’e) dokunamadığı
belirtilmektedir. “Ömer bir yola girdi mi, Şeytan o yolu bırakır başka
yola girer.”34 buyuran Hz. Peygamber, “İnsî ve cinnî şeytanların
Ömer’den kaçtığını görüyorum.”35 diyerek, Hz. Ömer’in imanını ve
Şeytan’a karşı kuvvetini anlatmaktadır. Demek ki Kur’ân ve marifetullah
ile dolu bir kalbe Şeytan nüfuz edemez. Şu hâlde mü’minler Şeytan’ın
kışkırtmalarına karşı daima dikkatli ve ihtiyatlı bulunmalıdır.
Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem), bir sefer dönüşü ashabıyla
gece istirahata çekildiğinde Bilal-i Habeşi’yi sabah namazına kaldırması
için nöbetçi bırakmıştı. Hz. Bilal de yorgunluktan uyuyakalınca, güneş
doğmuş ve sabah namazı geçmişti. Bunun üzerine Peygamberimiz:
إنَّ هَذاَ وَادٍ بِهِ شَيْطاَنٌ“Burası Şeytanlı bir vadidir (Şeytan
saltanat kurmuştur)”36 buyurarak, topluca oradan uzaklaşmışlar ve
namazlarını cemaatle kaza etmişlerdi. Hikmet-i İlâhî böyle bir hâdise,
Hz. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) döneminde ilk ve son olarak
vuku bulmuştur. Şu hâlde her zaman Şeytan’ın manyetik alanına karşı
dikkatli olunmalı ve bilmeyerek içine girilmişse, çarçabuk oradan
uzaklaşılmalıdır. Gaflet ve dikkatsizlik, Şeytan’ın ve Şeytanî hislerin
avı ise, evrad u ezkâr, Allah’ı zikir ve O’nunla irtibat, bütün şer
kuvvetlere karşı bir kalkandır.
Vesveseden Korunma YollarıKur’ân-ı Kerîm’de Cenab-ı Hak şöyle buyurmaktadır:
وَإماَّ يَنْزَغَنَّكَ مِنَ الشَّيْطاَنِ نَزْغٌ فاَسْتَعِذْ بِاللّٰهِ“Eğer Şeytan’dan bir fit (vesvese) gelip seni dürterse hemen Allah’a
sığın.”37 Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) ise:
فَإذاَ ذَكَرَ
اللّٰهَ خَنَسَ عِنْدَهُ “Âdemoğlu Allah’ı zikrettiğinde Şeytan yanından
gizlenir, siner.”38 şeklinde haber vermektedir. Şu hâlde Şeytan’ın
vesvesesinden emin olmak için öncelikle açıktan zikir olan cemaatle
namaz ihmal edilmemeli ve özellikle “nâs” ve “felak” sûrelerine devam
edilerek Kur’ân ile irtibat kesilmemelidir. Peygamberimiz
الشَّيْطاَنُ يَهُمُّ بِالوَاحِدِ وَالْإثْنَيْنِ فَإذاَ كاَنوُا ثَلاَثَةً لَمْ يَهُمَّ بِهِمْ “Şeytan bir veya iki kişiyi aldatmaya yeltenebilir. Üç kişi (cemaat)
oldu mu onlara musallat olamaz.”39 buyurmuşlardır. Bir başka rivâyette
de:
إنَّ الشّيْطاَنَ ذِئْبُ الإنْساَنِ كَذِئْبِ الْغَنَمِ وَعَليْكُمْ
بِالْجَماَعَةِ وَ العاَمَّةِ وَالْمَسْجِدِ “Şeytan insanın kurdudur. Tıpkı koyunlara saldıran kurt olduğu gibi
(kurt, sürüden ayrılan koyunu yakaladığı gibi, o da cemaatten ayrılanı
kollar) Siz cemaatten, sevad-ı azamdan ve camiden ayrılmayın!”40
buyrulmuştur. Cemaat de Kur’ân ve Sünnet çizgisindeki “sevad-ı azam”
denilen büyük topluluklardır. Nitekim vesvese, daha çok kendini can ü
gönülden dine vermiş, dizginleri Şeytan’ın elinden koparıp almış,
Allah’a (celle celâlühü) karşı ubudiyetini az çok yapan ve iman
mevzûunda da terakki edip saffete ulaşan bazı Müslümanlarda olur. Demek
ki vesvese, biraz da iman babındaki derinlik ve kabiliyete karşı
Şeytan’ın bir kıskançlık ve reaksiyonu olmaktadır. Vesvese, bazen asabî
ve hassas ruhlarda, bazen de fazla gıda alan nefisperestlerde olur.
Ancak Şeytan inanmış, iman ve akide zaviyesinden ma’mur, ibâdetlerini
yerine getiren mü’minin kalbine girip, onu küfre sevkedemez. Şeytan,
hiçbir zaman mü’minin kalbinde Allah’ı (celle celâlühü) marifet ve
muhabbetinin, Hz. Peygamber’in (sallallahü aleyhi ve sellem) Sünnet’ine
ittiba ve iktida düşüncesinin yerini alamaz. Ona ibâdetlerini terk
ettirme mevzuunda başarı kazanamaz. Çünkü mü’min, her şeye rağmen
sürekli terakkî etmekte, Allah’a (celle celâlühü) kurbiyet kazanmakta ve
manen yükselmektedir. Bununla birlikte vesvese, hassas fıtratların
mahiyetinde, âhir ömre kadar terakkilerine medar olabilecek bir zemberek
kabul edilmelidir. Tıpkı saat zembereği gibi insanın kalbi de
vesveseyle kurulduğu sürece daimâ çalışır ve onu ileriye, daha ileriye
götürür. Çünkü bu sayede imtihan ve mücadele ölünceye kadar devam eder.
İtikadı sağlam, ameli yerinde ve nefsini teslim almış bir mü’minde böyle
bir “Cihad-ı Ekber”i yaptırtan kaynaktır. Bu yönüyle de vesvese, insanı
daima müteyakkız ve uyanık tutar. Böyle bir vesvese, kendine has
tutarsızlığıyla bilindiği zaman zararlı olmaz. Çünkü Kur’ân’da,
“Muhakkak, Şeytan’ın hilesi zayıftır.”41 şeklinde haber verilmektedir.
Şu hâlde vesvese, bir araya toplanıp sonra dağılıveren bulutlara benzer.
Üzerinde durmadığınız, merakla üzerine varmadığınız, sahip çıkıp
kabullenmediğiniz, küçük görerek şişmesine meydan vermediğiniz ve bir
dert hâline getirmediğiniz zaman, vesvesenin hiçbir zararı olmaz.42
Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem): “Şeytan sizden herhangi
birine gelir de: ‘Bu koca kâinatı yaratan, düzene koyan kim?’ der. Sen
de ‘Rabb’im olan Allah’tır.’ dersin. Hattâ sonunda Şeytan: ‘Rabbini kim
yarattı?’ der. Şeytan’ın vesvesesi bu hâle gelince, euzu besmeleyi
çekerek Allah’a sığının!”43 tavsiyesini yapmışlardır. Bu da itikadî
açıdan Şeytan’ın mü’mine zarar veremeyeceğini göstermektedir.
SonuçCenab-ı Hak Kur’ân-ı Kerîm’de Şeytan’ın insana düşman olduğunu
belirterek,44 onun peşinden gidilmesini yasaklamıştır.45 Böylece onun
kışkırtmalarına ve dürtmelerine karşı uyanık olunması istenmiştir.
Şeytan’a karşı en önemli silâh, başta güçlü bir iman; Allah ile irtibat,
her türlü dinî ve dünyevî konularda doğru ve yeterli bilgiler ile dinî
ve ahlâkî duyarlılık gerekmektedir. Bu donanıma sahip olan insanlar,
kendilerini Şeytan’ın kışkırtmalarından koruyacak kudret ve imkânı,
Şeytanî baskılara karşı direnecek irade gücünü de kazanmış olurlar. Zîrâ
Şeytan son derece kurnazca hileli, aldatıcı yollara başvurarak
insanları yoldan çıkaracağına yemin etmiştir.46 Ancak ihlâslı, Allah
rızâsını bütün ölçülerin üstünde tutan gerçek dindarları yoldan
çıkaramayacağını da özellikle belirtmiştir.47 Hz. Peygamber (sallallahü
aleyhi ve sellem): “Kim bir kötülük yapmayı içinden geçirir de bunu
yapmazsa Allah ona bir tam iyilik (hasene) yazar.”48 buyurarak,
Şeytan’ın kışkırtma ve vesvesesiyle meydana gelecek olan kötülükten,
samimi ve temiz yüreklilikle vazgeçebilenlere bir müjde vermektedir.
Öyle ise, Şeytan vesveselerle taarruza geçtikçe, biz de Allah ve Resûlü
ile irtibatımızı kuvvetlendirmeli ve maneviyatımızı güçlendirmeliyiz.
Meselâ, namazda Peygamberimiz’in (sallallahü aleyhi ve sellem) Mi’rac
yolculuğunu hatırlama vesveseyi kesebilir. Keza eûzü besmeleye
içtenlikle devam, Şeytan’ın uzaklaşmasına vesile olacaktır.
O hâlde vesvesenin üzerinde durmak değil, aksine, tam tersi istikamette
yürümek lâzımdır. Vesveseye hiç önem vermeden, yapılan amel eksik bile
olsa, mezhep imamlarından birinin görüşüne uygundur deyip geçmek,
vesveseyi ortadan kaldıran en güzel davranışlardan biridir. Meselâ Şafii
Mezhebi’nde abdestte niyet ve tertip farz olmakla birlikte, Hanefî
Mezhebi’nde Sünnet kabul edilmektedir. Dolayısıyla Şafiî Mezhebi’ne
mensup bir kişi abdest aldıktan sonra önceden niyet yapıp yapmadığında
tereddüt etse, Hanefi Mezhebi’nde niyetin Sünnet olduğunu düşünerek,
vesveseye kapılmadan abdestinin tam olduğu kanaatine varabilmelidir.
Bunun için de elbetteki ilim gerekir. Peygamberimiz (sallallahü aleyhi
ve sellem):
فَقِيهٌ واَحِدٌ أشَدُّ عَلىَ الشَّيْطاَنِ مِنْ ألْفِ عاَبِدٍ“Tek bir fakih (âlim), Şeytan’a bin âbidden daha yamandır (aldatması
zordur).”49 buyurarak, marifetle olan ilmin Şeytan’a karşı da muhkem bir
zırh olacağı belirtilmiştir. Şu hâlde Şeytan’ın iğvası ve vesvesesi,
Kur’ân ve Sünnet bilgisinden uzak olan kimselerde daha fazla görülür.
İslâm’ın güzelliklerini ruhunda yaşayan kimselerde ise Şeytan’ın
vesvesesi uzun ömürlü olmaz ve zarar vermez.
*Araştırmacı-Yazar
msarik@yeniumit.com.trDipnotlar 1. Ragıb el-İsfehanî, el-Müfredât, s. 264.
2. Ragıb el-İsfehanî, el-Müfredât, s. 70.
3. Kur’ân Yolu Türkçe Meal ve Tefsir, Diyanet İşleri Başkanlığı, I, 295.
4. Bkz. Bakara 2/34.
5. Bkz. Sâd 38/73-74.
6. Bkz. İbn Kesir, Muhtasar, I, 53.
7. Kehf 18/50.
8. Tahrîm 66/6.
9. Bkz. Kurtubi, el-Cami li ahkâmi’l-Kur’ân, I, 294.
10. Müslim, Zühd, 60.
11. Ahmed b. Hanbel, Müsned, IV, 226.
12. Ahmed b. Hanbel, Müsned, IV, 226.
13. Bkz. Araf 7/12.
14. Bkz. A’râf 7/11-17.
15. Bkz. En’âm 6/112.
16. M. Fethullah Gülen, İnancın Gölgesinde, I, 199.
17. Bkz. Gümüşhanevî, Ramuzu’l-ehâdis, II, 332.
18. Araf 7/20.
19. Kâf 50/16.
20. Müslim, İman, 201.
21. Bkz. Mevsilî, el-İhtiyar, I, 11.
22. Bkz. İbn Mace, Taharet, 57.
23. Bkz. Tirmizi, Fiten, 26; Ahmed b. Hanbel, Müsned, III, 226.
24. Tirmizi, Taharet, 43.
25. Buhari, Ezân, 4.
26. En’am 6/112.
27. Bkz. Kur’ân Yolu Türkçe Meal ve Tefsir, II, 361.
28. Müslim, İmân, 211.
29. Ahmed b. Hanbel, Müsned, V, 178.
30. Nâs 114/1-6.
31. Darimi, Rikak, 25.
32. Tirmizi, Rada, 17; Benzer rivâyet Müslim, Münafıkun, 70.
33. Buhari, Enbiya, 44; Müslim, Fezâil, 147.
34. Müslim, Fezâilü’s-sahâbe, 22.
35. Tirmizi, Menakıb, 18.
36. Muvatta, Vukûtu’s-salat, 26; Benzer rivâyet için bkz. Müslim, Mesacid, 309.
37. A’raf 7/200.
38. Bkz. Suyuti, Fethu’l-Kebir, II, 185.
39. Muvatta, İsti’zân, 36.
40. Ahmed b. Hanbel, Müsned, V, 233.
41. Nisa, 4/76.
42. Bkz. Gülen, M. Fethullah, İnancın Gölgesinde, I, 210.
43. Müslim, İman, 214.
44. Fâtır 35/6.
45. Bakara 2/168.
46. Bkz. Hicr 15/40.
47. Bkz. 38/83.
48. Buhârî, Rikak, 31.
49. İbn Mace, Mukaddime, 17.