KUTLU FORUM
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.
KUTLU FORUM

Bilgi ve Paylaşım Platformuna Hoş Geldiniz
 
AnasayfaLatest imagesKayıt OlGiriş yap

 

 İslam'ın Çevre Bilincine Katkısı

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
huzeyfe
Süper Moderatör
huzeyfe


Mesaj Sayısı : 7719
Rep Gücü : 18108
Rep Puanı : 23
Kayıt tarihi : 27/03/09

İslam'ın Çevre Bilincine Katkısı Empty
MesajKonu: İslam'ın Çevre Bilincine Katkısı   İslam'ın Çevre Bilincine Katkısı Icon_minitimePaz Tem. 31, 2011 12:15 pm




Yeni Ümit Sayı : 69 Temmuz - Ağustos - Eylül 2005

İslam'ın Çevre Bilincine Katkısı




Dr.
Muhsin Toprak






Son yıllarda çevre temizliği, çevreyi korumak, ekolojik dengeye
zarar vermemek gibi konulara basın yayın organlarında çok sık yer
verilmekte ve çokça vurgu yapılmaktadır. Toplumda ise vurgulanan bu
hususları hayata geçirebilmek için dernek vakıf gibi sosyal oluşumlar
meydana getirilmektedir. Bu organizasyonlar insanların dikkatlerini
konuya yoğunlaştırmak, insanımızda bir çevre bilinci oluşturmak için
çeşitli faaliyetler yapmaktadırlar.

Hayatta insanı motive eden ve yapması gereken işleri onun için
kolaylaştıran pek çok dinamik vardır. İnsanı motive eden en önemli
unsurlardan biri de dindir. Bu faaliyetleri yaparken dini motivasyondan
yararlanmak insanların işlerini kolaylaştıracaktır. Buna bağlı olarak
dinî kaynakların mezkur konu hakkında söylediklerini ortaya koymak,
insanımızın bu hususlarda daha duyarlı davranmasına yardımcı olacaktır.
Biz de bu yazıda dini kaynakların bu hususlarda neler söylediğini ve
nasıl bir yönlendirme yaptığını ortaya koymaya çalışacağız.

Evrendeki varlıklar birbiriyle bağlantılı hiyerarşik bir düzen meydana
getirmektedir. En küçük ve en az karmaşık birimler kendilerinden daha
büyük ve kompleks üst sistemlerle etkileşim içinde çalışırlar. Her
düzeydeki birim kendi içinde dinamik bir bütündür ama üstündeki veya
altındaki birimlerle bağlantısı olmaksızın varlığı düşünülmez. (Musa
Tosun, "Psikolojik Açıdan Çevre ve İnsan", İnsan ve Çevre, İstanbul
1992, s.56-57) İnsan da tabii varlığı itibariyle bu sistemin bir
parçasıdır, ancak psikolojik varlığı ve kurduğu sosyal oluşumlarla diğer
varlıklardan farklı bir yapıya ve şuur düzeyine erişir. Tabii
ilişkisinin ötesinde diğer varlıklarla bilinçli bir ilişkiye girer.

Kısacası bizler kurulu bir dünyaya doğmakta, fakat sosyal hayatın
ürettiği bir bilinçle doğal çevremizle ilişki içine girmekteyiz.
Çocukluktan itibaren gerek ailemiz ve gerekse yakın sosyal çevremizden
aldığımız düşünce ve davranış tarzıyla tabii çevremize yaklaşırız.
Dolayısıyla sosyal çevremizin görmediği veya görmezden geldiği pek çok
şeyi biz de görmeyiz. Çevremizde farkına varmamız ve korumamız gereken
bir çok şey olmasına karşın, çoğunlukla bunların farkında bile olmayız.
Çünkü bunları ya biz kurmamışızdır, ya da her gün göre göre alışkanlık
kazanmışızdır. Her an teneffüs ettiğimiz havanın, ışık ve ısısına muhtaç
olduğumuz güneşin, havamıza oksijen üreten ve bize psikolojik bir haz
veren yeşilin, içimizi açan berrak mavi gökyüzünün, zümrüt yeşili
rengiyle insanları kendine çeken denizin varlığını ancak bunlar olmadığı
zaman, ya da kullanılamaz hale geldiğinde fark ederiz. Fark ederiz de
insan için ne büyük bir değer olduklarını o zaman anlarız.

Bu tabii düzen, Yüce Allah tarafından yaratılmış ve bize bahşedilmiştir.
(Bkz. Kur'an, 14/32; 16/12, 14; 22/65; 29/61; 31/20; 35/13; 39/5;
45/13) Bu, Allah'ın insana verdiği değerin bariz bir göstergesidir.
Kur'an-ı Kerim yeryüzü ve gökyüzündeki canlı cansız bütün varlıkların
belli bir ölçü ve dengeye göre yaratıldığından beyan ederken (Hicr
15/16-20; Kamer 54/49), insanın tabiattan faydalanma esnasında bu ölçü
ve dengeyi bozmaması gerektiğine de dikkat çekmektedir (Rahman 55/7-12).
Ölçülü ve dengeli biçimde tabiatla ilişki içine girmek, insan türünün
mümkün olan en uzun sürede tabiattan faydalanması sonucunu doğuracaktır.
Başlangıcından itibaren kıyamete kadar insanlık tabiatta olanı
kullanacak, ondan faydalanacak ve hayatı için gerekli olan şeyleri
elbette ki ondan çıkaracaktır. Ancak tabiattaki maddelerden bir kısmı
hemen kullanıma uygun olup, pek çok madde ise ham halde bulunur. Ham
halde bulunanlar ise üretim mekanizmalarından geçirilerek kullanıma
uygun duruma getirilir. Bu yüzden insan, ihtiyacı olan pek çok şeyi
üretmek zorundadır. Ama üretme, aynı zamanda tabiatta olanı tüketmek
demektir. Bu yüzden tüketirken olduğu kadar üretirken de dikkatli olmak
gerekmektedir.

Tabiatta olanı tüketirken dikkat etmemiz gereken çok önemli bir husus
vardır ki o da ekolojik denge dediğimiz tabiatın düzenine (ekosistem)
zarar vermemektir. Fakat ne yazık ki insanoğlu çoğu zaman bundan gaflet
içindedir. Yapıp ettiği icraatlarda doğal çevreye onulmaz zararlar
vermekte, akıl almaz tahribatlar yapmaktadır. Şu iyice bilinmelidir ki,
çevreye zarar vermekle insanoğlu aslında bindiği dalı kesmektedir.
Doğanın sorumsuzca tahrip edilmesi, çevrenin umursamaz bir tavırla
kirletilmesi, tabiattaki sınırlı şeylerin hor kullanılması, tam bir
mirasyedi tutumudur. Kendi kazanmadığını çarçur eden mirasyedi nasıl ki
bir süre sonra eli boş ve perişan bir durumda kalırsa, çevreyi
düşüncesizce tahrip edip kirletenler de kendi yaptıklarının cezası
olarak yaşanmaz bir dünyanın içinde kendilerini bulacaklardır. Kur'an-ı
Kerim de insanlara isabet eden bir kısım musibetlerin kendi
yaptıklarının bir sonucu (Şuarâ, 42/30), hatta "İnsanların kendi
elleriyle yapıp ettiklerinin bir sonucu olarak yeryüzünde bozulma
başladı. Belki dönerler diye Allah (c.c.) yaptıklarının bazı kötü
sonuçlarını onlara tattıracaktır" (Rum 30/41) ayetiyle yaptıklarının bir
cezası olduğunu vurgulamaktadır.

İşte hava ve suların kirliliği, dünyanın yeşilsiz bırakılarak
çölleştirilmesi, ozon tabakasının incelip delinme tehlikesiyle karşı
karşıya kalması bunlardan bazılarıdır. Fakat bu sonuçlar, insanlar için
bir sürpriz değildir. Kendi yaptıklarının doğal bir sonucudur. Nitekim
insanlık, sanayi ve teknolojinin baş döndürücü bir hızla geliştiği 19.
Yüzyıldan bu güne geldiğinde bu sonuçlarla karşılaşmıştır. Meşhur Rus
düşünürü Tolstoy'un, insanlığın teknolojik alanda ilerlemeyi
gerçekleştirirken ahlak alanında acımasızca yaptığı tahribatı tasvir
ederken söylediği şu sözler gerçeği ne kadar açıkça yansıtmaktadır:
"Tarihin hiç bir döneminde 19. yüzyıldaki kadar maddi başarıya
ulaşılamadı. Fakat, Tarihin hiç bir döneminde giderek canavarlaşan
şimdiki Batı dünyası kadar ahlâksız, insanın hayvani duygularına hiç bir
kısıtlamanın getirilmediği bir hayat da yaşanmadı. 19. yüzyılda
ulaşılan maddi ilerleme gerçekten muazzam, fakat bu ilerleme Neron'un
zamanında bile şahit olunmayacak şekilde ahlâkın en temel şartlarını
ihmal etme pahasına satın alındı ve halen de satın alınıyor." (Tolstoy,
Din Nedir?, çev. Murat Çiftkaya, İstanbul 1995, s. 33)

Toprağımızı çoraklaştıran, nehirlerimizi, göllerimizi kurutan,
denizlerimizi balıkların bile yaşayamayacağı bir kirliliğe büründüren
sanayi atıklarının, şehirler kurma adına ormanları talan etmenin,
medeniyet adına üretilen fakat havaya zarar veren unsurların tedbiri
alınmadığı takdirde karşımıza çıkacak olan manzara bundan başkası
değildir. Bir Kızılderili kabile reisinin söylediği gibi biz bu dünyayı
atalarımızdan bir miras değil, çocuklarımızdan ödünç aldık. Bizler bu
sorumsuz tavırlarımızla dünyamızı kendi adımıza zararlı hale
getirdiğimiz gibi çocuklarımız için de yaşanmaz bir dünya bırakmak
üzereyiz.

İnsanlığın önünde bir ışık olan Yüce dinimiz İslam'ın, dinî alan kabul
edilen sadece inanç ve ibadet konularında bizlere bir takım görevler
yükleyip de hayatın diğer alanlarını boş bıraktığı düşünülmemelidir.
İslam insan hayatının her yönüyle ilgili emirler, tavsiyeler ve uyarılar
yapmaktadır. Dolayısıyla üzerinde durduğumuz bu konuyla ilgili bir
takım emir, tavsiye ve uyarılarda da bulunmaktadır. Bunları şu şekilde
sıralayabiliriz.

İlk olarak İslam Müslümanlara bütün varlıklara saygı duymayı, onların
hayat hakkına ilişmemeyi öğretmektedir. Çünkü her Müslüman, "Yedi kat
gök, yeryüzü ve bunlarda bulunan varlıklar Allah'ı tesbih ederler. Onu
övgüyle tesbih etmeyen hiçbir şey yoktur" (İsrâ 17/44) inancını taşır.
Buradan hareketle Müslümanların çevreyi sorumsuzca tahrip
etmeyeceğini/edemeyeceğini, tabiatı bilinçsizce
kullanmayacağını/kullanamayacağını söyleyebiliriz. Bu husus, çevre
bilincinin oluşması açısından önemli bir noktadır. Bu bilinci alan bir
kimsenin çevreyle ilişkisi de ona göre ölçülü olacaktır. En azından
çevresindeki varlıkları kendisinin dost ve yardımcıları görecektir.
Onlardan faydalanırken dengeyi bozmamaya dikkat edecektir. Kur'an-ı
Kerim'in israfı haram, savurganlığı şeytanın kardeşliği sayan beyanları
(A'raf 7/31; İsra 17/26-27, 29-30; Taha 20/81) ile Peygamber Efendimizin
(s.a.s.) akarsu dahi olsa abdest alırken israf edilmemesi gerektiğine
dair uyarıları da (İbn Mace, İkame, 193) Müslümanlarda çevre şuuru
oluşturmada önemli bir temel olacaktır.

İkinci olarak Müslüman bir insan kendisinin Allah'ın isimlerine mahzar
olduğuna, bu isimlerin kendisinde tecelli ettiğine inanır. Allah'ın
isimlerinden birisi Kuddus ismidir. Kuddus, mukaddes, temiz, pak olan
demektir. Bu ismin bir tecellisi olarak Yüce Rabbimiz yeryüzünde sürekli
olarak meydana gelen tabii kirlenmeleri kurmuş olduğu ekolojik sistemle
sürekli olarak temizlemektedir. Her mevsim ölen binlerce hayvan
leşleri, kurumuş bitki artıkları istihaleye (kimyevi bir değişime) tabi
tutulmakta ve temizlenmektedir. Ayrıca rüzgârlar vasıtasıyla yeryüzü
adeta süpürülmekte ve yağmurlarla yıkamaktadır. (Bu hususu Bediuzzaman
nefis bir üslupla 30. Lem'a'nın Birinci Nüktesinde anlatmaktadır.) Bu
noktada Müslüman Kuddus isminin bir yansıması olarak kendisini ve
çevresini temiz tutması gerektiği inancıyla hareket eder ve üzerine
düşeni yapar. Ayrıca Müslüman'ın Allah'ın ahlakıyla ahlâklanması
gerektiğini öğütleyen bir kutlu söz/birkelam-ı kibar vardır. Bu konu
bağlamında düşünülecek olursa, çevre bilincine sahip olma ve çevre
kirliliğinin önüne geçmenin de Allah'ın ahlâkıyla ahlâklanma olarak
değerlendirilmesi gerekir.

Üçüncü olarak Kur'an-ı Kerim Allah'ın yeryüzünü imar görevini insana
yüklediğini beyan eder. Bir ayette "Sizi yeryüzünde yaratıp, orayı imar
etmenizi dileyen Allah'tır" (Hud 11/61) buyurulmaktadır. Ayette geçen
"isti'mar" kelimesine tefsirciler tarafından iki anlam yüklenmiştir.
Bunlardan birincisi, "Allah sizi, yeryüzünü imar ediciler yaptı", (İbn
Kesir, Tefsir, 2/450) ikincisi de, "Allah yeryüzünü sizin imar etmenizi
istedi" (İbn'l-Cevzi, Zadü'l-Mesir, Beyrut 1984, 4/133) şeklindedir.
Birinci tefsir şekli tekvînî emri; yani Allah'ın insanı dünyayı imar
edecek şekilde yarattığını ifade ederken, ikincisi teklîfî emri; yani
Allah'ın insandan dünyayı imar etmesini istediğini beyan eder. İslam
uleması yukarıda zikrettiğimiz ayete dayanarak, meskenlerin yapılması,
su kanallarının açılması, ağaçlandırma çalışmaları gibi imar işlerinin
topluma farz olduğunu söylemişlerdir. (Ebu Hayyan, el-Bahru'l-Muhit,
Beyrut 1992, 6/175) İnsan tabii veya dini bir görev olarak elbette ki
yeryüzünü imar edecektir. Ama bunu, tabiatı tahrip etmeden yapmalıdır.
Müslüman ahlakı bunu gerektirir.

Dördüncü olarak Hz. Peygamber (s.a.s.) de bu konuda Müslümanlara örnek
olmuştur. Allah'ın bu emrini çok iyi bilen Peygamber Efendimiz (s.a.s.)
Medine'de imar faaliyetlerine katılarak yaşadıkları şehrin mamur hale
gelmesi için çalışmıştır. Ayrıca Mekke'nin yanında Medine ve Taif
bölgelerini de harem alanı ilan ederek oralarda ağaç kesmeyi ve
avlanmayı yasaklamıştır. Adiy b. Zeyd (r.a.) Hz. Peygamber (s.a.s.)'in
Medine'nin her cihetinden 2 beridlik (yaklaşık 30 km.) bir alanı
(yaklaşık 1000 kilometrekare) koruluk (hıma/harem) bölgesi ilan ettiğini
ve ağaçların kesilmesini, dallarının kırılmasını yasakladığını rivayet
etmektedir. (Ebu Davud, Menasik, 96) Bundan başka Hz. Peygamber
(s.a.s.), Zû-Kard gazvesinden dönerken Medine yakınlarındaki Benî Harise
otlağı olan Zuraybü't-tavil denilen yerde konakladıklarında onlar
buranın, hayvanlarının otlağı, hanımlarının çıktığı yer olarak
nitelemişler, Efendimiz (s.a.s.) de "Kim buradan bir ağaç keserse
mutlaka onun yerine bir ağaç diksin" buyurmuştur. (Belazurî,
Fütuhu'l-Buldan, Beyrut 1987, 17; İbrahim Canan, İslam ve Çevre Sağlığı,
İstanbul 1987, s59-60) Taif halkı Müslüman olmak üzere Medine'ye bir
heyet gönderdiklerinde, Hz. Peygamber'in hazırlattığı anlaşma metnine
Taif bölgesi vadilerinin de koruma altına alındığı ve orada bitki
örtüsünü tahrip etmenin, hayvan avlamanın yasaklandığı, bu yasağa
uymayanların cezalandırılacağı bir madde olarak konulmuştur. (Muhammed
Hamidullah, İslam Peygamberi, İstanbul 2003, 1/500; Muhammed Hamidullah,
el-Vesaik, Beyrut 1969, s. 236-238, 240; Ali Rıza Temel, "İslam'a Göre
İnsan Çevre İlişkisi", İnsan ve Çevre, s.77) Hz. Ömer'in (r.a.) hilafeti
döneminde Sa'd b. Ebi Vakkas (r.a.) bu emirnameyi esas tutarak yasağa
uymayan birini cezalandırmıştır. (Ebu Davud, Menasik, 96) Yine Hz.
Peygamber (s.a.s.) gölgesinde yolcuların, hayvanların gölgelendiği çöl
bitkisi sidr ağacını kesmeyi yasaklamış ve kesene beddua etmiş,
lanetlemiştir. (Ebu Davud, Edeb, 159.)

Ayrıca Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) yaşadıkları şehrin temiz
tutulması yönünde emir ve tavsiyelerde bulunmuş, bitki ve hayvanların
korunmasına özen göstermiştir. Bu noktada Peygamber Efendimizin
Mescid'in temizlenip güzel koku ile kokulanmasına, (Tirmizi, Cum'a, 64)
avluların temiz tutulmasına, (Tirmizi, Edeb, 41) durgun sulara idrar
yapılmamasına, (Buhari, Vudu', 68; Müslim, Taharet, 94–96; Ebu Davud,
Taharet, 36) içme sularının yakın çevresine çöp dökülmemesine (Servet
Armağan, "İslam Çevre Hukukunun Genel Esasları", İslam ve Çevre, s. 250)
dair emirleri ile susuzluktan ağzı kurumuş, dili sarkmış bir köpeğe
kuyudan ayakkabısıyla su çıkarıp susuzluğunu gideren adamın cennetlik
olduğuna, (Buhari, Bed'ü'l-halk, 17, Edeb, 27) kedisini eve hapsedip
açlıktan öldüren yaşlı kadının da cehennemlik olduğuna (Buhari, Ezan,
90) dair haberleri de hatırlanmalıdır.

Bu örnekler göstermektedir ki Yüce Peygamberimiz (s.a.s.) her konuda
olduğu gibi çevreyi koruma, temiz tutma hususunda da ümmetine hep örnek
oluyordu. Ayrıca Efendimiz'in (s.a.s.) ağaç dikmeye teşvik eden;
"Kıyamet kopmaya yakınken elinizde bir ağaç fidanı var ve onu dikmeye
vakit bulabilirseniz onu dikin", (Buhari, Edebu'l-müfred, Kahire 1379,
s.168) "Kim bir ağaç dikerse onun için ağaçtan hasıl olan ürün kadar
Allah sevap yazar", (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 5/415) "Her kim boş, kuru
ve çorak bir araziyi ihya ederse bu amelinden dolayı Allah tarafından
mükâfatlandırılır. Herhangi bir canlı ondan faydalandıkça orayı ihya
edene sadaka yazılır", (Münavi, Feyzu'l-kadir, 6/39) "Müslümanlardan bir
kimse bir ağaç dikerse o ağaçtan yenen mahsul mutlaka onun için
sadakadır. Yine o ağaçtan çalınan meyve de onun için sadakadır. Vahşi
hayvanların yediği de sadakadır. Kuşların yediği de sadakadır. Herkesin
ondan yiyip eksilttiği mahsul de onu dikene ait bir sadakadır " (Müslim,
Müsakat, 7-10, 12; Buhari, Edeb, 27; Hars, 1.) hadis-i şerifleri bu
duyarlılığın ve çevre bilinci oluşturmaya teşvikin tam bir
göstergesidir.

Sahabe-i Kiram'ın önderleri de bu şuura sahiptiler. Mesela Hz. Ebu
Bekr'in (r.a.) Üsame (r.a.) ordusuna hitap ederken söylediği "Hurma
ağaçlarını sökmeyin, yakmayın; diğer meyve ağaçlarını telef etmeyin;
koyun, sığır ve diğer hayvanları yemenin dışında bir amaçla kesmeyin …"
(İbnü'l-Esir, el-Kâmil fi't-Tarih, Beyrut 1987, 2/200) sözleri ile Hz.
Ömer'in (r.a.) Ebu Musa el-Eş'arî'yi (r.a.) Basra'ya vali olarak
gönderirken görevleri arasında sokakların temizliğini de sayması
(Darimî, Sünen, Mukaddime 46) ve Hz. Osman'ın (r.a.) geç bir vakitte
ağaç dikerken yanına gelen ve "Ey Müminlerin emiri! Bu vakitte mi dikim
yapıyorsunuz?" diye soran birisine, "Bana uğradığında beni böyle hayırlı
bir iş yaparken bulman, bozgunculardan biri gibi bulmandan daha iyidir"
(Aliyyulmuttaki el-Hindî, a.g.e., 3/909) şeklinde verdiği cevap bu
bilincin sahabede ne kadar yerleşmiş olduğunu gösteriyor.

Bu ruh atalarımıza da ilham kaynağı olmuştur. Onlar bulundukları
yerleri, kurdukları şehirleri en mamur hale getirmenin, insan için
yaşanabilir mekânlar kılmanın çabasını gütmüşlerdi. İşte Fatih'in
İstanbul'un fethinden sonra Taşlık mevkiinde satın alıp vakfettiği 136
adet dükkân için yazdırdığı vakfiyede çevre temizliği için Müslümanların
o tarihlerde bile ne kadar önem verdiklerini açıkça göstermektedir: "Bu
gayr-i menkulatımdan elde olunacak nemalarla İstanbul'un her sokağına
ikişer kişi tayin eyledim. Bunlar ki ellerindeki bir kap içerisinde
kireç tozu ve kömür külü olduğu halde günün belirli saatlerinde bu
sokakları gezeler. Bu sokaklara tükürenlerin tükürükleri üzerine bu tozu
dökeler ki yevmiye 20 akçe alsunlar. Ayrıca 10 cerrah, 10 tabip ve 3 de
yara sarıcı tayin ve nasb eyledim. Bunlar ki ayın belli günlerinde
İstanbula çıkalar bilâ istisna her kapuyu vuralar ve o evde hasta olup
olmadığını soralar; var ise şifası, ya da mümkün ise şifayab olalar.
Değilse kendilerinden hiçbir karşılık beklemeksizin Darulacezeye
kaldırılarak orada salah bulalar. Maazallah herhangi bir gıda maddesi
buhranı vaki olabilür. Böyle bir hal karşısında bırakmış olduğum 100
silah, ehl-i erbaba verile. Bunlar ki hayvanat-ı vahşiyyenin yumurtada
veya yavruda olmadığı sıralarda balkanlara çıkıp avlanalar ki zinhar
hastalarımızı gıdasız bırakmayalar…". (İbrahim Özdemir, Münir Yükselmiş,
İslam ve Çevre Sorunları, Ankara 1995, s.126-127)

Yine Kanuni'nin Edirne subaşısına yazdığı bir emirnamede Edirne
sokaklarının temiz tutulması yönünde ortaya koyduğu; ev ve dükkânların
çevrelerinin temiz tutulması, hamam ve han gibi umuma ait yerlerin
temizliğine dikkat edilmesi, çevreyi kirleten esnafın artık maddeleri
şehir dışındaki boş yerlere taşıması, evlerde çamaşır, bulaşık
yıkandığında sabunlu suların sokaklara akıtılmaması, at-arabacıların
sokaklara pisleyen atlarının pisliklerini kendilerinin temizlemesi gibi
emirleri, (Ahmet Akgündüz, Belgeler Gerçekleri Konuşuyor, İzmir 1991,
s.75–76) ve de İstanbul'da Kırkçeşme sularını Sarıyer ormanlarından uzun
bir isale hattı ile İstanbul'a ileten Mimar Sinan'ın boru hattının her
iki tarafından 20'şer arşınlık (toplam 40 arşın) bir mesafe içinde bina,
mandıra ve ahır yapımını ve gübre yığılmasını bir ferman ile
yasaklattırması (Nevzat Kor, İzzet Öztürk, Mehmet Borat, "Çevre
Kirlenmesinin Tarihi Gelişimi", İnsan ve Çevre, s.150 (K. Çeçen, "Tarih
Boyunca Türkler Tarafından Yapılan Su Tesisleri ve Türk Toplumunda Su
Kültürü, İTÜ Vakıf Dergisi, Yıl 1990, S:2, s. 15-26'dan naklen)
yaşadıkları çağ itibariyle onların çevre bilinci ve duyarlılıklarının ne
kadar yüksek olduğunun birer göstergesidir. Şimdi ise bizler pis
sokaklı şehirlerde, yeşilden yoksun kasabalarda, dikili bir ağacı bile
olmayan köylerde yaşıyor ve devamlı surette tabiatı tahrip ediyoruz.
Bunun sonuncunun kötü olacağını tahmin etmek için kâhin olmaya gerek
yoktur.

Tabiatı sevmeyi, çevreyi korumayı ve temiz tutmayı bir bilinç haline
getirmenin Müslüman için açıkça söylenmiş bir İslam emri olduğu
ortadadır. O halde dindar Müslümanlar çevreciliğe sahip çıkmalı ve bu
bilinci yaygınlaştırmalıdır. Bunun için de yapılması gerekenleri şöyle
sıralayabiliriz:

1- Basın yayın organlarında konunun dinî yönü sık sık gündeme getirilmelidir.

2- Toplumda sözü sohbeti hüccet kabul edilen kanaat önderleri çevrecilik
faaliyetlerine yönlendirme yapmalı, hatta bizzat çevrecilik
faaliyetleri düzenlemelidir.

3- Diyanet İşleri Başkanlığı da camilerde konuyla ilgili hutbeler
okutmalı, ayrıca Kutlu Doğum Haftası etkinliklerinde bu meselenin ele
alınmasını sağlamalıdır.

4- Bunun ötesinde dini hassasiyeti olan sivil toplum örgütleri
tarafından konferans, panel ve sempozyum gibi ilmi etkinlikler
yapılmalıdır.

Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
İslam'ın Çevre Bilincine Katkısı
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» Osmanlı Vakfiyelerinde Çevre Bilinci ve Örnekleri-Osmanlı Toplumu ve Çevre
» islamın şartı beştir videosu
» Faruk Beşer'le Sohbet-İSLAMIN VE FIKHIN GENEL MESELELERİ
» KUR'AN'A GÖRE ÇEVRE BİLİNCİ PDF Available PDF İNDİR
» iSLAMIN EVRENSELLİĞİ..aLLAHIN VARLIĞI..iSLAM VAAD ETTİĞİNİ YERİNE GETİRMİYORMU?

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
KUTLU FORUM :: KÜLTÜR DÜNYASI :: Ekoloji-Çevre-
Buraya geçin: